bembeyaz Uzman Uye
Katılma Tarihi: 31 temmuz 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 736
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Deccâl kıyametin bir alameti değildir.
(دجال) “Deccâl”; sözlükte “bir şeyi örtmek, yaldızlamak, boyamak, kandırmak, karıştırmak, yalan söylemek, aldatmak” anlamındaki (دجل) “de ce le” kökünden türeyen bir kelimedir. “Hakkı batılla karıştıran, sözü süsleyip batılı hak gösteren, çok aldatan, çok yalancı kimse” demektir. Klasik kaynaklarda ise, “âhir zamanda ortaya çıkıp göstereceği hârikulade olaylar sayesinde bazı insanları dalâlete sürükleyeceğine inanılan kişi” şeklinde tarif edilmektedir.
“Deccâl” kelimesi Kur’an-ı Kerim’de geçmemektedir. Kitâb-ı Mukaddes’te ise, âhir zamanda gelecek olan, “küçük boynuz, canavar” gibi sembollerle tasvir edilen, Allah’ın mâbedini tahrip eden ve O’na karşı gelen güçlü bir varlık olarak tanıtılmaktadır. Yahûdîler “deccâl”i, kendilerini kurtaracağına inandıkları “Mesîh”in muhalifi olarak görmektedirler. Onlara göre “deccâl”, “Mesîh”in semavî ve ebedi krallığına karşın, geçici dünyevi şeytanî gücü ve şeytanın krallığını temsil etmektedir ve Dâvud’un neslinden gelecek bir “Mesîh” tarafından öldürülecektir. Hıristiyanlık’ta ise, “âhir zamanda zuhûr edecek düşman”, “fesat adamı, helak oğlu” şeklinde tanıtılmakta olup, kıyâmetin bir alâmeti olduğuna inanılmaktadır.
Yahudî ve Hıristiyan tarihlerinin incelenmesi sonucu, “deccâl” inancının yayılmasına eski efsânelerin mevcut siyasî durumlara göre yorumlanmasının yol açtığı, Yahudî ve Hıristiyanlara zulmedenlere zamanla efsânevî bir hüviyet kazandırıldığı ve böylece menkıbeler oluşturulduğu anlaşılmaktadır.
Hadis mecmûalarındaki bazı rivâyetlerde “deccâl”in âhir zamanda geleceği, yeryüzünde kırk gün kalacağı, ilahlık iddiasında bulunacağı, sonunda Hz. Îsâ tarafından öldürüleceği; gözünün birinin kör olup ve alnında “kâfir” yazılı olacağı; Yahûdî asıllı İbn Sayyâd’ın da “deccâl” olabileceği; Temim ed-Dârî’nin ıssız bir adada “Cessâse” adındaki bir hayvanın yardımıyla “deccâl” ile görüştüğü; “deccâl”in İstanbul’un fethinden sonra ortaya çıkacağı; “deccâl”in şerrinden emin olmak için Kehf sûresinin ilk âyetlerinin okunmasının tavsiye edildiği; otuz civarında “deccâl”in ortaya çıkacağı gibi farklı “deccâl” portrelerinin çizildiği görülmektedir. Bu rivâyetler arasında çelişki olmadığını iddia edip savunmaya çalışan İslâm âlimleri olduğu gibi, çelişkiler bulunduğunu söyleyenler de mevcuttur.
Diğer taraftan orta yolu takip ederek isnâd açısından sahih kabul edilen rivâyetlerdeki ifadelerin mecâzî ifadeler olduğu ve güçlü bâtılın zaman zaman hakka galip olacağı şeklinde yorumlayanlar da vardır. Bununla birlikte, bu yorumların zaman içerisinde farklı anlayışlar kazanacağını söyleyerek tevakkuf edilmesi gerektiğini belirtenler de bulunmaktadır.
Bazı İslâm âlimleri ise, bu konudaki bir takım rivâyetlerin Kur’an-ı Kerim ve Sünnet ile telif edilmelerinin mümkün olmadığı kanaatindedirler. Onlar, “mehdî”, “deccâl” ve ““Mesîh” beklentilerinin hasta akılların ürünü olduğunu, yeryüzünde bu tür efsânelere yer olmadığını, mitolojik “deccâl” inancının Yahûdî ve Hıristiyanlara ait olup bu kültürlerden İslâm’a intikal ettiğini ileri sürmektedirler.
