Şimdiye kadar Allah’ın kullarına yakınlığını, yardımcılığını (velîliğini) açıklamıştık. Şimdi de esas konumuz olan “Evliyâüllah”
ifadesinin gerçek anlamını tespit edip açıklayacağız. “Evliyâüllah” ne
demektir? Yukarıda açıkladığımız, İslâm dışı bir “evliyâ” kavramı var
mıdır? Böyle birileri mevcut mudur, ya da daha önce mevcut oldu mu? Bu
sözcükleri dost sözcüğüyle açıklamak yeter mi? Allah’ın dosta ihtiyacı
var mıdır? Bunları göreceğiz. Kur’ân’a
baktığımız zaman “Evliyâüllah” sözcüğünü görüyoruz. Bu sözcük bir
izafet terkibidir, yani isim tamlaması olup sözcük anlamı “Allah’a
yakın olanlar” demektir. Âyete bakalım: Yunus suresi âyet 62: “Gözünüzü açın! (Evliyâüllah) Allah’a yakın olanlar için hiçbir korku yoktur. Tasaya da düşmezler onlar.” Evet
gördüğünüz gibi. “Allah’a yakın olanlar” ifadesi Kur’ân’da geçmektedir.
Peki bunlar kimlerdir? Şimdiye kadar Müslümanlara anlatıldığı gibi,
(özellikle de yukarıda kavramsal olarak açıkladığımız gibi)dünyada
Allah’a Yakın Birileri var mıdır? Bu
soruların cevabı ve açıklanması için maalesef Kur’ân’a
başvurulmamıştır. Bu hususta bir çok yalan yanlış söylenti dikkate
alınmış ve de İslâm inançlarına ters yabancı inanç ve kültürlerdeki
kabuller İslâm’a sokulmuştur. Böylece tevhîd dininin dışına
çıkılmıştır. Hatta bu pisliğin ve pislikliğin farkına bile varılamamıştır. (Ey inananlar! Müşrikler bir pisliktir. ... Tevbe suresi âyet 28) Halbuki bu soruların cevabı, ve söz konusu sözcüğün açıklaması yine Kur’ân’ımızda mevcuttur. Yunus suresi âyet 62, 63: “Gözünüzü açın! (Evliyâüllah) Allah’a yakın olanlar için hiçbir korku yoktur. Tasaya da düşmezler onlar Onlar (Evliyâüllah/ Allah’a yakın olanlar) inanmış ve takva sahibi olmuş olanlardır.” Enfal suresi âyet 34: “Onlar Mescid-i Haram’dan geri çevirip dururken, Allah onlara neden azap etmeyecekmiş? Onlar O’nun evliyâsı ( yakını-yardımcısı) da değiller. O’nun evliyâsı (yakınları-yardımcıları) sadece takva sahipleridir.” Evet,
cevap budur. Açıklama budur. Ama Kur’ân’a bakan kim, Allah’ı takan
kim?! Dinimizi sulandırmak isteyenler burada da uydurma rivâyetleri
devreye sokarlar. Uydurma rivâyetleri Kur’ân’ın önüne geçirirler. Ve
böylece bu sorulara kendilerince cevap hazırlarlar. Âyetteki
“Evliyâüllah” terkibine açıklama getirirler. Bakınız. “Peygamber
Efendimize Evliyâüllah kimdir diye sorulmuş, O da şöyle buyurmuştur:
“Onlar öyle kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır,
zikredilir.” (İbn-i Mace Zühd-4 ) Bir tane daha. “Hz.
Ömer’den rivâyet edilen bir hadiste de “Kendileri şehid veya nebi
olmadıkları halde nebilerin ve şehidlerin gıpta ettiği, aralarında
ticaret ve akrabalık bağı olmadığı halde birbirlerini Allah için seven
kimselerden” bahsedilmektedir. (Müsned, 5/343) Bir tane daha. “Evliyâüllah, Allah için severler, birbirlerine dost, yârân, ahbâb olurlar.” Ebu Davûd sünnet/2 rivâyet 4596) Allah CC. her iki âyette de dikkat çekiçi ifadeler kullanıp “Evliyâüllah/ Allah’a yakın olanlar, “ MÜTTEKİ MÜ’MİNLERDİR”
buyurarak “Evliyâüllah” terkibini açıklarken, buna Allah’ın
açıklamasının aksine başka bir açıklama getirmek kimin haddine düşmü!.
