Yazanlarda |
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
iletişimin bu kadar ilerlemesi çok şeye etki ediyor...
ayrı ayrı kaplarda bulunan sular arasına geçişi sağlayacak bir yol oluştuğunda meydana gelen bir değişim gibi...
artık sular hiç bir zaman eskisi gibi kalamıyor...
aradaki yol genişledikçe suların birbirine karışması ve birbirini değiştirmesi artıyor...
bu değişime direnmek imkansız...
eşyanın tabiatına aykırı...
değişecek ve içinde bulunduğun ortamı değiştireceksin...
bu kaçınılmaz..
bir müddet sonra farklı kapların suları hepsi aynılaşacak...
farklı nehirlerin suları okyanusa akıyor...
ama ortak bir kıvama ulaşılıyor...
okayanusa giren her damla değişiyor...
ama her damla aynı zamanda okyanusun tadını da değiştiriyor...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
dini konulardaki her şeyi şöyle bir testten geçirsek nasıl olur...
yüce allah bunu benden istiyor mu...
ve tüm insanlardan da bunu istiyor mu...
mesela bir örnek...
anneme iyi davranmam yüce allahın benden istediği bir şeymi...
cevap kesinlikle evet...
peki bütün insanlardan da bunu ister mi..
yine evet...
öyleyse anneme iyi davranmam evrensel bir değer ...
ve yüce allahın kesinlikle istediği bir şey...
bunun gibi örneklerde tüm dini uygulamaları mızı ve kabullerimizi test edip değerlendirebilir miyiz...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
|
|
|
Arzın Merkezinde Buluşmalar'da "Küresel Ahlak" konuşuldu... |
|
|
|
Arzın Merkezinde Buluşmalar adlı konferans
dizisinin beşincisinde; Teoloji ve Felsefe Profesörü Hans KÜNG, Felsefe
ve İlahiyat Profesörü, Devlet Bakanı Mehmet AYDIN ve Felsefe Profesörü
Kenan GÜRSOY "Küresel Ahlak"ı konuştu... |
|
|
|
|
|
|
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. tarafından düzenlenen “Arzın
Merkezinde Buluşmalar” konferansının beşincisi 17 Şubat 2007'de Cemal
Reşit Rey Konser Salonun'da yapıldı. Konferansta,uluslararası
çevrelerde devrim niteliğindeki düşünceleriyle ilgi çeken bir din adamı
ve yazar olan, Vatikan’ın otoritesini sorgulayan Hans Küng,
ülkemizde dini konuları felsefî rasyonel bir tartışma zeminine taşıması
ile dikkatleri üzerine çeken Felsefe ve İlahiyat Profesörü, Devlet
Bakanı Mehmet Aydın ile Türk
kültür hayatında ve Milli Eğitim sisteminde felsefi tutum ve düşüncenin
yaygınlaşması için uğraş veren Felsefe Profesörü Kenan Gürsoy bir araya gelerek "KÜRESEL AHLAK" konusunu gündeme getirdiler.
HANS KÜNGDünyanın
artık bir çöküş zamanı yaşıyor olduğuna dair kaygılarını dile getiren
Hans Küng, Irak Savaşı'nın bir yalan üzerine inşa edildiğini, bu olayın
ahlaki ve siyasal açıdan tam bir felaket olduğunu, bu konuda dinin
suistimal edildiğini söyledi. Çöküş devri?...Taş Devri'ne geri dönüş? Büyük
dinlerin kuralları daima çok karışıktır, bunlar sosyo-süreç halinde
gelmiştir Kuşaklar boyunca... Bütün bunlar kullanıldı, değerlendirildi
ve normlar oluştu. Bu normlar zaman içinde değişti. Acaba bugün biz bir
çöküş zamanı mı yaşıyoruz?... Dünya politikasından ve bütün
insanlar için geçerli ahlaktan bahsederken şu anda güncel bir olaya
değinmek istiyorum. Irak'ta, Filistin'de ve başka yerlerde olan
olaylara dehşetle bakıyoruz. Acaba yine Taş Devri'ne mi geldik? Bu soru
Taş Devri'ne bile hakaret olurdu. Bütün bunlar etik kurallara aykırıdır. Irak Savaşı, bir yalan üzerine inşa edilmiştir....21.
asrın başında bugün artık sözünü ettiğimiz normlar insanlar tarafından
korkunç bir şekilde -özellikle Batılı liderler, ABD tarafından- göz
ardı edilmiştir. 2. Bush idaresinde bütün bu normlar değerini
kaybetmiştir bugün. Irak Savaşı 11 Eylül'den önce yine tutucu insanlar
tarafından bir hegomanya için planlanmıştır. Bu savaş bir yalan üzerine
inşa edilmiştir. Burada bazen önleyici bir savaştan bahsedenler oluyor,
açıkça Hristiyan etiğine göre söz konusu savaş ahlaki bir savaş
değildir. Irak Savaşı ahlaki ve siyasal açıdan tam bir felakettir...Türklerin
%80'i bu savaşı kınamıştır. Bütün büyük Hristiyan kiliseleri de bu Irak
Savaşı'nı kesin bir dille kınamıştır. Vatikan, Amerikan Kiliseler
Birliği'ne göre durum son derece ciddidir. Irak Savaşı ahlaki ve
siyasal açıdan tam bir felakettir. Küresel barış, küresel etik
gibi normlar tehlikeye girmiştir, bu savaşla insanlık ilkesinin en
basit kuralları bile Amerika tarafından çiğnenmiştir. "Gerçeğe sadık
kalmak ilkesi" siyaset açısından önemini yitirirse, demokrasi, insan
hakları alt üst olur Irak'taki gibi, bütün bir halk savaşa
sürüklenebilir. Din kullanıldı...Dinin
çoğu zaman kötüye kullanıldığını biliyoruz, esasında bazı yerlerde
yaşanan sorunlar aslında ekonomik siyasi sorunlardır. Örneğin; Irak –
petrol. Burada, din kullanıldı, alet edildi. Bunu Yahudi aydınları
yapabilir veya Protestan Hristiyan aydınları veya İslam aydınları....
bu önemli değildir, önemli olan dinin kötüye kullanılmasının kötü bir
şey olduğunu kabul etmektir ve buna karşı çıkmak gerekir. Küresel ahlak olmadan dünya düzeni sözkonusu olamaz.Küresel
ahlak, 21. yüzyıl için şarttır. Artık küreselleşmiş bir dünyada küresel
ahlaka ihtiyacımız var. Bu zamana bakılırsa dünya medeniyeti politikası
daha da önem kazanmıştır. Bir de küresel ahlaka ihtiyacımız var. Temel
kurallar olmadan okulda, futbal sahasında bile kaos vardır. Bu,
yaşananlar bütün dünya toplumunu tehdit altında bırakıyor. Küresel
ahlak olmadan dünya düzeni sözkonusu olamaz. "Küresel ahlak" inananlarla, inanmayanlarla, farklılıklarla hep birlikte oluşturulmalıdır...Diyalog
olmadan dinler arasında hiçbir hoşgörü olmaz ve bunun için küresel
ahlak ve küresel standartların olması gerekir. Aksi halde dünya düzeni
mümkün değildir. Bütün dünyadaki dinlerin barışa bir katkıda
bulunabilmesi için bu dinlerin arasındaki doğmatik farklara rağmen
bunların başka bir konuya yoğunlaşması, küresel ahlaka bakması, temel
insani değerlere dayalı olması gerekir. Bütün bu değerlerlerle ilgili
tam bir konsensusa ihtiyacımız var. Bu sözünü ettiğimiz
konsensus, sadece din adamlarının değerlendirebileceği bir şey
değildir, inananlarla, inanmayanlarla, farklılıklarla bunu hep birlikte
oluşturmalıyız. İnsanlar artık ideolojilerden yoruldu...Küresel
ahlak bir tek dünya dinini veya dinlerin karışmasını öngörmemektedir.
İnsanlık artık ideolojilerden yorulmuştur. İnsanlar arasındaki örf ve
adetler de o kadar farklı ki, dinlerin birleşmesi ancak çok karışık ve
lezzetsiz bir kokteyl olur. Hristiyonlara, müslümanlara, Konfiçyus'a,
Budistlere baktığımızda bütün bu dinler bir temel oluşturmaktır.
Dinlerin de bir küresel ahlak içinde kendilerine saygılı olması gerekir. İnsanlık mirasının bilincinde olmamız gerekir...Küresel
ahlak neler istemektedir? Etik değerler, standartlar var; küresel ahlak
bunları ortaya çıkarmaya çalışıyor. İnsanlık mirasının bilincinde
olmamız gerekir. Uluslar arasında barışın en önemli koşulu diyalogtur...Çok
duyarlı bir zaman yaşıyoruz. Üç din arasındaki ilişkiler de buna
dahil.. Bütün bu opsiyonlar 11 Eylül'de karşımıza çıkmıştır. Ya dinler
birbirlerine rakip olacak, çarpışacak ya da diyalog başlayacaktır.
Uluslar arasında barışın en önemli koşulu diyalogtur. Hiçbir
şekilde farklı fikirlere karşı değilim fakat savunduğum tez, dinler
arasında anlaşmadır. Bunların gerçekleşmesi için çok ahlaki davranmak,
güven köprülerini kurmak gerekir. Batı dünyası ile İslam dünyası
arasındaki köprüleri kurmak gerekir. Bütün bunlar kendilerini düşman
olarak değil, ortak olarak görürlerse siyasal, ekonomik sorunlar
çözülebilir; barış ancak böyle sağlanabilir. Avrupa Birliği şunu göstermiştir : İnsanlar düşmansız yaşayabilir...Fas'tan Endonezya'ya kadar bütün müslümanlar, dünyayı ve özellikle Türkiye'yi dikkatle izliyorlar. Türkiye
ile AB ilişkilerine gelecek olursak, Batı özellikle Avrupa Birliği, bu
tarihi Türkiye deneyimini çok büyük bir irade ve arzu ile
desteklemelidir.İnsan hayatına saygı ilkesi...Dinler
Parlamentosu Deklarosyonu'nda varılan soruç Küresel Ahlak
Deklarasyonu'dur. Konuyla ilgili çok önemli çalışmalar yapılmış ve 4
tane temel talimatın bütün dinlerde var olduğu ortaya çıkmıştır.
1993'teki Deklarasyon'a tekrar geri gelmek ve 1990'da Güney Afrika'daki
çağrıdan da bahsetmek istiyorum. Burada istenen medeniyetler arasında
diyalogtur. Kofi Annan'ın da içinde bulunduğu çok önemli 20 kişiden
oluşan bir grup, bu deklarasyonu hazırlamıştır. Önce insanlık...