Netice îtibârıyla, isnâd açısından sahih görülerek Hz. Peygamber’e nispet edilen rivâyetlerin bir kısmında birbirleriyle bağdaştırılamayacak derecede çelişkiler olduğu görülmektedir. Zîra, araştırmalar sonunda bazı rivâyetlerde “sika” olmayan râvîlerin olduğu, bunların şahsî ictihadlarını metinlere karıştırma ihtimallerinin bulunduğu ve bazı rivâyetlerde İsrâiliyyât belirtilerinin sezildiği sonucuna varılmaktadır. Nitekim, bir rivâyette Hz. Peygamber zamanında yaşayan İbn Sayyad’ın “deccâl” olduğu söylenirken, diğer rivâyette, bir adada zincirlere bağlı bir halde beklediği, bir diğer rivâyette ise, İstanbul’un fethinden sonra ortaya çıkacağının belirtilmesi, bu tenâkuzlara verilebilecek örneklerdir. İstanbul fethedildiğine ve tasvir edilen böyle bir “deccâl” de ortaya çıkmadığına göre, bu rivâyetin isnâdında ve metninde problemler olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca “deccâl”in şahsına ait özellikleri açıklayan rivâyetlerde de çelişkiler bulunmaktadır. Kızıl veya beyaz tenli, kısa boylu veya cüsseli, heybetli şeklinde tanıtılması bunun göstergesidir. Bunlardan başka, bir taraftan “deccâl”in ilahlık iddiasında bulunacağı belirtilirken, öte yandan alnında “kâfir” yazısının mevcut olacağı ve herkes tarafından okunacağının ifâde edilmesini de akılla bağdaştırmak mümkün görünmemektedir.
Allah’a îmân etmekle sorumlu tutulan insanoğlunu saptırması için “deccâl”e peygamberlerden çok üstün özellikler verilmesinin, hem ilâhî hikmete, hem de kıyâmete kadar kainatta sürüp gidecek Allah’ın koyduğu yol ve yönteme aykırı olduğu ortadadır. Zîra, böyle bir şeyi koyduğu kurallara öncelikle kendisinin uyduğu bilinen Yüce Allah’ın yapması söz konusu değildir. Dolayısıyla bu rivâyetlere ihtiyatla yaklaşılması ve “deccâl” ile ilgili yorum yapılmaya çalışılırken bütün bu hususların göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Mûtezilî İmam Kâdı Abdülcebbâr, (415/1024) “akla muhalif bir şey Rasûlullah’a isnâd edilirse, onun böyle bir şey söylemediğine hükmetmek gerekir. Şâyet söylemişse, başkasından hikâye yoluyla söylemiştir. Bu takdirde de alınmayabilir. Eğer bu sözün te’vil imkanı varsa te’vil edilir” demektedir.
Buradan hareketle bir kısım İslâm âlimi de, senedi sahih gaybî hadislerde geçen ifâdelerin Arap edebiyatının teşbih ve temsil sanatının bir gereği olduğunu belirterek bunların yorumlanabileceğini ifâde etmişlerdir. Kelam âlimlerinin çoğunluğu, “deccâl”in çıkışını mitolojik bir üslupla ifâde eden rivâyetleri yorumlamaya yanaşmazken, Sünnî kelam ekolünün seçkin sîmalarından Taftazânî, (793/1390) ilgili rivâyetleri zâhirî mânâda anlamayı mümkün görmekle birlikte, “deccâl”i “şer ve fesadın yayılması” şeklinde tevil etmiştir. Onun “deccâl” kavramına bu şekilde bir yorum getirmesi, çağdaş âlimlerin te’vil kapılarını açmalarına ve değişik yorumlar yapmalarına imkan sağlamıştır. Nitekim, Muhammed Abduh “deccâl”i, “İslâm dînînin ortadan kaldırmaya çalıştığı bütün hurafe, yalancılık ve kötülüklerin sembolü”, Reşid Rızâ, “maddî şehvetlerin ön plana çıkması”, “Yahûdîlerin gerçekleştireceği şerrin ve inkarcılığın yaygınlık kazanması”, Elmalılı Hamdi Yazır, “Filistin’de Yahûdîler’e devlet kurmak isteyen İngiltere”, Kâmil Mîras, “küfrü yayan ve cemiyetin nizamına bozan şey”, Muhammed Esed, “Avrupa Medeniyeti” Muhammed Selâme Cebr, “şeytan”, Ömer Rıza Doğrul, “Hz. Îsâ’nın Allah’ın oğlu olduğunu iddiâsını seslendiren Hıristiyanlık akîdelerinin yayılması” Yavuz, “ulûhiyet niteliklerine sahip hârikulâde bir insan değil, kötülüğü temsil eden bir tip”, şeklinde yorumlamaktadırlar. Kardâvî ise “deccâl”i, “karanlık batı medeniyeti” şeklinde te’vil edenlerin görüşlerine katılmayarak tevâtür derecesine ulaşmış sahih hadislerde, “deccâl”in bozgunculuk yapan, tahrik ve tehdit eden bir fert, şahıs veya insan olarak tavsif edildiğini, dolayısıyla, “kör bir medeniyet” şeklindeki yorumlanmasının uygun olamayacağını söylemektedir. Oysa rivâyetlerin geneline bakıldığında böyle bir yorumun yapılmasının mümkün olabileceği anlaşılmaktadır. Nitekim bazen lafızlara bağlı kalmanın bir takım sembollerin gerektiği şekillerde yorumlanmasına engel teşkil edebildiği ve anlamayı zorlaştırdığı görülmektedir. Öte yandan burada hatırlatılması gereken bir diğer nokta da, “deccâl”e hizmet edenlerin “şeytanca niyetler taşıyan kötü insanlar” olduğudur. Yoksa başka bir âlemde yaşayan cin ve şeytanlar değildir. Zîra, onların aslî hüviyetleri ile insanlara görünemeyecekleri bilinmektedir.
Görüleceği üzere İslâm âlimlerinin çoğunluğu, isnâd açısından sahih kabul edilen hadislere dayanarak âhir zamanda “deccâl”in ortaya çıkacağına, insanları saptırmaya çalışacağına inanmakta ve bu rivâyetleri farklı şekillerde te’vil etmektedirler. Bu âlimlerin bir kısmı görüşlerini desteklemek maksadıyla Kur’an-ı Kerim’den deliller bulmaya çalışmışlarsa da, “deccâl”e işaret ettiği iddia edilen âyetler incelendiğinde ileri sürdükleri bu tezlerinin ilmî dayanaktan yoksun olduğu görülmektedir.
Özetle Kur’an-ı Kerim’de “deccâl” ile ilgili hiçbir sarih ifâde bulunmamaktadır. Ancak bazı rivâyetlerden çıkartılacak en belirgin hususlar sonucu “deccâl”i şu şekilde açıklamamız mümkündür. “Deccâl” bir “kıyâmet alâmeti” olmamakla beraber her zamanda ve her bölgede inkarcılığı yaymaya çalışan, ahlâkî değerleri yok etmeyi amaçlayan ve her türlü terörist faaliyetleri destekleyen kimselerdir. Kendi kurdukları düzenin yıkılmasını istemeyen, bunun için her yolu mübâh gören, nefislerinin esîri olmuş, kötü niyetli, negatif düşünceli, ikiyüzlü, bencil ve azgın bütün hakîkat inkarcılarıdır. Maddî yönden gelişmiş olmaları sebebiyle teknik imkan ve kapasitelerini sürekli artıran, bilimsel ve teknolojik gelişmeleri kendi çıkarları için keyfî olarak kullanmaktan çekinmeyen ve “güçleri” sayesinde mazlumları kısa sürede etkisiz hâle getirenlerdir. Bu üstün maddî özelliklere sahip olmaları nedeniyle çok daha “hızlı” hareket edenlerdir. Dünyevî zevkleri önceleyen, serveti ve makamı baş tacı eden, doğayı kirleten ve yoksul insanları dışlayan, hayırlı faaliyetleri engelleyen her türlü olumsuz bakış açılarını, “dünyanın en ücra köşelerine kadar” iletişim vasıtalarıyla yayarak çıkarcılığı özendirenler ve insanların duygularını istismar edenlerdir. Çirkin olan şeyleri “güzel”, güzel olan mânevî-ahlâkî değerleri ise “çirkin gösteren”, bütün bunları yaparken hiçbir masraftan kaçınmayan ve gidilmedik de çok az yer bırakanlardır.
Sonuç îtibârıyla, sembollerle anlatılan “deccâl” tasvirleri müşahhaslaştırılmadan doğru anlaşılıp yorumlanabilirse, düşünen ve sorgulayan insanlar için önemli ipuçları içerdiği görülmektedir. Ayrıca “deccâl” ile ilgili rivâyetlerin tevâtür derecesine ulaşmaması, mecâzî mânâlarına yorumlanmalarının da mümkün olması nedeniyle, maddî bir “deccâl”in varlığına inanmayanlara küfür isnâd etmek doğru değildir.
[Geniş bilgi için bkz. Dr. Ahmet Emin SEYHAN, Hadislerde Kıyamet Alametleri, s. 178-183, MORALİTE Yay. İstanbul, 2006]
|