HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Tasavvuf -Din Felsefe- Bilim Kurgu
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Tasavvuf -Din Felsefe- Bilim Kurgu
Konu Konu: özgür irade yok Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
kursat
Groupie
Groupie


Katılma Tarihi: 24 eylul 2006
Gönderilenler: 56
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı kursat


***  
kursat:
albat Allah’ın iradesini inkar ettin mi
albatros:
kesinlikle ettim
kursat:
neden, açıkla
albatros:
iradesi olması aciz olmasını gerektiriyor bir anlamda
kursat:
neden
albatros:
birşey istemek ona sahip olmamaktan ileri gelmez mi
kursat:
evet
albatros:
ve ezeli ilmiyle biliyor olması iradeyi de devre dışı bırakıyor otomatikman
kursat:
peki Allah yaptıklarını yapmaya mecbur mu
albatros:
mecbur
kursat:
kafana yattı yani
albatros:
hem de müthiş
kursat:
aleme ezeli dedim ve Allah’ın varlığının başlangıcını savunuyordum ya, ondan vazgeçtim, Allah’ın varlığının başlangıcı yok dedim
mcin:
güzel bir gelişme.
kursat:
ama bu sefer de şunu kabul etmek durumunda kaldım, teselsülü kabul ettim, yani  olaylar zincirinin başı yok ve aslında filozoflarında bu görüşte olduğunu yeni öğrendim
mcin:
ne demek yani alem de Allah gibi ezeli mi diyorsun?
kursat:
tabi, sana iki dakikada Allah’ın mecbur olduğunu ispatlayayım mı
mcin:
dinliyorum. anlat bakalım.
kursat:
mesela bugün yağmur yağdı değil mi
mcin:
evet yağdı gerçekten de.
kursat:
peki bunu Allah mı yarattı
mcin:
evet.
kursat:
Allah olayları ezeli olarak bilir mi
mcin:
bilir.
kursat:
o halde bugün, o yağmurun yağacağını da ezeli olarak biliyordu değil mi
mcin:
evet.
kursat:
peki Allah bugün olacağını ezeli olarak bildiği bu yağmuru isteseydi yağdırmayabilir miydi
kursat:
mcin:
evet
kursat:
yani “isteseydi yağdırmayabilirdi” mi diyorsun
mcin:
”o halde Allah cahil olmuş olmaz mıydı” deme sakın.
kursat:
neden demeyeyim ki
mcin:
Allah’ın ezeli ilminde bilinen ne varsa onlar olacak.
kursat:
eee
mcin:
Ama bunlar “Allah mecburdu” demeye yeterli değildir.
kursat:
neden, Allah’ın olacağını bildiği şeylerin meydana gelmesi zorunlu değil mi
mcin:
Allah’a hem cebbar diyorsun hem mecbur.
kursat:
O’nu zorlayan olmaksızın bir mecburiyet bu
mcin:
Bu nasıl bir çelişkidir böyle. Hem zorlayan cebreden. Hem de zorunlu olan.
kursat:
katiyen çelişki değil, O’nu zorlayan yok, O zatı gereği mecburdur, “mucibun bizzat” denir buna, filozoflar yüzyıllar öncesinde bunu anladı, ben yıllar önce bunu okuyunca güler geçerdim ama şimdi anlıyorum derinliği, çok derin konu, kader konusu bunların yanında çok basit kalır, alemin kıdemi ve sıfatlar konusu çok derindir,
mcin:
Mecburiyet kendiliğinden olmaz bence, İkinci birisi daha gereklidir. Hem cebreden hem cebrolunan olmalı. Eğer Allah’ı mecbur kabul edersen. Cebbar olduğunu açıklayamazsın. Mecbur olan cebredemez. Çünkü kendisi de cebrolunandır.
kursat:
O’nu zorlayan yok, ancak kendisini cebreden olmaksızın bir zorlanış bu, zatı gereği, O’nun zorlaması ise bilmesidir
mcin:
Öyle bir mecburiyet türü duymadım hiç.
kursat:
duymadın mı, o senin sorunun ve hatan ben ne yapayım, yüzyıllardır bilinen şey bu
mcin:
Allah’ın ezeli ilmi,  Allah’dan üstün mü? ezeli ilim mi Allah’ı yönlendiriyor.
kursat:
ilmi kendisi zaten
mcin:
Tamam, Allah kendi kendini neden kısıtlasın zorunlu kılsın ki?
kursat:
zatı gereği
mcin:
Bunu zorunluluktan değil. Tam anlamıyla özgür olduğu için yapıyor. Bunları yapmak istediği için. Yoksa bambaşka bir alem de yaratmaya muktedirdir Allah.


***   

kursat:
(şer: kötülük) şerri Allah’mı yaptırıyor, "hayır"  dersen, hani hayır şer Allah’tandı, bu soruyaya karşılık tek yolları şu; diyecek ki: hayır, şer Allah’tan ama yaratma yönüyle Allah’tan; yani sen içki içmek istersen Allah senin içki içmek hareketini yaratır
albatros:
cüzzi irade yani
kursat:
yani sen bir fiili yapmak istersin Allah onu yaratır, tek yolları budur okey mi
albatros:
evet
kursat:
bu sefer diyeceğiz ki: peki o isteğini kim yarattı, bu sefer şaşıracak, çünkü ona  bu soruya karşı ne yapması gerektiği pek anlatılmadı, anlatılanlara gelince, onlar şunu dedi: “cüzi irade var da olabilir yok da olabilir, hariçte vücudu yoktur; birazdan bunun yaratılmamış olduğunu söyleyeceği için yatırım yapıyor ve diyor ki: “vücudumuz gibi ortada olan bir şey değil ki bu” ve Nursi’nin yolu izleniyor çokça, Nursi diyor ki: cüzi irade, emr-i itibaridir, itibari demek varsayılan demektir, bunu şunun için yaparlar: yaratılmamış diyecekler ya birazdan ve ayet var ya, “Herşeyi yaratan Allah’tır” diye, kendince yol bulmak için, bu cüzi iradeye “yok” da diyebilmek için hazırlık yapıyorlar, yani ona “yok”da denebilir diyorlar ve “cüzi irade  itibari’ dir” diyolar, yani varsayılan, yani “içki içmek isteği” mesela, okey mi
albatros:
anladım
kursat:
ama çok kolay susturulur bunlar, denir ki: “varsayılan demek yok demek değil midir” denir, ne diyecek? “evet” derse, “o halde sen cüzi iradenin olmadığını savunuyorsun demektir” deriz, yine cebr, “hayır” derse, “madem öyle niye varsayılan yerine var demiyorsun” deriz,
kursat:
ekseri kitaplarda der ki: kader şudur; Allah’ın olacak olayları bilmesi ve takdir etmesi yani dilemesidir, ama burada hep bir karmaşa vardı, çünkü madem bildiğini dileyecek o halde dilemeye ne lüzum var ki? Yani bu bir nevi bilmek oluyor, kafam allak bullak oldu, yıllarca sürdü bu, bir gün yani altı ay önce kitap okurken, bu konularla ilgili bir kitaptı, ama derin değildi o kadar birdenbire irade, ilim konusu işlenirken kafamda şimşek çaktı, bom! Dedim ki: madem Allah irade ediyor, bu iradesi ezeli ve sonradan meydana gelen olaylar var ve iradenin bir anlamı da seçmedir, seçmek  için seçilenlerin mevcut olması gerekmez mi, “evet gerekir” dedim, ama mesela Musa peygamberin seçimin de, Musa sonradandı, ama deniyor ki Allah’ın iradesi ezeli, ezelde Musa yok, olmayan şey için seçim nasıl olabilir?
kursat:
kitaplar bu konuda şunu diyor: Allah milyarlaca alternatif arasından istediğini seçer ama bunları ilmine göre seçer, yani bu alternatifler ilminde var zaten derler, ama buna karşı şu cevabı geliştirdim: peki ama bu alternatiflerin hangisinin gerçekleşeceği yine ilmin de belli değil mi? bu soruyla iradeye yer kalmıyor, sonra bu kararı verdikten sonra bir de ne göreyim, yüzlerce felsefe kitabında, metafizik eserlerde  bunlar ima olarak bazen açıktan açığa söyleniyormuş, demek eskiden anlıyamıyordum bunları, göremiyordum, hatta geçende “Tehafüt” yazarlarından, yani derin kitap bunlar, adam açık açık ne diyor biliyor musun: “Allah olayları önceden bilirse, O’nun olacağını bildiği olayın meydana gelmesi zorunlu, meydana gelmemesi imkansız demektir, dolayısıyla bu olunca da Allah “faili muhtar”, yani  hür seçim yapan olmayıp, “mucibun bizzat” yani zatı gereği zorunlu demek olur ki iradeye yer kalmaz bu durumda ve dolayısıyla alemin hadisliği yani sonradanlığı savunulamaz, çünkü aleme sonradan demek için Allah’ın onu sonradan varlığa getirmek için irade etmesi gerekir.” bunları diyor ve yine aleme sonradan diyor bu adam, bu sıradan biri değil yani, Karabaği, Tehafüt yazarıdır.
albatros:
ee nasıl oluyo bu iş. bile bile kendisiyle çelişiyor o zaman
kursat:
tabi, yani olayları görüyorsun işte, bu bilgileri elde etmek de basit değil, arada köşede kalır böyle bilgiler, genelde çoğu imalıdır, direkt söylemezler yani
kursat:
bir ile bin arasında üç tane rakam karışık seç
albatros:
seçtim
kursat:
yaz
albatros:
565-879-9
kursat:
bak şimdi ateist olduğunu düşünerek soruyorum, başka rakam seçebilir miydin
albatros:
sorman seçmeme sebep oldu. şu an sorduğuna göre başka bir şey seçemezdim o anda
kursat:
ama neden bu üç sayı da başka değil
albatros:
o an aklıma onlar geldi çünkü
kursat:
ateist mantına göre ne cevap verirsin
kursat:
ateizme göre eskiden olan bir  fırtına bile bu seçimini etkiyor değil mi
albatros:
tabi
kursat:
bunu aklın alıyor mu
albatros:
evet
kursat:
iyi düşün
albatros:
zincir halinde etkiliyor bugüne kadar.
kursat:
bunlar sonuçta düşünce ve bu kadar sayı içinde bunları seçtin
albatros:
evet
kursat:
iyi düşün, hayır
albatros:
ne hayır
kursat:
işte bundan dolayı ben determinist değilim, bu saçma, fırtınayla bu rakamları öyle değil de, böyle seçmemin ne ilgisi var?
albatros:
o fırtına sonucu bunları sormadın mı bu anda
kursat:
onu demiyorum
kursat:
seçtiğin rakamlar var ya
albatros:
evet
kursat:
ne seçmiştin, tekrar yaz
albatros:
565-879-9
kursat:
şunu diyorum, seçtiğin rakam var ya, 565 hani
albatros:
evet
kursat:
onun yerine onu seçtiğin anda neden 564 değil de 565’ i seçtin
albatros:
biri olmak zorunda, neden onu seçtim bilmiyorum
kursat:
bu farkı yapan nasıl fırtına olabilir, aklın bunu nasıl alır, iyi düşün bunu fırtınaya bağlamak mı yoksa ezeli bir ilahın ilmine bağlamak mı daha mantıklı
albatros:
determinizmle o rakamları seçmeyi bağdaştıramadım
kursat:
gördün mü, determinizm olmuyor işte, anladın mı
albatros:
hımm, İlah ilmini düşünmemiştim
kursat:
determinizm olmayınca da otomatikman ateizm olmuyor, neden sence olmuyor
albatros:
herşeyin bir sebebi var çünkü ona göre
kursat:
yani ateizme göre sebep zinciri sonsuza dek geri gider ve birbirini etkiler değil mi
albatros:
evet, madde ezelidir der
kursat:
ama determinizm olmayınca, yukardaki delille, tek yol kaldı, o da ezeli bir ilim değil mi? Nasıl?
albatros:
ince
kursat:
Allah’ın kesin kanıtı değil mi
albatros:
bunu da düşünmeliyim
kursat:
düşün, başka çıkış bulamazsın
albatros:
bu kadar basit mi yani
allbatros:
üç rakam!
kursat:
evet öyle, bu kadar basit işte ama o sembolik aslında
albatros:
tabi
kursat:
daha da derinleştirilebilir soru, mesela “karışık yüz rakam seç” dersin, daha etkili olur, nasıl delil ama, bunun karşısında durulabilir mi sence
albatros:
yok gibi.

*** Dedi: Anlayamadığım şey şu: Neden bu kadar din düşmanları varken, böyle ömrünü küfür ile mücadeleyle geçiren bir insan ile uğraşıyorsun!
    Cevap: İçimi yaktın, neden mi? Şundan: Bunun psikolojik bir yanı da var o da şu; dediğin gibi zaten insanların çoğu, mesela Turan Dursun’un kitaplarını okumaz, verseler de okumaz; korkar, bende yıllar önce böyle yaptım, bir taraftan okumak istiyordum, bir taraftan da korkuyorsum. ya cevabını bulamadığım bir şeyle karşılaşırsam diye. Çünkü böyle olursa ben çıldırırım, buna dayanamam. Bulmam lazım, ama o zamanlar, yani 7 yıl önce falan kapasitem fazla yoktu, kendime güvenim yoktu. “Din bu” adlı kitabını elime alır, hafifçe açar, uzaktan bakardım. Arapça yazılar vardı. Yani ürkerdim okumaya, sonra nasıl olduysa beş sene önce falan okudum, Dursun’un “Din Bu” adlı kitaplarını. Ama tam zamanında; çünkü öğrenmiştim çok şey, dolayısıyla etkilenmedim. Ama şunu söyleyeyim ki, o kitabı bayağı bilgili biri okumazsa, işi çok zordur. Neden mi? Mesela Turan Dursun’un bir yaptığı şey de şuydu: İslamda olan, ama pek fazla kimsenin bilmediği şeyleri direkt olarak ortaya koydu. Gerçekten dediği doğruydu, ama halk bunu bilmiyordu. Onlara bu anlatılmamıştı. Bu sefer okuyan şaşırdı, kızdı, “ne bu böyle” dedi. Halbuki adam dediği şey de delil de getiriyordu. Buhari, Müslim gibi hadis alimlerinden örnekler veriyordu. Şimdi kalkıp da Buhari, Müslim hadisleri öyle kolaylıkla inkar edilemez. Bunu bilen Dursun, bu yolu da denedi. En fazla etkiyi bu yolla yaptı. Bu sefer okuyanlar apışıp kaldı. Mesela peygamberimizin recm yaptırmasından yani taşlayarak öldürttüğünden bahsediyordu galiba, unuttum şimdi. Bazılarının gözlerini oydurttu, onların kol ve bacaklarını çapraz kestirttiği ve onları sıcak bir yere attırıp onlar su diye bağırırlarken su da vermemiş olması hadisesini anlattı galiba, tam emin değilim. Evet, bunlar doğruydu. Ama insanlara anlatılmıyordu. Bu rivayetler Buhari, Müslim de vardı. Yani son derece güçlü hadislerdi, ama şimdi çoğunuz ilk kez duyuyor değil mi?
    Dursun gibi şahısların kitaplarını okumada halk bir içinden şartlanmışlıkla bunları okur. "Bu adam din düşmanı, benim imanımı çalmak istiyor" inancıyla, gergin bir halde onu okur. Peki neden okur? Şundan: Kendine yediremez bunu okumamayı. "Korkuyor muyum acaba" der kendine, "kim bu dinsiz, ben bu kadar kitap okudum" der. Kendini kendine ispat etmek için okur.
    Ancak, hayatını bu dine adamış diye anlatılan şahısların kitaplarını okurken, insanlar öyle pek gergin olmuyor ve bu şahısların anlattıklarına karşı bir ön yargı pek olmuyor. Yani bunlara son derece güveniyor. Zaten bu şahısları eleştirmek için, eleştirenin o konuda ondan daha bilgili olması gerekmektedir. Bir de eleştirirse, çok tepki alır. En basiti "sen kimsin? O şöyle alim, böyle ulema” (mesela şu örneği vereyimde görün: En basitinden ben bu Nursi, Fetullah gülen için dediklerimi bir nurcu alsın ve onlara yani abilerine götürsün, bunları inceleyin desin ve onlar biraz bakıp, sonra da "bırak bu dinsizi, buna uyma sen" dediklerinde, o da ısrar etse, "ama öğrenmek istiyorum" derse ve bu yazdıklarımı onlara göstermeye, sormaya çalışsa ve bunları konuşmayı çok istediğini beyan etse iddia ediyorum ki, o ortamdan kovulur, onu da dışlarlar. Forumlarda yazdıklarımı ve kitabımdaki bilgileri onlara anlatsa ve bunları sorsa bir süre sonra kovulurlar. İddia ediyorum, hodri meydan! Kendine güvenen varsa denesin görsün! Ama unutmasın onlara soracağı temel soru "Cüzi iradeyi Allah mı yarattı?" konusu olacak. Onlar cüzi iradenin varsayılan ( emr-i itibari) bir şey olduğunu ve "harici vücudu yoktur" gibilerinden sözler söylerler. ( Cüzi irade, yani bir şeyi yapma isteğimiz, mesela ayağa kalkmak istedim ya, “ayağa kalkmak düşüncesi” bu örnekte cüzi irade olmuş oluyor.) Bazen daha karışık hale getirmek için "bu meyelandır" falan derler. Aslında hepsi aynıdır. Konuyu karışık göstermek için bunu yaparlar. Aslında ne demek istediklerini kendileri de pek bilmez, büyüklerinden duyduğunu anlatmaya çalışıyor o an. Güya çok karışık bir konuymuş izlenimini verirler. Dolayısıyla soruyu soran, verilen cevaptan bir şey anlamazsa kişiye şu mesaj verilmiş olur: "Ne yapalım, senin kapasiten bu kadar, anlamadıysan suç benim değil, senin." Ve anlamayan artık daha fazla soru soramaz hale gelir. Bunlar psikolojik savunma taktikleridir.
   Halbuki çok basit bir şey soruldu onlara değil mi? Neydi? Şuydu: "Benim seçimlerim bir düşünce ya sonuçta, bu düşünceyi ben de Allah mı yarattı? yani ben içki içmek istedim ve içtim ya, bu içki içmek düşüncesini bana Allah mı verdi? Eğer Allah verdiyse, ben Allah’ın ben de yarattığı düşünceyi nasıl olur da düşünmemeye kadir olabilirim? desin. Yılmasın devam etsin bu kişi mücadeleye; onlar ( yani özgür iradeyi savunanlar, özelikle nurcular) cüzi iradenin yaratılmamış (“varsayılan birşey o, ne ki ya, kafanı bu kadar takıyorsun, amaaan milleti namaz kılmaya teşvik et sen. Bunlara kafanı yorma öyle, sen kimsin!” Ara sıra coşup, bu ve benzeri lafları da savunma amaçlı kullanırlar.) olduğunu anlatmaya devam ettiklerinde, "cüzi iradeyi, yani bu düşüncelemizi Allah yaratmadı öyle mi?" desin, yine, "siz Allah’ın yaratmadığı bir şeyin, yani cüzi iradenin etkisini kabul ediyorsunuz, ama Allah’ın yaratmadığı bir şey, yani cüzi irade nasıl etkili olabilir?” desin, ısrarla bunu sorsun, en yakın zamanda o da atılır o toplumdan. Kısa süre sonra yanında kimse kalmaz.)
    Tanınmış şahsiyetlerin samimi olarak inandıkları ve halka anlatmayı kendilerine görev saydıkları konular vardır ki bunların başında da kader konusu gelir. Bunu iyi niyetle yaparlar aslında; ama bu kadar kolay değil elbette durum. Bu adamlar yanıldı ve çok derin bir konu olması dolayısıyla milletin ekserisi bunlara inanır. Ben neden bu Nursiyi seçtim ve araştırma yaptım? Yani uyarıyorum, “Bunu seviyorsunuz ama, bu kişi bu konu da aldandı, yanlışa düştü, küfre gitti ve sizin buna karşı sevginiz gözünüzü kör etmesin! İyi düşünün, yanlışlarını da görün!” O bakımdan aslında bu tip kimselerin yazdığı kitaplardaki hatalar, yani kader konusundaki hatalı görüşleri ve bunların topluma anlatılması, aslında Turan Dursun’un eserlerinden daha tehlikelidir! Neden? Yukarda söyledim, zira genellikle, Dursun’un eserlerine karşı bir ön yargı ile okumaya başlanır. Kişi reddetmeye kendini hazırlayarak başlar bunları okumaya. Ama bu tip, yani Nursi tipi olanların, isim yapmışların (Elmalılı Hamdi Yazır gibi, o da inanmaz mesela kadere ) eserleri böyle değil. Adam ilk etapta inkar etmek için değil, öğrenmek için okuyor. Nursi’nin kullandığı dil ağdalı bir osmanlıcadır. Bir çoğu ince laf oyunlarını göremez. Yani zaten ince laf oyunları var, bir de ağdalı osmanlıca ile daha bir kamufle edilmiş durumda olur. Hepten anlaşılmaz karaktere bürünüyor ve daha ilmi duruyor. Daha yaklaşılamaz, sorgulanamaz imajı verilmiş oluyor.


*** Dedi: Sen diyorsun ki düşünceyi yaratan kim? Sen bir şey yapmak istediğin zaman karar vermiyor musun? Bunu Allah'ın yaratması seni mesuliyetten kurtarır mı?
 Cevap: Mesuliyeti inkar etmiyorum ki.

_Dedi: Cüz-i iradenin mahiyetini bilmememiz onu yok yapmaz. Madem insanda irade vardır yaptıklarından sorumludur; zorla yapma diye bişey söz konusu olamaz.
_Cevap: Ben insan yaptığından sorumludur diyorum zaten. Sma eklediğim şey şu: Bu düşüncemizi Allah yarattığı için mi biz düşünüyoruz, yoksa düşündüğümüz için mi Allah yaratıyor? Bunun cevabını istiyorum sizden.

_Ek soru: Mesela benim önümde iki şey var, birini seçeceğim ve mesela soldakini seçtim. Soru: Soldakini seçeceğimi Allah önceden bildiği için mi ben onu seçtim, yoksa seçtiğim anda mı Allah onu seçtiğimi bildi?


*** Bing bang’i (büyük patlama) savunanlar kimler? Allah’a inandığını söyleyenler değil mi? Evet onlar, hatta buna Allah’ın varlığının bir delili demiyorlar mı? evet diyorlar. Bing bang bir başlangıç değil mi? evet, peki bunlar Allah’a başlangıçlı mı diyor, yoksa başlangıçsız mı? “başlangıçsız” demiyor mu? Evet, öyle diyorlar. Peki başlangıçlı ve başlangıçsız olarak iki şey var önümüzde; soruyorum: Başlangıçsız mı zaman olarak öncedir yoksa başlangıçlı mı? başlangıçsız önce olmalı değil mi? Demek ki bunlar şunu kabul ediyor: O halde, "bing bang’den önce Allah vardı." Bunu kabul ediyorlar değil mi? Soruyorum: Peki bu bing bang’den sonlu bir zaman önce mi yoksa sonsuz bir zaman önce miydi Allah? Ne diyecekler bu soruya? Zaten bunu çok anlattık; sonsuz zaman önce dedi mesela, bunu inceleyelim: Sonsuz zaman önce derse, bu şu anlama da gelir: Madem bing bang’den sonsuz zaman önceydi Allah, o halde bunu ters çevirirsek ne oldu? şu oldu: Allah’tan sonsuz zaman sonra bing bang oldu demek olmadı mı? evet öyle oldu. Peki sonsuz zamanın sonu olmadığından ve sonuna varılamadığından bing bang’in meydana gelmemesi gerekiyordu değil mi? Ama onlara göre bu meydana geldi. Demek ki bu şıkkı diyemiyorlar. Gelelim ikinci şıkka, bing bang’den sonlu zaman önceydi Allah diyeceklerdi ya; devam ediyorum: Sonlu zamanın hem başı hem de sonu belli olması gerekir ya, bu sonlu zamanın sonuna bing bang’in olduğu anı dersek, başına ne diyeceğiz? Bunlar bu başa “Allah” demek zorunda kalacaklar, başka yolları yoktur. Yani ne oluyor? Bing bang’den sonlu süre önce Allah varlıktaydı ama ondan önce varlıkta değildi, yani “Allah da yoktu, varlığa geldi” demiş oluyorlar. Yani Allah’ın varlığının başlangıcını savunuyor bunlar. Ama bunu bilmiyorlar ve farkında olmuyorlar. Dolayısıyla bing bang’i savunan, “Allah yoktu sonradan varlığa geldi” demiş olur. Doğru cevap: Alemin başlangıcı yoktur, hareketin başlangıcı yoktur, sudur nazariyesi doğrudur. Allah’tan taştı alem. Ama bu bilmesiyle oldu. Alem zaman olarak Allah’tan sonra olmadı.


*** Dedi: Şimdi ne demek bu,
1- Allah’ın birden fazla sıfatının bulunması O’nun birliğine aykırımıdır?
_Cevap: Evet, çünkü siz bu sıfatları da ezeli kabul ediyor sunuz. Dolayısıyla ezeli ilahta çeşitlilik olmuş oluyor; birden fazla ilah kabul edilmiş oluyor. Hrıstiyanlar gibi, “baba, oğul, kutsal ruh”  bunların hepside ilahtır, ilah hem üçtür, hem birdir dediler. Ne kadar benziyor değil mi? Halbuki siz dediniz ki: “Bu sıfatları zatının ne aynıdır, ne de gayridir.” Yani bu sıfatlar tek başına Allah değildir ama Allah da yani zatı da, tek başına bu sıfatlar olmadan ilahlık özelliğinde değildir dediniz. Bu konu kader konusundan da derindir. Bu konuda çok söz söylendi. Ama filozoflar, İbn sina, Farabi ve Meşşai geleneği sıfatları inkar etti ve ilmini kabul edip, ona da sıfat demeyip ilmi kendisidir dediler. Bunlar aleme de ezeli dediler.

2- İlim kendisidir, derken bizim Rabbimiz ilim mi oluyor?
_Cevap: Evet
 
3- Sen kendi kafana göre din mi yaratıyorsun, zira bildiğin gibi - nladığım kadarıyla sen bunu bilsen de buna inanmıyorsun- Allah’ın zati ve subuti sıfatları vardır?
_Cevap: Kafama göre değil. Bütün sistemleri inceliyorum ve bunları alıyorum. Bunlar bir sistemdir, sudur nazariyesi. Ama ben “on akıl” teorisini benimsemiyorum. Hani birinci akıl, ikinci akıl diye geçer; bunu reddediyorum. Ben basitçe inanıyorum: Madde ezelidir, başlangıcı yoktur, hareket de ezelidir, Allah’tan başlangıçsız olarak alem taşmıştır. Bu taşma ifadesi mecazidir. Çünkü taşma, çıkma bir başlangıcı hatıra getirir.
 
4- Benim inancıma göre Allah sonsuz sıfata sahiptir. Bu O’nun herşeyi kapsayıcılığından ve sınırsız oluşundan kaynaklanır. Söz gelimi, Allah’ın kudreti sonsuzdur. Yani Kadir O’nun sıfatıdır. Şimdi soru: Hiç bir sıfata sahip olmayan bir varlık olabilir mi, olsa dahi bu nasıl bir Rab olabilir?
_Cevap: Metafizik, Allah’ın değişmezliği üzerine kuruludur. Allah da çokluk kabul edilmez; bunun için O’na bir ve basit denir. Aslında burada çok önemli ve sizinde beni anlayamayışınızın altınla şu bilgi yatıyor; bunu bilmediğiniz için, ben ne dersem de siz anlamakta zorluk çekiyorsunuz.
Konu şudur: Bir şey ezeli kabul edildiğinde, taalluku da, ilgisi de, etkisi de ezeli kabul edilmek zorundadır. Ezeli olan bir ilah da değişme olmaz. Yani siz Allah’ın ezeli kudreti var dediğinizde ve sonra şunu dediğinizde: "Alem yoktu, Allah sonradan yarattı" şu oluyor, ama siz bunu göremiyorsunuz; size göre bahsettiğiniz bu ezeli kudret, alemin sonradan yaratılmasında etkin rol oynuyor. Yani ezeli kabul ettiğiniz kudret sıfatında bir değişiklik söz konusu oluyor. Durguluk halinden, hareketli hale geçiyor. Önce yaratma olayın da ilgisi yok, sonra etkili oluyor ve şu bir mantık kuralıdır ki: Değişmeden bahsedildiğinde, bir değiştiren gereklidir. Yani tercih ettiricisiz tercih olmaz (Müreccihsiz tercih olmaz.) Ama ezeli bir ilahtan bahsettiğimizden, değiştiren değişeni etkileyici olduğundan; ezeli bir ilahı da hiç bir şey etkileyemez; zira O’nu etkilemesi için zaman olarak O‘ndan önce varlıkta olması gerekir. Ama öncesizliğin yani ezelilin öncesi olmadığından, Allah’ı kimse etkileyemez. Dolayısıyla değiştiremez.
   Burada can alıcı bir soru var, o da şu: Diyebilirsiniz ki: “Sen böyle diyorsun ama, bir taraftan da aleme ezeli diyorsun, hem ezeli olan şey etki kabul etmez demeye getiriyor, hem de bu ezeli alemi varlığa getirenin Allah olduğunu ileri sürüyorsun?” gibi çok kuvetli bir soru sorulabilir ve soruluyor da zaten. Buna şöyle yanıt veriliyor: Zorunlu varlık (Vacib-ul Vücud) iki türlüdür, biri etki kabul etmeyen varlığı zorunlu olan ilah. İkincisi, kendi kendine yeterli olamayan, ancak etkiyle meydana gelebilecek olan alem. Ama burada etki de, yani Allah’ın olacakları bilmesi de ezeli olunca, olaylar da buna paralel olarak ezeli ve başlangıçsız kabul ediliyor. Bu hususta karşı görüşün acayip soruları, delileri yok değil, var. Bunları da görmezden geliyor değilim. Bunları da yazacağım. Çok zor; mesela adamlar diyor ki: Aynen aktaracağım kitaptan;
         Kitap: Kitabu'ş- Şifa (Fizik 2)    Yazar: İbn Sina
_Sayfa 82: Bu sizin "geçmişte sonsuz hareketlerin varlığı" düşüncesini kabul etmenizi zorunlu kılar .... yine son hareketin varlığı, sonsuz hareketlerin varlığı üzerine dayandırılmış olur ve varlığı sonsuz olan üzerine dayandırılan da var olmaz.
  Not: Son ifadenin kısa izahı şudur: Sonsuzluğun yani sonsuz olayların, hareketlerin sonu gelmediği için, varlığı sonsuz sayıda olan hareketlerin üzerine dayandırılan da var olamaz. Çünkü ona sıra gelemez. Ben de bu konuda benzer bir delili defalarca söylemiştim. Yani eskiden alemin ezeli olmadığını anlatırken.
 

*** Dedi: Soldakini seçeceğinizi Allah zaten biliyordu, ama seçim sizindi. Seçim yapmanız için Allah sizi zorlamadı.
_Cevap: Sonuçta sen Allah’ın ilminde önceden belli olan şeyi seçmiş, yapmış olmadın mı acaba?

_Ek soru: Bizim yaptığımız ve yapacağımız seçimler, önceden, yani biz yokken de belirlenmiş olan şeyler mi olacak, yani biz belirlenmiş olan şeyleri mi belirleyeceğiz bu seçimlerimizle acaba?


*** Dedi: ALLAH zamana tabi değildir, zamanı O yarattı.
_Cevap: Peki zamanı ne zaman yarattı? Kendinden sonra mı? Kendinden önce mi? Kendisiyle beraber mi?
_Birinciyi mi seçeceksin? dikkat et ki “kendinden sonra” dersen, önceyi de kabul etmen gerekir ki bu da bir zaman kavramıdır.
_”Kendinden önce yaratı” mı diyeceksin? Bu şu demek olur: Allah’ın öncesinde yani Allah’ın olmadığı bir durumda, yine Allah’ın yaratıcılığını savunmak demek olur ki, imkansızdır.
_”Kendisiyle beraber yarattı” mı diyeceksin? sen Allah’a zaten “ezeli” dedin, bunu dersen zamana ezeli demiş olursun ki, aleme de ezeli demiş oldun demektir. Zira zaman ölçü birimidir, ölçülen bir şey olacak ki ölçen zamandan bahsedilebilsin, halbuki ancak madde, dolayısıyla hareket ölçülür. Maddeye de, harekete de ezeli demen gerekecek.


*** Not: İnternette biri  kitabımdaki kader hadislerini okudu ve peygamberimizin cebr, yani "özgür irademiz yok" dediğini görmüş ve şok olmuş; bakın neler diyor: 


kursat:
baktın mı kader hadislerine
_benim icin_bittin_:
baktım
kursat:
anlat, nereden baktın
_benim icin_bittin_:
senın dediğin yerden
kursat:
şaşırdın mı
_benim icin_bittin_:
maalesef, inanmak istemiyorum böyle şeylere, kardeşlere de şunu tavsiye ediyorum: inanmasınlar,
kursat:
niye inanmasınlar peki
_benim icin_bittin_:
sana bir şey dediğim yok, yazılanlar hep yanlış, bunlar da inanıyor,
kursat:
başkaları bu hadislerleri görse sence şaşırırlar mı
_benim icin_bittin_:
hem de çok şaşırırlar
kursat:
sen okuduklarına inanamadın değil mi
_benim icin_bittin_:
HAYIR
kursat:
kader hadislerini okuyunca millete ne olur 
 _benim icin_bittin_:
çok şey oluyor, insan yoldan bile çıkar
kursat:
artık bana güvenmeye mi başladın 
_benim icin_bittin_:
onun gibi bir şey



***   Kitap: Felsefe-i Ula    Yazar: M. Şemseddin Günaltay
_Sayfa 447: Meşşai filozoflarla, kelamcılar Vahdeti Vucud sistemine şiddetle karşıdırlar. Bu sistemin karşıtları sistemi şöyle eleştirmektedirler: Vahdeti vucud taraftarlarına göre Vucud-ul Bari'den başka hakiki bir vücud yoktur. Olması da mümkün değildir. Bu sebeple Allah’tan başka herşeyin varlığı itibari ve izafidir. Başka bir deyişle eşya gerçekte yoktur. Fakat Vahdeti Vücudçuların bu inançlarına göre, Allah ile eşya arasında bir farklılık kalmadığı şüphesizdir. Yaratıcıyla yaratılan arasında bir farklılık bulunmayınca "Allah benim, ben Allah’ım" gibi bir sonuç çıkmış olmaz mı? Halbuki bu sonuca göre emir, yasak ve şeriatlar doğal olarak kalkmaktadır. Çünkü emir ve yasak farklı iki varlık arasında olabilir. Halbuki Vahdeti Vücud taraftarlarının inaçlarına göre varlıklar Allah’tan ibarettir."

_ Vahdeti Vücütculara soru: Allah alemi yarattı mı? "evet" derlerse, size göre Allah kendini mi yaratmış oldu?

*** Peygamberimiz evet bu konuyu (kader) “tartışmayın” dedi ama, bir sor bakalım, niye böyle dedi? Çünkü o, yüzlerce hadiste Allah’ın bize zorla günah işlettiğini anlatmıştı. Hür değiliz dedi ve kesti attı; yani fazla izah yapmadı. Yani akli deliller getirmedi bu konuda. Yani, "önceden biliyordu Allah ne yapacağımızı, o bakımdan hür değiliz" gibi konuşmadı. Şunu biliyordu ki: Bu konuda çok konuşulursa insanlar kaderi hızlı bir şekilde inkara sürüklenecekler. Bunu tahmin ettiğinden dolayı hayır (iyilik) ve şerrin (kötülük) Allah’tan geldiği inancını dile getirdi ve gerisini pek kurcalamayın dedi. Ama şimdi işler tersine döndü. Neden mi? Çünkü yüzyıllardır peygamberimizin dediğinin tersi istikamette bir kader inancı anlatılıyor ve onun anlattığı inanca, yani hür olmadığımız şeklindeki inanca, piyasadaki kader ile ilgili yazılan kitapların tamamına yakınında hakaretler yağmur gibi boşaltılıyor. Özgür iradeyi savunuyor bunlar; hayır ve şerrin Allah’tan geldiğini inkar ediyorlar ve hala utanmadan “amentu” ya inandıklarını iddia ediyorlar. Laf oyunları yapıyor ve bizi laf oyunu yapmakla itham etmekten çekinmiyorlar. Senin gibiler de fazla araştırmayınca ne oluyor? Hoop onlara rahatça inanıyorsunuz.

***

kursat:
son anlattığım rakam delili üzerinde düşündün mü
albatros:
evet
kursat:
ne oldu
albatros:
buna karşı bir ateist der ki, “madem rakamı seçmemde önceki olan her olayın etkisi yok, o zaman determinizm olmadan, özgür karar vermiş oluyorum ben”
kursat:
peki ben dersem ki ona:”senin karar vermen de, başka olayların etkisi var mı”
albatros:
var
kursat:
”peki o olayların da yine başka sebepleri yok mu yani” dersem o ne der?
albatros:
ona da var der
kursat:
peki bu silsilenin başı var mı dersem ona ne der?
albatros:
yok diyecek
kursat:
”o halde yine başlangıçsız olarak ne yapacağın, bu bakış açısıyla belirlenmiş olmadı” dersem ne der
albatros:
”kısmen öyle” der, şuna göre kısmen, verdiğin rakam örneğine bakarsak, herşey benim karar vermem de etkili değil, rakamda mesela kendim karar verdim, sen bunu bir ilaha bağladın, ben kendime
kursat:
peki rakam seçmek düşünce değil mi
albatros:
düşünce
kursat:
televizyon izlerken birden “ıhlamur içmek istemek” düşünce değil mi
albatros:
istek, düşünce
kursat:
peki ama bu adam niye ıhlamuru seçti, istedi de çay içmeyi istemedi, burada bir tercih ettirici lazım gelmez mi, tercih ettiricisiz tecih olur mu?
albatros:
olmaz
kursat:
emin misin
albatros:
değilim
kursat:
neden
albatros:
bilmiyorum
kursat:
iyi düşün
albatros:
olmaz diyorum
kursat:
neden ama böyle diyorsun, delilin ne
albatros:
bilmiyorum dedim ya
kursat:
biraz akıl yürüt
albatros:
bir olay bir etki sonucunda meydana gelir
kursat:
etki olmadan bir olay meydana gelemez diyorsun yani öyle mi
albatros:
madde için öyle
kursat:
önümüzde iki yol var, aynı tip benzer yollar, birinin diğerinden üstünlüğü yok, birini seçeceğiz, biraz önce, tercih ettirici olmadan tercih olmaz demiştin ya
albatros:
madde için öyle
kursat:
burada bizi tercih ettirten ne oluyor peki
albatros:
yok
kursat:
çelişkiye düşüyorsun ama
kursat:
yukarda dedin ya, “tercih ettiricisiz tercih olmaz” diye, demedin mi?
albatros:
tamam öyle olsun
kursat:
o halde biz burada tercih etiğimizde, bize tercih ettirten ne oluyor
albatros:
bilmiyorum
kursat:
iki tercihin var
kursat:
ya Allah’ın ilmi yada geçmiş olaylar




*** Dedi: Ya da "Galu bela" toplantısında, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye seslenen Allah değil midir?
_Cevap: Bak şöyle oldu: Bu seslenen Allah değildi. Ya neydi? Şuydu: Bu olay da (eğer sembolik değilse) onların duyacağı bir ses yaratıldı, bu yaratma da elbette ki, yaratma sıfatıyla olmadı; ilmiyle oldu ve mecazen, Allah için “dedi” ifadeleri geçiyor Kuran da; yine Musa ile diyalog anlatılıyor ya, Kuran da: "Ayakkabılarını çıkar sen kutsal vadi Tuvadasın" diye, burada bu sesi yaratıyor, o mekan da Musa’nın duyacağı şekilde ve mecazen "Allah, Musa’yla  konuştu" ifadesi kullanılıyor.

_Dedi: Musa'ya seslenen ve görünen Allah ise bu kudretini göstermez mi?
_Cevap: Zaten Musa, O'nu görmedi ki; O'nu görmek istemekle küfre girdi (çünkü her görünen şey bir yönde olmalı, dolayısıyla mekanda olmalı, yani cisim olmalıdır. Dolayısıyla Musa, Allah’ı cisim olarak düşündü ve küfre gitti) ve küfre girmesine rağmen ayetlerde geçen diyalogta, küfre girdiği halde ona bu yanlışı anlatılmadı ve vahy devam etti; bu ise Allah’ın onu saptırmasıdır, peygamberimizi saptırdığı gibi, onu da saptırdı. Peygamberimiz Allah’ı insan gibi tanıtmıştı bize hatırlarsanız, şekilli şemalli hani. Bu konu da yüzlerce hadis mevcuttur. Bunu şimdiye dek kimse anlatmadı açık açık.
 
_Dedi: "Bana kulluk etsinler diye yarattım" ya da "Ben bir hazine idim, bilinsin-görülsün istedim" bunlar bir amaç ifade etmiyorsa, yalan öyleyse!
_Cevap: İkinci bahsettiğin uydurma hadis de, diğeri ayettir, (Zariyat 56) Soruyorum: Peki kullarından kulluk etmeyenler var mı? “var değil mi? Eğer amacı insan ve cinlerin kulluk etmesi olsaydı, o halde Allah amacına ulaşamamış olmaz mıydı acaba?

_Dedi: Bunları reddetmek, peygamberleri ve kitapları da reddetmek demektir.
_Cevap: Peygamberleri reddetmiyorum, neden mi? "Peygamber" sözcüğü Farsça’dır ve manası "haberci" demektir. Zaten "nebi" de arapça "haberci" demektir. Yani ne oluyor? Bu habercilerin ille de müslüman olması gerekmiyor demektir. (Zaten bunu kabul etmek, ilmi anlamda insanın önünü açıyor. Aksi halde zincirleniyor insan, ilerleme pek olmuyor. Çünkü acayip hadisler var, bakıyosun ki; Buhari, Müslim rivayet etmiş! Yani hop diye inkar edemezsin, apışıp kalıyor insan. Bu düşünce kabul edilince, önün açık demektir; araştır, korkma…
   Dolayısıyla hem peygamberlerin hata yaptığını, icabında küfre girdiğini kabul edip, hem de onların peygamberliğini kabul etmek bu yönüyle çelişki teşkil etmiyor. Kitaplara inanmaya gelince, hem kabul ediyorum, hem de baktım ki akli delile zıt görüyorum ayetin zahirini, diyorum ki: “Bu ayetle Allah kullarını saptırıyor.” Ve işin içinden çıkıyorum. İmtihan etmek, arşa istiva yani oturma, irade, görme, duyma ifade eden ayetler mesela. Tevil edebildiğimi ediyorum, yani başka mana verebildiğimi veriyorum, baktım veremiyorum "Allah kullarını bu ayetle saptırıyor” deyip, çıkıyorum işin içinden. Yorumlara, yani tevillere gelince; mesela Allah’ın görmesi ile ilgili ayetlere, görülebilecekleri bilmesi diyorum, duymayı da, duyulabilecekleri bilmesi diyorum.

_Dedi: Peki ya sudur teorisi!! Sudur da, Allah'ın kudretinin taşmasıdır. İlminden bir şey çıkmaz. Kudreti olmadan, ilmi bir işe yaramaz. Kudreti olmadığını söylemek, Allah'ı aciz kılmaktır. 
_Cevap: Sudur teorisi derindir. İlimle oluyor. Ama ben geleneksel olan sudur teorisini, yani “on akıl” teorisini kabul etmiyorum.


*** Ateistlere karşı bu:
Soru: Tercih ettiricisiz tercih olur mu, olmaz mı? "olur" derse, o halde sebepsiz bir olay kabul etmiş olmadın mı? "evet oldum" derse, halbuki Ateizm bunu kabul etmez. Ateizm’e göre her olayın mutlaka meydana getirici bir sebebi vardır.
 _Eğer "olmaz" derse, bir ile bin arasında seçtiğin üç rakam hususunda, sana bu tercihleri yaptıran nedir o halde? "geçmişteki olaylar" demesi gerekecek ki, bu da sonra anlatacağım "determinizm" olur ve özgür iradeyi savunamaz.

_ Bu da Allah’a inandığını söyleyen ve hür iradeyi savunana karşı delil:
Soru: Tercih ettiricisiz tercih olur mu, olmaz mı?  
_Eğer "olur" derse, o halde sebepsiz bir olay kabul etmiş olmadın mı? "evet oldum" derse, madem öyle, neden alemin de (Allah’tan başka herşey) sebepsiz olarak meydana geldiğini kabul etmedin ve bunun sebebinin Allah olduğunu söyledin? Zira alem bütün olayların hepsidir; bir olay ile bütün olaylar, olay olma olarak birdir. Neden bir olay için sebepsiz deyip, diğer olaylar sebeplidir dedin? Bu farkı neye dayanarak yaptın?  
_Eğer "olmaz" derse, tuttuğun rakamlar hususunda sana bu tercihleri yaptıran nedir o halde? "Allah" derse, cebr olur (yani hür iradesi olmadığını kabul etmiş saylır.) "Geçmişteki olaylar" derse, “bu determinizm olur” denir. 


*** Dedi: "Her şeye niye sebep arıyorsunuz? Bir olay olabilir. Biz bu olayı değerlendirip A deriz, ama eminim ki aynı olay aynı şartlarda tekrar olsa bir B cevabı alınırdı. Etkileşim her şeydir. Ama kararı olaylar değil, biz veririz. Karar verme eylemini hissederek gerçekleştiririz. Esas olan budur.
İnsan sebepsiz yere gülebiliyorsa, sebep aramanın gereği yoktur."
_Cevap: Sebepsiz sonucu kabul edenleri kimse kabul etmez. Eğer sen sebepsiz sonucu kabul ediyorsan, o vakit boş bir odada kendiliğinden bir buzdolabının olmasını da normal karşılaman gerekir. Bunu normal karşılarsan, seni normal karşılamazlar.
  Kim ne derse desin, bir gerçek var ki o da şudur: İster Teist (Allah’a inanan) ister Ateist (Allah’a inanmayan) olsun, bu iki düşünce sisteminde hür iradeye yer yoktur.   Ateizmde, determinizm (belirlenimcilik)vardır ve hür iradeye yer yoktur (ama Ateistlerin tamamına yakını, bu durumdan habersizdirler.) Teizmde ise Allah olayları önceden bilir diye inanıldığından, yine hür iradeye yoktur. Şimdi Ateistlere şu soruyu soruyorum: Bir ile bin arasında üç tane karşık sayı seçin; mesela adamın biri dedi ki: “55, 953 ve 512”  Derim ki: Senin bu materyalist görüşüne göre, sen başka sayılar seçemezdin, bu üç sayıyı seçmek zorundaydın. Determinizmde sen bu sayıları seçmek zorundaydın. Çünkü bu görüşe göre önceki olaylar, sonraki olayları belirler. Yani önceki olaylar, sonrakilerin sebebidir. Onları varlığa getiren sebeptir. Bu sefer Ateist olduğunu söyleyen adam bas bas bağıracak ve "ne diyorsun sen ya, kafayımı yedin! Elbette başka  sayı da seçebilirdim, rakam mı yok, mal mısın nesin  sen!" der. (Bu tip şahısların klasik bir tavrı vardır ki o da şudur: Eğer karşısındakini bilgisiz görürse, buradan girer ve "sen cahilsin, oku da gel" der. Ama karşısındakini kendisinden bilgili görürse bu sefer de şunu der "sen okumuşsun ama karıştırmışsın!") Soruyorum: Ateizme göre bundan başka rakam seçemezdin, önceki olaylar bu adamı zorladı diye inanılır. Şimdi soruyorum: Ateistlere, bak senin görüşüne göre böyle bu, ama Teizmi yani, Allah’ı kabul edersen, bu sefer de seni zorlayanın Allah’ın ilmi olduğuna inanmak gerekiyor. Yani iki düşünce sistemi de sana hür irade vermiyor. Şimdi seç bakalım. Hangisi sana daha mantıklı geliyor. Ateizmde; eskiden olan olaylar, mesela bin yıl önceki bir savaşta adamın birinin ok atması bile seni etkiliyor ve bu sayıları seçmende seni zorluyor. Buna mı inanacaksın, yoksa Allah’ın bilmesinin seni zorladığına mı inanacaksın seç bakalım?  
- Not: Yani Ateist, inancı gereği bu örnekte bin yıl önceki bir adamın ok atmasının, kendisinin bir ile bin arasında karşık olarak 100 rakam seçmesini etkilediğine inanmak ve kendisini zorladığına inanmak durumundadır. Buna mı inanmak mantıklı, yoksa önceden neyi seçeceğini Allah’ın bilmesinin sonucu, bir zorlanma altında olduğuna inanmak mı daha mantıklı? Seç bakalım..


***

kursat:
sebepsiz olay olur mu
albatros:
olmaz
kursat:
bu rakamları seçmenin de sebebi var demek olmaz mı
albatros:
var tabi
kursat:
nedir peki
albatros:
sorman
kursat:
sormamın da varsa bu determinizm olmuyor mu
albatros:
oluyor
kursat:
ama incelik şu: senin bin rakam içinden karışık on tane seçiyorsun ya, mesela seç üç tane karışık
albatros:
tamam devamını getir
albatros:
yaptık bunu
kursat:
seç ve yaz
albatros:
568-985-36
kursat:
peki bunları seçmenin sebebi benim sormam mı
albatros:
rakam seçmemin sebebi senin sorman, ama bu rakamları seçmem…
kursat:
onu soruyorum zaten
albatros:
işte burada kendi özgür iradem der çıkarım, olmaz mı?
kursat:
ama bunu dersen dikkat et bir şey daha demiş oluyorsun
albatros:
her koşulda determinizmi kabul etmeyen bir ateistim ben derim mesela
 kursat:
bu durumda şunu demiş oluyorsun, geçmişle ilgisi olmayan, sebebi de olmayan şeyler oldu demiş oluyorsun, yani bu rakamların seçimi sebepsiz diyorsun, anladın mı
albatros:
tamam
albatros:
her zaman determinizm geçerli olmayabilir
kursat:
bir olayın sebebi var dersen, bütün olayların var demek zorundasın, bu ayrımı yapamazsın mantıken, haksız mıyım
kursat:
ama ben determinist değilim, bunun ne olduğunu gösteriyorum sadece,
 albatros:
ama determinizm beyinle, düşünceyle ilgili her argümana uyarlanabilir mi?
kursat:
inan ki bu ateizmde böyle, ama millet bilmiyor, anlamıyor, ben yüzlerce kitapta bunları gördüm, kesin yani, ama çok Ateist bunu bilmez
albatros:
zaten biraz kafa yoran Ateistler de iradeyi reddediyor
kursat:
ben çevremde reddeden görmedim.


*** Anaxaogras: Lambanın alevi söndükten sonra, ona zeytinyağı doldurmanın yararı yoktur.

*** Allah yaşlanır mı? Evet diyorum.

*** Allah sevilir mi? Evet diyorum.

*** Kendine Teist (Allah’a inanan) diyenlerin tamamına yakını, olayların birbiri üzerinde hakiki manada tesirleri olduğunu kabul ederler. Mesela “sobayı yaktı ve ısındı” örneğinde  kişiler, ısınmayı genelde sobanın yanmasına bağlarlar. Dolayısıyla bu şahıslara, Ateistlerin temel görüşü olan determinizm delili kullanılarak cebr anlatılabilir. 
  Soru: Sebep, sonucunu zorunlu kılar mı? Yani adama sorarsın: Sebep sonuç ilişkisine inanıyor musun? Soba yandığı için mi ısındın? gibi örnek ver. O kişi genelde “evet” der.    Yani olaylar arasında sebebin sonucunu etklediğine inanır. Madem öyle sebebin de sebebi var mı? “evet” der; bu olaylar zincirinde, yüz yıl önceki bir olay senin davranışlarını etkilemiş olmuyor mu? genelde “evet” der. O halde senin fiillerini bu düşünceye göre, sen değil, önceki olaylar belirliyor öyle mi? genelde “evet” der. Nerede senin hür iraden? Yani bu düşünceye göre yaptığın bir fiili, başka türlü yapamazdın anlamı çıkıyor ve bu da aslında hür olmadığın anlamına geliyor.    
  Not: Bu delil Ateistlerin determinizm ilkesini, kendilerine Teist diyenlere göre uyarlanmış  biçimidir.

*** Kursat dedi: “Peygamberimiz hür değiliz dedi ve kesti attı, yani fazla izah yapmadı. Akli deliller getirmedi bu konuda; yani, "önceden biliyordu Allah ne yapacağımızı, o bakımdan hür değiliz" gibi konuşmadı. Şunu biliyordu ki, bu konuda çok konuşulursa insanlar kaderi hızlı bir şekilde inkara sürüklenecekler.”
_Dedi: Eğer “hür değiliz” demişse, sizin vardığınız "Allah bize zorla günah işlettiriyor" kanısı saçma olmaz mı? Yani peygamberimiz "haşa" "Allah bize zorla günah işlettiriyor" demişse, bu özgürlüğü nereden bulmuş?
_Cevap: Özgürlüğü bulmadı, ona bunu Allah söyletti zaten.

   Kursat dedi: “bunu tahmin ettiğinden dolayı hayır (iyilik) ve şerrin (kötülük) Allah’tan geldiği inancını dile getirdi ve gerisini pek kurcalamayın dedi. Ama şimdi işler tersine döndü. neden mi? Çünkü yüzyıllardır peygamberimizin dediğinin tersi istikamette bir kader inancı anlatılıyor ve onun anlattığı inanca yani hür olmadığımız şeklindeki inanca piyasadaki kader ile ilgili yazılan kitapların tamamına yakınında hakaretler yağmur gibi boşaltılıyor. Özgür iradeyi savunuyor bunlar. Hayır ve şerrin Allah’tan geldiğini inkar ediyorlar.”
_Dedi: Hayır ve şer Allah’tandır. Sizin kastettiğiniz hayır ve şer ne oluyor?
_Cevap: Hayır, iyilik demektir, şer ise kötülük demektir, kelime anlamı budur. Yani namaz kılmak, iyilik; zina yapmak kötülüktür. O halde zina yapmak da Allah’tan olmalıdır. Ama bu, çok kişi tarafından inkar edildiği halde, bunlar hayır ve şer Allah’tandır demeye devam ederler.

   Kursat dedi:”ve hala utanmadan amentu'ya inandıklarını iddia ediyor bunlar. Laf oyunları yapıyorlar ve bizi laf oyunu yapmakla itham etmekten çekinmiyorlar. Senin gibiler de fazla araştırmayınca ne oluyor? Hoop, onlara rahatça inanıyorsunuz.”
_Dedi: Allah'ı zorba kılmak neyin nesi? Allah'ı zorla günah işlettirmekle itham ediyorsunuz da, O’nun merhametinden neden bahsetmiyorsunuz?
_Cevap: Çünkü merhametli değildir. Merhamet, duygudur. Allah da duygu olmaz. Zaten bu kötülükleri kullarının başına veren kendisidir, bir de bu duruma merhamet etmesi saçma olur. Zira bunu zaten kendi yaptırıyor.

_Dedi: Siz bize yardım etmek istiyorsunuz, Allah bunu size zorla mı yaptırıyor?
_Cevap: Evet

_Dedi: Yoksa; siz evet siz, bize yardım etmek isteyen zat, peygamberimizin "size göre açıklayamadığını" siz yaparak, ondan üstün bir makamda olduğunuzu mu iddia ediyorsunuz?
_Cevap: Sen galiba dediklerimi tam anlamadın. Ben ne dedim, o yanıldı ve bu itikadi bir hataydı ve sonu küfür oldu, ben kendimi müslüman olarak görüyorum.

_Dedi: YÜCE RAB sizi, bize yol gösterici olarak mı gönderdi? Yoksa size vahy mi geldi? 
_Cevap: Bana vahiy gelmedi. Sadece araştırmalarımı sizinle paylaştım.

_Dedi: Allah peygamberleri saptırdıysa, peygamberler de yol gösterici olarak bizi saptırmış mıdır?
_Cevap: Elbette

_Dedi: Siz "kendi deyiminizle" gerçekleri yansıttığınıza göre; ALLAH kendisini deşifre etmeniz için mi sizi yaratmıştır?
_Cevap: Allah bunları isteyerek yada istemeyerek yapmadı. İstemesi yoktur, zorunlu olarak yaptı, yapmak zorundaydı; zira ilmi böyle idi. Yani benim varlığa geleceğimi ezeli olarak bilmekteydi ve bunu kendisi de değiştiremezdi, aksi halde cahil olması icap edecekti.

_Dedi: "Bana kulluk etsinler diye yarattım" ya da "Ben bir hazine idim, bilinsin-görülsün istedim" bunlar bir amaç ifade etmiyorsa, yalan öyleyse…
_Cevap: İkinci bahsettiğin uydurma hadis de, diğeri ayettir. (Zariyat 56) Soruyorum: Peki kullarından, kulluk etmeyenler var mı? var değil mi? Eğer amacı, insan ve cinlerin kulluk etmesi olsaydı, o halde Allah amacına ulaşamamış olmaz mıydı?

_Dedi: Söylemek istediğiniz nedir? Açıkca yazar mısınız?
_Cevap: Allah hiçbir şeyi amaç edinmiş değildir.

_Dedi: Amaç derken, kastetdiğiniz nedir?
_Cevap: Bir şeyi elde etmek, mesela birinin doktor olmak istemesi gibi

_Dedi: Ulaşamamış derken, kastetdiğiniz nedir?
_Cevap: Bahsi geçen ayetin zahirinden, Allah’ın kullarının ibadet etmelerini amaç edindiği gibi mana çıkaranları ilzam yani susturmak için bir sorudur bu.

_Dedi: Bu ikisini soru olarak mı algılamalıyım? Yoksa yönlendirmeli soru olarak mı?
_Cevap: Yönlendirmeli soru.

_Önceden sorulan soru: “Bunları reddetmek, peygamberleri ve kitapları da reddetmek olmuyor mu?”
_Kursat dedi: “Peygamberleri reddetmiyorum, neden mi? "Peygamber" sözcüğü Farsça’dır ve manası "haberci" demektir. Zaten "nebi" de arapça "haberci" demektir.
Yani bu habercilerin ille de müslüman olması gerekmiyor demektir. ( Zaten bunu kabul etmek, ilmi anlamda insanın önünü açıyor.)
_Dedi: “Müslüman,” bu kelimenin anlamı nedir?
_Cevap: Teslim olan

_Dedi: Size göre hangi peygamberler müslüman değildir?
_Cevap: Bence tamamına yakını

_Dedi: Peygamberlerin küfre girdiğini yazmışsınız. Hem küfre girip, hem nasıl peygamber oluyorlar?
_Cevap: Peygamber, haberci demektir, bize haber vermediler mi? verdiler. Oluyormuş demek ki..

_Dedi: Peygamberlere kafir mi diyorsunuz?
_Cevap: Tamamına yakınına

_Dedi: Küfür ne demektir?
_Cevap: İnkar ve üzerini örtmek demektir. Yani gerçeklerin üzerini..

_Kursat dedi: “Kitaplara inanmaya gelince; hem kabul ediyorum, hem de baktım ki zahirini akli delile zıt görüyorum, diyorum ki: “Allah kullarını bu ayetle saptırıyor.” Ve işin içinden çıkıyorum. Mesela imtihan etmek, arşa istiva, yani oturma, Allah’ın iradesi, görmesi, duyması gibi ayetler için konuşursak, tevil edebildiğimi ediyorum, yani başka mana verebildiğimi veriyorum, baktım ki veremiyorum "Allah bu ayetle kullarını saptırıyor” deyip, işin içinden çıkıyorum.”
_Dedi: Zincirlarinizi kırdığınızı, ilerlediğinizi, önünüzün açıldığını ima etmişsiniz. Böyle ufku geniş bir insana: “baktım ki anlam veremiyorum …………… deyip işin içinden çıkıyorum” böyle bir cümle yakışır mı?
_Cevap: Başka çare yok ki? Sen, Kuran’ı herhalde daha tanıyamamışsın.


*** Kitap: Et-Ta’likat    Yazar: İbn Sina
_Sh 52: Mutezile kelamcılarının Tanrı tasavvurlarındaki temel açmaz, onların “gerçek yetkinlik” fikrine ulaşmalarını engelleyen gizli bir antropomorfizmdir. Mesela onlar Tanrı’nın insandaki gibi bir irade ve ihtiyardan beri olduğu tespitinin, O’nun varlığına bir tür eksiklik getireceğini düşünmektedirler. Oysa O’nun insanlardaki gibi bir irade ve ihtiyara sahip olması gerçek bir eksiklik olurdu.