İnsanlık dediğimiz zaman hiçbir şekilde şiddetin olmaması, işkence
olmaması gerekir. İnsan hayatına saygı, herkesin hayatına saygı
olmalıdır. Köprülere ihtiyacımız varBunları
10 yıl önce İstanbul'da Boğaz Köprüsü üzerinde yaptığımız bir belgesel
çekiminde yine ifade etmiştim. O gün orada söylediklerimin bugün bir
ütopya haline dönüşmedi, gelişmelerle dolu bir süreç yaşandı. Bu, çok
büyük Boğaz Köprüsü'nün önünde durduğunuz zaman bu köprünün eskiden
mümkün olmadığını düşünüyorsunuz, Avrupa ile Asya arasında, eski ve
yeni zaman arasında... Ama bu köprü bugün artık var... MEHMET AYDINSözlerine
Medeniyetler İttifakı Projesi ve Küresel Ahlak Projesi'nin
benzerliklerini vurgulayarak başlayan Devlet Bakanı Mehmet Aydın,
küresel ahlakın, dindar olsun olmasın herkesin temel ahlak ilkelerinde
buluşarak dünyaya o pencereden bakması olduğunu belirtti. Dinler arası diyalog, din mensuplarının çeşitli konulardaki duygu ve düşüncelerini dile getirmesidir... Dinler
arası diyalog demek "din mensuplarının işte Filistin konusu gibi bir
konuda kendi duygularını, düşüncelerini dile getirmesi" demektir..
açlık konusunda, adaletsizlik konusunda, yoksulluk konusunda, şiddet
konusunda, savaş konusunda bir müslümanın bir hristiyanın, bir müslüman
bir hristiyan olarak ne duyduğunu ne düşündüğünü birlikte dile
getirmeleridir. Dinlerini ciddiye almayan insanların arasında diyalog olmaz... Umarım
yanlış anlaşılmaz böyle söylemem, Hans Küng dostumuz her ne kadar
Katolik teolojisini öğretmekten men edildiyse de iyi bir Hristiyandır.
Ben de elhamdülillah müslümanım, hep öyle oldum. Dolayısıyla, bizler
dinlerimizi ciddiye alan insanlarız. Dinlerini ciddiye almayan
insanların arasındaki diyalog olmaz, gevezelik olur. Ancak siz kendi
dininize değer verdiğiniz zaman, ona inandığınız zaman insanlar sizi
dinliyorlar. Öbürü bir sosyolojik tasvir olur. Hayata saygı ilkesi...Acaba
kendi kaynaklarımızdan yola çıkarak kendi kültürlerimizden yola çıkarak
8-10 ahlak değeri konusunda uzlaşabilir miyiz? Sorunun cevabı küresel
etiği, küresel ahlakı ortaya çıkarıyor. Küng, çok açık bir biçimde
söyledi : Hayata saygı... Bir insanı haksız yere öldürmek insanlığın
tamamını öldürmeye bedeldir. Acaba öteki din mensupları buna ne
diyorlar? Onlar da diyor ki : Doğrudur. O halde buluştuğumuz bir nokta
var : "Hayata saygı ilkesi" ... Küresel ahlak dinlerde zaten
var olan temel bir takım ilkelerin dikkate alınarak onların hayatta
varlığını güvence altına almaktır. Siyasette onları görmektir, ekonomik
hayatta onları görmektir. Zenginleşmek çok iyidir, gelişmek
çok iyidir ama bu, temel ahlak ilkelerine rağmen değil, onlar ile
birlikte.. Küresel ahlak, dindar olsun olmasın temel ahlak ilkelerinde
buluşarak dünyaya o pencereden bakmaktır. Medeniyetler İttifakı Projesi...Medeniyetler
İttifakı Projesi, Sayın Küng'ün de yer aldığı yine bir Birleşmiş
Milletler projesi olan Medeniyetler Arası Diyalog Projesi'nin ikinci
adımıdır; İran'ın bir önceki Cumhurbaşkanı Sayın Hatemi'nin öncülüğünde
başlamış ve daha çok entellektüel bir tartışma ortamında geçmişti. Oysa
Medeniyetler İttifakı Projesi daha aksiyon eksenli bir proje. Esas
itibarıyla çok dikkat çekicidir ki Sayın Küng'ün kaleme aldığı Küresel
Etik Deklarasyonu'nun başlangıç cümlesiyle Medeniyetler İttifakı
Projesi'nin başlangıç cümleleri birbirinden habersiz olarak hemen hemen
aynı. Dünyamız dengesini yitirdi / dünya bir ıstırap içinde...Biri
diyor ki "dünyamız dengesini yitirdi – our world is out of balance" bu
Medeniyetler İttifakı Projesi'nin birinci cümlesidir; Küresel Etik
Deklarosyonu'nu da diyor ki : "Our world is in agony" yani bir bakıma
"Dünya bir huzursuzluk içinde / Dünya bir ıstırap içinde". 10
seneden fazla diyebileceğimiz bir zaman aralığı olmasına rağmen her iki
projenin böyle bir endişeyle başlaması çok manidar geliyor bana. Demek
ki o günden bugüne esasında dünya artık rahata gidiyor deme durumuna
gelememişiz. İnsanlığın önemli bir kısmında endişe var...Bu
dünyada insanlığın önemli bir kısmında bir endişe var : Durumumuz iyi
değil, özü bu. Peki, bu durumun iyileşmesi için ne yapacağız? Ya
diyeceğiz ki "medeniyetler çatışmaya başladı, kültürler arasında
gerginlikler var, bundan sonra savaşlar zaten milli menfaatlere
dayanmayacak, vs, vs" Neye dayanacak? Asıl kırılma hatları,
fay hatları kültürler, medeniyetler ki onların da merkezinde dinler
var. Dolayısıyla o noktaya gelecek ve artık önümüzdeki yılların
savaşları medeniyetlerin, kültürlerin, dinlerin belirlediği savaşlar
olacak. Birinci çıkış bu. İkinci çıkış : Hayır, bu doğru
değil. Medeniyetler kapalı dünyalar değil, medeniyetler tarihi demek
ödünç almalar, ödünç vermeler demek. Hele aynı coğrafyada büyümüş
gelişmiş olan medeniyetler... Kültürler, medeniyetler birbirlerine
açıktır. Savaşlara rağmen kültürler ve medeniyetler birbirlerinden
alırlar verirler. Savaşa rağmen uluslar arasında başka alanlardaki
çalışmalar devam eder, bilim adamları arasındaki ilişkiler devam eder. Zorluklar kültürlerden, medeniyetlerden değil, siyasetten kaynaklanıyor...Esas
itibarıyla Medeniyetler İttifakı Projesi bir siyasi tahlille başlıyor,
ana söylemi şudur: Bugünkü durumumuz, bugünkü zorluklarımız
kültürlerden, medeniyetlerden değil siyasetten kaynaklanıyor." İç siyaset önemli ölçüde sokağın hareketliliğiyle yakından ilgilidir...Bu
çatışmalar nereden çıkıyor? Çoğunlukta olmasalar da genellikle
çatışmacı tezler gerçeklerin üstüne örtü örtmek istiyor. Yani orada
siyasetten dolayı çatışma var. Dünya politikasından dolayı çatışma
var. İşgallerden dolayı çatışma var. Ekonomik güçlerini başka ulusların
kullanamadığı, harcayamadığı güçler üzerine istinat etme var yani
siyaset var, askerlik var, strateji var. Medeniyetler
çatışmasını kabul eden bugün dünyada bir tek büyük lider yoktur ama
sıkıştıkları zaman ilk söyledikleri şey; "bu bir medeniyet
çatışmasıdır." oluyor. Peki, niye söylüyorlar? İşte orada tekrar "Acaba
siyasetin ahlakla olan ilişkisi ne olmalıdır"a bir daha bakmak lazım.
Çünkü eğer derseniz ki "bunlar bizim demokrasimize karşılar, bunlar
bizim demokratik değerlerimize karşılar, bunlar bizim laiklik
anlayışımıza karşılar, bunlar bizim hayat tarzımıza karşıdırlar"
dediğiniz zaman sokağı hareketlendiriyorsunuz... ve iç siyaset de
önemli ölçüde sokağın hareketliliğiyle çok yakından ilgilidir. Kültür ve medeniyet eğitiminin yeniden inşa edilmesi lazım...Siyasi
tahlilden sonra medeniyetler ittifakı projesi, medeniyetler arası
diyalog projesinden farklıdır bir de 5 alanda somut projeler öneriyor
medeniyetler ittifakı projesi : Bunlardan biri eğitim. Gerçekten de
bütün dünyada eğitimin, özelikle kültür ve medeniyet eğitiminin yeniden
inşa edilmesi lazım. Bütün insanlık dikkate alınarak kültür eğitiminin
yeniden düşünülmesi lazım. Bugüne kadar haklı veya haksız her ulus, her
millet kendini anlattı. Kendini anlatırken de ötekilerin her zaman
övgüyle anlatmadı. Eğer insanlar birbirlerinin medeniyetlerini,
kültürlerini, inançlarını anlamazlarsa korkarım ki kültürlerden,
medeniyetlerden kaynaklanan değil yanlış anlamalardan veya başka
şeylerden kaynaklanan bir sürü gerginlik ortaya çıkabilir. İkincisi
"medya önemlidir" dedik. Medyaya çok önem vermemiz lazım. Hayati önem
taşıyor, o yüzden de medya ile ilgili asla sansür fikrini aklımıza
getirmeden bir oto-düzenleme ve oto-kontrol düşüncesinden yola çıkarak
medya ile ilgili orada somut önerilerimiz var. Üçüncüsü,
kadın-erkek eşitliği... Biz buna "kadın merkezli sorunlar" diyoruz. O
da gerçekten hayati önem arz ediyor. Yani bir buluşma, uzlaşma ve
ittifak için son derece önemli. Gençlik konusu son derece önemli.
