Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
bazen karşındaki daha fazla günaha girmesin diye susturmak zorunda kalırsın. merhametten yani. derdimiz odur, yoksa kötülük, kin, düşmanlık, garez, rekabet bizimle değildir, bizden değildir.
hepimiz imtihandayız, bazen olur hata ederiz, dönmeyi nasip eden Rabbe hamdolsun, yeter ki samimi kalpler olsun. benden yana -varsa - tüm haklarım helal olsun, üzme kendini boşver önemli değil. HEPSİ SİLİNDİ.
aleyke es selam ( benden sana zarar-kötülük-zulüm gelmez, barış-esenlik gelir) hayrullah.
__________________ yalnız Allah'a teslim ol ve şahitliği dosdoğru yap...
Tepkiler sonuç verdi elhamdülillah, Enver'e sivil kıyafetleri iade edildi, açlık grevini sona erdirdi. Bu gece asıl Mahkeme yeri olan Eskişehir'e sevki "acilen" yapıldı. Rabbim ayaklarını sabit kılsın, üzerine sabır yağdırsın inşaAllah.
Dualarınız esirgemeyiniz dostlar, bir gün hepimizin HUKUKA ADALETE MERHAMETE ve DUALARA İHTİYACIMIZ OLUR.
tekrar hoşçakalın, uzun bir süre sonra tekrar görüşürüz inşaAllah.
selam ve muhabbet ile.
__________________ yalnız Allah'a teslim ol ve şahitliği dosdoğru yap...
nacizane kavli ve fiili dualarım Enver'ledir inşaAllah. Yüce Allah, kendi onayına layık "Müslüman " ismi dışında bir isimle, bir sıfatla, onun da bizimde canımızı almasın almasın, inşaAllah.
Muhabbetle
__________________ Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? ENBİYA 10
Katılma Tarihi: 07 ekim 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 672
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
kuranihayat Yazdı:
enver elime silah almam,ama beraber yasamının bir bedeli olarak uygun şatlarda kamu hizmeti yaparım diye açıklama yapmış.Ve bu düzenleme saffet metin'in hayranı oldugu tüm batı ulkelerinde vardır..."bu retçiliğin sonu gelmez" sözünüzde batıyı bilen ve modernizme,ilerlemeye açık bir insanın agzına da hiç yakışmamış...zira korkular yüzünden en temel ınsan hakkını özgür yaratılmış bir kulun elinden almak kimin hakkıdır...Peygamber medinesinde bile bu hak verilmiştir.Zımmilere bu hak verlmiştir ve onlar askere alınmamışlar onu karşılıgında vergilerini vermişlerdir.ama siz buna ragmen ben elime sılah almayacgım diyen adama bunu şart kosarsanız...Eee ne diyelim...Daha okunacak cok ayet,cok kıtap var demektir..."çağdas uygarlıga yaklastıran kemalizm" ifadenizde beni bir hayli güldürdü...Tüm içtenliğimle soruyorum art niyetim yok...Siz gercekten kemalizmin cagdas uygarlıga yaklastıran bi ideoloji olduguna samimi bir şekilde inanıyormusunuz.
vesselam
Sayın Kur'anihayat ,
Maalesef bazı entellerin, siyasetçilerin yanlış yorumları sizleri Kemalizm hakkında yanlış yargılara itmiş olabilir.
Kemalizm şu veya bu siyasetin tekelinde değildir.
Kemalizm Aydınlanma felsefesinin Türkiye teorisi ve pratiğidir.
Türkiye bir noktaya gelmişse , Kemalist ideoloji ile gelmiştir. Bunun geniş bir açıklamasını yapacağım.
Halkın ve bu sitedeki bazı zevatın Kemalizm den anladığı, Halk partinin tek parti döneminde uyguladığı müstebit politikalar. Din düşmanlığı, dine soğukluk falan. Alakası yok.
Bunlar hep eski iletilerimde var.
Kemalizm in temel hedefi zaten çağdaş uygarlığı yakalamak ve önüne geçmektir. Bunun ülküsünden başka bir şey söylememiş, bundan başka bir şey istememiştir.
Elbetteki dediğiniz şeye bütün samimiyetimle inanıyorum, hatta inanmak ne kelime adım gibi biliyorum.
Sizin gülmeniz ve böyle bir soru sormanız konu hakkında yeterli bir bilgi birikimine sahip olmamanızdan kaynaklanmaktadır.
Beni ideolojik chp lilerle ve Nutuk Kemalistleri ile karıştırmayın. Yanlış anlamayın NUtuk u sever, okurum. Ama onunla sınırlı kalmam. Onların fikirleri konuyu tam anlamıyla anlatmaya yeterli gelmemektedir. Bir çoğuda laik değil, laikçidir. Dini konularda tın tındır. Bu nedenle etkili olamazlar. Okullarda anlatılan inkilap tarihi dersleri maalesef insanlara hiçbirşey vermemektedir. Çünkü işleniş tarzı sıkıcıdır. Ben üç saatte hiç sıkmadan adeta kahve sohbeti gibi bunu insanlara çok güzel anlatır ve gerçekten iyi bir bilgi sahibi yapabilirim.