Biz Efendimiz’e yapılmış bu iftiradan Efendimiz’i tenzih ederiz. Bu
olsa olsa İslâm düşmanlarının, Müslümanların ömürlerinin boşa geçmesini
sağlamak isteyen art niyetli, şeytân tıyniyetli kimselerin işi
olabilir. Onların zehirli, zehirli olmasına rağmen dışı cilalanmış
görüşleri olabilir. Biz “Evliyâüllah” sözcüğünün esas anlamına gelelim. Esas anlamı yukarıda açıkladığımız gibi “Allah’a yakın olanlar” demektir. Âyetteki ifadeye göre Allah’a yakın olanlar ancak müttekı müminlerdir.
Peki Mütteki Müminler Allah’a nasıl yakın olabiliyorlar? Tüm akıllı
insan bunu düşünebilmeli ve sorusunun cevabını da yine Kur’ân’dan
alabilmelidir. Muhammed suresi âyet 7: “Ey inananlar! Eğer Allah’a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlamlaştırır.” Âl-i Imran suresi âyet 52: “İsa onlardan inkarı sezince şöyle konuştu: “Allah’a gidişte benim yardımcılarım kim?” Havarîler dediler ki: “Biz Allah’ın yardımcılarıyız. Allah’a iman ettik biz. Tanık ol, biz müslümanlarız.” Saf suresi âyet 14: “Ey iman sahipleri, Allah’ın yardımcıları olun! Hani Meryem oğlu İsa Havarilerine: “Allah’a gidişte benim yardımcılarım kimdir?” demişti de, havariler: “Biz Allah’ın yardımcılarıyız.”
cevabını vermişlerdi. Bunun ardından İsrailoğullarından bir zümre iman
etmiş, bir zümre de küfre sapmıştı. Nihâyet biz, iman sahiplerini
düşmanlarına karşı güçlendirdik de onlar üstün geldiler.” Âyeti
celileleri gördünüz buralarda açıkça, sözcüklerin hakikat manalarına
göre Allah’a yardımdan ve Allah’ın yardımcılarından bahsedilmektedir. Ama
biz biliyoruz ki, bizzat Allah’ın kendisine yardım etmek imkansızdır.
Ve Cenab-u Hakk böyle bir yardımdan ve yardımcılardan müsteğnidir.
Onun Mümin-müttekileri kendisine velî(yakın ve yardımcı) kabul etmesi
onun aczinden, düşkünlüğünden, güçsüzlüğünden, ihtiyacından değildir.
Bakınız. İsra suresi âyet 111. “Ve de ki: “Övgü, çocuk edinmeyen, egemenliğinde ortağı bulunmayan, zilletten (acizlikten, zayıflıktan, zavallılıktan) dolayı velî (yakın ve yardımcı) edinmeyen Allah’a mahsustur.” Ve O’nu büyüklüğünce büyült!.” Öyleyse
burada kullanılan “evliyâüllah ve ensârüllah” ifadelerinin Mecaz
anlamlarına yöneleceğiz. Düşünün Allah insanları ne için yaratmıştır?
Niçin peygamber göndermiştir? Niçin Kitaplar indirmiştir? Allah neler
ister? Allah’ın düşmanları kimlerdir? Allah’ın düşmanları neler
isterler? Bu soruların cevaplarını hafsalanızda oluşturduktan sonra
Allah’ın isteklerinin kimler aracılığıyla yapılacağını ve şimdiye kadar
kimler aracılığıyla yapıldığını, sünnetüllahta nasıl cereyan ettiğini
düşüneceksiniz. Göreceksiniz ki, küfrün, şirkin, nifakın yok edilmesi,
Dinin tümüyle Allah’ın olması için mücadele, cihat biz kullar
tarafından yapılacaktır. Niçin bizler tarafından yapılacaktır? Şu
âyete, özellikle de vurgulu cümleye dikkat ediniz. Ki niçin yardımcılar
ve yakınlar kabul ediyor! Muhammed suresi âyet 4: “Öyleyse,
inkarcılarla karşı karşıya geldiğinizde, boyunları vurun. Sonra, onları
iyice sindirince, bağı sıkıca bağlayın; sonra, savaş sona erince, ya
karşılıksız ya da kurtarmalıkla salıverin. –İşte eğer dileseydi, onların hakkından bizzat gelirdi; ama bu, sizi birbirinizle sınamak içindir.- Allah yolunda öldürülenlere gelince, onların işlerini saptırmayacaktır,” Evet
gerekçeyi de gördünüz. Öyleyse Allah’a yardım etmek, Allah’ın
yardımcıları olmak demek, Allah’ın istediklerinin gerçekleşmesi için
çaba harcamak demektir. Dininin ve peygamberinin yardımcısı olmak
demektir. Şimdi açıkça diyebiliriz ki, Allah’a
yakın olanlar (Evliyâüllah), Allah’a yardım edenler (ensârullah) demek
de Allah’ın koyduğu emir ve yasakları benimseyenler Allah’ın dinine
sarılanlar O’nun dinin yayılması için canla başla çaba harcayanlar
demektir. (Yoksa bizzat Allah’ın kendisine nicel ve nitel olarak yaklaşmak imkansızdır.) Bunlar da mütteki müminlerdir. İşte “Evliyâüllah( Allah’a yakın olanlar), Ensarullah (Allah’a yardımcı olanlar) ifadelerinin hakikatı budur. Sapmalar
“Velî” sözcüğünün ve türevlerinin gerçek anlamından saptırılıp gâyet
sığ olarak, “dost” anlamıyla ifade edilmesinden kaynaklanmıştır. Bu yanlış ile Allah ile kulun, kul ile Allah’ın arasında dostluk “gönül bağı” anlamında bir dostluktan söz edilir olmuştur. İş bu noktaya çekilince de arkası gelmiştir. Her
Müslüman kardeşim şu hususu iyi bilmelidir ki, İslâm’daki sözcükler
sözcük anlamlarıyla önümüze getirilmeyip, sözcük anlamı murat edilen
sözcükler, birer kavrammış gibi önümüze getirildiğinden sapmalar
olmuştur. O nedenle bu konuyu işlerken”dost” sözcüğünün gerçek
anlamını da tespit etmek zarureti vardır. Zira dilimizde dini konularda
bu sözcük salgaraya kullanılmaktadır. “Dost” kelimesi de bir çok sözcük gibi Farsça’dan dilimize girmiştir. Aslı “Dûst”’tur, çoğulu da “Dostân”’dır. Sözcük anlamı, “Birinin iyiliğini isteyen, onu içten seven, iyi görüşülen kimse, en yakın arkadaş, gönüldaş”
demektir. Bu durum da bu anlamın Arapça’daki ve Kur’ân’da ki “velî”
sözcüğünün karşılığı olması söz konusu edilemez. Birbirinden farklı
şeylerdir. Allah ve Sıfâtı İlahî ile ilgili az çok bilgisi olan herkes
anlayabilir ki, bu manalarda kimseye Allah dost edilemez, kimse de
Allah’a dost olamaz. Bu ifadeler yanlış olur. Arapça’daki velî ve
evliyâ sözcüklerinin Türkçe’de mutlak surette “dost” anlamı olarak kullanılması yanlıştır. Özellikle de Allah için kullanımı hem yanlış hem de hatalıdır. Yukarıda
değindiğimiz ve de ayetlerde görüldüğü şekliyle insanların birbiriyle
olan yakınlıklarını “velayet”, “dostluk” olarak ifade etmekte bir
sakınca olmaz. Ama Allah’ın her konu ve her hususta mâdûnu olan
insanlar ile mecazi yakınlığını “gönüldaşlık” anlamındaki “dostluk”
olarak ifade etmek yanlıştır. İnsanların birbirine yakınlığı basit dünya işlerindeki iyi ilişkilerdir. Allah’ın
insanlara mecazi yakınlığı ise, onları karanlıklardan aydınlığa
çıkarmak, onlara yardım etmek, onlara yol göstermek ve onları
korumaktır. Mütteki müminlerin Allah’a yakınlığı ve yardımcılığı da,
O’nun dinin yayılması ve yaşanması için mütteki müminlerin gösterdiği
çabadır. Gelelim Hz. İbrahim meselesine: Allah’ın İbrahim’i dost edinmesi: Nisa
suresinin 125. âyetindeki geçen “Halîl” sözcüğü meal ve tefsirlerde çok
sığ olarak ifade edilip geçiştirilmiş bulunmaktadır. Herkes bu
kelimenin anlamını “dost” olarak ifade etmiştir. Böylece “velî”
sözcüğünün ifade ettiği “dost” anlamıyla karıştırılmış, aynı anlamda
kullanılır duruma gelmiştir. Eski tefsirciler aslında kelimenin kökenine inmiş gerçek manayı da eserlerine yazmışlardır. Sahib-ül
Keşşaf bu işin en derinine inen kişidir. Onun açıklamalarına göre
“Halîl” sözcüğü “halle” sözcüğünden türemiştir. Bu sözcüğün anlamı
“kumun üzerindeki yol demektir. “Halîl” sözcüğünün anlamı ise “Senin yolunda seninle birlikte hareket eden”
demektir. Yani iradesini sana teslim eden, sen nereden gidersen o da
seninle birlikte giden, sana uyan, bu yolda asla kendi başına hareket
etmeyip senin izinden yürüyen demektir. Hz. İbrahim Allah’ın çizmiş
olduğu Tevhîd ve İslâm yolunda Allah’ın koyduğu ilkelere tamamen uymuş,
kesinlikle başına buyruk olmamıştır. Allah’ın çizdiği yoldan ve izden
kesinlikle sapmamıştır. O nedenle “İzden yürüyen” sıfatını hak
etmiştir. Bu manalar imanı sıdkı, sadakatı ifade etse de kesinlikle
gönüldaşlık anlamıyla “dost” ifadesiyle söylenemez. “Halil” sözcüğü Kur’ân’da tekil ve çoğul olarak başka âyetlerde de geçmektedir. İsra suresi âyet 73: “Az
kalsın seni, sana vahyettğimizden uzaklaştırarak ondan gayrısını biz
isnat edesin diye fitneye düşüreceklerdi. İşte o takdirde seni Halil/kendi izlerinden giden birisi olarak kabul ederlerdi.” Furkan suresi âyet 26-29: “O gün gerçek mülk ve yönetim Rahman’ındır. Ve o, kafirler için çok zorlu bir gündür. O gün zalim, ellerini ısırarak diyecek ki: “Ne olurdu resulle birlikte yol tutsaydım. Ah ne olurdu falancayı Halil/kendi izimden giden birisi kabul etmeseydim. Zikir bana geldikten sonra, o saptırdı beni ondan. Şeytân, insan için bir rezil edicidir.” Zuhruf suresi âyet 67: “Birbirinin izinden gidenler o gün birbirlerine düşmandırlar. Ancak takvaya sarılanlar böyle değildir.” Bu sıfatın İbrahim As.’a verilmesine gelince: Önce şu âyetleri dikkate alalım. Bakara suresi âyet 124: “Hani, Rabbi birkaç kelimeyle İbrahim’i sınamış o da onları tam olarak yerine getirince, “Seni insanlara önder yapacağım” demişti. O da” Ve soyumdan da!” deyince, Allah, “Sözüm hainleri kapsamaz” dedi.” Bakara suresi âyet 131: “Rabbi, “Teslim ol!” dediğinde o, “”Alemlerin Rabbine teslim oldum” demişti.” Konumuz
şirkle mücadele, haniflik olunca şüphesiz bunun eşsiz örneği İbrahim
As.’dır. İman ve amel noktasını iyi öğrenince, onun kavmini tekrar
tekrar tevhîde davet edişi, ateşe atılmayı, taşlanmayı göze alışı,
tevhîd için çocuğunu kesmeye teşebbüsü, tüm servetini Allah için
harcayışı göz önüne getirilince, Allah’ın koyduğu yolda Allah’a tam
bir teslimiyetle teslim oluşu, Tevhîd yolunda Allah’ın koyduğu ilkeler
dışında kendisinden asla bir ekleme çıkarma yapmayışı dikkate alınırsa
İbrahim As.’a niçin “Halîl” sıfatının uygun bulunduğunu rahatça anlarız. Bu takdirde âyeti celilenin bu kısmının anlamı: “ Ve Allah İbrahim’i “Halîl” olarak kabul etti.” Yani “İbrahim’in, Allah’ın kendi yolunda, izinde O’na uyarak harfiyyen yürümüş biri olduğunu kabul etti, onadı, tescil etti.” demektir. Not:
Âyeti celilerde geçen “ittihâz” sözcüğü meal ve tefsirlerde maalesef
yanlış olarak kullanılmaktadır. “İttihaz” kelimesi, “Kabul etmek”
anlamında olmasına rağmen bir çok meal ve tefsirler bu sözcüğü
“edinmek” olarak çevirmektedirler. “Edinmek” sözcüğü, “iktisap”
sözcüğünün karşılığıdır. “İttihaz” sözcüğünün karşılığı değildir.
“ittihaz” sözcüğünün karşılığı, “kabul etmek, kabullenmek”’tir. Not:
İbrahim As. Allah’a “Halîl=dost” yapılınca, mesnetsiz=hüccetsiz de olsa
Peygamber efendimiz de Allah’a “Habib=sevgili” yapılıvermiştir. Hz.
İbrahim’e Halîlüllah (Allah’ın dostu) denirken, Rasülüllah efendimize
Habibüllah (Allah’ın sevgilisi) denilir. Yukarıda biraz daha genişçe
değinmiştik.(!) Allah akıl fikir versin! “Velî/Yakın
Kimse” konusunun Kur’ân’da bu kadar çok boyutlu ve derinlemesine yer
almasının nedeni Tevhîd’i korumaktır. Zira insanlık tarihinde görülüyor
ki, insanlar velî veya “”evliyâ” diye bir üst sınıf din adamı tipi
oluşturmuştur. Ve bu sınıf ruhbanların yaptığı gibi din dışı işleri
yapar olmuştur. Bu sahte ve sahtekar sınıf kendilerine münhasır tevil
yöntemleriyle her türlü İslâm dışı düşünceyi üretmiş ve bir çok zavallı
insanları da tuzaklarına düşürmüşlerdir. Hepsi Kur’ân merceği altında
incelenirse konumuz ifadesiyle, hepsinin şeytânın velîsi, şeytânların
da onların velîsi olduğu açıkça görülür. Sonuç olarak şöyle diyebiliriz: “Salat”, namazlaşmış. “Vuzû”, abdestleşmiş. “Savm”, oruçlaşmış. “Velî” de dostlaşmış. Sonunda da İslâm yozlaşmış. Rabbim
Dini Allah’a halis kılmak için gayret sarf edenlere velâyetini
(yakınlığını, yardımcılığını, karanlıklardan aydınlığa çıkarıcılığını,
şefaatini, mürşidliğini ve koruyuculuğunu) esirgemesin. Bu gayret
içerisinde olan mümin muttaki kullarını da “evliyâüllah ve ensârullah”
olarak kabul etsin! Bu yolda yürürken onun çizdiği yoldan, koyduğu
kurallardan çıkmamaya çalıştığımızdan, başka bir rehber arkasına
düşmediğimizden bizleri de “Halil” sıfatıyla şereflendirsin! |