*** Kitap: İslam        Yazar: Prof. Dr. Fazlur Rahman
_Sh 165: Filozoflar, Plotinus’un “Gerçek’in nihai sebebi” fikrini, yani onun Bir’ni (Plotinus’un izinden gidenlerin bu Bir’i yorumladıkları ve O’na herşeyin özünü içine alan bir aklı malettikleri şekliyle) esas alarak Mutezile’nin tevhid anlayışını yeniden yorumladı ve geliştirdiler. Bu yeni anlayışa göre Allah, zatı (mahiyeti) ve sıfatları olmayan saf varlık idi; O’nun yegane sıfatı, varlığının zaruri olmasıydı. Uluhiyetin sıfatlarının, ya selbi oldukları ya da O’nun varlığını etkilemeyen ve O’nun zaruri varlığının icra olunabilen, tamamiyle zahiri ilişkilerden ibaret oldukları ileri sürüldü. Böylece Allah’ın bilgisi, “bilinen şeylerin O’nda mevcut olması”; iradesi “O’nun varlığından mecburiyetin imkansızlığı”;  yaratıcı faaliyeti, “şeylerin O’ndan suduru” vs. şeklinde tanımlandı. Aristo ve Plotinus’un  fikirlerinin çerçevesi içinde, Allah’ın cüz’ileri bilmesi mümkün değildi. O yalnız küllileri bilebilirdi. Çünkü cüz’ileri bilme, hem zamana bağlı arka arkaya yer alan bir bilgi sürecini, hem de farklı nesnelerde görülen değişmeleri dikkate aldığından, İlahi zihinde bir değişmenin olduğu anlamına gelecekti. Fakat, Allah ile fert arasında doğrudan bir ilişkiyi kabul eden bir din böyle bir nazariyeyi kolay kolay kabul edemezdi. Bu bakımdan İbn Sina hem dinin taleplerine, hem de kendi felsefesinin gereklerine hak ettiklerini veren zekice bir nazariye ortaya attı. Bu nazariyeye göre Allah bütün cüz’ileri bilmekteydi; çünkü O her şeyin nihai sebebi olduğundan, bütün sebeplilik sürecini de zaruri olarak bilmekteydi. Mesela Allah vuku bulacak güneş tutulmasının, bütün özellikleriyle birlikte  sebeplilik sürecinin hangi noktasında yer alacağını ezeli olarak bilmekteydi. Bu çeşit bir bilgi, ilahi bilgi de herhangi bir değişmeyi gerektirmez. Çünkü o, belli bir zaman ve mekanda meydana gelen durumlara bağlı bilginin zaruretini ortadan kaldırır.
 

*** Allah’ın, olacağını bildiği insan davranışları, varlığa gelmek zorunda mıdır? “Evet” derse; o halde sen varlığa gelmesi zorunlu olan hareketlerini yaparken, hür bir iraden olduğunu mu savunuyorsun?

*** Depremde ölen çocukları öldüren Allah mıdır?

*** Kötürüm veya kör doğan bir insan ne yaptı da böyle doğdu? bu adalet olur mu? Dolayısıyla “Allah adaletlidir” diyenler bir kez daha düşünmelidirler.

*** Allah bir şeyin olacağını önceden bilirse; “o şeyin meydana gelmemesi imkansızdır” demek doğru mudur? “Evet” derse, demek ki sen, meydana gelmemesi imkansız olan şeyleri yapıyorsun öyle mi?

*** Allah yaptığından başkasını yapabilir miydi? “evet” derse, bu Allah’ın bilgisinin yanlış  çıkması anlamına gelmiyor mu? Yani Allah yaptığından başkasını yapamazdı.

*** Dedi: İnsan akıl olarak özgürdür. Allah'ın dilemesi, insanın düşünme eylemini yaratmasıdır. Ama seçicilik yönünden insan serbesttir; ister kötüyü seçer, ister iyiyi; bu insanın özgür iradesine bağlıdır. Bu iyi ve kötünün yapılmasına yol açan fiilleri Allah yaratır. Ama seçim insana aittir.
_Cevap: Hem diyorsun ki “insanın düşünmesini Allah yaratır.” Hem diyorsun ki “seçim yönünden insan hürdür.” Seçmek, düşünmek değil midir?

_Dedi: Bir de demişin ki: “Allah kötüdür.” Bu imkansız; benim önüme trilyonlarca safsata getir, buna inanmam.
_Cevap: Dedim ki, Allah zalimdir ve O'na iyi de denebilir (iyilikleri yaratması yönünden) ve kötü de (kötülükleri yaratması yönünden) denebilir. Bu dünyada zulüm var mı? Var değil mi? Peki bu zulmü kim yarattı? Allah mı? “Evet” dersen, peki zulmü yaratan neden zalim olmaz? Bana bunu izah eder misin?

_Dedi: Zorunlu varlık, yani tek yaratıcı olan Allah, hiçbir şekilde kötülüğü emretmez.
_Cevap: Acaba kötülüğü irade eder mi?

_Dedi: Şimdi sen yanlış yoldaysan, bunun sebebi yine sensin. Eğer Allah böyle birşey dilemiş olsaydı, yani haksızlık dilemiş olsaydı, yaratıcı olamazdı.
_Cevap: Yani benim yanlış yolda olmam, Allah’ın dilemesinin dışında oluyor öyle mi? Sen nasıl ehli sünnetsin? Ehli sünnete göre, Allah’ın iradesi dışında bir şey olmaz ki..

_Dedi: Şimdi sen diyeceksin ki: “Benim yaşamam, benim burada yazı yazmam kendime bağlı bir şey; ben yemek yerim, onlar enerji yapar. Sonra da hareket ederim.” Ama bunlar sadece görünen şeyler; metafizik boyutta ise bunların hepsi Allah'ın dilemesiyledir. Düşünce olarak ise sen bağımsızsın. Ama senin yemen, içmen bu evrendeki faaliyetlerinin hepsi Allah tarafındandır.
_Cevap: Peki neyi düşüneceğim de Allah’ın ezeli iradesiyle mi olmaktadır?

_Dedi: Bu dünya imtihandır.
_Cevap: Ne yapacağımız önceden Allah tarafından bilinmiyor mu? “biliniyor” dersen, ne yapacağın, o yönüyle belli demektir. Peki, belli olan şey de, neyi ortaya çıkarmak için imtihan yapılsın ki? Madem sonuç önceden belli? Böyle bir şeye imtihan etmek denir mi? On yaşında çocuğa sorsan "böyle imtihan olmaz" der. (Mülk ikinci ayeti biliyorum, Kuran’a inanıyorum; ancak basit değil, izahı kitabımda ve forumlarda var.)

*** Hadid 22 de ki ayet ile ilgili izah: Madem cennet ve cehennemdeki insanlar sonsuza dek yaşayacak; o halde onların başına sonsuz sayıda olay gelecek demektir. Ama Hadid 22’ye göre bütün insanların başına gelecek olaylar kitaptadır, yani yazılmıştır. Halbuki sonsuz sayıda olay, yazmayla bitirilemez ve bu yazmanın sonu gelemez. Bu ayette bahsedilenin, hadislerde anlatılan kitap ve yazı olduğu genellikle yaygın bir kabuldür. Ama mantıken sonsuz sayıda olay yazılıp bitirilemez. Önümüzde üç seçenek var:
A-  Bu ayetten, Allah’ın ilmi manasını anlayacağız, yani “olayları olmadan önce bilir” manasını.
B- Ahiretteki insan yaşamı sonlu bir süredir, zira ancak sonlu sayıda olay yazılıp  bitirilebilir. Sonlu olay ise sonlu sürede olur; ama nasslarda ahiretin ebediliği anlatılır.
C- Ya da bu yazılanlar insanın ölümüne kadar ki süreye aittir.


*** Soru: Herşey önceden ve bir ilksizlikte belirlenmişse ceza niçin? 
  _Cevap: Çünkü Allah’ın ilminde ceza da ilksizlikte bellidir.

*** Allah insanlara özgür irade verebilir mi? Evet” derseniz, bu özgür irade nasıl verilebilir?

*** Cremonini: İçinden dilediğin gibi, dışından herkes gibi davran.

*** Tanrı dünyayı varetmek zorunda olduğu için mi, yoksa varetmek istediği için mi varetti?
_Cevap: Yaratmak zorunda olduğu için, ancak O’nu zorlayan da yoktu. Zatı gereği mecburdu.

*** Spinoza: Köpek kavramı havlamaz.

*** Parmanides: Varlık eğer varolmaya başlamışsa; ya bir varlıktan ya da bir yokluktan çıkıyor demektir.

*** Seçimlerimiz düşünce midir?
      Düşüncelerimizi Allah mı yaratır? “Evet” dersen,
      O halde seçimlerimizi de Allah yaratmış demektir.

*** Kitap: Metafizik Şerhi        Yazar: İbn Rüşd
_Sh 81: “Bu nedenle onlara “zamanın failinin zamana önceliği nasıl olur?” diye sorulduğunda kafaları karışmıştır. Çünkü onlar “zaman olmaksızın” derler ise  zaman bakımından mef’ulunden önce gelmeyen failin varlığını kabul etmiş olacaklardır. Eğer “zaman ile” diyecek olurlar ise, bu durumda da soru, bu zamanla ilgili olarak tekrar yöneltilir.”
Not: Bu soru “Allah zamanı sonradan yarattı” diyenlere yöneltilebilir.  

*** Aleme hadis diyenlerden biri diyor ki:”Öyleyse tek varlık kadim’dir, murad edicidir ve bizzat kendi ihtiyarı ile maddeyi yaratmıştır. Sonra muradı, yani maddenin “var” olması isteğini, “yok”luğuna tercih etmiştir. Ve madde, belli bir zaman tayin edilerek, o anda yaratmasıyla meydana gelmiştir.”
_Eleştiri: Peki bu zaman neye göre tayin edildi? Size göre de Allah ezelidir. Bahsettiğin zaman eğer hadis ise, ne kadar zaman sonra hadistir? Yok eğer zaman ezeliyse; bu ezeli zamanda, maddenin varlığa gelmesi anı, bu ezelilikten sonlu mu yoksa sonsuz bir süre sonra mıydı? Eğer “sonsuz süre” dersen, sonsuzluğun sonu gelmediğinden maddenin varlığa gelmemesi gerekirdi. “Sonlu süre sonra” dersen, ezeli bir zamanda, ezeliliğe  sonlu bir süre de eklenemez. Çünkü sonlu süre ancak bir başlangıç veya bitişin olduğu şeye eklenebilir. Ama bu örnekte zaman ezeli kabul edilmişti.

*** Aleme hadis diyenlere soru: Bunlar “Allah alemi yoktan yarattı” demiyor mu? Diyor.
Soru: Yokluk var mıdır, yoksa yok mudur? “yoktur” derse, o halde “alem yoktan yaratıldı” demek, “alemin yokluğu yoktu” demektir. Dolayısıyla alem hep vardı, yani ezeliydi manası çıkar. Eğer “yokluk vardır” derse,
1. cevap: O halde ona neden yokluk yerine varlık demedin.
2. cevap: Alem, “Allah’tan başka her şey” demek olduğundan, bahsettiğin yokluğa da sen “varlık” demekle, onu da alemden saydın demektir. Bu da yine aleme ezeli demiş olmaktır.


*** Sana biraz daha öğreteyim. Bu konuda genel olarak üç adet saldırı planımız vardır:
   Birincisi: Yaratma yönü; yani bunlara diyeceksin ki; bizim hareketlerimizi Allah mı yaratıyor? genelde “evet” derler. Eğer “hayır” derlerse; “sen nasıl ehli sünnetsin” diyeceksin. Zaten bu laf onları sindirmeye tek başına yeterlidir. Eğer onlar “ben ehli sünnet değilim” derlerse, onları Türkiye’deki insanlar saniyede dışlarlar. Eğer “ben ehli sünetim” derse; de ki: “Sen nasıl ehli sünetsin, hem Maturidilik, hem de Eşarilik (bunlar itikad da yani inançta ehli sünnet mezhepleridir) bu iki mezhep hareketlerimizi Allah yarattı diyor.” bu sefer o şaşırır, artık bunları kabul etmek durumunda kalır. “Evet, hareketlerimizi Allah yaratıyor, ama biz yine de hürüz” demeye devam edecek; 
    Cüzi iradeyi Allah mı yarattı? Diyeceksin, tanımıda şu: Bir eylemi yapmadan önce, yapmayı istemek demektir. Ben kapıyı açmak istedim ya, işte kapıyı açmak isteme düşüncesine cüzi irade deniyor. Şunu soracaksın: “Bu kapıyı açma isteğimi, dolayısıyla düşüncemi Allah mı yarattı?” Eğer o derse ki: “Evet Allah yaratıyor.” De ki: Allah’ın sen de yarattığı düşünceyi, düşünmemeye kadir olabilir misin?” “Olamam” derse, “o halde düşünmemeye kadir olamadığın bir düşünceyi düşündüğünde nasıl hür iraden olduğunu savunuyorsun?” Diye sor. Eğer “cüzi irademi Allah yaratmaz” derse, bu sefer de ki: “Sen mi yaratıyorsun?” “Evet” derse, de ki:  “Allah’tan başka yaratıcı olur mu? Eğer “bunu insan da yaratmıyor, Allah da”  derse; de ki: “Kendi kendine mi meydana geliyor?”
”Ben Maturidiyim” derse, de ki: Sizin mezhepte  “cüzi iradeyi Allah yaratmaz” diyorlar, haberin var mı? Eğer yoksa kelam kitaplarına bakabilirsin.” 

_İkinci saldırı harekatı şu: Allah’ın iradesi bahsi : Allah’ın iradesi ezeli mi? Diye sor. Eğer “sonradan da olabilir” derse, bu sefer de “peki Allah ezeli ilmiyle, sonradan ne irade edeceğini biliyor mu?” de, “evet” der. “O halde, neyi irade edeceği de bu anlamda ezeli olmuş olmadı mı?” de; “evet” der. Eğer “Allah’ın ezeli iradesi var” derse, şunu sor: O halde bizim burada konuşmamız Allah’ın ezeli iradesiyle mi oldu? Yani biz yokken mi Allah bunu yapacağımızı dilemişti?” de, ( Eğer,  “bizim yaptıklarımızı Allah dilemez ki” derse, yine de ki: “Nasıl ehli sünnetsin sen, ehli sünete göre insanların yaptıkları da Allah’ın iradesiyle olur ve onlara göre Allahın iradesi dışında birşey olmaz.) Eğer bu sahtekarların (özgür iradeyi savunanların) kitaplarını okuyan biriyse, sana şunu diyecek: “Tamam ezeli iradesi var ama "bildiği için diledi" yani ezeli ilmiyle bizim hür bir şekilde böyle yapacağımızı da biliyordu ya, işte bunu bildiği için diledi” derler, başka çareleri yok. De ki: “Peki ama "bildiği için diledi" demek, önce biliyor, sonra diliyor gibi  olmuyor mu?” Halbuki bu lafla dilemesi sonradan oluyor gibidir. Sen iradesi ezeli demiştin ve ezeli olan şey, başka şeyden sonra olmaz ki; yani "bildiği için diledi" denemez.”

_ Üçüncü saldırı harekatımız, ilim mevzusudur: Zaten bunu çok anlattım. De ki: “Allah ezeli olarak  mı olayları biliyodu?” “Evet” derler. De ki: “Allah’ın olacağını bildiği bir olay meydana gelmek zorunda mı değil mi?” “Zorunda değil” derse, de ki: “o halde Allah yanlış bilmiş oldu ya,” der ki: “Zorunda o halde,” De ki: “Sen, meydana gelmesi zorunlu olan eylemini yaparken, hür iraden oldunu nasıl iddia edebilirsin? Eğer üç kağıtçıların kitaplarını okuyan biriyse, sana en son diyecek ki "ilim maluma tabidir." Yani ezeli ilim, maluma (bilinen olaylara) tabidir. Yani buradaki konuşma eylemimize tabidir diyecek sana. Bu konuyu önceden anlatmıştım.


 ***

albatros:
O’nun bilmesi ezeli ise, O’nun bildiği şey varlığa gelmeyebilir mi?
سْمِ اللهِ الرَّحْم 06;ِ الرّحِيم::
gelmeyebilir 
albatros:
o zaman Allah bilmemiş olmuyor mu?
بِسْمِ اللهِ الرَّحْم 06;ِ الرّحِيم::
bildiği şey meydana gelmezse mi
albatros:
evet, gelmeyebilir dedin ya
بِسْمِ اللهِ الرَّحْم 06;ِ الرّحِيم::
herşeyi bilmesi meydana getirmesi anlamına gelmez diyorum
albatros:
bildiği şey varlığa gelmeyebilir ise, Allah bilmemiş olmuyor mu bu dediğine göre
بِسْمِ اللهِ الرَّحْم 06;ِ الرّحِيم::
o meydana gelmeyen de O’nun  bilmesi içindedir
albatros:
varlığa gelen bir şeyden bahsediyoruz
بِسْمِ اللهِ الرَّحْم 06;ِ الرّحِيم::
meydana gelmemesi de O’nun bilgisindedir
albatros:
aynı şey, varlığa gelenden bahsediyoruz diyorum, varlığa gelmek zorunda mı bu şey ya da olay
kursat:
albatros ne olmuşsun sen böyle
بِسْمِ اللهِ الرَّحْم 06;ِ الرّحِيم::
var olan veya olmayan her şey ezeli bilgisinin içindedir
kursat:
sorum sana: Senin bu lafına şu denir: 
albatros:
söyle Kürşat, ya ben anlatamadım, ya o anlamadı
kursat:
Allah varlığa gelecek olan bir olayı, yani burada konuşuyoruz ya,  mesela bu örnek olsun, bu olay meydana geldi mi
albatros:
buradan iyi olacak, evet
بِسْمِ اللهِ الرَّحْم 06;ِ الرّحِيم::
evet
kursat:
peki Allah bu olayı meydana gelecek olarak mı biliyordu yoksa meydana gelmeyecek olarak mı biliyordu
albatros:
bu işte, illa bu kadar ayrıntılı örnek vermek gerekiyor demek ki
بِسْمِ اللهِ الرَّحْم 06;ِ الرّحِيم::
gelecek olarak tabi
kursat:
peki Allah’ın meydana gelecek olarak bildiği bir olayın, meydana gelmemesi olanaklı mı olanaksız mı
بِسْمِ اللهِ الرَّحْم 06;ِ الرّحِيم::
biliyordu dedim ya
kursat:
yani şu an ki konuşmamızın meydana gelmemesi olanaksızdı değil mi? Olanaksızdı dersen, o halde şu anda meydana gelmek zorunda olan bir eylemi mi yaptık?



***

kursat:
Allah’ın ilmi mi bizim  fiillerimize tabi yoksa bizim fiillerimiz mi Allah’ın ilmine tabidir
Güven:
Düşüneyim
kursat:
düşün
Güven:
ilim Allah’ın sıfatı olduğuna göre, O ve O’nun sıfatları hiçbir şeye tabi olmamalı
kursat:
demek öyle
Güven:
evet
kursat:
emin misin
Güven:
eminim
kursat:
peki Said Nursi’nin, bunun tersini dediğini biliyor musun
Güven:
nerde diyormuş, kaynak ver, söyle bakayım hemen
kursat:
kader risalesi, 26.söz, "ilim maluma tabidir" diyor, yani Allah’ın ilmi bilinen olaylara tabidir diyor, bunu mu savunacaksın bana
Güven:
araştıracağım
kursat:
hepsi bunu der, sadece o değil bütün özgür irade savunanlar bunu derler
Güven:
Muhyiddin İbn Arabi ne der
kursat:
o daha açıktan diyor, bunlar gibi pek gizlemiyor, “Ayanı Sabite” diye bir şey diyor

kursat:
ilim maluma mı tabi yoksa malum ilmemi tabi
Güven:
böyle bir soruya ne gerek var, bilinen şey bilmeğe tabidir
kursat:
ben de öyle diyorum ve bu cebr oluyor, cebri kabul etmemek için öbürünü dediler, eğer olaylar Allah’ın ilmine tabi ise, o halde olaylar O’nun bildiği gibi olacak demektir
Güven:
evet
kursat:
ve Allah’ın ilmi ezeli olduğuna göre
Güven:
evet
kursat:
ve bizim yaptıklarımız sonradan olduğuna göre, biz önceden Allah’ın ilminde belli olan şeyleri yapmak zorundayız demektir
Güven:
yapmak zorunda olduğundan değil,yapmakta olduklarını Allah’hın bildiğinden dolayı
kursat:
işte bunu diyenler şunu ekliyor haberin olsun, Allah’ın ilmi bizim yaptıklarımıza tabidir diyorlar,
Güven:
risalei nur okuyom
kursat:
nurculara git, 26. sözü aç, orada oku ve  “ilim maluma tabidir” sözünü bul ve onlara sor: Allah’ın ilmi mi maluma tabi yoksa malum mu Allah’ın ilmine tabidir? de
Güven:
bunu yapacağımdan emin olabilirsin, peki,bir soru de ben sorayım
Güven:
Allah’ın adaleti var mı, adil midir
kursat:
değildir
Güven:
adil değildir öyle mi
kursat:
evet
Güven:
adil olmayan bir Allah’a inanmam ben
kursat:
sen bilirsin
Güven:
sen nasıl inanıyorsun peki
kursat:
mecburen, olaylar açık, adaletin olmadığı açık yani
Güven:
neresi açık
kursat:
adam kötürüm doğuyor, kör doğuyor, böyle adalet olur mu
Güven:
peki soruyom: adalet nedir sana göre
kursat:
eşit hak tanıma demektir
Güven:
Eksik, böyle değil
kursat:
nasıl
Güven:
senin elin tutuyor mu
kursat:
evet
Güven:
gözün görüyor mu
kursat:
evet
Güven:
yürüyebiliyor musun
kursat:
evet
Güven:
Peki sen elini ayağını ve gözlerini ne yaptın da hak ettin
Güven:
kursat:
bir şey yapmadım
Güven:
eeeee
kursat:
ee ne, ne diyorsun, kötürüm olanları Allah böyle yapmadı mı
Güven:
Yaptı,öyle yarattı
kursat:
bu adalet mi oluyor şimdi
Güven:
Elbette, mülk Allah’ın değil mi, istediğine verir
kursat:
o ne yaptı da kötürüm doğdu
Güven:
sen ne yaptında tam teçhizatlısın
kursat:
onu diyorum işte, bu adalet mi şimdi
Güven:
Evet, mülk kimin
kursat:
O’nun
Güven:
peki mülk O’nun ise sen nasıl istediğini alabilirsin, O ne kadar verirse o kadar yapacaksın
kursat:
ben de onu diyorum zaten, ilmine göre yapar ve bu sorgulamaz, zalimdir ama  olsun, O yine de ilahtır
Güven:
zalim sensin, küfre giriyorsun
kursat:
zulmü kim yarattı
Güven:
Yine başlama


*** Hem geçmişimizdeki olayların sonsuz sayıda olup, hem de şu an ki olayların bir saat öncesine göre artması neden imkansız olsun? Aslında benim ebediliği de daha çok hesaba katmam gerekiyor. Alem yok olsa bile, Allah hep varlıkta olacağından, şu an bizim anladığımız manadaki (benim hep verdiğim örnek:1 ile 3 arasında bekliyoruz ya işte onu diyorum. Yani bazısı şunu diyebilir: "Madde yoksa ve dolayısıyla hareket de yoksa zaman da olmaz; zira ne ölçülecek?" diyebilir. Ben şunu diyorum: Madde olmasa da yani hareket olmasa da, benim verdiğim örnekteki zaman anlayışından kaçılamaz. Yani orada bunu sayan olmasa da bu manadaki zamandan kaçılamaz.)
  Yani saniye olarak bakarsak, o yönüyle alem yok olsa bile, Allah’ın varlığının sürmesi zaten zamansal bir artışla olur. Zira ebedilik zamansız olamaz. Dolayısıyla bu yönüyle incelediğimiz zamanın bir sonu olamaz. Demek ki önümüzde ezeli ve ebedi zaman gerçeği durmaktadır. Hal böyle olunca, başlangıçsız ve sonsuz bir zaman kavramı ortaya çıktı demektir. Ek olarak maddenin de ezeli olduğunu kabul etmek zorundayız. Bunun izahı çok geçti. Benim "bir saat öncekine göre zaman ve olaylar arttı" sözümü tekrar gözden geçirmeliyim. Acaba bu sayıca bir artış olmayıp, benim anlayışıma göre olan (izafi, göreli, varsayılan) bir artma mıdır? Ya da geçmişte sonsuz sayıda olay ve zaman kabul edildikten sonra da, bu olayların ve dolayısıyla zamanın artması neden imkansız olsun? Acaba benim "ancak sonlu sayıdaki olaylar artar" ifadem bir aldanış mı? Acaba sonsuz sayıdaki zaman ve olay da artma olur mu?


*** Şu an ki olaydan 1 saat sonrasını düşündüğümüzde “olaylar arttı” diyoruz ve şunu ekliyoruz: Olaylar arttığına göre, artan her şey sonlu olduğundan, geçmişimizdeki olaylar da sonludur diyoruz. Ancak bunun karşısında daha güçlü bir delil var ki; o da alemin ezeli olması. Zira aleme hadis yani sonradan olan denirse, Allah’ın da varlığının başlangıcı savunulmak zorunda kalınıyor. Bu katiyyen kabul edilemez. Dolayısıyla bu iki zıt durumla karşı karşıyayız ve Allah’a, dolayısıyla aleme ezeli deyince, otomatik olarak geçmişimizde sonsuz sayıda olayı ve sonsuz zamanın geçtiğini kabul etmek zorunda kalıyoruz. 1 saat sonrasını düşündüğümüzde, 1 saat öncesine oranla olaylar arttı gibi görsek bile, başka çaremiz yok. Alemin ezeliliğini kabul edip, diğer öncülü, yani olayların artmasıyla ilgili olarak geçmişteki olayların başlangıcının olduğunu; çünkü ancak sonlu sayıda olayın artacağı düşüncesinden yola çıkıp, sonlu sayıda şeyin bir başlangıcının lazım geldiğinden ötürü, alemin sonradan oluştuğu, varlığının başlangıcının olduğu ve dolayısıyla Allah’ın da varlığının başlangıcını savunmaya giden bu görüşü; başka manada ele almak gerekiyor.

*** "Allah için zaman yok" dedin değil mi? Peki Allah ebedi mi? “evet” dersen, zamansız bir ebedilik ne demektir?


*** Dedi:"Sen kimsin, nesin, necisin, niyetin ne?"
_Cevap: Kendi halinde bir araştırmacıyım, din eğitimi başkalarından almadım. On yıldır dini kitap, son beş yıldır da felsefe ve kelam ağırlıklı okuyorum. Kader konusuna ilgim küçük yaşlardan beri vardı. Ancak yirmi yaşından itibaren bu konudaki yazılarla tanıştım ve hayal kırıklıkları yaşadım. Zira orada anlatılan kader inancı beni tatmin etmedi; çok çelişkili ifadeler vardı. Hem “herşey Allah’ın iradesiyle olur” diyorlar, hem hür irademizden bahsediyorlardı. Hem “Allah önceden olacakları bilir” diyorlar, hem de “Allah bize zorla günah işletmez” diyorlardı. Hadislere baktığımda ise hür irademizin olmadığının anlatıldığını görüyordum ve ikileme düştüm. Ancak kendime güvenim olmadığından ve kitaplarda yapılan laf oyunlarının iç yüzünü henüz anlayamamış olmamdan ötürü, uzun yıllar bu konunun iç yüzüne vakıf olamadım. (dört beş sene kadar, yirmidört yaşına kadar özgür irademiz var diyordum.) Yani ekstradan bu konunun üzerinde araştırma yapmadım. Ancak altı yıl önce okuduğum kitapta, bir bilgiyle karşılaştım ve o andan sonra bu konu üzerine eğilmeye karar verdim ve kelam kitaplarından incelemeye başladım. Zamanla dönen dolapları daha iyi anlamaya başladım. Bu arada çevremdeki kişilere bunları anlatmaya başladım ve 10.000 den fazla insanla bire bir konuştum diyebilirim. Yani çok tecrübem oldu. Ben çok sıkıntı çekerek bu bilgilere ulaştım ve biliyorum ki bu inceliklere ulaşmak kolay değildir. Siz çabalasanız bile önünüzde büyük engeller vardır. Ben size bu bulduklarımı hazır olarak vermek istedim. Ancak insanların bana din düşmanıymışım gibi bakması da esasen normaldir. Bunu da biliyorum; çünkü onları iyi tanırım.


*** Dedi: “Dostum sen insanlara hazır bilgi sunduğunu iddia ederek onların inancının temelinde gedikler oluşması için çalışıyorsun. Neye ve neden inandığını bilenler, Allah'ın izniyle bu tuzağa düşmeyeceklerdir. Ama halen daha çok genç olup, din felsefeleri gelişmemiş olabilecek kullanıcılarımızın beyinlerini bulandırıyorsun. Bırak insanlar senin geldiğin bu noktaya gelmek istiyorlarsa, senin geçtiğin evrelerden geçsinler. Eğer dine bağlı kalmak istiyorlarsa da bağlı kalsınlar. Senin bu yaptığın, dışarıdan AIDS kapmış birinin "ben AIDS kaptım, başkalarına da bulaştırmalıyım" fikri ile önce kendi bedenlerine batırdıkları bir iğneyi, başkalarına batacağından emin oldukları bir yere koymalarına benzer. Bu gerçekten çok acı bir şey. Dibe batarken, bir başkasını daha çekip götürmek niye? Kendi küfrünle boğul git!”
_Cevap: Ben alıştım bu tür tavırlara, dediğim gibi bunlar normal; ancak ne acı ki "hayır şer Allah’tandır" diyen birine bunlar yapılmaktadır. Bunu yapanların "hayır ve şer Allah’tandır tabi ki, ne diyorsun sen?" diyenler olması ve bu şahısların zinanın şer olduğunu kabul ettikten sonra, zinanın Allah’tan olduğunu reddeden kişiler oluşlarıdır.


*** "Allah’a sövme" düşüncesini Allah bende yarattığı için mi, ben bunu düşündüm? Ya da bu düşünceyi ben mi yoksa şeytan mı yarattı? Yoksa kendi kendine mi meydana geldi bu düşünce?

*** Allah alemi yoktan mı yarattı? "evet" derse, bu yokluk durumu sonlu bir süre mi yoksa sonsuz bir süre miydi? "Sonlu bir süre" derse, derim ki: Bu yokluk durumunun sonu alemin varlığa gelişiydi değil mi? "evet" der, derim ki: Peki başı neydi?
_ Not: Bu soruya, "yokluk durumu sonsuz süre sürdü" diyemeyeceğini ve "yokluk durumu sonlu süre sürdü" dediğinde de, bunun Allah'ın varlığının başlangıcını savunma demek olduğunun geniş izahları daha evvelden geçmişti.

*** Bu konuyu (alemin kıdemi) derinlemesine araştırdım. Bu konuda yazılmış derin yazıları okudum ve şu sonuca vardım: Allah, alemi sonradan yaratmadı. Ama genel kabul yüzyıllardır bu. Neden böyle? O da basit; zira daha çabuk kabullenilen bir şeydir bu. "Yoktan yarattı" ifadesinde, sanki Allah’ı tazim, yani yüceltme var. Ama bu lafın sonunun nereye vardığını insanların tamamına yakınını düşünemedi. Kelamcılar bunu göremedi. Ama filozofların bir kısmı, bunu derin olarak düşündü ve alemin ezeli olduğunu söylediler. Bir çok da delil getirdiler. O delillerin en etkilisi bu başlıkta defalarca zikrettiğim, zaman meselesiyle ilgili "sonlu mu yoksa sonsuz zaman mı önceydi” şeklindeki sorulardı. Bu konuda da çok merhaleler aştım. Hatta Allah’ın varlığının başlangıcını üç ay savundum. Bu zor bir dönemdi; zira izahını yapamıyordum. Ama neden bunu savunmuştum? Nedenlerim vardı. Sonra olayların başlangıçsızlığını kabul etmek durumunda kaldım ve anladım ki bunu kabul etmeyen kafirdir. Çünkü, Allah’ın varlığının başlangıcı olduğunu savunma durumuna düşmüş olur. Bunun farkına varmasa bile...


*** Dedi: “Merak ediyorum; acaba neden böyle bir araştırma ihtiyacı duysun. Yani eleştirmek amacıyla bir insan bu kadar uğraşsın? Garip; acaba başka bir niyetiniz mi var? “Üç yıl RiSALE-i NUR'u inceledim” dediniz. Acaba dediginiz gibi hakikaten araştırdınız mı? Çünkü birçok yazdıklarınız, sanki okumamış izlenimi veriyor da; neyse ameller niyetlere göredir.”
_Cevap: Nursi’nin kadere inanmadığını seneler öncesinden (2001) biliyordum; ama sırf size bunu delilleriye göstermek için bu kadar uğraş verdim. Zira nurcularda taassup (gözü kapalı, aşırı bağlılık) çoktur. Bunu kırmak için başka yok bulamadım. "Tarihçe-i Hayat" hariç, Nursi’nin bütün yazılarını okudum. Çok basit hatalarla doludur kitapları; ama öyle bir şişirilmiş ki bu eser, sanki dünyada başka kitap yok. Kelamı bilmez Nursi, tekrar söylüyorum: Eşariliğin: "özgür irademiz yoktur" dediğini bile bilmiyor ve size kaderi anlatmaya kalkıyor. işte sonuç bu!
   Nereye gitsem bana “Nursi’nin kader risalesini oku” diyorlar. O’nun peşinden Fetullah Gülen geldi. O da bu konuda, kaderi inkar etmenin yollarını millete öğretmeye başladı ve “kadere inanmak budur” dedi. Aslında bu kitaplar zehirdir. Milleti aldattılar; ama bunu bu niyetle yapmadılar. Kendilerince iyi niyetliydiler. Kendilerine çok güvenleri vardı; ama en basit şeyleri bile bilmiyorlardı. Fetullah Gülen’in "kader" adlı kitabı, bu konuda çok açık yazılmıştır. Nursi gibi lafı fazla dolandırmıyordu. Açık açık söylüyor gerçek fikirlerini. Bu şahıslar kelamdan anlamazlar. Okumuşlar sağdan soldan, irili ufaklı kader konusunda bir kaç eser; zaten özgür iradeyi savunan bu tip kitapların tamamına yakını birbirinin kopyasıdır. Bu iş bu kadar mı kolay!  
   En basitinden, Nursi’nin öve öve bitiremediği Gazali, bunların sapıklık dediği görüştedir, yani " kulun özgür iradesi yoktur" der. Ama Nursi kaç kere göklere çıkardı bu şahsı. Yani onun cebirci (hür irademiz yok diyenler) olduğunu bile bilmiyordu. Buradan kıyaslayın. Yine Razi'yi övüyordu kelamcı diye, ama onun tefsiri de baştan başa özgür irademiz yok diyordu. Nursi bunu da bilmiyordu ve sallamaya devam ediyordu. İbn Arabi’yi de övüyordu ki, o da kadere inanmayan biridir ve o da "Ayan-ı Sabite" adı altında farklı bir yol izlemişti. Bunların "bildiği için yazdı" ifadelerinin benzeri bir yol tutturmuştu. Bu konuda rezillik, kepazelik diz boyudur; bunu bilin. Ama “ben uyumaya devam edeceğim” derseniz, sizi uyutmaya talip çok kişinin sırada beklediğini de unutmayın!
   Sağda solda deniyor ya, “sahtekarlık yapılıyor” diye, ben şunu diyeyim: Bu konuda yapılan sahtekarlığın yanında, onlar hiç birşey değildir. Zira bu konuda milletin kafasını uyuşturuyorlar. Ama bu millette de suç var. Bir laf da onlara lazım. "Armut piş ağzıma düş" anlayışıyla bu hallere düştünüz! “Onlar alim, bize laf mı düşer” diye diye bu hale geldiniz. "Aman onları eleştirmek kimin haddine" diye diye..
   Onlar da insan değil mi? Bilgiliymiş; sen de oku, sen de bilgili ol! İnsanların çoğu, geçmişte yaşayan ve alim diye nitelenenleri bu konularda daha mahir sanır. Aslında değil; neden? Artık iletişim eskisi gibi değil, bir sürü kitap var, bir sürü araştırmacı var. Bizler yani cebirciler ortaya çıktığında, milletin tamamına yakınını kendisine karşı buluyor ve acı acı bağırıyor: “Hayır, şer Allah’tan değil miydi? Neden bana inanmıyorsunuz?” Bu haykırışlara arada bir alaycı karşılıklar da veriliyordu: "Anlamıyor musun? Allah istemiyor işte sana inanmamamızı, niye soruyorsun ki?”
    Bu konuyu bu kadar neden mi araştırdım. Bu uzun hikaye ama, şunu söyleyeyim: Ben çok acı çektim, siz çekmeyin; çok aldandım, siz aldanmayın. Bunların bu konuda yazdıkları zehirdir. Ama panzehiri ben de var. Eğer benim dediklerimi okursanız ve anlarsanız; tahminim, artık onların yazdıları size birşey yapamaz. Artık kolayca göreceksiniz bunların içyüzünü ve onları okudukça bu konuda bilginiz, tecrübeniz çok artacak.


 
*** Cami hocalarının tamamına yakını kadere inanmadığı için cuma namazı kılmayın. Cemaatle namaz kılmayın. (Genel olarak söylersek) Neden? 
1: Zaten kader konusunda dediğime inanmadınızsa namazınız olmaz. Zira kadere inanmayanın namazı olmaz. Neden? Çünkü, kadere inanmayan kafirdir.
2: Diyelim kadere dediğim gibi yani "hür değiliz, Allah zorla günah işlettiriyor." Gibilerinden inandınız; iş bununla bitmiyor ki; cami hocalarının neredeyse tamamına yakını kadere inanmaz. “İnanıyom” derler elbet, ama işin aslı o değil! Onlara benim sorularımdan bir kaç tane sorun, görün ne oluyor. Sizi kapı dışarı ediyormu etmiyormu… Yani onların iç yüzünü bu sorular ortaya koyuyor. Hem bu soruları sorun, hem de peygamberimizin kader hadislerinde dediklerini söyleyin onlara. Beraber bakın bu hadislere; onlarda vardır hadis kitabı. Göstersin size kitaptan. Siz de  deyin ki: “Burada böyle diyor, yani "hür değiliz"  sen böyle diyorsun; yani "hür irademiz var." 
   Şimdi gelelim; dediğim gibi kadere inanmayanın arkasında neden namaz kılınmaz? sorusuna; neden bunun arkasında cuma kılınmaz?

_Cevap: Birinin arkasında namaz kılınıyorsa, o kimsenin müslüman olması şarttır. Onun namazı olacak ki, ona uyanın da namazı olsun. O bakımdan uyduğu kişi kafirse, kadere inanmıyosa, bu adamın namazı olmadı demektir. Kadere inanan biri ona uysa ne oldu? Kıldıranın namazı olmadı, dolayısıyla bu sefer kadere inananın da namazı olmadı. Dersen ki: "Biz adamın kalbini nereden bilelim. İnanıyordur işte"
_Cevap: Ben bu kadar imamla görüştüm; tamamına yakını özgür iradeyi savunur. Yani sonuç olarak, kadere inanmaz. Soruları sorun, görün ne olacağını. Sinirden gözlerinden alev çıkacak.
   Peki kadere dediğim gibi inanan biri ne yapacak?
_Cevap: Cumaya gitmeyecek ve öğle namazının dört rekat farzını kılacak. Teravih olsun, başka olsun, bu gibilerin arkasında namaz kılınmaz.


***

kursat:
bu takvim örneğini şunun için verirler, Allah’ın önceden bilmesinin bizi zorlamadığını anlatmak için, yani nasıl ki takvimlere yazıldığı için güneş tutulmuyorsa , tutulacağını önceden adamlar bildikleri yani tahmin ettikleri için yazıyorlarsa
orhan:
evet
kursat:
aynı şekilde levhi mahfuza da  yaptıklarımızın yazılmış olması bizi zorlamaz demeye getiriyorlar  anladın mı şimdi
orhan:
evet
kursat:
bu lafın peşine şunu derler, “ilim maluma tabidir”,  yani  Allah’ın ezeli (öncesiz ) ilmi, maluma (bilinene) yani şunu an ki konuşmamıza diyelim, tabidir derler, tabi olmayı anlatacağım şimdi: öğrenci okula gidiyor, öğretmeniyle tartışıyor ve öğretmene “hocam haklısınız” diyor, bu örnekte öğrenci mi öğretmene yoksa öğretmen mi öğrenciye tabidir
orhan:
öğrenci öğretmene
kursat:
okey , soruyorum: tabi olan ve tabi olunan kavramlarını düşünürsen, tabi olan mı yoksa tabi olunan mı zaman olarak sonradan olur
orhan:
tabi olan herhalde daha sonradan olur
kursat:
okey de, anlamadın galiba, peki neden tabi olan sonradan olur
orhan:
karışık biraz bu laflar, düşünmek gerekli
kursat:
zor değil, zaten bunu anlarsan dünyada özgür iradeyi savunan hiç kimse sana karşı çıkamaz,
tekrar soruyorum: bir çocuk dedesine geliyor  ve diyor ki: “dede  cimbomlu ol” dedesi diyor ki: “
“yok, ben milli takımlıyım” çocuk diyor ki: “olsun, cimbomlu ol” dede: “tamam” diyor, bu örnekte kim kime tabi oldu
orhan:
dede çocuğa
kursat:
tamam, burada tabi olma, cimbomlu olma konusu değil mi
orhan:
evet
kursat:
dede yaşlı olmasına rağmen çocuğa tabi olmuş oldu değil mi
orhan:
evet
kursat:
bu özgür iradeciler şunu diyolar: “ilim maluma tabidir” yani  Allah’ın ezeli, öncesiz, başlangıçsız ilmi, maluma yani bilinen olaylara tabidir , yani önce olan ezeli ilim sonradan olan olaylara tabidir diyorlar, anladın mı
orhan:
okey
kursat:
ama bu bir çelişki değil mi, sonra olan olaylar, yani şu an ki yazışmamız var ya, diyorlar ki bu lafla,
ezeli olan yani önce olan ilim, sonra olan olaylara tabi diyorlar değil mi, anladın mı
orhan:
evet
kursat:
ama mantıken önce olan değil, sonra olanın tabi olması gerekiyordu değil mi, demek ki
bunlar yanıldı değil mi
orhan:
evet yanıldılar
kursat:
özgür iradeciler şunu diyorlar açıkça, “Allah’ın ezeli ilmi bizim hareketlerimize tabidir”
bunu diyorlar, yanlış bu değil mi
orhan:
evet yanlış, Allah’ın ilmi bizim hareketlerimize bağlı değildir
kursat:
peki o zaman şu sonuç çıkmıyor mu, “bizim hareketlerimiz Allah’ın ezeli ilmine tabidir” bu mana çıkıyor değil mi
orhan:
öyle
kursat:
tamam ama bunu kabul edince, sen cebirci oldun demektir, haberin yok, yani “Allah zorla günah işletiyor” demiş  oldun
orhan:
hayır öyle demedim
kursat:
sen “olaylar Allah’ın ilmine tabidir” dedin ya
orhan:
dedim
kursat:
bu lafa göre şu sonuç çıkmıyor mu, biz ancak  Allah’ın önceden bildiği şekilde hareket edebiliriz
orhan:
tam bir şey diyemiyorum
kursat:
nasıl diyemiyorsun
orhan:
evet dersem, sen, kötü yola da götürüyor diyeceksin ama aralarında kesin bir ayrıntı vardır


*** Dedi:  Rızasının olduğu fiillere ecir, rızasının olmadıklarına  cezasının olduğunu belirtmektedir.
_Cevap: Peki rızasının olamadığı şeyleri de Allah irade eder mi? Zina gibi mesela?

*** Allah bizim hareketlerimizi ezelde mi takdir etti?

*** Allah günah işlememizi ezelde mi takdir etti?

   

***  Diyorsun ki alem ezeliyse cennet de, cehennem de, insan da ezeli
olur.
_Cevap: Ben alem dediğimde kasdettiğim şey şudur: Allah’tan başka herşey demektir.
İnsan sonradan olmuştur. Kuran’da bu sabit ve bu akli delile zıt değildir.
  Aslında benim şu an en büyük problemim şudur: Ben alemin ezeliliğini savunuyorum ve teselsül’e yani geçmişteki olayların sonsuz sayıda olduğuna inanıyorum. Ama alem sonradandır diyenler, bu konuda çok güçlü bir soru soruyorlar: Saat bir itibariyla düşünürsek, geçmişte sonsuz sayıda mı olay oldu diye soruyorlar. Ben evet diyorum.   Soruyor: “Peki saat şu an iki oldu, bir saat geçti; dolayısıyla saat bir’e göre daha fazla sayıda olay mı oldu?” “evet” diyorum. Diyor ki: “Ama sonsuz sayıda olayın  sayısı artar mı?” “hayır” diyorum. Diyor ki: “Arttığına göre demek ki geçmişte sonsuz sayıda olay değil, sonlu sayıda olay vardı ve sonlu sayının başı ve sonu belli olması gerektiğinden alemin de başlangıcı vardır. Başlangıcı varsa sonradandır.”
   Ben bu delile cevap veremedim. Ancak bu görüşü (alemin sonradan olması) Allah’ın varlığının başlangıcını savunmaya vardığı için bıraktım.


*** Dedi: Tabiki alemdeki kötülükler Allah'ın iradesinden bağımsız değildir. Ama bunlar Allah'ın rızası, emri ya da muhabbeti ile değildir. İyi de, kötü de Allah'tandır.
_Cevap: Genelde ehli sünnet kitaplarında da böyla izah yapılır. Ancak burada gözden kaçan şey şudur: Dikkat edersen bu sözde, Allah’ın rızası olmadığı şeyi de irade ettiğinden bahis vardır. Dolayısıyla zinayı da irade ettiğini kabul vardır. Hal böyle olunca Allah’ın zina fiilini istediğini kabul ettiniz ve sizce Allah’ın irade ettiği fiilin gerçekleşmesi zorunludur. Dolayısıyla kul zorunlu olarak meydana gelecek fiili yapmak zorunda demektir. Hani kulun hür iradesi? Gördüğünüz gibi çok basit.

Buna karşı dedi ki: “Çıkarımının buraya varmaması gerekiyordu. İyi bir çıkarım değil. Kötülük problemine gelecekken, atladın insan fiillerinde özgürlüğe geldin. Ben bu konuda da ehl-i sünnet kaynaklarından yararlanacağım.
   Matüridi, insan iradesinin hür ve bağımsız olduğunu kabul etmiştir. Yaratıcı olarak Allah insana cüz’i iradesini vermiş, ancak onun sevk ve idaresi tamamen kendisine bırakılmıştır. Matüridi bu noktada Allah’ın, insan iradesine hiçbir müdahelesinin olmadığı düşüncesindedir. Zira iradenin kullanılmasında herhangi bir müdahele olursa sorumluluğun izahı zor olur. Aslında Matüridi daha da ileri giderek, insanda mevcut cüz’i iradenin yaratılmamış olduğu görüşünü ileri sürmektedir. Matüridi cüz’i iradenin yaratılmadığını söylerken bu hususa işaret etmiş olmaktadır. Yani insan, iradesini Allah’ın hiçbir etkisi olmadan sevk ve idare edebilmektedir. İradesini bu şekilde kullanmakla tam bir sorumluluk altında bulunmaktadır.”
_Cevap: Dedin ki: "maturidi, cüzi iradenin yaratılmadığını söyledi." Emin misin bundan? Nerede okudun böyle dediğini? Ben Maturidi’nin "kitabu-t tevhid" adlı kitabını okudum ve böyle demeyip, tam tersine "her hadis (sonradan olan) mahluktur" dediğini gördüm ve maturidi, cüzi irade ifadesini bile söylemedi. Cüzi iradenin yaratılmadığı ifadesi sonradan bu mezhebe eklenmişti. Kimin eklediği de bellidir. 1500’ lü yıllarda İbn Humam yaptı bunu. Neden? Zira, Ebu Mansur Maturidi, ne dediğini bilmeyen biriydi. Kitabı çelişkilerle doluydu. Hem “insan fiillerini Allah yaratır, herşey Allah’ın iradesiyle olur” diyor; hem de insanın hür iradesini savunuyordu. Ama sonradan gelen Maturidiler, dediler ki “bu böyle olmaz.” Bir çare düşündüler ve "ilim maluma tabidir," "Allah bildiği için yazdı," "Sen istersin, Allah da istediğin fiili yaratır" gibi ifadeleri sonradan eklediler. Cüzi iradenin yaratılmadığı ifadesi bu mezhebe 1500’ lerde eklendi. Yine sonrakiler “imanı Allah yaratmaz” dediler. Hatta Maturidi’nin öğrencisinin torunu olan Pezdevi, Maturidi mezhebinin önde gelenlerindendi. Yazdığı kitapta "imanı Allah yaratmaz" demişti. Neden? Ebu Mansur Maturidi ise imanın mahluk olduğuna dair bölüm bile açmıştı. Yani Maturidi "imanı Allah yaratır" ifadesinin cebr olacağını bile anlamamıştı.


*** Bu yazıyı okuman kader mi? “evet” dersen, demek mecbur okudun öyle mi? “hayır mecbur değildim” dersen, neden bu soruya “evet kader” dedin? eğer “bu yazıyı okumam kader değildi” dersen, bak kadere sen de inanmıyorsun.

 *** Dedi: Güneşin etrafında her gezegenin eşit olmayan zaman aralıklarıyla döndüğünü biliyoruz. Eğer evrenin zamansal bir başlangıcı yoksa, o zaman Satürn’ün, Güneş’in etrafında ne kadar sürede döndüğünün cevabı sonsuzdur; Dünya’nın da. Ama birbirinden büyük sonsuzluklar düşünmek saçmadır.Dolayısıyla evren zamansal bir başlangıca sahiptir.

_Cevap: Verdiğin bu delilin benzeri şöyledir: “Gezegenlerin Güneş’in etrafında veya kendi ekseni etrafındaki dönüş hızları farklıdır. Madem alem ezeli ve dolayısıyla bunlar da ezeliyse, bir sonsuz başka sonsuzdan büyük olamaz; o halde bu anlayış batıldır” derler; alemin hudusunu savunanlar. Ancak Meşşailer yani aleme kadim diyenler, eskiden yaşamışlardı ve on akıl teorisi ortaya koydular. (Farabi, İbn Sina) Fakat kabul edilemeyecek bir iddiaydı bu. Buna karşılık ben yine aleme ezeli diyorum. Ancak onların dediği gibi demiyorum. Direkt madde ezeli ve başlangıçsızdı diyorum ve Dünya’nın, Güneş’in sonradan olabileceğini iddia ediyorum. Yani bu alem de Dünya’nın sonradan olması ve sonsuz olaylar silsilesinin bir tarafında yer alabileceğini savunuyorum. Teselsül’ü kabul ediyorum. Alemin hudusunu (sonradan olduğunu) kabul edenler; Allah’ın varlığının başlangıcını savunmaktadırlar. Bunu göremediler. Daha önce defalarca bunu anlattım.


*** Dedi: “Dua kaderi değiştirir.”
_Cevap: Dua kaderi değiştirir öyle mi? söyle bana, kulun dua edeceği de Allah’ın ezeli ilminde belli değil miydi? "belliydi" dersen, buna göre kulun dua etmesi de kader olmuyor mu?

*** Soru: Allah irade ettiklerini bilerek mi yoksa bilmeyerek mi irade etti? "Bilerek" derse, peki bunun bilmekten farkı nedir? Zira, O’nun olacağını bildiği şeyin meydana gelmesi zaten zorunludur. Aksi halde cahil olması gerekirdi. (bu, Allah’ın iradesinin olmadığını gösteren delildir.)


*** Dedi: Bari Allah’ın iradesini kabul et de, ondan sonra özgür irademiz yok de.  İki iradeyi birlikte reddetmene ne gerek var?
_Cevap: Başka çare yok. Ezeli ilim kabul edilince, Allah’ın iradesine yer kalmaz.

_Dedi: Ya da irade sıfatını reddetmekle Allah’ın fiilerini zorunlu olarak yaptığını kabul etmiş olursun. Bunu mu kabul ediyorsun.
_Cevap: Evet

_Dedi: Ayrıca iradeye atfedilen özellikleri, sen ilim sıfatına ilave ediyorsun. Bu sefer insanı fiilerinde zorlayan Allah’ın iradesi değil ilmi mi oluyor?
_Cevap: Evet

_Dedi: Allah’ın iradesini reddetmendeki mantık, insan fiillerini özgürleştirmek değilse nedir?
_Cevap: Gerçekçi olma ve ezeli ilmi kabul etme sonrası iradesine yer kalmaması yönündeki akli deliller.

_Dedi: Alemdeki kötülükleri Allah’a atfetmemek mi?
_Cevap: Alemdeki kötülüklerin kaynağı Allah’tır, bilmesidir.

_Dedi: O zaman bu kötülüklerin nedeni insan da değil; insan da özgür değil ve bu kötülükler Allah’tan zorunlu olarak sudur ediyor öyle mi?
_Cevap: Evet zorunlu olarak sudur ediyor. Ancak bir fark var: O’nu bunu yapmaya zorlayan olmaksızın Allah yaptıklarını yapmak zorundaydı. Bundan sonra yapacak olduğu şeylerden başkasını da yapamaz. Ezeli ilimden bahsettiniz, bunun ne demek olduğunu iyi düşünün. Allah bu ilme muhalif bir şeyi yapamaz, dolayısıyla zatı gereği zorunludur ( Mucibun Bizzat) Yaptıklarını hür iradesiyle seçmedi. Filozofların çoğu bu görüştedir. Kelamcılar, Allah’ın iradesini kabul ettiler. Onlar çok geride kaldı.

*** Dedi: O zaman alemin Allah'la birlikte ezelde yoktan yaratıldığını kabul ediyorsun.
_Cevap: Ezelde yoktan yaratma olmaz. Yoktan yaratmadan bahsedildiğinde, bu yaratılan için bir başlangıç kabul etmek gerekir. Oysa "alem ezeli olarak varlıktadır" dendiğinde, bu alemin yokluğunun düşünülemeyeceği demek olur. Yani alemin yoktan yaratılması reddedilmiş olur.

_Dedi: "İlahi fiil, ilahi cevherden zorunlu olarak çıkmıştır." O zaman, alemde bir determinizm var. sebep-sonuç aynı anda var oluyor ve sebep-sonuç arasındaki ilişki zorunlu.
_Cevap: Ben determinizm'e inanmam. Olaylar arasındaki ilişkilerde hakiki fail (yapan) Allah’tır. Ben olayların birbirine hakiki manada etkisini kabul etmem. Mesela ateşin yaktığına inanmam. Yakmayı yaratan aslında Allah’tır. Ama genelde ateşe biz değdiğimizde, bu acı yaratılıyor. (Acının yaratılmasından kastım; ayrıca bir yaratma sıfatıyla yaratma değildir; yine bu acının meydana geleceğinin Allah’ın ilminde oluşu ve bu ilme göre acının meydana gelişidir.) Ve bunlar çok sık olduğundan, artık insanlar bunları hep sebeplere bağlar oldular.


***  Dedi: Teselsül, Hâdislerin ve mümkinlerin, birbirinin müessiri (illeti, doğurucusu) olarak, geriye doğru nihayetsiz devam etmesi demektir.

Teselsülü iptal için sunulan deliller:

1- Önümüzde birbirine tesir etmiş bulunan bir sebep-müsebbep mecmuası vardır. Bu mecmuanın her bir ferdi mümkin olduğuna göre kendisi de mümkindir. Bu mümkin mecmuanın müessiri kimdir, ya mecmuanın tümüdür, ya içinden bir parçadır veya tamamen dışında kalan bir şeydir. Mümkinler mecmuasının müessiri yine kendisi değildir. Çünkü bir şey kendi kendisinin illeti olamaz. Bu mecmuanın illetini, içindeki bir parça da teşkil edemez. Zira o parça mecmuanın tümüne tesir ederken kendisine de tesir etmiş olacak, bu ise batıldır. Eğer bu parçanın, kendisinden başka mümkinler serisine tesir ettiğini, onların da buna tesir icra ettiğini söyleyecek olursak bu takdirde devir lazım gelir ki onun muhal olduğunu isbat etmiştik. Üçüncü şık kalıyor o da müessirin mümkinler serisinin dışında olması. Mümkinlerden olmayan şey vâcip olur. O halde mümkinler nihayetsiz devam edemeyip bir vacibu’l-vücud’ta nihayet bulur.
_Cevap: Bu delil teselsülün batıllığını ispatlamıyor ki, bu fertlerin her birinin sebebinin Allah olduğunu gösteriyor.

2- Bürhan-ı tatbik delili: Sebep-müsebbep zinciri geriye doğru, bir dizide sonsuz olarak devam eder. Buna göre bize doğru son ma’lûl, son eser vardır, fakat ilk müessir yoktur. Şimdi biz son eserden başlamak üzere geriye doğru nihayetsiz bir zincirleme düşünelim. Bir de son esere nisbetle, mesela 5 kademe yukarıda olan ikinci bir sonsuz silsile düşünelim. Bu iki ma’lûl silsilesini bize doğru olan başlangıç noktalarından birbirine tatbik edelim, yani çakıştıralım. Birinci silsilenin birinci halkası ile (yani asıl illetler silsilesinin beşinci halkası ile) karşı karşıya gelecektir, ikincisi ikincisinin, üçüncüsü üçüncüsünün karşısına olmak üzere devam edecek. Bize doğru olan başlangıç noktasına nisbetle aralarında dört kademe fark bulunan bu iki ma’lûl zinciri arasında ya tam bir uygunluk bulunacak, yani zincirlerden birinin her halkasının karşısına öbürünün bir halkası gelecek, bu takdirde küll cüz’e müsavi olacaktır ki bu muhaldir; veya eksik silsile nihayete erecektir, o zaman da öbür silsile 4 kademe fazla gelecektir. Nihayetli kemiyetten, muayyen miktarda fazla olan kemiyet de nihayetli olacağından öbür silsile de nihayete erecektir. Böylece sebep-müsebbep zinciri nihayetsiz olmaktan çıkar.
_Cevap: Buna şöyle yanıt veriyorum: Bu tatbik olayını çapraz olarak yapmayı teklif ediyorum. Yani 5 kademe fazla olan silsilenin en son malul'ü (illetli) ile 5 kademe eksik olan ikinci silsilenin en son malulünü çakıştırmayı. Nasılsa bunların ikisinin de başlangıçsız olduğu kabul edilmişti. Böylece çakıştırma devam eder diyorum.

3- Bürhân-i tezâyüf delili: Bu delil, illet ile ma’lûl arasındaki nisbetin incelenmesinden doğmaktadır. İlletler zincirinin sonsuz olarak sürüp gittiğini kabul edersek, ma’lul sayısı illet sayısına nisbetle bir fazla olacak ve illet- ma’lûl dengesi bozulacaktır. Çünkü zincirin her halkası kendinden öncekine nisbetle ma’lûl, kendisinden sonrakine nisbetle de illettir. Halbuki bize doğru son ma’lul sadece malludür, illet değildir. O halde fazladır. Oysaki nihayetsiz düşünülen varlıklarda ziyade ve noksan olamazdı.
_Cevap: Bu silsileyi bir noktada kesmeniz de sizin vehminizdir ve silsile devam ediyor ve edecektir.