Herkese selamlar,
__________________ Allah Aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdırır.
Katılma Tarihi: 07 ekim 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 672
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
ebukerem Yazdı:
Sayın Saffet Metin,
size de maalesef Mehmet Rende'ye söylediğimi söylemek zorundayım. siz de İslam'ın "İ" siniş dahi anlamamışsınız. size aylardır yazdık çizdik gene de aynı şeyleri bozuk plak gibi tekrarlıyorsunuz.
sizin "ZİKRİNİZ", ilerleme, büyüme,gelişme, zenginlik, refah, bolluk... yani size heva ve heveslerinizi en güzel tatmin edecek cenneti istiyorsunuz bu dünyada. Din sizin için bunlardan arta kalan bir "vicdan tatmini". Mistik ayinler edinme ve entellektüel olarak show yapma alanı. Bu yüzden "esas meseleniz" olan REFAHA ulaşanlar ve ulaştıranları tenzih ve tesbih ve tahmid ediyorsunuz.
"İŞKENCE'YE KARŞIYIM".. Bu laf sizin gibi zalim-sevicilerin en büyük yalanlarından biri. sen o devleti, ideolojisini, askerliğini bu kadar KUTSADIKTAN, ZİKRİN EDİNDİKTEN SONRA o işkenceyi seve seve yapacaksın. şu an o cezaevinde sen ve mehmet rende asker olsaydınız komutanınız "dövün şerefsizi" diye emir verdiğinde ne yapacaktın? itiraz mı edecektin?
hayır, edemem yapmak zorundayım diyorsan işte senin bittiğin nokta yalancılığın ( "işkenceye karşıyım" diyordun ya ) burasıdır. bir kulun emri ile Allah'ın haram kıldığı bir işi yapıyorsun.
evet ederdim diyorsan, işte Enver'in yaptığı da sadece budur baştan kötülükler yaptıracak bir orduya itiraz etmiştir.
siz ne kadar çelişkili bir zikir içinde olduğunuzun farkında bile değilsiniz. iki tanrıyı aynı anda memnun edemezsiniz. hele üç taneyi hiç.
eğer ısrar edersen sana artık cevap yazmayacağım, bin tane yazdım, sana da tıpkı mehmet rende gibi kemalist tağutlarınla mutluluklar dilerim, kıyamet günü o ideolojinin mensupları ile haşrolmaya razı mısın, aynı akibete razı mısın? cevabın "evet" ise senin dinin sana benim dinim bana, selam sana, "hayır" ise ellerini başının arasına al içine düştüğün çelişkiyi bir daha düşün.
selam ile.
SAyın Ebukerem,
Öncelikle ayrılmanıza üzüldüm. Fikir ayrılığımız nedeniyle asla size karşı bir önyargım yok.
Ben hep İslam ülkeleri neden geri kaldı bunlar üzerine kafa yordum. Şuna inanıyorum bir islam ülkesi örneğin Türkiye maddi ve manevi bir G5 seviyesinde olsa , burada tartıştıklarımız çok farklı olur.
Şu anda G20 deyiz. Gelir adaletsizliği var, gecekondu kültürü var, cehalet var. Maddi ve manevi feodalite var. Terör var. Var oğlu var. Ama bunlar da bitecek. Bunlar çocukluk hastalıkları. İlla suçiçeği, kızamık falan çıkarıyorsun işte. Bunun gibi bir şey.
Tabi sen olaya farklı bir boyuttan bakıyorsun.
Bana yalancı demeni asla kabul etmiyorum. O senin zannın. Kimseye işkence yapılmasını tasvip etmem. En azından geniş tarih kültürümden edindiğim bir sonuç, insani acı tarafı bir yana, siyaseten bastırıcı,caydırıcı değil, kışkırtıcı olmuştur. Zannın bir kısmı da günahtır bilirsin. Ama fikrini de değiştiremem. Öyle diyorsan öyle olsun.
Sen bilirsin, ama ben her arkadaşa gitmemesini, kalmasını tavsiye etmişimdir. Çok yorulduysan, tükendiysen dinlen, enerji topla. Gitmek yerine üç beş ay ara ver.
Bazen bende bu duygulara kapılıyorum ama diyorumki yazmasanda yine siteye girip okuyacaksın. Bir yazı olacak fikrini yazmak isteyeceksin. O zaman niye gideyim yani. Dinlenirim. Azaltırım iletilerimi. Bir gün yine yazarım.
Çünkü giden arkadaşlar , hep döndüler. Gitsem benimde yapacağım bu. Ondan gidemiyorum. Şİmdi Uzman üyelkten inip Newbie olmak ta attan inip eşeğe binmeye benzer canım. Laf olsun işte.
Ama yine de gidersen benden yana hakların helal olsun, sen de helal et.