Onunla ilgili pek çok aksiyona yönelik projeler var... Nihayetinde
entegrasyon... Uyum dediğimiz şey. Göçmen kökenli nüfuslar bugün belki
de tarihlerinin en mutsuz dönemlerini yaşıyorlar. Ama o göçmen nüfus
topluluğunun içinde bir topluluk geniş anlamda, müslüman topluluk daha
fazla acı çekiyor. Bir çoğumuzun yurtdışında yaşayan akrabaları var ve
duyuyoruz ki her gün kanallarda defalarca yayınlanan görüntüler
nedeniyle bir çocuk okuldaki arkadaşına korkuyla soruyor : "Büyüyünce
sen de terörist olacak mısın?"..... Zihinler son derece karışık
entegrasyon konusunda... "Entegrasyon, asimilasyondur" diyen var,
"Nereden geldilerse oraya gitsinler, daha kolay olur bu iş." diyenler
var, vs vs. Ona göre de eğer zihinler karışıksa karışık zihinden
tutarlı bir politika üretilemez. Dolayısıyla politikalar da son derece
tutarsız. Entegrasyon konusunun dününü görebilen, bugününü
anlayabilen ve gelecekle ilgili refleksiyonları olan çok sayıda insan
var, bilimadamı var, siyasetçi var. İşte biz, daha çok onlarla
çalışıyoruz ki hem kendi insanımıza hem de bütün insanlığa acaba
entegrasyon konusunda bir kapı açma, yardımcı olma imkanı var mıdır
diye.. Batı demokrasisi bir kırılganlık sürecine girmiştir...Güvenlik
son derece önemli. Hiç kimse güvenlik konusunu ihmal edemez. Çünkü önce
hayatta kalacaksınız ki insan hakları olsun, hayat olsun, kültür olsun,
medeniyet olsun... Dolayısıyla güvenlikle ilgili önlemlerin alınması
zorunluluktur. İhmale asla gelmez. Ama, bunu nasıl yapacağız? Diyelim
ki Avrupa'da güvenlik sorunu var. Elbette önemli, çünkü İstanbul'da da
bir takım sıkıntılar yaşadık 2 sene 3 sene önce, Madrid'te de yaşandı,
Londra'da da yaşandı. Her ülke için önemli ama biz her zoru gördüğümüz
yerde demokrasinin dayandığı değerlerden birini köprüden aşağı
atarsak... biz her sıkıştığımız zaman demokrasinin ilkelerinden birini
" şimdi sen tatile git" dersek o zaman demokrasinin gelişmiş olduğu
bütün ülkelerde demokrasi kırılgan hale gelir ve bugün batı demokrasisi
bir kırılganlık sürecine girmiştir. Hem de yeni
demokrasilerin, yeniden demokratik hareketlerin güzel örneklere muhtaç
olduğu bir dönemde demokrasinin geliştiği ülkelerde demokrasi kırılgan
hale gelmeye başlamıştır. Açıkcası demokrasinin geleceği
açısından ve insanlığın geleceği açısından bunu çok tehlikeli
görüyorum. O halde eğer güvenlik tedbiri alacaksa gidebileceği yere
kadar demokrasi ile birlikte o tedbirlerin düşünülmesi lazım. Demokrasiye rağmen değil, demokrasi ile yola koyulmak ve devam etmek lazım... Demokrasiye
rağmen değil, demokrasi ile yola koyulmak ve devam etmek lazım.
Entegrasyon değerler ve onlar gibi olan değerler etrafında uzlaşmaya
varmaktır. Zaten demokrasi buna dayanır, aynı zamanda Avrupa Birliği de
kendisini öyle tarif ediyor. Fransa'da reddedilen, Hollanda'da
reddedilen pek çok yerde kabul edilen o anayasada Avrupa Birliği iki
defa "birlik" olarak tarif ediliyor. Diyor ki "Birlik, insan onuruna
saygı, adalet, hukukun üstünlüğü, hesap verme, şeffaflık ve toleranslı,
çoğulcu toplumsal bir yapıdır." Eğer "birlik" buysa zaten bunlar, küresel ahlakın üzerinde durduğu değerlerin bir kısmı. Siyaset, ahlaki bir temele dayanmalıdır... Eğer
siyasetiniz ahlaki bir temele dayanacaksa –ki dayanmak zorundadır- o
zaman meseleye bir daha bakmak lazım. "Hangi Avrupa?" sorusu çok
önemlidir. "Hangi Avrupa?" Şimdi bize diyorlar ki işte "Türkiye, AB'ye
şu nedenlerle giremez.." Meşhur içinde "çok" kelimesi, İngilizce "too"
kelimesi geçen 4 cümleleri vardı : "Türkiye çoook büyük, Türkiye çoook
fakir, Türkiye'nin sınırları çoook problemli ve Türkiye'nin kültürü
çoook farklı". Sorduğunuz zaman ne kadar farklı? Ben bugüne kadar bu soruya doğru dürüst cevap verebilen bir tek kişiyle karşılaşmadım. Küresel ahlak minimum değerler, ilkeler, prensipler ve tutumlar etrafında birleşme ve buluşmadır... Farklı
yorumlarımız olabilir; biri metafiziğe kadar gider öbürü gitmez ama her
halükarda bu değerleri insanlık tanıyor. Minimum ölçüde tanıyor, zaten
küresel ahlak dediğimiz şey de o minimum değerler, ilkeler ve
prensipler ve tutumlar etrafında birleşme ve buluşmadır diyoruz. Töreler... hukuk devleti....O
halde entegrasyon bu değerlerin belirlediği politik alanda olacak;
devlet diyecek ki "Bu ülkede yaşayan insanlar, bu değerlere uymak
zorundadır, benim bu değerlerin rencide edilmesine müsamaham olamaz. "
Yani "Ben ayrı bir kültürden geliyorum, benim bir törem var, istediğim
zaman döverim, istediğim zaman severim..." Hayır, yapamazsın. Bu olmaz,
bu insan hakkını ihlaldir. "Benim töremde eğer birisi şu suçu işlerse
cezası budur.." Olamaz o... İşte o zaman hukuk devleti olmaz, o
zaman adalet olmaz, o zaman hayata saygı olmaz. Demek ki hiçbir devlet,
üzerinde anlaşmaya vardığımız temel insan hakları konusunda ve burada
sayılan bazı ana değerler konusunda taviz vermek zorunda değildir.
Bilakis, onların korunması için her türlü hukuki tedbiri almak
durumundadır, her türlü eğitsel tedbiri almak durumundadır, her türlü
kültürel tedbiri almak durumundadır. Farklılıklar, insanlığın zenginliğidir....Siyasi
değerler konusunda hemfikir olmak zorundayız, entegrasyon oradan
başlayacak. Bir farklılık olmalıdır, olacaktır ve o farklılığa saygı
göstermek lazımdır. Bir şartla.. Acaba o farklılıklar temel insan
haklarıyla ve burada sayılan değerlerle çatışıyor mu, çatışmıyor mu?
Eğer çatışmıyorsa, onlar insanlığın zenginliğidir. Politikalar onları
koruyacaktır ve geliştirecektir. Adalet ilkesiyle çelişen bir kültürel
değerin değişmesi lazım. Değişmenin de insani yolları var. Önce barışçı
yolların denenmeli. Yoksa "Ben giderim silahla düzeltirim, silahla
demokrasiyi inşa ederim, çok vakit kaybetmeden de döner gelirim" ile
olmaz. Olmadığını hepimiz gördük ve görüyoruz. Günde yüzlerce insanın can verdiği bir dünyayı kimse savunamamalıdır..Sonuç
olarak yine de iyimserim... Özeleştiri yapmayanlar, kendi içine
dönmeyenler, nefis muhasebesi yapamayanlar, nefsini hesaba
çekemeyenler, kendi özünün hakkın ve halkın aynasında kendine
bakamayanlar günümüzün sorunlarını çözmede aciz kalıyorlar. Tam tersine
daha çok sorun çıkararak bizi zorlukla karşı karşıya bırakıyorlar. "Maruf maruftur..." maruf nedir? Bilinen doğrulardır. İşte o maruf; adaleti, insan onuruna saygıyı emrediyor.Günde
yüzlerce insanın can verdiği bir dünyayı kimse savunmamalıdır. kimse
savunamamalıdır... orada ölen canlardır, orada ölenler çocuklardır,
masum insanlardır, kadınlardır.... İnsan hakları güzel...
Hiçbirimizin itirazı yok ama hak kadar vazife ve sorumluluğu da ön
plana çıkarmazsak, hak ve özgürlüklerin karşısına vazife ve sorumluluğu
koyarak dengeyi sağlamazsak yolumuzu aydınlatamayız. KENAN GÜRSOYDinlerin savaşın öznesi değil, konusu bile olmaması gerektiğini savunan Kenan Gürsoy, insanların, beraber bir bütün halinde ortak problemlere sahip çıkmasının şart olduğunu belirtti : Dinler
savaşların öznesi değil, konusu bile olmamalı. Bunun böyle olmaması
gerektiğini bütün dinlerdeki büyük düşünürler biliyorlar. Ama yine de
dinler adına da özellikle birilerinin yola çıkıp diğerlerinin peşine
düştüğünü, birilerinin ötekileri yok etmek için birşeyler yapmakta
olduğunu farkediyorsunuz. Beraber bir bütün halinde insanlığın
ortak problemlerine sahip çıkmak.. bunun sorumluluğunu beraberce
yaşamak, paylaşmak gerekir. Küreselleşme süreci, savaşlara götürebilir...Bugün
adına, bugünkü çerçevenin bize baskıyla oluşturmakta olduğu o yapı
içinde etik değerleri farketmek lazım. Ancak o zaman bir dinler
ihtilafından değil, dinler barışından bahsetmek mümkün olacak, çünkü
kaçınılmaz olan bir küreselleşme süreci, eğer bunun farkına varamazsak
bizi ister istemez savaşlara da götürebilir ama biz barış istiyoruz. Nasıl
bir mimar, mühendis o gerçekleştirmeye çalıştığı inşayı fizik kurallar
üzerinde gerçekleştiriyorsa; fiziği, toprağın kendi değerini, kendi
kanunu nasıl onun bilmesi gerekiyorsa köprüleri inşa edeceklerin de
insanları birleştirecek olan temel değerleri farkeden insanlar olması
lazım. Küresel ahlak, küresel bir zihniyetin esirinde mi kalacak?Bunu
Küng'e sorduğumda "İşte tam da buna karşı küresel bir ahlaka
ihtiyacımız var." dedi. Vahşi kapitalizmin, kendilerinin dahi onu
elinde tutarken onun esiri olduğundan söz etti. Ülkeler
arasında, kavimler arasında kalan bir ahlaka değil, içten evrensellikle
kavradığımız bir ahlaka ihtiyacımız var. Eğer konuyu "ötekilerle
bütünleşmek" açısından değerlendirecek olur, bunun haysiyetli,
şahsiyetli bir yolu vardır. O da önce "kendisi olmak, kendine güvenmek
ve kendine güvendiği kadar ötekine güvenmek"tir. Bu dalga dalga
merkezden genele ve diğerlerine doğru yayılan bir sıcaklık olacaktır. Medeniyet
projesinden belli kalıpları, kendi kalıplarının formlarını empoze
etmeyi anlamayalım. Bu evrensel bir sorumluluktur. Kendini, ötekiler
adına keşfetme gereği vardır. Kendine göre ahlaklılık... kendine göre demokrasi anlayışı...Son
dönemde bir kaç hadise yaşadık, örneğin Irak Savaşı... Kendine göre bir
ahlaklılığı (!) kendine göre bir demokrasi anlayışını (!) ötekine
götürmeyi yine kendine vazife (!) bilmiş bir ülkenin yarattığı bir
hadisedir. Küresel anlamda siyasetin, hukukun değil ahlakın da
gerekli olduğunun göstergesidir. Siyasetin ayrıca bir de etik temeli
olmalıydı.. Kendini ve başkalarını aynı zemin üzerinde görerek aynı
sorumluluğu kendisi için olduğu kadar herkes için hissetmek gerekir. Siz
kendinizde bulunan bir değeri, diyelim ki "ahlak haline gelmiş bir
demokrasi"yi ötekine zorla kabul ettirmeye çalışırsanız o değerin tam
zıttı olan bir sonucu doğurursunuz. "Ötekini okuma evrenselliği"...Kendinden
hareketle ortaya konacak bir evrensellik "ötekini okuma evrenselliği"
olmalıdır, "ötekine empoze edilecek bir evrensellik" değil. Buyuran
değil, dinleyen bir evrensellik, teklif eden değil, onun kendisine
kazandırmak isteyeceği insanlık boyutundan haberdar bir evrensellik.
