Yazanlarda |
|
Guests Guest Group
Katılma Tarihi: 01 ekim 2003 Gönderilenler: -259
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
asım Yazdı:
|
1. |
|
Aydınlanma Kur'an-ı Kerimin Ortaya Çıkış Süreci Arif Güneş
Bir müslüman için, özellikle Hz. Peygamberin yokluğunda, din bakımından temel müracaat kitabı, şüphesiz, Kur'an-ı Kerimdir. Bu yüce kitap, bilinmektedir ki, bundan 1400 yıl önce Arabistan'ın Mekke şehrinde bir Arap olan Hz. Muhammed tarafından insanlara duyurulmuştur. Böyle olunca; muhtevasının yanı sıra teşekkül sürecini de bilimsel araştırma metodları ile ortaya koymak, bu yüce kitaba hem bir hizmet ve hem de insanların bilgi ihtiyacını karşılamağa bir katkı olur.
Allah'ın kitabının "teşekkül sürecinin bilimsel araştırma metodları" ile ortaya konması kocaman bir çelişki ve tutarsızlık olmaz mı?
Ama haklısın, aslında sizlerin zihninde onun değeri "Mesnevi" den farkı olmayan "Abdullah oğlu muhammed"in kitabı değil mi?
İşte bu kitapta; Kur'an'ın, Hz. Peygambere bildirilmesi anlamında zikredilen vahyin ne demek olduğu ve nasıl gerçekleştiği, Peygamberimizin vahyi nasıl bellediği ve 23 yıl nasıl muhafaza ettiği, Kur'an-ı Kerimin ne zaman ve kimler tarafından Mushaf yani kitap haline getirildiği, bu iş yapılırken atma, katma veya değiştirme yapılıp yapılmadığı ve nihayet, o işler yapılırken itiraz veya muhalefet olup olmadığı ve olmuşsa sonucunun ne olduğu konuları incelenmektedir.
Bu "terbiyesiz ve küstah" ifadelere söyleyecek söz bulamıyorum,"Allah sizi ıslah etsin" demekten başka.
| |
|
|
|
Yukarı dön |
|
|
putdüşmanı Ayrıldı
Katılma Tarihi: 02 eylul 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 23
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam asım kardeş;
İstersen alıntılama işlemlerine biraz ara ver, ne dersin? Çünkü birbiriyle çelişen, tutarsız o kadar çok rivayet bilgi yığını var ki hangisine güvenelim, insanlar kendi ideolojilerini desteklemek için işine gelen rivayeti cımbızlayıp seçmesini biliyor. Konu kakkındaki şahsi fikirlerini yazmayı denesen olmaz mı?
Mesela sen zikrin korunması denilince ne anlıyorsun?
Muhabbetle...
|
Yukarı dön |
|
|
muhliskul Ayrıldı
Katılma Tarihi: 26 nisan 2007 Yer: Australia Gönderilenler: 854
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Sayin Hakgelenek sizin bana yazdiklarinizda , benimde size hitaben yazdiklarimda bu yazismayi iptal etmemize sebeb olacak hususlar mevcut degil. Bilakis konuya endekslenmis yazilar bunlar. Sahsiniza yazdiklarimda sizi rahatsiz edecek ifadeler kullandiysam, kusura bakmayin. Ben bana terbiyesizlik yapmayan hic kimseye,fikirlerinden oturu kisisel saldiriya gecmem. Birde eger ikazlar yapilacaksa, gerek bu bu baslik altinda, gerekse diger basliklarin altinda, yazan arkadaslara karsi fikri yetmedigi icin, terbiyesizlik yapan kisiye yonetilmelidir. Onun saldirganligina karsi savunma hakkini kullananlari, onun seviyesinde gorerek uyari yapilmamalidir. Kuran'daki adalet anlayisini benimsemis kimseler gibi davranilmasi gerekir. Sanal bir ortamda bile olsa dahi, kahvehane kulturuyle insanlara hitap edenlerin Kuran'in edep anlayisini hic umursamadiklari gozden kacmamalidir. Bunlar bizim icin pek fazla onem tasimiyorsa Kuran hakkinda tek cift soz etmemizin dahi anlami yoktur. Kuran'i onemsiyen kimseler onun edep olculerine riayet ederler. Bu sahsin yazdiklarini okuyun, hicbir fikri kalite olmaksizin saldirmaktan baska bir katkisi olmusmudur. Kultur duzeyi dusuk olmak ayip degil, fakat aydin insanlara husumet besleyip onlara saldirmasi kabullenemez.
Ben, hem kendi hakkima hemde baska arkadaslarin hakkina saldiran bu kimseye karsi dilsiz kesilemem. Ona gereken ikazi direk yapmayip, ortaliga konusan arkadaslari hem pasif hemde haksizliga yandas olarak goruyorum.
Allah'a emanet.
|
Yukarı dön |
|
|
HAKgelenek Uzman Uye
Katılma Tarihi: 05 ocak 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 611
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
merhaba muhliskul.
öncelikle yazdığınız yazılardan dolayı bir rahatsızlık duymadım,sadece bizim yazdıklarımızın konuyla ilgili olmadığını düşünen arkadaşlarla tekrardan tartışıp konuyu fazla uzatmak istemedim.
daha önce ifade ettiğim gibi yazılarınızın bir kısmına katılıyorum,bir kısmına ise katılmıyorum.
insanların yaptıkları yanlışlara yanlış bir uslup ile ara ara bende cevap veririm ama aslında bu uygun bir davranış değil.
bizim amacımız öldürmek olmamalı yaşatmak olmalı bunu her zaman yapabiliyormuyuz hayır.
selam ile
__________________ Nahl.6:Bir güzellik de vardır onlarda sizin için: Sabah saldığınız sırada, akşam topladığınız sırada. Ve lekum fîhâ cemâlun hîne turîhûne ve hîne tesrehûn
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Vahyin toplumsal
şekillenişinin olaylar çerçevesinde gerçekleştiğine (Mekkî,
Medenî, Esbab-ı nüzul, Nesih-Mensuh) şâhid olan, yine Hz.
Muhammedin yapıp-etmelerinin dayanaklarını, sözlerinin vürûd
sebeplerini gören, bilen Hz. Ömer, Kuran ve Sünneti
Allah gibi mutlak, kutsal ve değişmez olarak algılamadı. O,
Allahın tarih boyu insanî eksiklik ve sınırlılıklarla iş
gördüğünü, insana güvendiğini ve birçok büyük değişikliklerin
meydana gelmesine vesile olduğunu biliyordu. O, Kuranın
vermiş olduğu münferit hükümlerin menatı (tabanı, zemini)
değişince Kuranın ruhuna , genel amaçlarına,
maksadına uygun olarak gerçek anlamda ictihad (istîhsan) Kıyas
değil- yaptı.
Hz. Muhammedden çok az hadis rivayet ettiği
gibi; Peygamberin yapıp etmelerini, sözlerini mutlaklaştırıp
olup-olmadık yerde Hadis rivayet edenleri elinde sopasıyla
kovaladı. Ne var ki, Ömer bu yaklaşım tarzında tek kaldı.
Sahabenin bütünü ve devam eden nesiller Kuran ve
Hadisi (Hadis konusunda Mutezilenin, Ebû Hanifenin
temkinli tutumu hariç) Allah gibi mutlak, kutsal ve değişmez
olarak gördüler. Şafiî bunlara Sahabenin icmaını da katarak
sabit kaynakları üçledi. Şafiî, ulemaya ictihad olarak yeni
ortaya çıkacak sorunları Kıyas yoluyla nasslara bağlama
görevini verdi. İlhami Güler _kur’anın indiği toplumda onu anlama sorununun olmadığı kesindir. ona inanmama sorunu vardı. bu da, inad, tekebbür(büyüklenme),
taklit ve cehalet ve menfaat gibi sebeplerden kaynaklanıyordu. fakat
aradan 1400 sene geçmiş olmasından dolayı özellikle arap olmayan
toplumlar için bu metnin birçok bölümünde bir doğru anlama (ne dediğini anlama)
sorunu ortaya çıkmıştır. buna rağmen bugün bile bu metnin büyük bir
bölümünün ne dediği problemsiz olarak anlaşılabilmektedir. çünkü;
a.Allah’ın
insanla konuşmaya karar vermesi, bir iletişim vasıtası olarak
insanoğlunun geliştirdiği dilin bütün zaaflarına rağmen doğru anlamanın
varlığına delalet eder.
b.mantık
kuralları, bir dilin bağlı olduğu gramer kuralları, bütün dillerin
bağlı olduğu ortak kurallar –ki bu kurallar çeviri olayına imkan
vermektedir- doğru anlamanın evrensel kurallarının varlığına delalet
eder.
c.kutsal metinlerdeki din dili şehadet alemine (olgusal alan) ve sosyal alana (hukuk, siyaset, iktisad, askeri) ait konularda dili basit olarak kullanırken, gayb alemi, tarih ve ahlak alanlarında yer yer sembolik (mesel, mecaz, istiare, teşbih kıssa)
bir dil kullanmaktadır. kur’an’ın anlatım üslubunun düz nesir değil,
şiire benzeyen yüksek bir anlatım üslubu olması, kendiliğinden bir çok
yerde anlam zenginliği doğurmaktadır. yalnız bu, hiçbir zaman bir
kelimenin bir ayette birden çok anlama geldiği sonucunu doğurmaz.
klasik “tefsir usulü” disiplinin de dikkat çektiği gibi “vucuh ve
nezair” (bir kelimenin birkaç anlama gelmesi ve bir anlam için birkaç kelimenin vaz edilmesi)
konusu, bu endişeden doğmuştur. zenginlik cümlede ve cümlelerin
toplamında artı bir anlama sahip olan metinde, paragrafta aranmalıdır.
_doğru
anlamanın imkanının var olduğu gerçeği ile birlikte bugün kur’anın
indiği topluma “ne dediğini” hakikate yakın bir düzeyde anlamanın
önünde bazı zorluklar vardır. bu zorlukları ve çözüm yollarının şöylece
sıralayabiliriz:
1.kur’anın nazil olduğu anda kullanıldığı dilin (kelime hazinesinin)
aradan 1400 sene geçmiş olması dolayısıyla, anlam dünyasında bir
değişme meydana gelmiştir. çünkü dil; canlı, yaşayan, değişen ve
gelişen, gerileyen bir yapıya sahiptir. elimizdeki en eski arapça
sözlükler ise en fazla hicri ikinci yüzyıla kadar gitmektedir. bu
zorluğu aşmanın yolu metnin lafzi (literal)
anlamını, filolojik bir arkeoloji ile bulmaya çalışmaktır. kur’an’ın
indiği yüzyıla ait edebiyat ürünlerinin azlığı böyle bir çalışmayı
güçleştirmektedir. fakat bu tip çalışmalara devam edilmelidir.
arkoun’un dediği gibi bu tip çalışmalarda arkeoloji, etnoloji ve
lehçe-bilimden de yararlanılmalıdır.
2.kur’anın
alışık olduğumuz türden sistematik bir metin olmaması, bir kitap
olmaması, bir metin olmaması, sözlü bir anlatım olması –arkoun’un
dediği gibi kur’an, sessiz okunacak bir metin değil, ilan edilecek bir
mesajdır- bir konunun kur’an’ın bütünlüğü içindeki yerinin ne olduğunu
ortaya koymayı güçleştirmektedir. çünkü bugün elimizdeki ‘mushaf’ın
büyük bir bölümü 23 senelik bir mücadelenin seyrine paralel olarak
irili ufaklı 450-500 kadar insani (ferdi) ve toplumsal olaya, duruma atfen inmiştir.
bu sorunun çözülmesi için, sağlam bir arkaplan bilgisi (sebeb-i nüzul), nasih-mensuh olayını(veya tedric) mantığını ve kur’an’ın oluşum kronolojisini (mekki-medeni)
kavramak gerekir. ikincisi, semantik çalışmalarla konuların
birbirleriyle olan yeraltı ağlar şebekesinin ortaya çıkarılması
gerekir.[örneğin, ibadetin iktisadla, içihadın savaş (cihad)la ilişkisi]. bu konuda toshihiko izutsu’nun çalışmalarından sonra ciddi adımlar atılmamıştır.
3.arap
olmayan milletler için ayrı bir dil, tarih, coğrafya ve toplumda inmiş
olmasından kaynaklanan zorluk. bu zorluk, dil, tarih kültür, coğrafya
tarihsel ve antropolojik çalışmalarla çevrilen dile ve halka
tanıtılarak aşılabilir.
_netice itibariyle epistemolojide, ahlakda ve metin (hukuki, tarihi, edebi ve kutsal metin) okumada izafiyetçiliği savunmak (postmodernizm)
insanlığın bu alanlarda şimdiye kadar kazandığı birikimi tümden yok
saymaktır. sonucu ise nihilizmdir. doğru bilgi- yanlış bilgi, ahlaki
anlamda doğru-yanlış (iyi-kötü), metin okumada delaletine uygun doğru anlama- yanlış anlama vardır.
_ilhami
güler'in, bilgi vakfı 2. kuran sempozyumu'nda sunduğu 'hermenötik
açıdan kur’an’ı anlama ve yorumlamanın sorunları' isimli tebliğinin bir
kısmıdır
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
BalkanTuran Katilimci Uye
Katılma Tarihi: 09 kasim 2006 Gönderilenler: 62
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam Putdusmani,
Kur'an Kitaptan insanlara okunandir, okumadir: El-Kehf: 27
Koruma altina alinan ise Kitapdir, bakiniz:
56:77 - O, elbette serefli bir Kur'an dir. 56:78 - Korunmus bir Kitaptadir.
Allaha emanet.
__________________ Gercek henuz farketmedigindir. Dayanamazsin...
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Mushaflar bahsi ile sıkı ilgisi olan bir mesele de Kur'an'ın harekelenmesi ve noktalanması işidir. Bilindiği
üzere Arap yazısında nokta ve hareke yoktu. Araplarda İslâmın ilk
devirlerinde Nabatı ile Kûfî adını alan Hiyrî yazı vardı. Kur'an'ı Hiri
yâni Kûfî yazı ile yazarlardı. Buna baştan Hicazi denirdi. Yazı,
Basra ve Kûfe'de ilerlemişti. Bağdadî yazı da meşhurdu. Süslü ve
nakışlı yazılar için Kûfî yazı kullanılırdı. Adi muhaberatta eski şekli
Hicazî yazı kullanılırdı. Mağrip ve Endülüs yazısı bir başkalık arzeder. Yazıya ilk okunaklı ve güzel şekli veren İbni Mukle'dir. İbni Mukle (H. 272-328/M. 885-939) nesih yazıyı kullanmıştır. Türk hattatlarının elinde ise yazı en mükemmel şeklini bulmuştur. Burada yazının geçirdiği safhalardan bahsedecek değiliz.
Baştan
yazı noktasız ve harekesizdi. Kur'an böyle yazılıyordu. Böyle noktasız
ve harekesiz mushaflar yazılmıştır. Bu yazının okunması güç olmakla
beraber bazı iyi cihetleri de vardı. Meselâ: Peygamberden işitilen
kıraatlerin okunuşuna müsaittir. Bir kelimede muhtelif kıraatler
toplanabiliyordu veya kelimenin müsaadesi nisbetinde kıraat ediliyordu.
Yedi kıraatin hepsi Mushafı Osman'ın resmine, yazısına uygundur.
Kıraatde zaten bu şarttır. Misal verelim: وما ربك بغافل عما يعلمون : 123 âyet, noktasız olduğundanتعملون،& #1610;عملون da okunur, her iki kıraate de müsaittir. فناداها من تحتها 19:34 âyet, harekesiz olduğundan " مَنْ مِنْ" = min, men diye her iki türlü kıraate de elverişlidir. İslâmiyet
etrafa yayılınca Arap olmayan unsurlar da Müslüman olmuşlardı. Bunlar
noktasız ve harekesiz Kur'an'ı okumakta herkes gibi güçlük çekiyordu.
Lahne ve hataya düşüyordu. Bu güçlüğü gidermek, hataları önlemek için
hareke ve nokta koyma çaresine başvurulmuştur. Bu iş başlıca üç safha
geçirmiştir: 1-Kelime sonlarında nokta şeklinde harekeler konması, 2- Birbirine benzeyen harfleri ayırdetmek için harflerin noktalanması, 3-Bugünkü şekildeki harekelerin konulması. Bunları birer birer izah edelim: 1-Muaviye'nin Hilâfeti devrindeyiz. A'rabînin birisi: واعلموا
ا 1606; الله برئ من المشركين ورسوله "Va'lemû ennallahe beriün
minel-Müşrikîne ve Resulihi" diye okuyor. Bu okunuşa göre mâna çok
bozuk oluyor. Bu gibi i'rap hatalarını önlemek için Irak Valisi olan
Ziyad ibni Ebih, devrinin âlimi Ebül-Esved Duelî'ye (H. 69/M. 688)
emrediyor. Buradaki hata i'rab hatası olduğundan kelimelerin sonlarının
doğru okunup i'rap verilmesini sağlayacak işaretler koymasını söylüyor.
Ebül-Esved de kelimelerin sonlarına nokta şeklindeki harekeleri koymaya
başlıyor. Üstün için harfin üzerine bir nokta, ötre için harfin içine
veya önüne bir nokta, esre için harfin altına bir nokta koyuyor. Tenvin
için iki nokta koyuyor ve bu işi şöyle yapıyor:
Kâtibine diyor
ki: ''Ağzımı açtığım zaman harfin üstüne bir nokta koy, ağzımı
topladığım vakit harfin içine bir nokta koy, esre okuduğum zaman harfin
altına bir nokta koy!" O zaman bugünkü ıstılahlar henüz olmadığından
böyle basit tâbirlerle, basit bir yolda harekeleme işini yapti.
Tenvin
için iki nokta koydu. Sonraları bu tarz, noktayla harekeler kelimenin
bütün harflerine teşmil olundu. Ancak bunlar Mushafın yazılmış olduğu
mürekkebin rengine uymayan bir renk ile yapılıyordu. Bu usul Mağripte ve Endülüste Dördüncü asrın ortalarına kadar devam etmiştir. Şarkta Halil ibni Ahmed'in harekeleri yayıldığı halde onlar bu tarzı bırakmadılar. Böyle
kelimelerin sonları veya bütün harfleri nokta ile harekelenmiş
Mushafları görüyoruz. Bazan bu noktalar küçük bir daire şeklini
almıştır (o). Bilhassa harflerin noktalanmasından sonra hareke
noktalariyle harf noktaları birbirine karışmasın diye daire şeklindeki
hareke noktaları behemehal lâzımdı. Baştan harflerde nokta olmadığından
bu iltibas yoktu. Ayrı renkte olmak, işi halledemiyordu. Hareke
noktaları asıl yazıdan sanılmasın için harflere mahsus ve ekseriya
siyah olan noktalardan ayrılmak üzere Mushaflarda ayrı renkte konurdu.
En eski Mushaflarda kırmızı, sonraları sarı, yeşil ve nadiren mavi
renkle yazılırdı. Nokta yerine konulan küçük daireler de böyledir. Dinî
olmayan eserlerde ise bu harekeler hiç kullanılmaz. Bu usule göre: والقلم وما يسطرون âyeti şöyle hareke alır: وْالقْلْ 05; وْمْا يْسطرْوْ 06;ْveya وْالقْلْ 05; وْمْائسط 18;روْنْ 2-
İkinci merhale: Harfler birbirine benzediğinden yine iltibasa
düşülüyordu. Hattâ bu yüzden hatalara düşüldüğü söyleniyor. Onun için
birbirine benzeyen harfleri ayırdetmek için Haccac zamanında (H. 41-95/M. 661-713), Nasr bini Âsim (H. 89/M. 707) ve Yahya bini Ya'mer (H.
129/M. 746) harflere nokta koyma işini başardılar. Harf noktaları aynı
renkte yâni siyah idiler. Hareke noktaları ise başka renkte idi. İbni
Hallikân "Vefeyâtül-A'yân" da Haccac'ın tercümeihalinde diyor ki: "Ebu
Ahmet Askeri "Kitabüt-Tashif' de hikâye ediyor: Bütün nâs 40 yıldan
fazla Mushafı Osman üzere kıraat ettiler. Abdül-Melik bini Mervan
zamanına kadar böyle gitti. Sonra Irak'ta tashif yayıldı. Haccac
işaretler vaz'ını kâtiplere emretti. Nasr bini Âmir ve Yahya bini
Ya'mer bu işi yaptılar. Harflere tek ve çift noktalar koydular." Bu da
Emevilerden Abdül-Melik bini Mervan zamanında yapıldı. Harflerin
noktalanması muhtelif safhalar geçirmiştir. İslâm Ansiklopedisi diyor
ki: En son noktalanmış olan harf (8) dir. Bu her halde 11. asrın son
yarısından daha evvel vâki olmamıştır. Bazan (Kûfî yazı ile yazılmış
Kur'an'larda hemen daima) noktalar sol aşağıdan sağ yukarıya giden
meyilli çizgiler şeklinde konulmuştur. Noktaların çift olanları, bazan
şakulî ve bazan mail vaziyette olmak üzere yanyana konulur. Üç noktalar
düz bir hat istikametinde sıralanır. (Ş) ش harfinde ise bu noktaların
üçü ekseriya bir çizgi şeklinde gösterilir. Bu noktalama işi muhtelif
şekillerde yapılmıştır ve türlü safhalar geçirmiştir. Çeşit harflere
türlü noktalar konulmuştur. K ق 3. asrın ortalarına kadar bu şekilde noktalanmıştır." Yakın zamana kadar ق ile (Fa)ف aynı yazılıdırق .ل harfi de ن'a benzer. İlk
harekeler nokta şeklinde olduğundan bazıları nokta ile harekeden
hangisi evvel olduğunu karıştırıyorlar. Evvelâ nokta kondu, sonra
hareke verildi, sanıyorlar. Nokta ile harekeyi birbirinden
ayıramıyorlar. Halbuki evvelâ hareke, sonra nokta konulmuştur. İlkin
harekeler nokta şeklinde idi. Bugünkü harekeler daha sonra yapılmıştır.
3-
Ve işin üçüncü merhalesi odur. Hareke noktaları ikinci asrın
ortalarında bugünkü şekilde harekelere çevrilmiştir. Ebül-Esved'in
koyduğu hareke noktaları yerine bugünkü harekeleri koyan Halil ibni
Ahmet (H. 100-170/M. 718-786) olmuştur. Bunları sesli harflerden, harfi
medlerden almıştır. Ötre vavdan, üstün mail eliften ibarettir. Esre de
kısaltılmış Y'dir. Cezim ve şedde gibi işaretler harekeden sonradır.
Bunları da Halil icad etmiştir. Teşdid işareti şedde kelimesinin(Ş - ش
harfinden alınmıştır. Hakikaten bugünkü harekeler çok lüzumlu idi.
Okumayı kolaylaştırmak için noktalar çok konuldukça, hareke noktaları
ile harf noktaları birbirine karışmaya başladı. İki türlü mürekkep
kullanmak güç bir işti. Hasan Basri ve Muhammed bini Şirin, Mushafın
noktalanmasında bir beis olmadığını söylerler. Nevevi ise Mushafın
noktalanması ve harekelenmesi müstehaptır diyor. Zira lahn ve tahriften
korur. Noktayı kusur sayanlar olmuştur. Hele tahriratta cehalet
eseri imiş. Fakat noktasız yazı yüzünden bazı hatalar olmuş ve
felâketlere bile sebep olmuştur. Hareke Kur'an'dan başka muharreratta
kullanılmazdı, sonradan başladı.
Ayetlerin sonundaki
duraklar daire içinde meyilli çizgiler şeklinde yazılırdı. Hattâ satır
sonlarında böyle meyilli çizgilere çok sonraki tarihlerde diğer
yazılarda da rastlanır. Daha sonraları âyetin sonunu göstermek için
yalnız daire yapılmaya başlanmıştır. Ancak bu daireler beşinci âyeti
göstermek için üst kısmı yukarı doğru sivri bir uç halini alır. Onuncu
âyeti göstermek için süslü bir daire yapılır. Bazan dairenin içine
rakam ve daha sonraları harfle on yazılı bir murabba konur. Bu murabbam
Mushafın metnine değil de kenarına konulduğu da vardır. Altıncı asırdan
sonra bu tarz kayboluyor. Orta zamanlara ait Mushaflarda âyetlerin
sonları daireler, yahut güllerle işaret olunuyor, içi süslü duraklar
yapılıyor. Süslü başlıklar, kenarlarında hizib, cüz', aşır işaretleri
yapılıyor.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
KURANIN MUHAFAZASI ve YAKILMA HADİSESİ
Dr.Veli Ulutürk
KIRAAT İHTİLAFI
İhtilafa sebep olan bu kıraat farkları nedir? Aslında ihtilafa
sebep olan bu kıraat farkları büyütüldüğü kadar değildir; fakat
müslümanların kitablarına olan hassasiyetleri, titizlikleri ve Kur'an'ı
muhafazaya olan hırsları, haklı olarak bu konuyu daha önemli kılmıştır.
Kur'an-ı Kerim açık bir Arapça ile nazil olmuştur (Şuara, 195; Zümer,
37; Şuara, 7). Ayrıca hadis-i şeriflerde, Peygamber
Efendimiz(sallallahu aleyhi vesellem) (s.a.v), "Bu Kur'an yedi harf
üzere indirilmiştir. Ondan kolayınıza geleni okuyun" buyurmuştur. Bu da
böylece hadislerle sabittir. Alimler, bu gibi hadislerde geçen "harf"
kelimesinin manası hususunda ihtilaf etmişlerdir. Başlangıçta Kur'an'ın
Arap kabileleri arasında sür'atle yayılabilmesi için Cenab-ı Hakk
tarafından, Peygamberimize Arapça'nın değişik lehçeleriyle Kur'an’ın
okunmasına müsade verilmişti. Arapların büyük çoğunluğu müslüman olup,
Kur'an'a ve Arapça'nın en fasih lehçesi olan Kureyş lisanına alışınca,
yine asr-ı saadette Kureyş lehçesi iyice yerleşmiştir. Bu değişik,
lehçelerle okuyuş, her ayette olan birşey değildir. Kur'an'ın bazı
kelimelerinin değişik telaffuzlarla okunması, bir takdim-tehir
bulunması veya aynı manaya gelen müteradif kelimeler şeklindedir (2).
Farklı hüküm, tezad ve tenakuz ortaya çıkaracak şeyler değildir.
Kur'an' tezad ve tenakuzdan münezzehtir (3). İşte başlangıçta müsaade
edilen bu farklı okuyuş, ayrı ayrı bölgelerde, birbirlerinden farklı
telaffuzlu kimselerden alınıp, öylece oralarda yerleşince, bir kıraat
ihtilafına sebep olmuştur. Hazreti Osman (radıyallahu anh)'ın işte bu
ihtilafı önlemek için istinsah heyetine, ihtilaf ettikleri noktalarda
''Kureyş lisanı ile yazmalarını, çünkü Kur'an'ın onların lisanı ile
indiğini" (4) söylemesi bundandır. Kureyş lisanı demek, herhalde
Arapça'nın en fasih lehçesi demektir. Yoksa Arapça'dan ayrı bir dil
değildir. İşte Hazreti Osman bu harf ile birliği sağlamak istemiştir.
Bu görüşte olan alimler şunlardır: Beyhaki, el-Ebheri, Kamus sahibi
Firuzabadi, Ebu Ubeyd'dir (5). İbn Kuteybe ve İbnü'l-Cezeri de bir
yerde, harfin lehçe olduğunu söylemişlerdir (6). Büyük müfessir İbn
Cerir et-Taberi de aynı görüşü savunur (7). Muhakkik alim Tahavi de
aynı görüştedir. Bunu Tecrid-i Sarih'in ilgili yerlerinde, aynı görüşü
savunan merhum Kamil Miras ifade eder (8). Ahmet Cevdet Paşa da buna
uygun bir görüş belirtir (9). Aynı görüşte olan Prof. Dr. Süleyman
Ateş, İbn Abdilberr'in de bu görüşte olduğunu bildirir (10). Bu ihtilafa bir diğer sebep de o zamanki Arap yazısının noktasız
ve harekesiz oluşu ve bugünkü gelişmiş yerleşmiş imla kaidelerine sahib
olmayışıdır (11). Lehçe farkını sadece bir kelimedeki telaffuz farkı
olarak kabul etmek, dil vakı'asına uygun düşmez. Lehçelerde aynı manaya
gelen değişik kelimeler de bulunabilir. Biz bu alimlerin tercihine
uyduk. Bunlar ictihadi görüşlerdir (12). İşte Hazreti Osman (radıyallahu anh), Kureyş lehçesi üzerinde
birliği sağlamıştır. Bütün Ashab da onu tasvib etmiştir. İünkü değişik
harflerle okuyuş, belirli bir zaman için verilmiş bir ruhsat idi. Aynı
harfler devam etseydi, ihtilaf nasıl önlenecekti? Halbuki Ashab ve
ümmet Kureyş lisanı üzerinde icma ve ittifak etmekle bu birliği
sağlamışlardır.
KUR'AN'IN YAKILMASI OLAYI
Kur'an'ın yakılması olayı, kamu oyunda verilmek istenen imajdan çok
farklı bir mahiyet arzeder. İünkü bu olay da Kur'an'ın muhafazası için
alınan tedbirler halkasından birisidir. Bu hususta kaynaklarda fazla
teferruatlı bir bilgi yoktur. İünkü mes'elenin özü ve hedefi önemlidir.
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, Hazreti Osman (radıyallahu anh),
çoğaltılan mushafları önemli İslam merkezlerine gönderince, bunlar
dışında elde bulunan özel sahife ve mushafların bir rivayete göre
yakılmasını (13), bir rivayete göre yırtılmasını (14) veya bir rivayete
göre yıkanıp temizlenmesini yani silinmesini emretti (15). Burada (H)
harfinin noktalı veya noktasız olmasından da değişik mana çıkabilir.
Noktasız yakma, noktalı (Hı) yırtma, parçalama manasına gelmektedir.
İbn Hacer "Rivayetlerin, çoğu yakma hususunda sarihdir" der. Belki de
bazıları, yazıları iyice giderebilmek için önce yıkamış veya yırtmış,
sonra da yakmışlardır. Yırtma, yıkama ve yakma birleştirilebilir (16).
Gömüldüğüne dair de bir rivayet vardır (17). R. Blachere de her üç
rivayetin bulunduğunu kabul eder (18). T. Nöldeke, yakma işlemini
gereksiz görür. Yakma yerine, yıkanıp temizlenir ve o malzeme yeni bir
yazı için kullanılır, görüşünü ileri sürer (19). Mes'elenin özü, bazı müsteşriklerin veya onlara tabi olan kötü
niyetli kimselerin vermeye çalıştıkları, Kur'an'ın varlığını ortadan
kaldırma mes'elesi değildir. Tam tersine Kur'an'ın korunması için
alınmış bir tedbirdir. Hazreti Osman örnek mushafları büyük İslam merkezlerine
gönderirken, az önce bahsettiğimiz kıraat ihtilafını ortadan kaldırmak
maksadıyla, şehirler halkına "Ben şöyle bir iş yaptım (Bundan başka)
yanımda bulunan (sayfaları) yok ettim (sildim). Siz de (bundan başka)
yanınızda bulunanları siliniz (20) talimatını yazmıştır. Hazreti Osman, yaptığı te'lif, tanzim ve teksiri bütün ashabın
görüşünü alarak onların ittifakıyla yapmıştır (21). Birliği sağlamak
için her güzel tedbiri almıştır. Onun Kur'an'a bu hizmeti herkese nasib
olmayan meziyetlerindendir (22). Suveyd bin Gafele'nin Hazreti Ali'den
rivayeti şöyledir. "Osman hakkında hayırdan başkasını söylemeyin!
Vallahi o mushaflara yaptıklarını ancak bizden bir cemaatin önünde
yaptı (23). O kendiliğinden Kur'an'da asla bir değişiklik yapmamıştır. İbnu
Zubeyr, Hazreti Osman'a Bakara, 234, ayetinin başka bir ayetle nesh
edildiğini söyleyerek, "Onu niçin yazıyor veya yerine koyuyorsun?" diye
sordu. Hazreti Osman'da "Yeğenim, Kur'an'dan hiç bir ayeti yerinden
değiştiremem" demiştir (24). Hazreti Osman resmi mushafları ortaya koyduktan sonra, içerisinde
Kunut duaları, tefsir kabilinden Kur'an'dan olmayan notlar ve ahad
yoluyla gelen rivayetler gibi şeyler bulunan şahsi sahife ve mushafları
yaktırmıştır (25). Bu tedbir, dinen, eskimiş, silinmiş ve okuması
zorlaşmış nüshaların, ortada hürmetsiz bir şekilde dolaşmaması için
yakılması gibi bir şeydir. Bunda dinen bir sakınca yoktur (26). Bunu
ümmetin tasvibinden anlıyoruz. Hem ümmet, Hazreti Osman'ın bu icraatını
benimsemeyi dindarlıklarının bir tezahürü olarak görmüşlerdir. Yoksa A.
Jeffery ve R. Blachere gibi müsteşrik ve misyonerlerin vermeye
çalıştıkları nüshalar arasındaki zıtlık ve mübayeneti Hazreti Osman
otoritesiyle ortadan kaldırmış değildir (27). Bunun öyle olmadığını,
ümmetin, Hazreti Osman'ın yakma tedbirini de dindarane bir görev
bilerek benimsemeleri ve bu yüzden Osman mushaflarının kısa zamanda
bütün İslam beldelerinde tutulup yayılması ve birliği sağlaması
gösterir. Ebu İshak, Musab bin Sa'd'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hazreti Osman mushafları yaktırdığı zaman çok insanlara uğradım. Onlar
bunu beğendiler. Onlardan hiç kimse bunu yadırgamadı (28). Yine aynı
zattan "Muhammedin ashabı "Vallahi, Osman iyi etti" dediler şeklinde de
rivayet gelir (29). İbn Battal, Hazreti Osman'ın bu davranışından
"İzerinde Allah(celle celalüh)(celle celalühü) ismi yazılı şeyin
yakılmasının caiz olduğu kanaatına varmıştır"(30). Rafizilerin bu konuda Hazreti Osman'ı ithamlarına gelince,
bunların tutarsızlığını Hazreti Ali'den naklettiğim ve edeceğim tarihi
beyanlar ortaya koymaya kafidir (31). Suveyd bin İafele Hazreti Ali'nin
şöyle dediğini rivayet eder: "Ey insanlar! Osman hakkında aşırı
gitmeyiniz. Mushaflar hakkında ve mushafları yakma hususunda onun için
hayırdan başka bir şey söylemeyiniz. Vallahi o, mushaflar hakkında
yaptığını bizden ileri gelen bir topluluğun hepsinin önünde yapmıştır"
(32). Yine Hazreti Ali (radıyallahu anh) Osman mushafları yaktığı zaman
"O yapmasaydı onu ben yapardım" demiştir (33). Suveyd bin İafele Ali
bin Ebi Talibi "Ey insanlar topluluğu!. Allah(celle celalüh)(celle
celalühü)'tan korkunuz! Osman hakkında aşırı gitmekten ve Kur'an
yakıcısı demekten sakınınız. Vallahi, bunları bize, Rasulullah'ın
ashabına danışmadan yakmadı" derken işittim demiştir (34). İmer bin
Said, Hazreti Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hazreti Osman
zamanında vali (idareci) ben olsaydım, mushaflar hususunda Hazreti
Osman'ın yaptığı gibi yapardım" (35). Hazreti Ali (radıyallahu anh) da
Osman mushafını okur, onu rehber ittihaz eder ve daima onunla
hükmederdi (36). Bu ifadeler karşısında, gulat-ı şia'nın ve onların iddialarını
öne çıkaran müsteşriklerin tutumlarının ne kadar mesnedsiz, asılsız ve
batıl olduğu ortadadır (37). T. Nöldeke bile şöyle demek zorunda
kalmıştır: "Böylece devlet adamı olarak O (Osman), en anlamlı işi
yapmış, hatırasını taçlandıran tek hareketi gerçekleştirmiştir (...)
Tersine Abdullah bin İmer ve Ali gibi ileri gelen kişiler her ne kadar
kişisel siyasal olarak Osman'a karşı idilerse de bu konuda onunla
uyuşmuşlardı" (38). İu halde Hazreti Osman'ın gerekli şartları haiz olmayan bozuk
kıraatli suhuf ve mushafları yakma kararı şüphesiz hikmetli bir
davranış olmuştur. İünkü onların kalması, bilhassa insanların
Rasulullah zamanından uzaklaşmasıyla ihtilaf sebeplerinin artmasına
sebep olurdu. Hazreti Osman'ın yaptığı sahabe (radıyallahu anh)'ün
gönülden kabul ve tasvibine mazhar oldu (39). Herkes onun mushafını
benimseyip kendi mushaflarını yaktılar. Osman mushafında toplandılar
(40). Bunun bir istisnası Abdullah bin Mes'ud ise, önceki itirazından
bilahere vazgeçmiş ve cemaatin haziresine dönmüştür. Hazreti Osman
mushafının üstünlükleri, ümmetin onun üzerinde toplanması ve bu
husustaki söz birliği ortaya çıkınca, Allah(celle celalüh)(celle
celalühü), İbn Mes'ud'a Osman mushafına dönmeyi ilham etmiştir. İünkü
onun mushafı tüm ümmetin mushafı idi. Böylece İslam'ın seması ihtilaf
ve niza' vebalarından temizlendi (41). Yoksa bu birliği sağlamak için, müsteşriklerin iddia ettikleri
gibi zor kullanılmamıştır. Hazreti Osman (radıyallahu anh)'ın
memurlarının, her evi, çöldeki her çadırı, her köyü ve her şehri
tarayıp da onlardaki mushafları yakmaları mümkin değildir(42). Bu zorla
olacak iş değildir. Nitekim Hazreti Osman'ın emrine rağmen özel
mushafların saklandığı, İbn Ebi Davud gibi kimselerin,
Kitabu'l—Mesahif'de nüsha farklarını belirttikleri mushaflardan
anlaşılmaktadır (43). Ancak bunlar ümmetin tasvibine mazhar olmamış,
sönüp gitmişlerdir.
HAFSA MUSHAFI VE SONUÇ
Burada son olarak yine büyütülmek istenen, Hafsa (radıyallahu anh)
mushafının yakılması rivayetine temas etmek istiyoruz. Ebu Ubeyd ve İbn
Ebi Davud, İbn İihab tarikiyle, Salim bin Abdullah'ın şu rivayetini
haber verirler: Mervan, Muaviye tarafından Medine valisi olduğu zaman,
Hafsa'ya adam gönderip Kur'an yazılı sahifeleri istiyordu. O da
vermekten kaçınıyordu. Salim şöyle der: "Hafsa vefat edip de biz onun
defninden dönünce, Mervan kararlılıkla Abdullah bin İmer'e adam
gönderip "O sahifeleri kendisine göndermesini" istedi. Abdullah onları
ona gönderdi. Mervan da onların yırtılmasını emretti. Mervan "Bunu
sadece aradan uzun zaman geçmesiyle, bu sahifeler hakkında birinin
şüphe etmesinden korktuğum için yaptım" dedi (44). Ebu Ubeyd'in bu
rivayetinde sahifelerin yırtıldığı bildirildiği halde, İbn Ebi Davud'un
rivayetinde, Mervan'ın aynı gerekçe ile o mushafı yaktığı haberi vardır
(45). Yıkadığı da rivayet edilmiştir (46). T. Nöldeke "Haber
kuşkuludur. Verilen gerekçe Osman edisyonunun, Hafsa edisyonunun
kopyası olduğu yolundaki olguyla uyuşmamaktadır" (47) der. Bu haberin sıhhat derecesini bilmiyoruz. Ancak şunu biliyoruz ki,
Mervan zamanından çok önceleri, Hazreti Osman mushafları resmi mushaf
olarak yayılmış, yerleşmiş ve bütün İmmet tarafından benimsenmişti.
Hazreti Hafsa (radıyallahu anh) 'ın mushafı zaten Hazreti Osman
mushafının esası olduğu için sadece bir hatıra değeri taşıyordu. Bu
rivayet sahih bile olsa, ümmet olayı önemli görmediği için üzerinde
durmamıştır. Eğer esasa dokunan bir şey olsaydı, büyük tepki olur,
istisna kabilinden tepkilerin bile nakledildiği gibi o da nakledilirdi.
Asırlar sonra bazı müsteşriklerin ve onların tesirinde kalan bazı
şaşkınların, büyük bir şey varmış gibi bu mes'eleyi kurcalamaları hiç
önemli değildir. Bu meselede asıl olan müslümanların tutumudur. Çünkü
kitab, onların kitabıdır. Onlar kitabları konusunda her zaman için,
herkesten çok daha titiz olmuşlardır. Hem sonra Hafsa (radıyallahu anh)
nüshası, elde olsa bile, ne bulunacak ki..? Harf farklılıkları. Bunlar
ise zaten çeşitli kitablarda yer alıyor. Yukarıda da bahsettiğimiz
gibi, hüküm değiştirecek tezad ve mübayenet olabilecek hiçbir şey
yoktur. O halde daha ne aranıyor da, bir takım Kur'an bilgisinden
mahrum kimselere şüphe verilmek isteniyor? Eğer –haşa- öyle birşey
olsaydı, bu zamanı beklemeden, daha fırkaların doğduğu asırda bunlar
öne sürülürdü. Halbuki yetmiş iki fırka, ellerindeki aynı Kur'an
metninin değişik yorumları ile birbirlerine karşı delil getirmeye "
çalışmışlardır. İbaresi üzerinde bir tartışmaları olmamıştır. Sözü başa döndürüyor ve diyoruz ki: Cenab-ı Allah(celle
celalüh)(celle celalühü) selef-i salihin'e (Allah(celle celalüh)(celle
celalühü) onlardan razı olsun), Kerim Kitab'ını muhafaza yollarını
ilham etmiş, gerekli tedbirleri aldırmış ve nezd-i ilahisinden indiği
şekilde korunmasını, Kendinden bir va'd olarak, onlar eliyle fiilen
gerçekleştirmiştir. Bugün müsteşrikler, Kur'an'ın sağlamca muhafaza edilip, onu kendi
kitabları seviyesine indirememelerinin sıkıntısını duymaktadırlar (48).
Bunlardan birisi olan Leblois, Kur'an'ın muhafazasındaki sağlamlıktan,
İncil için, içine düşen hasreti şöyle dile getirir: "Kim istemezdi ki,
Hazreti İsa'nın vefatından sonra, yakın tilmizlerinden birisi, onun
talimini yazı ile kaydetmiş olsun" (49). İşte Kur'an-ı Kerim, sünnisi ile, şii’si ile bir milyar
müslümanın elinde, aynı şekilde mazbut ve mahfuz bir hüccet olarak
yaşamaktadır.
DİPNOTLAR:
1) Buhari, Fezailü'l-Kur'an, 5.
2) Bkz.: İbn Ebi Davud. s. 33-49 Bakıllani, s.23, 383-395;
Mukaddemetan, s.45, 117; Zerkeşi, I, 211-227; Suyuti, I, 75-83;
133-135; Zerkani, I, 155-156; Subhi Salih, s. 109-112; M. A. Draz, s.
46-47. 3) M. İzzet Derveze, el Kıır'an ve'l-Mülhidun, s.326.
4) Buhari, Fezailü'l-Kur'an. 2.
5) Zerkani, I, 180; El-Kamusu'l-Muhit, 111,127, Kahire, ts.
6) Zerkani, 1, 163.
7) Cami'ul-Beyan, 1, 20-22, 26.
Bkz., Sahihi Buhari Muhtasarı Tecridi Sarih Terc,VII,312-319; IX, 28; XI, 231.
9) Hulasatü'l-Beyan, s. 7-8.
10) Yüce Kur'an'ın İağdaş Tefsiri, I, 43; 30 - 40.
11) O. Keskioğlu, s. 97.
12) A. C. Paşa, s. 12.
13) Buhari, Fezailü'l-Kur'an, 4; Suyuti, I, 59.
14) Mukaddemetan, s. 274.
15) Bakıllani, s. 401; O. Keskioğlu, s. 99.
16) Fethu'l-Bari, X, 395; Mukaddemetan, s. 274.
17) İbn Ebi Davud, s. 34.
18) İntroduction au Coran, s. 55
19) Kur'an Tarihi, s. 110.
20) İbn Ebi Davud, s. 22.
21) Mukaddemetan, s. 78.
22) Zerkeşi, I, 240; İbn Ebi Davud, s. 13.
23) İbn Ebi Davud, s. 22; Suyuti, I, 59; S. es-Salih, s. 86.
24) Suyuti, I, 60.
25) Bakıllani, s. 401; O. Keskioğlu, s. 99, 110.
26) Bkz. İbn Hacer, X, 395.
27) M. İzzet Derveze, s. 326; T. Nöldeke, s. 111.
28) İbn Ebi Davud, s. 12, Mukaddemetan, s.45; İbn Hacer. X, 395.
29) Mukaddemetan, s.45, 52; Zerkani, I, 261.
30) İbn Hacer, X, 395.
31) Zerkeşi, I, 240.
32) İbn Ebi Davud, s. 22; Bakıllani, s. 359.
33) İbn Ebi Dauud, s. 13; Mukaddemetan, 52.
34) Zerkani, I, 262; T Nöldeke, s. 63, 110.
35) A.Yerler.
36) Bakıllani, s. 359.
37) Zerkani, J, 282.
38) Kur'an Tarihi, s. 63.
39) Subhi es-Salih, s. 82. 40) Zerkani, I, 261.
41) Zerkani, I, 261; Subhi es-Salih, s. 83.
42) M. İzzet Derveze, s. 325-326.
43) S. Ateş, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, I, 12.
44) İbn Hacer, X, 395.
45) K. Mesahif, s. 21.
46) Mukaddemetan, s. 22.
47) Kur'an Tarihi, s. 136.
48) İ. Cerrahoğlu. s. 113; M. A. Draz, s. 42 - 43.
49) M. A. Draz, s. 31 (Le Koran et La Bible Hebraiquc'den naklen).
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
kutsalgölge Uzman Uye
Katılma Tarihi: 06 ekim 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 148
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Allah'ın bizi mahlukattan ayırmak için vermiş olduğu 'aklın' sayesinde, evrenin ve eşyanın hakikatını kavramaya çalışmamızın sonucunda herşey ortaya çıkacaktır.
Başta japonya olmak üzere dünyanın bilim teknikte gelişmiş ülkelerinde ses fizyolojisi üzerinde yapılan araştırmalar, makul bir seviyeye ulaştığında aklımızdaki tüm soru işaretleri ortaya birer birer çıkacaktır inşAllah.
Ağızdan çıkan hiçbir ses yok olmaz.Titreşimler halinde sesi oluşturduktan sonra ses evrende gezmeye başlar.Şuandaki teknoloji bildiğiniz gibi, ses kayıt cihazları ile ağzımızdan çıkan titreşimleri hemen yakalayıp hafızasına kopyalamaktadır.Daha da gelişmiş olarak;Uydu aracılığı ile dünyanın herhangi bir noktasına odaklanarak, orda konuşulanları kayda geçirmenin mümkünlüğünü örnek verebiliriz.
Yapılan araştırmaların amacı;Titreşimle var olan maddeyi (seste bir madde) şuanda nasıl kayıt altına alabiliyorsak yani çıkan sesi teknik cihazlar nasıl boşluğa karışmadan yakalıyorsa, geçmişte oluşan seslerde yok olmamıştır ve bu titreşimleri yakalayacak kapasitede frekansal özlellikleri çok kuvvetli cihazlar yapılabilir.
Böylece geçmişte, hangi kral şuna ne demiş, tarihi olaylardaki içyüzü aydınlatılamamış görüşmelerde nelerin konuşulduğu, kimin haklı kimin haksız olduğu gibi tüm merak uyandıran olaylar aydınlığa çıkabilecektir.
Hanifdostlar olarak bir hayal gücümüzü kullanıp düşünelim, yüksek düzeyde frekans yakalayabilecek hızda cihazların yapılmasıyla neler yapılabilir?
saygılar.................................................... .........................!
Bilmediklerimi ayaklarımın altına alsaydım, başım göğe eredi!
|
Yukarı dön |
|
|
Hacivat Yeni Uye
Katılma Tarihi: 09 ekim 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 11
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
kutsalgölge ; yıllar önce oluşlan sesleri (konuşmaları) kaydetme gibi bir teknoloji yapılabilirmi?
|
Yukarı dön |
|
|
|
|