Herkese selamlar,
__________________ Allah Aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdırır.
Türk
halkı ile ordusu arasındaki asimetrik ilişkiler sözkonusu olduğunda
zorunlu askerlik hizmetinin Türkiye'de bu ilişkilere katkısını kimse
boş geçemez. Her Türk erkeğinin geçmek zorunda olduğu askerlik eğitimi,
toplamda Türk toplumunun kişilik yapısı ve ruh hali üzerinde hiç de
azımsanmayacak etkiler bırakır. Son derece sert bir doktrinasyonla
insanlar militarist ideolojiyi doğrudan benimsemiyorlarsa bile
yaşadıkları travmanın etkisiyle dünyaya sağlıklı bir bakıştan
uzaklaşmaları kaçınılmaz oluyor. Kimileri için bir nefis terbiyesi
yerine de geçebilir askerlikte yaşanılanlar ama genellikle acısı
hayatın başka aşamalarında çıkarılmak üzere kişiliğin rencide edildiği
bir süreç olarak yaşanır.
Olayın tek asimetrik tarafı bu değildir. Adı
üzerinde zorunlu bir görev olmasının yanı sıra görevin içeriğinin hiç
bir şekilde sorgulanamıyor olması kişiliği kaçınılmaz olarak tamamen
devre dışı bırakır. Kişiliğinize veya inançlarınıza aykırı olabilecek
durumlara itiraz edemezsiniz. Aslında hiçbir şeye itiraz edemezsiniz.
Sizden beklenen tek şey itaattir. Elinize verilen silahla hayatınızda
hiçbir şekilde sorun yaşamayabileceğiniz insanları kendinize düşman
belleyip onlara kurşun sıkmanız emredilir. Gönderildiğiniz savaşın
haklı mı haksız mı olduğunu sorgulamaya ne hakkınız ne imkânınız
vardır.
60'lı yıllarda ABD'de Muhammed Ali, Vietnam'da
askerlik görevini reddettiğinde şu gerekçeyi ileri sürmüştü: "Benim hiç
Vietnamlı düşmanım olmadı. Hayatım boyunca onlardan herhangi biriyle
hiçbir sorunum olmadı, ama şimdi gidip onlardan birilerini öldürmem
isteniyor. Benim inancım (İslam) böylesi anlamsız bir savaşa gitmeme
izin vermiyor". Bunu söylediği için sporcu lisansı elinden alınmıştı M.
Ali'nin, ama ondan sonra ABD'de vicdani ret hakkı konusunda bu durum
uyarıcı bir etki yaptı ve bu konuda bir hayli ilerleme kaydedildi.
Oysa Türkiye'de hâlâ herkes askere gitmek
zorundadır hem de neredeyse asker olsun sivil olsun hiç kimsenin hiçbir
savaşı sorgulama hakkı bulunmamaktadır. Vatandaş olarak kimsenin
başını-sonunu sorgulayamadığı savaşlara gitmemek, gitmişken kurşun
sıkmamak, ölmüşken şehit sayılmamak gibi bir seçeneği yok.
Oysa hem İnsan Hakları Komitesi hem de BM
İnsan Hakları Komisyonu, askerlik hizmetinin vicdani reddini İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesi ile Medeni ve Siyasi Haklar Uluslar arası
Sözleşmesinin 18. Maddesinde kutsal kabul edilen düşünce, vicdan ve din
özgürlüğü hakkının bir parçası olarak kabul etmiştir. Bu çerçevede
"herkesin din, düşünce ve vicdan özgürlüğü hakkının meşru bir
uygulaması olarak askerlik görevini vicdanen reddetme hakkı"
tanınmaktadır.
Aslında askere gitmemiş olanların iş
dünyasında karşılaştıkları zorluklar, kamu görevine girememek gibi bir
hayli caydırıcı yaptırımları yetmiyormuş gibi, bu vicdani hakkı
kullanmak isteyenler bir de hapis veya cebir ile karşılaşmaktadırlar.
Enver Aydemir, İslam inancına aykırı olduğunu
düşünerek bu vicdani hakkını kullanmak istediğini 2007 yılında dilekçe
vererek bildirmiş. Aydemir'e göre mevcut askerlik ideolojisi ve
pratiğinin İslam inançlarına karşı dostça bir tutumu yok. Üstelik
haksız yere insan öldürme ihtimali konusunda hiçbir hassasiyet
taşımıyor olduğundan askerlik yapması inançları açısından ciddi bir
rahatsızlık oluşturmaktadır. Bu dilekçesinden dolayı zorla yakalanıp
askere alındığı ve zorla üniforma giydirildiği Bilecik'te kendisini
ziyarete gelen başörtülü eşi ve annesine karşı sergilenen tutumu örnek
göstererek bu konuda hiç de haksız olmadığını da gösteriyor. Ziyaretçi
olarak bile kendi annesinin ve eşinin başörtüsüne saygı göstermeyen bir
orduda zorla görev yapması isteniyor, kendi inançlarına saygı
duymayanların "düşman" diye gösterdiklerini düşman bellemesi, onlara
silah sıkıp öldürmesi isteniyor.