İnsan adına, ondaki insanlık adına kendinde bir şeyler
keşfedebileceğini düşünen bir evrensellik olmalıdır. Elbette
aidiyetlerimiz olacaktır ama o aidiyette evrensel bir insanı keşfetmek
durumundayız. Ahlakçı, nasihatçı değil.. Öbürünü edebe sokmaya çalışan
değil ama kendisi edeplenen bir evrensellik.. |
|
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Bir
ahlaka evet mutlaka ihtiyacımız var diyenlerin sayısı tüm dünyada
artıyor. Küreselleşen bir dünyada yeni etik değerler yaratmak yerine
insanlığı bugünlere dek getiren birtakım erdemlerin, moral değerlerin
yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini ve bunu tüm insanlığı kuşatacak
şekilde yapmanın önemini belirtiyorlar. |
Böyle
düşünenlerden biri, profesör Hans Küng'ü geçtiğimiz hafta bir panelde
dinleme fırsatını buldum. Onun altını çizdiği husus önemliydi: "Dinleri
birbirine karıştırarak elde edebileceğimiz bir kokteylden bahsetmiyorum
küresel ahlak derken, böylesi çok tatsız olurdu." O halde küresel
ahlakın temelinde ne olmalı?
Evrensel bir temeli var mı?
Küng'e göre, tüm dinler bu küresel ahlaka ortak katkıda
bulunmalı ve bu temeller insanlık etiği mirasına dayanmalı. Bir
ideoloji elbette değil bu. Ama bir değerler bütünü. Küng, Irak
savaşının insanlığın temel ilkeleri ihmal edildiği için gerçekleştiğini
söylerken, ister istemez düşündüm: Ya diğer saldırılar, işgaller? Bu
söylem, aynı zamanda diğer saldırıları meşrulaştırmaz mı, sırf göz ardı
ettiği için?
Küng'ü dinlerken, önerdiği küresel ahlakın son derece dönemsel
bir göndermesi olduğunu fark ettim. İnsanlığın ihtiyacını duyduğu
ahlakı, ille küreselleşmiş dünya parametreleri üzerinden oluşturacaksak
bunun tüm zamanları kapsadığını nasıl iddia edebiliriz? Küresellik
eskiden var mıydı? Uzak bir gelecekte mutlaka olacak mı? Herhangi bir
erdeme, bir etik değere dönemsel olarak bakarsak, bunun temelinde
evrensel bir ahlak olduğunu neye dayanarak önerebiliriz ki?
Küresel ahlakın kuruculuğunu üstlenenler arasında Doğulu da var
Batılı da. Fakat medeniyetler arası diyalog toplantılarında Doğululara
kendileri gibi düşündükleri oranda yer veriyor Batılılar. İslami
tefsirlerin yeniden gözden geçirilmesinden, kadın haklarının
iyileştirilmesinden filan öyle tek gözlü bir bakışla bahsediyorlar ki,
Batılı kadının bugünkü manzarasına bakıp "küresel ahlakın evrensel diye
önerdiği bu kendi gövdesine mahkûm bırakılmışlık mı olmalı ille" diyesi
geliyor insanın.
Sırf Batılı diye ille her değeri reddetmem gerekmiyor elbette.
Ama benim gibi, Batılıların her değer yargısını kendine uygun
bulmayanlar, doğal bir seleksiyondan geçirilerek uzak mı tutulacaklar
bu durumda 'küresel ahlak'ın nimetlerinden?
Hayır. Ne medeniyetler diyaloğuna bu 'elde var bir' doğrularla
katılmak bizi evrensel ahlaka yaklaştırabilir, ne de Küng gibi
Kur'an'ın anlamını doğru anlamayan herkesi köktendinci ilan etmekle.
Kendisinin İslam'ı bir nebze bilen sayılı medeniyet diyalogcularından
olması elbette çok önemli. Fakat Kur'an'ın söylediklerini lafzen
uygulayan kişilerin teröriste dönüşebileceklerine o kadar kani olmuş
ki, onlara Batılı bir kökten gelen köktendinci yakıştırmasını kolayca
atfedebiliyor. Kur'an'ın söylediklerini sadece olduğu gibi alan, ikinci,
üçüncü veya yedinci anlam tabakalarına ulaşabilme kapasitesi olmayan ve
fakat bire bir uygulayan herkesin potansiyel terörist olacağından
hareket ederek nasıl 'eşitler arası' bir diyalog kurulacaktır? Hadi
kuruldu diyelim bu peşin hükümle tüm insanlığı kuşatan evrensel bir
ahlak anlayışı geliştirmek nasıl mümkün olacaktır?
Medeniyetler diyaloğu eşitler arasında gerçekleşmediği sürece
küresel ahlakın temelleri de evrensel değerlere dayanamaz bence.
Önleyici savaş doktrinine (o seni vurmadan sen onu vur) ikna olan
Batılı sıradan bir insanın algısındaki 'öteki'ne karşı oluşturulan
şeytanlaştırma ve düşmanlaştırma eğilimlerini irdelemeden bunların
kökenlerini tartışmadan, sadece Irak'ı değil, Vietnam veya Afganistan
saldırılarını önlemek mümkün olur muydu? Bu soruların yanıtını vermeden
küresel bir ahlak kurulabilir mi?
Öte yandan Küng, örneğin laikliğin evrensel bir ahlak için
elzem olduğundan yola çıkarak evrensel değerleri bir tarihsellik
anlayışına hapsettiğini göremiyor olmalı. Laiklik bugün elbette küresel
bir doğru olabilir. Ama onun evrensel bir değer olduğunu bu kadar
kolayca söylemek mümkün olabilir mi? Tüm zamanların çocukları için
Aslında eski ve yeni değişimleri kendinde barındıran, tüm
zamanların çocuklarını kuşatan İslam'a kalbini açmış biri olarak,
dönemsel verilerle, göreceli tanımlarla, kendine ait bazı değerlerin
daha üstün olduğu hükümleriyle yola çıkanların söylemine mesafeli durma
ihtiyacındayım. Doğulu da Batılı da olsa.
Eğer küresel bir ahlak oluşturmak isteniyorsa, Küng'den sonra
konuşan Prof. Mehmet Aydın'ın da belirttiği gibi minimum insani
değerler paydasında buluşmak için dindar olmak elbette şart değil. Ama:
Çağdan çağa, toplumdan topluma algısı değişirken bile özü aynı
kalan pek çok değeri var insanlığın. Kötülüklerin arızi, erdemlerin ise
asli olduğunu bilen bir kültürden, erdemlerin insanın zaten içinde
varolduğunu hatırlatan bir dinden gelen ve insanın kendi içindeki
değerleri keşfettikçe evrenselliğe varacağını söyleyen bir profesörü
(Kenan Gürsoy'u) dinlerken Küng'ün ne anlayabileceğini epey düşündüm
açıkçası.
Medeniyetler buluşması hep böyle sürecekse, İslam'ın evrensel
önermelerini kendimize saklamamız gerekecekse hep: Diyalog saatlerimizi
her seferinde bizden tek istenen konuda (geri kalmışlığın temelinde
İslam olduğu fikri ve türevleri) konuşarak geçireceğiz ve küresel
ahlakın hudutlarını minimum bir ortak paydayla bile çizemeyeceğiz
korkarım.
|
| leyla ipekçi
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
aliaksoy Uzman Uye
Katılma Tarihi: 05 subat 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 989
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
asım Yazdı:
yukarıdaki alıntılardan benim çıkarımım...
tüm insanlık tarafından kabul edilemeyecek görüşler ve dini kabuller elenecek...
çünkü tüm insanlığın ortak ahlak değerleriyle çelişen bir şeyin doğru olması düşünülemez...
dolayısıyla dinlerde ki bütün veriler bu elemeden geçemedikten sonra kabul edilmeyecek...
örneğin bir dini hüküm yada uygulama yada dini bir veri temel insani değerlerle bağdaşmıyorsa o yanlıştır...
mesela bu dini uygulama hadise dayanıyorsa ya o hadis uydurulmuştur...
yada aktarımında bir hata vardır...
her durumda insani ölçüte uymadıkça reddi gerekir...,
çünkü peygamberler böyle bir şey söylemez...
eğer uygulama kurana dayandırılıyorsa o zaman o bölüm yanlış yorumlanıyor demektir...
temel insani değerden kasdedilen insanın fıtratında bulunan ve tüm insanlığın ortak malı olan ortak akıl ortak vicdan ve insanlığın ortak kalbiselimidir...
|
|
|
Selam Asım bey;
Çok cesur ve iddialı sözler bunlar. Sizi, yeni bir din getirmeye çalışmakla suçlayacaklardır. Bence duruşunuzu muhafaza ediniz.
Çünkü, bence de vaziyetin, içinde bulunduğumuz hal ve şartların gereği tam olarak budur.
Çünkü siz, her insana verilmiş ve insanlığın vicdanında test edilmiş değerleri salık veriyorsunuz. Eskimez din işte budur. Özellikle, İbrahim milletinin çekirdeği / temeli budur.
Birbirini tutmayan ve şüpheli onlarca veri arasında şaşkınlığa düşen insanlığın en büyük yol göstericisi "akıl ve vicdan" ölçütüdür. Birey bunda yanılabilir ama toplumun yanılması daha güçtür. Yeterki, toplumsal kabüller dahil hiç bir şey kutsallaştırılmasın. Toplumların yanılması güç olsa da imkansız değildir. Birey, akıl ve vicdan ölçütünde "kötü" olarak vasıfladığı bir eylemi velevki toplum topyekün benimsemiş olsa bile terkedebilmelidir.
Yani, akıl ve vicdan nasıl bir ölçütse, toplumun vicdanı ve aklı da ancak bir ölçüttür, bir veridir. Allah'ın bildirdiğinin dışında "mutlak doğru / kutsal" yoktur. Benim inanışım o ki, "Allah'tan başka ilah yoktur" demenin pratiği / gerekçesi / amacı budur. Yani, kutsallığı yalnızca Allah'a / O'nun bildirdiğine atfetmek...
Eğer takip etmişseniz okumuşsunuzdur ki ben bu konuda daima "faydacılık" kriterini esas alırım. Dediğim şudur: Bir şey Allah'ın emri ise, o muhakkak Allah dışında birilerinin faydasınadır. Tevhit ve ahirete iman dahil Allah'ın emir ve isteklerinin tümü insanların faydasınadır. Çünkü Allah alemlerden müstağnidir. O, hiç bir şeye muhtaç değildir.
Tevhit, kutsalı / kutsalın kaynağını teke indirir. Bunun sonucunda insan, çoğunluk, otorite, atalar vs. gibi putlardan / kutsallık belirleyici şeylerden arınır. Kişi, yalnız Allah'a iman ettiğinde ancak O'nun sözünü kutsal kabul eder. O'nun sözüne kulak verdiğinde ise O'nun kendisini akıl ve vicdana yönlendirdiğini müşahade edecektir.
Yani, GERÇEK insanı özgür kılacaktır.
Ahirete iman ise, kişinin otokontrol mekanizmasını daima işler halde tutar. Ahirete gerçekten iman eden hiç bir kimseden diğer hiç bir kimseye -bilerek- hiç bir zarar erişmez. İnsanlar için bundan büyük fayda olabilir mi ?
"Ortada Kuran varken, "akıl ve vicdan" yahut toplumun akıl ve vicdanı da kim oluyor" yollu çürük itirazlar en büyük reddi Kuran'ın kendisinden alacaklardır.
İnsanlığın değerleri ile Kuran ayetleri arasında ihtilaf çıktığında Kuran ayetinin yanlış anlaşılmış olma ihtimalinin yüksekliğine dair yaptığınız tespit için sizi tebrik ederim. Hamd Allah'a, şimdiye kadar bu hususta hiç yanılmadım. En "kesin" zannettiğimiz ama burda bir iş var dediğimiz ayet meallerinin / ezberletilmiş anlamlandırmanın dahi nasıl tahrif edilmiş olarak önümüze serildiğini nice örneklerle yaşadım.
Sizi bu cesur ve tamamına katıldığım kanaatinizden dolayı tebrik ediyorum.
Esenlik dileklerimle....
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
|
Yukarı dön |
|
|
aliaksoy Uzman Uye
Katılma Tarihi: 05 subat 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 989
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
asım Yazdı:
.... "İnsanlık ilkesi Tanrı emrettiği için mi
yoksa tek başına mı iyidir?"
Küng'e göre ahlâkın
kaynağı din değildir; din olmasaydı da insan ahlâklı olurdu, fakat
bunun bir yaptırımı olmazdı. Bu konuda ahlâkla ilgili dinî bir
yaptırımın olması gerektiğini söyleyerek Kant'ı eleştirir.
Küresel ahlâkın temelini
dinlerin ortak ilkelerinin oluşturması, onu, kaynağını pratik akıldan
alan evrensel ahlâk teorilerinden farklılaştırmaktadır.
Karagözoğlu, Küresel
ahlâk düşüncesine yöneltilen eleştirileri şöyle sıraladı:
1. Bu batının ideolojik bir çalışmasıdır. Gelecekte "meşrulaştırma"
aracı olarak kullanılabilir. 2. Ütopik ilkelerin muayyen durumlara
uygulanmasında problemler içermektedir. 3. Dinlerdeki ilkeler ahlâkî
bile olsa dinîdir. Çünkü bu, o dinin başta ahiret olmak üzere
pek çok hedefinin içerisindedir. O yüzden içerisinden çekilip alınamazlar.
Küresel ahlâk din ile ahlâkı birbirinden ayırdığı için dinlerin
yapısına zarar verir. Bu da dinin yerine ahlâkın ikame edilmesine
sebep olabilir. 4. Richard Falk'a göre ise bu çaba dinî canlandırma
hareketidir. 5. Küresel ahlâk, dini menşeli olduğu için, inanmayanların
buna uymaları için bir sebep yoktur. ... Karagözoğlu'nun sunumu
soru-cevap faslıyla sona erdi.
|
|
|
Selam;
İlginç bir tartışma...
Bence din ile ahlak birbirinden başka değildir. Din, ahlak için ancak bir araçtır.
Dini, Allah'ın kendisini / -haşa- egosunu tatmin aracı olarak görüp benimseyenlerin din ile ahlakı birbirinden ayrı olarak görmesinden doğal ne olabilir ?
Görüldüğü gibi, en temel, en kritik bu ayrımın sonucu ne kadar değişik anlamalara yol açıyor. Din, tek başına hiç bir şey değildir. Din, insan varsa vardır.
Sevgili Malik, İncil'den alıntı olarak söylüyordu galiba;
"İnsanlar şabat için değil, şabat insanlar içindir"
İşte bu, bakış farkıdır. Yazıktır ki, müslüman dünyasının algısında da "din" başlı başına özerk bir değerdir. Sanki, din insan için değildir de insan din / Tanrı içindir.
"İnsanları ve cinleri ancak bana ibadet etmeleri için yarattım" diye anlaşılan ayet elbette böyle bir anlamayı gerektirecektir. Halbu ki, sormuyorlar, o halde Allah'ın alemlerden müstağni oluşunun, hiç bir şeye muhtaç olmayışının ne anlamı var ?
Halbu ki, bu ayet "gizli-açık, bilinen - bilinmeyen, insan ve cin" yani her şeyin, Allah'ın emrine boyun eğmiş olarak yaratıldığını, ister istemez secde / itaat ettiğini, yapılarının buna uygun yaratıldığını anlatır.
Her şey, O'nun yasasının buyruğu altındadır. İstisna yoktur.
Nasıl ki, insanlar şabat için değil, şabat insanlar içindir, din de böyledir. Dinin bir gayesi vardır. O gaye ise ahlakın ta kendisidir. Ahlakın ve dinin tek başlarına bir şey oldukları düşünülerek birbirinden ayrılması, neresinden yaklaşırsanız yaklaşın çıkmaz sokaktır.
Küng; ahlakın kaynağının din olmadığını, din olmasa idi de insanın ahlaklı olacağını bence isabetli olarak ifade etmekle birlikte, bu halde ahlaksızlığın yaptırımının olmayacağını ileri sürmekle baltayı taşa vurmuştur.
Çünkü, Kuran'a göre insanın işitici ve görücü kılınmasının bir nedeni vardır. Allah, insanı sınamak için işitici ve görücü kıldığını yani eğriyi ve doğruyu ayırd edecek her yetenek ile kuşattığını bildirmekle, sorumluluğun din ile özdeşleştirilen vahiyle başlamadığını beyan etmektedir.
İşitici, görücü olan her insan, vahye erişsin yahut erişmesin yapıp ettiğinden mesuldür.
Vahye erişmişse, vahiy karşısında aldığı tutum ise ayrı bir sınamadır.
Aynı erişip bilebildiği diğer her şey karşısında aldığı tutum gibi...
Benim görüşlerim bu şekilde.
Esenlik dileklerimle...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selamlar...
katkın için teşekkür ederim ali kardeşim...
vicdana uygun olmayan dini kabullerin gözden geçirilmesi gerektiği konusunda gözümü en çok açan ihsan eliaçıktır...
vahyin aslında saf vicdanın sesi olduğunu her fırsatta belirtmeye farkettirmeye çalıştığını görüyorsunuzdur...
peygamber vicdanın sesiyse yani vahy saf ve en temiz vicdanın peygamber ağzından ifadelenmesi ise dini tüm sözler uygulamalar kabuller de saf vicdanla uyumlu olmalı değil midir...
aklınızı kullanın kalbinizi çalıştırın vicdanınıza uyun diyen bir peygamber nasıl olur da bunun tam tersini gösteren bir şey söyler yada yapar...
size bir şey söylendiğinde birde kalbinize sorun diyen...
sizi işkillendireni bırakın işkillendirmeyeni seçin diyen...
günah içinizde huzursuzluk veren hayır içinize huzur veren şeydir diyen...
ve sürekli en doğru ölçütün insanın kendisinde saklı olduğunu haber veren...
parmağıyla sürekli vicdan kalb akıl yönüne işaret eden..
peygamber nasıl olur da aklın vicdanın kalbin bir türlü kabul edemeyeceği bir şey söyler yada yapar...
yapmaz vede söylemez...
eğer böyle bir şey önümüze getirilirse benim bildiğim peygamber böyle bir şey demez yada yapmaz vede yapılmasını istemez diyebiliriz ......
din güzel ahlaktır...
ahlak vicdana uygun olandır...
ahlakın kaynağı fıtrattır...
din fıtrata uygun yaşamaktır...
tüm insanlar aynı fıtratta yaratılıyorsa tüm insanlar aynı şeylerle yükümlü ve donanımlıdır...
fıtrata uygun olan her dini anlayış tüm dünya tarafından kabul görecektir...
dini anlayışlarımızı bu anlamda tekrar tekrar gözden geçirmemiz gerekmekte...
eğer insanlar senin için bu iyidir derler se sen iyisindir...
insanların gözünde güzel olan rabbin katında da güzeldir...
öyleyse bütün fikirlerimizi dini kabullerimizi tüm insanlığa sunduğumuzda nasıl görecekler buna bakalım...
kaliteli bir şeyin tüm dünyada tutması ve kabul görmesi gibi...
doğru ve kaliteli görüşlerimiz er veya geç tüm dünya tarafından beğenilecektir...
maksat beğenilmek değil kendimizin doğruluğunu test etmektir...
dinimiz aslında bu anlamda zaten en üstündür...
ama bizim dini kabullerimiz ne derece doğrudur bunu birde bu gözle değerlendirelim...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Makale |
: |
Üç Semavi Dinde Ortak Olan Ahlaki Değerler - TÜRKÇE |
|
Haziran 2005 |
|
|
|
|
|
|
Müslümanların,
Hıristiyanların ve Yahudilerin inançları ve ahlaki değerleri pek çok
yönden uyum içindedir. Bunun nedeni, İncil ve Tevrat�ın bazı pasajlarında Kuran�la mutabık olan
hükümlerin bildirilmesidir. Bu ortak ahlak anlayışı, inananların �bazı
görüş ve uygulama farklılıklarına rağmen- ortak ahlaki özellikler
sergilemelerini sağlar. Bu ortak değerlerin her biri, bu dinlerin
mensuplarının dinsiz ideolojilere karşı neden ittifak etmeleri
gerektiğinin önemli delillerindendir.
Yüce Allah her dönemde elçileri ve kitapları aracılığıyla insanlara
yol göstermiş, razı olacağı düşünce, davranış, ahlak ve yaşam biçimini
insanlara bildirmiştir. Allah�ın öğrettiği bu yaşam tarzını ve ahlak
modelini ise üç semavi dine mensup inananlarda görmek mümkündür. Çünkü
hem dünyada hem de ahirette en mutlu, en huzurlu ve en güzel yaşama
kavuşmayı ummak, bu değerler vasıtasıyla gerçekleşebilir. Bu nedenle
sahip oldukları bazı görüş ayrılıklarına ve uygulama farklılıklarına
rağmen inananlar, ortak değerler doğrultusunda bir ahlak sergilerler.
Hırsızlık yapmamak, adam öldürmemek, zina etmemek, yalan söylememek,
adil olmak, her türlü haksızlıktan sakınmak, insanlara karşı nazik ve
saygılı bir üslup kullanmak gibi temel değerler tüm inananlar için
geçerlidir.
Ancak bilindiği gibi İslamiyet dışındaki diğer iki İlahi din olan
Yahudilik ve Hıristiyanlık, zaman içinde dejenere olmuş ve bu iki İlahi
dinin içine birtakım hurafeler ve batıl inançlar karıştırılmıştır.
Fakat bununla birlikte konu boyunca da vurgulanacağı gibi, Yahudilerin
kutsal kitabı Tevrat ve Hıristiyanların kutsal kitabı İncil
incelendiğinde, hak dine ait bazı inanç ve ahlak esaslarının muhafaza
edildiği ve Kuran ile mutabık yönlerinin bulunduğu açıkça
görülmektedir. Bu nedenle hangi dine mensup olursa olsun İlahi
hükümleri izleyen samimi dindarlar, saygın, seçkin ve onurlu
insanlardır.
Aşağıda üç İlahi din arasındaki bu ortak ahlaki değerlerden bazılarına yer vereceğiz.
Güzel Ahlaka Davet Etmek
Elçiler ve inananlar tarih boyunca insanları Allah�ın yoluna ve güzel
ahlaka davet etmişlerdir. Allah�ı, ahireti, cennet ve cehennemi, güzel
ahlakı anlatarak, onları Allah�ın istediği şekilde yaşamaya
çağırmışlardır. Bir Kuran ayetinde, �Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır� (Nahl Suresi, 125) şeklinde emredilmiştir.
Al-i İmran Suresi�nin 113-114. ayetlerinde ise, Kitap Ehli�nin, başka
bir ifadeyle Allah Katından kendilerine kitap verilmiş olan Yahudiler
ve Hıristiyanların içindeki bir topluluğa dikkat çekilir. Güzel ahlaka
davet eden samimi, salih Yahudi ve Hıristiyanlardan oluşan bu topluluk
ayetlerde şöyle bildirilir:
�Onların hepsi bir değildir. Kitap Ehli�nden bir topluluk vardır ki,
gece vaktinde ayakta durup Allah�ın ayetlerini okuyarak secdeye
kapanırlar. Bunlar, Allah�a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı
emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte
bunlar salih olanlardandır.� (Al-i İmran Suresi, 113-114)
Hz. İsa�nın ve öğrencilerinin hayatı bu konunun güzel örneklerinden biridir. Konuya ilişkin İncil�deki bazı ifadeler şöyledir:
�Kardeşlerim, içinizden biri gerçeğin yolundan saparsa ve biri onu
yine gerçeğe döndürürse, bilsin ki, günahkarı sapık yolundan döndüren,
ölümden bir can kurtarmış ve bir sürü günahı örtmüş olur.� (Yakup�un Mektubu, Bap 5, 19-20)
Bağışlayıcı Olmak
İnsan, yanılmaya ve hata yapmaya açık bir varlıktır. Yaşamı boyunca pek
çok kez hata yapar; aynı zamanda pek çok defa çevresindeki insanların
kendisini ilgilendiren hatalı davranışlarıyla karşılaşır. Kuran
ahlakını yaşamayan insanların büyük kısmı hatalara karşı
tahammülsüzdür, hata yapan kişiye karşı sabır gösteremezler. Özellikle
de yapılan hatadan zarar görmeleri söz konusu ise, hatayı yapan kişiye
karşı acımasızca davranabilirler. Din ahlakı ise bağışlayıcı ve
hoşgörülü olmayı gerektirir. İman edenler, aciz birer kul olduklarının
bilincindedirler. Karşılarındaki insanın yaptığı hatanın bir benzerini
kendilerinin de yapabileceğini bilerek davranırlar. İnsanlara güzel söz
söyler, affedici olurlar. Bağışlayıcı olmanın Rabbimiz Katında övülen
bir ahlak olduğu Kuran�da şu şekilde bildirilmektedir:
�Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden eziyet gelen bir sadakadan
daha hayırlıdır. Allah hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır, yumuşak
davranandır.� (Bakara Suresi, 263)
Tevrat�ta da iman eden kişinin mutlaka sabırlı ve hoşgörülü olması
gerektiği bildirilmiştir. Bir hatayla karşılaştığında �onu diline
dolamamak�, insanlara karşı öfke duyup intikam almaya kalkışmamak
inananlara öğütlenmiştir. Konuyla ilgili bir Tevrat pasajı şu
şekildedir:
�Sevgi isteyen kişi suçları bağışlar, olayı diline dolayansa can dostları ayırır.� (Süleyman Meselleri, Bap 17, 9)
İncil�de, kişinin karşısındakini bağışlaması durumunda kendisinin
de bağışlanacağı (Luka, Bap 6, 37) ifade edilmiştir. Ayrıca inananların
insanlara karşı hoşgörülü ve bağışlayıcı davranmaları gerektiği ise bir
İncil açıklamasında şöyle bildirilmiştir:
�...Yürekten sevecenliği, iyiliği, alçakgönüllülüğü, sabır ve
yumuşaklığı giyinin. Birbirinize hoşgörülü davranın. Eğer birinizin
ötekinden bir şikayeti varsa, Rabbin sizi bağışladığı gibi, siz de
birbirinizi bağışlayın.� (Pavlus�un Koloselilere Mektubu, Bap 3,12-13)
Alçakgönüllülük
Alçakgönüllülük inananların ortak bir vasfıdır. Allah, ayetlerde
kendini büyük gören, kibirli insanları sevmediğini bildirmiştir.
İnananlar, kendilerine sayısız nimetler verenin Allah olduğunu,
herşeyin gerçek ve tek sahibinin de Allah olduğunu bilirler. Hiçbir
şekilde kibirlenme içine girmezler. Allah�ın karşısında ne kadar aciz
olduklarının farkındadırlar. Aklın, bilginin, güzelliğin, zenginliğin,
itibarın ve diğer her türlü imkanın kendilerinden kaynaklanmadığını;
bunların Allah�ın bir nimeti olduğunu bilirler. İşte bu nedenle
mütevazı davranırlar.
Allah, Kuran�da inananların tevazulu tavrını şöyle belirtmiştir:
�O Rahman (olan Allah)ın kulları, yeryüzü üzerinde alçakgönüllü
olarak yürürler ve cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman
�Selam� derler.� (Furkan Suresi, 63)
Alçakgönüllülüğün önemi ve bu tavrı gösterenlerin Allah Katında üstün kılınmış insanlar oldukları İncil�de şöyle ifade edilir:
�Her bakımdan alçakgönüllü, yumuşak huylu, sabırlı olun, sevgiyle birbirinize katlanın.� (Efesoslulara Mektup, Bap 4, 2)
Aynı şekilde Tevrat�ta da kibirli olmaktan sakınmak gerektiği, Allah�ın
alçakgönüllü kullarından razı olacağı bildirilmektedir. Konuyla ilgili
bir Tevrat pasajı şu şekildedir:
�...Rabbin hükümlerini yapmış olan dünyanın bütün alçakgönüllüleri, Rabbi arayın; salahı arayın, alçakgönüllülüğü arayın...� (Tsefanya, Bap 2, 3)
Öfkeyi Yenmek
Öfke, insanın olayları sağlıklı ve gerçekçi değerlendirmesine, doğru ve
adil karar vermesine engel olur. Öfkenin devreye girmesi kişiyi,
Allah�ın hoşnut olacağı şekilde davranmaktan, hoşgörülü ve merhametli
olmaktan alıkoyar. İşte bu nedenle mümine yakışan tavır öfkesini
yenmektir. Böylece kızgınlık ve hiddet hislerinin neden olabileceği
hatalı davranışlar ve çeşitli zararlardan da korunmuş olur. Kuran�da
öfkelerini yenenlerin ahlakı övülmüştür:
�Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler
ve insanlar(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah,
iyilik yapanları sever.� (Al-i İmran Suresi, 134)
İncil�de öfkenin kötü bir özellik olduğu, kardeşine karşı öfkeye
kapılanların �yargılanmayı hak edecek�leri belirtilmektedir. Bu
konudaki bir İncil ifadesi şöyledir:
�Her tür acı söz, öfke, kızgınlık, gürültücülük, sövücülük ve bunların yanı sıra her tür kötülük üzerinizden gitsin.� (Efesoslulara Mektup, Bap 4, 31)
Tevrat�ta yer alan açıklamalar da inananların öfkelenmekten sakınıp kaçınmaları gerektiğini göstermektedir:
�Sefihin (gaflet içinde olanın) öfkesi hemen belli olur; fakat basiretli adam utancı örter.� (Süleymanın Meselleri, Bap 12, 16)
�Çabuk öfkelenen akılsızlık eder...� (Süleyman�ın Meselleri, Bap 14, 17)
Şükretmek
Şükretmek, Allah�ın verdiği nimetlere karşılık, yürekten O�na olan
şükran ve sevgi duygularını dile getirmektir. Her türlü nimetin
Allah�tan geldiğini ifade etmektir. İnsan samimi bir şekilde tefekkür
ederse, Allah�ın nimetlerine ancak Allah�ın dilemesiyle sahip olduğunun
farkına hemen varır. İnananlar, hangi durumda olurlarsa olsunlar
Allah�a şükrederler. İman etmeyenler ise şükretmeyi akıllarına bile
getirmezler. Şüphesiz bu büyük bir nankörlüktür.
Şükretmek, Kuran�ın çeşitli ayetlerinde bildirilen ve müminlerin
gereken hassasiyeti göstererek içten yerine getirmeleri gereken bir
ibadettir. Bu konudaki bir ayet şöyledir:
�Hayır, artık (yalnızca) Allah�a kulluk et ve şükredenlerden ol.� (Zümer Suresi, 66)
İncil�de de �her durumda şükredin� yazılıdır.
(Selaniklilere I. Mektup, Bap 5, 18) Hz. İsa�nın hayatının anlatıldığı
bölümlerde de çeşitli vesilelerle onun Allah�a şükrettiği ifade edilir.
Elbette bu güzel davranış inananlar için bir örnek teşkil etmektedir.
Tevrat�ta da inananlara şükretmeleri bildirilmektedir. Bununla ilgili bazı açıklamalar şu şekildedir:
��. Tanrı�ya övgü ve şükür ezgileri söylenirdi.� (Nehemya, Bap 12, 46)
�Kapılarına şükranla, avlularına hamd ile girin; O�na şükredin, ismini takdis edin.� (Mezmurlar, Bap 100, 4)
Sadece Allah�ın Rızasını Aramak
İnsanlar, kendilerine �Allah için ne yaptın?� diye sorulduğunda
birbirinden farklı yanıtlar verirler. Kimi fakirleri doyurduğunu, kimi
çeşitli ibadetler yaptığını, kimi de dua ettiğini söyler. Bunlar,
şüphesiz, güzel davranışlardır. Ancak insanın, sadece belirli
vakitlerde Allah için güzel davranışlarda bulunup, diğer vakitlerinde
ise Allah�ın varlığından ve hesap gününün yakınlığından gafil bir hal
içerisinde olması büyük bir hatadır. Gerçekten iman etmiş bir insan,
Allah�ın kendisini ve bütün alemleri sarıp-kuşatmış olduğunu unutmaz ve
hayatının her anında Allah�ın beğenisini ve sonsuz cenneti kazanmak,
sonsuz cehennem azabından kurtulmak için elinden gelen çabayı gösterir.
Allah Kuran�da, Kendisi�nin rızasını kazanmayı tek amaç edinmiş olan kimselerin kurtuluşa ereceğini şu şekilde bildirmiştir:
�Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse
mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir yarın kenarına
kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse
mi? Allah, zulmeden bir topluluğa hidayet vermez.� (Tevbe Suresi, 109)
Tevrat�ta da iman edenlerin, Allah�a �Rızanı işlemeyi bana öğret� diye
dua ettikleri ifade edilmektedir. Mezmurlar kitabında geçen bu dua şu
şekildedir:
�Sana sığınıyorum. Rızanı işlemeyi bana öğret. Çünkü Sen benim Allah�ımsın...� (Mezmurlar, Bap 143, 9-10)
İncil�de de Hz. İsa�nın kendisine tabi olanlardan asıl isteğinin
Allah�ın rızasını kazanmak için çalışmak olduğu belirtilmiştir. Hz.
İsa�nın her zaman yalnızca Allah�ın razı olacağı üstün bir ahlak ve
tavır içinde olduğu bildirilmiştir. İman edenlerin nerede, hangi işle
meşgul olurlarsa olsunlar, yaptıklarını mutlaka yalnızca Allah için
yapmaları gerektiği İncil�de şu şekilde bildirilmektedir:
�Ne yerseniz yiyin, ne içerseniz için, ne yaparsanız yapın, tümünü Tanrı�nın yüceliği için yapın.� (Korintoslulara I. Mektup, Bap 10, 31)
�... Rab�den korkarak itaat edin... her ne yaparsanız insanlara değil, Rabbe yapar gibi candan işleyin.� (Koloselilere Mektup, Bap 3, 22-24)
Semavi Dinlerde İnananlara Düşen Sorumluluk
İslamiyet, Hıristiyanlık ve Yahudilikte ortak olan ahlaki
değerlerin her biri, bu dinlerin mensuplarının ittifak içinde hareket
etmeleri gerektiğinin önemli delillerindendir. Müslüman, Hıristiyan
veya Yahudi olsunlar, tüm inananlara düşen görev ise açıktır: Barışın,
huzurun, refahın, güzel ahlakın, iyiliğin, mutluluğun, güvenliğin hakim
olduğu toplumlarda yaşamak için ittifak halinde olmalıdır. Bu nedenle hangi dine mensup
olursa olsun tüm inananlar bu iki kutlu şahsa zemin hazırlamalı, onlara
destek olmak ve yakınlarından olmak için samimi bir çaba sarf
etmelidirler. İnananlar yeryüzünü aydınlatacak ve tüm insanlara yönelik
hayırlı faaliyetlerde bulunacak bu iki mübarek şahsa destek olabilmek
için beraberlik içinde hareket ederse, Allah inananları başarılı
kılacaktır. Allah, Kendi yoluna uyanlara kesin olarak yardım edeceğini
bir Kuran ayetinde şöyle vaat etmiştir:
�Onlar, yalnızca; �Rabbimiz Allah�tır� demelerinden dolayı, haksız
yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah�ın, insanların
kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar,
kiliseler, havralar ve içinde Allah�ın isminin çokça anıldığı
mescitler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım
edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz
olandır.� (Hac Suresi, 40)
Her üç dinin mensupları da birbirlerine anlayış ve hoşgörü içinde
yaklaşmalıdır. Önemli olan, farklılıkları değil ortak noktaları gündeme
getirmek, zorlaştırıcı değil kolaylaştırıcı, yıkıcı değil yapıcı,
engelleyici değil yardımcı, ayırıcı değil tamamlayıcı, bölücü değil
birleştirici olmaktır.
Bu makale, İlmi Mercek Dergisi 12. sayı (Haziran 2005) 38. sayfada yayınlanmıştır.
| |
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İnsanı yaratan Allah, hiç şüphesiz onun yapısını,
ihtiyaçlarını ve dünyada nasıl bir düzen içinde rahat edeceğini
de en iyi bilendir. Dolayısıyla insanın, izlemesi gereken
yol Rabbimiz'in bildirdiği yol olmalıdır. Nitekim Allah her
dönemde elçileri ve kitapları aracılığıyla insanlara yol göstermiş,
razı olacağı düşünce, davranış, ahlak ve yaşam biçimini insanlara
haber vermiştir. Allah'ın öğrettiği bu yaşam tarzını ve ahlak
modelini uygulayanlar, hem dünyada hem de ahirette en mutlu,
en huzurlu ve en güzel yaşama kavuşmayı uman insanlardır.
Farklı dönemlerde, farklı coğrafyalarda yaşayan
ve farklı İlahi dinlere mensup olan inananlar, tüm bu farklılıklara
rağmen aslında aynı ahlaki değerlere sahiptirler. Hırsızlık
yapmamak, adam öldürmemek, zina etmemek, yalan söylememek,
adil olmak, her türlü haksızlıktan sakınmak, insanlara karşı
nazik ve saygılı bir üslup kullanmak gibi temel değerler tüm
inananlar için geçerlidir. Bu, inananların �çeşitli görüş
ve uygulama farklılıkları olsa da- olaylar karşısında benzer
tepkiler vermelerine ve ortak hareket etmelerine neden olur.
Bu ortak ahlak anlayışı Yahudilik, Hıristiyanlık
ve İslamiyet'te de geçerlidir. Nankörlük, şımarıklık, kendini
beğenmişlik, azgınlık, yalancılık, alaycılık, bencillik, aç
gözlülük, düzenbazlık, kıskançlık, kavgacılık, itaatsizlik,
saygısızlık, vefasızlık, cimrilik, dedikoduculuk, saldırganlık,
zalimlik, iftiracılık, sabırsızlık, ikiyüzlülük, kışkırtıcılık
gibi çirkinlikler İslam ahlakına kesinlikle uygun olmadığı
gibi, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta da yasaklanmıştır. İnsanlar
saygılı, sevgi dolu, adaletli, vicdanlı, şefkatli, merhametli,
yardımsever, iyiliksever, alçakgönüllü, dürüst, güvenilir,
cömert, şükredici, fedakar, yumuşak huylu, itaatli, vefalı
olmaya çağrılmışlardır.
Bu İlahi hükümleri izleyen samimi dindarlar,
saygın, seçkin ve onurlu insanlardır. Allah'a gönülden bağlıdırlar.
Derin bir imana, üstün ahlaki niteliklere sahiptirler. Yaptıklarının
karşılığında herhangi bir menfaat talep etmezler, sadece Allah'ın
rızasını kazanmaya yönelik olarak çalışırlar. Her zaman doğrunun,
iyinin, hakkın, güzel ahlakın yanında olurlar. Her türlü kötülükten
ve ahlaksızlıktan şiddetle sakınırlar.
Buna karşılık yeryüzündeki pek çok öğreti,
İlahi dinlerin öğrettiği bu ahlak anlayışına tamamen ters
olan anlayışları savunmaktadır. Örneğin son iki yüzyıldır
dünyada son derece etkin olan materyalist felsefe, insanları,
sadece kendi çıkarlarını düşünen ve bunda hiçbir kural tanımayan
bireyler haline getirmektedir. Bu felsefeye dayalı yaşam biçimleri,
hayatı bir tür "arena" olarak göstermekte, insan
tutkularını alabildiğince kışkırtmayı ve bunların tatmini
için her yolu kullanmayı öngörmektedir. Öte yandan materyalizm,
Allah'ın vahyini reddettiği için, insanın tabiatına dair hiçbir
mutlak kıstas kabul etmemekte, tüm ahlaki değerleri göz ardı
etmekte, böylece İlahi dinler tarafından ortaya konan tüm
ahlaki değerleri reddetmektedir. Bu sapkın mantığın insanlığa
ne kadar büyük bir yıkım getirdiğinin örnekleri ise halen
gözler önündedir. Çatışmalar ve gerilimler, bir parça toprak
ya da makam ve mevki için acımasızca birbirine saldıran insanlar,
mazlumların ve ihtiyaç içinde olanların hergün daha da ezilmesi,
adaletsizliklerin yaygınlaşması, ahlaksızlıkların artması,
dejenarasyonun hız kazanması söz konusu yıkımın sadece birkaç
örneğidir.
Bu durum karşısında İlahi dinlerin mensuplarının,
materyalizm tarafından aldatılmış olan insanlığın kurtuluşu
için ittifak etmeleri gerekir. Allah'ın varlığına, birliğine,
bizleri O'nun yarattığına ve bizlere doğru yolu göstermek
için kitaplar ve peygamberler gönderdiğine inanmak, çok önemli
bir ortak noktadır. Bu gerçeklere inanan insanlar -Yahudi,
Hıristiyan veya Müslümanlar- bu gerçekleri reddeden insanlara
göre birbirlerine çok daha yakındırlar.
Aşağıda üç İlahi din arasındaki ortak ahlaki
değerleri başlıklar altında inceleyeceğiz. Bunların her biri,
bu dinlerin mensuplarının neden ittifak etmeleri gerektiğinin
önemli delillerindendir. Unutulmamalıdır ki, yeryüzünde bu
değerlerle tarif edilen güzel ahlakın hakim olması, hiç kuşkusuz,
her üç dinin inananlarının elele vermesiyle mümkün olacaktır.
MAKALE 2.2: Ortak İbadetler ve Ahlaki
Değerler
Alçak gönüllülük
Büyüklük Taslamamak
Allah'ın Ayetlerinin İnkar Edildiği
Ortamdan Uzaklaşmak
Boş Şeylerden Yüz Çevirmek
Her İşte Allah'ı Anmak
Tevekkül Etmek
Allah İnananların Koruyucusudur
Adalet Anlayışı
İftira ve Saldırılardan Çekinmemek
Korkmamak ve Hüzne Kapılmamak
Karanlıklarda Kötülük Tasarlayanlar
Ataların Batıl Töresine-Dinine
Uymamak
Gösteriş ve İkiyüzlülükten Kaçınmak
Din Ahlakında Sevginin Önemi
Allah Kendisi'ne Yakınlaşmak
İsteyene Yol Gösterir
Güzel Söz Söylemek
Verilen Öğütleri Dinlemek
İyilik Anlayışı
Kötülüğü İyilikle Uzaklaştırmak
Kötü Ahlak Özellikleri
Bağışlayıcı Olmak
Cimrilikten Kaçınmak
İnfak Etmek
Başkalarını Uyarıp Kendini Unutmamak
Şükretmek
Öfkeyi Yenmek
Dua Etmek
Tevbe Etmek
Sadece Allah'ın Hoşnutluğunu
Aramak
Sabırlı Olmak
Düşünmek
Güzel Ahlaka Çağırmak
Mucize Beklentisi İçinde Olmamak
Göz, Kalp ve Kulakların Duyarsızlaşması
Kendini Yüceltmemek
Esenlik Dilemek
Kıskançlıktan Kaçınmak
Yalan Söylememek
Zina Yapmamak
Hırsızlık Yapmamak
Anne ve Babaya Karşı En Güzel
Tavrı Göstermek
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
AHLAK FELSEFESİ ALANINDA BAZI TARTIŞMA KONULARI
Prof.Dr.C.C.Aktan
Ahlak felsefesi alanında “iyi” , “kötü”, “doğru”, “yanlış” gibi değer yargılarının ne anlama geldiği konusunda bir görüş birliğinin olmadığını tekrar belirtmekte yarar görüyoruz. Esasen ahlak felsefesi alanında temel ahlaki değer yargıları ve normları üzerinde çeşitli tartışmalar çok eski çağlardan beri süregelmektedir. Ahlak felsefesi alanındaki bu tartışmaları kısaca özetlemekte yarar bulunmaktadır.
Amoralizm: Ahlak Kuralları Gereksizdir!...
Ahlak felsefesi alanında ahlak kurallarına karşı çıkan doktrinin adı “amoralizm”dir.[1] Amoralist ahlak felsefesinde, insanın doğal bir varlık olduğu ve insanın ahlaki davranışları kadar ahlaki olmayan (gayri-ahlaki ) davranışlarının da sözkonusu olabileceği, bu yüzden toplumda ahlak kuralları oluşturmanın gereksiz olduğu savunulur. Alman düşünürü Friedrich Nietzsche (1800-1900) “amoralist ahlak felsefesi” nin savunucularından birisidir. Nietzsche şöyle demektedir: “Ahlaki gerçekler diye bir şey yoktur.” Nietzsche’ye göre insan doğal bir varlıktır. Bu yüzden insan davranışlarında ahlak ve erdem kadar ahlaksızlık ve erdemsizlik de normal karşılanmalıdır. Ahlaki ölçüler ve normlar koymak saçma ve gereksizdir.
Ortaçağ döneminin islam düşünürlerinden İmam Gazzali ‘nin ahlak felsefesinde ise “amoralizm” farklı şekilde ele alınmıştır. Gazzali, Nietzsche’den farklı olarak insanların birbirlerini ahlak konusunda yargılamamaları konusunu işlemektedir. Gazzali şöyle demektedir: (Aktaran: Kandemir, 1986,64.)
“Günahkarın, cifeden daha pis koktuğunu ve pisliğin başkasını temizlemeyeceğini bilmiyor musun? Böyle iken sen, pis pis koktuğun halde başkasını temizlemeğe nasıl cesaret edersin.”
Gazzali bir başka yazısında da şöyle demektedir: (Aktaran: Kandemir, 1986,64.)
“Yazık sana, rezaletlerle yoğrulup dururken, insanlara faziletleri nasıl emredersin.”
Bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere ahlak ve ahlaksızlık konusuna çok farklı şekilde bakılması mümkün görünmektedir. Gazzali’nin ahlak felsefesinde insanoğlunun her zaman doğru yolu seçmeyebileceği, ve bazen yanlış yola sapabileceği belirtilmekte; ancak bir insanın başka bir insanı ahlak konusunda yargılama hakkının bulunamayacağı ifade edilmektedir. Gazzali’nin ahlak felsefesine göre her insan farklı ölçülerde de olsa - farkında olarak ya da olmayarak- gayri ahlaki davranış ve eylemlerde bulunabilir.
Ahlaki Relativizm: Mutlak ve Evrensel Ahlak Kuralları Oluşturulamaz!..
Ahlaki relativizm, toplumda mutlak ve herkesin kabul edeceği ve her yerde geçerli olabilecek ahlak kuralları oluşturulamayacağını savunur. Relativistlere göre “doğru”, “yanlış”, “iyi”, “kötü” gibi ahlaki değerlendirmeler birey, grup ve toplumsal kültüre göre değişir. Bu nedenle ahlaki standartlar koymak doğru değildir. Ahlaki relativizm, “ahlaki plüralizm” olarak da adlandırılmaktadır. Bu doktrine göre toplumsal düzende bir değil, daima birden çok ahlak normları ve ilkeleri mevcuttur.
Ahlaki Üniversalizm: Ahlak Evrenseldir...
Ahlaki relativizme karşı olan doktrin ise “ahlaki üniversalizm” ya da “ahlaki monizm”[1] olarak adlandırılır. Bu yaklaşıma göre tek veya belirli bir demetten oluşan ahlak ilkeleri ve değerleri pekala oluşturulabilir. Ahlaki normlar ve ilkeler subjektif değil, aksine objektiftir. Yalan söylemek, hırsızlık
yapmak ve saire davranışlar her kişi, grup ve toplum tarafından kabul edilmeyen ve edilmemesi gereken davranışlarıdır.[2]
Ahlak felsefesi alanında ahlaki üniversalizmi savunanlar bu konuda bazı evrensel ahlak ilkelerini belirtmektedirler. Aşağıda evrensel ahlak ilkeleri için bazı örnekler gösterilmiştir:
· Konfüçyüs’ün evrensel ahlak kuralı :
“Sana yapılmasını istemediğini sen de başkasına yapma.”
· Immanuel Kant’ın evrensel ahlak kuralı:
“Aynı zamanda genel bir yasa olmasını isteyebileceğin bir maksime (kurala) göre hareket et.”
· Ralph Waldo Emerson’un evrensel ahlak kuralı:
“Evrensel kural olacak şekilde davranış ve eylemlerde bulunan birisi ahlaklıdır.”
· Jeremy Bentham’ın evrensel ahlak kuralı:
“Kendi özel çıkarlarını en iyi şekilde değerlendirecekleri için bireyleri mümkün olduğu ölçüde kendilerini incitebilecekleri alan dışında davranışlarında tamamen serbest bırak. Bireyler yanılırlarsa ve hatalarını anlarlarsa bir daha aynı şeyi yapmayacaklardır. Bireyler başkalarını incitmedikleri takdirde yasanın gücünü kullanma. Bir kişinin herkesin güvenliğini bozması sözkonusu olduğunda hukuk gereklidir ve cezanın tatbiki yararlıdır.”
· Cesare Cremonini’nin evrensel ahlak kuralı:
“İçinden dilediğin gibi, dışından herkes gibi davran.”
· Ernest Hewingway’ın evrensel ahlak kuralı:
“Ahlak konusunda inandığım ilke şudur; bir şeyi yaptıktan sonra kendini iyi hissediyorsan o davranışın ahlakidir; eğer kendini iyi hissetmiyorsan o gayri-ahlakidir.”
Sözleşmeci ahlak felsefesi (contractarian moral philosophy) olarak adlandırılan doktrin de esasen bir tür rasyonalist evrensel ahlak oluşturma projesidir. Çağdaş sözleşmeci ahlak düşünürlerinden birisi olan David Gauthier ünlü “Anlaşmaya Dayalı Ahlak” (Moral by Agreement) kitabında şöyle demektedir: (Gauthier,1985.)
“Ahlak temelden bir krizle karşı karşıyadır. Bu krize karşı sadece sözleşmecilik makul çözümler öneriyor.”
Gauthier’e göre insan ilişkilerinde ve aynı zamanda insanlar ile devlet arasındaki ilişkilerde “doğru” kurallar ve normlar oluşturulması konusunda insanlar uzlaşabilirler. Bu uzlaşma neticesinde bir tür “ahlak sözleşmesi” ortaya çıkartılabilir.
[1] Ahlak monizmi ile ahlaki monoteizm (ethical monotheism), aynı şey demek değildir. Ahlak monizmi, tek bir evrensel ahlakın varlığını savunan ahlak doktrinidir. Ahlak Monoteizmi ise çok katı ahlak kuralları ve ahlak ilkeleri öngören bir dinsel ahlak felsefesidir.
[2] Burada Aristo’nun şu sözlerini aktarmakta yarar görüyoruz: “Yanlış yoldan gitmenin birden çok yolu vardır. Ama doğruyu yapmanın tek bir yolu bulunur. Yanlış yapmak bu yüzden kolay, doğruyu bulmak ise bu yüzden zordur. “ Aristo bu sözleri ile ahlaki üniversalizmi savunan düşünürlerin başında gelmektedir.
[1] Amoralizm, ahlak felsefesi literatüründe Türkçe’ye “ahlak dışıcılık” olarak tercüme edilmektedir.
Kaynak: C.C.Aktan, Ahlak ve Ahlak Felsefesi, İstanbul: ARI Düşünce ve Toplumsal Gelişim Derneği Yayını, 1999.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
|
|