*** Kursat dedi: "Allah alemi yoktan mı yarattı? "evet" derse, soru: Bu yokluk durumu sonlu bir süre mi yoksa sonsuz bir süre miydi? "Sonlu bir süre" derse, derim ki: Bu yokluk durumunun sonu alemin varlığa gelişiydi değil mi? "evet" der, derim ki: Peki başı neydi?
_ Not: Bu soruya, "yokluk durumu sonsuz süre sürdü" diyemeyeceğini ve "yokluk durumu sonlu süre sürdü" dediğinde de, bunun Allah'ın varlığının başlangıcını savunma demek olduğunun geniş izahları daha evvelden geçmişti."
_Dedi: Yokluğun başı yine bir yokluk değil midir?
_Cevap: Bu soruyla hasmı: "Yokluk durumu sonlu süre sürdü" demeye mecbur ettim ve şahıs bunu deyince sonlu sürenin başı ve sonunun olması gerekeceğinden dolayı bu yokluk durumunun bir başlangıcını kabul edecek ve çaresiz, bu başlangıç durumuna Allah’ın zatı diyecek ve Allah’ın varlığının başlangıcını savunduğunu görecek; yani kafir olduğunu.
     Bu cevabıma, karşı  cevap verdi:  “Yokluk bir "şey" değildir ki, zamana konu olsun. Yokluk tanımlanabilir mi? hayır.”
_Cevap: Madem yokluk zamana tabi değil diyorsun; o halde neden Allah alemi yoktan, sonradan yarattı diyorsun?

_Dedi: Madde ezelde varsa, Allah yaratıcı değil, sadece musavvirdir öyle mi?
_Cevap: Aristo’nun dediği gibi demiyorum. Bilmesiyle olaylar olur diyorum. Var eden yine Allah’tır. Ama alem Allah’ın zatından, zaman olarak sonra meydana gelmiş değildir. Alem, Allah’tan zat olarak sonradır, zaman olarak değil. Mesela biri yürür, aynı anda gölgesi de hareket eder. Burada zamansal birliktelik vardır. Ama şerefçe ve zat olarak insanın harekereti gölgesinden öncedir denebilir. Allah’ın aleme önceliği de böyledir.

*** Dedi: Yokluğun başlangıcının olmadığını, sonunun olduğunu söylersem ne olur? Yani yokluğun başlangıcı yine bir yokluk, geriye doğru sonsuz. Yokluğun sonu da varlık, ileriye doğru sonlu. Ki senin "yokluk durumu sonsuz süre sürdü diyemeyeceği" görüşünü kabul etmiyorum!
_Cevap: Yokluk yoktur zaten, ondan bahsederken sanki varlıktan bahsediyorsun; başlangıçsız ve sonlu derken. Böyle dersen, şu soruya cevap vermen gerekir: Başlangıçsız bir yokluktan, sona doğru gidildiğinde sonu var diyorsun; şu sorulur: Yokluğu başlangıçsız kabul ettiğin için bu sonlu dediğin ana varışı sonsuz süre olmuyor mu? “oluyor” dersen, sonsuz süre nasıl geçildi ve bu son ana gelindi?

_Dedi: Alemin ezeliliğini kabul ediyorsan, Tanrı ezelde alemi nasıl yarattı? Senin dediğin görüşe binaen, mutlaka Tanrı ile alem arasında yaratmanın vuku bulduğu bir an olması lazım. Yaratma Tanrı’nın fiiliyse, bu fiili yapması için bir an geçer.
_Cevap: Biz Allah’ın sıfatlarını inkar ettik ve oluşlar, Allah’ın bilmesiyle mecvut bulur dedik ve Allah’ın ilmi de, ki biz ilmi kendisidir deriz, ezeli olduğundan, bilmesi de ezeli yani başlangıçsızdır. Dolayısıyla bilmesiyle oluşan şeyler de, yani maddeler de başlangıçsızdır diyoruz. Yani maddenin oluşumu için bir "ilk" değil, "ilksizlikten" bahsediyoruz.

*** Dedi: "Yaratmakla yapmak bir midir?
_Cevap: Kulun fiillerini Allah yaratmıyor mu? “evet” dersen, kul, Allah’ın yarattığı bir fiili yapmamaya kadir olabilir mi? “hayır” dersen, kul bu zulüm fiillerini mecbur yaptı demektir. Bu fiilleri kul yapıyor ise de Allah zorla yaptırıyor. İnsanları kör eden, sakat bırakan, kötürüm eden, başlarına türlü belaları getiren Allah değil mi? Eğer “evet Allah yapıyor bunları, hayır ve şer Allah’tandır” derseniz; söyleyin bakalım, bu zulüm değil de nedir acaba? Ben namaz kılan biriyim ama neden mi böyle söylüyorum?
_Cevap: Allah’a zalim demezsem, rezil olurum da ondan. “Kötülükleri yapan, yaptıran  Allah’tır” demezsem, ben Allah’ı inkar etmiş olurum. Kadere inanmamış olurum. Zaten Ateist’lerin genelde kullandığı yol budur, kötülük problemini kullanırlar. “Allah eğer varsa, bu kötülükler neden var, yoksa O zalim mi?” derler. İnsanların çoğu, “hayır O zalim değil” der. Ateist ise keyifle “eee” der. Diğeri susar. Bunu biliyorum, bu bakımdan Ateistlere koz vermemek için, Allah’a “zalim” diyorum.


*** Dedi: Nasıl bir Tanrı? Yaratıcı değil
_Cevap: Yani yapıcı diyelim.

_Dedi: İradesi yok
_Cevap: Şaşıryorsunuz ama, bunu yüzyıllardır felsefede çok kişi bulmuştu. İbn sina gibi ve batıda da bunu anlayanlar az da olsa vardı. Ben de aldandım bu konuda, ama bulur bulmaz sizinle paylaştım.

_Dedi: Fiilleri yok
_Cevap: Var. Olan olaylar, O’nun fiilidir, yaptıklarıdır.

_Dedi: Zalim
_Cevap: Zulümleri Allah yapmıryor mu, yaratmıyor mu? Hayır, şer Allah’tan değil mi? ve siz Allah’ın iradesinin dışında bir şey olmaz demiyor musunuz? "evet" dersen, peki bu zulümler "şey" değil mi?

_Dedi: Hem fiiller ondan zorunlu olarak sadır oluyor, hem de zalim!
_Cevap: Evet

_Dedi: Aciz
_Cevap: Öyle birşey demedim.

_Dedi: İlmi var ve bu ilmi insanları fiillerin de zorunlu kılıyor.
_Cevap: Öyle

_Dedi: Tanrı, ilmi sayesinde zalim!
_Cevap: Evet

_Dedi: Tanrı’nın ilmi, sadece zalim olmasına yarıyor.
_Cevap: Sadece zalim olmasına değil; iyilikler de Allah’tan zorunlu olarak gelir.

_Dedi: Alem ezeli. Ezelde yaratılmamış, Tanrı’dan sudur etmiş.
_Cevap: Sudur etme ifadesi aslında mecazdır. Zira sudur etme ifadesinden normalde şu anlaşılır: Çıkma, taşma. Bu çıkmanın hep bir başlangıcı olduğunu görürüz. Ancak bu çıkma da başlangıç yok, başlangıçsızlık var. Bu tabir de mecaz aslında.

_Dedi: Tanrı’nın sıfatlarını inkar ettiğin söylüyorsun.
_Cevap: Evet

_Dedi: Sıfatları olmayan bir Tanrı. Böyle bir Tanrı mı?
_Cevap: Detaylı anlatmıştım.

_Dedi: Tanrı’nın kudreti=ilmi değil
_Cevap: Değil, o bakımdan “kudreti yok” dedik.

_Dedi: Ya da başka sıfatları, O’nun ilmiyle açıklanamaz.
_Cevap: O’nun ilmi ezeli olduğu için, fiili ve etkin bir ilimdir. O’nun bildiği olayların olması zorunlu, olamaması imkansızdır. Bu bakımdan zorunlu kılan bir ilimdir.

_Dedi: Alemi, “Tanrı’nın dışında her şey” olarak tarif ediyorsun. Aynı zamanda suduru savunuyorsun. En azından sudur eden varlık, sudur ettiği varlığın özelliklerini almıştır.
_Cevap: Neden almış olsun? "İlmi böyledir" deriz, çıkarız işin içinden.

_Dedi: Yani alem Tanrı’nın doğasından çıktığı için, hem ezeli, hem sonsuzdur. Hatta alem bu anlayışa göre zorunlu olmuş oluyor. Zira alem, Tanrı’nın tabiatından zorunlu olarak çıkmıştır. Bunun tersi imkansızdır. çıkmak zorundaydı; zira Tanrı’nın iradesi yok. O halde alem kadim ve zorunlu oluyor.
_Cevap: Anlamışsın işte.

_Dedi: O zaman senin alemi, “Tanrı’nın dışındaki her şey” olarak tanımlaman yanlış. Tanrı = Alem demelisin.
_Cevap: Alemin tanımı budur: "Allah dışında herşey"

_Dedi: Zamansal açıdan fark yok, ontolojik açıdan farklı dersen de, sudur eden bir varlık, sudur ettiğinin doğasına sahiptir. Sudur eden ve edilen arasında öncelik-sonralık da olmadığına göre?
_Cevap: Neden sudur ettiğinin doğasına sahip olsun? “İlmi böyleymiş” deriz, olay biter.


*** Dedi: Allah için önce sonra yok. Öteki dünyada olacak şeyler, insanların konuşmaları Kuran da geçiyor. Bunlar sonradan olacak (yaratılacak) şeyler değil mi? Ama Allah indinde bunlar gerçekleşmiş vaziyette.
_Cevap: Gerçekleşmiş değil, olmadan önce biliyor. Yani öncelik ve sonralık Allah için de geçerlidir. Mesela, Allah şu an için, yani şu an yazı yazmakta olduğum durumda, kıyametin kopmadığını bilmiyor mu? “biliyor” dersen, koptuğunda, koptuğunu biliyor mu? “biliyor” dersen, bak, demek ki bu farklılık Allah için de söz konusuymuş demek ki? Allah’ın şu an da kıyamet koptu diye bilmesi yanlış olur. Çünkü kopmadı. Bundan sonra, ne kadar süre sonra kopacağını da şimdiden bilir.



*** Aslında Allah hiçbir şeyi takdir etmedi. Çünkü takdir etmek; ölçmek, biçmek demektir. Yani irade gerektirir. Ama ezeli ilim buna yer bırakmaz. Çünkü ezeli ilim de hangi olayın gerçekleşeceği başlangıçsız olarak ve değişmez bir şekilde bellidir ve olaylar bu ilme muhalif olarak gerçekleşemez. Bu yönüyle takdire, iradeye ve seçime yer kalmaz.

*** Dedi: "Nerden merak sardınız teolojiye?"
_Cevap: Ben on yıldır dini ilimlerin içindeyim. Kimseden ders almadım, hep kendim okudum. Önce temelden başladım;  fıkıh, hadis, tefsir gibi, 3- 4 yıl böyle devam etti. Ancak kader konusu hep ilgimi çeken bir konuydu. Lakin kitapları okumaya başlayınca içime kasvet çöktü; zira çoğunlukla özgür irade savunuluyordu. Ben ise insanların “hayır, şer Allah’tandır” dediklerine bakıp, çoğunun cebirci olduğunu zannediyordum. Sonra kitapları okuyunca  “Bunlar alim, vardır bir bildikleri” deyip, gönülsüzde olsa onlara tabi oldum. Neden mi gönülsüzdüm? Birincisi, kader hadislerine baktığımda cebr itikadı savunuluyordu. Ama kitapların çoğu “cebr sapıklıktır” deniyordu. Arada kaldım, çıldıracak gibiydim. Ama ne var ki, ilim olarak kudretim yoktu ve kitaplarda dönen dolaplara yanıt veremiyordum. Bu bunalımlı dönem dört yıl civarı sürdü. Yirmi yaşında başladım bu ilimlere, sonra yirmidört yaşlarında,  artık kitaplardaki kader anlatımlarını ezberlemiş hale geldim. Yani özgür iradeyi nasıl savunduklarını.  İşte o aralar, Razi adlı şahsın “Tefsir-i Kebir” diye meşhur olan tefsiri elime geçti ve şok oldum. Zira bu tefsirde, baştan başa insanın özgür iradesi olmadığı anlatılıyordu. Ciddiyetle okudum ve ondan çok şey öğrendim. Ancak bir sorun vardı. Razi 1200’ lü yıllarda yaşamıştı; Gazali’den 100 yıl sonra; ve cebri anlatıyordu. Ama, Mutezile’yi rakip olarak alıyor, onlara yanıt veriyordu. Yani günümüzdeki Maturidilik düşüncesinin verdiği izahlara pek yanıt yoktu. Bu aralar elime bir kitap daha geçti ve şok geçirdim., Kitabın adı “Kaza ve kader” yazarı Muhammed İhsan Oğuz idi. Ancak, bu kitabın şöyle bir farkı vardı; yazar açıkça Maturidiliğin kader konusunda, aslında Mutezile gibi olduğunu ima ediyordu. Şaşırdım ve bu konuların derinine inmem gerektiği anladım. Kelam kitaplarına başladım. Bu sefer bir kez daha şok oldum. Maturidi mezhebine göre, yani hür iradeyi savunanlara göre, “cüzi iradeyi  Allah yaratmaz” görüşü savunuluyordu. Cüzi irade ise, bir şeyi yapma isteğiydi. Yani bir anlamda düşüncemizdi. Ben afalladım. Dedim ki: “Herşeyi Allah yaratmıyor muydu?” Bir de baktım ki, Eşari mezhebi “cüzi iradeyi Allah yaratır” diyordu. Dedim ki: “Zaten bu da Ehli Sünnet, buna geçeyim.” Geçtim Eşariliğe, ama o zamanlar Eşariliğin cebirci olduğunu da bilmiyordum. Sonra çok inceliklere vakıf oldum. Allah’ın görülmesini inkar ettim ve Eşarilikten çıktım. Sonra 2005’te sıfatlar konusuyla ilgilenmeye başladım. İrade konusu çok önemliydi; yıllardır içimde bir yaraydı. Yani Allah’ın iradesi ve ilmini bir türlü uzlaştıramıyordum. Kitaplardaki zayıflıkları görüyordum ama yanıt bulamıyordum, o yanıtı da  2005’ in sonlarında buldum. İradesini inkar etim. Ama bu konu kaderden daha derindi. Sonra bence en derin konu olan “alemin ezeliliği” meselesini anlamak için “Tehafüt” kitaplarının bu bölümünü altı ay inceledim ve alemin ezeli olması gerektiğini anladım. Ama  bir ara, bir yerde tıkandım ve bu yüzden üç ay boyunca Allah’ın varlığının başlangıcını bile savunmak durumunda kaldım. Sonra bunu aştım ama, bu da zor oldu. Şu an Samsun da bu konuyu benimle kimse konuşmuyor, tartışmıyor. Ben hocaların odasına girsem, sanki orada yokum, kalkıp gidiyorlar “işim var” diyorlar. Sanki oraya gelmedim. Bir de şu var aslında: “İntikam duygusu.” Çünkü bu sahtekarlıklardan ötürü, bu acıları çektim. Yıllarım böyle geçti ve bunların iç yüzünü öğrendim. Siz misiniz bana bunu yapan diye, ne var ne yok ortaya döküyorum yaptıklarını. Bu da  olayın bir yönü galiba.


***

kursat:
bir delil buldum, İbn Sina’nın, hareket eğer maddenin kendisindense o maddede hareketin hiç bitmemesi gerekirdi değil mi
albatros:
hımm, soru bulanık, hareket için enerji lazım
kursat:
eğer hareket maddenin kendisindense maddenin varlığı süresince hareketin kesilmemesi gerekmez miydi, yani konuyu bizim hareketimizin bizden başkası tarafından olduğunu kanıtlama çabasındayım,
madem bu madde için geçerli, bizim için de geçerli olmalı değil mi
albatros:
tabii
kursat:
o halde bizim yaptıklarımızı başkası yaptırıyor demektir, hareket ya maddenin özündendir ya değildir değil mi
albatros:
tamam
kursat:
hangisi
albatros:
özünden
kursat:
eğer özündense bu hareketin hiç kesilmemesi gerekmez mi
albatros:
özünden ise, hareket neden kesilmesin
kursat:
çünkü özü, varlığı süresince devam etmiyor mu
uburi:
özünden işe madde bitmeden kesilmemesi mi lazım
kursat:
tabi, çünkü özü devam ediyor ya
uburi:
evet
kursat:
dolayısıyla  hareket özüne bağlı ise, sebebi olan şey varsa, sonuçta vardır, o halde maddenin varlığı süresince biz kendimizde, hep hareket göremiyoruz değil mi
albatros:
öyle, göremiyoruz
kursat:
o halde bu hareketler bizim özümüzden gelmemektedir,


*** Dedi: Musa (A.S.) “ Rabbim! Bana kendini göster de seni göreyim ” demiştir. Eğer Allah’ın görülmesi mümkün olmasaydı Musa’nın bu talebi, bilmeyişinin bir ifadesi olacaktı. Allah’ı bilmeyen ise O’nun elçiliğine layık olamaz. Zira Allah da Musa’yı bu talebinden men etmemiş ve onu ümitsizliğe düşürmemiştir. Bilakis ümit vererek “Eğer dağ yerinde durabilirse sen de beni görebilirsin ” buyurmuştur. Şayet Allah’ın görülmesi caiz olmasaydı, Musa’nın talebi, küfre varırdı.
_Cevap: Zaten küfür oldu ve Allah onu uyarmadı. Yine sapıklıkta bıraktı. (Allah saptırıcıdır.)

_Dedi: Mâturidi’ye göre Allah’ın idrak edileceğini ( hacimli bir varlık gibi her cephesiyle algılanacağını) söyleyemeyiz. Çünkü Allah “Gözler O’nu idrak edemez” buyurmuş ve rü’yeti değil, idraki nefyetmek suretiyle zatını övmüştür. Mâturidi’ye göre rü’yetullah konusunda aslolan şudur: Nas’da geldiği kadarıyla rü’yeti benimsemek, yaratılmışlık manalarının her birini nefyetmek ve yorum cihetine gitmemek.
_Cevap: Ehli sünnet açıkça şuna inandıklarını söylerler: "Allah’ı ahirette müminler baş gözleriyle göreceklerdir." Bu ise Allah’a cisim demeye varır. Zira ancak cisim olan görülebilir. Ayetlerle ilgili yorumlara Mutezile karşılık vermiştir. Ancak Musa peygamber olayında Mutezile benim dediğimi demedi. Ehli sünnet onları bu soruyla sıkıştırdı; onlar da çok zorluk çektiler.

*** Kuran’ın tamamına yakını insan biçimcidir. Zahiri alınamaz. Siz doğdunuz günden beri işitiyorsunuz "imtihan dünyası" diye, Bu Kuran’da ayettir. (Mülk 2) Ancak on yaşındaki çocuğa bile sorarsan: “Önceden sonucu bilinen birşey için imtihan denir mi?” diye, o bile “olmaz” çoğunlukla der. Ama bunca insan buna inanıyor. Ayette var ya. İşte Allah kullarını böyle açıkça saptırıyor.

*** Dedi: "Allah cisim olmaksızında görülebilir. Nasıl cisim olmaksızın yukarıda arşına istiva etmiş ise.”
_Cevap: Cisim olmayan bir şeye yukarda denir mi? Ve Ehli Sünnet’e göre “Allah yukarda” diyen kafirdir. Bize göre yukarısı Dünya’nın diğer tarafında olan için aşağısı olmuyor mu? Bu yukarısı kime göre yukarı?

*** Dedi: Biz rüya görüyoruz, gördüğümüz şey bir cisim mi? Değil. Bununla kıyaslamayacağım ama bir şeyi görmek için onun cisim olması gerekmiyor. Allah istediği gibi, onu görmeyi bizim görme organımızda oluşturabilir.
_Cevap: Rüya elbette ki cisimdir. Cisim ikiye ayrılır: latif cisim, kesif cisim. Kesif olanı
gözle gördüklerimiz; latif olanı gözle göremediklerimizdir. Melek ve düşünce gibi.

*** Dedi: Yarının başlangıcı yok mu?
_Cevap: Zamanın başlangıcı yok derken onu kasdetmedim. Bu geçen süre diye vasıfladığımız, zaman diye tabir ettiğimiz şey var ya, işte onun başlangıcı yoktur. Neden? Çünkü başlangıcı var denirse, öncesinde zamanın olmadığı bir zaman kabul edilmiş olur. Zira başlangıcı olan her şey için, muhakkak öncesinden bahsetmek icap eder. Eğer "başlangıçlı olan şeyin, öncesinden bahsetmeye gerek yoktur" denirse, o durumda öncesiz olmuş olur ki, bu da zaten benim dediğim olur. Yani zamana ezeli denmiş olur.

*** Peygamber ne yaptı da peygamber oldu? Şeytan ne yaptı da cin oldu? (Kehf 50) Melekler ne yaptı da melek oldu? Bu ayrımcılık olmuyor öyle mi?

*** Dedi: "Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, sizi esirgeyecektir." NİSA: 30
    "Kim düşmanlık ve haksızlık ile bunu (haram yemeyi veya öldürmeyi) yaparsa (bilsin ki) onu ateşe koyacağız ; bu ise Allah'a çok kolaydır." NİSA: 31
   "Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız." NİSA: 32
    İntihar edenin canını da Allah alıyor değil mi? Ama intihar etmeyi yasaklıyor. Bu ayetleri nasıl açıklayacaksın? İşte sen bunu bir kavrasan zaten sorun kalmayacak. Bütün olayları yaratan meydana gelme oluşumunu yönlendiren Allah'tır. Ancak kula iki yol bildirdi. Birisi günahlarla dolu bir yol. Diğeri de dosdoğru kendine ulaşan ve razı olduğu yol. Kulun bu ikisi arasında tercih yapmasını istedi. Yanlış inananlar ve yanlış düşüncede olanlar cezalandırılacak. Fakat doğruyu düşünenler ve o yola baş koyanlar ise kurtulacak.

_Cevap: Kısaca isnad prensibi şudur: Bir fiili bazı ayetlerde kula, bazı ayetlerde Allah’a izafe etme vardır. Ama aslında bütün fiillerin yaratıcısı, yapıcısı Allah’tır. Ancak kulların fiilini "kul da yaptı" demek yanlış olmaz. Dolayısıyla Allah kullarının bazı fiillerini kullarına nispet etmiştir. Ama bu ayetler kulun hür iradesi olduğu manasına gelmez. Verilen ayetlerden örnek göstereyim:
   *"Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, sizi esirgeyecektir.
    İzah: Bu ayette batıl yollarla malı yemeyin şeklinde bir yasak var. Ancak aslında kulların bu hareketlerini yaratan yine Allah’tır. Burada kula fiili isnad etme vardır. "Kendinizi öldürmeyin" ifadesi de yine, bir yasaklamadır; ama kula bu intihar fiilini isnad ederek bir yasaklamadır. Yani bu fiili kul da yaratan Allah’tır. Bu yönüyle bu fiili Allah yaptı denebilir. Bu fiilin kul da yaratılması yönüyle, kul bu fiilin mahallidir, yeridir. Dolayısıyla bu fiili "kul da yaptı" denebilir. Yani iki kullanımda doğrudur. O bakımdan iki yönlü ayetler oldukça fazladır.
  Gazali bu olaya şu örneği veriyor: Bir padişah birinin ölüm emrini veriyor ve cellat onu öldürüyor diyelim. Bu kişiyi cellat öldürdü denebilir. ama padişah da öldürdü denebilir. İkisi de doğrudur. Emri verme cihetinden padişah, olayı gerçekleştirme cihetinden cellat öldürmüştür. İnsan fiillerini Allah’ın yaratması cihetiyle "Allah yaptı" denebilir. Bu yaratılmış fiilin (insan hareketinin) mahalli, yeri olan insan, bu yaratılmış fiili kazanmış olur. "Kesp" denir buna; ama kulun bu olayda hür iradesine yer yoktur. O sadece kendisinde hangi fiil yaratılırsa o fiili işleyebilir.

*** Dedi: “Bildiği için bildi, dilediği için diledi” demek bu kadar zor mu?
_Cevap: Bunu demelerindeki maksat şudur: Eğer dilediği için diledi derlerse, insanın hür iradesine yer kalmaz. Zira Allah’ın iradesine ezeli dediler. Yani kulun yapmış olduğu şeyler, ezeli olarak Allah tarafından irade edildi demiş oldular. "İlim maluma (bilinen olaylara) tabidir" ifadesini daha önce çok anlatmıştım. Bütün görüşleri bunun üzerinde temellenir. "ilim maluma tabidir" demekle Allah’ın önceden bilmesinin bizi, hareketlerimiz de zorlamadığını anlatmak istediler. Dolayısıyla irade ise, ilime benzemiyordu; burada açıkça cebr vardı. Yine bu cebrden kurtulmak için, mecburen iradeyi, ilme yaslayarak, güya hem Allah’ın iradesini kulların fiillerinde de (hareket) kabul ediyormuş izlenimi verdiler, hem de kendilerince cebrden kurtulmuş oldular.

*** Dedi:"Değirmen taşı ne işe yarar?"
_Cevap: "Bir şeyleri ezmeye."

_Dedi: "Yani bir şeyleri ezmek için değirmen taşları kuruluyor; yani gaye ezmek. Peki dişleri ezmek için kullanmıyor musun? Gaye ezmek değil mi? Seninkine de mantık mı denir? Hangi akla ve mantığa sığdırdırabiliyorsun, değirmen taşının gayesi olsun, dişlerin olmasın?
_Cevap: Dişleri ve hareketi Allah yarattı. Allah’ın gayesi olmaz. Olay iki yönlüdür. Olayı Allah’ın meydana getirmesi açısından bakıldığında, yani Allah için düşünüldüğünde, Allah’ın fiillerinin gayesi yoktur. Ancak bizim açımızdan düşünüldüğünde gaye vardır denebilir. Çünkü bizim irademiz vardır ve daha önce söylediğim gibi, gaye edinmek de acizliktir. Allah aciz değildir. Dolayısıyla gayesi yoktur. Neden gaye edinmek acizliktir? Çünkü gayeye ulaşmak için çaba sarfetmek icap eder ve edinilen gayeye ulaşmak çoğu kere gayeyi edinen için, gayeye ulaşamamaktan iyidir. Gayeye ulaşılmadığında o gayeyi edinen eksik demektir. Zira gaye edinen de, bir müddet gayesine ulaşamamış demektir. Gaye edinen genelde (kendince) gayesine ulaşmakla yükselir, bu da gaye edindiği an da eksik olduğunu ortaya koyar.

*** Dedi: Bir şey yapma isteğini insana Allah mı veriyor? İnsanın istemesi de mi yaratılıyor? Gücün insana Allah tarafından verilmesi cebr mi oluyor? Ama ben insanda bir şey yapabilme gücünün bulunduğuna da inanıyorum.
_Cevap: “Bu isteği Allah yaratır” dersen, bu cebr olur. Maturidiler boşuna bunu inkar etmedi. Neden bu kadar işi yokuşa sürdüler? “Herşeyi yaratan Allah’tır” deyip, isteklerimizin de, düşüncelerimizin de Allah tarafından yaratıldığını söylemek, daha fazla insanları kendi mezheplerine çekici değil miydi? Ama onlar bir şeyi gördü ve bunu diyemedirler. Bunu demenin cebr olduğunu anlamışlardı.

*** Dedi: Ama bence Allah’ın fiilerindeki gaye, hikmeti ifade eder.
_Cevap: Sizin anladığınız anlamda hikmet, Allah’ın fiillerinde yoktur. Çünkü siz, “hikmet” lafıyla, sebep manasını kasdediyorsunuz. Yani bilemeyeceğimiz bir sebep. Sanki bu sebep, Allah’ı yönlendiriyor. ille bir hikmet olacak. Nedir bu hikmet? Biz bunu da ilim manasına alırız. “Hikmetle yaptı” demek, bilerek yaptı demektir.

_Dedi: "Ben insanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım.” Buradaki "diye" yani için anlamı bir gaye ifade etmiyor mu?
_Cevap: Bunu gaye diye alırsan, halbuki kulluk etmeyenler var. Demek ki Allah gayesine ulaşamadı mı? diye soru sorulur size.

 
Yukarı dön Göster kursat's Profil Diğer Mesajlarını Ara: kursat
 
kursat
Groupie
Groupie


Katılma Tarihi: 24 eylul 2006
Gönderilenler: 56
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı kursat


***
kursat:
hareketlerimizi kim yaratıyor
darkoff:
Allah
kursat:
peki düşüncelerimizi
darkoff:
bu tamamen irade ile alakalı bir şey
kursat:
soruya net yanıt ver
darkoff:
herseyı Allah yaratır, yaratmak O’na mahsustur, buna istinaden onu da Allah yaratır
kursat:
o halde kulun bütün isteklerini ve seçimlerini de Allah yaratmış demek oluyor öle mi
darkoff:
evet
kursat:
biri Allah’a sövdü diyelim, bu sövme düşüncesinide mi Allah yarattı
darkoff:
evet
kursat:
kul, Allah’ın kendisinde yarattığı düşünceyi düşünmemeye kadir olabilir mi
sorunda ne demek istediğini anlayamadım
kursat:
basit sorayım o halde, kul Allah’ın kendisinde yarattığı düşüncenin meydana gelmesini engelleyebilir mi
darkoff:
hayır
kursat:
kulun hür iradesi nerede kaldı
darkoff:
istediğin şeyi yapabiliyorsun ama bazı durumlar vardır, bunları da Allah bir sebebe dayalı yaratmıştır, mesela kolun felç olduğunda kolunu oynatamazsın
kursat:
ama dediğin laflara göre, Allah sende hangi düşünceyi yaratırsa, ancak onu isteyebiliyorsun
darkoff:
bendekı düşünceleri Allah yaratıyor tamam ama onu da nefis istiyor, tamamen iradeye dayalı birşey
kursat:
nefsin isteklerini kim yaratıyor
darkoff:
Allah
kursat:
eee, anladın mı demek istediğimi
darkoff:
evet anladım


*** Dedi: "Bize düşünme yetisi veren Allah’tır. Ama, Allah benim yerime düşünmüyor!"
_Cevap: Israrla ben şunu soruyorum: Düşünme yetisi değil, direkt olarak düşüncenin kendisinin Allah tarafından yaratılıp, yaratılmadığını soruyorum. Mesela biri Allah’a sövdü, Allah bu şahısta sövme düşüncesini yarattığı için mi bu şahıs sövdü? Israrla bunu soruyorum.

*** Dedi: "Eksiklikler, kulun denenmesi içindir. Dünyayı bir imtihan salonuna benzetirsek, hoşa gitmeyen durumlar birer imtihan sorusudur. Kul isyan mı edecek, şükür mü edecek veya sabırlı mı olacak.
_Cevap: Önceden biliyor ya kimin ne yapacağını, böyle deneme mi olur?

_Dedi: "Zengin bir tüccar düşünelim. Dükkanına gelen iki fakire, sırf merhametinden dolayı iyilik etmek istiyor. Birine gömlek ve pantolon giydirdi. Diğerine ise, bunlara ilaveten ceket ile palto hediye etti. Sadece gömlek ve pantolon alan adam, “Tüccar bana zulmetti, öbür adama fazla verdi” diyebilir mi?
_Cevap: Öyle diyorsun ama, zorla adamı kafir edip ceheneme atmak, bu örneğe uyuyor mu?

_Dedi: "Belalar, ya işlediğimiz bir hatanın sonucudur veya bizim için bir imtihan sorusudur."
_Cevap: Peki, kör ve kötürüm doğan bir insan ne yaptı da böyle oldu?


*** Kürşat dedi: “Peki, kör ve kötürüm doğan bir insan ne yaptı da böyle oldu?”
_Cevap verdi: Allah onun durumunu ezelde bildiği için öyle takdir etti.

Soruyorum: Bu cevapla ne demek istedin? Acaba bu şahsın kör doğmasında Allah’ın etkisi yok muydu?

*** Dedi: İnşaallah Rabbimizin Kuran`da emrettiği gibi iman etmeye niyet edersin.
_Cevap: İnşallah, "Allah dilerse" demektir. Senin lafın şu manaya geliyor: "Allah dilerse iman etmeye niyet edersin." Soruyorum: Ya dilemezse? Daha doğrusu; siz Allah’ın iradesini ezeli kabul ettiğiniz için, şöyle sorayım: Ya dilememişse, ben nasıl iman etmeye niyet edebilirim?

*** Dedi: Allah tüm kainata azap etse, zalim olmaz. Çünkü kainat O’nun mülküdür.
_Cevap: Eş’ariler böyle derler. Ama ben şunu gördüm, bu cevap insanları tatmin etmiyor ve edeceğe de benzemiyor. Allah’a “zalim” demedikçe, bu işin altından kalkamazsınız. Ateistler peşinizi bırakmayacaklar ve sizi sıkıştırdıklarını iddia edeceklerdir. Ne zaman ki "Allah vardır ve zalimdir. O kadar!" derseniz susmak zorunda kalırlar. Aksi halde onları bu hususta asla susturamazsınız. Ateistlerin tamamına yakını zaten bu konularda bilgisizdir. Ancak onlar kötülük problemini kullanarak Allah’ın varlığına inanan insanları, bu yolla sıkıştırıyorlar. Allah’ın varlığına inanan kimseler, haklıyken bir anda "Allah zalim değildir" dedikleri için zor durumlara düşüyorlar. Kötü olayların varlığını açıklamaktan aciz kalıyorlar ve bunu bilen Ateistler de sanki galibiyet kazanmışçasına gülüyorlar. Hem de size "acaba Allah gerçekten zalim mi?" sorusunu da sordurtuyor ve yanınızdan zaferle ayrıldıklarını düşünüyorlar. Bu konuda çok kitap okudum ve Allah’a “zalim” demeyen kimselerin, bir anda zayıf düştüklerini gördüm. Allah’a “zalim” diyorum. Ama bunu kötü niyetle yapmıyorum. Ateistlere koz vermemek ve gerçekçi olduğum için yapıyorum. "Evet Allah var ve zalim. Hadi bakalım!" Ateist şaşıracak. Çünkü onun en güvendiği delil kötülük sorunudur. Senin dediğin cevap, Eş’arilerin cevabıdır. Bu cevap inan bana halkın üzerinde tatminkar olmuyor.


*** Dedi: Bu ayetleri yorumla
"İşte bu, ellerinizin önden gönderdiği şeyler yüzündendir. Allah, kullara asla zulmetmez." [ENFAL SURESİ : 51]

"Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez. Ama insanlar öz benliklerine zulmediyorlar." [YUNUS SURESİ: 44]

"Kim hayra ve barışa yönelik bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin, kullara asla zulmetmez." [FUSSİLET SURESI: 46]"

_Cevap: Size çok kereler Kuran’ın nasıl bir kitap olduğundan bahsettim. İmtihan olmadığı halde imtihandan bahsediyor. (Mülk 2) Mantıken sonucu önceden belli olan şey için (kullarının ne yapacağını önceden de biliyor ya) imtihan denemez. Burada da böyledir. Zulmü yaratan ve kulların kötü ve küfür fiillerini Allah yarattığı halde böyle ayetler de var. Aklen Allah’ın zalim olduğu ortadadır. Ama ayetler böyle. Bu ayetlerle insanları saptırıyor, kafalarını karıştırıyor. Allah’ın zaten saptırıcı olduğu Kuran'da var. (Nahl 93)

*** Dedi: Senin bu şekilde davranacağını Allah ezelde bildiği için dilememiştir.
_Cevap: Peki bilmediği için mi dilemiştir?


*** Dedi: İnsanların aklını karıştırmaktan korkmuyor musunuz? Ettiğiniz bir lafla incecik bir çizgi olan imandan, insanları uzaklaştırmaktan korkmuyor musunuz? Bazı insanlar bazı şeyleri yanlış algılarlar.
Bu yanlış algılamalara vesile olmaktan korkmuyor musunuz?
_Cevap: Zaten bunların tamamına yakını kadere inanmaz. Ben onları şokluyorum, onlara akıllarına gelmeyen soruları sorarak, onları sarsıyorum. İlk etapta bana çok kızarlar elbet. Çünkü onları uykularından uyandırdım. Ama bu ilk sarsılmadan sonra hayatlarında ilk kez ciddi olarak bu konuyu düşüneceklerdir. Ben, onların çevrelerinde dönen dolapları bir bir anlatacağım ve anlattım da. Onlar kendilerini Allah’a samimi olarak inanan biri sanıyorlar. Ama şunu bilmiyorlar; aslında onların savunduğu düşünce Allah’tan başka bir yaratıcıyı kabul etmek demektir. Israrla tekrar söylüyorum: benim anlattığım "cebr" itikadı, yani hür irademizin olmadığı inancı, bence hiçbir dönemde (peygamberimiz dönemi de dahil) genel kabul görmedi ve göreceğe de benzemiyor. Zira insanların geneli bu inanca karşıdır. Çünkü bunu kabul ettiği zaman Allah’a “zalim” demesi gerekir. Bunu ise onlar kolay kolay diyemezler. Bu konuda ayetler de var. "Peki sen nasıl diyorsun?" dersen; ben Kuran’ı iyi tanırım. Nasıl bir kitap olduğunu bilirim. Bunları uzun uğraşlar sonucu öğrendim, bedelini ödedim yani. En basit örnek olarak, “şer (kötülük) Allah’tandır” diyenlerin tamamına yakını, zinaya "şer" dedikleri halde, “zina Allah’tandır” demiyorlar. Zira onlar Allah’ı böyle düşünmek istemiyorlar. Ama bunu yaparken bir şeyi unutuyorlar: İnsanların kötü düşüncelerini kim yaratıyor? sorusunu. Bu şahısların tamamına yakını bu soruyu belki de düşünmüyor. Ama savundukları “hür irade” fikrine göre, düşüncelerimizi Allah’ın yaratmadığını da savunmuş oluyorlar. Zira düşüncelerimizi Allah’ın yarattığını kabul ederseniz, “Allah’a sövme” düşüncesini de kulunda Allah’ın yarattığını kabul etmek zorundasınız ki bu, “Allah kendisine sövdürtüyor” manasına gelir. Ben çok acı çektim, bunları bulmak için, size çekmeyin diye anlatıyorum.


***
kursat:
peygamberimiz çok konuda yanıldı, şöyle bir hadis var Buhari, Müslim’den: “Allah vardı ve hiç birşey yoktu.”
askere gidiyorum
evet
kursat:
ama bu görüş gördüğün gibi yanlış ve Allah’ın varlığının başlangıcını savunmaya gidiyor değil mi
askere gidiyorum
evet konuştuk, öyle oluyor
kursat:
peki bu kafirlik olmuyor mu
askere gidiyorum
oluyor ama
kursat:
sadece bu değil, mesela: “Akrabayı ziyaret ömrü uzatır” dedi. Bu da Buhari, Müslim’den, Allah kişinin ne vakit öleceğini biliyor değil mi
askere gidiyorum
evet
kursat:
peki, Allah’ın öleceğini bildiği bu vakitte kul ölmeyebilir mi, Allah onun öleceğini bildiği anda kişi o anda ölür, başka yol yok değil mi, yani ölmek zorunda değil mi
askere gidiyorum
evet
kursat:
yani ömrü uzayamaz değil mi, ama peygamber uzar dedi, bu kafirlik değilde ya nedir? millet anlayamıyor, o da bir insan, ilim yapmamış biri
askere gidiyorum
evet insan
kursat:
yanılmasını kabul edemiyorlar, “sadaka belayı def eder” diyor mesela, bu da yanlış değil mi, açıkla bakalım, niye yanlış
askere gidiyorum
Allah’ın ezeli ilminde belanın zaten geleceği belli
kursat:
gelmezse Allah cahil olur değil mi, bak anladın işte,
kursat:
peygamber bu sözleri söylemişse bu konuda hata yaptı değil mi
askere gidiyorum
benim düşünceme göre yaptı


*** Ben Allah’ı birileri bir şey yapmaya zorluyor diyormuyum? Hayır, ne diyorum? İlmi ezeli olunca O'nun olacağını bildiği olayları gerçekleştirmemesi imkansızdır ve iradesine yer kalmaz diyorum.

*** Hayır şer Allahtan mı? zulüm yapmak şer mi?  Zulüm yapmak Allahtan mı? hani hayır şer Allahtandı ya..
 
*** Dedi: Yaratmıyor olsaydı, yaratmayacağını bilecekti.
_Cevap: Bu lafına göre önce olay vuku bulacak, sonra Allah bilecek gibi bir anlayış sezdim. Oysa Allah’ın ilmi maluma (bilinen olaylara) tabi olmaz, aksine malum, Allah’ın ilmine tabi olur.

*** Dedi: “Kursat sen kendi ile çelisen bir adamsın. Allah’ın iradesi yoksa, nasıl zalim olsun? O da bir şeyleri yapmaya mecbur ise bu yaptıkları nasıl zalimlik olabilir?”
_Cevap: Şunun için zalim dedim: Madem ki her şeyin kaynağı, varedicisi Allah’tır; dolayısıyla zulmün de kaynağı Allah’tır. Zulmü yaratan, neden zalim olmasın? Tamam, iradesi yok ama, Allah’ın ilmi aynı zamanda belirleyici bir niteliğe de sahiptir. Çünkü olacak olaylar ezeli ilimde bellidir. Bu yönüyle iradesi yoksa da, zulmün kaynağı olması yönüyle ve insanlara kötülükleri işletip, (kulların fiillerini ve cüzi iradelerini, düşüncelerini yaratması cihetiyle) sonra da cezalandıracak olmasını hesaba katarsak, bence buna zalimlik demek uygundur. Aksi halde çok zor bir durumda kalırız. Zira pek inandırıcı olmaz, diye düşünüyorum.

*** Dedi: Hareketlerimi beynimdeki elektro kimyasal olaylar belirler, bu olaylar da bizatihi ben dediğim şeyle özdeştir. O halde hareketlerimi ben belirlerim. Bu da özgür iradenin ta kendisidir.
_Cevap: Peki beynindeki elektro kimyasal olayların nasıl olduğunu biliyor musun? Eğer bilmiyorsan, sen kendini nasıl bilinçli olarak idare ettiğini ve hür iraden olduğunu söylersin?

***  Dedi: Bu ayetlerden ne anladığını yaz.
"İşte bu, ellerinizin önden gönderdiği şeyler yüzündendir. Allah, kullara asla zulmetmez ." [ENFAL SURESİ : 51]

"Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez . Ama insanlar öz benliklerine zulmediyorlar ." [YUNUS SURESİ: 44]

"Kim hayra ve barışa yönelik bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin, kullara asla zulmetmez ." [FUSSİLET SURESI: 46]

_Cevap: Daha evvel isnad prensibi adı altında, fiillerin iki yönlü olarak algılanmasını dile getirmiştim. Yani Allah’ın kulların hareketlerini yaratması yönü ve kulların kendilerinde, Allah’ın yaratmış olduğu bu fiilleri yapıyor olmaları. Bu anlayıştan yola çıkarsak ayerlere şu manayı veriyorum:
 
*"İşte bu, ellerinizin önden gönderdiği şeyler yüzündendir. Allah, kullara asla zulmetmez ." [ENFAL SURESİ : 51]

_İzah: Yani ahirette kullara verilen ceza, kulların dünyada yaptıkları yüzündendir. Verilen ceza bu bakımdandır deniyor. Ancak burada unutulmaması gereken şey şudur: Burada, fiiilleri kullara isnad etme, nispet etme vardır. Aslında kulların yaptığı bu fiilleri yaratan yine Allah’tır. Fiili kullara isnad edip, “siz bunları yaptınız” gibi bir mana var. Bu ise dil kurallarına göre yanlış bir şey değildir.

"Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez . Ama insanlar öz benliklerine zulmediyorlar ." [YUNUS SURESİ: 44]

_İzah: Yine burada kulların yapmış olduğu fiillere binaen verilen cezalar için, bunu kul yaptığı için yani kazandığı (kazanmak şu anlamdadır: Allah’ın kulda yarattığı hareketi, kulun yapmasıdır. Buna "kesb" de denir.) için bu bakımdan onlara ceza verilir. Bu ise zulüm olmaz gibi bir mana var.

"Kim hayra ve barışa yönelik bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin, kullara asla zulmetmez ." [FUSSİLET SURESI: 46]

_İzah: Yani kim iyilik yaparsa onu görecek, kim kötülük yaparsa onu görecek. Aslında bu kulların yapacakları da yine Allah’ın fiilidir. Yani yaratma yönünden, ama yapma yönünden kulların fiilidir. İki yönlüdür. Dolayısıyla “kul dünyada yaptığı kötüklüklerin cezasını gördüğünde, kendinden başkasını suçlamasın; çünkü onları kul yaptı” gibi bir mana var. Bu yönüyle, Allah’a zalim denemez ifadesi de kullanılabilir.

_Not: “Bu yönüyle, Allah’a zalim denemez ifadesi de kullanılabilir.” Sözlerim yanlış anlaşılmasın. Kula fiilleri isnad etme olduğundan dolayı böyledir. Yoksa zulmü yaratan yine Allah’tır. Kulların kalbini mühürleyip iman edemeyecekleri anda da iman teklifinde bulunan yine Allah’tır ki bu bence zulüm olarak adlandırılabilir.

*** Dedi: Yaratma bir irade işi değil midir? Zulmü yaratıyorsa, bu O’nun iradesi ve kudretiyle olmuyor mu? Eğer O’nun iradesi yoksa, yaratmayı ve varetmeyi kim irade ediyor?

_Cevap: Zaten ben yaratma sıfatını kabul etmiyorum ki. Yaratma ifadesini kullanırken kasdettiğim şu: Allah’ın ilmine göre olayların meydana gelmesi. Ben de bunu yaratma ile ifade ediyorum. Ayrıca yaratma sıfatı kabul etmiyorum.


*** Atomun kelime manası bölünemeyen demektir. Soruyorum: Bölünemiyorsa nasıl birleşiyor? Eğer atom bölünüyor; elektron, nötron gibi şeyler söylerseniz, sorum yine aynı. Eğer sonuçta bölünemeyen bir parça kabul ediyorsanız, soru  ona yine aynen sorulur.

*** Allah geleceği nasıl görür? “Görür” dersen, soru: Peki, Allah gelecekle şu anı birlikte mi görüyordu? “evet” dersen,  bu görüntüler karışmaz mı? Çünkü bir an da ancak bir olaya bakılır, çok şeye, çok olaya bakılamaz. Bütün olayları görme düşüncesinde ise, görüntüler karışır, manasız olur. O bakımdan Allah hiç birşey göremez.

*** Dedi: Yaratıkları görecek de, Allah mı görmeyecek???
_Cevap: “Yaratıkları koku alacak ama Allah mı koku almayacak?" sonra da bunu mu diyeceksin?

*** Konu alemin (Allah’tan başka herşey) cisim olarak sonlu mu yoksa sonsuz mu olduğu meselesi :
Soru: Alem cisim olarak sonluysa alemin sınırının ötesinde boşluk mu yoksa doluluk mu vardır? doluluk derse, o zaten cisim demektir. boşluk var derse, soru: bu boşluk sonlu mu sonsuz mu? sonlu derse, soru tekrar edilir, yani bunun ötesinde yine boşluk mu yoksa doluluk mu var? eğer bu boşluk sonsuz derse, dünya cisimdir dolayısıyla sonsuzdan dünya kadar eksilirse buna sonsuz denir mi? gibi devam eder...
    Ben eski görüşümü bıraktım. Yani alemin cisim olarak sonsuz olduğunu savunmaya başladım. Eskiden alem cisim olarak sonlu derdim ve şu delili kullanırdım:
  Alem, uzay cisimdir. Her cisim sınırlıdır. Her sınırlı olan mahluktur. Dolayısıyla alem de, uzay da sınırlıdır. Bu hususta akli delilim şudur:
_ Kitap: İslam Felsefesinde Allah’ın Varlığının Delilleri Yazar: Prof. Dr. İbrahim Agah Çubukçu
sayfa 21: Kindi alemin hudusunu ispatlamak için riyazi sağlamlıkta bir takım önermelere dayanmıştır. Ayrıca alemin sonsuz olduğunu farzetmiştir. Daha doğrusu riyazi sağlamlıkta olan önermelere dayanarak alemin sonsuz olacağı faraziyesinin çürüklüğünü göstermiştir. Kindi’nin dayandığı bu önermeler şunlardır:
1- Aynı cinsten olan ve birbirinden büyük bulunmayan iki kemiyet eşittirler.
2- Bütün buutları ve cüzleri ile birbirinden farksız olan kemiyetler bilfiil ve bilkuvve yekdiğerine eşittirler.
3- Sonlu kemiyetler, sonsuz olamazlar.
4- Eşit şeylerden birine aynı cinsten diğer bir şey katılınca eşitlik bozulur. Kendisine katkı yapılan şey, eski halinden daha büyük olur.
5- Sonlu kemiyetlerin bir araya gelmesiyle vücut bulan şey, sonlu olur. Başka bir deyimle aynı cinsten sonlu kemiyetlerden bazısı sonlu olunca tamamı da sonlu olur.
6- Aynı cinsten sonsuz iki kemiyetin biri diğerinden daha az veya daha çok olamaz.
Kindi bu önermelere dayanarak alemin sonlu ve dolayısıyla hadis olduğunu ispatlamıştır. Alemi sonsuz farzederek girişilecek ispatın, böyle bir faraziyeyi muhalle sonuçlandıracağını göstermiştir:
Sonsuz bir cismin bilfiil varlığını farzedelim. Bundan belli ve sonlu bir parça koparıldığını düşünelim. Cismin geriye kalan kısmı ya sonlu olur veya sonsuz olur. Eğer cismin geriye kalan kısmı sonlu olursa, sözü geçen 5 nci madde gereğince cismin tamamı sonlu olmuş olur. O halde burada açık bir çelişki vardır. Çünkü bir cismin hem sonsuz, hem sonlu olduğu sonucuna varıldı.
Şimdi de diğer ihtimal üzerinde duralım: Cismin geriye kalan kısmının sonsuz olduğunu düşünelim. Buna cisimden ayrılan parçayı katınca hasıl olan miktar, bu katkı yapılmadan önceki miktardan ya büyük olur, yahut da ona eşit olur. Eğer büyük olursa, sonsuz olanın, sonsuz olandan daha çok olması gerekir ki bu da bizi sözü geçen 6 ncı madde gereğince muhale götürür. Çünkü sonsuz olan iki kemiyetten birinin diğerinden daha az veya çok olması düşünülemez.
Eğer parçayı katmakla hasıl olan miktar, kendisine katkı yapılan miktara eşit olursa, bir miktara diğer bir miktar katılınca eşitlik bozulmuyor demektir. Bu ise sözü geçen 4 ncü maddeye aykırıdır. Cüz, büyük miktara katılınca aynı büyüklüğün değişmemesi cüzle kül arasında farkın bulunmadığı sonucunu verir. Yahut parça ile bütünün aynı büyüklükte olduğu düşüncesini doğurur. Bu ise açık bir çelişkidir.
 
*** Allah’ın bağışlamasını da hakiki anlamıyla inkar ettim. Çünkü bu Allah’a hadis (sonradan) irade atfetmek demektir. Yani kul isyan edecek ve Allah sonra bu yaptıklarını bağışlamayı irade edecek gibi bir şey oluyor. Halbuki size göre de Allah’ın iradesi ezelidir.
  Dönelim ikinci izaha: Zaten kulun yaptığı isyanın cezalandırılıp, cezalandırılmayacağı yine ezeli ilminde bellidir ve bu ilim de değişme olmaz. O halde bağışlama ifadesi burada uygun olmaz. Peki ne diyeceğiz? Şunu demeliyiz diyorum: "Kuranda geçen bağışlama ile ilgili ayetlerine şöyle mana verilmeli: Kulun yaptığı isyanların cezasız bırakılması olayına, mecazen bağışma denmiştir" denebilir. Yine Allah’ın razı olmasını da reddediyorum. Zira bu yine Allah’a hadis irade atfetmek olur. Düşünsenize kul iyilik yapıyor, Allah razı oluyor. Yine kul peşine isyan ediyor, Allah bu sefer razı olmuyor. Bu kadar insan var, Allah bir razı olacak bir olmayacak, bu kadar insanın her fiiline göre böyle değişecek mi? Böyle şey olmaz. O bakımdan razı olmayı ve razı olmamayı da şu manada değerlendiriyorum: Razı olmak, kulun ahirette mükafatlandırılması, razı olmaması ise kulun ahirette cezalandırılması manasına gelir diyorum.
*** Kursat sordu: “Ama cevap vermiyorsunuz ki. Bir ateist size kalkıp dese ki : Cisim olmayan (şekli olmayan) bir şeye nasıl var dersiniz? Ne cevap vereceksiniz?”

   Cevap verdi: Gönül, akıl, gibi cismi olmayan kavramların var olduğuna nasıl inanıyorsan buna da inanabilirsin dersin...

 Karşı cevap verdim: Adam derse ki: “Akıl dediğin düşüncedir ve cisimdir. (latif cisim, göremediğimiz) sonuçta bir yerde o, düşünen de. Ama sen buradayken o düşünce Amerikada olmuyor. Demek ki bir mekanda ve yöndedir düşünce. Siz Allah’a yönde ve mekanda değil ama yine de var diyosunuz. Bu ise farklı bi durumdur.”

*** Mantık olarak var olan bir şeyin şekilli olması gerekir. Şekli yoksa ona yok demek gerekmez mi? Şöyle sorayım: Yokluğun şekli var m? yok değil mi? Peki Allah’ın şekli yoksa bu, yokluğun en belirgin özeliğini Allah’a verdiniz demek olmuyor mu? “oluyor” dersen, şunu sorarım: Siz var dediğiniz Allah ile yokluk arasında ne ile ayrım yapacaksınız? “Yaratıcılığıyla, fiilleriyle" derseniz. Ben de size derim ki: Ama hem şekli olup, hem de yaratıcı olması neden size göre imkansızdır? Bunu ne ile delillendirirsiniz?
*** Kursat dedi: “Akıl dediğin düşüncedir ve cisimdir.”
 Cevap verdi: “Düşünce nasıl cisim, ağırlığı da var mı o zaman? “Her var olan cisimdir” diyorsun, bunu nerden biliyorsun?”
   Cevap: Düşünce cisimdir. İzahı şudur: Düşün bir şey. Düşündün mü? Peki sen neredesin? Mesela İstanbul olsun. Düşüncen nerede? Sende değil mi? Yani düşüncen de İstanbul’da tamam mı? Peki İstanbul, İstanbul dışında herhangi bir yere göre yön mü değil mi? Yön değil mi? Peki yön de olan şey, mekan da demek olmuyor mu? Yani İstanbul’un bir mekanı yok mu? Neresi İstanbul’un mekanı? İstanbul işte! Dolayısıyla İstanbul’un içinde olan düşüncen de bir yönde, yani İstanbul yönündedir. Allah için düşünürsek, siz Allah’ın bulunduğu yön yok diyorsunuz. Ama siz biraz önceki izahlardan anladınız ki düşüncenin yönü var. Yönü varsa, bir mekanda demektir. Mekandaysa mekanı dolduran bir şeydir. Yani cisimdir. Ama siz Allah’ın yönü yok diyorsunuz. 
    
*** Benim üzüldüğüm şey şu: Özgür iradeyi savunanların tamamına yakını aslında, düşüncelerinin Allah tarafından yaratılmasını inkar ettiklerini bilmezler. Bu nokta onlara pek söylenmez. Bilinçli olarak söylenmez. Ancak kelam kitaplarında bunlar yazılıyor. Yoksa piyasada yüzlerce kitap var kader konusunda yazılmış. Genelde birbirlerinin benzeridir; örnekleri anlatımları. Milet de inanır bunlara. Ama millet şu soruyu sormuyor: “Cüzi iradeyi (seçimlerimizi, düşüncelerimizi ) Allah mı yarattı?” Bu soruyu sormayınca, adamlar bin türlü laf oyununu sana getirir. Sen de ağzın açık dinlersin. Ben de cebri anlatınca, onlardan öğrendin ya bir şeyler, var gücünle saldırırsın. Bu üzücü yani.
*** Dedi:"Semud’a da gelince biz onları hidayet ettik. Fakat onlar körlüğü hidayete tercih ettiler."

  Cevap: Yani Semud kavmine doğru yol peygamberlerle gösterildi. “Ama onlar körlüğü tercih ettiler" ifadesi var. Burada daha önce dediğim olay var. Yani isnad prensibi. Her ne kadar o kişilerin isteklerini, seçimlerini, tercihlerini Allah yaratıyor ise de, sonuçta bu tercihler o kişilerde yaratıldığı için bu kişiler kendilerinde yaratılmış düşünceyi mecburen düşünüyor. Çünkü Allah’ın yarattığı bir şeyin meydana gelmesini kul engelleyemez. Burada ikili olay var. Bu düşünceyi Allah yarattı ama, kulda yarattığı için kul bunu düşündü de, seçti de denebilir. Yani bu fiili kula isnad ediyor Allah. Bu ise yanlış olmaz. Bir örnek vereyim:
   Güneş doğdu diyelim. Ne diyoruz: "Güneş doğdu." Güneşin bu hareketlerini Allah yaratmadı mı? Evet, peki neden “güneş doğdu” diyoruz? Çünkü bu hareketleri Güneş’e isnad ediyoruz. Bu yanlış mı? Hayır değil. İşte böyle, nasıl Güneş’in hareketlerini Allah yarattığı halde, "Güneş doğdu" ifadesi yanlış değilse, Ali adlı birinin ayağa kalkma hareketini Allah yarattı ama yine de "Ali ayağa kalktı" demek de doğrudur. Güneş olayını hatırla. Nasıl ki Güneş bu hareketleri yaparken hür değildi, onu yönlendiren Allah’tı. Dolayısıyla Güneş mecburen böyle hareket yaptı, Ali de mecburdu. Kuranda böyle ayet çok sayıdadır. Bu anlattığım inceliği bilmeyen çıldırır. Aslında hepsi isnaddır. Gerçekte hakiki fail Allah’tır.

*** Dedi:Allah imtihan dedi. Demek ki imtihan. Allah biliyor ama yine de  imtihan ediyor. Bazen öğretmen bilir ama yine de sorar.

Cevap: Öğretmen kesin olarak bilmez, tahmin eder. Tahmini çok kuvvetli olabilir ama tahmininde yanıldığı da olur. Öğrenci öğretmenden habersiz çok çalışmış olabilir. Ancak Allah için yanılma olmaz. O bakımdan bu kıyasın yanlış.

*** Alemin cisim olarak  sonsuz olduğunun delili:
  Önce alemi cisimsel olarak sonlu kabul edelim. Sorarım: Sonlu alemin ötesinde boşluktan mı yoksa doluluktan mı söz edilebilir? "Doluluktan" derse, doluluk zaten maddedir, dolayısıyla bunu dersen, aleme sonlu diyemezsin. mecburen "boşluktan söz edilebilir" diyecek. Soru: Boşluk var mıdır, yok mudur? "vardır" derse, soru: Boşluğun maddesi var mı? "yok" der. "maddesi olmayan şeye neden var diyorsun" derim, "tamam öyleyse boşluk yoktur" der.  Derim ki: "boşluk yoktur" demek, "boşluğun olduğu bir yer yok" manasına gelmiyor mu? "evet, öyle" der. dolayısıyla "boşluğun olduğu bir yer yok" sözü  ise, "doluluğun olmadığı bir yer yok" anlamına gelmiyor mu? diye sorarım. "evet, o anlama geliyor" der. "doluluğun olmadığı bir yer yok"  demek de, başta kabul ettiğimiz, sonlu alemin ötesinde, boşluğa yer vermeyecek şekilde doluluk olduğu, yani maddesel olarak sonsuz olduğu anlamına gelir.


*** Kitap:  Allah’ın İlmi      Yazar: H. Hüseyin Tunçbilek

_ Sh. 47: “Sen özgür bir iradeye sahip olman için, her birini yapmama imkanın olan birden çok seçeneğe sahip olmalısın. Bunun anlamı şudur: Sen bir karar almadan önce, mümkün bir süre bir “tereddüt durumu” nun olması gerekir. Yani sen geleceği bilemezsin. Eğer özgür bir iradeye sahip olduğunu iddia ediyorsan, kendi kararını önceden kestirebilecek olsan bile, bu nihai karardan önce fikrini değiştirme imkanına sahip olduğunu kabul etmelisin. Halbuki herşeyi bilen bir varlık için bir “tereddüt durumu” nun olması düşünülemez. O bütün seçimlerini önceden bilir. Bu O’nun, seçimlerini terk etme imkanının olmadığı anlamına gelir. Bu yüzden O özgür bir iradeden yoksundur.

_ Sh. 70: İbn Sina da, Farabi gibi, Vacibu’l Vücud’un şeyleri, şeylerden bilmediği görüşündedir. Aksi durum, O’nun ilmini başkasından elde etmiş olmasını, o şeyin değişmesiyle, ilminin değişmesini ve yok olmasıyla da ilminin yok olmasını gerektirir. Aynı zamanda bu durum, var olmadan önce şeyleri bilmemeyi, zatının başkasıyla – yani bu iktisab edilen objelerle - varlığını devam ettirmesini veya zata daha önce bulunmayan bir durumun arız olmasını da gerektirir. Bu durumda O her yönüyle Vacibu’l Vücud olamaz.