Devamla diyor ki Aydemir: "Bununla birlikte
kamuoyuna duyurmam gereken asıl meselem, T.C. Devletinin üzerine
kurulmuş olduğu temel değerlerin hiç birine sempati beslemiyor
olmamdır. Benim de inanç değerlerime kimsenin zorla sempati beslemesini
beklemiyorum. Bununla beraber yaşadığım coğrafyanın gerçeklerini de göz
önüne alarak, ortak yaşamın getirdiği sorumluluklar çerçevesinde
inançlarıma uygun ve bireysel haklarımın tanındığı (eğitim özgürlüğü,
kılık-kıyafet özgürlüğü, düşünce özgürlüğü vb.) bir ortamda kamu
hizmeti yapabileceğimi beyan ediyorum".
Halen vicdani ret ısrarından dolayı askeri
cezaevinde tutuklu bulunan Enver Aydemir'in, burada insanlık dışı
muamelelere ve işkenceye maruz kaldığı avukatlarının tanıklığıyla
tespit edilmiş.
Bütün laik ideolojisine rağmen savaş ve
askerlik sözkonusu olduğunda Türk halkının şehitlik, gazilik, Peygamber
Ocağı, Mehmetçik gibi tasavvurlarını serbestçe kullanan militarizme
karşılık Aydemir'in sergilediği vicdani ret sadece kendi bireysel
davası olmaktan çok öte bir anlam taşıyor. Belki garip olacak ama
devleti daha laik bir çizgiye çekilmeye zorlayan, aynı zamanda
vatandaşın ölümüne değil hayatına yatırım yapan, ölümü değil hayatı
önplana çıkaran bir çizgiye çekilmeye davet eden hayırlı bir etki
yapıyor.
Ama yine de tabii ki Aydemir'in maruz kaldığı haksızlığa bir an önce son verilsin.
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
İşkence, insanlığın gerek meşruiyet gerekse yasallık açısından çok uzun zamandır mahkum ettiği fakat ortadan kaldıramadığı olgulardan biri...
Savaş, yoksulluk ve pek çok başka adaletsiz, insan eliyle yaratılan olgular gibi işkence de hiç kimsenin, tarihin neredeyse hiçbir döneminde, en azından açıkça savunmadığı, varolmasındaki sorumluluğu ya da katkısını en azından açıkça sahiplenmediği bir insanlık ayıbı, bir insanlık suçudur..
insanlık şiddet ve işkenceye karşı bunca yolu hiç katetmemişçesine, öncelikle devletler ve birey ya da gruplar düzeyinde işkence “meşru” bir insan eylemi haline gelebiliyor...
İşkence ortadan kalkmak yerine, iktidarların baskı aracı olarak teknolojik gelişmelerle giderek daha da incelen, insan hakkında, insanın iyiliği için üretilmiş her türlü bilginin insana karşı zalimce kullanıldığı, daha rafine hale gelen bir araç olarak hayatlarımızdaki yerini koruyor...
Genel olarak şiddet ve işkencenin, iktidarın tesisi ya da korunması ve sürdürülmesinde nasıl işe yaradığı, gerek resmi iktidarlar gerekse insanlar ve gruplar arası ilişkilerde iktidar alanları tesis etmek ya da var olanları korumak amacıyla, şiddet ve işkence uygulayanlara ne sağladığı, sadece hukuk ya da insan hakları alanında değil, psikoloji ve diğer sosyal bilim alanlarında inceleniyor...
İnsanlığın oluşturduğu birikim bize, iktidar sahiplerinin,iktidarlarını tesis etmek ve korumak için şiddet ve işkence uyguladığını açıkça gösteriyor...
Selamlar...
__________________ BİLİNÇSİZ BİR ŞEKİLDE ORTAYA ÇIKAN ALIŞKANLIKLARIN BEDELİNİ HİSSİZLEŞEREK ÖDERİZ...
Enver AYDEMİR tam 5 aydır her türlü hukuksuzluğa, kanunsuzluğa zorbalığa karşı direniyor. 5-6 tane davadan yargılıyor TSK asla ASKER OLMAMIŞ bir kişiyi. kanunu yok, tanımlanmış suçu yok, tanımlanmış cezası yok,,, ama süründürmek olsun ya devam ediyorlar.
Enver vakarlı, asla yalvarmadı, üstüne üstlük aşağıda okuyacağınız ve vicdanını örtmemiş her insan evladının hak vereceği savunmasını yazdı ve zalimlerin suratına çarptı yaşadıkları çelişki ve tutarsızlıkları.
selam olsun Enver'e.
------------------------------------------------
Enver AYDEMİR'in mahkemeye verdiği en son savunmasıdır:
2 Haziran 2010 Çarşamba günü, Eskişehir Askeri Mahkemesi'nde, vicdani retçi Enver Aydemir'e 2007 yılında açılmış olan 2 adet "askerlikten sıyrılmak kastıyla emre itaatsizlikte ısrar" davaları görüldü. Bir gün önce GATA'ya sevk edildiğinden dolayı Enver'in katılamadığı duruşmada, Avukatı tarafından, Enver'in düşüncelerini ifade ettiği aşağıdaki yazılı metin mahkemeye verildi. Avukat Davut Erkan; Enver Aydemir'in "laik devlet" "demokrasi" "vicdani ret" gibi konularda yanlış anlamaları ortadan kaldırmak için bu yazıyı kaleme aldığını ifade etti.
"Herkesçe malum olduğu üzere İslam dini, “tevhid” ilkesi üzerine bina olmuştur. Bu ilkenin olmadığı yerde İslam dininden söz etmek mümkün değildir. Bu ilkenin zedelendiği yerde ise İslam’ın yani Allah'a teslimiyetin zedelenip sağlıksızlaşacağı aşikârdır.
Arapça “Eşhedü en la ilahe illallah” şeklinde ifade edilen tevhid cümlesi türk diline “Allah'tan başka ilah yoktur” şeklinde çevrilmiştir. Bu çeviri yanlıştır. Doğru çeviri “Allah'tan başka ilahları reddederim” şeklinde olmalıdır. Çeviri hatası cümlede geçen “la” kelimesinin “yokluk” anlamında tercüme edilmesinden kaynaklanmaktadır. Doğru tercüme “kabul etmeme, onaylamama, reddetme” şeklindedir.
Tevhid cümlesinin sağlıklı kavranabilmesi için yani sağlıklı İslamlaşma için “ilah” kavramının da doğru ve iyi anlaşılması gerekir. İlah kavramı sözlükte “yaratıcı, evrendeki tüm olayları düzenleyen” anlamlarıyla beraber “insan hakkındaki tüm tasarrufun sahibi, rızkı yani geçimliliği düzenleyen, ölüm ve hayatın sahibi” anlamlarına da gelir.
Tek ilahlı ve çok ilahlı tüm dinler yaratıcı anlamında ilah olarak Allah’ı (ilahın ismi dillere göre değişir) kabul ederler. Bu noktada İslam dini ile ortaktırlar. İslam dininin farklılığı, evrendeki işleyişin ve insan hakkındaki tüm tasarrufun (doğru-yanlış, helal-haram, rızkın taksimi, hayat-memat vs.) Allaha ait olduğu ve bu tasarruf yetkisine hiçbir şeyin ortak olmadığını kabul ile başlar.
Tevhid kelimesini söyleyen biri olarak hayatım hakkındaki tüm tasarrufu Allah'a hasrettiğimi ve bu tasarrufa ortak olmaya çalışan (ilahlığa soyunan) kişi, kurum, toplum ve devlet gibi şeyleri reddettiğimi söylemiş oluyorum. Bu benim Allah ile olan sözleşmemin temelini oluşturur. Buna aykırı hareket etmem durumunda müslümanlığım yani Allah'a teslimiyetim tartışmalı hale gelir.
Mutlak itaat, ölmek ve öldürmek gibi temelleri olan yani birey üzerinde tam bir tasarruf arz eden “zorunlu askerlik” dayatmasını kabul etmem İslamlığımla temelden çelişir. Böyle bir dayatma devlet vatan tanrı... her ne adına olursa olsun kabul etmem mümkün değildir.
Türkiye cumhuriyetinin değişmez ve değiştirilemez denilen demokratik ve laik yapısı Müslüman bireyin TC devleti ile uyumunu imkânsız kılar.
Demokratik yapı; toplumun devlet ve birey üzerinde yegâne tasarruf sahibi kılar. Yukarıda anlattığım nedenlerden ötürü bu tasarrufu kabul etmem mümkün değildir.
Kaldı ki topluma böyle bir tasarruf verilmiş de değildir. Anayasadaki değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeler bu ülkede tasarrufun toplumda olmadığının, bunun bir aldatmaca olduğunun en açık göstergesidir. Gölgelerini tanıyabildiğimiz toplumun ve tüm kurumların üzerinde bir gücün varlığı herkesçe malumdur. Toplumun tasarrufunu kabul etmiyorken karanlık suratlı efendilerin tasarrufunu kabul etmem olanaksızdır.
Devletin laik yapısına gelince sorun ilkesellikten çok bir ahlak sorununa dönüşür. En basit tanımı ile laiklik dinin devlete, devletin dine müdahale etmemesidir. Böyle bir tanımlama çerçevesinde devlet ile uyumsuzluğum ilkeseldir. Fakat laik uygulama, dini devletin devamını sağlayabilmek için işlevsel olarak kullanmakta, bununla beraber dinin birey ve toplum içindeki işlevine müdahale etmektedir.
Devletin idamesi söz konusu olunca koyu bir dinci kesilip şehitlik, gazilik, peygamber ocağı, mehmetçik gibi dinsel kavramları kullanmaktan hiç çekinmemektedir. Devletin idame meselesi süreklilik arz eden bir şey olduğundan laik devletin dinciliği de süreklilik arz ediyor. Bu çerçevede “gayrimüslim” diye tanımlanan insanların bu coğrafyadaki nüfusları %1'lere düşürülmüştür. Bunu gerçekleştirirken uyguladığı baskılar yetmez gibi, bu insanların dinlerini anlatma ve uygulama çabalarına kirli organizasyonlarla engel olunmaktadır.
Devletin dinci yapısına uyum sağlamayan müslümanlar ise cumhuriyet kurulduğundan beri her türlü yöntem kullanılarak baskı altına alınmıştır. Uyumsuz müslümanlara karşı tecavüzkâr tavır bugüne kadar sürmüştür.
Laik devlet, dinci yapısına uygun ve de uyumlu müslümanlar üretmek ve türetmek için diyanet işleri başkanlığını oluşturmuş, camilerle, imam hatiplerle, zorunlu din dersleri ile istediği “uyumlu müslüman vatandaş tipi”ni yaygınlaştırma çabalarını sürdürmektedir.
Laik yapısı gereği dine müdahil olmaması gereken devlet, yine aynı diyanet işleri vasıtasıyla dine müdahil olmakta, camileri din hapishanesine dönüştürüp din adamlarını da buralara gardiyan tayin etmektedir.
Tüm anlattıklarım devletin laik yapısının bir kandırmacadan ibaret olduğunu, kendini laik diye tanımlayan devletin aslında dinci bir devlet olduğunu göstermektedir.
Laik devlet “uyumsuz müslümanları” mürteci, yobaz vesaire isimleriyle yaftalayıp saldırgan bir duruş sergilemektedir. Resmi dini reddedip “uyumsuz müslüman” olmayı seçerek bu yafta ve saldırganlıkların muhatabı oluyorum. Böyle iken irtica ile mücadelenin en etkin unsurlarında olan TSK’de görev alıp saf tutmam kendi değerlerime karşı saf tutmam olur.
Bu coğrafyada insanları kendi değerlerine ve yakınlarına karşı savaştıran zihniyet, TC devleti ile beraber ortaya çıkmadı. Bu zihniyetin kurduğu yeniçeri ocağı da aynı işlev için kurulmuş bir ordu idi. Hıristiyan çocukları ailelerinden zorla alınarak, bu kişilerden, bugün zorunlu eğitim ile yapıldığı gibi, Osmanlının resmi dinine uygun kişiler yaratılır. Sonra da ailelerine ve onların değerlerine karşı savaştırılırlar. Bu çerçevede bana dayatılan zorunlu askerlik hizmeti çağdaş bir yeniçeri dayatmasıdır.
Zorunlu askerlik dayatması felsefi, dinsel temellerin dışında en basit, temel insani değerlerle de çelişen bir zorbalık türüdür. Bir insan ne için öleceğine ve ne için kendini feda edeceğine karar veremiyorsa o kişiye ne kadar insan olma şansı tanınmıştır?!
Anayasa, bu zorbalığı “vatan hizmeti” şeklinde tanımlamıştır. “Vatan” denilen yer bazı efendilerin “sınırlarını çizdiğimiz bu yer senin vatanındır” dediği alan ise böyle bir tanımlamanın bende anlam olarak bir karşılığının olmadığını söylemeliyim. Bu alanın efendilerinin isminin “Tayyip, Abdullah, Mustafa” olması bu alanı benim vatanım kılmaz. Bende anlam olarak karşılığı olmayan vatan; özgürlük ve de adalet içerisinde yaşayabildiğim yerdir.
Bu sebeple ortada bir efendi olduktan sonra isminin Abdullah veya Papandreou olması bir şeyi değiştirmez. Şairin dediği gibi “Dört incilden Yuhanna'yı tercih edişim niye?”
Zorunlu askerlik hizmeti yapılması kaçınılmaz bir gereklilik olarak uygulanmamaktadır. Uygulama çoğunlukla angarya işler ve eşitsizlikler toplumu olarak devam etmektedir.
Eşitsizlik hizmetin dağıtıldığı anayasa maddesinin kanun ile düzenlenmesiyle başlamaktadır. Anayasada “her türk vatandaşı” diye bir ibare geçerken hizmeti düzenleyen kanun maddesi sadece erkeklere bir düzenleme getirmektedir. Burada kadınlar “vatandaş” olarak mı yoksa “eşit” olarak mı kabul edilmemektedir?! Eşitsizlik hizmetin erkekler arasında paylanması esnasında doruğa ulaşmaktadır. Bir üniversite mezunu (en niteliksiz olanı bile) teğmen veya kısa dönem olarak askerliğini yaparken nitelikli bir meslek erbabı ya tamamen askerlikten uzak veya mesleğinden uzak angarya işlerle er olarak kullanılmaktadır. Üniversite mezunu teğmen olarak iyi sayılabilecek ücretlerle bu hizmeti yerine getirirken meslek erbabı mesleğine uygun bir hizmette bulunsa dahi hizmetini bedavaya icra etmektedir. Beyaz yakalılar daha bir vatandaş ve daha bir eşit iken, tulumlular daha az vatandaş ve daha az eşit olarak hizmetlerini yapmaktadırlar.
Zorunlu askerlikte ısrar eden ve bunun ajitesini yapanlar hizmete alınan gençlerin hangi işlerde kullanıldığını açıkça anlatmak zorundadırlar. Mesela kaç kişinin hiç silah dahi almadan askerlik yaptığını, kaçının üç-beş mermi ile askerliğini tamamladığını, kaçının geri hizmet adı altında tamamen mesleki işlerde kullanıldığını ve kaçının bir askerin alması gereken fiziksel ve silahlı eğitimden geçirildiğini anlatmak zorundadırlar. Bahsi geçen askerlerin yerine alınacak işçiler ile kaç bin gencin boşa çıkacağı açıklanmalıdır. Bütün bu sayılara angarya bile denmeyecek işlerde kullanılan (posta, çaycı, kantinci, ot yolucu, hayvan bakıcısı...) asker sayısı eklenince ortaya çıkan rakam durumun vahametini ortaya koyar. Zorunlu askerlik hizmetinin ekonomik ve sosyo-psikolojik açıdan topluma verdiği zarar ortaya çıkar. Bütün bunlarla beraber vatan hizmeti diye sosyal çevrelerinden kopartılan bu gençlerin kendi psikolojilerine, ailelerine ve ekonomilerine verdiği zarar düşünülünce durumun vahameti acıklı bir hal almaktadır. En vahimi ise binlerce gencin gazinolar, orduevleri, tatil köyleri ve kamplarda subaylar ve yakınları için istihdam edilerek bedavaya tam bir hizmetçi olarak kullanılmasıdır bu gençler vatan hizmeti diye çağrılıp TSK seçkinlerinin hizmetinde kullanılmaktadır.
Bütün bunlar göz önüne alınınca zorunlu askerliğin halkın sırtında yük olduğu anlaşılmaktadır. Zorunlu askerlik miadını bitirmiş, profesyonel askerlik kendini dayatmıştır.
TC devletinin temel ilkelerinden olan “hukukun üstünlüğü” ve “adalet mülkün temelidir” ilkelerinin fikriyatta ve pratikte bir karşılığı olabilseydi, yukarda sayılan bütün zulüm, zorbalık ve adaletsizlikler yaşanmayacak, münferit eylemler düzeyinde kalacaktı.
Bu ilkeleri sağlıklı bir zemine oturtacak iki ana kurum vardır. Biri parlamento diğeri mahkemelerdir.
Parlamentonun hukuka uygun yasalar çıkarması gerekir. Fakat parlamentonun maddi ve manevi iklimi bunun için yeterli değildir. Parlamentonun gücü, bazı insani enstrümanları kullanabilme hakkını hukuka uygun bir şekilde düzenlemekten öte değildir. Zihnin manevi yapısı, yasaların hukuka uygunluğu kavramına yabancı iken, hukukun üstünlüğünden söz etmek “sözde hukukun üstünlüğü” şeklinde mümkündür.
Parlamentoca yapılan ceza kanunlarında, mağdurun şikâyetinin, mütecavizin alacağı ceza üzerinde etkisi “devede kulak” kadardır. Aynı şekilde mağdurun mütecaviz kişiyi affı da kayda alınmamaktadır. Aynı parlamento hak sahibi kendisiymiş gibi mütecavizleri mağdura hiç sormadan bağışlayabilmektedir. Yine aynı parlamento devlete karşı işlenen suçlarda hiçbir şekilde af yoluna gitmemektedir. Doğru davranış devlete karşı işlenen suçları affetmek şeklinde iken tam tersi uygulanmaktadır. Bu örnekten anlaşılacağı üzere ortada hukukun üstünlüğü değil devletçiliğin üstünlüğü vardır.
Mahkemelere yani adaleti tesis edecek yerlere gelince iş artık kaosa dönüşüp, adalet sözde bile değil, duvardaki bir süsleme olarak yaşamaktadır. Bunun birinci nedeni yukarda bahsedilen zihniyetin mahkemeler üzerindeki etkisi ve yansımasıdır.
1. Duruşma salonlarının savunma ve iddia makamları için eşit düzenlenmemiş olması adaletin daha baştan bu salonlarda gerçekleşmeyeceğinin işaretidir. Yıllarca sürüp bir türlü neticelendirilemeyen davalar mevcut dava sayısının büyük çoğunluğunu oluşturmaktadır. Çeşitli bahanelerle yılarca süren davalarda hangi adalet sağlanabilir.
2. Mahkeme başkanlarının yasalara-devlete olan bağlılığı hukuka olan bağlılığını bastırdığından birey ve devletin yararlarının çakıştığı yerde netice genellikle devlet lehine sonuçlanmaktadır. Bugün on binlerce çocuk cezaevlerinde örgüt üyesi olmak ya da yardım ve yataklıktan yatmaktadır. İğneyi kendine çuvaldızı başkasına batıran başbakanın “one minute” çektiği israil’in on katı kadar çocuk türkiye hapishanelerinde yatmaktadır. Bu çocuklar; katillerin, tecavüzcülerin aldığı kadar ceza almaktadır. Devlete bir taş at, vatandaşı öldürmek kadar ceza al... Bu durum mülkün yani devletin temelinin adalet ile tesis edilmediğinin; ancak mülkün mahkemeler eliyle yapılan zulümler ile devamının sağlanmadığının göstergesidir.
3. Devletin üstünlüğüne inanan zihniyetin parlamento başkanı, Dağlıca’da esir alınan askerlerin serbest bırakılmasına “sevinemezken” bu zihniyetin adliyedeki tecellisi “niye ölmedin” gerekçesiyle cezalandırılması şeklinde olmuştur.
Dağlıca'daki askerlerin komutanı ödüllendirilmiş, Adana askeri cezaevinde işkence ile öldürülen erin faturası da erlere kesilmiştir. En son olarak sözde “hayata dönüş operasyonlarında” öldürülen onlarca mahkûmun yıllarca süren takibatının ardından hazırlanan iddianamede tek suçlu yine erler olmuştur. Mahkemeler, devletin toplum üzerindeki baskı rejiminin bir aygıtı durumuna gelmiştir. Benim tutuklanma gerekçem olan “askeri disiplinin tesisi” gerekçesi daha doğru bir ifade ile toplum üzerine uygulanan baskı rejiminin tesisi olsaydı kanunda daha samimi ve tutarlı bir gerekçe olurdu.
Bu mahkemeler beni en temel ve en doğru insani eylemimden dolayı yargılamaktadır. Bu mahkemelerden hiçbir zaman adil karar beklemiş değilim. Moda tabiriyle “adalete güvenmiyorum”. Yine de yapılacak yargılamanın en ilkel devlette bile olan yasalar ile yargılanmam gerektiğini düşünüyorum. Eğer mahkeme yaptığı işe yargılama olarak bakıyor ise...
Yasal çerçevede yargılanmak için ortada eylemime uygu eylemimi suç olarak tanımlayan yasa olmayınca sistemin ne olursa olsun devamına inanan mahkeme durumdan vazife çıkararak beni yargılamaktadır. Ortada yasa olmayınca mahkemelerin soyunduğu bu iş bırakalım hukuku, en basit mantık kurallarını dahi hiçe sayarak devam etmektedir. Kimsenin nerede biteceğini bilmediği bir kısır döngüye dönüşmüştür.
Askeri mahkemelerde yargılanmaya itirazım, askerlik “askerlik şubesinde başlar” gerekçesiyle reddedilmiştir. Benim şubeye zorla getirilmiş olmam ve getirilmeden önce durumu dilekçeyle askerlik şubesine bildirmiş olmam mahkemece göz önüne alınmamıştır. Asker kişi olmayı reddetmem yasal olarak suç olmayınca elbise giymeme, yanaşık düzen eğitimini reddetme diye iki emre itaatsizlik suçu işlediğim kanısıyla tutuklandım. Mahkeme geçen zaman içinde ortaya çıkan garabeti çözme gayretiyle “hizmetten sıyrılmak için emre itaatsizlikte ısrar” diye bir madde bulup yargılamaya bu madde ile devam ettiler. Bahse konu maddede hizmet kelimesi geçtiğinden olacak ki garabetin ortadan kalkacağı düşünülmüş olmalı.
Her şeyden önce mahkemeye “böyle bir suçu işlemek mümkün mü” ve “daha önce bu maddeden kimse ceza aldı mı” diye sormak istiyorum. Çünkü böyle bir suçu işlemek imkânsıza yakın bir olasılıkla mümkündür. Eğer hizmet kelimesinden kasıt -askerlik hizmetinin kendisi ise bu suç işlenemez.
Bu maddenin anlamını açtığımız zaman kişinin sıyrılması yani paçayı yırtması, askerlik hizmetini kabul ediyor görünüp hizmete müteallik emri yerine getirmeyip amiyane ifade ile bu itaatsizliğini dümen tutuyor olması gerekir. Benim tavrım hizmet için çağrıldığım andan itibaren nettir. Bir şeyleri bir şeylere set koyduğum ya da dümen tuttuğum gibi bir durum söz konusu değildir. Zorunlu askerlik dayatmasına itaat etmeyeceğimi net bir şekilde söyledim. Ortada “karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar” durumu da yoktur. Karakollarınızda ne söylediysem birliğinizde de mahkemenizde de aynı şeyi söyledim.
Benim bu madde ile yargılanmam “her türk asker doğar” felsefesinin gereği bir çıkarım ise yargılama belli bir mantığa oturabilir. Her türkün asker değil bebek olarak doğduğunu düşünüyorum. Yine de bir türk olmadığımın, kürt olduğumdan dolayı bu mantık kurgusunun da yanlış olduğunun bilinmesini isterim.
Mahkeme bu dayanaksız yargılamayı tutuklama-firar durumuna düşürme-tekrar tutuklama sonra filmi tekrar başa sardırma işkencesinin faili durumuna düşmüştür.
Son söz olarak “rabbim Allah'tır” diyen birisi olarak okullarında, camilerinde adliyelerinde, kışlalarında kötülüğü ve karanlığı örgütleyen; şeytanizmin bu topraklardaki yüzü olan bu devletin herhangi bir kurumunda gönüllü veya zorunlu olarak yer almayı reddediyorum. Bana, insanlığıma, İslamlığıma yakışan böyle davranmaktır. Sistemin bekçileri ve hamileri de kendilerine yakışanı yapsınlar. İyi son, yaptığı işte Allah'ı hesaplayanlarındır."
__________________ yalnız Allah'a teslim ol ve şahitliği dosdoğru yap...
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma