Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Merhaba!
Néfileten leke: Sana Allah'ın bir lutfu olarak demekmiş. Abdurrahman Bey devam ediyor: (Fazladan falan değil yani). Ne tuhaf, İshak ile Yakup İbrahim'e fazladan verildi (!)
İshak ile Yakub, İbrahim'e fazladan mı verildi? Lütfen "نافلة"i tıklayın. Enbiya 72: ... ووهبنا له اسحاق ويعقوب نافلة. Ayette "İshak'ı verdik ve ek olarak Yakub'u" deniyor. Benim anladığım, İshak'ın verilmesi kendi başına yeterdi ama Allah'ın vermesi bitmez; fazladan Yakub'u da verdi.
İngilizce mealdeki as an additional gift eklenen bir armağan olarak demek. Zaten Yakub, onun kendi oğlu değil torunu. Yani İshak ile Yakub aynı konumda değiller. Tıpkı nasıl İshak ile Muhammed aynı konumda değiller ise. Oysa Muhammed de "atam İbrahim"den söz ediyor.
İbrahim'in sorumluluk ve mutluluk derecesi baba olarak başkadır, ata olarak başka.
VE VEHEBNÂ LEHÛ İSHÂQA VE YA’QÛBE NÂFİLETEN: Ona isahq ve Yakub’u verdik nâfileten. Şimdi kim iddia edebilir ki, sadece Yakub’un nâfileten verildiği, İshak’ın da ona nâfileten verilmediği? Nâfilenin İshakı içermediğini erbabı olan hiçbir kimse iddia edemez.
“Zaten Yakub, onun kendi oğlu değil torunu.” Bunu nerden çıkarıyorsunuz? Kuran’ın ifadelerinden bunu anlamanız mümkün müdür? Hayır. Buna da nâfileye verdikleri anlamdan varıyorlar. Ona torun (torundan kasıt da İbnu-l-ibn: oğlunun oğludur, kızının oğlu değil) derseniz şayet, yanına “fazladan” koyamazsınız. Çünkü aynı anda hem torun hem de fazlalık ifade etmez.
Nâfileye yüklenen anlamlar: yapılması farz olmayan amel, Oğlun oğlu, ğanimet, atiyye.
“”YUQÂLU “HUVE KESÎRU- NÂFİLETİ” EY “KESÎRU-L’ATÂYÂ VE-LFEVÂDİL” : Denir ki: “O iyilikler/bağışlarda buluna ve çok meziyetlere sahip olan bir zattır. Demek oluyor ki, hem İshak’ı hem Yakub’u Kulu İbrahim’e lütuf ve ikramı olarak veren Rabbidir. “Fazladan” ne demek; 1 iken hakkı 2’yi verdi?
Konumuz olan 17/79’daki nâfileten’e döner isek:
Sen kendine gecenin bir bölümünü fazladan ayır. Umulur ki Rabbin seni övülesi bir konuma vardırır - (17:78).
Samimi söylüyorum, ben bu cümleden bir şey anlamış değilim: “Sen kendine gecenin bir bölümünü fazladan ayır.” Ne yapacak bu fazladan kendine ayırdığı zaman zarfında? Namaz mı kılacak, kendi kendine Kuran mı okuyacak? . “Umulur ki Rabbin seni övülesi bir konuma vardırır.” Yoksa, kendine gecenin bir bölümünü fazladan ayırırsa Rabbi onu övülesi bir konuma mı vardıracak?
Halbu ki sölenen şu: Sen geceleri inananlarla birlikte Kuran salata; Kuran’ı okumayave izlemeye devam et, yakında Rabbin seni güvenli, sevimli, bereketli bir yere/bir kente gönderecek.
İsrâ 78'deki "nâfile"den kasıt eğer namazdır deniyorsa evet İsrâ 78'de o var ama salâta dair Allah'ın hükmü yok; artı, orada "salât"ın lafzı dahi geçmiyor.
Sanırım Akçay İsra 79 demek istedi.
SALÂT asıl siyakta var, sabah okuması - kur'ân el-Fecr:
Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar salât et ve sabah okumasını yerine getir; sabah okuması tanıklıdır. Bu cümle ile ne gibi bir mesaj verilmek istendiğini açıklarsanız sevinirim. 1- Sabah okumasına, 2- Tanıklığına kafam takıldı.
Sabah okumasının diğer vakitlerin okumasından farkı? Bir de “sabah okuması tanıklıdır” derken ne demek isteniyor? “Meşhûd” kelimesine “şahitlidir” ulemaya göre, gece görevli meleklerle gündüz görevli melekler sabah namazında bir araya geliyorlar ve hep birden sabah namazına şahitlik ediyorlar. Siz ne dersiniz? Siz de “tanıklıdır” derken bunu mu kast ediyorsunuz?
Abdurrahman Bey'in başka bir iddiasına göre tehecced: "Sabahla!" demek, "Geceyi uykusuz geçir!" İlk tepkim: haklı olabilir. Ama önce inceleyeyim, sonra cevap vereyim.
İsrâ 79'daki فتهجد "Geceyi uyanık geçir!" demektir, tamam, ama "Geceyi uykusuz geçir!" değil. Kelimenin sözlük anlamlarını verdim, ayetteki anlamını değil. Ayetteki anlamını “geceyi Kuran’la geçir/onunla sabahla” diye açıkladım. Çünkü insanoğlu alkol almak ya da uykusuz kalmak suretiyle bilincini uyuşturarak da geçirebilir geceyi. Oysa ondan istenen, geceyi uykusuz değil uyanık geçirmesi.
Artı, mecaza sığınarak "فتهجد به"deki "ه"ye aydınlığın kuran'ı demeniz yalnızca bir insan olan sizin yorumunuz. İnsanın yorumu Allah'ın hükmü değildir. Bunu göz önüne alın lütfen. Veya Kuran aydınlığı. Arapça’da isim sıfatını isim tamlaması halinde de alır. Bunda tuhaf bir durum yoktur. Bu, sizin anladığınız şekliyle, bir yorumdan ziyade lafzî bir çeviridir. Her insanın anlayışı birer yorumdan ibarettir. Hiç kimsenin çeviri yada yorumuna, Allah’ın muradı , hükmü budur denemez. Kuarân-el-fecri’ye “Sabah kuranı” deyince Allah’ın hükmü oluyor mu yani? Sizin bu hükmünüz ne kadar Allah’ın hükmü demeye uygun düşüyorsa, benim, “Kuran’ın aydınlığı” demem de o kadar Allah’ın hükmüne uygun düşer.
Kılı kırk yarıyorum? Bence iyi ediyorum. Tıpkı siz nasıl kılı kırk yarıyorsanız. İyi ediyorsunuz. Bu işin hatırı gönülü olmamalı.
Yoksa "İsrâ 79'da namazın, salâtın lafzı bile yok!" dememi o noktada size katıldığıma yorar, çevirimi yeterli buluverirdiniz.
Öte yandan, üzerinde durduğunuz iletimin son bölümü önemliydi. Yan konulara ait ayrıntılarda kılı kırk yarmanız çok iyi de yazımın anafikrini dile getiren o bölümünü gözardı etmeniz hiç iyi değil:
İnananların üzerine belirli vakitler için yazılmış olduğu Nisâ 103'te belirtilen, gecenin gündüzün iki ucuna inen zülüflerinde kılınması İsrâ 79 ve Hûd 114'te buyurulan, ve savaş ortamında kıyamlı-secdeli bir uygulamasının nasıl yapılacağı Nisâ 102'de anlatılan namaz budur.
Aynı şeyleri tekrar edip duruyoruz sizinle. Okuyuculardan özür dileyerek bazı şeyleri tekrar yazmak durumundayım.
Nisa 103’te “belirli vakitler” diye çevirilen “mevqût” kelimesi çoğul değildir bir kere. Şayet ifade “veqten mevqûten” olsaydı, “sınırlı vakit” demek olacaktı. Ama sadece mevqûten” ifadesinden 2-3-5- namazın vakitlerini belirlemek yanlıştır diyorum ve “Kitâben mevqûten”e “fardan mefrûdan” şeklinde anlayanları doğru buluyorum. Ne demek” fardan mefrûdan”? Güçlü bir farz, olmazsa olmaz bir görev, aksatılamaz bir vazife, mutlaka uyulması gereken yasa. İşte bu mana hem siyak sibaka uygundur hem de Kuran’ın ruhuna ve Nübüvvetin amacına uyuyor.
Tarafey nehâr’a da, etrâfe nehâr’a da, zulufen mine-lleyl’e de, ânâe-lleyl’e de, hatta güneş doğmadan önce ve batmadan önceye de siz, sabah ile akşam namazlarının vakti diyorsunuz. Bu da sizin yorumunuz, başka ne diye bilirim.
Belirli vakitler için yazılmış olan bu salât başkadır; gece gündüz, sabah akşam, kısacası soluk alıp verdiğimiz her an yaşamamız gereken İslam anlamındaki salât başka.
Tesbihin, salatın başka başkası mı olur?
Salat bağlılıktır, akittir, inançtır. Her nerede eqim, eqîmû, eqâmû, yuqîmûne, vs iqâmenin türevlerine mef’ûl olmuşsa Es-salat ve nerede bir peygamberle ilintilendirilmişse Es-salat her neyse o odur. Burada namaz, orada, dua, şurada, yardım vs ye dönüşmez. Her yerde o aynıdır. Benim gördüğüm, iqaâmeli salat her yerde Kitab’ı, Kuran’ı, Din’i izlemektir. Peygamberlerin salatı kendilerine verilmiş Kitapları, dinleridir.Kendilerine vahiy edilenlerdir.
Birisini onaylayıp ötekisini inkar etmeye yetkimiz yok.
İnkar etmiyorsunuz ancak, burada namaz, burada din, burada dua, burada yardımdır diyorsunuz. Burada, orada, şurada o, bu, şu olduğunu neye göre biliyor ayırt ediyorsunuz? Var mı elinizde şaşmaz bir ölçü?
Saygılarımla.
|