_ Sh. 72: Bu varlıklar vücut bulduklarında, O’nun onlara dair ilmi yenilenmez ki, onların varlığından yeni bir ilim elde etsin.
. . . .
   Bizim şeyleri meydana gelmeden önce bilmediğimiz gibi, onların meydana gelmesi O’na olmayan bir bilgi kazandırmaz. Çünkü onların hepsi, O’nun için hazırdır. Zira, O’nun zatı, onların sebebidir ve O zatından gaflet etmez.

_ Sh. 152: (Bu yazı Gazali’nin “el iktisad fi’l – i’tikad” kitabının  65 ve 66. sayfalarından alınmıştır.)
    Çünkü Gazali’nin ifadesiyle  “Var olma veya varolmama noktasında eşitlik arzeden alemin, var olmasını tercih eden bir tercih edicinin bulunması gerekir. Fiilin kendisi ve kudret, bu tercih için yeterli değildir. Çünkü, var olma ve olmama gibi birbirine zıt iki şeye nispetle, hem fiilin kendisi, hem de kudret birdir. Aynı şekilde ilimde bu hususta yeterli değildir. O halde iki zıt şeyden birini tercih eden, belirleyen ve seçen hangi sıfattır? Şüphesiz bunun cevabı: “irade sıfatıdır” olacaktır. Zira bilgi bilinene tabidir. Dolayısıyla bilgi bilinene olduğu gibi taalluk edip, ona etkide bulunmaz ve kendisini değiştirmez. Allah, alem yaratıldığı zaman, onun varlığının mümkün olduğunu ve bundan sonra veya önce varolmasının da imkan bakımından kendisi için eşit olduğunu bilmektedir. Çünkü bu imkanlar birbirine  eşittirler. Burada ilmin fonksiyonu,  olduğu hal üzere, aleme taalluk etmektir. Şayet irade sıfatı belirli bir zamanda alemin meydana gelmesini gerektiriyorsa, ilmin, alemin bu zamanda var olacağına taalluk etmesi, iradenin buna taalluku nedeniyledir. Bu durumda irade, belirlemenin nedeni, ilim ise belirlenen bu şeye tabi olan ve ona taalluk edendir. Yoksa alemin var olmasına etki eden değildir. 

_ Sh. 155: Henüz işitilen ve görülen yokken, ezelde işitmeyi ve görmeyi kabul etmek , aklın kabul edeceği bir şey değildir.
    Görme ve işitme, görülen ve işitilenden duyuların etkilenmesidir veya görme ve işitme bu etkilenmede şart kılınmıştır. Bu ise  Allah hakkında imkansızdır. 

Yorum: Mutezileye göre “işitme ve görmenin manası, Allah’ın işitilenleri ve görülenleri bilmesidir” şeklinde izahlar okumuştum.

*** Soru: Allah olacağını bildiği bir olayın, isteseydi olmamasını irade edebilir miydi? “Edebilirdi” derlerse, şunu derim: Yani cahil olmasını da irade edebilirdi diyorsun öyle mi?
*** Dedi: Maddenin bir halden başka hale dönüşebilmesi için maddenin belirli bir oranı tayin edene ihtiyacı vardır ve dolayısıyla madde ezeli değildir. 
  Cevap: Allah ezeli ya, maddeyi yarattı ya, söyle bana: Ezelilikten sonradan olmaya nasıl geçildi? Bu ilk sonranın öncesi var mıydı, varsa, bu neydi? Eğer öncesi yoksa öncesi olmayan şeye nasıl sonradan dersin?
*** Dedi: İrade tercihdir. Allah ilmini irade edemez mi?

Cevap: Peki neyi irade edeceği de yine ezeli ilminde belli değil miydi?
*** Allah’a irade kabul edenlere soru: Size göre her hadis mahluktur ve Allah’ın istemesine göre yaratılır. O halde istemesinin, Allah’ın ilminden farkı nedir?
*** “Bazı şeyleri anlamadıkça, onlara inanmayız; diğerlerini de inanmadıkça anlamayız.” (St. Augustine)
*** Dedi: "O'nun dengi hiç bir şey yoktur" diyor. Bir çok ayette de Allah hiç bir şeye benzemez buntan uzaktır, münezzehtir ve yücedir buyrukları var.
Cevap: Allah başka bir cisme benzemeyen bir cisimdir deriz olur biter. Böylece ne O’nun dengi ne de benzeri olmuş olur.
*** Dedi: Yorum yapmaya değecek birşey göremiyorum. Felsefi anlamda determinizm akıldışıdır. Ben ateist düşünceyi (daha doğrusu Tanrı’nın olmadığını - yoksa ateizm beni ilgilendirmiyor) aklıma dayanarak kabul ediyorum. Neden akla aykırı bulduğum bir akımı yani determinizmi kabul edeyim ki.

   Olaylar birbiri arkasına gelir. Bir olay olmadan önce mutlaka başka bir olay vardır elbette. İkinci olay birinci olay olduktan sonra olur ve birinci olay eğer ikinci olayı belirleyen bir durumda ise, ikinci olayın seçenekleri birinci olay tarafından belirlenebilir. İkinci olay olduktan sonra da bir üçüncü olay ikinci olaya bağlı ise elbette ikinci olay ile üçüncü olay arasında bir ilişki vardır ve belki de üçüncü olayın seçenekleri belirlenmiştir. Ama bu felsefi anlamda determinizmin dediği gibi bir belirleme ancak mekanik veya kimyasal tepkime gibi konularda geçerlidir ve bunu tüm hayata yaymak saçmalıktır.

  Yani bilardo oynuyorsanız, toplar ve zemin mükemmel ise, birinci topa vurduğunuzda vuruş açınız ve şiddetiniz doğru hesaplanmış ise, o top gider bir ikinci topa belki de bir üçüncü topa vurur. Ama bu her zaman geçerli değildir. Örneğin bir zarımız olsun. Bu zarı ilk attığımızda gelen sayı ile ikinci attığımızda gelen sayı arasında bir bağlantı yoktur. 

  Bu iki örneği birleştirelim: Bir bilardo masasında 6 tane top olsun. Birinci topun üzerinde 1 rakamı, 2. topun üzerinde 2,... 6. topun üzerinde 6 rakamı olsun.

Zarı attığımızda hangi rakam gelirse ıstaka ile o rakamı üzerinde bulunduran topa vuralım.

Sonuçta masa üzerinde bulunan topların durumu bir önceki durumuna bağlı olmakla birlikte, hangi topa vuracağımız zarı attığımız anda karar verileceği için, bir sonraki durum belirsizdir. Yani topların bulunduğu duruma A durumu diyelim. Zarı attık X geldi ve X nolu topa vurduk ve toplar B durumuna geldi. Burada B durumunu, sadece A durumu değil, aynı zamanda zarı attığımızdaki X sayısı da belirler. Seninde anladığın gibi, burada attığımız zar bizim hür irademizi temsil ediyor. Aslında bunlar basit konular. Bilardo oynayan, zar atmış olan herkes bilir bunu.

  Cevap: Burada büyük bir yanılgı söz konusudur. Bu şahsın dediğine göre, zarın hangi numara geleceği önceden belli değil. Soruyorum: Zarı attığında, mesela zar nasıl altı gelecek? Zarın 6 gelmesi için senin hızlı bir şekilde gördüğün o hareketlerin her birinin mutlak surette meydana gelmesi gerekiyor muydu, gerekmiyor muydu? Her birinin meydana geldiği an da meydana gelmesi gerekiyordu. Zira senin hızlı bir hareket olarak gördüğün o zarın yuvarlanmaları, başlı başına bir harekettir ve o hareketinde ayrıca bir sebebi vardır. Ateizme göre konuşuyorum. Zira sebepsiz sonuç olmaz. Dolayısıyla zarın hızlı hareket silsilesinin her bir parçası bir önceki tarafından belirlendi demektir. Bu ateizmin bakış açısıdır. Madem ki sebepsiz sonuç olmaz, o halde ateistler bunu demek zorundadırlar. Aksi halde, yani bu şahsın dediği şudur: Hür iradeyi savunmak için, kendinden önceki olaylarla hiçbir şekilde bağlantısı olmayan yepyeni bir olayın olması gerekir. Siz ateist olarak günlük hayatınızda böyle bir şey görüyor musunuz?

*** Kursat dedi: “Allah kaldıramayacağı taşı yaratabilir mi? Sorusunun cevabı: Diyeceksin ki: Allah’ın zaten iradesi yok ki, O yaptıklarını yapmak zorundaydı. Çünkü bunların gerçekleşeceği ezeli ilminde belliydi. Eğer ilminde kaldıramayacağı bir taşın varlığı bahis konusu ise, bu böyle olur. Yani kaldıramayacağı taşı yaratabilir” diyeceksin.  
      Dedi öyle dersen eğer, şöyle demiş olursun: “Allah kendisine belirlemiş olduğu rolu çizdi, sonra o rolün oyunculuğunu oynuyor ve bundan dışarı çıkmaya güç yetiremez.” Böyle bir Allah inancı da olmaz.

   Karşı cevap verdim: Rolü O çizmedi. Başlangıçsız olarak bunlar ilminde belliydi. Başlangıçsız ilmi yok mu?
*** Allah hırsızlara, yemelerini yasakladığı çalıntı malları rızık yapıp, bu adamların kendilerine rızık olarak verdiği şeylerden yemelerini yasaklamış mıydı?
*** Zulmü yaratan kim?
*** Kitap: Metafizik        &nb sp;  Yazar: Aristoteles
_Sh. 66: Ancak ortadan kalkabilir olmayan iki şey vardır: Değişme ve zaman. Zaman ne varlığa gelmiş olabilir, ne de varlıktan kesilebilir. Çünkü bu, zamanın var olmasından önce, bir zamanın olduğu veya zamanın ortadan kalkmasından sonra bir zamanın olacağı anlamına gelir.
_Sh. 497: Zaman ezeli – ebedidir. Çünkü önce ve sonra kavramları zamandan bağımsız olarak tasarlanamazlar. Zamanın dışında ne önce ne sonra vardır. Zaman hiçbir zaman başlamamıştır ve hiçbir zaman ortadan kalkamaz. Çünkü eğer başka türlü olsaydı, zamandan önce bir zamanın olduğunu ve zamandan sonra bir zamanın olacağını söylemek gerekirdi.
*** Kitap: Varlık Hakkında Ana Düşünceler        &n bsp; Yazar: Cavit Sunar
_Sh. 133: Aynı şekilde biz Allah’a irade de izafe edemeyiz. Çünkü her irade, her cehd bir eksiklikten doğar. Tam ve mükemmel olan cehd etmez; irade etmez. Akıl ve irade insan ruhuna has bazı sıfatlardır.
_Sh. 295: Bedeninin mütehayyiz (mekanda)  olmasından çıkaracağımız önemli sonuç şudur: Hayyizsiz beden olamayacağı gibi bedensiz hayyiz de (mekan)  olamaz. Başka bir deyişle; boş mekan mevcut olamaz. Mekan ve cisim aynı şeydir. 
*** “Cesur kuramlar ortaya at, acımasızca sına.”   (Bir yerden aldım ama nereden…)
*** Ne zaman evlenmeli? sorusuna şu cevabı veren bilgelerden sayılır: “Genç bir adam, henüz değil; yaşlı bir adam, artık değil.” (Bir yerden aldım ama nereden…)
*** “Eğer öğrenmek istiyorsan, kendini önemsemekten  vazgeçmelisin.”  (Don Juan)
*** Elhamdülillah ifadesiyle ne kasdediyorum? Mesela “elhamdülillahi rabbil alemin.” “Alemlerin rabbine hamdolsun” diye tercüme ediliyor. Ben şu manayı anlıyorum: Alemin nedeninin Allah olduğunu ikrar etmek.
*** Dedi: Aslında, Kürşat’ın geldiği düşünsel düzeyi oldukça başarılı bir şekilde yansıtıyor bu soru. Kürşat yanılmıyorsam "sünni" bir anlayış ile büyümüş. Onun Allah anlayışı "herşeye muktedir, ezelden beri var olmuş, ebediyen var olacak ve herşeye hakim" bir İlah anlayışı. En azından yola bu anlayışla çıktı. "Zaman" kavramı ile ilgili düşünce egzersizleri ve "kainatın ne zaman yaratıldığı" sorusuna yanıt araması sonucunda şu çelişkiyi farketti: Sonsuz ezeli Allah, belli bir anda kainatı yaratıyor. Ama sonsuz önceden, kainatın yaratılmasına kadar geçen süre de sonsuz olmalı. Bir de madem Allah kainatı yarattı neden ve neyi sonsuz bir süre bekledi. Çünkü eğer Allah mükemmel bir varlıksa herşeyi en baştan biliyorsa, beklemesine ne gerek var? Bu sorulara ilk önce "Allah’ın başlangıcı vardır" şeklinde yanıt verdi. Eğer Allah’ın başlangıcı varsa yukarıdaki sorunlar gerçekten çözülüyor. Ama başka bir sorun geliyor. Allah’ın başlangıcı varsa, bu nasıl başladı, kim başlattı? Bu önceki durumdan daha karmaşık bir durum. O zaman yanıtını değiştirdi: Maddenin ezeli olduğuna karar verdi. Bu düşüncesiyle elbette islamın "Allah kainatı yarattı ve sonra yok edecek. İnanmayanları cezalandıracak, inananları mükafatlandıracak" savından ayrılmış oldu.
    Neyse, devam edelim. Düşünsel alanda bir adım daha atınca, yani ezeli maddenin, ebediyyen var olacağını kavradığında, (bir şok geçirmiş olmalı) karşısında "ezeli olan ve ebediyen var olacak" bir şey yani madde, kendi deyimiyle "cisim" gördü. Onun için "Allah cisim midir değil midir" diye soruyor. Şimdiki yanıtı "Allah cisimdir."
*** Dedi: Ben sana sorayım: Hz. Muhammed iyi insan olduğu için mi peygamber yoksa peygamber olduğu için mi iyi insan?
 Cevap: Ben iyi insan demiyorum. Kaderi inkar edici sözleri var. Mesela "sadaka belayı defeder" ve "akrabayı ziyaret ömrü uzatır." Halbuki ömür uzamaz ve bela engellenemez bunlar zaten Allah’ın ilminde bellidir.
*** Dedi: Allah yaratmadıklarını da biliyor mu?
  Cevap: Eğer Allah gerçekleşmeyecek şeyleri bilir denirse bu bence çok saçma birşey. “Allah bunu gerçekleşecek olarak mı yoksa gerçekleşmeyecek olarak mı biliyordu?” diye sorarım. Adam "gerçekleşecek olarak biliyordu" derse bu olmaz. Çünkü o olay gerçeleşmeyeceğinden dolayı bu denirse Allah’a cahil denmiş olur. Eğer "gerçekleşmeyecek olarak biliyor" denirse, Bende derim ki: O zaten gerçekleşmeyecek, onu bilmek ne demektir?
    Biraz daha açayım: Mesela ben sandalyede oturuyorum. Ayağa kalktım, sağa doğru baktım. Eğer Allah gerçekleşmeyecek olanları da bilir denirse, bakın şimdi olaya: O halde Allah benim kalktığım anda, kalkmayacak olma durumumun meydana gelmeyeceğini de biliyor ve kalktıktan sonra da, sağa baktığım anda, sola bakmayacağımı, havaya zıplamayacağımı, konuşmayacağımı ve eğilmeyeceğimi vesaire..
   Milyarlarca alternatif söylenebilir. “Bunların meydana gelmeyeceğini de biliyordu” demek gerekir. Bu bence çocukluktur. Çünkü bir şey meydana geliyorsa, o anda onunla beraber gerçekleşemeyecek olan şeyler zaten meydana gelemez. Bu açık bir mantık kuralıdır. Onları da ayrıca "meydana gelmeyecekler" diye bilmesinin bir manası yoktur.
*** İradesi olmayan beklemeyi irade edemez, isteyemez. Beklemeyi irade edemeyen, isteyemeyen ise beklememiştir.
*** “Allah zamandan münezzehtir” ifadesi ne demektir?
*** Zamansız bir değişimden bahsedilebilir mi?
*** “Zaman sonradan yaratıldı” diyenlere, soru: Zamanın yaratılması zaman alır mı? Zamanın yaratılması zaman içinde mi   oldu? Zamandan önce zamansızlık mı vardı? “Evet” dersen, “önce” kavramı da zaman kavramı değil mi?
*** “Allah affetsin, bağışlasın” ifadesine şu manayı veriyorum: “Şu masiyetin, isyanın cezalandırılmaması Allah’ın ilminde olabilir. Ben bilemem.”
*** Allah ilminden başka bir şey değildir. Ama ilmi de cisimdir.
*** “Beynimle ya da ruhumla düşünüyorum” diyenlere cevap: Nasıl düşündüğünü biliyor musun? Genelde “bilmiyorum” der. Derim ki: Bir fiili bilinçli bir şekilde yapmak için (bilgisayarı kullanmak gibi) onun nasıl yapıldığını bilmek gerekmez mi? “gerekir” der. Derim ki: Nasıl düşündüğünü bilmiyorsun da, nasıl hür bir iradeyle düşündüğünü iddia ediyorsun. 
*** Dostoyevski “Ecinniler” adlı romanında, Stavrogin için şöyle demiş: “Eğer inanırsa, inandığına inanmaz. Eğer inanmazsa, inanmadığına inanmaz.”
*** Aleme “hadis” diyenlere soru: Alemin yaratılmasıyle  (onlara göre zaman da alemle beraber sonradan yaratılmıştır)   Allah’ın zatı arasında zaman geçti mi? Bizim ölçülerimize göre bir saniye bile olsa. Bir kısmı diyor ki: “Hayır,  arada zaman geçmedi. Çünkü zaman alemle birlikte başladı; ondan önce zaman yoktu.” 
   Cevap: O halde alem kadim olmaz mı? Çünkü demenize göre, Allah’ın zatı ile alemin varlığa gelmesi arasında zaman geçmedi. O halde siz neden aleme hadis diyorsunuz? Bununla ne kasdediyorsunuz? diye sorunca, bir kısmı der ki: “Allah, alemden zaman olarak değil, zat olarak öncedir.” Derim ki: Ezeliliğin manası, öncesinde zamanın olmadığı şey” demek değil mi? İşte, siz de diyorsunuz ki: “Alemin öncesinde zaman geçmedi.” Bu laf ise, “alem hep vardı” manasına gelir. Zira “Allah, alemden zaman olarak değil, zat olarak öncedir” demek şu demektir: “Allah  alemden zaman olarak önce değil” manasına gelir. Bu da şu sonucu çıkarır: O halde Allah, ya alemle beraber varlıktaydı ya da alemden sonra varlıktaydı. “Alemden sonra varlıktaydı” denemeyeceği için, tek seçenek olarak “Allah alemle beraber varlıktaydı” demek kalır. Yani “alem ezelidir” demek gerekir.
*** Zamandan önce zaman olur mu?
*** Dedi: “Sevgiyi, merhameti, bağışlamayı yaratan da Allah; Allah, Kullarını sever, merhametlidir ve bağışlayıcıdır diyebiliyor musun?”
_Cevap: Sevmesi yoktur, zira sevilecek şeyleri yaratanda Allah’tır. Merhameti yoktur. Zira merhamet, acımak demektir. Oysa insanları acınası duruma getiren de yine Allah’tır. Bağışlaması da hakiki manada yoktur. Çünkü kimin ahirette ne ceza göreceği ve ne mükafat alacağı Allah’ın ezeli ilminde bellidir. Bu değişmez. Allah’ın bağışlamasıyla ilgili ayetleri  şu manaya alıyorum: Kulunun yaptığı isyanların ahirette cezasız bırakılacağı ilminde varsa ( olaylar bu ezeli ilme göre olduğundan), buna mecazen bağışlama denmiştir diyorum.
*** Allah’ın ilmi mi iradesini  belirliyor, iradesi mi ilmini belirliyor? Bildiği için mi irade etti yoksa irade ettiği için mi bildi? İlmi mi iradesini gerektiriyor yoksa iradesi mi ilmini gerektiriyor?
*** Allah’ın iradesi kesin ve değişemez bir irade midir? “evet” der.
       Peki, Allah isteseydi, yaptıklarından başkasını yapabilir miydi? “evet” der.
       Hani Allah’ın iradesi değişemez bir iradeydi?
*** “Bir fenomende (görüngü) kararsızlığın var olduğunu ileri sürmek, bu fenomenin, kendisini belirleyecek bütün öteki fenomenlerden bağımsız olduğunu kabul etmek demektir.” (Bachelard)
*** Allah bildiği için mi diledi yoksa dilediği için mi bildi? Allah, dileyeceğinden dolayı mı bildi, yoksa bileceğinden dolayı mı diledi?  
*** Allah neyi bileceğini mi dilemişti yoksa neyi dileyeceğini mi bilmişti? Olacağını bildiği şeyleri dilemek zorunda mıydı veya dilediği şeyleri bilmek zorunda mıydı? Olacağını bildiği şeyleri dilemeyebilir ya da dilediği şeyleri bilmeyebilir miydi?   
*** Ben, Allah’ın bilgisiyle bu olaylar oluyor demiştim ve Allah cisim dedim ya; bu iki söylemi birleştireceğim. Peki biri sorarsa: Öyle diyorsun ama, Allah’ın bilgisi cisim değil mi? Müthiş bir soru bu! Êvet, Allah’ın bilgisi cisimdir. Dolayısıyla  Allah’a cisim demiştim ya, kastettiğim o cisimle, bu ilminin cisimliği aynı şeydir. Ayrı ayrı değil. Bu çok önemli bir ayrıntıdır. Yani Allah’ın zatı ayrı bir cisim, ilmi ayrı bir cisim değil; ikisi de bir tek cisimdir. Kısacası zatı, ilmidir.
*** Dedi: "Ezeli ve ebedi alem yaratılmış mıdır?" Bence “ezeli ve ebedi alem yaratılmamıştır” diyeceksin. Çünkü “ezeli ve ebedi olan yaratılmış olamaz” diyeceksin.
  Cevap: Ben yaratmayı şu manada alıyorum: Olayların Allah’ın ezeli bilgisine uygun olarak varlık sahasına çıkması. Alem, Allah’ın fiilidir bu yönüyle. Bu sadece benim değil, Meşşailerin de görüşüdür.

  Dedi: Bu alemin kendisi ezeli ve ebedi. Neden bir Allah’a gerek olsun? Sen de diyeceksin ki, Allah zaten alemin kendisi.

  Cevap: Öyle demiyorum. Ben panteist değilim. Alemin sebebi Allah’ın ilmidir diyorum.

  Dedi: Ben de diyeceğim ki: Alem zaten ezeli ve ebedi. "Yaratıcı" ya gerek yok.

  Cevap: Bir etkileyen olmadan alemin varlığını açıklayamayacağını hala öğrenemedin mi?
*** Elektrik teline dokunuyorsun ve seni çarpıyor ya, peki sen baktığında o telde elektrik görüyor musun? Görmüyorsun. Peki seni          çarpan elektrik, bir yönde mi? “evet” der. Peki elektrik cisim mi? Yönde olduğunu kabul ettiğine göre, mekanı olduğunu da kabul etmen gerekir. O halde cisim, yani yer kaplayan demelisin. İşte Allah da böylece yer kaplar.
*** Zulmü yaratan Allah mı? “evet” dersen, o halde Allah zalim olmuyor mu? "Hayır, zulmü Allah yarattığı halde yine de zalim değildir" derseniz, bana anlatın, hem zulmü yaratıp hem de zalim olmama nasıl oluyor? Benim aklım bunu almıyor..
*** Zamanın yaratılmadına kanıt istendi. Sizce yaratmak zaman alır mı? Yaratmak zamanda mıdır? Eğer zamandaysa, zaman nerede? Bir yerde olmayan şeye  nasıl mahluk (yaratılmış) denebilir?

***

kursat:
Allah cisim mi yani şekli var mı? yok derseniz deliliniz nedir?
fatih:
Allah cisim değildir, Allah soyut bir şeydir, somut bir şeylerin cismi olur
kursat:
düşüncede soyut ama cisim
fatih:
düşünce cisim mi
kursat:
evet
fatih:
düşünce yer mi kaplıyor
kursat:
bir şey düşün nerede bu düşünce sen de mi
fatih:
nasıl bende mi
kursat:
soru bu kadar
fatih:
aklında
kursat:
sende yani öyle mi
fatih:
evet
kursat:
sen neredesin  hangi il
fatih:
istanbul
kursat:
 peki başka şehirlere göre istanbul bir yönde mi
fatih:
evet
kursat:
peki yönde olan şey mekanda mıdır
 fatih:
ne demek bu
kursat:
mekan yer demektir
fatih:
evet, istanbul mekan
kursat:
yani düşüncen mekanda öyle mi
fatih:
evet mekanda
kursat:
mekanda olan şeyin mekanı işgal etmesi gerekmez mi
fatih:
evet
kursat:
yer işgal eden yere sen cisim demedin mi
fatih:
evet
kursat:
eee
fatih:
bu kadar mı
kursat:
düşüncen de cisim olmuyor mu o halde
ne mutlu merhametli olanlara!:
yani varsa mekanda yer kaplamaz mı diyorsun
fatih:
olmaz
ne mutlu merhametli olanlara!:
niye olmaz
fatih:
sen düşünceyi cisim olarak kabul edersen dogru ama, düşünce somut değil cisim değil yer kaplamaz
kursat:
 iki türlü cisim vardır: Latif cisim, kesif cisim  ve kesif cisim gözle görebildiğimiz, latif cisim ise gözle göremediğimizdir. Melek ve cin gibi; bir örnek vereyim; mesela x ışınını görüyor musun? Hani vücudun içini gösteriyor ya..
ne mutlu merhametli olanlara!:
röntgen
kursat:
evet o
fatih:
eee
kursat:
x ışını var ya onu gözle görebiliyor musun
fatih:
hayır
kursat:
ama var değil mi
fatih:
evet
kursat:
aletle görülüyor
fatih:
ama yer kaplamıyor
kursat:
kaplamaz olur mu
fatih:
ışının olduğu yere başka bir şey koyamıyor musun
ne mutlu merhametli olanlara!:
kaplıyor ama hızlılığından belli olmuyor, maddeye etkisi yok
fatih:
cisim dediğin yer kaplar değil mi
kursat:
evet, melek cisim değil mi
fatih:
değil, melek soyut, yer kaplamıyor
kursat:
peki melekler hareket etemiyor mu? savaşa katıldı ya
fatih:
hareket etsin, hareket eden cisim mi oluyor
kursat:
tabi ki
fatih:
gördün mü, tuttun mu, elledin mi
kursat:
 hareket etmek bir yerden başka bir yere gitmek değil mi
ne mutlu merhametli olanlara!:
evet
kursat:
 bu ise mekanda olmayı gerektirir değil mi
fatih:
rüzgar cisim mi, rüzgarda hareket ediyor
kursat:
elbette cisim

*** Neden Allah’ın adil olması gerekmektedir?
*** Allah’ın meleklerini saptırıp, yani yanlış inancı onlarda yaratıp, bununla beraber onları cehennem azabına sokmaması neden olmasın?
*** Kitap: İslam Düşüncesi Hakkında Araştırmalar    Yazar: İbrahim Agah Çubukçu
_Sh 135: Suhreverdi zaman hakkında da fikir yürütmüştür: Zaman hareketin miktarıdır. Zamanın başlangıcı ve sonu yoktur. Çünkü zaman için başlangıç düşündüğümüz takdirde, bu başlangıçtan önce, içinde zaman olmayan bir zamanın varlığını kabul etmek gerekir. Bu düşünce ise çelişiktir. O halde zaman hem ezelidir, hem de ebedidir.
*** Allah hiçbir şeyi bir şey için yapmaz
*** “İnsanlar nankör, yalancı, iki yüzlü; tehlike karşısında korkak, kazanç karşısında çıkarcıdırlar.” (Macchiavelli)
*** Mühim bir soru sormak istiyorum: Ben cebiriciyim ya, sizce ben kadere inanmıyor muyum? "Herşey kaderledir" diyene mi kadere inanmıyorsun diyeceksiniz
*** Dedi: “Bir şey meydana geliyorsa, o anda onunla beraber gerçekleşemeyecek olan şeyler zaten meydana gelemez” demiştin. “Meydana gelebilir mi?” diye sormuyorum. "Gerçekleşemeyecek olan şeyler" var mıdır? Yaratılmayacakları malum. İlmen var mıdır? Yani, zıplamayacak olsan da, zıplaman Allah’ın bilgisinde var mıydı, mümkün müydü? Sonuç olarak, “ister zıplatırdı, ister zıplatmazdı” diyeceğim. İlmindeki sonsuz alternatifler arasında bu ikisi de vardı. Demek ki seçti. Demek ki irade etti.

   Cevap: Sonsuz alternatifler içinden seçti öyle mi? Peki şu soruma yanıt ver: Allah’ın ezeli ilminde bu sonsuz alternatifler içinden hangisinin meydana geleceği de ezeli olarak belli miydi? “evet” dersen, sana sorarım: “Sonsuz alternatif” ifadesi havada kalmadı mı?
*** Dedi: Bir "etki" den bahsetmişsin. "Alem" in bu etki sonucunda olduğunu söylüyorsun. Yani "Alem" etkiden sonra geliyor. Ezeli Alem "ne zaman" bir etkileyen tarafından etkilenmiş de "ezeli alem" olmuştur? Ezeli varlığın, varlık sahnesine çıkması ne demektir? Çıktıysa ne zaman çıkmış? Çıkmadan önce nasılmış?

  Cevap: Bunları daha öncede söyledim. Bunlar mecazi ifadeler. Varlık sahasına çıkma, sonradanlığı akla getiriyor. Doğru ama, bunlar mecaz. Şu  örnekler veriliyor: Güneşten ışığın çıkışı, parmaktaki yüzüğün elin hareketiyle hareket ermesi ya da  insan gölgesinin  kendi hareketiyle birlikte hareketi gibi. Zamansal sonralık olmaksızın  bunlar varlıktadır deniyor. Bunlar suduru açıklayan örnekler. Bunun gibi Allah, zat olarak alemden önce ama, zaman olarak değil deniyor. Bilmesiyle olaylar oluyor. Bilmesi ezeli olduğundan, olaylar da ezelidir deniyor.

*** Dedi: Kader konusunun geçtiği ayetler müteşabih midir mesela?

Cevap: Hayır

Dedi: Ya da nesh ayetleri?

Cevap: Hayır

Dedi: Allah cisimse eğer, beyni var mıdır?

Cevap: Sanmam

Dedi: İnsanda bilgi, irade, akıl vs. beynin ürünü olduğuna göre,
Cevap: Bunu kabul etmiyorum, bu düşüncelerin Allah’ın bilmesiyle mevcut olduğuna inanıyorum

Dedi: İnsan, Allah'ın sureti midir?

Cevap: Ayete göre O’nun benzeri yok. Demek ki Allah başka cisimlere benzemeyen bir cisimdir.
Dedi: Meleklerde, şeytanda cisim var mıdır?
Cevap: Vardır.

Dedi: Allah ve alem ezeli ise, Allah alemi nasıl etkilemiştir?

Cevap: Sudur nazariyesinde detaylı açıklandığı gibi. Ama on akıl teorisini kabul etmiyorum. Basitçe inanıyorum. Ezeli ilmiyle, bilmesiyle alem oldu. Ama ilk akıl, ikinci akıl gibi şeyleri kabul etmiyorum. Onun yerine; "ilk maddeden bahsedilemez. İlksizlikten bahsetmek lazım gelir. Zira ilk madde denirse, o maddenin başlangıcından da bahsetmek icap eder ki, aleme ezeli deme kapısı kapanır. Nasıl ki Güneşin ışığının suduru, çıkışı Güneş’ten zamansal olarak sonra değilse, Allah’tan da, alemin suduru, zamansal sonralıkta değildir. Bilmesiyle olaylar varlığa gelir. Bilmesi ezeli olduğundan, madde de ezelidir.

Dedi: Sonlu bir zaman önce ise, bu Allah'ın ve alemin ezeli olduğunu değiştirir mi sana göre?

Cevap: Eğer Allah’a alemden zaman olarak öncedir denirse, Allah’ın varlığının başlangıcı savunulmak durumunda kalınır ki ben de dört ay bunu savunmak durumunda kalmıştım. Bunu neden savunmuştum biliyor musunuz? Aleme “ezeli” demediğim için. Halbuki çoğunuz aleme ezeli demiyor, sonradan oldu diyor değil mi? Ama siz, düşüncenizin buraya vardığını göremiyorsunuz. Çünkü alem (Allah’tan başka herşey) “sonradan” derseniz ve alemden sonlu süre önce Allah varlıktaydı diye eklerseniz, "bu sonlu süreden daha önce Allah varlıkta değildi" demiş olursunuz. Ancak bu konu çok detay olduğundan, aleme "sonradan oldu, yoktan yaratıldı" diyenler dedikleri sözlerin bu manaya geldiğini göremiyorlar.
*** Allah’ın ilmi imkansıza taalluk eder mi?
*** Kitap: İrade ve Hürriyet       Yazar: Hüseyin Atay
_Sh 105: Kelamcılar hele Eşari ve Maturidi, istedikleri gibi, düşünmeden, taşınmadan işin nereye varacağına bakmadan; bulutlar üstünde konuşup durdular ve duruyorlar. Yere inip de insanların ne yaptıklarına ve ne yapamadıklarına hiç baktıkları yok. Fikirleri hep metafiziki, zihinsel işlemlerle meşgul. Kainatla, insanla meşgul değil. İlerde Kuran ayetlerine dayanarak pratik ve işlemle, eylemle ilgili olanları göreceğiz. İnsanı, Allah’ın kurulu oyuncağı saymak, Allah’ın yüceliğine delil olmaz. Şimdi, makine oyuncaklarını çocuklar kuruyor, oyuncak kendi kendine oynuyor. Ama oyuncak kendi istediğine göre oynamıyor. İçinde olan, makineyi kurmuş olanın isteğine göre oynuyor ve sonra makine durunca kendi de duruyor. Ne oynamakta, ne de durmakta        &nbs p;          oyuncağın bir isteği, iradesi ve gücü de yoktur. İşte tam Cebriyye budur. Eşari ve Maturidi bu fikre karşı çıkan sınırlı, kendisine Allah’ın verdiği gücü ölçüsünde eylemde bulunmanın insana verildiğini kabul eden Mutezile’ye de karşı çıktılar. Cebriyye, anlatılan şekilde idiyse, etkisinden öyle olduğu anlaşılıyor. Onu cevaplamak çok kolaydır. Ama Mutezile’nin haklılığını inkar edeceklerine, onlardaki  bazı ifadeleri daha olumlu hale getirmeleri en doğru yol olurdu. Cebriyye’ye güya karşı çıkarak,  aslında onu arkalarına alarak, Mutezile’yi yere sermeye çalıştılar ve serdiler de. Eşari ve Maturidi mezheplerinde büyük alimler geldi; ama öncekilere tanıdıkları yanılmazlık ve kutsallık zihniyeti, kendi kendilerine bir yol tutmalarına imkan vermedi. İlk imamların sözlerine bazı yorumlar ve açıklamalar getirmeye çalıştılarsa da tam başarı gösteremediler. Arkadan, Cebriyyecilik yaptılar ama bunu güya Cebriyye’ye karşı yaptılar. Ne oldu? İnsandan sorumluluğu aldılar, gerisin geriye Allah’a verdiler. İslam toplumlarında, sorumlu Allah’ı yaptılar. Oysa Allah’ın insana güç ve irade vererek, sorumluluğu insana verdiğini, peygamberler göndererek, kitap göndererek, açı açık bildirmiş olduğunu, imamlar düşünceden kaldırdılar. Kuran’a göre düşünmeyi, anlamayı yasaklayıp, milleti de uykuya yatırdılar.
_Sh 110: Eşari diyor ki; inkarı yapan, gerçekten inkarcının kendisinin olması mümkün değilse ve inancı yapan, oluşturan gerçekten inananın kendisi değilse, onu yapan elbette Allah’ın olması                             zorunlu olur. İşte Eşari böylece, inkarı da, inancı da Allah’ın yaptığını savunuyor. İnsana          hiçbir yapım işi düşmüyor. O zaman bunun Cebriyye’den ne farkı kalıyor? Yalnız isimde değişiklik oluyor. Aynı manayı Cehm b. Safvan söylerse, Cebriye, Eşari söylerse Sünni oluyor.
_Sh 111: Bu ifadelerde Eşari’nin demek istediği şudur: Nasıl ki insanın soğuktan, hastalıktan sıtmadan dolayı titremesini Allah yaratıyorsa, bunda insanın iradesi de ,gücü de yoksa, bu       zorunlu bir hareket olarak Allah tarafından yapılıyorsa; insanın edinme (iktisap) işi de Allah tarafından yaratılıyor ve yapılıyor. Diğer bir deyimle, Allah insanın hem işini yaratıyor hem de insanın kesbini (edinimini) yaratıyor. Böylece Eşariyye, insana yapılacak bir iş bırakmıyor. Edinimi (kesbi) insana isnad etmekten de vazgeçiyor, onu da Allah yapıyor. Bunu çok değişik ifadelerle anlatmayı sürdürdüğü için, müslümanların zihninde öyle yerleşiyor ki, müslümanların önce zihinlerini, sonra bedenlerini felç ediyor, uyuşturuyor. Bazı kimseler de Eşari ve Maturdi ortaya çıkınca, Cebriyye’nin tutunacak durumu ve gücü kalmadığından söndü gitti diyorlar. Oysa farkında olamadıkları şudur: Cebriyye’nin yerini Eşari aldı, onun yerine geçti ve Cebriyye’ye gerek kalmadı. Mutezile’den öğrendiği felsefi düşünceyi ve cedeli, Cebriyye’nin yayılmasına, İslam’ın temel inanç ilkesi olmasına harcadı.
_Sh 132: İlimde üç konu vardır. Bilen, bilme, bilinen (alim, ilim, malum). “İlim maluma tabidir” demek, malum, ilimden yani bilinen bilmekten önce gelmiş oluyor ki ontolojik olarak yanlıştır. Yani    bilinen nesne önce var olacak, sonra o bilinecek. İnsan bilgisine göre bu doğrudur. Çünkü insan var olmayan nesneyi, yok’u bilemez. Bunu Allah’a uyguladığımız zaman, Allah bir şeyi, o şey var olduktan sonra bilir demek, o şeyi başka biri var etti, sonra Allah onu bildi olur ki bu Allah’ın mutlak ilmine de aykırı olur. Ama bunu tarihte Mabed Cuheni, “işler olduktan sonra bilinir” demiş ve kabul görmemiştir. “Güneşin yarın ne zaman doğacağını insanın bilmesi, güneşin doğmasına etki etmez” sözü ne kadar saçmadır. Önce, güneşin doğuşu kanuna bağlıdır. Ona göre doğması zorunludur. Biz zorunlu olarak doğacağını biliriz. Eğer bizim bilgimiz doğmasına  etki etmiyorsa, şöyle demeleri         daha mantıklı olurdu: Biz güneşin doğmasını biliyoruz, ama bizim bilgimiz ona etki etmeyeceği için doğmayabilir. O zaman bizim bilgimizin etki etmediği anlaşılır. Bizim bildiğimiz gibi doğuyorsa, bilgimiz ona etki ediyor demektir. Çünkü onun sebebini biliyoruz. Sebep meydana gelince, sonuç da meydana gelir. Şimdiye kadar bu saçma delile cevap verene rastlamadım.
*** Kader hakkında uydurma bir hadis:
  Aişe’den: “Resulullah’ın eline su döküyordum. Su kabı elimden düşüp kırıldı. Bunun üzerine ben: “kırılması mukaddermiş!” deyince, Resulullah: “Öyle ise ben niye gönderildim, peygamberler niye gönderildi?” diyerek (bu işi kadere bağlamama) kızdı.”
*** Teselsülü kabul edebilmek için bir görüş:
_Kitap: Felsefeye Giriş    Yazar:  John Herman Randall, Justus Buchler
_Sh. 118: Genellikle ortaya konduğu biçimde bu kanıt, ayrıca her olayın bir nedeni olduğunu kabul etmesiyle, nedenler dizisinin bir başlangıcı olmasının zorunlu olduğunu varsaymaktadır. Eğer bu, böyle bir sava karşı çıkmanın çelişkiye düşmek olacağı anlamına geliyorsa, burada da temelsiz bir iddia karşısında bulunuyoruz demektir. Bir nedenler dizisinin başlangıcının olup olmadığı bir sorundur. Ancak onun bir başlangıcı olması gerektiği, hiç de zorunlu bir şey değildir. Matematik, bir ilk terimi olmayan bir dizi kavramının, hiç olmazsa tutarlı bir şey olduğunu göstermektedir. Örneğin, …-5, -4,- 3,- 2,-1, 0, 1,2, 3,4, 5… gibi bir dizide her  terimden önce, bir terim vardır ve arkadan da başka bir terim gelmektedir. Ama bu dizinin ne bir ilk, ne de son terimi vardır.
   Yorum: Bu aslında zayıf bir savunmadır. Zira denebilir ki: Bu bahsedilen sayı zincirinin sonsuzluğu, varsayılan bir şeydir. Gerçekliği yoktur. Oysa alemin ezeliliğini savunanlar, gerçek maddeden bahsediyorlar.
_Sh. 130: Tanrı mutlak kudretli olduğuna göre, iyinin niteliği niçin kötü tarafından tamamlanmaya ve arttırılmaya ihtiyaç göstermeyecek bir biçimde değildir?
    Yorum: “Kötülük vardır. Çünkü böyle olunca iyilik daha iyi anlaşılır, değeri bilinir ve daha güzel bir iyilik olur.” Tarzında ifade edilen görüşe karşı bir cevap.
*** Körler rüya görür mü?
*** Kötülük Allah’ın kaza ve kaderiyle midir?
*** Korku karşısında sağdan sola
       Yalpaladığında, dedim ki ruhuma:
       Hooop korkma korktuğundan!
       Yeterince konakladın bence zira!
                                                         (İbn Bacce)
*** Shakespeare, “Atinalı Timon”  adlı oyununda Timon şöyle diyor: “Ey insanlara iyilik gönderen ulu Tanrılar... İçimize şükran duygusu serpin; kendi armağanlarınız kendi adlarınızı yükseltsin. Ama verdikleriniz büsbütün tükenmesin. Yoksa Tanrılığınız hor görülür. Her insana yetecek kadar verin ki, birinin ötekine vermesine meydan kalmasın. Çünkü siz ey Tanrılar, insanlardan ödünç almaya kalksaydınız, insanlar sizlere de sırt çevirirlerdi.”
***  “Bizi ne kadar överlerse övsünler, bize yeni bir şey öğretmiş olmazlar.”
        “Bencillik kolundan tutmasa, erdem pek uzaklara gidemezdi.”
                                                                                        (La Rochefoucauld)
*** “Köpek köpeğe, at ata ne borçludur? Hiç bir şey. Hiç bir hayvan ötekinin  buyruğu altında değildir. Ama insanoğlu akıl denen Tanrı ışığına kavuşmuş. Ne kazanmış biliyor musunuz? Dünyanın her yerinde köle olmayı.”
                                                                                                                                                        (Voltaire)
 *** “İnsanlar durmadan bize işkence yapmayı isteyecek kadar bizi düşünemezler.”
                                                                           (Orhan Hançerlioğlu)
*** “Allah insanı, insanın Allah’ı yaratması için yarattı.”
                                                                           (St. Athanasius)
*** Başarı Allah’tan mıdır? “evet” derse, Peki başarısızlık Allah’tan mı?
*** Olayların akışını Allah mı yönlendirir?
*** "Allah bile geleceği değiştiremez. Çünkü ezeli bilgisinde olaylar bellidir."

*** Kitap: Kitabu’ş - Şifa (Fizik I) (Litera Yayıncılık)
_Sh. 89: “Eğer işler raslantı mecrasında gidiyor ise, niçin buğdaydan arpa bitmez?”
 Yorum: Materyalistlere karşı bir delildir.
_Sh 107: Hareketin hareketli ile ilgisi şüphe götürmeyen bir durumdur. Onun hareket ettirenle ilgisine gelince, bu hareketin ya doğal cisim olması bakımından hareketlinin zatından olması ya da bir sebepten meydana çıkması nedeniyledir. Şayet hareket esasen bir sebepten değil de hareketlinin zatından dolayı olsaydı, doğal cismin kendisiyle hareketli olduğu zatı var olduğu sürece, hareket kesinlikle yok olmazdı. Fakat hareket, zatı (özü) mevcut olduğu halde pek çok cisimden yok olur. Şayet hareketlinin zatı, hareket için hem hareket ettirici, hem hareket eden olacak şekilde bir sebep olacak olsa idi; hareket onun zatından dolayı gerekli olmuş olurdu. Ancak onun zatından gerekli değildir. Çünkü doğal cisim hareketli değil iken, onun  zatı mevcuttur.
_Sh. 109: Gerçek şu ki; kendiliğinden hareketli olanın durağanlığı imkansızdır.
_Fizik II:
_Sh. 81: Biri çıkıp şöyle diyemez: “Siz hareketi, zorunlu varlık kabul ediyorsunuz. Zorunlu varlık ise bir varediciye ihtiyaç duymaz. Bunun cevabı şudur: Zorunlu varlık iki tarzda olur. Birincisi mutlak ve zatı (özü) nedeniyle zorunlu varlık, diğeri ise şartlı ve başkası ile zorunlu varlıktır. Örneğin iç açıların, iki dik açıya eşit olması gibi. Bu mutlak zorunlu değildir. Aksine şekil üçgen olduğu zaman zorunludur. Güneşin doğmasıyla beraber gündüzün zorunlu olması da aynı şekildedir ki bu bir nedenle zorunludur. Gündüzün zorunluluğu da, güneşin doğması da kendiliğinden zorunlu değildir. Hareketin öncesizliğinin (kıdem) zorunluluğunu biz hareket için benzersiz yaratma tarzında olmayan bir başlangıç varsayıldığı zaman zorunlu kabul etmiştik ki bu olanaksızdır ve (zorunluluk) bir şart iledir. Ve biz hareket için varlığın zorunluluğunu zatı nedeniyle zorunlu kabul etmedik. Bir şey için varlığın zorunluluğu aracıyla ya da şart nezdinde kabul edildiği zaman bu onun için kendi zatı nedeniyle kabul edilmiş değildir. “Onun hareket olması zorunludur” sözümüz, bu zorunluluğun bir ilkeden olmasını imkansız kılmaz. Yine biz şayet “hareketin, hareket ettiriciden sürekli feyezan şeklinde olması zorunludur” dersek, bu sözümüz, hareketin kendi zatı nedeniyle zorunlu varlık olmasını gerektirmez. Aksine “hareket olmaması mümkün değildir“ dediğimiz zaman, sanki biz “hareket ettiricinin, hareket ettiren olmaması mümkün değildir“ demiş gibi oluruz.
    Eğer birisi şöyle derse; “sizin Allah Teala’nın kudretinde her yaratmadan önce bir yaratmayı yaratmasının ve  her hareketten önce bir hareketi yaratmasını mümkün görmeniz, tıpkı sizden birinin “Allah Teala için, her yaratmadan önce bir yaratmayı yaratmasının, hareketi başlangıçsız olarak kabul etmeniz tarzında olmasını mümkün kılmak istemesi   gibidir. Bu sizin geçmişte sonsuz hareketlerin varlığı düşüncesini kabul etmenizi zorunlu kılar. Bu durumda Nuh Tufanına kadar olan hareketler daha az, zamanımıza kadar olan hareketler ise daha çok olmuş olur. Şüphesiz sonsuzdan  daha az oluş da onun için sonlu vardır. Buna göre sonu olmayan, sonlu olmuş olur. Yine son hareketin varlığı, sonsuz hareketlerin varlığı üzerine dayandırılmış olur ve varlığı sonsuz olan üzerine dayandırılan da var olamaz. 
    Yorum: (Yani sonsuzluğun sonu gelmediği için, varlığı, sonsuz olan üzerine dayandırılan da var olmaz, demek istiyorlar.)
   Aynı şekilde siz hareketlerde bilfiil sonsuz olanı var kılmış olursunuz. Çünkü onlardan her bir hareket, kuşkusuz bilfiil var olmuştur. Yine her bir hareket, sonradan olan olduğu zaman hareketlerin tümü ve bütünü de sonradan olan olur.“ İlk şüphenin cevabı şudur: Bu hareketleri Allah Teala’nın yarattığını varsaydığımız zaman ve anlar da değerlendirmeye alındığında  kesinlikle onların bir varlığı olmaz. Aksine onlar yok olanlardır. “Onlar sonsuzdurlar” denildiği zaman, bu onlar için sonsuz meydana gelmiş nicelikler olması bakımından değildir. Aksine hareketler için hangi sayıyı vehmedersek vehmedelim, ondan önce olan bir kaçını daha bulmamız bakımındandır. Onlar yok olanlar (madum) olduğu zaman, bu durumda kaçınılmaz olarak, yok olanlar hakkında “onlar çoktur, azdır, sonludur ve sonsuzdur“ denilmesi ya mümkün olur ya da mümkün olmaz. Eğer mümkün değilse itiraz ortadan kalkmıştır. Eğer mümkün olur ise, bu durumda zorunlu olarak yok olanların sonsuza kadar beraber olmaları ve bir kısmının diğerlerinden az olması mümkün olacaktır. Tıpkı Ay’ın tutulmaları olan, gelecekteki yok olanlar gibi. Zira onlar Ay’ın devirlerinden daha azdır. Tufan zamanından olanlar bizim zamanımızda olanlardan daha çoktur. Bununla beraber onlar sonsuzdurlar. Ortada şu görüşte olan bir grup da vardır: “Yok olanlar için bir kısmı diğerlerinden ayırt edilmiş, meydana gelmiş zatlar vardır. Bunların siyahlık ve beyazlık gibi bir sınıfı, sayısal olarak sonsuzdur.“
 ***  A kişisi diyor ki: "Allah kullarına zorla günah işletmektedir. Kul yaptığından başkasını yapamazdı. Yaptıklarını yapmaya mecburdu."
    B kişisi diyor ki: "Allah kullarını günah işleme konusunda zorlamaz. Kişinin hür iradesi vardır."
 Soru: Bu iki kişiden hangisi kaderi kabul etmiş, hangisi inkar etmiştir.

***  Ben "herşey kaderdir" diyorum. Yani Allah kullarına zorla günah işletmektedir. Kul yaptığından başkasını yapamazdı.
 Soru: Siz ise "kul yaptığını yapmaya mecbur edilmedi, hür iradesi vardır" diyorsunuz. Bu iki inanç iki zıt fikirdir değil mi? Yani birleşemeyecek şekilde ayrıdır bu iki düşünce. Peki bu düşüncelerden ikisi de doğru olamayacağına göre, biri doğru diğeri yanlış olmalıdır. Ama siz benim düşünceme "yanlış" diyorsunuz. Sorum şu: Peki sizce ben bu düşünce ile kadere inanıyor muyum, inanmıyor muyum? Eğer "inanıyorsun" derseniz, iki inançtan biri doğru olmalıdır demiştik ya; buna göre sizin inancınız yanlış demek olur. Eğer "sen bu düşünce ile kadere inanmıyorsun" derseniz, derim ki: Yani ben "herşey kaderdir" dediğim halde kadere inanmış olmuyorum öyle mi?

*** Allah olmasını irade etmediği (dilemediği) bir şeyi emreder mi? Örnek: Bir şahsın namaz kılmasını irade etmediği halde, ona namaz kılmasını da emretmekte midir?

***  Kader sabit midir?
*** Allah ilminin zıttına bir şey yapmaya kadir mi değil mi? “Değil” dersen, o halde Allah yaptığından başkasını yapamazdı, yani yaptıklarını yapmaya mecburdu anlamı çıkmaz mı?
*** Allah irade ettiği bir şeyi değiştirebilir mi? Yani karar değiştirebilir mi?
*** Allah yapmayacağını bildiği bir şeyi yapmamayı ve yapacağını bildiği bir şeyi yapmamayı irade edebilir miydi edemez miydi? “Edemezdi” derseniz, öyle irade etmeye mecbur muydu? “Mecbur değildi” derseniz, soruya neden “edemezdi” diye yanıt verdiniz. Eğer “edebilirdi” derseniz, bu sözünüzle, “olaylar Allah’ın olacağını önceden bildiğinden farklı da olabilir” demiş olmadınız mı?

*** Allah olacağını bildiği bir olayı yapmaya mecbur mu yoksa yapmayabilir mi?

*** Allah yapmayacağını bildiği bir şeyi yapmaya ve yapacağını bildiği bir şeyi yapmamaya kadir midir?
*** Dedi: Allah zorla insana günah işletiyorsa, o zaman biz bu dünya hayatında sınavda değiliz. Sınavda değilsek, ceza veya mükafat da yok. O zaman cennet ve cehennem de yok. Onlar da yoksa sen ne diye İslamdaki bazı görüşlere dayanarak yola çıkıyosun. O zaman şu soruyu sorayım: Neden İslam...
  Cevap: Allah’a inanmak zorundayım; deliller bunu gösteriyor. Ancak Kuran da  bir heybet var. Aradığımı onda buldum. Dine inanmak saçma gelmedi bana. Ama Allah’ın kullarını saptırması da öyle. Hal böyle olunca, taşlar bir bir yerine oturdu. Ben Allah’ın saptırıcı olduğunu kabul edip, bununla bereber zalim olduğunu da kabul edince, sorunum kalmadı. “Madem ki Allah saptırıcı, neden zalim olmadığını ifade eden ayetlerde kullarını saptırıcı nitelikte olmasın?” sorusu bende bomba tesiri yaptı ve önüm açıldı. Artık daha geniş düşünmeye başladım. (İmtihan dünyası olduğunu belirten ayetler açıkça insanları saptırıyordu. Zira önceden ne yapacağımızı Allah biliyordu. Böyle imtihan olamaz. Ama ayetler böyle. Bir çok insan bu ayetler dolayısıyla cebre inanmıyor. Diyor ki: "Madem ki imtihan var, öyleyse hür irademiz de var." Ve adam bir yere kımıldayamıyor. Bu adamı, bu ayetlerle Allah saptırmış oluyor. (Mülk 2) Bu ayet ise, Allahın zalim olmadığını ifade eden başka ayetlerde var. Madem biriyle insanları saptırıyor (Mülk 2) diğeriyle neden saptırmış olmasın? (Yani zalim olmadığını ifade eden ayetlerle) sorusu çok önemlidir.

*** Kader zulmeder mi? “evet“derse, o halde Allah zulmetmiş olmadı mı?

*** Bir kimse Allah’ın kendisine rızık olarak vermediği bir şeyi yiyebilir mi? “Hayır” derseniz, haram yiyenlere bunu rızık olarak Allah’ın verdiğini mi söylüyorsunuz?

*** İmandan dolayı kim övgüyü hak ediyor? Allah mı yoksa mümin kul mu? “Allah” derseniz, diğerlerine iman vermedi öyle mi?

*** Allah insanların kendi seçimleri ve iradeleriyle kendisine kulluk etmelerini mi diledi? “Evet” derseniz, peki bunu ezeli olarak mı yoksa hadis olarak mı irade etti? “Ezeli olarak” derlerse, yani kul ortada yokken de, kulun neyi irade edeceğini irade etmişti  öyle mi?

*** Bir adam oku attı diyelim. Okun hedefe doğru gidişi Allah’ın fiili midir? Yani bu olayı Allah mı yarattı?

*** Bir insandan iradesiyle önleyemeyeceği  bir fiil sadır olabilir mi?

*** Sebebin varlığı sonucun varlığını gerektirir mi, zorunlu kılar mı?
*** Hayır şer Allahtan mı? Zulüm yapmak şer mi? Zulüm yapmak Allahtan mı? Hani hayır şer Allahtandı ya..
*** Zaman mahluk değil, ama bizdeki zaman kavramı mahluk. Önce, sonra gibi. Zaman varsayılan bir kavramdır. Bu yönüyle zamandan kaçılamaz. Allah da bu zaman kavramından münezzeh değildir. Bu Allah için de geçer.
*** Zulmü yaratan Allah mı? “evet” dersen, o halde Allah zalim olmuyor mu? "Hayır zulmü Allah yarattığı halde yine de zalim değildir" derseniz, bana anlatın, hem zulmü yaratıp hem de zalim olmama nasıl oluyor? Benim aklım bunu almıyor..
*** Soru: Allah olacağını bildiği bir olayın, isteseydi olmamasını irade edebilir miydi?
*** Allah’ın kazası olmaksızın benim bir günahım bile olur mu?
*** Soru: Zulmü kim yaratıyor? Zulüm Allah’tan mıdır? Zulüm Allah’tan da olsa kötü müdür, kötülük müdür?
*** Şunu diyor musunuz: “İnsanların yaptığı kötülükler de, Allah’ın iradesiyle olur.”

*** Allah’ın iradesi, insan fiillerinde yüzde kaç etkilidir?
*** “Allah’ım beni saptırma” diye dua ediyor musun? Demek ki seni kim saptırıyor? “Şeytan” dersen, neden öyle dua ettin? “Allah şeytandan korusun” diye dersen, Allah’ın, şeytandan korumadıkları da mı var? Bu da ayrımcılık olmuyor mu?

*** Her şey kaderle midir? Her şey kader midir?

*** Olaylar önceden belli olduğuna göre neden dua edilsin ki? Allah insanın ne dua edeceğini de ezeli olarak mı irade etmişti? Dua etmek kaderden midir? “evet” dersen, dua etmek yanlış olmuyor mu?

*** Kader ile dua bağdaşır mı?

*** Çocukları depremde öldüren kim? Demek ki kötülükte Allah’tan geliyor öyle mi?

*** "Allah’a sövme" düşüncesini Allah bende yarattığı için mi ben bunu düşündüm? Bu düşünceyi ben mi yoksa şeytan mı yarattı? Yoksa bu düşünce, kendi kendine mi meydana geldi?

*** Allah neyi tercih edeceğimizi de, ezelde mi (ezeli olarak) irade etmişti?

*** Allah’a hem irade kabul edip, hem de aleme hadis diyenlere soru: Önce yaratmadığı alemi, niçin birden bire yaratmak istedi?

*** Aleme hadis diyenlere soru: Allah’ın alemi yaratmasından önce ve sonraki durumlarıyla ilgili olarak iki ayrı iradesi mi yoksa değişmez tek bir iradesi mi var? “Tek bir iradesi var” derseniz; madem öyle neden: “Alem önce yokken, sonradan varlığa geldi” dediniz? Alemin varlığı, ezeli olarak mı irade edildi, yoksa hadis irade olarak mı irade edildi?

*** Tanrı ‘ya irade ispat edenlere ( iradesi olduğunu kabul edenlere) : Ezeli olan Tanrısal irade de, alemi sonradan yaratma kararı almak; nasıl olupta Tanrı’da  bir değişikliğe yol açmaz?

*** Varlığa getirme  Allah’ın hür bir fiili midir? İsteseydi olacağını bildiği bir olayı var etmeyebilir miydi? ”Evet var etmeyebilirdi” denirse, bu sefer Allah’a cahil denmiş olmuyor mu?

*** Zamanın her zaman var olduğundan kuşku duyulabilir mi? Kuşku duyulursa, zamanın olmadığı bir zamana inanmak gerekirdi.

*** Allah’ın, önceden olacağını bildiği bir olay, zorunlu olarak mı yoksa Allah’ın iradesiyle mi gerçekleşir?

*** İç organlarının çalışmasında hür iraden var mı? “Hayır” der; halbuki dış organların da, organ olma bakımından iç organlar gibidirler, ikisi de ettir. Dolayısıyla sen nasıl dış organlarının hareketinin hür olduğundan emin olabilirsin?

*** İnsan yaptığıdır.
*** kötülükler Allah’ın kaza ve kaderiyle midir?
*** Dedi: İyiye ve kötüye sen karar veriyosun.
Cevap: Ama neyi seçeceğin ezeli olarak belli değil mi?

Dedi: Eğer kötüyü engellese niçin dünyayı ve bizleri yaratsın? sebep nedir?
 Cevap: Ezeli ilmi yanlış çıkamaz. Dolayısıyla mecburen bizi yarattı.

** Günahlar Allah’ın irade etmesi (dilemesi) sonucunda mı yoksa iradesi dışında mı meydana geldi?
*** Allah yapmayacağını bildiği bir şeyi yapmaya ve yapacağını bildiği bir şeyi yapmamaya kadir midir?
*** Şer kimdendir?
*** Zulmü yaratan kim? “Allah” dersen, Zulmü yaratan zalim midir? “Hayır” dersen, neden böyle?
*** Bir kimse Allah’ın kendisine rızık olarak vermediği bir şeyi yiyebilir mi? “Hayır” derseniz, haram yiyenlere bunu rızık olarak Allah’ın verdiğini mi söylüyorsunuz.
*** Allah zorunlu olarak meydana gelecek olan olayları mı yoksa meydana gelip gelmeyeceği belirsiz olayları mı bilir? Eğer "zorunlu olarak meydana gelecek olayları bilir" derseniz. Soru: Allah’ın, zorunlu olarak meydana gelecek bir olayı meydana getirmemesi imkansız mıdır? Eğer "imkansızdır" derseniz, (“imkansız” demezseniz, bu olaya neden zorunlu dediniz) bu, “o olayı Allah zorunlu olarak meydana getirdi” demek olur. Bu da, “Allah bu olayı meydana getirmemezlik yapamazdı” manasına gelir.
*** Allah hırsızlara, yemelerini yasakladığı çalıntı malları rızık yapıp, bu adamların kendilerine rızık olarak verdiği şeylerden yemelerini yasaklamış mıydı?
*** Kader zulmeder mi? “Evet” derse, o halde Allah zulmetmiş olmadı mı?
*** Allah cisim mi yani şekli var mı? “Yok” derseniz, deliliniz nedir? Kimseye benzemeyen bir cisimdir denemez mi?
*** Şer (kötülük) Allah’tansa, zinada mı Allah’tan?
*** Zulmü yaratan Allah mı? “Evet” dersen, o halde Allah zalim olmuyor mu? (Sonradan Allah zalim değil dedim)
*** Kafirlik kader mi?
*** Şerri (kötülük) Allah mı yaptırıyor? Yani zinayı da öyle mi? Hani hayır, şer Allah’tandı?
*** Biri Allah’a şunun için mi sövdü? Allah onda kendisine sövme düşüncesini yarattığı için.

*** Geçmiş hayatınızla ilgili olarak şunu der misiniz: “Kaderim böyleymiş.”
 *** Allah’a sövme düşüncesini kim yaratıyor?
*** Allah’ın fiil işlemesi ezeli midir?
*** Allah beş yaşından önce ölen çocuğa azap edebilir mi?
** Allah, ezelde kendisine itaat edilmesini ve kendisine isyan edilmesini irade etmiş miydi?
*** "Allah zulüm yapsaydı, bu çirkin olurdu" der misiniz?
*** Allah kullarına zulmetmeyeceğine dair verdiği habere rağmen, zulmetmeye kadir midir?
***  Allah zulmetmeye kadir midir?
*** Eğer Allah’tan zulüm meydana gelseydi, durum nasıl olurdu? O’nun ilahlığını inkar eder miydiniz?
*** Allah olmayacağını bildiği bir şeyi yapmaya kadir midir?
*** Allah’ın ezelde bildiği bir şeyi bilmemesi imkansız mıydı? "Evet imkansızdı" denirse, o halde "olacağını önceden bildiği bir olayın başka türlü meydana gelmesi de imkansızdı" demek olmaz mı? Bu olayın oluşumu Allah’ın önceden bilmesine mi bağlı yoksa bilgisi, olayın gerçekleşmesine mi bağlıdır?
*** Allah yapmayacağını bildiği şeyi yapar mı, yapabilir mi, yapmaz mı, yapamaz mı?
***  Allah günahların işlenmesini irade etti mi?
 *** Allah iman etmeyeceğini bildiği kimseye, iman etmesini emretmiş midir?
*** Allah kulları için yaptığı şeylerden daha iyisini yapmaya kadir midir?
*** Şu soruma derin derin düşünerek yanıt ver: Ben kadere inanıyor muyum?
”Evet” dersen, oysa sen cebre karşısın, doğru bir kader inancına karşı olmak, yanlış bir kader inancını savunmak değil midir?
*** Allah kafirleri hidayet etti mi?
*** Allah zamanı durdurabilir mi?
*** Dedin ki "cüzi irade de mahluktur onu da Allah yarattı."
   Şimdi bakalım. Yani insanların seçimlerini ve düşüncelerini Allah yaratır demiş oluyorsun. Bir kişinin önünde iki yol var: Sağ ve sol; birini seçecek. Mesela sol tarafı tercih etti ve oradan yürüdü. Bu örnekte soru şu:Bu şahısın sol tarafı seçmesi olayında, sol tarafı seçmek düşüncesini onda Allah mı yarattı? “Evet” dersen, devam ediyorum: Peki, sol tarafı seçme düşüncesini Allah bu şahısta yarattığı anda, bu şahıs sağ tarafı seçmeyi düşünebilir miydi, düşünemez miydi? “Düşünebilirdi” dersen, “iki ayrı ve zıt düşünce nasıl olurda aynı anda düşünülebilir ve bunlar birleşebilir” derim. Eğer “kul, Allah onda sol tarafı seçme düşüncesini yarattığı anda, Allah’ın kendisinde yarattığı düşünceyi düşünmemeye kadir olamaz, bu düşüncenin meydana gelmesini engelleyemez” dersen, o halde kul bu düşünceyi Allah’ın zorlamasıyla düşünmüş olmadı mı? Çünkü Allah’ın yarattığı düşüncenin meydana gelmesi zorunlu olur.
*** Allah şerri isteyerek mi yoksa istemeyerek mi yarattı? “İsteyerek” denirse, zina fiilini istemiş olmadı mı? “Evet istemiş oldu” denirse, kul Allah’ın olmasını istediği şeyin, olmamasına kadir olabilir mi? “Olamaz” denirse, kul aksini yapmaya kadir olamadığı eylemleri mi yapmaktadır?

*** Soru: Allah olayların hangi vakitte olacağını ezelde bilir mi? “Evet” denirse, "Ezel + şu kadar süre" şeklinde mi olayın ne vakit olacağını bilir? Yani ezeliyetin başlangıç noktası olmadığına göre, "bu olay şu vakitte olacaktır" şeklinde bilmek nasıl açıklanabilir?
      Ben diyorum ki Allah olayların ne vakit olacağını bilmez. Olayları önceden bilir; sıralamasını da, yani başka olaylara göre önce ve sonra olması gibi şeyleri bilir. Ama benim ”Olayların ne zaman olacağını bilmez” sözümde bir ayrım var. Bizim ölçülerimize göre olan zamanı bilir. Yani benim 1976 yılında doğacağımı biliyordu. Ancak, bu insanların yaptığı bir takvimdir; bunları böylece bilir. Ama benim kasdettiğim bu zaman değil, hakiki manadaki zaman. Yani ezelden beri varlıkta olan Allah için düşünülecek olan zaman. Ben bu zamanın varsayılan olduğunu düşünüyorum. Yani aslında ölçüsü olmayan bir zaman bu. Biz bir şeyi ölçerken metreyi sıfırdan ölçeriz. Yani bir başlangıç noktası belirleriz, oradan itibaren ölçeriz. Oysa ezeli, yani başlangıçsız olarak düşünülen zaman da, başlangıç noktası olmadığından, olaylar şu vakitte olacak denemez. Anlatmak istediğim şey bu.

*** Dünyadaki adaletsizlikler de Allah’ın iradesiyle oluyorsa, o halde Allah’a adaletsiz denebilir mi?

*** Dedi: “Allah zulüm eder” diyorsun. Peygamberimizin hadislerini ve Kur'an ayetlerini yalanlıyor musun?
Cevap: Peygamberimiz bunu bilmiyordu. Ayetlere gelince kullarını ayetlerle de saptırıyor.

Dedi: “Allah merhametsizdir” diyorsun.
Cevap: Ne merhameti? Onları o hale koyan kendisi zaten; böyle merhamet mi olur? Hem çocuğu açlıktan öldürecek, (rızık Allah’tan olması hasebiyle) hem de merhamet edecek öyle mi?

Dedi: Öteki tarafta şefaat meselesini de mi yalanlıyorsun?

Cevap: Şefaati yalanlamıyorum; olabilir. Müslüman bir peygamber varsa, o şefaat edebilir.

Dedi: “Allah yaptıklarından pişman olmaz” diyorsun. Ama kul günah işledikten sonra üzülüyor ve pişman oluyor. Eger günahı zorla işleten Allah ise zorla pişman eden de O’dur.
Cevap: Doğru, zorla pişman eden de O'dur.

Dedi: Allah yalan atar mı? Sorusuna demişsin ki: “Haber olarak atar.” Bu küfür değil de nedir?
Cevap: Allah, Kuran da imtihandan bahsediyor. (Mülk 2) Halbuki ne yapacağımızı önceden biliyor. Böyle imtihan olmaz. İmtihan demek yalandır. Demek ki Allah yalan olarak da haber veriyor. İnsanları bu ayetlerle saptırıyor. Siz de diyorsunuz ki: Bak imtihanmış! O halde hür irademiz olmalı..

*** Dedi: Verdigin tren ve güneş meselelerinde; treni süren, gelip dağ başındaki adama, “sen söyledin, ben de kaza yaptım. Suçlu sensin” diyebilir mi? Hayır. Ya da Güneş gelip “sen oraya yazdın diye ben tutuldum” diyebilir mi? gene hayır...

   Cevap: Farkı şu: İnsan geleceği tahmin eder; kesin olarak bilemez. Ama Allah tahmin etmez, bilir!

*** Dedi: Çünkü eğer bebekler öldüyse, bu bir rahmettir. Çünkü öyle kimseler var ki “keşke bebekken ölseydim de şu hataları işlemeye fırsat bulamasaydım” diye samimi isterler.
        Cevap: O halde yetişkin olup kafir ölen kimse de şöyle dese: “Yarabbi benim büyüyünce sana isyan edenlerden olacağımı zaten biliyordun. Neden beni de küçük bir bebekken öldürmedin. Böylece sana karşı kafirlik yapmazdım. Ben de senin kulun değil miyim?”
*** Allah’ın varlığıyla, varlığından şu yaşadığımız an'a kadar zaman geçti mi? "evet" denirse, sonlu bir zaman mı yoksa sonsuz bir zaman mı geçti? "sonlu bir zaman geçti" denirse, "yani daha önce Allah yoktu öyle mi?" derim. Eğer "sonsuz bir süre geçti" derse, "sonsuz süre geçilebir mi?" derim.
*** Soru çok açık, Ben uzun süredir, Allah’ın başlangıçsız olduğunu savunuyorum. Varlığının başlangıcını üç ay savundum. (2005 aralık, 2006 mart arası) Bu soruya yanıt veremediğim için böle oldu. Millet bana güldü ama, onlar sorunun ağırlığını göremedi.
Ben “Allah başlangıçlı olamaz” ön kabulünden hareketle, teselsülü yani sonsuz olay zincirini kabul ettim. Başka yol bulamadım. Ama şunu unutmayınız ki, kim ki “Allah başlangıçsızdır” derse, aleme (Allah’tan başka herşey) ezeli (hep vardı) demiş olur. “Geçmişimizde sonsuz sayıda olay oldu” demek zorunda kalır ve ona şu dehşet soru sorulur: “Yani sonsuz zaman geçilip bize mi gelindi?” “Evet” demek durumunda kalacak. Bu sefer felç eden şu soru sorulur: “Sonsuz zaman geçilebilir mi? Zaten geçilseydi ona sonsuz denmezdi...”
*** Dedi: "Allah bu dünyada insanın eğilim gösterdiği şeyi yaratmayı istemiştir."
Cevap: Peki kul bunu istemeden önce mi Allah bunu istemişti? Yani ezelde mi bunları istedi?

*** Madem ki önceden biliyor kulunun ne yapacağını; Böyle imtihan mı olur? Mantıken olmaz. Ama ayet böyle. Millet de bu ayetleri görünce: “Demek ki bu dünya imtihan, o halde hür irademiz var ki imtihan oluyoruz" deyip, kadere inanamaz oluyor. Böylelikle Mülk suresi ikinci ayetle, Allah kullarının büyük bölümünü saptırmış oluyor.

*** Allah’ın, önceden olacağını bildiği olayların meydana gelmesi zorunlu olduğuna göre Allah, zorunlu olarak meydana gelecek olayları mı irade etti?

*** Allah’ın iradesi ezeliyse muradının da ezeli olması gerekmez mi?

***Allah olacağını bildiği bir olayın yerine, aksini yapmaya kadir midir?

*** İnsanın istediği, Allah tarafından mı istetiliyor?

*** Allah olacağını bildiği olayı, “bildiğinin dışında olmasını diledi” demek, Allah cahil olmayı istedi demek olur. Bildiği gibi olmasını diledi ifadesi de cebr olur.

*** Zaman ne zaman mevcuttur?

*** Şunu diyor musunuz: “Allah’ın üzerinden zaman geçmemiştir.”  “Evet” derseniz, o halde neden aleme hadis (sonradan olan) dediniz.

*** Allah kullarını haram ile rızıklandır mı?

*** Allah ezelde müminleri  ve kafirleri bilir mi?

*** Allah ezelde olacağını bildiklerinin olmasını ve olmayacağını bildiklerinin de olmamasını mı irade etmişti?

*** Allah kötülük yapan mıdır? "Evet" dersen, kötülük yapana kötü denir mi?

*** Allah'a "iyi" denir mi? "evet" dersen, neden diye sorduğumda "iyiliği yarattığı için" ya da "iyiliği yaptığı için" dersen, derim ki: "ama kötülüğü yapan ve yaratan da Allah'tır, o halde Allah'a kötü denebilir mi? "hayır" dersen, derim ki: "bu ayrımı neye göre yaptın?"

*** Allah kafirleri yaratırken onların haline acıyıp, yardım etmemiş midir?

***  Zamanı allah yarattı diyenlere soru: yani yaratılan zamandan önce zamanın geçmediği bir zaman mı vardı

*** Dedi: zaman her zaman nasıl varmış? açıklama yapmalısın
Cevap: eğer zaman yoktu da sonradan varlığa geldi dersen, zamanın olmadığı başka bir zaman kabul etmen lazım ki bu da yine zaman kavramını kabul etmek demektir.
o bakımdan zamandan asla kaçılamaz.

*** Dedi:Her şeyin sonu olduğu gibi zamanında sonu olacak gibi düşünseniz sorunu aşarsınız
Cevap: zamanın sonu olamaz, zira sonunun olması için başka bir başlangıçtan söz etmek gerekir ve o başlangıç da zamanda başlamalıdır.

*** Geçmiş  geleceği değişmez biçimde belirler mi?


*** Gençken hatta çocukken en dehşet verici cehennem resimleri gösterildiğinde bile kılım dahi kıpırdamazdı. O günlerde de bu günlerde de bana hiçliğin kendisi kadar başka hiçbir şey daha korkutucu gelmemiştir (Miguel de Unamo)

*** Aklını kullanmak uğrunda gözüpek ol (Horatius)
*** Neden varolan var da varolmayan yok?

*** Dedi: Allahın varlığına dair bir delilin var mı? Varsa nedir?
Cevap: Determinizm'den hareket ediyorum. Daha önce söyledim, sen kabul etmedin. Ateizm de determinizm vardır. Yani hür irade savunulamaz. Çünkü olaylar daha önceki olaylarla nedenlenmiştir. Dolayısıyla belirlenmiştir. Sonuç olarak buna inanabilir misiniz? Bin yıl önce birinin soldan değil de sağdan gitmesi senin davranışlarını etkiledi bu düşünceye göre. Ben buna inanamam. O halde determinizme inanmayan biri, tek çare olarak Allah'ı kabul etmek zorunda kalır. Başka seçenek yok. Olayları, Tanrı'nın önceden bilmesinin zorunlu kıldığına inanmak durumunda kalır bu kez. Bana dersen ki "determinizme inanmayan bir Ateistim ben." Sen şunu savunmuş olmaktasın: "Alemde nedensiz şeyler de olur" bunu mu savunacaksın?

*** Dedi: Sonsuz sayıda nokta varsa asla noktalar bitmeyeceği için bir metrelik bir mesafeyi bile asla bitiremememiz gerekiyor.
 Cevap: Neden sonsuz sayıda nokta olsun ki? Demek ki bir metre tüketilebildiğine göre o sonlu sayıdadır. Ölçülebilen mesafeler sonlu noktadan oluşur diyorum. Aksi halde bir milim de bir kilometre de sonsuz noktadan oluşur demek durumunda kalırız ve iki adet sonsuz noktadan oluştuğunu söylediğimiz şeylerden biri diğerinden büyük olmaması gerekirdi. Ama büyük, demek ki bir kilomet de, bir milimetre de sonsuz noktadan oluşan şeyler değil. Sonlu noktadan oluşuyor demek olur. Halbuki benim sorum hacimsel özellik değildi. Zamansal ölçüydü. İkisi bu noktada kıyas edilemez ki...


*** Dedi:Bir metre içinde sonsuz sayıda sayı vardır. Buna şüphe yoktur.Çünkü virgülden sonra sonsuza kadar rakam yazabilirsin asla bitmez.
 Cevap: Bana sürekli bu örnek verilmekte, ancak burada şunu gözden kaçırıyorsunuz: Rakamla zaman bir olmaz. Sen diyorsun ki: Sonsuz nokta var; delilin ise sayıların geriye ve ileriye sonsuzca gitmesi veya bir sayının matematikte sonsuza dek bölünme olayı.
Ama burada şu var dikkat edersen, bunlar varsayım, yani gerçekliği yok, siz diyorsunuz: Sayı sonsuz, neden? Karşı taraf bir sayı dese, siz bir fazlasını diyeceksiniz. Çünkü sayıların bu özelliği var. Aslında sonsuz sayı yok, sonsuz sayı düşüncesi var. Sizin sonsuz dediğiniz sayılar şu an yok. Siz söylediğiniz de, düşünce boyutunda var. Ama zaman olayı bununla kıyaslanamaz. zaman varlıktan düşmez. Ben bir gerçekten bahsediyorum. Zaman ezeli mi sonradan mı? Size göre de(Ateizm) ezeli. Yani geçmişimizde sonsuz zaman kavramı var ve bundan kaçılamıyor. Ben diyorum ki: Geçmişimizde sonsuz bir süre mi geçti? Hayır diyemezsiniz, Ateist olarak. O halde bana sonsuz zamanın nasıl geçip bugüne gelindiğini söyleyin. Ateistler big bang'a inanamaz. İnanan Ateism'i zaten bilmiyor demektir. Size göre başlangıç değil başlangıçsızlık olmalıdır.

*** Dedi: Zaman büyük patlama ile başlıyorsa eğer, bunun öncesini tartışmanın bir anlamı yok. Demek ki zamanın bir başlangıcı var.
 Cevap: Eğer başlamadan bahdedeceksek öncelik kavramından da bahsetmen gerekir. Çünkü önce olmazsa başlamak da olmaz. Halbuki önce ifadesi de zaman kavramıdır. Dolayısıyla zaman başlangıçlıdır demek yanlış olur.

*** Dedi: Geçmişimizde sonsuz bir zaman geçti.
  Cevap: Sonsuzluk geçilir mi? geçilirse ona neden sonlu denmiyor da sonsuz deniyor?

*** Dedi: Soruya müslümanlardan cevap yok. Allah'ın özgür iradesi yok, her şey önceden belirlendiği gibi oluyor. Bundan çıkan çok önemli bir sonuç var: Dualar gereksiz,
Namaz gereksiz, Kuran'ın emrettiği her şey gereksiz. Her şey belirli, önceden yazılmış. Allah önceden bildiğini yapmaya mecbur. Buna da cevap bekliyorum.
   Cevap: Dua yanlıştır. Mantıklı değil ama emrediliyor. Demek ki kullar saptırılıyor ve yanlış bir inanca itiliyor Allah tarafından. Kuran'ın emirlerinden namaz bahsi ise böyle değil. Kendi yaptırıyor ibadetleri de, ama ibadetleri yaptırmadıklarına da  yapmalarını emir veriyor. Yani zulmediyor. Kaldıramayacağı yükü yüklüyor kullarına. Ama bunları isteyerek yapmıyor. Zatı gereği mecburdur Allah, başka yolu yok. Bilgisinin zıttına eylem yapamaz. (Olacağını bildiği bir olayı oldurmamazlık edemez). Zaten bunlar yüzyıllardır bilinen şeyler. Filozofların bir kısmı bunu söyledi. "Mucibun bizzat" dır. Yani zatı gereği zorunludur. Allah'ın iradesi yoktur. Ancak Allah'ın mecbur olması bir eksiklik değildir. Çünkü Allah kendisini zorlayan olmaksızın zorunludur. Bilgisi kendisinden ayrı değildir. Dolayısla Allah'ı aciz saymak hatalıdır.

*** Kara delik diye birşey yok. Kara birşey nasıl görünecek de delik olduğu bilinecek?
Bunlar hikaye, Stephen Hawking'i okudum. "Zamanın kısa tarihi"adlı kitabını; adı çok iddialı ama içeriği böyle değildi ve kara deliklerin varlığına delil getiremediğini gördüm. Varsayımlarla konuşuyordu. Bunu bir hakikatmiş gibi insanlara söylüyorlar.

*** Allah yaşlanıyor. Ama sonsuz geçmişten bugüne nasıl geldi?

*** Zaman geçiyorsa Allah için de geçmelidir. Ama geçmişten bugüne zaman,    sonsuzluğu nasıl aşıp bize, bugüne geldi? "Hayır sonsuzluğu aşmadı" dersen, zamanın başlangıcını savunman lazım ki rezil olursun. Çünkü başlangıcı savunman için "başka bir şeyden sonra" demen lazım. Yani muhakkak "sonra" demen lazım ki, "sonra" deyince önceyi de kabul edeceksin. Halbuki "önce" kavramı da zaman terimidir.

***  Ne ayette ne de hadiste böyle bir şey  vardır. Allah'ın zamandan ve mekandan münezzeh olma durumu yani. Aksine Allah'ın mekanlı ve zamanın Allah için de geçtiğine dair açıklamalar mevcuttur. Bu ifadeler sonradan uyduruldu.
 

***  Dedi: 100 metreyi koşan bir atleti ele alalım. Bu atletin geçtiği her nokta bir olay olsun. 100 metre içinde sonsuz sayıda nokta var. Atlet 100 metreyi koşup bitirdiğinde sonsuz noktayı geçmiş ve sonsuz sayıda olayı gerçekleştirmiş olur. Sence bu örnekten yola çıkarak "sonsuz sayıda olay gerçekleşebilir" sonucuna varabilir miyiz?
 Cevap: Varamayız. Çünkü sonsuz sayıda nokta olması bir iddiadır; ama bu iddia şöyle bir delille çürütülür. Buna göre 200 metrede de sonsuz sayıda nokta var dersin, bu anlayışla sen. Ama 200 metre, 100 metreden büyüktür değil mi? O halde sonuç şu oluyor: Sonsuz sayıda noktadan oluştuğunu iddia ettiğin 100 metreden daha büyük bir mekan var. Bu da 200 metre. Ancak sana göre ikisi de sonsuz sayıda noktadan oluşuyor. Yani iki adet sonsuz sayıda nokta kümesi var. Ama biri diğerinden daha büyük. soruyorum: Sonlu miktarda mı yoksa sonsuz miktarda mı daha büyük? Sonlu miktar diyeceksin. Bende diyeceğim ki sonsuz sayıda noktadan oluştuğunu iddia ettiğin 100 metreden, sonlu miktarda büyük olan şey de sonludur. Çünkü sonlu + sonlu = sonlu. O bakımdan hem 100 metre hem de 200 metre ikisi de sonsuz sayıda noktadan oluşmaz. Bu örnek yanlış olur. Zaman örneğine kıyas oluşturmaz.

*** Geçmişimizde sonlu mu yoksa sonsuz mu zaman geçti? Sonlu dersen zamanın başlangıcını savunmuş olmadın mı? Sonsuz dersen sonsuz zaman geçer mi?

*** Zamanın başlangıcı var mı, yok mu? Yoksa, zaman  bu ana sonsuzluğu aşıp nasıl geldi? Varsa öncesi olmaksızın başlangıç nasıl olur? Halbuki öncelik de zaman kavramıdır.



***
kelebek:
imanımıza bir şey olur mu?
okan: (kürşat)
nasıl yani
kelebek:
yani her şeyi Allah yaratıyor
okan:
eee
kelebek:
bunu biliyoruz. Zaman, madde, alem. Bunların evvel yada değil olması ne kadar önemli?
okan:
zamanı nasıl Allah yaratıyor dersin. Allah zaten ezeli ya. Ezel zaman kavramı zaten
kelebek:
diyelim ki sen bana bu soruyu sordun: zaman sonradan mı? Bilmiyorum dedim
okan:
ee
kelebek:
bu imanı etkiler mi?
okan:
tabi
kelebek:
nasıl?
okan:
Allah da sonradan oldu demiş olma kuşkusu içerir.
kelebek:
neden? Demem bende; Allah ezeli ama zamanı bilmiyorum derim
okan:
demezsen bile böye oluyor. Çünkü ezeliyet  zaman  olmadan olmaz
kelebek:
tamam da, ne kadar önemli? İnsanların çoğu bunu bilmez bile.
okan:
olsun, sen biliyorsun, sorumlusun. Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?
Kelebek:
Alem olmazsa zaman olmaz, varlık olmazsa zaman olmaz, bağlantılı
okan:
yani
kelebek:
dedim ya, varlığa göre zaman vardır
okan:
yani alem ezeli mi
kelebek:
alem ezeli demedim, alem ezeliyse zaman da ezeli dedim
okan:
sence alem ezeli mi
kelebek:
bilmiyorum
okan:
şu anki kararın ne
kelebek:
onu bilmeye çalışıyorum, şu an kesin bir kararım yok
okan:
sonradan dediğini varsayalım, zamanda mı sonradan demiş oldun
 kelebek:
evet
okan:
bunun delili aklen var mı
kelebek:
var, diyelim ki sen yoksun, hiçsin
okan:
ee
kelebek:
zamanın yada alemin  senin için bir önemi olur mu
okan:
olmaz
kelebek:
işte bu
okan:
nasıl
kelebek:
sen yoksan sana göre zaman da yoktur anladın mı
okan:
ama ben bana göreyi sormadım ki
kelebek:
sen olduğunda bu zaman ve yer senin otomatikman etrafını sarar, içine alır
okan:
bana göreyi sormadım
kelebek:
yani iş olaylar da, hareket de. işte beraber olduğunun kanıtı aklen bu.
okan:
böyle cevap olmaz ki
kelebek:
varlık olunca olur, olmayınca olmaz
okan:
sence bu konu kader konusunun kaç misli zor
 kelebek:
çok daha zor
okan:
kaç katı sence
kelebek: 
felsefenin son noktaları belki de, beynim patlayacak gibi oluyor
okan:
ciddi mi
kelebek:
dönüp dönüp içinden çıkamıyorsun
okan:
öyle
kelebek:
ve vesvese sürekli tetikte
okan:
ne vesvesesi, Allah’ı inkar mı
kelebek:
hayır, ama o tehlikeler de var. Yani sağlam imanı olmayanın imanının gitme ihtimali yüksek
okan:
çıldırır mı diyorsun
kelebek:
evet
okan:
peki sen neden çıldırmadın
kelebek:
çünki dizginlemeye çalışıyorum
okan:
neyi
kelebek:
kendimi
okan:
aç biraz
kelebek:
uçurumun kenarına geldiğimde geri dönüyorum
okan:
yani düşünmekten vaz mı geçiyorsun
kelebek:
evet, aklıma başka şeyler getiriyorum
okan:
her gün düşünüyor musun peki
kelebek:
evet, hemen hemen her gün
okan:
akşamları mı, yatarken mi
kelebek:
genelde akşamları
okan:
bana bu anlardaki duygularını anlatsana ,yani tek başına düşünürken
kelebek:
tek başıma düşünürken, ben sanki bir hayalet oluyorum, her yeri düşünüyorum, hayal ediyorum. Geçmişe başlangıca gitmeye çalışıyorum düşünceler de. Ama büyük kapılara gelip takılıyorum
okan:
ben millete soruyorum: Geçmişimizde zaman  geçti mi? diye. ne dersin buna
kelebek:
nasıl yani
okan:
soru bu kadar
kelebek:
geçmiş kapanır, geri dönüş olmaz
okan:
Geçmişimizde zaman  geçti mi
kelebek:
sanırım geçti
okan:
peşine şunu soruyorum:
kelebek:
ee
okan:
sonlu mu yoksa sonsuz mu zaman geçti? mesela sonlu derse
kelebek:
sonlu demesi gerekir
okan:
zamanın başlangıcını savunmuş oldun diyorum
kelebek:
neden
okan:
ama başlangıcı savunmak için başka bir şeyden sonra olması gerekir. Halbuki sonra varsa önce de vardır ve bunlar yine zaman kavramıdır diyorum. Ne dersin bu yoruma
kelebek:
konu şu, sen zamanı nasıl tanımlarsın
okan:
geçen birşey
kelebek:
nasıl geçen bir şey
okan:
önce ve sonra diyebiliyorsan bu zamandır
kelebek:
diyelim ki Dünya Güneş’in çevresinde 182 günde dönseydi;  o zaman aylar 30 değil 15 gün olurdu. Bir gün 12 saat olurdu. Yani zamanın belli bir ölçüsü yok
okan:
kasdettiğim o değil zaten, normal öncelik ve sonralık
kelebek:
yani zaman bir yerde dursa, dikkat et bak dursa diyorum,
kelebek:
o zaman son gelir mi;
okan:
iyi soru. Sen dediklerim hakkında yorumlarını söyle
kelebek:
o dediğin doğru
okan:
doğru mu
kelebek:
zaten bir şey olmadan sonrası olmaz
okan:
bir dakika, o yoruma doğru dediysen, kişi soruya sonsuz demek zorunda kalmayacak mı
kelebek:
evet işte bu zaten alemle ilgili
okan:
yani geçmişimizde sonsuz zaman geçti diyecek değil mi
kelebek:
evet, sonsuz zaman geçti diyecek, o zaman da kendi şu an nasıl oldu
okan:
sonsuz zaman geçer mi diye sormak yanlış mı peki
kelebek:
geçmez
okan:
öyleyse  ikisi de mantıken olmuyor değil mi?
kelebek:
evet, işte burada takılıyorum zaten. O yüzden kararsızım, bak önemli bir noktaya değindin. Burada kalıyorum ben.
okan:
katılıyor musun bana, ikiside mantıken olmuyor değil mi?
kelebek:
mantıken olmuyor.
okan:
ama sonlu ve sonsuzdan başka bir alternatif var mı? Zaman için, sorduğumuz soru için
kelebek:
hımm, bu önemli
okan:
ne açıdan
kelebek:
başka bir alternatif olabilir mi sence? bak bunu düşünmek lazım
okan:
geçende birine dedim: Acaba sonlu ve sonsuz arası birşey mi var
kelebek:
İki saattir ne dolandırıyorsun. Şunu baştan desene yahu
okan:
öyle mi, önemli mi sence
kelebek:
çoook önemli tabi, belki öyle bir alternatif var ise, o zaman o iki sorunun da cevabı olmuş olur
okan:
öyle aklımdan geçti
kelebek:
süper
okan:
bir de bir ara  birine sordum o çok bilen arkadaşa
okan:
dedim ki
kelebek:
ne dedin
okan:
belki de geçmişimiz de zaman geçmedi? O da şaşırdı. Sadece aklımdan geçti. ne dersin
kelebek:
hımm
okan:
denize düşen yılana sarılır misali bizimkisi
kelebek:
üçüncü bir alternatif.  bu foton  gibi oldu. bilim adamları dedi ki: Foton bir parçacıktır. Başkaları da dedi ki  dalgacıktır. Sonra asıl gerçeğin ne olduğunu kim buldu biliyor musun
okan:
ee
kelebek:
einstein
okan:
ne dedi
kelebek:
foton hem dalgacık hem de parçacıktır
okan:
foton ne ki
kelebek:
ışık
okan:
bu kadar mı
kelebek:
evet
okan:
ışık demeti mi
kelebek:
evet, hem dalgacık özelliği gösteriyor, hem de parçacık duruma göre değişiyor yani
okan:
parçacık ve dalgacık ne demek
kelebek:
parçacık şu: mesela bir foton uzayda hızla gidiyor önüne bir cisim geliyor buna çarpıyor ve geçemiyor. Ama bazıları da etrafından bir dalga gibi dolaşıyor. Örnek vereyim: Şimdi gece ışığı yaktın
okan:
ee
kelebek:
kapıyı araladın, kapının gölgesini takip ettin, kapının gölgesi var
okan:
anlamadım
kelebek:
ışığı kesiyor kapı, ama o karanlık bölgede de bir miktar aydınlık olur. anladın mı
okan:
anladım
kelebek:
tamamen karanlık olmaz
okan:
evet., bu mu etrafında dolaşma
kelebek:
evet
okan:
dalgacık yani
kelebek:
dalga şeklinde yayılma
okan:
öbürü nasıl, parçacık
kelebek:
parça da, bir yere çarptı mı kalır geçemez.
okan:
duvara gibi
kelebek:
evet
okan:
anladım
kelebek:
mesela bir deney yapmışlar. yarı saydam bir aynaya foton göndermişler. bazı fotonlar aynaya çarpıp yansıyor, bazıları da dalga gibi içinden geçiyor. bu yani olay.
okan:
ben dedim ya: zaman acaba sonlu ve sonsuz arası bir şey olabilir mi diye, bunun olabileceğine dair bir örnek mi bu verdiğin ışık olayı
kelebek:
evet, o yüzden verdim örneği


*** Dedi: Toparlarsak madde, enerji haliyle ezelidir.
Cevap: Zamana başlangıcı var dedin. Halbuki ezelilik de zaman kavramıdır. Sen ezeliliği kabul edince mecburen zamana ezeli demen gerekmiyor mu?

***   Zaman zamanda mı yoksa zamansızlık da mı geçer?
 
Yukarı dön Göster kursat's Profil Diğer Mesajlarını Ara: kursat
 
kursat
Groupie
Groupie


Katılma Tarihi: 24 eylul 2006
Gönderilenler: 56
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı kursat

*** Dedi: Kesin olan, Big Bang olmuşsa, ki bunu bilim adamlarının ezici çoğunluğu kabul ediyor, ondan önce "zaman" sözünün hiç bir anlamı yok.
Cevap: Big bangı Allah’a inandığını söyleyenler savunuyor. Alemi yoktan yarattı demeye getiriyolar. Ama Allah alemden önce diyorlar. Demek ki önceyi kabul edince zamanı da kabul etmiş oluyorlar. Çünkü önce zaman kavramı olmadan düşünülemez. Ateistler zaten big bangi savunmuyor. Onlar maddenin dolayısıyla zamanın ezeli olduğunu savunuyor. Ancak ne var ki dün izlediğim bir belgeselde evrimi dolayısıyla ateizm görüşüyle Dünyayı anlatıyor. Ancak alemin başlangıcından yani big bang dan sözediyor. Yani bunlar neyi nasıl savunduğunu bilmiyor. Ben de böyle deyince “ateizm nasıl olur da big bangi savunmaz ki” deniyor. Mantıken madde ezeli, öncesiz, başlangıçsız diyen ateizm, nasıl olur da maddenin varlığının başlangıcını savunan big bangı savunur?


*** Dedi: Zaman geçti mi diye sormak gereksiz. Olaylar bir birine zincirleme olarak devam ediyor. Etken, edilgen, etken, edilgen...... diye sonsuz bir şekilde.

  Cevap: Peki bu olaylar zincirinde biz geçmişimizdeki sozsuz sayıda olayın ardından mı sıralandık?

   Buna karşılık dedi ki: Sonsuz sayıda olayın ardından demek yanlış olur. Çünkü hala o sonsuz sayıda olaylardan yalnızca bir tanesiyiz. Yani hayır.

  Dedim: Ama şunu da diyen sendin: “Olaylar bir birine zincirleme olarak devam ediyor. Etken, edilgen, etken, edilgen...... diye sonsuz bir şekilde.”
    Geçmişe doğru sonsuz gitmiyor mu bu olayla? Evet diyosun. O halde geçmişimizde sonsuz sayıda olayın olduğunu ve bittiğini söylemiş olmuyor musun?

*** yo allah zamandan münezzeh değildir onun için de zaman geçer. onun için zaman geçmese allaha ezeli denir miydi zira ezelilik zaman kavramıdır öncesiz demektir.

*** Ateizm neden big bangi savunamaz? çünkü big bang bir başlangıcı savunmaktır. Yani maddenin ve olayların başkangıcı. Ancak başlangıçtan söz etmek için bir başka şeyden sonra olması gerekir. Bu olmamış olsa, ona başlangıçsız yani ezeli denmesi gerekirdi. Dolayısıyla  ateistler  “bu big bangten önce ne vardı?” sorusuna  “Allah” şeklinde cevap veremediklerinden, maddenin başlangıcını savunamazlar. Eğer ateistler bu soruya yani “patlamadan önce ne vardı?” sorusuna “yokluktan söz edilir “derlerse  “bahsettiğiniz yokluk durumu sonlu mu yoksa sonsuz süre mi devam etti?” denir. “Sonsuz süre” derse, sonsuzluğun sonuna varılamaz deyip, bu patlamaya sıra gelemezdi denir. Eğer onlar “bu yokluk durumu sonlu süre sürdü” derlerse, derim ki: “sonlu süreden bahsettiğinize göre patlamadan sonlu bir süre önceye kadar geri gidildiğinde bu süre zarfında yokluğu kabul ettiniz. Peki ya bunun öncesin de ne var da siz bunu burada başlattınız; yani yokluk durumunu” deriz. Bu sefer diyecek sözleri kalmaz. Kısacası bir ateist şunu savunmak zorundadır: Madde, cisim, olaylar ezelidir. Olaylar sonsuz sayıda olmuştur ve bize sıra gelmiştir. Artık  gerisini kendi düşünsün.  Sonsuz sayıda olay nasıl sona erdi? Bakın bu soru hem ateistlerin hem de Allah’a  inananların ortak sorunlarıdır. İki görüş de bu suale cevap veremediler.


*** Big bangla alakalı olarak yukarıda yazdığım yazıya, birisi şu ifadeyi kullanarak bu teoriyi yani big bangi eleştirdi: Olmayan bir şey nasıl patlar? Bence bu müthiş bir yorum.
 
***  Allah’ın irade etmediği bir şeyi emretmesi ve olmasını irade ettiği bir şeyden de nehyetmesi caiz midir?

*** Zamana yok diyorsan şunu diyor musun "Allah vardı hiç birşey yoktu." "evet" dersen, şunu da diyor musun: "Allah alem varken de yine varlıktaydı." buna da "evet" dersen
   Soru: Bu iki cümledeki durumlar farklı mı değil mi? "evet farklı" dersen neye göre farklı öncelik ve sonralığa göre mi? derim, "evet" dersen, sen zamana var demiş olmadın mı?

***  Ağızlarını bile açıp da bu hadisleri yorumlayamazlar özgür iradeciler. Sana bir anımı anlatayım. Ben ilahiyat hocasıyla "tefsirciydi" kaderi tartışıyorken dedim ki: "Kader hadislerini ne yapacağız? Onları çöpe mi atacağız." Bana dedi ki: Ben bu hadisleri inkar ediyorum. "Ama Buhari ve Müslim’den de var" deyince; tereddüt etmeden "Olsun Buhari Müslim’den, kabul etmiyorum" deyivermişti. Sence neden böyle dedi? Çünkü o bu kader hadislerini biliyordu ve özgür iradeyi savunmak için bu hadisleri inkardan başka çaresi yoktu. Unutma ki kaderi inkar eden Mutezile mezhebi de bu hadisleri inkar etmişti.

*** Allah hamile bırakan mıdır. Hayır derseniz neden Allah’a size çocuk vermesi için dua ettiniz?

Allah’ın fikri var mıdır?

Allah vücutsuz olarak mı mevcuttur?

Allah şer işlemiş midir?  evet denirse ona şerir ( şerri çok olan) denir mi?

Allah kulları için mümin olacakları bir iman, kafir olacakları bir küfür, itaatkar olacakları bir taat ve asi olacakları bir isyan yaratmış mıdır?

Allah zulmetmeye kadir midir?

Allah’ın zulmetmesi imkansız mıdır?

Dünya da Allah’ın faili ( yapıcısı) olmadığı bir zorbalık ve zulüm var mıdır?

“Allah zulmetmez” diyenlere soru: Allah zulmetseydi durum nasıl olurdu? Onun ilahlığını kabul etmez miydiniz?

***  Bir den üçe kadar sesli saydın mı? Peki sen bir ile üç arasında biraz beklemedin mi? bekledin. İşte bu bir saniyedir. Yani zamandır. Bunu soruyorum. Bu Allah için geçmez mi? Ama senin için geçiyor; O’nun için neden geçmesin?

*** Allah olmayacağını bildiği bir şeyin olmasına kadir midir?

*** Allah kulları için yaptığı şeylerden daha iyi olanı yapmaya kadir midir? “Evet” derseniz bu cimrilik değil midir?

*** okan: (kürşat)
neyden sonra yarattı alemi
esedullah:
istedi anda yarattı
okan:
ezelde mi istedi sonradan mı
esedullah:
istediği anda istedi, senle yüzyüze görüşmemiz lazım, inan ki kafam çatlayacak artık. Kimse anlamıyor ya da biz çok ileri zekalıyız
okan:
benim çok çatladı sıra sen de. Sen önce bu konuda ne anladığını yaz.  Problemi yaz
esedullah:
ben diyorum ki: En büyük soru şu: Sonsuz zamanın sonuna gelinebilir mi? Yani şu yaşadığımız ana
okan:
işte sıkıştımız soru bu
esedullah:
ama kursat  korkuyorum. Niye dersen? O zaman Allah da ezeli değil. Bana yardım et
okan:
Ben 2005 son ayından, 2006 şubatına dek bu yüzden  Allah’ın varlığının başlangıcını savunmuştum. Çünkü alemin başlangıcını savunuyordum. Nedeni ise senin de dediğin gibi alem ezeli olsa sonsuz zamandan bu ana nası gelinebilir? Bunu yanıtlayamadım.
esedullah:
kafayı yiyecem bundan işte
okan:
o bakımdan çaresiz Allah’a sonradan varlığa geldi dedim. Ancak sonra bazı filozofların bunu anlayıp aleme ezeli dediklerini gördüm. Dolayısıyla teselsülü yani olaylar zincirinin sonsuzca geri uzanmasını kabul edenlerin olduğunu anladım; bu beni rahatlattı ve bu görüşü savunmaya başladım. Şimdi seni rahatlatacağım.
esedullah:
dinliyorum
okan:
bunu bir forumda biri bana demişti. Ancak kesin yanıt olmayıp sadece bizi sıkıştıranların bu sorusunu onların aynı yöntemiyle lehimize çevirme taktiğidir. Onlar ne dedi: Madem alem ezeli öleyse sonsuz zamanın sonuna nasıl gelindi? Madem gelindi demek ki sonsuz zaman değildi;  aksine sonlu zamandı dediler. Sonlu olunca da sonlu zamanın başı ve sonunun olması gerekir. Sonu şu bulunduğumuz andır, başı ise alemin yoktan varlığa geldiği andır dediler. Okey mi buraya dek?
esedullah:
evet
okan:
ancak onlar bunu dediler ama kendilerinin bu savundukları düşüncenin Allah’ın yoktan varlığa gelmesini savunmaya gittiğini göremediler; bu sebeple rahat davrandılar. Şimdi biz diyoruz ki: Siz bunu görmeseniz de sonuç bu.
esedullah:
evet
okan:
bizde  Allah’ın ezeli olduğunu onların delilinin aynısyla ispatlayacağız; onları bu yönden sıkıştıracağız.
 Diyoruz ki: Eğer  Allah’ın varlığının başlangıcı varsa; bir başlangıçtan söz etmek için muhakkak öncelik kavramı gerekir. Yani zaman olarak daha önce bir şey olması gerekir. Okey mi?
esedullah:
evet
okan:
çünkü başlangıç ancak zaman da olur. Anladın mı bunu?
esedullah:
evet
okan:
durum madem ki böyle, size göre Allah’ın varlığa gelmesinden önce zaman var. Buna evet demiyecekler mi?
esedullah:
evet
okan:
ya da demek zorunda kalmayacaklar mı?
esedullah:
evet
okan:
biz onlara aynı soruyu soruyoruz: Peki Allah’ın varlığından önce sonlu mu yoksa sonsuz mu zaman geçti? Ne diyecek? Sonlu derse bunun sonuna Allah’ın varlığa gelme anı diyecek. Başına diyecek bir şey bulamıyacak. Zaman derse, zamanın başlangıcı derse; deriz ki: Her başlangıç zaten zaman da olur; dolayısıyla “zaman, zaman da başladı “demiş olur ki saçmadır değil mi?
esedullah:
aynen
okan:
dolayısıyla sonsuz demek durumunda kalacak. Soru şuydu: Peki Allah’ın varlığından önce sonlu mu yoksa sonsuz mu zaman geçti? Sonsuz deyince, onların bize dediğinin aynısını biz diyeceğiz: Sonsuz zamanın sonuna varılabilir mi? Hayır diyecek. Neden sonsuz dedin madem öyle diyeceğiz. Yani onların bizi sıkıştırdıkları delilin aynısını onlara karşı kullanacağız okey mi?
esedullah:
ok
okan:
şimdi seçim meselesinde sadece şu soru kaldı: Madem Allah ezeli diyene de, sonradan diyene de aynı kuvvetli soru sorulabiliyor. Öyleyse şimdi düşüneceğiz: Allah mantıken ezeli mi olmalı yoksa sonradan mı?
okan:
Şimdi senle kaderi konuşalım
esedullah:
sana bir konuda kızdım. Dedim ki özgürdüşünce forumunda: Madem cebir var, o zaman cennet cehennem niye var? Allah kendisini mi cezalandırıyor? Sen ne dedin hatırlıyor musun?
okan:
hayır
esedullah:
“istemeden mecburen yapıyor, yapmak olduğunu  yapmak zorundadır”  dedin
okan:
Şaşırdın mı bu cevaba
esedullah:
hem de nasıl.  Eve gittim, bana kafayı yedirdin. Ama bir yandan da kendime kabul ettirmeye çalışıyorum. Dedim ki: Nasıl mecbur olur?
okan:
peki öyle deyince izah yapmış mıydım
esedullah:
yapsaydın kafayı yemezdim
okan:
yapmamış mıydım
esedullah:
çok kısa cevap verdin uyuz ettin beni. Sonra ben  Allah’ın iradesi olmadığını kabul ettim. O zaman otomatikmen kabul etmiş oldum bunu
okan:
nasıl ettin peki
esedullah:
Allah’ın iradesinin olmadığını mı? Allah şu an karşımda duran çocuğun buraya gelmesine engel olabilir mi?
okan:
olamaz
esedullah:
ee nerede kalıyor irade etmesi?
okan:
Allah’ın neden iradesi yok? onu açıkla
esedullah:
her şey bildiği gibi olmak zorunda. Yani bu çocuğun buraya geleceğini ezel de biliyor değil mi?
okan:
evet
esedullah:
bunun tersini yapmış olsa ilmine ters düşecek. Bildiği yanlış çıkacak
okan:
dolayısıyla seçim olayı yoktu değil mi?
esedullah:
yok
okan:
soruyorum: Allah’ın özgür iradesi yokken insanın nasıl olabilir?
esedullah:
yok ki zaten. Bak ne diyoruz dua ederken: Allah’ım sen nasip edersen haca gideceğim.
okan:
evet öyle deniyor
esedullah:
peki etmezse? Haca gitmeni kim engellemiş oluyor?
okan:
Allah zorlamı günah işlettiriyor
esedullah:
evet
okan:
bak kader inancı sence bu değil mi?
esedullah:
evet
okan:
peki özgür iradeyi savunmak kaderi inkar mıdır?
esedullah:
evet
okan:
peki cuma namazı kılıyor musun?
esedullah:
kılıyorum
okan:
arkasında kıldığın imamlar cebirci mi sence
esedullah:
değil
okan:
tamamına yakını cebirci değil okey mi
esedullah:
ok
okan:
peki bunlar kaderi inkar etmiş olmadı mı?
esedullah:
evet, diyor ki: kader vardır, ne yapacağın bellidir. Sonra diyor ki insan özgürdür.
okan:
dolayısıyla kafir değiller mi?
esedullah:
imamlar mı
okan:
evet, geneli
esedullah:
bilmeden ama
okan:
olsun, dolayısıyla kafir değiller mi?
esedullah:
savunduğunun nereye gittiğini bilmeden
okan:
kafir mi?
esedullah:
illa istediğin cevabı alacaksın, yok cevap sana
okan:
vereceksin
esedullah:
sen biliyorsun ne diyeceğimi
okan:
senden duyacağım
esedullah:
sence niye zor geliyor söylemesi, bir düşün bakalım
okan:
alışık değilsin
esedullah:
hayır o değil
okan:
ya ne
esedullah:
bir düzen yıkılıyor anladın mı?
okan:
olsun, düşünceni söyle, daha bu başlangıç, neler var daha, cesur ol
esedullah:
olmasam burada seninle konuşmam
okan:
onlar bunu savunmakla kafir olmaz mı
esedullah:
evet  olurlar ama bilmeden
okan:
peki kafirin namazı caiz olur mu? kafirin arkasında namaz kılınır mı?
esedullah:
yok
okan:
sende kılamazsın o halde öyle olmuyor mu?
esedullah:
ok
okan:
ben altı yıldır kılmıyorum. Bundan böyle kılma.  Allah sence adaletli mi ve zalim mi? Unutma ki sen artık bunları kabul etmekle suçlanacaksın
esedullah:
biliyorum
okan:
eğer bunları kabul etmezsen ayaklarının üstünde duramazsın. Eğer  Allah zalim ve adaletsiz demezsen seninle top gibi oynarlar. Bunları kabul etmeden cebr savnulamaz. Acak şöyle bir sorun var: Kuran da Allah’ın zalim olmadığı anlatılır. Buna şunu diyeceksin: Aslında  Allah zalim ama kullarını saptırıyor bu ayetlerle. Milleti nasıl saptırıyor biliyor musun? Örnek vereyim: Mülk 2 de şöyle deniyor: Allah hayatı ve ölümü hanginizin daha iyi amel yapacağını imtihan için yarattı. Bunu okuyan diyor ki: “İmtihan için özgür irade gerekir.” Ve bunu demekle haklı. İmtihan için bu şart değil mi?
esedullah:
evet
okan:
ve Kuran’da özgür irade varmış gibi anlaşılabilecek pek çok ayet var değil mi? Ve cebir ayetleri de var
esedullah:
evet
okan:
adam bu ayete bakıp özgür irade lazım deyip cebr ayetlerini başka manada yorumlamak lazım diyor ve
okan:
kaderi yani cebri inkar ediyor. Bu kadar basit; o halde Kuran’ı artık başka gözle oku, gözünü dört aç. Biraz önce sen dedin ki: Allah’ ın  mantıken iradesi yok. Ama Tekvir son ayet ne diyor: Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. İşte bu kadar; Allah Kuran da yanlış bilgiler de veriyor. Biz mantığa bakacağız. Ayetin dış anlamı mantığa uygunsa onu direk alacağız
esedullah:
tamam da kursat işte bunu insanlara nasıl anlatacaksın? Herkes bizim gibi kafa yormuyor ki..
okan:
anlıyorum seni, Zaten ayette ne deniyor: Araf 179: “Yemin olsun ki cinlerin ve insanların bir çoğunu cehenem için yarattık.” Başka ayette: “İnsanların çoğuna uyarsan seni saptırırlar.” Aslında saptıran Allah; Burada kullara izafe ediliyor.




*** Yukardaki diyalog da açıkladığım düşünceyi forumdan biri söyledi: Kursat, senin izlediğin yoldan gidelim ve zaman kavramından cıkmadan geriye doğru gidelim. Senin de dediğin gibi, alemin varlığa dönmesi icin bir bekleme zamanı gecti diyelim ve bu bekleme zamanıd a sonlu olduğu icin baslangıcına Allah deyip, Allah’ın varlığının baslangıcının olduğunu kabul ettiğimizi düsünelim. O zaman bu durumda Allah’ın baslangıcına kadar beklediği zamanın baslangıcı neydi? Yani Allah’ın basladığı zamana gelene kadar geçen bekleme süresi sonlu ise, o zamanın baslangıcı neydi? Sonra da Allah’ı baslatan bekleme süresinin baslangıcı neydi? Sonra o zamanın baslangıcı neydi? diye diye, sonuc gene Sonsuza yani Allah’a cikar. O yüzden adnan "Allah doğudan batıya, her seydedir, her yerdedir" diyor. Bu yuzden zaman kavramından ayrılmak zorundasın. Bu fikirleri zamani olarak düsünmemen gerekir. Sonlu yada sonsuz seceneklerinden baksa, kücücük insan beyinlerimizin almadıgı baska seceneklerin de olduğunu en azından kabul edebilirsek, cıkıs yolunu da oradan bulabiliriz diyorum.
Not: ben Kürşat diyorum ki: bu şahsın yaptığı izah müthişti ve bunu yukardaki esedullah ile yaptığım diyalog da detaylı anlattım. Benim için hayati değeri olan bir izahtı.

*** Artık Allah’a zalim demiyorum. Zulmü yaratan Allah ama iradesi olmadığından bunu isteyerek yapmadığından dolayı  Allah’a zalim demiyorum. Nasıl camdan biri öylesine taşı atsa ve bu bir müslümanın kafasına düşse, bu kişi bu eylemi   isteyerek yapmadığı için zalim denemezse, Allah da isteyerek bu fiilleri işlememesi dolayısıyla ona zalim denemez .

***  "2008 mayıs" Artık Allah'ın görmesini hakiki manada kabul ediyorum. Eskiden görmesini görülebilecek olanların bilinmesi şeklinde tevil ediyordum. Ve "hakiki anlamda Allah görmez" diyordum. Artık hakiki anlamda görür diyorum; ve eskiden Allah'ın ahirette görülmesini inkar ediyordum, artık onu da kabul ediyorum. Ancak Dünyada görülemez diyorum. Allah'ın işitmesini de hakiki anlamda artık kabul ediyorum. Eskiden duyulabileceklerin bilinmesi anlamında tevil ediyordum.
 
*** Soru: Zamanı Allah mı yarattı? evet derse
 Allah zamanı yaratmak için bekledi mi beklemedi mi? bekledi derse, 
Beklemek zaman alır. Öyleyse Allah zamanı, zaman içinde (zamanda) yaratmış olmadı mı? Dolayısıyla bu sözle çelişkiye düşmüş olmadın mı?
Zamanı yaratmak için beklemedi derse,
Allah ezeli olduğuna göre, bu söze göre zaman da ezeli olmuş olmuyor mu?

*** Allah alemi sonradan mı yarattı? "Evet" denirse, de ki: Neyden sonra yarattı? gerisini daha önce yazdık.

*** Şimdi yazacağım delil, özgür iradeyi savunanların en çok kullandığı delile karşıdır, çok etkilidir. Temel soru: "Allah ne yapacağımızı önceden bildiği için yazdı diyenlere soru: Allahın
yazdıkları irade ettikleri miydi yoksa iradesi dışında olacaklar mıydı?"
   İzahı: Onlara (özgür iradeyi savunanlar) sorsan: Bizim yaptıklarımız önceden yazılı mıydı? evet derler. Zira Kuran da bu geçer  (hadid 22- 23) onlara de ki: Biz önceden yazılanı yapıyorsak hür irademiz nerede kalır? Sana der ki: Allah kulunun özgür iradesiyle ne yapacağını önceden bildiği için böyle yazdı. Yoksa öyle yazdı diye sen öyle yapmıyorsun  ve takvim örneğini  verir.  "Takvimi hazırlayanlar önceden yazdığı için mi güneş tutuldu yoksa tutulacağını önceden  bildikleri için mi öyle  yazdılar" derler. Millet der ki: "Tutulacağını bildikleri için, o tarihte (mesela 10 ağustos) tutulacak diye yazdılar." Onlar da der ki: "Peki takvime o tarih de tutulacağının yazılması güneşi hareketlerinde zorlar mı?" Millet der ki: "Zorlamaz." Onlar da der ki: "İşte böyle; nasıl ki takvime (misal 10 ağustos) Güneş'in tutulacağının yazılması, Güneş'i hareketinde zorlamıyorsa, Allah'ın da önceden kulun yapacaklarını yazması kulu zorlamaz. Çünkü Allah kulun öyle yapacağını önceden biliyor, bildiği için yazıyor."
  Bu izahlarını daha detaylı olarak piyasadaki kaderle ilgili kitaplardan  okuyabirsiniz. Devamlı bu örneği verirler. Buna karşı  önceden uzunca bir izah veriyordum. Ama hem anlaması hem anlatması zor. Şimdi ise kısaca bir cevap vereceğim. Anlatması ve anlaması kolay. Onlara deyin ki: "Biz önceden yazılanı mı yapıyoruz?" Evet der, hayır derse, hadid suresi 22- 23 ü söyle. Önceden yazılanı yapıyoruz deyip de takvim örneğini (tren örneği de var; yüksekte durursun iki tren geliyor, bunların çarpışacağını sen biliyorsun, onlar bilmiyor. Sen yüksekten görüyorsun. Sen bildin diye mi bunlar çarpıştı? Öyle şey olur mu derler. Bu değişik bir örnek. Sonuçta Allah'ın önceden bilip ne yapcağımızı yazması bizi zorlamaz demeye getirecek lafı) anlatır sana. Sonra ona de ki: "Allah'ın yazdıkları irade ettikleri miydi yoksa iradesi dışında olacaklar mıydı? Eğer iradesi dışında olacaklardı derse, De ki: Allah'ın iradesi dışında bir şey olur mu? ehli sünnet "Herşey Allah'ın iradesiyle olur" diyor. Eğer yazdıkları Allah'ın iradesiyle olur derse, de ki:  Yani zina edenin bu yaptığını Allah irade etti öyle? Hayır derse, de ki: Hani yazılanlar Allah'ın irade ettikleriydi. Evet zinayı da Allah irade etti (diledi) derse, de ki: Allah'ın olmasını irade ettiği bir olayı, ben engellemeye kadir olabilir miyim? Olamazsın derse, de ki: Öyleyse zina yapan, engellemeye kadir olamadığı bir olayı mı işliyor. Hayır derse, de ki: Çelişkiye düştün. Evet engelleyemediği bir olayı işledi derse, de ki: Ben engelleyemeyeceğim bir olayı işlerken hür iradeye mi sahibim yoksa özgür iradem yok mu?

*** "İlim maluma tabidir" meselesi ( Özgür iradeyi savunanların en çok söyledikleri izah
"Allah ne yapacağımızı önceden bildiği için yazdı, o bakımdan hür irademiz var" dedikleri
izahın hatalı olduğunu bir diyalog da göserdim, msn konuşması)


<murat830> diyoruz ki: Allah'ın ilmi yanlışa döner mi, yani bildiği yanlış çıkar mı
<murat830> yok diyorlar, dönmez; olaylar Allah'ın bildiği gibi olur. Bu sefer deriz ki
öyleyse bizim ne yapacağımız öncedenn belli, nerede hür irademiz
<murat830> bu sefer ne diyorlar, sen söyle
<Osmanlı_> sadece biliyor, etkilemiyor, bilmesi demek etkilemesi demek değildir ki
<murat830> öyle diyorlar, peki nasıl örnek veriyorlar
<Osmanlı_> onu bilmiyorum
<murat830> anlatayım, genelde iki örnekleri vardır. Takvim örneği, tren örneği
<Osmanlı_> onu biliyorum
<murat830> hangisi
<Osmanlı_> takvim
<murat830> söyle
<Osmanlı_> guneş tutulması takvimde yazar. Derler ki: İki sene sonra şurada guneş tutulması olacak
<Osmanlı_> takvımde yazdığı için mi guneş tutulacak yoksa guneş tutulacağı için mi takvımde yazar
<Osmanlı_> guneş tutulacağı için yazar değil mi
<murat830> evet derler
<Osmanlı_> biz yapacağımız için Allah bilir, Allah bildiği için yapmayız
<murat830> sonra, gerisi var mı
<Osmanlı_> bu kadar
<murat830> gerisi de var
<Osmanlı_> hımm
<murat830> şunları derler: "Nasıl ki yazılması güneşin hareketini etkilemiyorsa, Allah'ın
yapacaklarımızı önceden yazması da bizi zorlamaz."
<murat830> okey mi
<Osmanlı_> evet
<murat830> bütün bu izahlar şu üç kelimeyi sölemek içindi: "ilim malum'a tabidir." Bu ifadeyi
Said Nursi 26. sözde söyler. Şimdi onların neyi kastettiğini ve nasıl yanıldıklarını söyleyeceğim.
<Osmanlı_> evet
<murat830> ilim maluma tabidir sözüyle kabaca Allah'ın önceden bilmesinin bizi zorlamadığını,
etkilemediğini söylerler. Detayı şu: ilimden kasıt Allah'ın ezeli ilmidir, malum demek bilinen olaylar demek
yani olacağı önceden bilinen olaylar demektir. Tabi olmak demek şu demektir; öğrenci hocasıyla tartışıyor
sonra hocam haklısınız diyor. Bu örnekte hoca mı öğrenciye tabi yoksa öğrenci mi hocaya tabidir?
<Osmanlı_> öğrenci hocaya tabi
<murat830> ok, bir örnek daha vereyim: Çocuk dedesine diyor ki: Dede cimbomlu ol, dede yok diyor,
ben takım tutmam. Çocuk ısrar ediyor, dede tamam cimbomluyum diyor. Hangisi hangisine tabi oldu?
<murat830> dede çocuğa değil mi
<Osmanlı_> evet
<murat830> ok, burada iki kavram var; tabi olan ve tabi olunan değil mi
<Osmanlı_> evet
<murat830> örnekte cimbomlu olma noktasında, tabi olan mı zaman olarak öncedir yoksa tabi olunan mı?
<Osmanlı_> tabi olunan mantıken
<murat830> tabi olunan mı öncedir diyorsun
<Osmanlı_> mantıken oyle
<murat830> doğru cevap bu ama acaba attın mı, nedenini söyle
<Osmanlı_> Cimbomlu olma bakımından çocuk zaman olarak önce değil miydi? tabi olunan da çocuk değil mi?
<murat830> Tabi olunan olacak ki, tabi olandan bahsedilebilsin değil mi?
<Osmanlı_> öyle
<murat830> bravo, şimdi son adım kaldı. Hani özgür iradeciler ilim maluma tabi diyorlardı ya
<Osmanlı_> evet
<murat830> bu ifade de, ilim ezeliydi, sonradan olacak olaylara tabi dediler değil mi
<Osmanlı_> evet
<murat830> halbuki zaman olarak önce olan, tabi olan olmayıp, tabi olunan değil miydi?
<Osmanlı_> hımm, sonrayı once yapmışlar
<murat830> aferin. Aslında ilim maluma tabi değil tersi malum ilme tabi olur değil mi?
evet mantıken oyle
<murat830> işte bunu 800 yıl önce İbn Rüşd söyledi, ama pek izah yapmadı. Metin Özdemir diye biri
var; özgür iradeyi savunan bir ilahiyatçı; ilim maluma tabidir sözü yanlış diyor. Allah önceden bilirse
özgürirade kalmaz diyor. Ve Allah önceden olacakları bilmez demeye getiriyor; hesap et.
<Osmanlı_> ama bilmesi bizi etkilemiyor diyoruz.
<Osmanlı_> malum Allah'ın ezeli ilmine tabi olunca, özgür irademiz kalır mı?
<Osmanlı_> kalır
<murat830> nasıl kalacak
<Osmanlı_> Allah'ın bılmwsi bizi etkilemez ki
<murat830> sen Allah'ın önceden belli ilmine uygun hareket etmeyecek misin? Allah'ın ilmi bizi
etkilemez diyeceksen, mecburen Allah'ın ilmi maluma tabidir demek zorundasın. Başka yolun yok.
onlar bunu diyorlar ve rahatlar; çünkü hata yaptıklarını bilmiyolar.
<Osmanlı_> irademiz yok diyorum o halde
<murat830> irademiz var ama yine de mecburuz. Çünkü irademizi yani seçimlerimizi Alah yaratır
<Osmanlı_> Özgur irade var mı yok mu
<murat830> yok ancak irademiz var. Bunu eşarilerin kesb teorisi çözdü
<Osmanlı_> var mı yok mu; ikisi birden nasıl oluyor
<murat830> işte oluyor. Bunu Gazali de söyledi
<Osmanlı_> mısal ver
<murat830> hükümdar diyor ki: şunu öldürün ve cellat öldürüyor. Bu örnek de, bu adamı hükümdar öldürdü
denebilir mi?
<Osmanlı_> hımm
<murat830> denebilir mi
<Osmanlı_> denebilir
<murat830> ok, cellat öldürdü denebilir mi
<Osmanlı_> evet
<murat830> ok, ikisi de doğru değil mi
<Osmanlı_> evet
<murat830> neden
<Osmanlı_> hükümdar öldür dedi
<murat830> emir verme yönüyle öldürdü denebilir değil mi
<Osmanlı_> evet
<murat830> cellat da hakiki anlamda öldürdü değil mi
<Osmanlı_> evet, biri etkileyici biri uygulayıcı
<murat830> insanların hareketlerini Allah'ın yaratması yönüyle yapılan eylemi Allah yaptı denebilir mi
<Osmanlı_> denebilir
<murat830> ve bir insan da, namaz kılma hareketini Allah yarattığın da o insan için namaz kıldı denir değil mi
<Osmanlı_> evet
<murat830> gördüğün gibi fiili hem Allah hem kul bu yönüyle yapar. Bu kadar basit. Bu Eşarilerin kesb görüşüdür.
Örnek de "kul namaz kıldı" diyoruz. Ama Allah'ın yarattığı hareketi yaptığı için zorlama altında değil mi?
<Osmanlı_> evet, anladım
<murat830> ok
<Osmanlı_> hem irade var hem de Allah'ın zorlaması
<murat830> evet
<murat> mesela biri içki içmek istedi, bu irade değil mi?
<Osmanlı_> irade, insanın kendi istemesi
<murat> aynı zaman da düşünce değil mi?
<Osmanlı_> düşünce derken..
<murat> düşünce, istek, içki içmeyi istemek aynı zaman da düşünce değil mi?
<Osmanlı_> evet
<murat> şimdi şu soruyu soracaksın; Bu onların zayıf noktasıdır, diyeceksin ki:
İçki içme düşüncesini Allah yarattığı için mi kul böyle düşündü? Bu kalıbı ezberle,
o "evet" diyemeyecek, neden? Söyle bakalım, neden "evet" diyemeyecek?
<Osmanlı_> özgür irade nerede kalacak
<murat> özgür irade olmaz değil mi? Çünkü Allah'ın yarattığı düşünceyi kul engelleyemez değil mi?
mecbur düşünmüş olur değil mi? Anladın mı?
<Osmanlı_> anladım
<murat> ok, o bakımdan Allah onu yarattığı için düşündüm diyemeyecek. Bunu diyemeyince de ne diyecek
bilirmusun? Şunu diyecek: Sen istersin Allah yaratır.
<Osmanlı_> evet
<murat> sen diyeceksin ki: Ben o istemeyi soruyorum zaten; onu Allah mı yarattı? O hala anlamamış
görünmekde ısrar edecek. Diyecek ki: İşte sen o düşünceyi istersin, Allah da onu yaratır. Bunu belki beş
sefer diyecek. Neden biliyor musun? Yani neden anlamamış görünecek? Çünkü ona bu soru karşısında
ne yapacağı söylenmemişti. Afallıyor bu soru karşısında. Ancak bu işleri daha çok bilenler çıkıyor;
özellikle nurculardan. Onlar birşey buldu diyecek. Onlara da cevabımız hazır. Söyleyim mi ne diyeceklerini
<Osmanlı_> söyle
<murat> Cüzi iradeyi Allah yaratmaz demek onlara zor geliyor. Özellikle nurcular, buna şöyle bir formül
buldular. Cüzi iradeye "var" demekten kaçındılar. Çünkü "var" derlerse, "onu kim yarattı?" diye soracağız ya..
<Osmanlı_> hımm
<murat> bu soruyla karşılaşmamak için emri itibari (varsayılan) derler. SAid nursi bunu da kullanır.
Mesela kul zina yapmak ister, Allah da kulun isteğine göre kulun hareketini yaratır derler, bu temel sözleri ya
<Osmanlı_> evet
<murat> biz de kulun isteğini kim yaratıyo deyince, çoğu afallar zaten. Ama nurcular der ki: "Kulun bu isteği
hem var hem yok hükmündedir" derler. "Dolayısıyla yaratılmaya ihtiyacı yok" derler ve kendilerince çözüm bulmuş
olurlar. Yani "emri itibari (varsayılan) dedikleri bu istekleri, Allah da yaratmaz, kul da yaratmaz" derler.
Böylece kul yaratıcı olmadan, hür iradeyi savunabilmiş oluyor onlara göre; buraya dek anladın mı?
<Osmanlı_> evet
<murat> ok, şimdi emri itibari olayını nasıl açıkladıklarını görelim. Çünkü mantıken bir şey ya vardır ya yoktur
değil mi?
<Osmanlı_> evet, ama mantıken öyledir
<murat> Onlar bu isteklere "hem var, hem yok, varsayılan" diyorlar. "Allah yaratmaz" demek için bunu yaparlar
anladın değil mi? anladın mı?
<Osmanlı_> ikincisini anlamadım, açık yaz
<murat> Şimdi "isteklerimiz var" derse, O isteği Allah mı yarattı? diyeceğiz ya, bu soruyla karşılaşmamak için
hem var, hem yok, varrsayılan diyorlar.
<Osmanlı_> anladım, sende ya vardır yada yoktur diyorsun
<murat> onu diyorum da, bir de bu "varsayılan" olayını şöyle anlatıyolar: Ekvator çizgisi var ya
<Osmanlı_> evet
<murat> Diyolar ki: Ekvator çizgisi gerçekte var mı?
<murat> ne diyeceğiz?
<Osmanlı_> yok
<murat> Diyor ki: Bak, biz ekvator çizgisi diyoruz. Aslında öyle birşey yok. Varsayılan birşey o, bunun
yaratılması gerekiyor mu?
<murat> hayır yaratılmış değil diyoruz. Diyor ki: Cüzi irade de böyle, varsayılan bir şeydir.
<murat> ne dersin bu izaha
<Osmanlı_> ben bir şey diyemem
<murat> kafa karıştırıcı değil mi?
<Osmanlı_> evet
<murat> işte bunlar böyle profesyonel. Çok hazırlıklılar. Diyeceğiz ki: Ekvator çizgisi hakiki anlamda yok
ama senin düşüncen olması yönüyle yok mu? Ne diyecek?
<Osmanlı_> var
<murat> işte sıkıştı, orada kandırma yapıyordu işte. Aslında şöyle de denir; bunlar cüzi iradeye varsayılan diyor ya
<Osmanlı_> evet
<murat> varsayılan mantıken yok demek değil mi? Çünkü varolsa ona var denir değil mi?
<Osmanlı_> evet
<murat> varsayılan madem mantıken yok demek, öyleyse bunlar varsayılan demekle yok demiş oluyorlar.
çünkü onlara göre de hareketlerimizi Allah yaratır.
Yani cüzi irade yok demiş oluyorlar ki, direkt özgür irade yok demeye gelir değil mi?
<Osmanlı_> sana döndü iş
<murat> ok
<Osmanlı_> seninkini savunmuş oldular
<murat> işte özgür iradecilerin en bilgileri bunu der. Çoğu Allah bildiği için yazdı der. Bir tane
daha var. Bunu da en bilgilileri söyler. Anlatayım mı?
<Osmanlı_> buyur
<murat> bunu da kaparsan önün açık. Şimdi bunlar ehli sünnet ya, maturidi ya
<Osmanlı_> evet
<murat> Allah'ın iradesi ezeli derler ve kulların yaptıkları Alah'ın ezeli iradesiyle olur derler
<Osmanlı_> evet
<murat> bu onların temel inançlarıdır. Hatta İmam Maturidi "bunu kabul etmeyenin sözü dinlenmez"
der kitabında. Drum böyle olunca, diyecensin ki: Zina yapanın bu yaptığını Alah mı irade etti?
Önce cevap vermek istemez bu soruya. "Allah irade, akıl verdi" diye konuşmaya başlar. Uzunca konuşur,
neden? Çünkü soru onu sıkıştırıcı niteliktedir. Soruyu unutturmaya çalışır. Sen ısrar edeceksin. Ben
bunu sordum, sen ne anlatıyorsun diyeceksin. Bu sefer eğer şunu derse: "Sen istersin, sonra Allah
irade eder" ya da "aynı anda Allah da diler." Bunu diyen bilgisiz olanıdır. Ona şunu dersin: Allah'ın
iradesi ezeli değil miydi? Buna göre ezelde irade etmiş olmalı. Afallar bu. En bilgilileri kulların
yaptığını Allah'ın irade ettiğini kabul eder. Onu da iyice sıkıştırırsan, yani soruyu (zina yapanın
bu yaptığını Allah irade etmiş miydi?) ısrarla sorarsan; baktı ki daha fazla soruyu savuşturamayacak
en son şunu der: Allah kulun özgür iradesiyle ne yapacağını ezelden bildiği için irade eder. Anladın mı?
<Osmanlı_> evet
<murat> hani bildiği için yazdı vardı ya, bu da benzeri. Başka hiçbir diyeceği yok. Şimdi cevabı
söylüyorum. Onlar Allah'ın hem ilmine, hem iradesine ezeli diyor ya
<Osmanlı_> evet
<murat> "Allah kulunun özgür iradesiyle ne yapacağını bildiği için irade etti" sözü, şu anlama gelmiyor mu
önce bildi, sonra irade etti.
<Osmanlı_> evet
<murat> buna göre irade ezeli olmuyor değil mi? Çünkü bir şeyden zaman olarak sonra olan, ezeli olmaz değil mi?
<Osmanlı_> öyle
<murat> halbuki onlar Allah'ın iradesine ezeli demişti. Çeşlişkiye düştüler.

***  Zaman ezeli mi? Evet dersen, soru şu: Şu ana dek zaman geçti mi? Evet dersen sonlu mu
yoksa sonsuz zaman mı geçti? Sonlu zaman geçti dersen, zamana ezeli dememiş olursun
ve zamanın sonradan olduğunu ispat etmek sana düşer. Eğer sonsuz zaman geçti dersen,
dehşet soru şu: Sonsuz zaman geçebilir mi? Sonsuzluk bitirilebilir mi? Mantıken bu soruya
geçemez denir. İşte bu noktada madem bu an'a gelindi, demek ki sonlu zaman geçti; sonsuz
değil denir.
Öyleyse bu görüşe göre zamana, şu andan itibaren sonlu süre önce başladı demek gerekiyor.
Halbuki zaman sonradan başladı sözü de çelişki içerir. Zira zaman sonradan başladı ya da
Allah zamanı sonradan yarattı sözündeki hata şudur: Sonralık varsa öncelik de olmalıdır ve
öncelik zaman kavramıdır. Öyleyse zaman sonradan başladı sözü, zaman, zaman içinde sonradan
başladı demek olur ya da Allah zamanı sonradan yarattı sözü de, Allah zamanı, zaman da
yarattı manasına gelir ki bu da saçma olur. Ben zaman ezeli diyorum. Çünkü zaman ezeli değil
demek Allah sonradan varoldu demek olur.

***  Alem demek Allah'tan başka herşey demektir.
Allah zamanı zamansal bir sonralıkda mı yarattı?
Zaman zamanda mı başladı?
Zaman kendinden önce zaman olan bir sonralıkda mı hadis (sonradan olan) oldu?
şu konuda yardımlarınızı bekliyorum:

Allah'ın ezeli varlığıyla, başlangıçlı olduğunu söylediğiniz alemin arasında zaman geçti mi?
"hayır" dersen, Allah'a ezeli dediğin gibi aleme de ezeli demiş olursun. "Evet" dersen, bu süre
sonlu mu yoksa sonsuz muydu? "Sonsuz" dersen, sonsuzluğun sonuna varılamayacağından dolayı alemin meydana
gelememesi icab eder (diyenler var). "Sonlu" dersen "alemin varlığının başlangıcından bugüne, sonlu süre
geçti" demiş olmakla ve Allah ile alemin varlığa gelmesi arasında da sonlu süre geçti dersen; sonlu süre
artı sonlu süre eşittir sonlu süre olmakla Allah, şu andan itibaren geriye doğru gidildiğinde, "sonlu süre
önce varlıktaydı ancak daha önce varlıkta değildi" sonucu çıkar ki, bu da Allah'ın varlığının başlangıçlı
olduğunu savunmak demektir. (Ama ben aleme de, Allah'a da ezeli diyorum) Zamana ve Allah'a ezeli demekten
vazgeçemediğim için aleme de ezeli demek zorunda kaldım. Sonsuz geçmişten bugüne, sonsuz sayıda olay nasıl
aşılarak geldi ve sonsuz geçmişten bu an'a, zaman nasıl geldi? İşte bunun yanıtını veremiyorum. Sonsuzluk
aşılıp bugüne nasıl gelindi? İşte insanı felç eden soru! Bu sorunun çözümünde bana yardımcı olun.

Zamanın ezeli olduğuna dair ibn Sina'nın delili:"Eğer zaman içerisinde bir başlangıcı olsaydı zamanın
kendinden önceki bir zamandan sonra hadis olması (sonradan olması) lazım gelirdi ki bu imkansızdır. O halde
zamana başlangıç yoktur."
Burada ibn Sina demek istiyor ki: Eğer zaman ezeli (başlangıçsız) değil de sonradan varlıkta olsaydı,
sonradan var olduğu kabul edilen zamanın, öncesinde başka bir zaman daha olurdu. Çünkü sonralık da zaman
kavramından ayrı değildir.

*** Dikkat ediniz iddiam şudur: Allah kuran ile kullarını saptırıyor. şaşırdınız mı? Kuran da dua etmek emredilmektedir. Kuran okuyan ne diyor: Bu bize emredilmiş, o halde dua etmeliyim; halbuki Allah Kuran ile kullarını saptırıyor ( hem de saptırmak istemediği halde: Zira iradesi yoktur. Bir örnek: Mesela ben şu an bu yazıyı yazıyorum, bunu yazacağımı ben yazmadan önce de değişmez ilmiyle biliyordu. Peki isteseydi benim bu yazıyı yazma eylemi mi varetmeyebilir miydi? Bazı safdiller "tabi ki isteseydi bu fiili, eylemi varetmeyebilirdi" diye atılacaklardır. Onlara sorum şu: Bu takdirde sizin de değişmez dediğiniz Onun ilminde değişiklik olmuş olmuyor mu ve O cahil olmuş olmuyor mu? Çünkü O değişmez ilminde bu yazıyı yazacağımı biliyordu, eğer bu yazıyı ben yazmayacak olursam Allah yanlış bilmiş olur ki, buna cahillik denir.) işte delil: Dua etmek ne demek? Örnek vereyim; mesela biri istanbul'a gidecek, otobüse biniyor ve dua ediyor diyelim. Diyor ki: Allah'ım sağ salim istanbul'a gitmemi nasip eyle, tamam mı ? Şimdi size sorsam, bu işte bir sakınca var mı? bana diyeceksiniz ki: "Yoo hiçbir sakınca yok." Bu dua etmek Allah'a irade kabul etmek demektir; çünkü O'ndan isteniyor. Şunu ver, bunu verme diye. Dersiniz ki:"ne var bunda, zaten Allah'ın iradesi var ne saçmalıyorsun." Ama bu laf da, Allah'a değişen, sonradan olma bir irade kabul etme var. Dikkat edin, bu duayı edenler çoğunlukla, Allah'ın ezeli, öncesiz iradesi olduğunu kabul ediyor. Hem de dua ediyor. Yahu, size göre zaten ezeli olarak, öncesiz olarak nelerin meydana geleceği zaten Allah tarafından irade edilmiştir. Daha neden tekrar "Allah'ım bunu bana nasip et" diyorsunuz? Yani bu şu demek: "Allah'ım eğer dilemediysen önceden, şimdi dile yarabbi, benim sağ sağlim oraya varma." Bu da Allah'ın iradesin de değişme kabul etmek olur. Dua eden, sonradan da Allah irade edebilir demek istiyor, haberi yok.

bu kadar değil, bakın daha neler var: Dua edenler çoğunlukla Allah'ın ezeli, öncesiz ilmini de kabul ederler. Zaten olaylar O'nun değişmez ilmine göre olacaktır. Daha dua etmek ne oluyor? Dua etmekle Allah'ı etkilediklerini düşünüyorlar. Yani "ben dua ettim de öyle oldu bu iş" demiş oluyor. Sanki Allah onların yaptıklarından etkileniyormuş gibi. Durun daha bitmedi; dua etmek şu problemi de beraberinde taşıyor: Allah'ın ilminin değişebileceği savunulmuş oluyor. Çünkü çoğu dua eden şöyle düşünür: "Ben dua ettim de, olaylar öyle oldu, eğer dua etmeseydim böyle olmazdı." Yani çoğunluk böyle düşünür. Halbuki bu, şu demektir: "Ben dua etmeseydim, olaylar başka türlü gelişirdi; dua ettiğim için böyle oldu." Bu ise Allah'ın ilminin değişebileceğini savunmak demektir ve Allah'ın ilminin değişebileceğini savunmak kafirliktir. Zira başka şeyin Allah'ı etkilediği manasını taşır. Yani Allah bu ayette dua etmeyi emretmekle kullarını saptırmış oluyor.


*** İşte size Gazali'nin özgür iradeyi inkar ettiği yazısı. Alıntı yaptığım kitap: Kelam Felsefeleri, Yazar: H. Austryn Wolfson, sayfa: 538 burada Gazali'nin ihya ulum al din adlı kitabından alıntı var. Arapça baskı kitabut-tevbe bölümü. türkçe baskılarda bu bölüme bakın

"Eğer dersen ki: insanın fiilde ve fiilden kaçınmada ihtiyarı yok mudur? Vardır derim, fakat bu bizim herşeyin Allah'ın yaratmasıyla olduğu iddiamızla çelişmez. Çünkü ihtiyarın kendisi de Allah'ın yaratmasıyladır ve insan yaptığı seçime mecburdur."

Yorumum şu: Gazali, itikadda Eşari mezhebindendir. Eşarilik de ise insan iradesi kabul edilir, ama kulun bu iradesi ( düşünce, seçim ) Allah tarafından yaratıldığı için hür iradeden yoksundur.


***
kürşat:
sen nedensizlik olayına ne diyorsun, mantıklı mı
juba..:
mantıklı da şimdi net birşey diyemem, okumadım fazla, okuyup düşünmedim fazla tecrübem yok
kürşat:
madem olaylar Allah'ın ilmine göre oluyor; Allah'ın ilmi ezeli yani öncesiz, öncesiz olanın öncesi olur mu? Mantıken olmaz değil mi?
juba..:
evet olmaz
kürşat:
birşeyin sebebi sonucundan zaman olarak önce midir
juba..:
değildir, bana göre aynı andadır
kürşat:
neyse, bu tartışılıyor zaten. Şunu söyle Allah'ın ilmi nedenli midir yoksa nedensiz midir?
juba..:
nedeni kendindendir dersem, anlamlı olmayacak
kürşat:
diyemezsin
juba..:
nedeni kendidir dersem, neden Allah'ın kendidir dersem
kürşat:
öyleyse ilmini sonradan mı elde etti
juba..:
ilmi kendinden, kendiyle ilmi ayrı değil bana göre
kürşat:
öyleyse kendi nedensiz olduğu gibi, ilmide nedensiz değil mi?
juba..:
doğmamış doğurulmamıştır dıyor değil mi Kuran da; doğarsa, doğması içiın bir neden gerekli değil mi?
kürşat:
doğurmamıştır der
juba..:
doğurmamıştır dedin ama, yoksa doğurulmamış mıdır?
kürşat:
doğmamış ile doğurulmamış ifadesi aynı değil mi?
juba..:
tam değil. Allah doğmadığına göre nedeni yok
kürşat:
ilmininde nedeni yok değil mi
juba..:
bilmem
kürşat:
ilminin nedeni yok derim, olaylar Allah'ın ilmine göre olmayacak mı?
juba..:
evet olacak
kürşat:
ilmi dışında olay olabilir mi?
juba..:
yok
kürşat:
o zaman ilmi de nedensiz olduğuna göre, buna bağlı olarak, olayların öyle değil ama böyle olması da nedensiz demek olmuyor mu?
juba..:
olmuyor, nedeni Allah'ın kendisi olamaz mı? Nedensiz varolan, yarattığının nedeni niye olmasın?
kürşat:
öyle zaten, yarattığının nedeni Allah'tır deriz. Allah nedensiz değil mi?
juba..:
buna cevap veremiyorum, nedeni kendindendir diyebilirim en fazla. Nedenlidir, nedeni kendindendir. Aksi taktirde yaratıcı olamaz.
kürşat:
"öyleyse neden Alem'in nedeni Alem'dir demiyorsun, o da kendinin nedenidir" derse biri sana
juba..:
böyle derse, Alem Allah'tır derim.
kürşat:
Allah'ın iradesi var mdır?
juba..:
iradesi kendinden, ekstradan iradeye bizim anladığımız manada yer vermiyor
kürşat:
yani ilmi mi izin vermiyor
juba..:
ilmi ve iradesi ayrı mı?
kürşat:
evet tabi, irade istemek seçmek demektir
juba..:
ilmi farklı mı, istemesi, seçmesiyle ilmi farklı mı?
kürşat:
tabi. Allah'ın ilmi ve iradesi aynı mı olmalı
juba..:
niye farklı olmalı ki
kürşat:
öyleyse iradeye ilim denmesi veya ilme irade denmesi gerekmez miydi?
juba..:
evet, ama farklı iki terım kullanılması çok mu yanlış
kürşat:
öyle olur
kürşat:
şimdi bana şunu söyle: Allah seni yaratırken bunu kız mı erkek mi yaratayım diye tereddüt eder mi?
juba..:
etmez, tereddüt ederse yaratan olmaz
kürşat:
seçmek ise tereddüt etmek değil midir
juba..:
yok değildir
kürşat:
önce en az iki şık lazım; sonra düşünmek lazım hangisini seçeyim diye
juba..:
öyle görünüyor ama değil, Allah için şık falan yok
kürşat:
öleyse seçmesi de yok değil mi?


Kitap: Hadisçilerle Kelamcılar arasındaki münakaşalar   Yazar: Pr. Dr. Talat Koçyiğit
Sayfa 155: Hadisler tetkik edilecek olursa herşeyden önce şu husus insanın dikkatini çeker: Peygamber kati ve açık ifadelerle kaderi isbat etmiş ve müslümanlarında ona inanmaları gerektiğini ortaya koymuştur. Üzerinde durulması gereken diğer mühim bir nokta da hadislerin yalnız kaderi isbat eden konularda gelmesi; fakat insanın fiil ve hareketlerinde hür kendi fiillerinin halikı olduğu görüşüne hemen hemen hiç temas etmemesidir.
Sayfa 160: Burada şu husus bir daha karşımıza çıkmış bulunmaktadır: Kelamcılar kaderi nefyederken görüşlerine aykırı düşen Kuran ayetlerini ancak tevil etmek suretiyle delil olarak kılabilmişler; bu mevzuda yalnız kaderi isbat için gelen hadislere ise hiç iltifat göstermemişler; onların uydurulmuş olduğunu ileri sürerek ravilerini yalancılıkla itham etmişlerdir.
Kitap: Yeni İlmi Kelam    Yazar: izmirli ismail Hakkı
Sayfa 330: irade-i ilahiyye, irade-i cüz'iyye-i beşeriyye'ye tabidir. Ta'bir-i ahar ile irade-i abd, irade-i Hakk'a vesile ve sebepdir.
Yorum: Bu şahıs eskiden yaşamış çok namlı biridir ve açıkça Allah'ın iradesi kulun iradesine tabidir diyor. Yani ona bağlıdır demeye getiriyor. Neden böyle diyor? Çünkü özgür iradeyi savunmak aslında bunu da savunmayı gerektirir. Ancak son dönemdeki özgür iradeyi savunucu yazılar da bu ifadeyi pek göremezsiniz. Onlar takvim örneği gibi bazı söylemleri söylerler ama bu ifadeyi söylemezler; zaten takvim örneğiyle milletin kafasını karıştırırlar, bunu söylemeye gerek duymazlar. Kolay kolay da bunu söylemezler. Demek ki bu yazarın zamanında takvim örneği gibi şeyler ortaya çıkmamıştı. O da bunu, yani Allah'ın iradesinin, kulun iradesine tabi olduğunu söylemek durumunda kaldı.
Allah için zaman geçmez derler genelde. Onlar şu ayetlere baksın: Hacc 47, Mearic 4
Kitap: Kaza ve Kader       Yazar: Dr. M. Kenan Çığman
Sayfa 53: Durumun açıklığa kavuşturulmuş olmasına rağmen yine de anlamayanlar: "Kul ister, Allah yaratır" şekinde bir yanlış görüşe kaymışlardır. Şu halde meseleyi tam anlamı ile ortaya koyup açıklığa kavuşturmak vacip olmuştur. İşlerinden sorumlu olmayan ve istediğini yapan "la yüs'el amma yef'al" olan Cenab-ı Hakk'ın kimsenin isteğine tabi olmayacağı; Buruç 16: "Fa'al-ün lima yürid" (istediğini hemen yapan) olan Allah'ın icraatında hiçbir kayda tabi olmadığı, hiçbir müessir kabul edilemeyeceği düşünülememiştir.
Yorum: Burada yazar özgür iradecilerin çok söylediği: "Sen istersin, Allah yaratır" söylemine katılmadığını bildiriyor. Aslında yazar da özgür iradeyi savunuyor.
Sayfa 54: Ulemayı Hanefiyye'nin bize intikal eden beyanına göre bizdeki irade ve güç mahlukdur. Onu serbestçe kullanma yetkisi bize verilmiştir. Cenab-ı Hakk'ın bizde yarattığı bu gücü hürriyet içinde kulanırız. Yani Cenab-ı Hak, biz de vurma gücünü yaratmış, fakat vurmayı yaratmamıştır. Vurmak bizim fiilimizdir. Emir ve nehiyler, mükafat ve mücazat da bu sebepledir. İradeyi cüziye de mahluktur denilince bu cebriyyecilik olur; o zaman mükafat ve mücazat söz konusu olamayacağı gibi vaad ve vaid, cennet cehennem, şeriat hükümleri manasız olurdu denilmekdedir.
Yorum: Burada Maturidi görüşü anlatılıyor. "Cüzi iradeyi Allah yaratmaz" görüşü söyleniyor.

 Dua mı Allah'ın takdirine tabidir yoksa takdir mi duaya tabidir. "Dua takdire tabidir" dersen, duanın ne anlamı kaldı?

 Allah irade ettiğinden yasaklayıp, irade etmediğini de emretmiş midir? Örneğin zinayı irade edip yasaklaması ve birinin namaz kılmasını irade etmeyip, ona bunu emretmesi.

 Soru: Sonsuz zamandan, sonlu zaman çıkarılırsa geride sonlu mu yoksa sonsuz zaman mı kalır?

 Ben dua etmenin hatalı olduğunu anlatmıştım. Meleklerin Kuran da dua ettiği anlatılır. "... Rablerini överek tesbih ederler. O'na inanırlar ve müminler için mağfiret dilerler: "Rabbimiz rahmet ve bilgi bakımından herşeyi kapladın. Tevbe edip senin yoluna uyanları bağışla; onları cehennem azabından koru!" (Mümin 7)

Kitap: El futuhat el-Mekkiyye (Bir kısmı inceleniyor yazar tarafından) Yazar: Prof. Dr. Nihat Keklik 
Sayfa 101: Teferruatı Kuran da değil, fakat sadece hadislerde görülen bu mirac hadisesinin cismani mi yoksa ruhani mi olduğunda ihtilaf vardır. Kelamcılar ve hadis şarihleri bu meseleyi açıklamak üzere yığın yığın kitaplar yazmışlardır. Cismani olduğunu iddia edenlerin (ki ibn'ül-arabi bu zümreye dahildir) dayandığı deliller ulema indinde pek makbul sayılmıyor. Ruhani miracı benimseyenler ise bu konudaki delileri önce Kuran'dan çıkarıyordu. Nitekim onlar, "... Kulunu Mescidi Haram'dan, Mescid'i Aksa'ya geceleyin yürüten..." (İSra 1) ayeti ile yine Kuran'daki "... Sana gösterdiğimiz rüyayı insanlar için deneme ve imtihan eyledik..." (İsra 60)  ayetine dayanmaktaydı. Diğer taraftan Müslim, Buhari, İbn Hanbel vs gibi muteber hadis kitaplarına baktığımız zaman, bu olay vuku bulduğunda Hz. Peygamber'in uykuda olup olmadığına dair açık bir şey söylemediklerini görüyoruz. Mesela Buhari'nin (Kitab'ut-Tevhid ve Sıfat'un-Nebi'de) nakl ettiği rivayete göre "...o sırada Hz. Peygamber'in gözleri uyuyor fakat kalbi
uyumuyordu..." denilmektedir. Yine Buhari (K. el-Tevhid) miraç olayını anlattıktan sonra, Resulü Ekrem'in Mescidi Haram da uyandığını beyan etmektedir. Müslim dahi bu rivayeti kısaca nakledip: "...Resulü Ekrem harem-i şerifde (Kabe de) yatıyordu..." demektedir. Keza Buhari ile Müslim Hz. Peygamberin "...Kabe'nin yanında uyku ile uyanıklık arasında iken..." miraca nail olduğunu  rivayet etmektedir. Üstelik bazı hadislerde Hz. Peygamber'in uyanmasından bahs ettikleri göze çarpmaktadır. Hulasa yukarda söylediğimiz gibi sahih (doğru) rivayetlerde uykudan veya uyanıklıkdan yahut uyku ile uyanıklık arasındaki bir halden açıkça bahs edilmiyordu. Bazı kaynaklarda (mesela İbn-i Hişam'ın Siyer'inde) Hz. Aişe ile Muaviye'nin miracın ruhani ve sadık rüya olduğunu söyledikleri nakl edilmektedir. Fakat bu rivayetler tenkide tahammül edemeyen bazı noksanlıklar ihtiva etmektedir. İbn-i İshak'ın beyanına göre de Hasan-ı Basri'nin karşısında miracın bir rüya olduğu söylenince kendisi buna itiraz etmemişti.
Sayfa 236: Cüneyd dedi ki: Zındık olduğuna bin tane sıddık (tam iman sahibi kimse) şehadet etmedikçe, hiç kimse hakikat derecelerine ulaşamaz.

***Allah insanın ne dua edeceğini de ezeli olarak mı irade etmişti?
Olaylar Allah'ın ilmin de önceden belli olduğuna göre, neden dua edilsin ki?
Yalanı yaratan Allah mıdır?
Allah müminleri hidayete, kafirleri dalalete sevketmiş miydi?
Allah günahları irade ettiği halde yasaklamış mıydı?
Her ferdin geleceği, ezelde kurtuluş ve azap olarak takdir edilmiş miydi?
Allah razı olmadığı fiilleri irade eder mi?
Şer kimdendir? Kuldan mı, Allahtan mı?
Allah irade etmeseydi, kul zina yapabilir miydi?
Allah zamanı, zamansal bir sonralıkda mı yarattı?
Zaman, zamanda mı başladı?
Zaman, kendinden önce zaman olan bir sonralıkda mı, hadis oldu?
"Allah zamanı  yarattı" diyenlere soru: Zaman cisim midir ve onun atomları var mıdır?
Eğer zamanın  başlangıcı ve sonu yoksa, yani zaman ezeliyse, Allah için de zaman geçer demek gerekir; ben zamana ezeli dedim.
Allah için zaman geçer mi?
Allah yaşar mı? "Yaşar" derler. Derim ki: Zamansız bir yaşam olur mu?
Allah insanlara yardım eder mi? "Evet" denirse, yardım bekleyen çok kişi var; onlara yardım etmedi mi? Etmediyse bu ayrımcılık değil mi?
"Eğer Tanrı yoksa, herşey caizdir" (Dostoyevski)
İnsan yaptığıdır.
Özgür iradeciler, "Allah kullarının yapacağını bildiği için yazdı; o yazı bizi zorlamaz" diyorlardı ve bir izah yapıyorlardı.
Onlara tafsilatlı izahı yaparak cevap verdim. Şimdi kısa cevap vereceğim: O yazdıkları, iradesiyle olacaklar mıydı yoksa iradesi dışında olacaklar mıydı?
"İradesiyle olacaklardı" derlerse, derim ki: Allah'ın irade ettiği olaylara mı etkisi yok? Dolayısıyla bu yazılanlar bizi zorlamış olmuyor mu?

*** Alem'e hadis diyenler şunu derler: Eğer varlığa gelişi sonsuz sayıda şeyler (olay, madde) tarafından öncelenmiş olmayı
gerektiriyorsa, hiçbir şey (olay, madde) varlığa gelemez.

*** Allah insanları doğru yola davet edip, sonra da çoğunu saptıran mıdır?

*** İman etmeyeceği Allah tarafından önceden bilinen bir insanın mümin olma kudreti var mıdır?

*** Zaman'a ezeli demiyorsanız, ne diye Alah'a ezeli dediniz? Çünkü zaman olmadan ezelilik olmaz.

*** Ezelden bugüne sonsuz zaman nasıl aşılıp bugüne gelindi?

*** Kitap: İslam Düşüncesi Tarihi     Yazar: M. M. Şerif

 sayfa 238: İlahi hüküm değiştirilemeyeceğine göre, duanın hiçbir anlamı yoktur. Dua ile kimse birşey kazanamaz;
zira dua edenin istediği ya kadere uygundur, o zaman zaten meydan gelecektir; ya da uygun değildir, o zaman da zaten vuku bulmayacaktır.

*** Allah kendini görür mü? Cevap: Evet

 Allah'ın rengi ve ağırlığı var mı? Cevap: Rengi ve ağırlığı var; renksiz olan nasıl görülsün? Peygamber görülecek dedi.

*** "Önlenmesi imkansız olan şeyden korkmak, akılsızların işidir."  (Kindi)

*** Teselsül (sebepler zincirinin sonsuza dek sürüp gitmesi) kabul edilmezse, zamana ezeli denmemiş olur.
Zamana ezeli denmezse, Allah'a da ezeli denemez; çünkü ezelilik de zaman kavramıdır.

*** Allah için zaman yok denirse, soruyorum: Allah'a ezeli diyorsun, ezelilik ise zaman kavramıdır.

*** Allah zulmetmeye ve yalana kadir midir? (bilinen bir sorudur)

*** Kullar ahirette de cebr altındadır. Allah'ın zorlaması altındadır; hür iradeleri yoktur.

*** Kitap: Kelam ve Felsefe de insan fiilleri    Yazar: Dr. Kasım Turhan
 Sayfa 73: "Biz inanıyoruz ki Allah herşeyi sadece "ol" emriyle yaratmıştır. Nitekim Kuran da (16/40) "Doğrusu biz, bir şey dilediğimizde ona ancak emrimiz "ol"dur ve o olur" buyrulmuştur. Yeryüzünde Allah'ın dilemesinden başka iyilik ve kötülük yoktur. Herşey Allah'ın dilemesiyledir ve hiçbir kimse O, onu bilfiil yapmadan bir şey yapamaz. O'ndan müstağni kalamaz ve Allah'ın bilgisinden dışarı çıkamaz. Allah'tan başka yaratıcı yoktur ve insanların fiilleri de O'nun  tarafından yaratılır ve takdir edilir. Nitekim Kuran da (37/96) "Sizi ve yaptıklarınızı O yaratmıştır" buyrulmuştur. Allah müminlere kendisine itaat etmeleri için yardım eder (tevfik), onlara lütufla muamele eder. Onları gözetir, ıslah eder ve onlara hidayet eder. Buna karşılık sapıkların, iddia ettikleri gibi; O, kafirlere imanla hidayet etmemiş ve onlara iman lütfetmemiştir. Eğer O, onlara lütfetse ve onları ıslah etseydi, onlar salih olurlardı ve eğer onlara hidayet etseydi, doğru yolu bulurlardı. Fakat O, önceden bildiği üzere onların kafir
olmalarını irade etti ve onları bıraktı (hızlan) ve kalplerini mühürlerdi. Hayır ve şer Allah'ın kaza ve kaderiyledir. İyi olsun kötü olsun, tatlı olsun acı olsun, Allah'ın kaza ve kaderine inanırız ve biliriz ki, bizim yaptığımız hata bizden değildir ve bize isabet eden de, bizim hatamızdan dolayı değildir. İnsanlar kendilerine fayda ve zarar veremezler.
(İbane  23,24,25)
yazar, imam eşarinin "ibane" adlı kitabından alıntı yapıyor.

 
Yukarı dön Göster kursat's Profil Diğer Mesajlarını Ara: kursat
 
kursat
Groupie
Groupie


Katılma Tarihi: 24 eylul 2006
Gönderilenler: 56
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı kursat


***   

Kenan:
  ee sonuç ne sen onu söyle, herşeyi  Allah yaptırıyor anladık
kürşat:
 sonuç açık; kadere inanmak aslında özgür iradeyi savunarak olmaz
Kenan:
 günahlarıda Allah işlettiriyor bize onu anladık, ee o zaman neden bu dünya var
kürşat:
 nedensizlik prensibi
Kenan:
 ona inanmıyorum, herşeyin bir nedeni vardır
kürşat:
 ispatlayaacağım ama
Kenan:
 eğer mantıklı bir açıklaman varsa açıkla
 kürşat:
 olaylar arasında sebep sonuç ilişkisi var mı
Kenan:
 var
kürşat:
 kazak giydim, ısındım; örneğini düşün
Kenan:
 evet
kürşat:
 sebep kazak giymek, sonuç ısınmak değil mi
Kenan:
 evet
kürşat:
 demek ki sebep sonuçtan zaman olarak önce geliyor değil mi
Kenan:
 evet
kürşat:
 demek ki buna göre bir şeyin sebebinin olabilmesi için
 zaman olarak önceliğinin olması lazım değil mi
 Kenan:
 evet
kürşat:
 ne anladın
Kenan:
 anladım burayı, sebep için zaman lazım
kürşat:
 bir şeyin sebebi kendisi olamıyor, illa ki başka birşey olacak ve zaman olarak önce olacak değil mi
Kenan:
 evet
kürşat:
 şimdi Allah'ın ilmi ezeli yani öncesiz, öncesi yok hep vardı değil mi
Kenan:
 nasıl öncesi yok yani
Kenan:
 evet ezeli
kürşat:
 şimdi dikkat: Öncesiz olanın öncesi olur mu
Kenan:
 olmaz
kürşat:
 doğru, neden peki
 neden
Kenan:
 adı üstünde öncesiz
kürşat:
 biz en başta ne dedik; sebep olması için zaman olarak öncesi olması lazım demedik mi
Kenan:
 evet
kürşat:
şimdi sen ne dedin; öncesizin öncesi olmaz dedin değil mi
Kenan:
 evet
kürşat:
 o zaman mantık olarak öncesizin sebebi olmaz değil mi
Kenan:
 evet
kürşat:
 emin misin
Kenan:
 hayır
kürşat:
 sebebinin olması için zaman olarak önce olması lazım dedik ya başta.
 Kenan:
 mantığa göre öyle öncesizin sebebi olmaz
kürşat:
 şimdi Allah'ın ilmi öncesiz değil mi
 Kenan:
 evet öncesiz
kürşat:
 öyleyse öncesizin sebebi yok dediğine göre, Allah'ın ilminin de sebebi yok değil mi
Kenan:
 evet
kürşat:
 peki dünyadaki olaylar Allah'ın öncesiz ilmine uygun olarak olmuyor mu
Kenan:
 anlamadım örnekle açıklarsan
kürşat:
 burada yazıyoruz ya, yazmadan önce yazacamızı Allah bilmiyor muydu
Kenan:
 biliyordu
kürşat:
 demek ki Allah'ın ilmine göre eylem yapıyoruz, ilminde ne yapacağımız önceden belli değil mi
Kenan:
 evet
kürşat:
 öyleyse bizim böyle davranmamızın ve dünyadaki olayların nedeni Allah'ın ilmi değil mi
Kenan:
 evet
kürşat:
 Allah'ın ilmi nedensiz dedin ya
Kenan:
 evet
kürşat:
 dolaylı olarak da, olayların böyle cerayan etmesinin nedeni yok, çünkü Allah'ın ilminin böyle olması nedensiz
 anladın mı? öyleyse senin Amerika da değil de Türkiye de doğman da bu yönüyle nedensiz
Kenan:
 öyle şey mi olur? O dediğin başka şey, arasında bir bağlantı yok. Öyle şey olamaz
kürşat:
 bal gibi olur, kaderin sırrı bu
 Kenan:
 bir şey diyeyim sana kapatmadan önce
 kürşat:
 ne
Kenan:
 islamiyetin kitabı buysa, o din hak din değildir. Allah nasıl olur da kendisi şeytanı azdırır. Böyle bir ilah olmaz
kürşat:
 ne diyon sen, anlattık suç mu işledik
Kenan:
 nasıl olur da Allah kullarını yakmak ister, onları yakmak için ortam hazırlar

    

***  Zaman problemini galiba çözdüm.  2009 ağustos

   Yıllardır sorduğum bir soru vardı: Sonsuz geçmişten bugüne nasıl gelindi? Halbuki sonsuzluk aşılamaz diyodum. Ben zamana ezeli dediğim halde, sonsuz geçmişten bugüne nasıl gelindiği konusunu açıklayamıyor ve zorlanıyordum.

A    ebed ....................................... ezel


B           ;   şu an...............................ezel

bu iki durumda zaman ölçüsü aynı mı farklı mıdır? Ben diyorum ki A ve B ikisi de sonsuz zamandır. Eşittir yani ölçü olarak.

Sonsuzluk aşılamaz prensibi var. Ancak bu söz ilk etapta şunu akla getiriyor. Bir başlangıç noktasından itibaren sonsuz zaman...


Bu geleceğe doğru sonsuz zaman kavramında, ilk akla gelen durum. Oysa geçmişle alakalı durum bundan farklı şöyle ki:


ebed ...................şu an .......................ezel

şu an'a madem gelindi; ya sonsuz zaman aşıldı, ya sonlu zaman aşıldı. Sonlu denemez, zira bu denirse, zamanın ezeliliği inkar edilmiş olur. Çünkü zamanın başlangıcını savunmak ancak zaman da olabilir. Dolayısıyla "zaman, zamanda başladı" demiş oluruz ki çelişkidir. Öyleyse burada şöyle bir incelik var:

"Geçmişte zamansal başlangıç olmadığından, sonsuz zaman aşılabiliyor." Yukarıda verdiğim örnek gereği (sonsuzluk aşılamaz) prensibin de, önce bir başlangıç düşünüp, ondan sonra sonsuz zaman eklendiğini düşünüp; sonra da bu sonsuzluk aşılamaz diyoruz. Ancak realiteye, gerçekliğe baktığımız da geçmişten şu an'a gelindiğine göre ve de zaman ezeli olduğuna göre "sonsuz zaman geçebiliyor" sonucu çıkmaktadır.

   şu an için konuşursak; sonsuz geçmişten bugüne gelindi. Demek ki "sonsuz zaman geçildi." Mesela bin yıl sonra da aynı böyle "sonsuz zaman geçildi" dersek, soru: " Öncesin de, sonsuz zamanın geçmediği bir zaman (an) oldu mu?"

 "Oldu" denirse, derim ki: Bu cevap çelişkilidir; çünkü zaman olma bakımından, bir zamanın diğerinden farkı yoktur. Şu an ve bin yıl sonrası için "sonsuz zaman geçildi" deniyorsa, her an için bu denmelidir.

"Öncesin de, sonsuz zamanın geçmediği bir an olmadı" denirse, şu sonuç çıkar: "Hiçbir an yoktur ki, öncesin de sonsuz zaman geçmiş olmasın." Bana sorulsa ki: "Şu an olaylar zincirini durdurduğumuzu farzet, bir dakika sonrasın da olaylar arttı mı? Arttı dendiğinde, diyorlar ki: Artan ancak sonlu sayıda olaydır. Zira sonsuz sayı da artış olmaz ve sonlu sayıda olay, ancak sonlu süre de olabilir. Bu mantıktan hareketle, şu an'dan itibaren, sonlu süre geri gittiğimiz de, olayların başına ulaşmamız gerekir. Dolayısıyla Alem ve zaman ezeli olamaz" diyorlardı ya.. (meşhur soru)

 Şunu diyeceğim: Olaylar (sayı olarak) artmıyor. Veya derseler ki: Zaman artmıyor mu? Cevap: Artmıyor; zaman geçiyor ama artmıyor. Olaylar oluyor, yenileniyor ama sayı olarak artmıyor. Zira sonsuzluk, sayı olarak artmaz.


A           ;          şu an.......................................................... ....ezeli


B         1 saat sonra....................................................... ...........ezeli

   Görünüşte 1 saat fazla gibi değil mi? Aslında fazla değil. Biz neden B' yi 1 saat fazla düşündük. Çünkü ikisini de ezeli varsaydığımız halde, farkında olmayarak, ikisini de zamansal başlangıçlı olarak düşünüyorduk.

Dolayısıyla


C           ;         ebedi....................................................... ........ezeli


A=B=C dir.




***  Forumlar da eski yazılarıma bakıyorken birşey gördüm. Ben eskiden Allah'ın varlığının başlangıcını savunuyorken, gözden kaçırdığım bir incelik varmış, şahsın biri beni bu konuda uyarmış, ama ben onun dediğini anlamamışım. Şimdi o yazıyı göstereyim;

11. ayda 2005 yılında şahsın bana yazdığı yazı:

  Sevgili Kürşat ben bir müslüman olarak cevap vereyim.

Eğer evren sonsuzdan beri yani ezelden beri var olsaydı, bugüne kadar hiçbir maddenin gelememesi gerekirdi diyorsun. Çünkü sonsuz zaman, evvelinden beri varlarsa, bu sonsuz zamanı asla aşamayacaklar ve günümüze ulaşamayacaklar diyorsun. Yok eğer ulaşmışlarsa başlangıçları sonsuz-ezeli değil ki bugüne gelebilmişler diyorsun. A ve B zaman aralığı sonlu olmalı ki A noktasındaki bir varlık, B noktasına ulaşabilmeli diyorsun. B noktası günümüzü temsil ediyor tabii ki..

  Ama senin burada tam açıklamadığın, yanlışa sapmalarını ben burada okuyuculara hatırlatayım. Sen bu mantığını yüce Allah için de kullanıyorsun ve O'nun da ezeli olmadığını ve bir başlangıcının olduğunu iddia ediyorsun. Çünkü diyorsun eğer Allah ezeli olsaydı, günümüze asla ulaşamazdı diyorsun ve bir çuval inciri berbat edip herşeyi mahvediveriyorsun.

Birincisi senin bu yanlış mantığını şöyle kolayca çürütmüştüm. Sen yokluğun ezeli olduğunu kabul ediyorsun farkında olmasan da... 
  Örneğin "yokluk yoktur" diyorsun, veya "yokluk yaratılamaz" diyorsun. Her iki şıkta da yokluğun sonsuzdan yani ezelden beri var olduğunu kabul ediyorsun ama farkında değilsin. Ben de sana dedim ki: Madem yokluk ezeli, o zaman o ezeli olan yokluk günümüze nasıl geldi? Sende bu soruma cevap veremedin.

Sonra da ben sana dedim ki: Nasıl ki yokluğun ezeli olduğunu kabul ediyorsun ama aynı zamanda günümüze gelebildiğini biliyorsun, aynı şekilde yüce Allah'ın da ezeli olduğu halde günümüze ulaşabilmesini kabul etmelisin. Yokluk bile bunu başarabildiğine göre (senin mantığına göre), yüce Allah için bu çok kolaydır.

Zaten bir şeyin sonsuz olabilmesi, hem ezeli hem de ebedi olabilmesi için, hem sonsuz geçmişe, hem sonsuz geleceğe, hem de bugüne ulaşabilmesi gerekir. Yani yüce Allah için hepsi çok kolaydır.


 Peşine adama demişim ki:

 Allah'ın başlangıcını kabul etmeden yapılan, Alem'in varlığına ilişkin izahların hepsi de, aslında Allah'ın varlığının başlangıcını kabul etmeye varıyor. Bunu anlatacağım aslında. Sen de Allah'ın başlangıncını savunuyorsun ama farkında değilsin. Bunu sana göstereceğim. Ben zaten "yokluk yok" demiştim. Nereden çıkarıyorsun benim yokluğa "ezeli" dediğimi?

 Adam bana demiş ki:
 sevgili Kürşat söyledim ya, "yokluk yok" deyince, aslında onun "var" olduğunu söylemiş oluyorsun. Ama farkında değilsin...


 İzah: Ben anlattığım nedenlere binaen Allah'ın varlığının başlangıcını savunmuştum. Sonra Allah'ın varlının başlangıçlı olmaması lazım deyip, ezeli Alem görüşünü temellendirme yoluna gitmiştim. Ancak yukarıda, şahsın söyledikleri çok önemli bir tespitti ve aklen Allah'ın da ezeli olması gerektiğinin net bir izahıydı. Adam diyor ki: "Eğer Allah'ın varlığının başlangıcı olursa şu olur: Mantıken başlangıçtan bahsedebilmek için, bu başlangıçtan önce zamanı ( o, yokluk demiş) kabul etmek gerekir. Başlangıç, ancak zaman da olabilir. Dolayısıyla sen: "Allah'ın varlığının başlangıcını savunsan bile, farkında olmadan zamana ezeli demiş oluyosun. Sonuç olarak "olaylar geçmişten bugüne madem geldi, öyleyse gelebildiğine göre bir başlangıçtan gelmeli. (Sonsuz geçmişten bugüne gelinemez ve sonsuzluk tüketilemez prensibine göre) O halde Allah'ın da varlığının başlangıcı olmalıdır" diyosun. Ama unuttuğun şu: Peki o halde, zaman ezelden bugüne nasıl geldi? Yani bu sorudan kaçamazsın. Allah'ın varlığının başlangıcını, sırf bu sorudan kaçmak için savunmuştun. Ama gördüğün gibi, bunu savunmakla da, bu sorudan kaçamadın. Öyleyse Allah'ın varlığının başlangıcını savunmanın bir anlamı kalmadı. Zaten bunu savunamayacağını da sana kanıtlamış oldum" diyor.

  Bu şahsa, bu tespitinden dolayı teşekkür ediyorum. Şu an tarih 2009 haziran. Ben Alem'in ezeli ve Allah'ın da ezeli olduğunu 2006 ilk aylarda savunmaya başlamıştım.



*** Allah, Alem'i sonradan yarattı diyorlar ya...  Allah zaten ezeli, dolayısıyla şu mana çıkıyor: " Alem'i ezelden sonra yarattı." Burada ise şu problem var: Ezelden sonra, ne demektir? Ezelilik, baş değildir ve "ezelilikten sonra" dendiğinde bu süre ölçülemez. "Allah, Alem'i kendi zatından sonra yarattı" dediklerinde; biz sorduk: Bu süre sonlu mu yoksa sonsuz mu? Onlar "sonlu" demek durumunda kalır. Ama sonlu sürenin bir başı bir de sonu olmalıdır. Buna göre ( ezel ....... alem ) arasındaki süre sonlu kabul edildi; ancak ezel, bir baş olmayıp, başlangıçsızlıktır. Hal böyle iken, bu süre "sonlu süre" olarak değerlendirilemez.
Dolayısıyla, "ezelden sonra" ifadesi çelişkili ve hatalı olur. Tekrar diyorum: "Ezelden sonra" deniyor. "Bir şeyden sonra" dendiğinde, şu anlaşılır. Bir baş olmalı ki, o baştan itibaren belli süre geçtikten sonra, bir nokta daha belirlensin; bu süre  sonlu olur. Yani bekleme süresi. Ancak ezeliyet zaten baş olmayıp başlangıçsızlık olduğundan, bu aradaki sonlu varsayılan süre başlayamaz. Dolayısıyla da "Allah, Alem'i sonradan yarattı" denemez.
***  Teselsülün inkar edilerek, olayların başlama noktasını kabul ederek; yani "olaylar (neden - eser) şeklinde sonsuza dek gidemez, bir nokta da, yani nedensiz neden olan Allah da durmalıdır" diyenler, kendilerince Alem'in ezeli olmadığını ve Allah'ın, Alem'i yoktan yarattığını söylediler. Fakat burada göremedikleri incelik şudur: Olaylar zincirini, geçmişte bir nokta da kesip, Allah'a dayandırıyorlar. Ancak Allah ezelidir, eğer Allah'a dayanıyorsa bu olaylar zinciri, o halde bu zincirin başlangıçsız olması gerekir. Olaylar zincirini Allah'a dayandırıp, hem Allah'a ezeli deyip, hem de bu zincirin başlangıcı var diyemezsiniz.

***  Dediğimi anlayanlar Alem'e ezeli demek zorunda kalacaklardır. Allah'a inanıp, Allah'a ezeli demek için de, sudur anlayışı kabul edilmelidir. Ancak ibn sina, Farabi modeli bir akıl teorisini kabul etmiyorum, keyfiyetini, nasıllığını açıklayamadığım bir şekilde, Alem, Allah'ın bilgisine göre ezeli olarak sudur etmiştir diyorum. Buradaki "sudur" çıkma, taşma manasına gelen ifade, mecazidir.
Onlar bize diyor ya: "Sonsuz geçmişten bugüne gelinemez, demek ki sonlu geçmişten bugüne gelindi. Demek ki sonlu zaman geri gidilirse bir başa varılır, öyleyse Alem yoktan varlığa geldi" Alem bunlara göre, yoktan varlığa zaman da gelmedi mi? Yani aslında bunlara göre de zaman ezeli oluyor. Öyleyse onların bize sorduğunu aynen biz de onlara soruyoruz. Diyoz ki: "Madem sonsuzluk aşılamaz, sonsuz geçmişten bugüne gelinemez, diyorsunuz. Biz de size diyoruz ki: Size göre Alem'in varolmadan önceki sonsuz geçmişten, Alem'in varolduğu an'a nasıl gelinebildi? Yani bize karşı ileri sürdükleri soru, onlara da sorulabiliyor.
Şimdi bana dersen ki: "Onlar öyle demiyor ki; Allah, Alem'le beraber zamanı da yarattı, yani Alem den önce, zaman kavramından söz edilemez" dersen. Ben de sana derim ki: "Bir başlangıçtan söz edebilmek için, zamansal önceliğin kabul edilmesi zorunluluktur. Öncelik ise zamandan başka birşey değildir.

---
kürşat:
istedin şey kaderin de varsa zaten olacak, kaderin de yoksa zaten olmayacak, öyleyse neden dua ediyorsun?
Hakan:
belki kaderim şöyledir. dua etmek vardır, ondan sonra verilmesi. belki de dua etmemem ve yine verilmesi.
herşey kaderdir
kürşat:
duanın kadere tesiri yok diyorsun yani öyle mi?
Hakan:
kader değişmez, dua edip alırsan da kardedir, dua edip almazsan da kaderdir
heşrye kader işte
kürşat:
anladım. peki sence Allah yaptığından başkasını istese yapabilir miydi
Hakan:
yapardı
kürşat:
o zaman ezeli ilminin dışında iş yapmış olmaz mıydı
Hakan:
yaptığımdan başkasını isteseydi, o zaman onu istemiş olurdu, bunları konuşuyor bile olmazdık
ve ezeli ilmiinin dışında bir şey yapmış olmazdı
kürşat:
yani ilmi değişirdi demiş oluyosun öyle mi
Hakan:
hayır öyle bir şey demedim
kürşat:
o mana çıkıyor
Hakan:
hayır sen o manayı çıkarttın. başkasına göstersem o manayı çıkartmaz
kürşat:
şöyle sorayım: ezeli ilmin de olaylar belli diyorsun ya
Hakan:
evet
kürşat:
ezeli iradesinde de olaylar belli diyorsun değil mi
Hakan:
evet
kürşat:
öyleyse ilim ile iradenin ne farkı kaldı
Hakan:
ilim bilmesi, sen ilmiyle zorlar diyosun. benim sana bu soruyu sormam lazım, sen bana soruyorsun
kürşat:
sen yukarı da dedin ki Allah'ın olacağını bildiği bir olayın meydana gelmesi zorunlu
Hakan:
evet dedim
kürşat:
öyleyse zaten bilmesiyle olaylar zorunlu olarak meydana gelecek. Artık bir de onu tekrar irade etmenin manası nedir
Hakan:
ne farkeder ki, bana ne faydası var, ben ona inanıyorum sonra da dalgama bakarım
kürşat:
bi soru daha: Ezeli ilminde belli olan bu olayları Allah istese değiştirebilir mi
Hakan:
soru saçma
kürşat:
iyi düşün, Allah sence istedini yapan değil mi
Hakan:
istediğini yapan, evet
kürşat:
ilminde belli olan olayları yapmak zorunda mı yoksa yapmayıp başka türlü yapabilir mi
Hakan:
bilemem ki
kürşat:
düşün işte
Hakan:
istediğin kadar düşün bulamazsın.

*** Bir dönem Allah'ın kullarını Kuran'la saptırdığına inandığım için, Cennet ve Cehennem, yeniden dirilme gibi konularda da saptırabileceğinden dolayı, bu gibi konularda da emin olamayacağımızı söylemiştim. Sonra o görüşümden döndüm; mantık olarak kabul edilebilecek olan yeniden dirilme, Cennet, Cehennem gibi kavramlar konusunda tereddütsüz inandığımı söylüyorum. Ama mantıken çelişkili olan konular da, Allah'ın Kuran'la da saptırdığına inanıyorum. Mesela dua gibi. Detaylarını anlattım; duayı emrediyor; ama dua etmek mahzurlar taşıyor. Videolarım da anlattım. www.youtube.com  sitesinde  arama yerine  "bettabiyat" yazın, videolarıma ulaşabilirsiniz.
 
Yukarı dön Göster kursat's Profil Diğer Mesajlarını Ara: kursat
 
kursat
Groupie
Groupie


Katılma Tarihi: 24 eylul 2006
Gönderilenler: 56
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı kursat




************************************************************ ************************************************************ ************************************************************ ************************************************************ ***************
                             

           FİRAVUNUN  MÜSLÜMANLIĞI
                     
     Bu mevzuyla ilgilenmem şöyle cerayan etti: Yıllar yılı sağda solda, kitaplarda firavunu kötü olarak anılmış duyuyor, okuyordum. Hatta bu iş öyle bir dereceye gelmişti ki, firavun müslüman mı? gibi bir soru dahi aklıma gelmiyordu. İnsanların tamamına yakını da bu düşüncededirler. Elime önce Katip Çelebi’nin  “Mizanü’l Hakk fi ihtiyari’l ahakk” kitabı geçmişti. İlk defa orada firavunun imanı meselesini gördüm. Lakin o zamanlar bu konuyu araştırma düşüncem olmadı. Belki altı ay  kadar sonra Heytemi’nin “Büyük Günahlar” isimli kitabını okurken dikkatimi çeken bir şey oldu: Firavunun imanının kabul edilmediğini söylüyordu; hem de bayağı bir uzunca olarak. Deliller de ortaya koyuyordu. Ancak beni çok şaşırtan şeyler vardı: Şöyle ki, ortaya koyduğu deliller çok zorlamalıydı, bir kısmı saçmaydı. Bu hal beni kuşkulandırdı, karar verdim bu konuyu incelemeye. Özellikle İbn Arabi’nin, firavunun iman etmesinin kabul olduğu şeklinde bir düşüncesi olduğunu öğrendim. Hem İbn Arabi’nin görüşlerini öğrenmek, hem de Mümin 85. ayetin izahını öğrenmek istiyordum. Ve İbn Arabi’nin yazdığı Fusus-i Hikem’i (Hikmetlerin özü) okudum. Orada hem bu ayetin izahı, hem de değişik hususlar gördüm. Lakin fazla izah yoktu. Bu konuyla ilgili olarak tefsirlere baktım. Ve firavunun imanının kabul edilmediğini söylüyorlardı. Baktığım tefsirlerde de çok zayıflıklar gördüm. Birisi de Razi’nin tefsiriydi. Zira o, kader hususundaki tartışmalarda ve çoğu meselede çok güçlü bir tartışmacıydı. Ancak bu hususta aciz durumlara düşüyordu. Sonra Kur’an’daki firavunla ilgili ayetleri inceledim. Ve karar verdim ki: Firavun müslümandır ve cennete girecektir. Bu hususta delillerimi ortaya koyacağım. 
*** Kitap: Mizanü’l Hakk fi ihtiyari’l ahakk (En doğruyu seçmek için Hak terazisi)
Yazar: Katip Çelebi
--- Sayfa 53:   (Firavunun İmanı Üzerinedir)
    Firavun sözü Mısır memleketi hükümdarlarına verilen lakaptır. Eskiden her Mısır padişahına Firavun derlerdi. Hz. Musa zamanında olan ve İslam tarihçilerinin  Velid dedikleri zalime “Musa’nın Firavunu“ adı verilmekle ötekilerden ayrılır. Firavunlardan üçü, bir söylentiye göre yedisi, zalim ve cebbar olup bunların büyüğü ve sonuncusu Musa’nın Firavunu idi. Hikayesi siyer kitaplarında ve tarihte yazılı olup, herkesçe bilinmektedir. İsrailoğullarına zulüm ve işkence üzere olduğundan Yahudiler arasında da kötülükle ün salmıştı. İslam Milletlerinde de yine Tanrı’lık davası ve ceberut ile meşhur olan bir kimseyi Allah’a isyan, büyüklenme ve fesadı yüzünden kötülemek gerektiğinde “Firavun gibidir” demek darb-ı mesel olmuştur. Firavun bütün tefsirlerde ve tarihlerde kafir ve yoldan azmış olarak yazılmış olup, halkta onu böyle tanımıştı. İbn Arabi kendi keşfi ve vicdanı üzere “Fusus” adlı kitabında  Fass-ı Musa’da, Firavunun imanını ve kurtuluşunu yazıp iddiasına Kur’an-ı Kerim’den “İsrailoğullarına askerleriyle birlikte zulüm ederek ve saldırarak arkalarına düştü. Nihayet su onu boğmaya başlayınca şöyle dedi: “İnandım, hakikat İsrailoğullarının iman ettiğinden başka Tanrı yokmuş, ben de müslümanlardanım” (Yunus 90) ayeti Firavunun imanına açık ve kesin bir delildir. Ve boğulma hali, can çekişme hali gibi değildir ki ye’s imanı ola. (Ye’s imanı: Hayattan umudunu kesen kimselerin Allah’a getirdikleri iman, gönül rızasıyla değil, fakat ölümle dirim arasında kalan kimselerin canlarını kurtarmak için kabul ettikleri iman) Sonra “Şimdi mi iman ediyorsun? Halbuki sen bundan önce ömrün boyunca isyan etmiş, daima fesatçılardan olmuştun” (Yunus 91) ayeti imanı o zamana değin geciktirdiğine bir nevi azardır, kabul etmediğine delalet etmez. “O kıyamet günü kavminin önüne düşücektir. Artık o bunları - suya götürür gibi - ateşe götürmüştür. Vardıkları o yer ne kötü bir yerdir.” (Hud 98) ayeti imansızlığını gerektirmez. “Biz bugün seni - cansız bir gövde olarak - karada yüksek bir yere atıp bırakacağız ki geleceklere bir ibret olasın. Bununla beraber insanlardan birçoğu bizim ayetlerimizden cidden gafildir“ (Yunus 92) ayeti onun kurtulduğunu bidiren ayettir. “Bugün bununla biz seni kurtarıyoruz sahile çıkarmakla, ruhunu da ahirette kurtarırız. Ta ki senden sonra gelecek kavme, sen benim kudretime büyük bir tanık olasın ve hiç kimse rahmetimden ümidini kesmesin“ diye sözü buraya getirdikten sonra “Halkın kendilerinde yerleşmiş olan isyanlarından dolayı bu iş Allah’a kaldı, bunda dayanacak bir kesin hüküm, bir nass yoktur” demiştir. Fusus şarihi der ki: Şeyh, Muhammed’in kamil ve mükemmil varisidir. Kamil olan varisler ayetleri işin gerçeğine vardıktan sonra delil olarak kullanırlar. Nazar ve istidlal erbabı ise nasslar ve delillerle bilgi elde ederler. Ve iddialarına göre nasslar getiriler. İşte ayetleri öne sürmek ve istidlal tek şey olmadığından kamil varisi mücahid ve istidlalci zannederler. Bundan dolayı şarihlerin Şeyh memur ve mazurdur diye açıklayıp, kimi bilginler de burası bir gizli oyundur ve bunu buraya bir Yahudi sokmuştur diye iftira ettiler. Kısası halk bu konuda Şeyh’i kınamak ve ona sataşmak yoluna düşüp karınca ve arı gibi başına üşüştüler. Lakin Şeyh’in dediği gibi kesip atacak ve bir şüphe bırakmayacak bir dayanak bulamadılar. Ancak milletlerin arasında Firavunun meşhur olan kötülüğüne ve Allah’a isyanına dayanarak yazıp çizdiler. Şeyh Fusus’ta kendi keşfinin gerektirdiğini yazdı. Nazar ve istidlal yolunun hakikat arayıcılarından Celalüddin Devvani bu konuda başlı başına bir risale yazıp usul kaidelerine göre nasslardan istidlal ile Şeyh’in iddiasını ispat eyledi. Kimi red, kimi kabul edip bu zamana değin sürünüp geldi. Bu tartışmanın sonucu budur ki: Bunun gibi davalarda nazar yolu ile, Tasfiye yolu arası önce ayırd edilmek gerektir. Nazar yolu akıl ve nakil delilleriyle istidlale dayanır. Tasfiye yolu riyazat ve süluk ile keşf ve şuhuda dayanır. İkisinin de başka ıstılahları vardır. Tartışmanın aslı bu yollardan birinin kaidesi ve ıstılahı üzerine kurulup, sual ve cevapta, öteki yolun kaidesi ve ıstılahı tarafına bakmamak ve iltifat olunmamak gerek. Ta ki, meseleleri birbirine karıştırmak ve delilleri karmakarışık etmek lazım  gelmesin. Bütün bunun benzerleri tartışmalarda kavganın ve çekişmenin başlangıcı ve dedikodunun kaynağı bu maddedir. Nazar ve istidlal sahipleri, kendi kanunları üzere Tasfiye yolunu tutanlara karışıp, sataşırlar. Onların yolu ise nazar ve istidlal yolu değildir. Keşf ve vicdana dayanır. Ve ıstılahları İşrak felsefesinden alınma başka bir ıstılahtır. Keşf ve vicdan şeriatça delil olup nazar ve istidlal yolunda bir dava ispat eylemezse de kendilerine hüccet olur. Ermişlerin keşf ve ilhamının kendilerine hüccet olması nazar yolunda bile kabul ve teslim edilmiştir, onun gereği ile amel ederler. İmdi, tasfiye yolunun kaidelerine göre ileri sürülen delil ve davaya nazar yolunun kaidesiyle karşı çıkılmaz. Çıkılırsa yine o yolun kaide ve ıstılahlarıyla çıkılmak gerektir. Bu konuda karşı çıkanlar, hep nazar ve istidlal yoluyla itiraz ederler. Onun için yeri yoktur ve kulak asılmaz. Bununla birlikte bu maddede nasslar Şeyh’in davasını ispat eder. Nitekim Molla Celal Devvani nazar yoluna göre istidlal eylemiştir. Bu basamaklar bilindikten sonra, bir kimse bu konuda kavga ederse ahmak değil midir? Güya ki, Hak Teala Hazretlerinin rahmetini onun kullarından esirger ve onu önler. Firavunun imanından ona ne zarar ve küfründen ne yarar gelir? Hele Yahudiler bu davayı etseler, öç almak için bir sebebi vardır. Çünkü onların babaları ve ataları Firavundan çok çekmişlerdir. Ama başka milletlerin onlara uymasının sebebi nedir? İmdi ilim elde etmek isteyen öğrencilerin kabiliyetli olanlarına yeğreği budur ki, bu konuda Firavuna mümin demezlerse de diyenlere, hele Hz. Şeyhe sataşmasınlar, ve orta yoldan çıkmasınlar.
 *** Kitap: İslamda Helaller ve Haramlar: Büyük Günahlar
Yazar: İbn Hacer el - Heytemi
      Bu tenbihlerden birisi de son nefeste iman meselesidir. Sonuna kadar küfür halinde yaşadıktan sonra, can boğaza gelip gargaraya başladığı, hayattan tamamiyle ümidini kesip ahiret alametleri kendisine açılmaya başladığı vakit, artık  iman etmesi kendisine bir fayda sağlamaz. Nitekim Allah “Ama bizim baskınımızı görüpte öyle inanmaları kendilerine fayda vermedi. Bu Allah’ın kulları hakkında öteden beri yürürlükte olan yasasıdır. İşte inkarcılar o zaman hüsranda kaldılar” (Mümin 85) buyurulmuş ve bundan yalnız Yunus kavmi istisna edilmiştir. Nitekim Allah “İşte Yunus’un milleti, inandığı zaman dünya hayatında rezilliği gerektiren azabı onlardan kaldırdık ve onları bir süre daha bu dünyada geçindirdik” (Yunus 98) buyurmuştur. Buradaki istisna muttasıldır. Onlar peşin ve dünya azabını gördükten sonra iman etmiş ve imanları makbul olmuştur. (Makbul: Kabul edilmiş, alınmış, beğenilen, hoş karşılanan, geçer) Müfessirlerden bazılarının görüşü böyledir. Bu da özel olarak peygamberlerinin hürmetine onlara yapılmış istisnai bir muameledir. Nitekim Kurtubi’nin sahihtir diye rivayet ettiği bir hadiste anlattığı gibi, Resul-i Ekrem efendimize hürmeten Allah onun anne ve babasını dirilterek peygamberimiz onlara imanı telkin etmiş sonra da ölmüşlerdir. Bunu Şam hafızı İbn Nasırüddin ve başkaları da rivayet etmişlerdir. Bunlar, özel ve istisnai işlemlerdir. Bunlar üzerine kıyas yapılamaz. Gerçi Resulullah’ın anne ve babası hakkındaki bu rivayete  itirazlar yapılmış fetvalarla reddedilmiştir. Fakat Kurtubi ve İbn Dıhye bu görüşü savunmuş ve Resulullah’ın üstün fazileti karşısında Allah’ın kendisine bu ikramda bulunduğunu söylemişlerdir. Aslında onların diriltilmesi ne aklen ve ne de naklen mümteni değildir. Nitekim İsrailoğullarında öldürülen bir adamı Allah diriltti ve kendisini öldüreni haber verdi. Ayrıca İsa da, Allah’ın izniyle ölüleri diriltmiştir. Resulullah’da da bu hallerin görüldüğü rivayet edildiğine göre buna bir mani yoktur. Ali’nin namaz kılması için güneş battıktan sonra geri döndüğü sahih olarak rivayet edilmektedir. Güneş battığı halde geri dönmüş ve Hz. Ali de ikindi namazını kılmıştır. Battıktan sonra güneşi geri çeviren Allah, Resulullah’ın da anne ve babasını diriltmeye kadirdir. Bazı müfessirlerin “Sen cehennemliklerden sorumlu tutulmayacaksın” (Bakara 119) ayetinin Resulullah’ın anne ve babası hakkında nazil olduğunu söylemeleri de önemli değildir. Çünkü bu ayetin nüzul sebebine dair kesin bir rivayet yoktur. Bu ayetin Resulullah’ın anne ve babası hakkında nazil olduğunu bir an kabul etsek bile, maksat “Senin yardımın ve kerametin olmasa cehennemliklerden olurlardı” demek olur. Müslim’in, Enes’den rivayetinde; Resulullah’ın, babasının nerede olduğunu soran bir adama “Cehennemdedir”, dedikten sonra dönüp giden adamı çağırtarak “Benim babamda, senin babanda cehennemdedir” (Müslim) rivayetine gelince bu, ya bu durum meydana gelmeden önce vuku bulmuş veya soruyu soran bedevi için böyle konuşmuştur. Çünkü bedeviye “Baban cehennemdedir” dediği vakit, bedevi üzülerek dönüp gitmiştir. Onu tatmin ve irşad için böyle buyurmuş olması muhtemeldir. Kendilerine güvenilen alim ve müçtehidler “Ama bizim baskınımızı görüp de öyle inanmaları kendilerine fayda vermedi” (Mümin 85) ayetine dayanarak Firavunun küfründe ittifak etmişlerdir. Tirmizi de, Yunus suresi tefsirinde bu hadisi iki yoldan rivayet ettikten sonra yollardan birisi için “hasen”, diğeri için “hasen, sahih ve gariptir” demiştir. İbn Adiy ve Taberani’nin rivayetlerinde Resulullah “Allahu Teala Zekeriyya aleyhisselam’ın oğlu Yahya aleyhisselam’ı, annesinin rahminde mümin, Firavunu da annesinin karnında kafir olarak yaratmıştır” buyurmuştur. Allah’ın Yunus suresinde Firavundan hikaye yoluyla “Firavun boğulacağı anda, “İsrailoğullarının inandığından başka Tanrı olmadığına inandım, artık ben O’na teslim olanlardanım dedi.” (Yunus 90) Buyruğuna gelince, bu imanın Firavuna fayda vermediği, bu ayetten sonra gelen “Ona, şimdi mi inandın? Daha önce başkaldırmış ve bozgunculuk etmiştin dendi” ayetiyle açıklanmıştır. Ayetteki (Burada ayetin Arapça okunuşundan bir örnek veriliyor) üstün okursak iki, esre okursak üç defa imanı tekrarlamış olduğu halde, bu iman kendisine fayda vermemiştir. Çünkü onun imanı kendisine ve kavmine peşin azabın geldiği ve artık suda boğulmaktan kurtuluş çaresi kalmadığını anladığı anda olmuştur. İşte bu gibi anlarda yapılan imanın faydası olmaz. Aynı zamanda Firavunun bu imanı taklitten başka bir şey değildir. Çünkü o İsrailoğullarını taklit ederek “Onların iman ettiğine ben de iman ettim” demiştir. Firavun bu ilahın varlığını İsrailoğullarından duymuş ve onlara uyarak “inandım” demiş oluyor. Bu ise sırf taklittir. Halbuki kendisi alemin yaratıcısını münkir bir dehri idi. Böyle pis bir dehrilik küfrü, bir taklit ile zail olmaz. Kesin delile sahip olmaya muhtaçtır. Böyle bir taklidin yeterliliğini kabul etsek bile onun inandığı dayanakları inkar edip atması şarttır. Firavun daha önceki inançlarının batıl olduğunu, hatta kendi uluhiyet iddiasının sahteliğini ortaya koymamıştır. ”İsrailoğullarının iman ettiğine iman ettim” demekle kesin olarak nereye inandığını ifade etmemiştir. Bunun için “Kendisinden başka ilah olmayana iman etim” demenin yeterli olmadığında ulema ittifak halindedir. Çünkü, belki o kendini ve taptığı ilahı kasdetmiştir. Bütün bunlara rağmen bu imanın sahih olduğunu kabul etsek bile, mümin olmak için yalnız Allah’a imanın yeterli olmayıp O’nun gönderdiği  peygamberini de tasdik etmenin gerekli olduğu meydandadır. Firavunun pürüzsüz olarak Allah’a inandığını kabul etsek bile, Musa’ya iman etmediği için, mümin olamayacağı açıktır. Bir kafir bin kere “Eşhedü enla ilahe illallah” dese “Eşhedü enne Muhammedürresulullah” demedikten sonra iman etmiş olmaz. Şayet Firavunun sahirleri de Musa’ya inandıklarından hiç bahsetmeyerek yalnız “Allah’a inandık” demekle mümin sayıldılar, bu nasıl oldu? dersen; Deriz ki, bu iddia yanlıştır. Çünkü onlar “Alemlerin Rabbi ve Musa ve Harun’un Rabbine inandık” (Araf 121) dediler. Firavun böyle değil; ne açıktan, ne de işaret yoluyla Musa’ya inandığına dair bir emare mevcut değildir. Halbuki sihirbazlar ”Musa ve Harun’un Rabbine” demekle onları tanımış oldular. Firavun ise yalnız “İsrailoğullarının inandığına inandım” dedi ve Musa’yı anmadı. Şayet Hanefi imamlarından  Kaadı Abdussamed  tefsirinde “Sofiye’ye göre ahiret alametleri açılıp, azap görüldüğü anda bile kafirin tövbesi makbuldür” demiştir. Bu zat hicri 5’inci asırda (Hicri 430) yaşadığına göre bu görüşün çok eski olduğu anlaşılmaktadır. Zehebi, “Mutekaddimin ile mutaahhirini ayıran hudud hicri üçyüz tarihidir” demiştir. Sofilerin görüşü bu olunca Firavunun küfründe ittifak olduğu nasıl söylenebilir? Denirse; deriz ki: Böyle güvenilir içtihad erbabı sofiyenin muhalefetiyle icma’ın mun’akid olamayacağını kabul etsek bile bu iddia bizim aleyhimizde delil olmaz ve “firavunun küfründe ittifak vardır” sözümüzü bozamaz. Çünkü biz firavunun küfrüne hükmederken yalnız yeis halinde iman etmiştir, bu iman makbul değildir ve bunun için kafirdir, demedik. Onun küfrünü gerektiren daha başka sebepler vardır. Çünkü o doğrudan “Allah’a inandım“ demedi. “İsrailoğullarının inandıklarına inandım” dedi. Allah’a inandığını kabul etsek bile, Musa’ya inanmamıştı. Musa’ya inandığına dair en küçük bir emare mevcut değildir. Sofilerden gelen bu rivayet doğru olsa bile, bizim iddiamızı bozacak mahiyette değildir. Şayet büyük imam Muhyiddin-i Arabi “Futuhat-ı Mekkiye’sinde ”zaruret halinde iman sahihtir ve firavunda mümindir” demiştir, buna ne dersin?
      Önce Muhyiddin-i Arabi’nin sözünü olduğu gibi ele alalım. Koca imam diyor ki: “Firavun ile ümitleri arasına dalgalar girip, boğulacağını anlayınca, zillet ve ihtiyaç karşısında iç duygusu ile Allah’a sığındı ve sahirlerin şüphe ve kuşkuyu kaldırmak için “Alemlerin Rabbine ve Musa ile Harun’un Rabbine iman ettik” dedikleri gibi işgali kaldırmak için de firavun: “İsrailoğullarının inandığından başka Tanrı olmadığına inandım ve ben müslümanlardanım” Allah Teala itab ve kınama yoluyla “Daha önce bildiğini şimdi mi açıkladın? Halbuki daha önce başkaldırmış ve bozgunculuk etmiştin” buyurması da ona bir itabdır. Daha sonra Allah firavuna “Bugün sadece senin cesedini koruyacağız” buyurmakla ölümünden önce kendisini kurtaracağını ona müjdelemiş ve hikmetini de “Senden sonrakilere bir ibret teşkil etmesi için“ ayetiyle açıklamıştır. Yani bu, kurtuluş alameti olsun için. Zira azap, zahir cesedine taalluk eden garktır. Bedenini çıkarmakla seni azaptan kurtardığımı onlara göstermiş olurum. Ve böylece ilk olarak suya garkolmak bir azap ise de orada boğulup ölmek bir şehadettir. Bütün bunları bildirmesi, ilahi rahmetten kimsenin ümit kesmemesi içindir. “Doğrusu kafirlerden başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez” (Yusuf 87) itibar sonucadır. Fakat Allah’ın “Ama bizim  baskımızı görüp de öyle inanmaları kendilerine fayda vermedi” ayeti, fayda sağlayanın bizzat Allah olduğunda açık ve kesin bir delildir. Allah’tan başka hiçbir şey fayda vermez. ”Allah’ın gelip geçmişlere uyguladığı kanunu budur” (Mümin 85) Yani yeis halinde imanlarıdır. Firavunun o anda öldürülmesi de, bir daha küfür haline dönmemesi içindir. Allah’ın “(Firavun) onları (milletini) cehenneme götürür” (Hud 98) buyurduğuna gelince, burada firavunun kavmiyle beraber cehenneme gireceğine dair bir sarahat yoktur. Belki firavunun adamları hakkında “Firavunun adamlarını azabın en ağırına sokun” (Mümin 46) buyurulmuş ve ”Firavunu cehenneme atın“ denmemiştir. Öyle zor halde iman edenin imanını kabul etmemekten Allah daha merhametlidir. Allah darda kalıp kapısını çalanı geri çevirmez. Firavunun o andaki durumundan daha sıkıntılı anı olamaz. Nitekim Allah “Yoksa darda kalana, kendisine yakardığı zaman karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren mi? Allah’ın yanında bir Tanrı mı?“ (Neml 62) buyurmuş, darda olanın çağrısına hemen karşılık vereceğini ve onu içine düştüğü sıkıntıdan kurtaracağını bildirmiştir. Firavuna yapacağı en büyük azap, onu suda boğmaktı, onu da yaptı.”
     İşte Muhyiddin-i Arabi’nin sözünün özü budur. Şayet Muhyiddin-i Arabi’nin bu sözü makbul müdür, değil midir? Değilse delil nedir? Diye soracak olursan; cevabında deriz ki: Bu sözü söyleyenin büyüklüğünü kabul etmekle beraber, görüşünü kabul etmemiz mümkün değildir. Nihayet o da hata yapabilen bir insandır. Günahlardan korunma ancak peygamberlere mahsustur. Nitekim İmamı Malik, Resulullah’ın mezarını göstererek “Bu mezarda yatandan başka herkes hata edebilir; sözlerinde makbul olanı olduğu gibi, makbul olmayanı da olabilir” demiştir. Bu görüşte koca imamın bir hatası olabilir. Bununla beraber yine onun başka eserlerinde Firavun, Haman ve Karun’un cehennemde olduklarına dair açıklamaları vardır. Bu koca imamın eserlerinde birbirine uymayan görüşleriyle karşılaştığımız vakit zahiri delile uyanı alır, uymayanı atarız. Halbuki “Ama bizim baskımızı görüp de öyle inanmaları kendilerine fayda vermedi” ayetiyle, Tirmizi’nin sahih olarak rivayet ettiği, yukarda geçen hadisi şerif; yeis halindeki imanın makbul olmadığını kesinlikle ortaya koymaktadır. Artık ayete te’vil yolunu tutup “Onlara imanları fayda vermedi, fayda veren Allah’tır“ demeye bir sebep yoktur. Bu açık nasslar karşısında böyle te’vile iltifat edilmez. Aynı zamanda bu te’vili iptal eden delillerden birisi de Kur’an ve sünnet ıstılahlarında eşyanın sebeplerine muzaf (katılmış, bağlı) kılınmasıdır. Artık “İmanları onlara fayda vermez” dendiği vakit, “İman fayda vermez de, Allah fayda verir” diye bir mana anlaşılmaz. Bunun şer’i manası, onların imanları makbul değildir, demektir. Eğer Allah o anda onlara fayda verecek olsaydı, hemen suda boğulma azabından onları kurtarırdı, halbuki kurtarmamıştır. Allah’ın “İnkarcılar o zaman hüsranda kaldılar” (Mümin 85) ayeti “Ama bizim baskımızı görüp de inanmaları kendilerine fayda vermedi” ayetinden muradın, onların böyle bir anda iman etmiş olmaları ile küfür halinde kalmış olduklarının bir delilidir. Aynı zamanda bütün sahabe ve Tabiin ve onlardan sonra gelen imamlar, bu ayetleri hep bu şekilde, sahih hadise uygun olarak tefsir etmiş ve hiçbiri Muhyiddin-i Arabi’nin fikrini ileri sürmemiş ve bu konuda ittifak etmişlerdir. Yeis halinde yapılan iman sahih olmayınca Firavunun da imanının sahih olmadığı anlaşılmış olur. Bütün bunlara rağmen, yeis halindeki imanın sahih olduğunu kabul etsek bile yukarda anlattığımız gibi Firavunun Musa’ya inanmadığı için yine imanı sahih değildir. Sahirler ise Musa’ya da inanmışlardı. Kur’an-ı Kerim’de anlatıldığı şekliyle sahirlerin imanı ile Firavunun imanını ifade eden ayetler üzerinde düşünenler, bunları karşılaştırmakla aralarındaki farkı kolaylıkla bulurlar. İmamın “Onun içinden duyduğu zillet ve ihtiyaca yöneldi” demesi de şayanı hayrettir. Çünkü onu içinden kuşkulandıran sıkıntı ne idi? O Allah’ın rububiyetini inkar, kendisini mutlak bir ilah ve büyük bir Rab olduğuna inanıyor ve böylece Musa’yı yalanlayarak ona eziyet edip duruyordu. Bunun tutumu Resul-i Ekrem’in de “Ümmetimin firavunudur” buyurduğu Ebu Cehil’in tutumu gibidir. Kabul edelim ki içinde bu kuşku ve ızdırap vardı, inanmadıktan sonra bu kuşku neye yarar?  Ona “Şimdi mi inandın? Daha önce başkaldırmış ve bozgunculuk etmiştin” ayetini itaba hamletmek de cidden uzak bir ihtimaldir. Zira büyük imamın dediği gibi, Firavunun yeis halindeki bu imanı sahih ve makbul olsaydı, bu ayet yerine fazl makamına yaraşan “İşte şimdi seni kabul ediyoruz ve sana ikramda bulunuyoruz” buyurulacaktı ki ancak imanın sahih olduğunun, Hakk’ın rızasını müstelzim (gerektiren) bulunduğunun delili olabilirdi. Onun imanını kabul edip, ondan razı olduktan sonra artık, ”Şimdi mi inandın? Daha önce başkaldırmış ve bozgunculuk etmiştin” diye kendisine hitap etmesi uygun düşmezdi. Birazcık muhakeme yeteneği olan kimse, bu hitabın razı olunan kimseye değil, gazaplanılan kimseye olduğunda tereddüt etmez. Özel olarak “Sen bozgunculuk etmiştin”  ilavesi de bu iddiayı çürütür. Çünkü imanı sayesinde bütün geçmiş günahları yok olur. Firavunun imanı kabul olsaydı bu tür kınamalara lüzum kalmazdı. Bütün bu hitabeler Allah’ın ona gazaplı olduğunu göstermekte ve onun o çirkin ve iğrenç davranışları sebebiyledir ki, son nefese kadar imanına engel olmakta ve sonunda da Musa’ya iman etmemekte ve bu suretle faydasız da olsa tam manasıyla iman etmemekte; ona engel olan, bu halleri olduğunu bildirmektedir. Özellikle vücudunu kurtaracağını bildirmesi müfessirlerin bu ayetten anladıkları manayı, murad ettiğinin en açık ve seçik bir delilidir. Müfessirler diyorlar ki: Firavuna inananlar, onun boğulmayıp başka tarafa gittiğini sandılar. Onun gerçek bir ilah olmadığını, boğulup öldüğünü onlara göstermek ve insanlardan ilah olamayacağına bir ibret ve alamet olmak üzere Allah onun vücudunu zırhı ile veya çıplak olarak sahile çıkartmış ve böylece herkes onun boğulup öldüğünü görmüş ve bildirmiştir. Müfessirler diyorlar ki: Allah’ın onu bir öküz ölüsü gibi, deniz kenarına atmasındaki hikmet, Allah’a karşı gelenlerin eninde sonunda, Allah bellerini kırıp onları böyle perişan edeceğini İsrailoğullarına ve diğerlerine göstererek, kendilerine çeki düzen vermelerini emretmiş olmasıdır. Boğulan bu kadar Kıbtiler arasında özellikle Firavunun cesedinin kenara atılmasında Musa’nın doğruluğuna ve Allah’ın ululuğuna açık deliller vardır. “Doğrusu insanlardan çoğu ayetlerimizden habersizdirler“ ayetiyle sona erdirilmesindeki hikmet, bizleri bu gibi deliller üzerinde düşünmeye teşvik ve bunlardan ders almamız içindir. Nitekim ”Andolsun peygamberlerin kıssalarında, aklı olan için ibretler vardır.” (Yusuf 111)
--- Yorum: Hz. Ali hakkında bahsedilen hadis için uydurma diyenler de vardır. Müslim’den rivayet olunan Resulullah’ın babası hakkındaki hadis için ise Resulullah’ın bedeviye irşad ve tatmin için yalan söylediğini ifade etmiş oluyor ki, küfürdür. Tirmizi’nin rivayet ettiği hadisten bahsediyor lakin bu hadis metinde geçmiyor. Ve ifadelerinden sanki bu hadisin şu olduğu izlenimi veriliyor: “Allahu Teala Zekeriyya’nın oğlu Yahya’yı annesinin rahminde mümin, firavunu da annesinin karnında kafir olarak yaratmıştır.” Esasen hadis şudur: “İbn Abbas’tan: Hz. Peygamber buyurdu ki: Cenab-ı Hak firavunu suda boğduğu zaman: “Beni israilin inandığından başka ilah olmadığına inandım.” dedi. Cebrail buyurdu ki: “Ey Muhammed sen beni denizin çamurundan alıp (Allah’ın) rahmeti ona ulaşıverir korkusuyla ağzını tıkarken görseydin.“ (Tirmizi Tefsir-i Yunus) Bu hadis hakkında yorum ise Razi’nin tefsirinde  gelecektir.
--- Yine diyor ki “Firavun Musa’ya inandığını söylemedi, dolayısıyla imanı kabul değil.” Soruyorum: O zor ve kısa zamanda “İnandım ve ben teslim olanlardanım” demesi, bütün bunları içine almıyor mu? Yine ölürken o kısa anda kitaplara, meleklere, yeniden dirilmeye şeklindeki ifadeleri de ayrıca söylemesi mi icap ediyordu? Gerçekçi olmak lazım gelir.
--- İbn Adiy veTaberani’nin rivayet ettikleri hadise gelince; bir kere itikadi noktada hadisler mütevatir özelliği taşımalıdır, yahut da kader hadislerinde olduğu gibi çok sayıda olup kuvvet kazanmalıdır ya da ayetlerle desteklenmelidir. Bu hadis ise Sahihaynda yoktur. Nasıl delil olarak alınır? Biz firavunun iman ettiğini ve bu imanın kabul edildiğini ayetlerle göstereceğiz. Bu ve benzeri hadisler nasıl ayetlerin karşısında durabilir? Bu izahlarımız  Ebu Cehil için söylendiği ifade edilen               “Ümmetimin firavunudur” rivayeti içinde sözkonusudur. Ve bunun nereden rivayet edildiğini de göstermiyor.
*** Kitap: Fusus-ül-Hikem  (Hikmetlerin özü)   Yazan: İbn Arabi
--- Sayfa 431:  Allah’ın “Bizim azabımızı gördükleri vakitde onların imanı kendilerine fayda vermez. Yunus kavmi müstesna olmak üzere Allah’ın kavimler hakkında adeti böyledir“ mealindeki  ayete gelince bu ayetteki istisnalar korkudan ileri gelen imanın ahirette fayda vermeyeceğine delalet etmez. Allah’ın bundan maksadı, korkuyla iman edenlerden dünyada azabın kaldırılmayacağıdır. Bundan dolayı firavun kendisinde iman bulunmakla beraber öldürüldü. Bu, hayatı son demine yaklaşmış olan kimsenin ahirete göçmesi hali gibidir. Halbuki hal karinesi, muhakkak firavunun ölümü yakın olarak beklemediğini gösterir. Çünkü o Musa aleyhisselam’ın asasıyla denize vurmasından meydana çıkan, kuru yol üzerinde müminlerin yürüdüklerini gördü. Firavun iman ettiği sırada, can çekişen bir insanın aksine olarak helak olacağını bilmedi, bundan dolayı onu can çekişen kimseler arasında saymak uygun olmaz. Şu halde firavun ölümü değil, kurtuluşu beklediği ve buna inandığı halde İsrailoğullarının iman ettiği Allah’a inanmış oldu. Onun inandığı şey gerçekleşti. Fakat beklediği şeyin aksine çıktı. Bu sebeple Allah ona kendi nefsi hakkında ahiret azabından kurtulmayı ihsan etti ve bedenini kurtardı. Nasıl ki Allah “Senin arkandan gelen kavme bir ayet ve alamet olmaklığın için bugün sana bedenin ile necat veririz” mealindeki ayette buna işaret buyurdu. Çünkü firavun suretiyle gaip olsaydı, kavminin çoğu (O, Tanrı olduğu için) gizlendi derlerdi. Bu hale göre, (boğulan kimsenin) firavun olduğu bilinmek için belirli suretiyle ölü olarak meydana çıktı. Şu halde kurtuluş va’di hem his bakımından, hem de mana bakımından umumi oldu. Halbuki üzerine ahiret azabı hak olan kimse ne kadar ayet ve alametler gelirse gelsin, elemli azabı görmedikçe yani ahiret azabını tatmadıkça iman etmez. İş böyle olunca firavun bu zümreden çıktı. İşte bu böyle açık bir hakikattir ki Kur’an’da bunu söyledi. Bundan sonra biz deriz ki: Firavunun imanı bahsinde emir Allah’a racidir. Çünkü bütün halkın nefsinde onun şaki olduğu fikri yerleşti. Halbuki bu mesele hakkında onların dayanacakları bir nass ve hüküm yoktur. Firavunun yoldaşlarına gelince onlar için başka hüküm vardır ki, onun yeri burası değildir.
*** Kitap: Tefsiri Kebir          Yazar: Razi
     “İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun hemen askerleriyle beraber zulm ederek ve haddi aşarak peşlerine düştü. Nihayet su onu boğmaya başlayınca (şöyle) dedi: “İnandım, gerçekten İsrailoğullarının iman ettiğinden başka Tanrı yokmuş. Ben de müslümanlardanım. Şimdi mi (iman ediyorsun)? Halbuki sen bundan evvel isyan etmiş, daima fesatçılardan olmuştun! Biz de bugün seni (cansız bir) beden olarak bırakacağız ki, arkadan geleceklere ibret olasın. Bununla beraber insanların birçoğu  bizim ayetlerimizden cidden gafildir.“ (Yunus 90-92)
     Bil ki bu ayetin lafızlarının tefsiri Araf suresinde geçmişti. (138. ayette) Bunun manası şöyledir: “Allah Teala o ikisinin yani Hz. Musa ile Hz. Harun’un duasını kabul edince İsrailoğullarının o belli zamanda Mısır’dan çıkmalarını emretti ve oradan çıkış yollarını kolaylaştırdı. Firavun ise bunlardan habersiz idi. O İsrailoğullarının çıkıp, memleketinden ayrılmaya yöneldiklerini duyunca onların peşine düştü.
     Müminlerin Denizden Geçip, Firavun                                                                   
                 Ordusunun Boğulması
      Cenab-ı Hak  “Zulmederek ve haddi aşarak” buyurmuştur. Bağy, haksız olarak hakim olmayı istemek demektir. Rivayet olunduğuna göre Musa kavmi ile birlikte çıkıp denizin kıyısına ulaşınca ve Firavun da ordusuyla onlara yaklaşınca İsrailoğulları büyük bir korkuya kapıldı. Çünkü onlar boğacak bir deniz ile imha edecek bir ordu arasında kalmışlardı. Bundan dolayı Allah, diğer surelerde kıssanın tamamında belirtiği gibi, onlara denizde bir yol ortaya çıkarmak suretiyle lutfetti. Daha sonra Musa ashabıyla birlikte denizdeki o yola girip denizi geçtiler. Allah Teala, Firavun ve ordusu da, o yoldan geçebilecekleri fikrine kapılsınlar diye o yolu kupkuru bıraktı. Firavun ordusuyla birlikte denize girince, yarılan denizin iki tarafını birbirine kavuşturmak ve o yolu ortadan kaldırmak suretiyle Allah Teala onları boğdu. Allah Teala Firavun ve etbaının bağyini de açıklamıştır. Bu bağy Firavun ve ordusunun İsrailoğullarını öldürmeye ve zulmetmeye aşırı istek duymalarıdır. Adv, ise haddi aşmaktır. Daha sonra Cenab-ı Hak şunu belirtmiştir: Firavun boğulurken, Allah’ın kendisini o afetten, sayesinde kurtaracağını düşünerek, kelime-i tevhidi söylemiştir. Bu hususta şöyle iki soru vardır:
      Firavun Boğulurken Kalben İnandı, Kavlen 
                         Söylemedi
Birinci soru: İnsan boğulurken bu lafzı nasıl söyleyebilir? Binaenaleyh Allah Teala, Firavunun boğulurken bu kelimeyi söylediğini nasıl bildirir?
Cevap: Buna şu iki bakımdan cevap verilir:
Biz Ehli Sünnet’e göre hakiki söz kişinin bizzat diliyle söylediği değil, içinden geçirdiğidir. Firavun da bu sözü diliyle söylememiş, içinden geçirmiştir. Bu ayet, gönülden geçirilen sözün, gerçek söz olduğuna delil teşkil eder. Çünkü Allah Teala Firavunun bu sözü söylediğini nakletmiştir. Halbuki Firavunun bu sözü bizzat diliyle söylemediği delil ile sabittir. Binaenaleyh dilin söylediği sözün dışında da sözlerin bulunduğunu kabul etmek gerekir ki, elde edilmek istenen netice de budur.
Ayette bahsedilen boğulmadan maksad, boğulma öncesi hallerdir.
      Firavunun  İmanı Neden Makbul Olmadı?
İkinci soru: Firavun üç kez iman etmiştir:
Birincisi, ayetteki (iman ettim) sözü
İkincisi, “Gerçekten İsrailoğullarının iman ettiğinden başka Tanrı yok” sözü
Üçüncüsü de, “Ben de müslümanlardanım” sözü.
     O halde Firavunun imanının kabul edilmeyişinin sebebi nedir? Halbuki Allah Teala, kin ve öfke ile hareket etmekten münezzehtir. Bu sebeple ”Allah kin ve öfkesinden dolayı onun bu ikrarını kabul etmemiştir” denilemez.
Cevap: Alimler bu hususta şu izahları yapmışlardır:
O tam azab-ı ilahi inerken iman etmiştir. O esnadaki iman ise makbul değildir. Çünkü azap inerken durum mecburiyet vaktine girmiş olur. Bu vakitte ise tövbe makbul olmaz. İşte bu sebepten ötürü Allah Teala “Allah’ın hışmını gördükleri zaman yapacakları iman fayda vermez” buyurmuştur.
Firavun bu sözü, sayesinde başındaki boğulma belasını ve sıkıntısını savuşturmak için söylemiştir. Yoksa bundan maksadı, Allah’ın Vahdaniyyetini, Rububiyyetinin izzetini ve kulluğun zilletini itiraf değildir. Bu durumda, o bu sözü ihlasla söylememiştir ve dolayısıyla kabul edilmemiştir.
       Firavunun İmanı Taklidi İdi
Bu ikrar sırf taklide dayalı idi. Baksana o                   “Gerçekten İsrailoğullarının iman ettiğinden başka Tanrı yokmuş“ demiş ve böylece Allah’ı tanımadığını, ama İsrailoğullarından alemin bir ilahı bulunduğunu duyduğunu ifade etmiştir. Böylece o, İsrailoğullarının var olduğuna inandıklarını duyduğu o ilahı ikrar etmiştir. Demek ki bu sırf bir taklid olmuştur. Bundan dolayı da bu iman kabul edilmemiştir. Bu hususta esas izah şudur: Firavun, Ta-ha suresinde de açıkladığımız gibi bir dehri olup, Allah’ın varlığını kabul etmeyenlerdendi. Böylesi çok yanlış inançların karanlığı, ancak kesin delillerin ve yakini hüccetlerin nuruyla giderilebilir. Fakat sırf taklit buna fayda vermez. Çünkü taklit, taklitin karanlığını, daha önceki cehaletin karanlığına eklemektir.
 Bazı kitaplarda şunu gördüm: İsrailoğullarından bazı kabileler denizi geçtiklerinde buzağıya tapmışlardır. Binaenaleyh Firavun: “Gerçekten İsrailoğullarının iman ettiğinden başka Tanrı yokmuş” deyince onun bu sözü, onların o vakitte ibadet ettikleri buzağı manasına hamledilir. Böylece bu söz onun küfrünün artmasına sebep olmuş olur.
Yahudilerin kalpleri teşbih ve tecsim inancına meyyal idi. işte bu sebepten ötürü Allah Teala’nın o buzağının vücuduna girip, hulul ettiğine inandıları için buzağıya taptılar. Durum böyle olunca Firavun da “İman ettim. Gerçekten İsrailoğullarının iman ettiğinden başka Tanrı yoktur” demiştir. Böylece sanki o, cisim olarak hulul edici ve nuzul edici (inici) tavsif edilen bir ilaha iman etmiş olur. Böyle inanan herkes kafirdir. İşte bundan dolayı Firavunun imanı kabul edilmemiştir.
Belki de iman ancak hem Allah’ın birliğine hem de Musa’nın nübüvvetini kabul etmekle tamamlanıyordu. Binaenaleyh Firavun bu sözüyle Allah’ın birliğini kabul edip, Musa’nın nübüvvetini itiraf etmeyince imanı sahih olmamıştır. Bunun bir benzeri de mesela kafirlerden birisinin bin defa “Allah’tan başka ilah olmadığına şahadet ederim” deyip, bunun yanı sıra “Hz. Muhammed’in de, O’nun peygamberi olduğuna şehadet ederim” demese, onun imanının sahih olmayışıdır. işte burada da böyledir.
Keşşaf sahibi şunu rivayet eder: Cebrail, Firavuna (daha önceden) “Efendisinin malı ve nimetleri içerisinde büyüyüp sonra nankörlük ederek onun üzerindeki haklarını inkar eden ve efendisi dışında efendilik iddia eden bir köle hakkında siz emirin görüşü nedir?“ diye bir soru sormuştu. Firavunda buna cevaben şunu yazmıştı: “Ebu’l Abbas Velid b. Mus’ab der ki: Efendisine karşı gelen ve onun nimetlerini inkar eden kölenin cezası denizde boğulmaktır.” Sonra Firavun denizde boğulurken, Cebrail bu cevabını onun gözünün önüne getirdi. Ayetteki ”Şimdi mi (iman ediyorsun?) halbuki sen bundan evvel isyan etmiş, daima fesatçılardan olmuştun” ifadesi ile ilgili olarak da birkaç soru var:
Birinci soru: Bu sözü söyleyen kimdir?
Cevap: Rivayetler bu sözü  Cebrail’in söylediğini göstermektedir. Cebrail “Sen daima fesatçılardan olmuştun” sözünü Firavunun: “Ben de müslümanlardanım” sözüne bir karşılık olarak söylemiştir. Bazı alimler bu sözü Allah Teala’nın ona söylediğini ileri sürmüşler ve “Çünkü bundan sonra Cenab-ı Hak, “Biz de bugün seni (cansız bir) beden olarak bırakacağız ki, arkandan geleceklere ibret olasın” buyurmuştur. Bu son cümle Allah’tan başkasına ait olamaz” demişlerdir.
      Tevbenin Kabulü  Aklen Vacip Değildir
İkinci soru: Ayetin zahiri, Firavunun tövbesinin daha önceki isyanından ve fesadından ötürü kabul edilmediğine delalet etmektedir. Halbuki böyle bir gerekçe onun tevbesinin kabulune mani olamaz?
Cevap: Alimlerimizin mezhebine göre aklen tevbeyi kabul etmek Allah’a vacip değildir. Alimlerimizin bu görüşlerinin doğruluğunu gösteren delillerden birisi de bu ayettir. Hem sonra bu kabul olunmayışın gerekçesi sırf daha önceki isyan olmayıp, o isyanın yanı sıra Firavunun müfsidlerden oluşudur.
     Cebrail Firavunun Ağzını Tıkamış mıdır?
Üçüncü soru: Cebrail’in Firavuna kızdığı için, tövbe edemesin diye onun ağzına çamur doldurması doğru mudur?
Cevap: Doğruya en yakın olan, bunun doğru olmamasıdır. Çünkü o durumda ya mükellefiyetin devam ettiği yahut da artık bulunmadığı söylenebilir. Eğer mükellefiyet sözkonusu ise Cebrail’in onun tövbesine mani olması caiz olmaz. Aksine Cebrail’in hem tövbesi, hem de her türlü taatı hususunda ona yardım etmesi gerekir. Çünkü Hak Teala “İyilik etmek ve fenalıktan sakınmak hususunda yardımlaşın. Günah işlemek ve haddi aşmak hususunda yardımlaşmayın” (Maide 2) buyurmuştur. Hem sonra Cebrail Firavuna, rivayet edildiği gibi mani olsaydı, Firavunun tövbe etmesi yine mümkündü. Dilsiz kimse kalbi ile pişmanlık duymak ve o kötü işleri yeniden yapmamaya azmetmek suretiyle tövbe etmiş olur. Bu durumda Cebrail’in bunu yapması bir engel teşkil etmez. Eğer Cebrail onun tevbesine mani olmuş olsaydı,
 Firavunun küfür üzere kalmasına razı olmuş olurdu. Halbuki küfre rıza küfürdür. Diğer bir husus da şudur: Cenab-ı Hakk’ın Hz. Musa ile Harun’a: ”Ona yumuşak söz söyleyin olur ki nasihat dinler yahut (Allah’tan) korkar” (Taha 44) deyip,  sonra da Cebrail’e, Firavunun iman etmesine mani olmasını emretmesi Allah’a nasıl yakışır? Eğer Cebrail bunu Allah’tan aldığı emirle değil, kendiliğinden yapmıştır” denirse; bunu da, hem Cebrail’in “Biz senin Rabbinin emri olmadıkça inmeyiz” (Meryem 64) şeklindeki sözü, hem de Cenab-ı Hakk’ın, meleklerin özellklerinden bahsedeken söylediği “Bunlar sözleriyle asla Allah’ın önüne geçemezler (kendiliklerinden bir şey yapamazlar) …Onlar Allah’ın korkusundan tir tir titrerler“ (Enbiya 27-28) ayetleri geçersiz kılar. Fakat “Mükellefiyet o esnada artık Firavundan kalkmıştı“ denilirse, bu durumda da, Cebrail’e isnad edilen o işin kesinlikle bir hikmeti kalmaz.
    Firavunun Cesedinin Mahfuz Bırakılması
     Daha sonra Cenab-ı Hak “Biz de bugün seni (cansız bir) beden olarak bırakacağız” buyurmuştur. Bu hususta şu izahlar yapılmıştır:
1) ”Biz seni yeryüzünün yüksek bir yerine (Necve’ye) atacağız”
2) Biz seni denizden çıkarıp kavminin düştüğü, battığı denizin dibine batmaktan kurtaracağız. Fakat bu, sen boğulduktan sonra olacak, ayetteki “bibedenike” sözü “hal” yerindedir. Yani sende bir ruh (can) olmaksızın cesed olarak demektir.
3) Bu alay etme yoluyla Firavuna kurtuluşu vaad etmektir. Bu tıpkı ”Onları elim bir azap ile müjdele” (Tevbe 34) ifadesindeki “müjde” kelimesindeki incelik gibidir. Sanki bu sözle Firavuna: “Biz seni kurtaracağız ancak bu kurtuluş canın için değil, cesedin için olacaktır!“ denilmektedir. Böyle sözler bazen istihza için söylenir. Nitekim: “Seni azad edeceğim ama öldükten sonra”, “Seni hapisten kurtaracağım ancak ölümünden sonra” denilmesi gibi.
4) Bazıları kelimeyi noktasız olarak (nunhike) okumuşlardır ki bu, “Biz seni denizin kıyısına atacağız” demektir. Çünkü Firavun boğulduktan sonra denizin bir kıyısına atılmıştır. Ka’b: ”Su onu sahile adeta bir öküz gibi atmıştır” demiştir. Ayetteki “bedenini“ tabiriyle ilgili şu izahlar yapılmıştır: 
 1) Daha öncede söylediğimiz gibi bu kelime “hal” mahallindedir, yani ”cansız sırf bir cesed olarak“ demektir.    
2) Bundan maksad “Senin bedenini bozulmadan, sağlam olarak kurtarıp sahile atacağız” manasıdır.
3) “Bedenini çırılçıplak denizden çıkaracağız”
4) Bu kelimeye ”zırh” manası da verilmiştir. Yani         &n bsp;  “Seni zırhınla çıkaracağız“ demektir. Leys: “Beden” kısa zırh demektir. Binaenaleyh “Bedeninle” ifadesi “zırhınla” demektir. Bu mana İbn Abbas’tan nakledilmiştir. İbn Abbas şöyle demiştir: “Firavunun üzerinde, sayesinde tanınıp, bilindiği, altın bir zırh vardı. Allah onu tanınsın diye sudan bu zırh ile çıkardı. Ben derim ki: Eğer bu doğruysa hadise Hz. Musa için bir mucize olmuş olur.
              Başkalarına İbret Olması
      Hak Teala’nın “ki arkandan geleceklere bir ibret olasın“ ifadesiyle ilgili olarak şu manalar verilmiştir:
a)    Firavunun, Tanrı olduğuna inananlar, onun boğulduğunu gözleriyle görmedikçe bunu yalanlayacaklar ve öyle kimselerin ölmeyeceklerini iddia edeceklerdi. Bundan dolayı Allah Teala onlar onu görsünler ve kalplerindeki şüpheleri silinsin gitsin diye Firavunun halini, onu sudan olduğu gibi çıkararak ortaya koymuştur. Firavunun cesedinin atıldığı yerin İsrailoğullarının çok uğradıkları bir yer olduğu da rivayet edilmiştir.
b)    Allah Teala’nın, insanların Firavunun “Ben sizin en büyük Rabbinizim” dediğini duyup işitmelerinden sonra insanlara onu bu zelil ve hakir vaziyette göstermeyi murad etmiş olması da uzak bir ihtimal değildir. Böylece bu, insanları onun yolu gibi yollardan alıkoymuş olur ve insanlar onun daha dün, ululuk ve azametin zirvesinde olduğunu iddia ederken daha sonra durumunun gördükleri o vaziyete dönüşünü müşahade etmiş olurlar.
c)    Bazıları kelimeyi kaf ile (limen halagake)                    “Seni yaratan için” şeklinde okurlar. Bu “Ta ki sen, seni yaratanın diğer mucizeleri gibi bir mucize olasın” demektir.
d)    Allah Teala Firavunu bütün ordusuyla suya garkedip sonra da ordusundan hiç kimseyi denizin dibinden çıkarmayıp, sadece Firavunun cesedini çıkarınca, bu enteresan halin Firavuna has kılınması Allah’ın kudretinin mükemmelliğine ve Hz. Musa’nın peygamberliğinin doğruluğuna delalet etmiş olur.
        Kıssadan  İbret Almanın Lüzumu
     Hak Teala’nın “Bununla beraber insanlardan bir çoğu ayetlerimizden cidden gafildir” buyruğuna gelince; görünen odur ki, Allah Teala Hz. Musa ve Firavunun kıssasını zikredip Firavunun akıbetini belirtip, sözü bu ifade ile bitirince ve Hz. Muhammed’e böyle hitap edince; bu ümmet-i Muhammed’i delillerden yüz çevirmeden alıkoyup, onları deliller ile düşünmeye ve onlardan ibret almaya sevketmiş olur. Çünkü bu kıssaların zikredilmesinin maksadı ibret almaktır. Nitekim Cenab-ı Hak ”Andolsun onların kıssalarını açıklamada salim akıl sahipleri için birer ibret vardır” (Yusuf 111) buyurmaktadır.
*** Razi: “Azabımız gelip çattığı zaman iman edip de bu imanı kendisine fayda vermiş bir memleket bulunsaydı ya! (Bu asla vaki  olmamıştır.) Ancak Yunus’un kavmi müstesnadır ki, bunlar iman edince kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını uzaklaştırıp giderdik ve onları muayyen bir müddete kadar dünya hayatından faydalandırdık.” (Yunus 98)  
              Azap gelip çattıktan sonra iman:                                           Hz. Yunus’un Kavmi                                                                             Bil ki Allah Teala biraz önce “Üzerlerine Rabbinin kelimesi hak olmuş bulunanlar (yok mu?) Onlar kendilerine herhangi bir ayet (mucize) gelmiş olsa dahi, acı veren bir azabı görmedikçe iman etmezler“ buyurunca, onun peşinden bu ayeti getirmiştir. Zira bu ayet Yunus’un kavminin inkar ettikten sonra iman ettiklerine ve o imanlarından da yararlandıklarına delalet eder ki, bu da kafirlerin iki kısım olduğunu gösterir:
Üzerlerine küfür damgası  vurulanlar
Üzerlerine iman mührü basılanlar
     Binaenaleyh Allah’ın hükmettiği her şey olacaktır. Ayetle ilgili birkaç mesele vardır.
Birinci mesele: Levla, hella (keşke…, olsaydı ya!) anlamındadır. Buna göre mana ”İmha ettiğimiz o beldelerden tek bir belde keşke azabı görmeden önce küfürlerinden vazgeçip imanlarında ihlaslı olsalardı! Yunus’un kavmi hariç…”  şeklinde olur. Lafzın zahiri Yunus’un kavminin söz konusu memleketlerden istisna edilmesini gerektirir. Ancak ne var ki mana Yunus’un kavminin belde ehlinden istisna edilmesi şeklindedir. O halde bu “Ancak ne var ki Yunus’un kavmi iman edince, biz onlara şöyle şöyle yaptık…” manasında bir istisna-yı  munkatı’dır.
İkinci mesele: Rivayet olunduğuna göre Yunus, Musul topraklarından Ninova’ya peygamber olarak gönderilmişti. Onlar Yunus’u tekzib edince, o onlara kızarak oradan ayrıldı. Onlar onu kaybedince de kendilerine bir azap geleceği endişesine düştüler de yırtık pırtık elbiseler giyerek kırk gece feryat ve figan ettiler. Yunus da onlara: ”Sizin müddetiniz kırk gecedir” demiştir. Bunun üzerine onlar: “Biz helak edici sebepleri görürsek sana iman ederiz” demişlerdi. Otuzbeş gece geçince gökyüzünde alabildiğine siyah bir bulut belirdi. Müteakiben bundan da şiddetli bir duman zuhur ederek, o duman şehri sarıncaya kadar alçaldı. Böylece evlerinin çatılarını simsiyah etti de onlar bunun üzerine sahraya çıktılar ve kadınlarla çocuklarını, hayvanlarla yavrularını birbirlerinden ayırdılar. Böylece onlar birbirlerine hasret duydular da sesleri yükseldi, yalvarıp yakarmalar arttı ve onlar imanlarını izhar ettiler, tevbe ederek Allah’a yalvarıp yakardılar. Allah da onlara merhamet etti ve onlardan bu hali giderdi. O gün hem Cuma idi, hem de aşure günü idi. İbn Mesud’dan şu rivayet edilmiştir: “Onların tevbeleri, zulümleri giderecek, haksızlıklara mani olabilecek bir dereceye varmıştı. Hatta birisi evinin temeline başkasına ait bir taşı koymuş ise onu (evini yıkarak) çıkarıp sahibine verebiliyordu. “Şu da rivayet edilmiştir: “Onlar alimlerinden hayatta olan yaşlı birisinin yanına varıp: “Başımıza azap geldi, ne yapmamızı tavsiye edersin?“ dediler. O yaşlı bilgin onlara: “Ey hiçbir canlı yok iken Hayy olan, ey ölüleri dirilten Hayy, ey kendisinden başka ilah olmayan Hayy (diri) diye dua ediniz“ dedi. Onlar da bu şekilde dua edince Cenab-ı Hak onlardan bu azabı kaldırdı.“ Fazl b. Abbas’tan, onların şöyle dua ettiği rivayet edilmiştir: “Rabbena! Günahlarımız haddi aştı, büyük oldu. Sen onlardan daha büyük ve yücesin. Binaenaleyh bize şanına yakışanı yap. Bize müstehak olduğumuz şeyleri yapma.”
Üçüncü mesele: Birisi şöyle diyebilir: ”Allah Teala işin sonunda Firavunun tevbe ettiğini, fakat tevbesinin kabul edilmediğini; Yunus’un kavminin ise tevbe ettiklerini ve tevbelerinin de kabul edildiğini bildirmiştir. Bu ikisi arasında fark nedir?
    Cevap: Firavun azab-ı ilahiyi görüp müşahade ettikten sonra tevbe etmiştir. Yunus’un kavmi ise azabı görmeden tevbe etmişlerdir. Çünkü onlara azab-ı ilahinin yaklaştığına delalet eden emare ve işaretler belirince, azabı görmeden hemen tevbe etmişlerdi. Dolayısıyla bu ikisi arasındaki fark ortaya çıkmaktadır.
*** Razi: “Allah’tan başka ilah yoktur. En güzel isimler O’nundur.” (Taha 8)
      Kalbin tasdikine gelince bu tasdik dilin ikrarından uzak olursa bu durumda birkaç durum oraya çıkabilir:
Tefekkür edip Allah’ı tanıyan ama bu tanımanın üzerinden kelime-i şehadeti telaffuz edebileceği bir vakit geçmeksizin bu tanıyışı üzere ölen kimseye gelince, bazı kimseler bunun imanının tam olmadığını söylemişlerdir. Ama gerçek olan onun imanının tam olmasıdır. Çünkü o mükellef olduğu şeyi yerine getirmiş ama onu lisanıyla ifade edememiştir. Binaenaleyh o sorumlu olarak kalmaz. Kitapların birisinde şunu gördüm: Ölüm meleğinin, alnı üzerinde, mümin kimse onu gördüğünde kelime-i şehadeti hatırlasın diye “La ilahe illallah“ yazılıdır. Binaenaleyh onun bunu hatırlaması bizzat onun kendi ifadesinin yerini tutar.
Allah’ı tanıyıp fakat bu tanımanın üzerinden kelime-i şehadeti telaffuz edecek bir vakitte geçen ancak ne var ki bu ikrarda bulunmayan kimsenin durumu. Gazali, bu hususta şöyle der: “Lisan kalbin tercümanıdır” denilebilir. Binaenaleyh esas maksat kalpde tahakkuk edince, onun o kelime-i şehadeti telaffuzdan imtina edişi, onun tıpkı namaz ve zekattan imtina edişi gibidir. Öyleyse bu kimse daha nasıl cehennemliklerden olabilir? Hz. Peygamber de “Kalbinde zerre kadar iman bulunan kimse, cehennemden çıkar” (Buhari, Müslim) buyurmuştur. Halbuki bu adamın kalbi imanla doludur. Diğer alimlerde şöyle demişlerdir: İman ve küfür şer’i hususlardır. Biz bu kelimeyi (kelime-i şehadeti) söylemekten imtina edenin, kafir olduğunu anlar, biliriz.
*** Razi: “Ona yumuşak söz söyleyin, olur ki nasihat dinler yahut Allah’tan korkar” ( Taha 44)
    Allah Teala’nın bu hususta haşa tereddütte olduğu manası kasdedilmiş olamaz. Çünkü bu Allah hakkında düşünülemez. Aksine bu ifade ile kasdedilen “Firavunun nasihat dinleyeceğini yahut Alllah’tan korkacağını umarak yumuşak konuşun” manasıdır. Bil ki  kalbin üç hali vardır:
a) Hak’da sebat ve ısrar  
b) Batılda ısrar 
c) Her ikisi hususunda da tevakkuf etmesi (bir karara varmaması)
     Firavun batılda ısrarlı idi ki bu, üç halin en kötüsüdür. İşte Cenab-ı Hak bundan ötürü “Ona yumuşak söyleyin olur ki nasihat dinler yahut Allah’tan korkar.” Böylece inkarından, hakkı kabule gelir. İnkarından kabule dönmese bile, en azından kalbinde bir korku meydana gelir de hiç olmazsa inkarını bırakır. İkrara geçmese bile inkarını bırakması, inkarda ısrarından daha ehvendir“ buyurmuştur. Bil ki bu mükellef  tutmanın (teklifin) sırrını ancak Allah bilir. Çünkü Allah Teala onun kesinlikle iman etmeyeceğini bildiğine göre, Firavunun iman etmesi Allah’ın değişmez ilminin zıddına bir şey olurdu. Binaenaleyh bu demektir ki Allah Teala onun imanının imkansızlığını biliyordu. Bunu bildiğine göre daha nasıl Hz. Musa’ya böyle yumuşak davranmasını emretmiş ve Firavunda bunun olmayacağını bile bile, onu Allah’a davet etmede alabildiğine iyi davranmasını bildirmiştir? Sonra farzet ki Mutezile bu soru hususunda bunu çürütecek bir şüphe zikretmeksizin, bu imkansızlığı münakaşa etmiştir. Fakat onlar da Allah’ın, Firavundan bu imanın sadır olmayacağını bildiğini, Firavunun Hz. Musa’nın kendisine gönderilmesiyle ilahi cezaya müstehak olmaktan başka istifade edemeyeceğini kabul etmişlerdir. Binaenaleyh onunla kendi karnını yarıp bağırsaklarını parçalayacağını bildiği bir kimsenin eline bıçak vermek, sonra da “Ben bu bıçağı ona iyilik olsun diye verdim” demek, rahim ve kerim olan zata nasıl uygun düşer? Kardeşim, akıllar bu sırları bilmeye güç yetiremezler ve bunun teslim olmak, (olduğu gibi kabul edip inanmaktan) itirazı bırakmaktan, kalben (düşünce bakımından) ve lisanen susmaktan başka yolu yoktur. Ka’b’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ka’b‘ın yemin ettiği zata (Allah’a) yemin olsun ki, bu husus Tevrat’ta “Ona yumuşak söz söyleyin, ama Ben onun kalbini katılaştıracağım ve o iman edemeyecek” şeklinde ifade edilmiştir.
*** Nisa 17: ”Allah ancak, bilmeyerek kötülük yapıp da hemen tevbe edenlerin tevbesini kabul eder. Ve Allah hakkıyla bilendir, hakim olandır.”
     Nisa 18: ”Ve tevbe o kimse için değildir ki, günahları yapar dururlar. Vakta ki kendilerinden birine ölüm gelip çatınca: Ben şimdi tevbe ettim, der ve kafir oldukları halde ölenler için de değildir. İşte biz onlara elim bir azap hazırlamışızdır.”
      Bakın 18. ayetteki kişi müslümandır. Dikkat edilirse kötülük (seyyiat) geçiyor. Günah işleyen ise kafir olmaz. Zira peşinden gelen “ve kafir oldukları halde ölenler için de“ kısmı kasdedilen kişinin mümin olduğunu gösterir. Bu ayetten kasdedilen: Diyelim bir mümin içki içiyor, bu günaha ısrarla devam ediyor ve öleceğini hissedince “Şimdi içki içmeye tevbe ettim“ diyor. İşte bu hususta bir tehdit var. Yani tevbeyi geciktirmek kınanıyor. Yoksa muhaliflerimizin iddia ettiği gibi, son nefeste iman edildiğinde bu imanın kabul edilmeyeceği manası ayette yoktur.
Nisa 18. ayetin başındaki (ve leysetit) ifadesi, (olmadı, değil) manasına gelir. Kasdedilen mümin kişidir. O halde mana, mümin kişi için “Günahlarından son anda yaptığı bu tevbe uygun olmadı” demektir. Tevbeyi bu kadar geciktirmiş olmasını kınamak manası vardır. Kafir olarak ölen zaten ebedi cehennemliktir. Ayetin başındaki “olmadı, değil” ifadesi mümin için: “Kötülükleri yapıp dururken öleceğini hissettiğinde, yapmış olduğu tevbeyi, bu kadar tehir etmesi uygun olmadı” manasındadır. Esasen Nisa 48. ayette bildirildiği üzere Allah küfür harici bütün günahları dilediği için bağışlar. Hal böyle olunca Nisa 18. ayetteki günahkar mümin, işlemiş olduğu günahlardan son anda tevbe etmese bile, Allah onun günahlarının dilediği kadarını bağışlayabilir.
  Nisa 48: “Doğrusu Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başkasını, dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir günah ile iftira etmiş olur.”
     Süleyman Ateş’in tefsirinde Nisa 18. ayetin izahında şu rivayet vardır: Abdullah İbn Abbas şöyle demiş: “Yüce Allah (Yoksa kötülükler yapıp yapıp da nihayet ölüm gelip çatınca: “Ben şimdi tevbe ettim” diyenlere ve kafir olarak ölenlere tevbe yoktur) ayetinden sonra  (Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bunun dışındaki her günahı dilediğine bağışlar) ayetini indirmek suretiyle kafir olarak ölene mağfireti haram kılmış, tevhid (iman) ehlini de meşietine (dilemesine) bırakmış, onları ümitsizlikten kurtarmıştır.”
    Kur’an’ın diğer ayetlerinde kafir olarak ölenlerin ebediyyen cehennemde kalacakları bildiriliyor. Dolayısıyla bu ayet; bir kişi küfür itikadını sürdürürken yaptığı, yapacağı tevbe (olmadı, değil) denmekle, bu tevbe kabul edilmez manası kasdediliyor. Yani kişi küfür halinde tevbe ediyor ama, tevbe ederkende küfür itikadını sürdürüyor.
    Örnek: Daha evvel belirttiğimiz gibi kendini müslüman kabul eden insanların tamamına yakını kadere inanmaz. Lakin inandığını zanneder; kendini müslüman sayar. Eğer bu kişi, bu küfür itikadından vazgeçmezse, ne kadar tevbe ederse etsin kabul edilmez. Burada bir incelik vardır. O da şudur: Kişi küfür itikadında olduğunu bilmese bile kafir olur. Dolayısıyla kendince, kadere özgürlüğü savunan şekliyle inanan, haberi olmasa bile kafirdir. Bu kişi öleceği zaman veya sağlıklıyken de “Allah’ım beni affet, bağışla” şeklinde tevbe etmiş olsa bile, bu kişi küfür itikadını sürdürdüğünde bu tevbesi olmaz, kabul edilmez. Yani ayetin başındaki (olmadı, değil) ifadesi günahkar mümin için kınama manasında olup “Tevbeyi bu kadar geciktirmen uygun olmadı” şeklinde iken; yine aynı (olmadı, değil) ifadesi kafir olarak ölenlere ise şu manadadır: ”Küfür itikadını sürdürürken yaptığın, yapacağın tevbe olmadı, kabul değil” demektir. Yani ayetin başındaki (olmadı, değil) ifadesi iki değişik anlam içermektedir.  
*** Yunus 98: ”Fakat o vakit inanıp da imanları kendilerine fayda vermiş bir kasaba (halkı) olsaydı ya? Ancak Yunus’un kavmi iman ettikleri vakit, dünya hayatında o rezillik azabını üzerlerinden kaldırmış ve bir süre onları rahata kavuşturmuştuk.”
    Mümin 83: ”Peygamberleri onlara daha apaçık mucizeler getirince, kendilerinde bulunan bilgi ile gururlandılar. Alaya aldıkları azap kendilerini kuşatıverdi.”
    Mümin  84: ”Artık o çetin azabımızı gördükleri zaman: ”Allah’a inandık ve O’na ortak koştuğumuz şeyleri inkar ettik” derler.
    Mümin 85: ”Fakat azabımızı gördükleri zaman imanları kendilerine bir fayda vermeyecektir. Allah’ın kulları hakkında cari olagelen adeti budur. İşte o zaman kafirler hüsrana uğrayacaklardır.”
   Yusuf 110: “Öyle ki peygamberler ümitsizliğe düşüp, yalanlandıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmiştir. Böylece istediğimizi kurtarırız. Azabımız suçlu milletten geri çevrilemeyecektir.”
      Mümin 85. ayeti, Yunus 98. ayetle beraber düşündüğümüzde bakın ne oluyor? 85. ayetten kasdedilen, onların imanının kabul edilmeyeceği değil, onlara gelen azabın geri çevrilmeyeceğidir. Görüldüğü gibi Yunus’un kavmine azap geldi. Lakin onlar iman edince azap geri çevrildi. Bu bir istisna idi, sünnetullah azap geldiğinde geri çevrilmeme ve orayı harap etme şeklinde iken, bu istisna sadece Yunus kavmine yapılmıştı. Zaten 85. ayetteki “Allah’ın adeti” ifadesi bunu anlatıyor. Dolayısıyla 85. ayetle anlatılanın bizim dediğimiz husus olduğu sabit olur. “İşte o zaman kafirler hüsrana uğrayacaklardır” ifadesi  şu manadadır: Azap geldiğinde hala iman etmeyenler olabilir, işte bu kafirler kasdediliyor.
*** Neml 11: ”Ancak benden haksızlık yapan korkar. O da sonra yaptığı kötülüğü iyiliğe çevirirse, bilsin ki ben, ona karşı da çok bağışlayıcı ve çok merhamet sahibiyim.”
     Furkan 68: ”Onlar ki, Allah ile beraber bir başka ilaha tapmazlar. Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim de bunları yaparsa, cezaya çarpar.
     Furkan 69: ”Kıyamet günü azabı kat kat olur ve orada alçaltılmış olarak temelli kalır.”
     Furkan  70: ”Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcı, engin merhamet sahibidir.”
     Furkan 71: ”Kim tevbe edip iyi davranış gösterirse, şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner.
    Maide 39: “Yaptığı zulümden sonra tevbe edip düzelen kimse bilsin ki, Allah onun tevbesini kabul eder. Allah bağışlayıcıdır, esirgeyicidir.”
--- Yorum: Bu ayetler küfürden yapılacak tevbenin kabul edileceğine delildir. Ve mutlak ifadelerdir. Yani son nefeste iman, şeklinde bir ayrım yoktur.
*** Yunus 98. ayette, Yunus kavmine azap geldiğinde iman etmeleriyle birlikte azabın kaldırıldığı bildiriliyor. Onların imanı kabul oluyor da, neden Firavunun imanı kabul olmuyor? Fark nedir? Bazıları diyor ki: “Yunus kavmi azabın belirtilerini gördü, azabı uzaktan gördü; oysa Firavun azap geldiğinde iman etti.”
      Cevap: Ayette Yunus kavminin azabın belirtilerini gördüğü ve dolayısıyla azabı hiç tatmadığı anlamı yoktur.
*** Yunus 90: ”Ve sonra İsrailoğullarını denizden aşırdık. Firavun düşmanca saldırmak için derhal adamlarını ve askerlerini arkalarına düşürdü. Ta ki, suda boğulmaya başlayınca: ”İnandım, gerçekten de İsrailoğullarının iman ettiğinden başka ilah yoktur. Ben de O’na teslim olanlardanım” dedi.
    Yunus 91: ”Şimdi mi? Oysa bundan önce hep isyan etmiştin ve fesatçılardan idin.”
     Yunus 92: ”Biz de bugün senin bedenini arkadan gelenlere bir ayet, (alamet) olsun diye kurtaracağız. Bununla beraber insanların birçoğu ayetlerimizden yine de gafildirler.”
     Ayette “Şimdi mi?” deniyor. Bu ifade imanın kabul edilmediği manasında değildir. Burada kasdedilen Firavunun kınanması, azarlanmasıdır. İman etmeyi bu kadar geciktirdiği için. Mesela biri bize yıllarca kötülük yapar, eder. Lakin bir gün çıkagelir ve hatalı olduğunu, kendisini affetmemizi söyler. Bunun üzerine dersiniz ki: ”Şimdi mi?“ bu ifadeyi söylersiniz ama icabında özrünü kabul de edebilirsiniz. Yani onu azarlarsınız ve ona kırgın olduğunuzu ima edersiniz. Lakin yine de özrünü kabul edebilirsiniz. Bu ayetten şu da çıkar ki: Bazıları diyor ki: Firavun iman ettiğini söyledi ise de, imanında samimi değildi ya da samimi olmayabilir.
    Cevap: Ayetteki “Şimdi mi?” ifadesi Firavunun imanında samimi olduğunun kesin delilidir. Zira Allah onun içinde ne gizlediğini bilir. Onun samimi olup olmadığını da bilir. Onun samimi olmadığını düşündüğümüzde ona “Şimdi mi?“ denilmesi uygun düşmezdi. Bu ifade ancak Firavunun imanında samimi olduğunda manasını bulur.
     Kur’an’ın bir özelliği vardır: Az kelimeyle çok anlam ifade etmek. Buna (hazf) denir. Dikkat edilirse, ayette (Bugün) ifadesi olmasaydı bile, biz bu kurtarma işinin o zamanlar olduğunu anlardık. O halde ayetteki (Bugün) ifadesinin ince bir manası var. Bizce mana şu: ”Bugün yani dünyada senin bedenini kurtarırız. Ahirette ise hem bedenini hem de ruhunu kurtarırız“ Firavun bunca yaptıklarına rağmen, tevbe edince, iman edince bedenini kurtardık ki, sonradan gelenler Allah’ın rahmetinin genişliğini bilsinler. Bu onlara ibret, ders, ayet olsun. Ve Allah’ın rahmetinden ümit kesmemek lazım geldiğini görsünler.
     “Bununla beraber insanların birçoğu ayetlerimizden yine de gafildirler” ayetinin manası ise: Yani bununla beraber insanların çoğu Allah’ın geniş rahmetinden, bağışlamasından gafildirler. Çoğu hatalarını büyük görüp, Allah’ın bunları bağışlamasını uzak görürler. İnsanların çoğunda ben şu düşünceyi görüyorum: ”Bir suç işlendiğinde veya bu suç ısrarla yapıldığında illa ki onun cezasını vermek lazım. Verilmezse yanlış olur.” Bir de insanların genelde birbirlerine karşı güvensizliği vardır. Ve özellikle yabancılara karşı bir önyargı ve güvensizlik hakimdir. Hal böyle olunca dikkat edin, Firavunun durumunu Kur’an’da okuyunca insanların ekserisi ayetleri kendi dünya görüşleri gibi algılamaya meyilli oluyorlar: Kin ile öfkeyle…
Hicr 56: “İbrahim dedi ki: Rabbimin rahmetinden sapıklardan başka kim ümid kesebilir.”
*** Yunus 96: ”Doğrusu aleyhlerinde Rabbinin ezeli hükmü kesinleşmiş olanlar imana gelmezler.”     
     Yunus 97: ”Onlara bütün mucizeler hep birden gelse, yine de o acıklı azabı görünceye kadar (inanmazlar.)”
     90. ayette Firavunun iman ettiği bildiriliyor. Ve bu ayetlerde, hakkında aleyhinde hüküm geçenlerin yani kafir olarak ölmesi irade edilenlerin, ne kadar ayet, mucize görürlerse görsünler ölümden sonraki azabı görünceye kadar iman edemeyecekleri bildiriliyor. O zaman şu sonuç çıkar: Madem Firavun iman etti, o halde demek ki, hakkında aleyhinde olarak ezeli hüküm, yani kafirlik geçmedi. Demek ki o müslümanlardandır. Zaten bizim dediğimizi reddedenler yani, ”Firavunun imanı kabul edilmemiştir” diyenler; bu ve bununla ilgili diğer ayetleri inkar etmiş olurlar. O halde şunu anlarız ki, dünyada iman eden, bu ayetteki “aleyhlerinde Rabbinin ezeli hükmü kesinleşmiş olanlar” ifadesiyle zikredilen zümreden çıkmış olur. 
     Dense ki: Ama “azabel elim” den kasıt son andaki dünyevi azaptır?
     Cevap: Bu “azabel elim” öldükten sonra vuku bulacaktır. Eğer size göre “azabel elim” denizin yarılması ise, ayın yarılması da bir mucizeydi, ayetti; sopanın yılan olması da, ölüleri diriltmek de,  parmaktan su çıkması da. Halbuki ay yarıldı, sopa yılana döndü lakin yine inanmayan oldu. Ayette “azabel elimi görünceye dek (inanmazlar)” denmesi, “azabel elim” in son bir ayet, alamet ve durum özelliğinde olduğunu gösterir. Ve ayette “Onlara bütün mucizeler, ayetler hep birden gelse“ buyurulması, (bütün mucizeler, ayetler) manasındadır. Ve denizin yarılması da, ayın yarılması da, sopanın yılana dönmesi de bütün bu mucizelerin, ayetlerin içindedir. Hepsi mucize olmakta ortaktır. Halbuki ayette, bütün mucizelerden sonra ayrıca “azabel elim” denmesi, bunun; bu anlatılanlardan başka bir şey olduğunu ortaya koyar. Bu ise kişinin öldükten sonra başına gelecek olan azaplardır. Demek ki “azabel elim” i gördüklerinde bütün kafirler inanıyor, iman ediyorlar. Fakat öldükleri için bu imanları onları cehennem azabından kurtarmıyor. Hadislere baktığımızda kıyamet alametlerinden birkaçı çıktığında artık iman edildiğinde bu iman kabul edilmez deniyor. Lakin bu ayetde ise haklarında aleyhlerinde ezeli hüküm geçenler yani kafir ölmesi Allah tarafından irade edilenler, ne kadar mucize, ayet görürlerse görsünler iman etmezler deniyor. Yani ayette kesin olarak iman etmezler deniyor, hadislerde ise iman eder lakin kabul edilmez deniyor. Kur’an’ın diğer ayetlerinde iman edildiğinde bu imanın kabul olunacağı bildirilmişti. Yani ayetlerle, bu husustaki hadisler birbirleriyle uyuşmuyor, zıtlık oluyor. O halde ayetin ifade ettiği manayı kabul ediyorum; bu husustaki hadisleri reddediyorum. Ve kıyamet alametlerini gören bir kişi iman etse bu iman kabul edilir, diyorum.
*** Soruyorum: Firavun ve çevresindekiler suda boğulduğunda, Firavundan başka da iman eden olabilir. İman etmeyen de olabilir. Düşünelim; eğer bu anda edilen imanın kabul edilmeyeceği düşünülürse ortaya şu çıkar: Bu zor durumda inanan ile inkarını bu mucizeye rağmen sürdüren iki çeşit insan karşımızdadır. Sizce bunların hiç farkı yok mu? Biz insanların görüş açısına göre bile, bu durumdaki iki insandan pişman olan ile inkarını devam ettiren kimse arasında ayırım yaparız ve bunun lazım olduğunu düşünürüz. Biz bile af dileyene karşı; onu affetme hissi duyarız, onu diğeri ile bir tutmayız. Hal böyleyken bize inanmayanlar; kendilerinin dahi ekseriyetle yapmayacağı bir fiili (bu iki insan arasında fark görmeme, ayrım yapmama) merhametlilerin en merhametlisi Allah’a yakıştırıyorlar.
 Fatır 19: “Görmeyenle gören bir değildir.”
 Fatır 20: “Karanlıklarla aydınlık da bir değildir.”
 Fatır 21: “Gölgelik ile sıcaklık da öyle.”
 Fatır 22: “Diriler ile ölüler de bir olmaz. Doğrusu Allah, dilediğine işittirir, yoksa sen kabirlerde bulunanlara (inatçı kafirlere) işittirecek değilsin.”
 Zümer 9: “Yoksa inkarcı, geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen ve Rabbinin nimetini dileyen kimse gibi midir? Ey Muhammed! De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.”
Mümin 58: “Kör ile gören, inanıp iyi amelde bulunanla, kötülük yapan bir olmaz. Ne kadar az düşünüyorsunuz!”
Fussilet 33: “İnsanları Allah’a çağıran, iyi iş yapan ve: “Ben müslümanlardanım“ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?”
Ra’d 16: “De ki: Kör ile gören bir olur mu hiç? Ya da karanlıklarla aydınlık eşit olur mu?”
Hicr 13: “Kendilerinden öncekilerin başlarına gelenler bilindiği halde, yine de ona inanmazlar.”
Hicr 14: “Onlara gökten bir kapı açsak da oradan çıkmaya koyulsalardı.”
Hicr 15: “Gözlerimiz döndürüldü, biz herhalde büyülendik” derlerdi.”
*** Aişe’den rivayet olunduğuna göre; sıdıka-i müşarün-ileyha demiştir ki:
 Resulullah:
_  (Ahir zamanda) bir güruh Kabe’yi (tahrib) kasd edecektir. Bunlar Beyda mevkiine geldiklerinde başbuğlarından son neferlerine kadar (ortaları da müstesna olmayarak) yere batırılırlar. (Yalnız muhalefet edip ayrılanlar kurtulup haber verirler) buyurdu.
Ben:
_ Ya Resulullah! Bunlar başlarından sonuna kadar nasıl batırılırlar; halbuki bunların arasında (bey-u şira ile geçinen) çarşı halkı vardır ki, bunlardan ma’dud değildirler, dedim.
Resul-i Ekrem:
_ (Evet) bunlar başlarından sonuna kadar batırılırlar. Sonra bu batanlar (kıyamet gününde) niyetlerine göre ba’s (Haşr-ü Neşr) olunurlar, buyurdu. (Buhari)
*** el-Müseyyeb bin Hazr’dan
     “Ebu Talip ölürken, Allah Resulü onun yanına geldi. Bir de baktı ki Ebu Cehl bin Hişam ve Abdullah bin Umeyye bin el-Muğire oradalar. Amcasına hitaben dedi ki: “Ey amca! La İlahe İllallah“ de de, Allah indinde onunla seni savunayım. Hemen Ebu Cehl ile Abdullah: ”Sen Abdulmuttalib’in dinini bırakacak mısın?” diye müdahale ettiler.
     Peygamber ne zaman amcasına aynı şeyi tekrar ettiyse, onlar da ona daha önce söylediklerini  tekrar ettiler. Nihayet Ebu Talip’in son sözü Abdulmuttalib’in dini üzere olduğunu ikrar etmesi oldu. Böylece “La İlahe İllallah“ demekten kaçındı. Bunun üzerine Peygamber ona: “Bana yasaklanmadıkça mutlaka Allah’tan senin için af ve mağfiret dileyeceğim” buyurdu. Nihayet  ”Peygamber ve iman edenlere, müşrikler için istiğfar etmeleri yaraşmaz” mealindeki ayet (Tevbe 113) ile “Şüphesiz sen sevdiğini hidayete erdiremezsin, bilakis Allah dilediğine hidayet eder ve hidayete ermiş kimseleri daha iyi bilir” mealindeki ayet (Kasas 56) nazil oldu. (Buhari, Müslim, Nesai)
*** Resulullah buyurdu ki: “Allah, canı boğazına gelmemiş olan kulun tevbesini kabul eder.”  (Tirmizi, İbn Mace, İbn Hanbel) 
*** Naziat 24: “Sizin en yüce Rabbiniz benim“ dedi.
     Naziat 25: “Allah’da onu Son’un ve İlk’in azabıyla cezalandırdı.”
_ Kitap: Yüce Kur’anın Çağdaş Tefsiri    Yazar: Süleyman Ateş
 Naziat 25: “İlk sözü, Musa’yı yalanlaması, son sözü de “Ben sizin en yüce Tanrınızım” demesidir. Yahut Allah ona ömrünün evvelinin ve sonunun cezasını verdi, diyenlerde olmuştur.”
_ Kitap: Hak dili Kur’an dili    Yazar: Elmalılı Hamdi Yazır
Naziat 25: Ahiret ve ula’dan anlaşılan ahiret ve dünyadır ki, dünya eziyeti boğma ile olmuştur. Böyle ise de burada ahiret sonraki, ula önceki anlamına olarak     “Sonrakinin ve öncekinin eziyeti olmak üzere tuttu alıverdi” ve sonrakinden amaçlananın “Ben sizin en büyük Rabbinizim” kelimesi, öncekinden kasdedilenin de “Benden başka ilahınız olduğunu bilmiyorum”  (Kasas 38) kelimesi olduğu İbni Cerir tefsirinde yazılıdır.
_ Kitap: Hulasat’ül Beyan Fi Tefsir’il Kur’an      Yazar: Konyalı Mehmed Vehbi
Naziat 25: … Razi ve Ebussuud’un beyanları veçhile bu ayette ahire ve ula ile murad; Firavundan sudur eden iki kelime olduğu İbn Abbas Hazretlerinden mervidir. İki kelimeden birisi “Sizin için benden başka bir ma’bud bilmiyorum.” Diğeriyse “Ben sizin büyük Rabbinizim” ifadesidir ki; bu iki kelime arasında kırk sene geçmiştir. Zira evvelkini söylediğinde Cenab-ı Hak derhal ahzetmemiş, kırk sene sonra ikinciyi söyleyince ahzetmiştir ki, kullarının kusurunu ihmal edip ihmal etmediğine dahi tenbih buyurmuştur. Buna nazaran mana-yı ayet: (Firavun ikinci kelime olan “Ben sizin büyük Rabbinizim” demeye cür’et edince Allahu Teala onu kelime-i ahiresiyle ta’zib etti ve her ikisine de cezasını verdi) demektir.
--- Yorum: Bu ayetin tefsirinde dünya ve ahiret şeklinde mana veriliyor ise de biz ilk ve son şeklinde verilen manayı alıyoruz. Dolayısıyla firavunun boğulması dünya azabıydı. Yani mana şöyle oluyor: Firavun bu iki sözünden, azaba yakalandı. (Kasas 38, Naziat 24) Bu azap ise dünyada boğulmaktı.
*** Mü’min 45: “Allah o adamı kurmak istedikleri o azaptan korudu. Kötü azap Firavunun adamlarını sardı.”
     Mü’min 46: ”Onlar, sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet gelip çattığı gün: ”Firavunun adamlarını azabın en ağırına atın!” denir.”
--- Yorum: 45. ayette “Firavunun adamları“ deniyor. 46. ayette “Onlar” deniyor. Burada kasdedilen Firavunun adamlarıdır, Firavun değildir. 
*** Hud 96: ”Andolsun Musa’yı da ayetlerimizle ve apaçık bir belge ile gönderdik”
     Hud 97: “Firavuna ve cemaatine. Bunlar Firavunun emrine uydular. Halbuki Firavunun emri hak değildir.”
     Hud 98: “Kıyamet günü, kavminin önüne düşer. Artık o bunları ateşe götürmüştür. O, varılan yer ne kötü bir yerdir.”
     Hud 99: ”Hem burada hem de kıyamet gününde lanetle izlendiler. Onlara verilen bu karşı destek ne fena bir destektir.”
---Yorum: Emir: Emretmek, iş, hal, durum, husus
Yektumu: Öncülük etmek, öne geçmek, kumanda etmek, başına geçmek, götürmek.
      Firavunun kavmi, adamları; firavunun emrine, işine, durumuna uydular. Oysa firavunun emri, işi, durumu doğru değildir. Öncülük etti, götürdü. Kavmini kıyamet günü ateşe götürecektir. Yani, firavunun halini, durumunu örnek alıp uymaları, onların uyduğu firavunun hali, onlara kıyamet günü öncülük edecek, ateşe götürecek, demektir. Firavunun haline uymaları, uydukları firavunun işi , durumu onlara rehber olup, onları cehenneme sürükleyecektir. ”Kıyamet günü kavminin önüne düşer” ayetindeki “düşer” ifadesiyle kasdedilen, firavunun emri, işi, durumudur. Yani firavunun iman etmeden önceki halleri, işleri, düşünceleridir. Firavunun adamları, firavunun bu düşüncelerini, işlerini benimseyip uyduklarından, firavunun emri önlerine düşer, onlara rehber olur. Yani ayet “Madem siz bu durumlara, işlere dünyadayken uydunuz, arkasından gittiniz; kıyamette de ibret ve ceza olarak yine arkasından gidin, ama cehenneme!” manasındadır. Buradaki lanet de yine  firavunun adamlarınadır. Yani firavunun adamlarından iman etmemiş olanlar için. Zira firavunun adamları içinde, boğulma hadisesinde iman edenler de olabilir.  “Kavminin önüne düşer” ifadesiyle ilgili olarak açıklama: Bir önceki ayette iki kere firavunun emrinden bahsediliyor. Burada ise “düşer” deniyor. Dolayısıyla ne düşer? Evvelki ayette zikredilen firavunun emri, iman etmeden önceki hali, durumu önlerine düşer diyoruz.    
***  En’am  158: ”Onlar ancak şunu gözlüyorlar ki, kendilerine melekler geliversin veya Rabbin geliversin veya Rabbinin bazı  ayetleri, alametleri geliversin. Ancak Rabbinin bazı alametlerinin geldiği gün, önceden iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış bir kimseye o günkü imanı hiçbir fayda vermez.”
---Yorum: Dünyevi azap geldiğinde daha önce inanmamış ve imanında hayır kazanmamış kişiler bu anda inansalar bile azap geri çevrilmez demektir. Yani imanları kabul edilmez manasında değildir. “Önceden iman etmemiş” kişiden kasıt, azap gediğinde inanıyor, evvelden inanmamıştı demektir. Fakat inandıktan sonra hayır denebilecek bir şey yapıyor. Mesela çevresindekileri uyarıyor, onların da iman etmesine vesile oluyor. Yahut Allah’ı zikrediyor, dua ediyor. “İmanında hayır kazanmamış” ifadesiyle kasdedilen ise, son anda iman etmiş ve ölmüş; yani imanından başka, hayır kazanacak bir şey yapmadan ölmüş kimse demektir. Firavun gibi. Bu iki durum için örnek:
      Birinci durumda: Hz. Nuh’un oğlu. Sular yükseliyor, o bu durumu müşehade ediyor, daha yükseklere çıkmaya çalışıyor. Yani suların yükselmesi olayında Hz. Nuh’un oğlu hemen ölmüyor; su yavaş yavaş yükseliyor. işte burada, bu şekildeki bir helakta, azapta belde ahalisi için imandan sonra hayır yapabilecekleri zamanları oluyor.
   Hud 42: “Gemi içindekilerle birlikte, dağlar gibi dalgalar arasında akıp gidiyordu. Nuh ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna bağırdı: “Yavrucuğum, gel, bizimle beraber bin! Kafirlerle beraber olma!”
  Hud 43: ”O, dedi ki: ”Ben, beni sudan koruyacak bir dağa çıkacağım.” Nuh da “Bugün Allah’ın merhamet ettiğinden başkasını, Allah’ın bu emrinden koruyacak kimse yoktur” dedi. Derken dalga aralarına giriverdi. O da boğulanlardan oldu.”
      İkinci durumda: Firavunu örnek veriyorum. Ordusuyla Hz. Musa’yı takip ederken, birden bire sular kapandı, Firavun iman etti ve hemen boğuldu. Burada imandan başka hayır işlemeye fırsatı, zamanı olmadı. İşte ayetteki ifadelerin anlamı budur. Tefsirlerin neredeyse tamamı, Firavunun imanının kabul edilmediğini savundukları için “imanında bir hayır kazanmamış” ayetinin yorumunda çok güçlük çekiyorlar ve bu noktada tatmin edici bir izah yapamıyorlar.  
*** Firavun müslüman olarak ölmüştür. Allah dilerse onu cehennem azabına uğratmadan cennete koyar. Dilerse, dilediği kadar cehennem azabına uğratıp, ondan sonra cennete koyar.     
 
Not: Artık Allah’ın iradesini inkar ettiğimden, bu ifadeyi şöyle manalandırıyorum; yani Allah’ın ilminde firavunun nasıl bir karşılık göreceği varsa, o başına gelir. Yaptıklarına karşılık olarak cezalandırılması varsa cezalandırılır eğer cezalandırılması yoksa cezalandırılmaz.                                                
    

 
************************************************************ ************************************************************ ************************************************************ ********************

Peygamberlerin ismeti (korunmuşluğu) meselesi:

Razi’nin, “Peygamberlerin Masumiyeti” adlı kitabının incelenmesi.  (İlim yayınları)

Adem peygamber

Taha 121: “Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. (Bu suretle) Âdem Rabbine âsi olup yolunu şaşırdı.”
Taha 122: “Rabbi yine de onu seçip tevbesini kabul etti, ona doğru yolu gösterdi.”
Bakara 37: “Adem, Rabbi'nden emirler aldı; onları yerine getirdi. Rab'ı de bunun üzerine tevbesini kabul etti. Şüphesiz o tevbeleri daima kabul edendir, merhametli olandır.”
Araf 23: “İkisi dediler ki: Rabbımız; kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamazsan ve bize merhamet etmezsen; muhakkak ki biz, hüsrana uğrayanlardan oluruz.”

ibrahim peygamber

Bakara 260: “İbrahim: "Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster" dediğinde, "İnanmıyor musun?" deyince de, "Hayır öyle değil, fakat kalbim iyice kansın" demişti. "Öyleyse dört çesit kuş al, onları kendine alıştır, sonra onları parçalayıp her dağın üzerine bir parça koy, sonra onları çağır; koşarak sana gelirler. O halde Allah'ın güçlü ve Hakim olduğunu bil" demişti.”
   İbrahim peygamberin ölüleri diriltme hususunda  Allahın bunu yapabileceğine tam olarak inanmadığını iddia ettiler.

Diyorlar ki: İbrahim peygamber babası için mağfiret talebinde bulundu. Oysa babası kafirdi ve kafir için mağfiret talep etmek caiz değildir. Böylece İbrahim peygamber caiz olmayan bir iş yapmıştır.
Meryem 47: “İbrahim söyle cevap verdi: "Sana selam olsun. Senin için Rabbim'den mağrifet dileyeceğim, çünkü O, bana karşı çok lütufkardır."

Şuara 86: “Babamı da bağışla. Şüphesiz o, sapıklardan olmuştur.”

Bu ayetler gösteriyor ki ibrahim peygamber babası için mağfiret dilemiştir. Babasının kafir olduğu hususu ise Kuran nassı ve icma ile sabittir. Ayrıca kafir için mağfiret dilemek iki sebepten dolayı caiz değildir.

Tevbe 113: “Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, puta tapanlar için mağfiret dilemek Peygamber'e ve müminlere yaraşmaz.”
  İşte bu mukaddimelerle  İbrahim peygamberin caiz olmayan bir işi yaptığı sabit görülmüştür.

Mümtehine 4:” İbrahim ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Onlar milletlerine söyle demişlerdi: "Biz sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız; sizin dininizi inkar ediyoruz; bizimle sizin aranızda yalnız Allah'a inanmanıza kadar ebedi düşmanlık ve öfke başgöstermiştir." Yalnız, İbrahim'in, babasına: "And olsun ki, senin için mağfiret dileyeceğim, fakat sana Allah'tan gelecek herhangi bir şeyi savmaya gücüm yetmez" sözü bu örneğin dışındadır. Ey inananlar! Deyin ki: "Rabbimiz! Sana güvendik, Sana yöneldik; dönüş Sanadır."

  Bu ayette İbrahim’in  söz konusu işi dışında örnek alınması emrediliyor. İşte bütün bunlar söz konusu işin isyan olduğu sonucunu ortaya koymaktadır.

Yusuf peygamber

Yusuf 100:” Ana-babasını tahtın üzerine çıkarıp oturttu. Hepsi onun için secdeye kapandılar. Dedi ki: Babacığım; işte bu; vaktiyle gördüğüm rüyanın gerçekleşmesidir. Doğrusu Rabbım, onu gerçekleştirdi ve bana ihsan etti de; şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni zindandan çıkardı ve sizi çölden getirdi. Muhakkak ki Rabbım, dilediğine lütufkardır. Muhakkak ki O'dur O, Hakim, Alim”

Peki kendisine secde etmelerine nasıl rıza gösterdi? Allah’tan başkasına secde edilemezken?

*** Musa peygamber:

Kasas 15: “ Musa, halkının haberi olmadığı bir zamanda, şehre girdi. Biri kendi adamlarından, diğeri de düşmanı olan iki adamı döğüşür buldu. Kendi tarafından olan kimse, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Musa, onun düşmanına bir yumruk vurdu; ölümüne sebep oldu. "Bu şeytanın işidir; çünkü o apaçık, saptıran bir düşmandır" dedi.”

     Burada iki önemli nokta çıkıyor karşımıza; ölen kıpti ya ölümü hak etmişti ya da suçsuzdu.  Eğer birinci şık doğru idiyse Musa neden: “Bu şeytanın işidir” (Kasas 15), "Rabbim! Doğrusu kendime yazık ettim, beni bağışla” (Kasas 16) ve "O işi kasden yaptımsa sapıklardan biri sayılırım” (Şuara 20) dedi. Şayet doğru olan ikinci şık ise öldürmekle zaten günahkar olmuştur.

  Yine görüyoruz ki Harun peygamber “…sakalımdan tutma..” (Taha 94) sözüyle Musa’yı bu hareketten menediyor. Eğer Musa yaptığı işte haklı ise, bu işe engel olmakla Harun günah işlemiştir. Çünkü bu, doğru hareketin yerine getirilmesine engel olmaktır. Şayet Harun bu tepkide haklı ise söz konusu hareketiyle Musa günah işlemiştir.

Zekeriyya peyagambaer:

Meryem 7: “Allah: "Ey Zekeriya! Sana, Yahya isminde bir oğlanı müjdeliyoruz. Bu adı daha önce kimseye vermemiştik" buyurdu.”
Meryem 8: “Zekeriya: "Rabbim! Karım kısır, ben de son derece kocamışken nasıl oğlum olabilir?" dedi.”
Meryem 21: “Cebrail: "Bu böyledir, çünkü Rabbin, 'Bu bana kolaydır, onu insanlar için bir mucize ve katımızdan da bir rahmet kılacağız; hem bu önceden kararlaştırılmış bir iştir' diyor" dedi.”

  Ayetlere dayanarak Zekeriyya’nın Allah’ın kudreti konusunda şüpheye düştüğü görüşünü  ileri sürdüler.


Muhammed peygamber:

İddiaları şöyle: Birlikte çıkılacak bir cihad hareketine katılmamak için bir grup ondan izin istedi ve o da bu izni verdi. Hemen ardından: “Allah seni affetsin. Doğrular sana besbelli olup yalancıları bilmeden önce neden onlara izin verdin?” (Tevbe 43) ayetinin indiğini görüyoruz. Biliyoruz ki, af ancak işlenen bir günah için söz konusudur. Dolayısıyla bu ayet  onun günah işlediğini gösterir.


Feth 1:” Muhakkak ki Biz; sana, apaçık bir feth ihsan ettik.”
Feth 2:“Ta ki Allah; senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın. Sana olan nimetini tamamlasın ve seni doğru yola eriştirsin.”
 
 Bu bir bağışlama olayının açıklamasıdır diyorlar.


Abese 1: “Yüzünü asıp çevirdi”
Abese 2: “Kendisine a'ma geldi diye.”

Ayetinden yola çıkan muhalifler, gözleri görmeyen İbn ummu-gulsum’den yüz çevirdiği için Allah’ın onu azarladığını iddia etmekteler.


Tevbe 117: “Andolsun ki Allah, Peygamberin ve güçlük anında ona uyan muhacir ve ensarın tevbelerini kabul etti. İçlerinden bır kısmının kalbleri kaymak üzere iken yine de onların tevbesini kabul buyurdu. Çünkü O, kendilerine Rauf ve Rahim'dir.”

Ayetini öne sürüyorlar  ve diyorlar ki: Eğer ortada bir tevbe olayı varsa, muhakkak surette ondan önce işlenmiş bir günah da vardır.


Mümin 55: “Şu halde sen sabret. Gerçekten Allah'ın va'di haktır. Günahın için mağfiret dile; akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et.”

Ayeti ile “Şüphesiz ki ben bir gün ve gecede muhakkak surette yetmiş kere Allah’tan mağfiret talebinde bulunurum.” Hadisini ileri sürerek bu ayet ve hadiste herşey açıktır, diyorlar.

Tahrim 1: “Ey peygamber, niçin Allah'ın sana helal kıldığı şeyi,eşlerinin, hayrı için kendine haram kılıyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.”
 
 Ayetinin dış anlamı açıkça bildirmektedir ki; o caiz olmayan bir şeyi yapmıştır.

Tahrim 8: “Ey iman edenler, Allah'a kesin (nasuh) bir tevbe ile tevbe edin. Olabilir ki, Allah, sizin kötülüklerinizi örter ve altından ırmaklar akan cennetlere sokar. O gün Allah, Peygamberi ve onunla birlikte iman etmekte olanları küçük düşürmeyecektir. Nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşup-parıldar. Derler ki: "Rabbimiz nurumuzu tamamla, bizi bağışla. Şüphesiz sen, her şeye güç yetirensin."

Not: buraya kadarını kitaptan aldım.

*** Peygamberler Allah’a kulluk etmekle mükellef değil midir?
  Kehf 29:” De ki: Gerçek, Rabbınızdandır. İsteyen inansın, isteyen inkar etsin. Şüphesiz ki zalimler için, duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmış bir ateş hazırlamışızdır. Onlar feryad edip yardım dilediklerinde, erimiş maden gibi yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur. O, ne kötü içecek ve ne kötü duraktır.”
  Ayeti peygamberlere de şamil değil mi? Eğer şamilse, demek ki bu teklif onlara sunuluyor ve seçilmesi ifade ediliyor. Demek ki peygamberlerin de küfre girmesi caiz oluyor.

*** Ahkaf 9: “Ey Muhammed! De ki: "Ben Peygamberlerin ilki değilim; benim ve sizin başınıza gelecekleri bilmem; ben sadece bana vahyedilene uyuyorum. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım."”
 Duha 4:” Doğrusu ahiret senin için dünyadan daha hayırlıdır.”

 Duha 5: “Rabbin sana verecek ve sen razı olacaksın.”

*** Bakara 21: “Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratmış olan Allah'a kulluk ediniz ki; Allah'ın azabından korunabilesiniz.”
 Genel kulluk emri, yani peygamberlere de şamil.
 
*** İbrahim peygamberin ifadeleri aşağıda,

Şuara 82: “Hesaplaşma günü günahlarımı affedeceğini umduğum da O'dur.”

Şuara 83:” Ya Rabbi, bana yararlı bilgi ve egemenlik ver ve beni iyi kullarının arasına kat.”
 
   Demek bu duaya göre iyi kullarının arasına katmayabilir öyle mi?

 
Yukarı dön Göster kursat's Profil Diğer Mesajlarını Ara: kursat
 
AlperTung@
Yeni Uye
Yeni Uye
Simge

Katılma Tarihi: 06 subat 2009
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 6
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı AlperTung@

Bizler Kur"ana göre konuşmalı ve Kur"ana göre düşünmeliyiz o yüzdende Kur"andaki ALLAH ve Kader kavramlarını iyi idrak etmeliyiz Kendimce şunu söyleyebilirim ki ALLAH"dan gayrı ne bir varlık nede bir özgür irade vardır tek bir varlık ve tekbir irade vardır o da AHAD olan ALLAH"tır ki bir ayette şöyle der

 

O ALLAH ki , Evvel, Ahır, Zâhir, Bâtın`dır. ” (57/3)

 

Bir düşünün Bir şey ilk son Görünen(idrak edilen) görünmeyen(idrak edilemeyen gayb) ise esasında bunun anlamı Ondan başka algılanan algılayan ve var olan yok demektir ne diyor bir düşünür

 

Kainatta ne varsa vehim ve hayalden ibarettir ya Aynadaki akis gibidirler yada gölge 

Kainat bir hayaldir Gerçek ve tek olan AHAD olan  ALLAH"tır

saygılar HanifTürk



__________________
Nebi adına binlerce Hadis Uydurdun
Apaçık Dini Yıktın Yeni Bir Din Kurdun
Doğrudan Doğruya Kur"andan Alarak İlhamı
Asrın İdrakine Söyleteceğiz İslamı
              Mehmet Akif ERSOY
Yukarı dön Göster AlperTung@'s Profil Diğer Mesajlarını Ara: AlperTung@
 
LazaruS
Yeni Uye
Yeni Uye


Katılma Tarihi: 19 aralik 2009
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı LazaruS

Hatta ilmi boyuttaki  esma ve sıfatların gölgelerinin aynadaki akisleridir.Yani iki dereceden yokuz. Özgür irade = Ayan'ı sabitemizdeki esma sıfat kodlarının zaman içerisinde çeşitli boyutlarda açılım göstermesidir. Bu da Allah'ın ilminde gerçekleşmektedir. Adem(saf mutlak) yokluktur, mülkünde tasarruf eden Ahad olan Allah'tır. O yüzden Kader ile Özgür irade çelişmemektedir. Ortada , ne vücud açısından ne de varlık açısından O'ndan gayrı bir şey yoktur ki irade cüzlere bölünsün. Nefs-i Küll'ün , a'yan-ı sabitelerin istidatlarına(kabiliyetlerine göre) zuhur mahallerinin farklılaşması sonucu kesret yani Cüz-i nefsler ortaya çıkmıştır. Bu ise esma ve sıfat terkiplerinin nispetleri ve izafetleridir. Emir tektir, Ol emrine göre her mahal kendi istidadı neyi gerektiriyorsa onu almıştır. İlim, İrade, Kudret sıfatları zamansal açıdan kıyaslanamaz, ezelde her şey bir an içerisinde olmuş ve bitmiştir. Bu sıfatların birbirinden önceliği veya sonralığı  mertebe açısındandır.
Allah , yokluk aynasında (İnsan-ı Kamil ) alemlere 'Ol' emri ve Nefes-i Rahmanisi ile tecelli etmiştir. Ol emrinin iliştiği şey de ilmindeki a'yan-ı sabitelerdir. O yüzden Kudreti İradesine İradesi İlmine İlmi de Maluma tabidir. Kavramların tam olarak idrak edilmesi ve neyin ne olduğunun bilinmesi gerekmektedir. İnanç akdi , Ehl-i Sünnet ve Selef-i Salihin yoludur. Bunun dışındaki her mezhep batıldır.
Yukarı dön Göster LazaruS's Profil Diğer Mesajlarını Ara: LazaruS
 
mert8
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 23 nisan 2006
Yer: Saudi Arabia
Gönderilenler: 111
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı mert8

  

 

   Bıisim Allah erRahman erRahim

Allah ın izni ile. . .

 

Aşağıdaki fikirlerimin iliştirilme yeri alttaki adreslerde olmalıydı belki ama ben buraya astım.

Daha önce ekledim mi bilmiyorum ama varsa eğer ikincisi olsun. . .

http://www.hanifdostlar.net/forum_posts.asp?TID=5280&PN= 1   Ezel den Ahiret e

http://www.hanifdostlar.net/forum_posts.asp?TID=5316&PN= 1&TPN=1   Bil(me)diğimiz Allah

 

Bence. . .

Evrenimizin tek bir yaratıcısı ve sahibi vardır. O da Allah tır.

Big Bang ile beraber bizim evrenimiz için zaman başlamıştır, daha öncesinde zaman aramayın, bizim/insanoğlu için abestir.

Nasıl ki, elleri vardır, insanoğluna kendisinden yüz güzelliği vermiştir; Allah ın bir bedeni, bir vücudu vardır.

Nasıl ki, Ruhumdan üfledim, demektedir; Allah ın bizim gibi bir ruhu vardır.

Nasıl ki, evreni altı günde yaratmıştır; Allah ta zamana tabidir.

Nasıl ki, hayır ve şer Allah tandır der; hayır da manen ve madden insanoğlunu, merhale merhale, kollar ve gözetir, şer de vermiş olduğu korumayı , merhale merhale, kaldırır ve insanoğlu dünyevi hayatının her aşamasında dertler, belalar, üzüntüler, hastalıklar vs...  ile karşı karşıya kalır.

Nasıl ki, benden isteyin size vereyim der; Allah benim ne yapacağımı bilmez (acizlik değil, haşa).

. . .

. . .

. . .

 

Kur’an-ı Kerim anlaşılmayacak bir kitap değildir, herkes, her kesimden insanlar anlayabilir. Yeter ki yorumlamada ard niyet olmasın.

Benim, Kur’an-ı Kerim i kendimce yorumlamam sonucu edindiğim fikirler yukarıdadırlar.

Fikirlerimi ateistlere sunarsanız, Allah a imana itikada geleceklerinden/döneceklerinden eminim (sen niye yapmıyorsun derseniz. . .  bir başka forumda yazmıştım, benim yazılarımı ve yorumlarımı sevmiyor ve beğenmiyorlar, hemen siliyorlar. üyelikten bile atılmış, uzaklaştırılmıştım. artık oralarda gezmiyorum.)

 

Benim fikirlerim hangi mezhebe (gerçi hiçbirini kabul etmiyorum. . .) veya batılılığa girer bilmiyorum ama, ben buradayım, beklerim. . .

 

Allah a emanet olun

 

mehmet rende

. . .

Yukarı dön Göster mert8's Profil Diğer Mesajlarını Ara: mert8
 
umutkural
Yeni Uye
Yeni Uye


Katılma Tarihi: 28 nisan 2010
Gönderilenler: 2
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı umutkural

Yaptığın eylemler, hareketler değil de o eylemi yapan bedendeki nefsinin durumu (pişmanlık, kin, nefret, iyimserlik, saflık, hinlik vs) sorgulanacaksa? Kötü eylemden sonra pişman olmayan affedilmeyecek, pişmanlık duyan affedilecekse…

 

Aynı anda farklı işi yapan ama aynı ödülü alanlar var…

biri tuvalet temizler 10 lira kazanır.

bir masa başında hesap yapar 10 lira kazanır.

diğeri bir telefon bağlantısıyla 10 lira kazanır.

bir diğerine miras kalır 10 lira kazanır.

Bizi doğru yola ilet derken yolumu saptırma derken…

Belki de masa başı işle 10 lira kazanmayı diliyoruz.

Ne iğrenerek yapacağımız işle

Ne de miras kalıp har vurup harman savuracağımız paranın kıymetini bilmeyeceğimiz işle

 

 

Farzet ki; senin yazdığın yazılar düpedüz fesatlık…

Farzet ki; Allah var, özgür irade var fakat sen Allah’a karşı geldin…

Allah’ın dilemesiyle karşı geldin yani…

Allah günah işlenmesini diledi yani…

Ama benim bu yazıyı yazmama neden oldun ve farzet ki kader konusu benim yazılarımla ve düşüncelerimle tüm dünyada kaos olmaktan çıktı…

 Benim kadar senin de bu olayda etkin var değil mi?

Senin nefsin Allah’a inanmak istiyor lakin kafandaki soru işaretleri bunu engelliyordu. Belki sen çok iyi bir nefis sahibiydin ve cennetlik oldun, belki de şer için programlanmış olmana rağmen…

Şer Allah’tan geldi. Senin rolün belki de sivil polislikti… Toplulukta gezip kötü insan numarası yapmaktı onun için sana şer yazılmıştı. Sonrada hakkında iyilikoldu…. ee tabii hangi hakim yargılar ki toplumdaki sivil polisi???

 

Allah sadece eylemleri şer ve hayır diye ayırıyor belki de?…Nefis hakkında serbestiz belki de?…

 

İnsan kadere mi bağlıdır? Sen tek sen değilsin ki… Bedeninin yaptıkları ve nefsinin düşündüğü farklı…Bedeninin yaptıklarına engel olamıyorsun belki de ?... Kukla olduğunu düşün veya felçlisin… Bazı şeyler izletiyorlar sana ya da vücuduna bazı hareketler yaptırıyorlar… izlediğin şeyden yaptığın hareketten mesul değilsin… Onlar zaten belli… fiiller karşısındaki düşüncelerinden mesulsün belki de?

 

Allah mutlak olsa kesin olsa kim inanır kim inanmaz belli olmaz.

Zengin olduğu aleni olan adam nasıl anlar ki karşısındaki bin taliplisinden hangisinin kendisini sevdiğini.

Önce zenginliği yok edecek ki anlaşılsın cidden seven, cidden inanan…

 

Elmayı yada çileği yemeyi seçmek zaten belli belki de…

Allah’ın iradesinde bu…

Allah biliyordur hangisini seçeceğini, ezelde yazılmıştır bu belki de...  

Ama esas mesele meyveyi yedikten sonra hamd edip etmemekte ise??? 

Haram ise o meyve; Pişmanlık duyup tövbe etmekte ise esas nüans…

Bu meyvenin parasını versem de bu haramdan kurtulsam diye düşünüp düşünmemekse olay… Allah ilgilenmiyorsa parayı meyve sahibine verip vermediğinle…

Parayı vereceğini yazmışsa Allah, bu seni kurtarmak için değil karşıdakini ödüllendirmek içinse…

Vermeyeceksen parayı, karşı tarafı cezalandıracak belki de… Tek taşla iki kuş yani… Hem karşı tarafın cezalandırıcısı oldun meyvesini çaldın hem de günahın af oldu belki de.

 

Allah dilemeseydi…..

Ben senin yazını okumayacaktım. Ve bu yazıyı yazmayacaktım.

Okumak yazmak değilse mesele????

Mesele yazarken neler düşündüğümüzse?

 

Farzet ki; Allah seni yarattı ve seni ona itaat etmemek için yarattı… Eee sonrasında noldu? Yazı yazdın foruma ve yazdığın yazıya gelen cevaplar yüzyıllardır insan aklını altüst eden kader konusunu çözdü… Senin sayende kader konusuna aklı takılan koca kitle ferah buldu… sende cennete gittin bende??? Olamaz mı?

Veya Allah seni yarattı ve seni ona itaat etmemek için yarattı ve cidden de cehennemlik düşüncelerin var ve cehenneme gittin…

 

Alaka yoksa fiilen itaat etmekle veya isyan etmekle???

Alaka ruhen, nefsen itaat etmekle veya isyan etmekleyse??

 

Şimdi diyeceksin ki ruh veya iradenin ne düşündüğünü veya düşüneceğini Allah bilmiyor mu? İnsana ruhumdan üfledim mealinde bir ayet vardı yanlış hatırlamıyorsam. Hani Mevlana da demiş diyorlar ya, ben Allah’ın bir parçasıyım diye…

Belki de Allah’ın lehvi mahvuzda yazılı dediği şeyler, cehennem için yarattık dediği kişiler,

Hepsi de maddesel olarak, faaliyet olarak cehennemlik gibi görünenlerdir belki de…

Bunlardan bir kısmı sivil topluluktaki ajan misali aslında iyi olup kötülerin arasında bulunanlardır.

Eee bir kısmıda şeytan zaten insan kılığında…

Şeytanın defteri zaten çok önceden dürüldü.. Aramızda bir sürü “kötü” vardır belki de …

Bunların bi kısmı şeytan, bir kısmı ajan, bir kısmı cidden  cehennem adayı ki, onlara doğru yol gösterildi açık bir şekilde Allah’ın varlığı belli oldu ama gene de nefisleri firavun misali cehennemi tercih etti…ve dünyadaki nefsani direnişden ötürü cehennemlik olduğu kesinleştikten sonra diğerlerini de saptırabilsin diye kalbi, gözü, kulağı  mühürlendiyse…ve o andan sonra insan değil şeytan olarak vazife yapıyorsa... insan olarak Allah katında ki ömrü o an sonlandıysa???  Şeytanla Allah arasında ki anlaşmada  kendi iradesi ile kandırılanlar şeytana hizmet edecekse.

 

 

İçimizdeki nefisde her şey var ise???? çirkeflik, şirk, sövgü, övgü, iyilik, cinsel sapkınlık, dürüstlük, dolandırıcılık…

Bir insanda 100 gram çirkeflik var ise o 90 grama düşürünce Allah katında iyi oluyor, başka insanın yaratılışında 500 gram çirkeflik varsa onun 400 grama düşürmesi daha evlaysa.... Biz dışardan bakınca 400 lük 90 lıktan daha kötü gibi görünüyorsa?

 Bu insani duyguların hangisini öne çıkartırsak hangisini köreltirsek ona göre karşılık bulacaksak?

 

Dua nefsimizi arındırmak içinse…. olayların ne olacağı belli de, olaylar karşısındaki nefsimizin tutumunu müspetleştirmek içinse???

 

Allah’ın iradesi senin düşüncelerinde aktif değilse? Allah sadece olayları yani nedenleri ve sonuçları belirledi ise... yani maddiyat ebediyete kadar belli de, maneviyat hiç yazılmadıysa…

 

Teşbihte hata olmazmış, bizleri karınca düşün…sen ve ben “akıllı olduğunu sanan iki karınca” bilgisayar yanına düştüysek… Daha abaküsün prensibini bilmeden bilgisayar hakkında yorum yapmaya çalışıyorsak???

 

Başka bir deyişle;

Üç beş koyunu halı sahaya salarsanız, bir kısmı plastik çimleri her halükarda yiyecek, kendini akıllı sananlar ekolojiden çobandan dem vuracak, bir kısmı ot yemeyi tamamen bırakacaktır… Oranın halı saha olduğunu top oynandığını akıl etmeleri ne kadar ihtimalse Allah’ın katındaki bilgilere insanın hakim olması da böyle bir ihtimalse....

Yukarı dön Göster umutkural's Profil Diğer Mesajlarını Ara: umutkural
 
Guests
Guest Group
Guest Group


Katılma Tarihi: 01 ekim 2003
Gönderilenler: -259
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Guests

merhaba,

farzetme, acaba deme...

önünde iki yol var:

1. iyi insan olmak, faydalı olmak

2. kötü insan olmak, faydasız / zararlı olmak.

istediğini seç...hedefini belirle...

selam müminleredir...

Yukarı dön Göster Guests's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Guests
 

<< Önceki Sayfa 10 Sonraki >>
  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats