HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Alıntılar, Makaleler
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Alıntılar, Makaleler
Konu Konu: açtırmayın kutuyu... Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

13.04.2011

AÇTIRMAYIN KUTUYU, SÖYLETMEYİN KÖTÜYÜ!

Öncelikle şunu söylemeliyim ki, birtakım kişi ve gruplarla mülkiyet konusunda aynı düşünüyor olmamız benim açımdan pek fazla bir anlam ifade etmiyor. Zira her şey mülkiyetten ibaret değil. Nitekim ne Kur’an ne de peygamber her şeyin mülkiyet meselesinden ibaret olduğunu söylemiyor. Allah, öncelikle yaratılışımızın anlam ve amacını kavramımızı, dolayısıyla insanlığımızın bilincine varmamızı, varlığa, tabiata, hayata, tarihe ve topluma bir bütün olarak bakmamızı ve hayatın her alanında manevi-ahlaki değerler manzumesine uygun hareket etmemizi istiyor.

Allah’ın zatı dışında her şey fani. Yeryüzünde belli bir anlam ve amaç doğrultusunda geçici bir süre için bulunuyoruz ve asıl yurdun (Selam Yurdu’nun) özlemini duyuyoruz. Dileyen bunu kabul etmeyebilir. Fakat şu bir gerçek ki, İslam’ın bize verdiği temel perspektif budur. Evet, burada yaratıldık, burada öleceğiz ve burada diriltileceğiz (7/25); ancak gerçekte buraya ait değiliz. Çünkü bizim ezeli ve ebedi bir Öz’ümüz var. Kaderimizi seçebiliriz, ancak son tahlilde bir bütün olarak kendi kaderimize hükmedemeyiz. Zira sebep-sonuç ilişkilerinin künhüne vakıf olamıyoruz, üstelik bu mümkün de değil. Dolayısıyla Yaratıcı Kudret karşısında haddimizi bilmek zorundayız. Haddimizi bilmek için öncelikle kendimizi bilmeye ihtiyacımız var. İlginçtir ki, en eski felsefe okullarından biri olan Delf Tapınağı’nın girişinde şöyle yazar: “Ey insan kendini bil!” Vahiy temelli tüm dinlerin doğruladığı ve önem verdiği bu çağrı, bütün kadim geleneklerin aslını teşkil eder. Aynı şekilde Hz. Ali de “Kendini bilen Rabbi’ni bilir” demiştir. (Nehcu’l-Belağa, s. 419 -Bu söz hadis değildir-)

İşte bu anlamdaki bir bilme, gerçek anlamdaki bilgiye ulaşmanın ilk adımını teşkil eder, dolayısıyla söylenen söze meşruiyet kazandırır. Oysa bugün modernitenin empoze ettiği tehlikeli yaklaşım sonucunda bilmenin sadece bir türü olan bilimsel bilgi mutlaklaştırılmış bulunuyor.   

Bunun yanı sıra insanlık tarihi boyunca işlenen hatanın aynısı bugün birileri tarafından İslam adına işleniyor ve mesele, anlam arayışından uzak bir biçimde mala-mülke indirgeniyor. Oysa bilmek ve anlam arayışı içerisinde olmak, yaratılışımızın ahlaki amacını kavramımızı sağlar ve bizi ideal insan haline getirir. Eğer insanlık bu bilince sahip olabilseydi, bugün kapitalizm dediğimiz şey olmayacaktı. Dolayısıyla her şey, gerçek anlamda insan olmakla ilgili.

Buna karşın her şeyi mal-mülk meselesinden ibaret görmek, Allah’a, varlığa, tabiata, hayata, tarihe ve topluma materyalist bir gözle bakmak demektir ki, bunun insanlığa hayır getirmediği ve getirmeyeceği yaşanmış tarihi tecrübelerle sabittir. Bu, olsa olsa mazlumların günü geldiğinde zalim olmalarına yol açar. Bu bakımdan salt siyasi-ideolojik bir dil kullanan klasik İslamcılıkla hesaplaştığımız gibi, meseleyi ekonomi-politiğe indirgeyen tek boyutlu yaklaşımla da hesaplaşmak zorundayız. Zira Kur’an, bugün itibariyle salt ekonomi-politik argümanların labirentine hapsedilmiş bulunuyor. Hiç kuşkusuz bu, modern paradigmanın doğal sonucu.

Konuya girmeden önce bir noktanın altını önemle çizmek gerekir ki, bu yazıda, bizi öldürücü bir materyalizmin kollarına iten ve her yönden maksadını fazlasıyla aşmış bulunan söz konusu söylemi, yol açtığı yıkıcı sonuçlar ve farkında olmaksızın hizmet ettiği güç odakları bağlamında ele alacağım. 

***

“Yenilikçi Müslümanlar”ın ortaya koydukları söylem ve verdikleri görüntü itibariyle sistem içi hesaplaşmada bilerek veya bilmeyerek taraf olma gafletine düştüklerini ifade ettiğim bir önceki yazı (Kaş Yapalım Derken Göz Çıkardılar başlıklı makale), birilerini telaşa düşür müş. Hazret kalkmış dört yıl önce yazdığı yazıyı yeniden yayınlamış. Yemezler! Zira geçmişte söylenenler bugünü garanti altına almaz. Amiyane tabirle o köprünün altından çok sular aktı. Örneğin aynı zat-ı muhterem bundan tam sekiz yıl önce Bilgi ve Düşünce Dergisi’nin Nisan 2003 tarihli 7. Sayısı’nda İslam’ın “Üçün cü ve Orijinal Yol” olduğunu ve Orta Medeniyet karakteri taşıdığını söylemesine karşın bugün bu düşüncesinden rücû etmiş bulunuyor. Zira ona göre, İslam -ki, ben de bu görüşteyim- “Üçün cü ve Orijinal Yol” değil.

Hazret, mezkûr yazısında şunları söylüyor: “İbrahimi çizgi tarihin akışı içinde daima “üçün cü yol”, “orta medeniyet” karakteriyle tezahür etmiştir. Matematiksel dille söyleyecek olursak “bir” ve “iki”den sonra “üç”, “sıfır” durumuna geri dönüştür. Sıfır hali doğal ve tabii haldir. Bu doğal ve tabii hali “bir” bir yana, ona tepki olarak “iki” diğer yana çekmektedir. Sonra “üç” gelerek her ikisinin de bozduğu dengeyi tekrar eski haline döndürmektedir.” (Bilgi ve Düşünce Dergisi, Nisan 2003, 7. Sayı, Orta Medeniyet Karakteriyle İslam’ın Yeniden Doğuşu, s. 37)

Buna karşın “yoldaşlar”ın bugün ortaya koymuş oldukları söylem ve verdikleri görüntü itibariyle “bir” olarak nitelendirebileceğimiz salt siyasi-ideolojik söyleme tepki olarak salt ekonomi-politik bir dil kullandıklarını, her şeyi mala-mülke indirgediklerini, tek boyutlu bir yaklaşım içerisinde olduklarını ve bu bakımdan “iki”yi temsil ettiklerini görmek hiç de zor değil. Anlaşılan zat-ı muhterem, dört yıl önce yazdığı yazıyı yeniden yayınlayıp geçmişte söylediklerini bugünün garantisi şeklinde sunarak herkesi uyutabileceğini zannediyor.

Öncelikle şunu icap eder ki, bu ülkede İslam hakkında kimin ne düşündüğünü herkes biliyor. Bugün sabitelerini yitirmiş ve meseleyi ekonomi-politiğe indirgemiş olan bu tek boyutlu söylemi sahiplenenler, bunu İslam`ı çok sevdikleri için yapmıyorlar. Hatta şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, bu kesim genel olarak İslam’dan hiç hazzetmiyor. Burada başka bir amaç güdülüyor. Eleştiriler görünürde mevcut iktidarı, dolayısıyla kapitalistleşen Müslümanları hedef almakla birlikte arka planda İslam’a ve Müslümanlara ayrım yapılmaksızın (topyekûn) savaş açılıyor. Bu bakımdan “yeni” düşünce hareketi, her ne kadar böyle bir niyeti olmasa da ortaya koymuş olduğu mevcut görüntü itibariyle Ulusalcı Cephe’nin dini ayağını oluşturuyor. Dolayısıyla “yoldaşlar”ı herhangi bir yere yamamaya gerek yok; zira onlar, istemeseler de zaten bir yerlere yamanmış durumdalar. Ne kadar manevra yapmaya çalışsalar da, hâl-i hazırda verdikleri görüntü baştan sona yanlış. Kaldı ki, bu söylemin kimler tarafından ön plana çıkarıldığı çok açık bir biçimde ortada.

Bu noktada daha önce ulusalcı zihniyetin baskı ve işkencelerine maruz kalmak da işi temize çıkarmıyor. Zira kişinin konjonktür gereği geçmişteki düşmanlarıyla aynı çizgide buluşması mümkün.

Yaşadığımız coğrafya üzerinde kirli hesaplar yapanların Kur’an’ı kendi çıkarlarına uygun bir biçimde yorumlayarak bu yorumu Müslümanlara empoze etmeye çalıştıklarını ve böylece sabitelerini yitirmiş bir İslam algısıyla amaçlarına ulaşmayı hedeflediklerini biliyoruz. Bu noktada bir kez daha vurgulamak gerekir ki, hal-i hazırdaki “yeni” düşünce hareketinin, yeni bir okuma, tefekkür ve yorumlama faaliyetiyle uzaktan yakından alakası yok. Farkında olmaksızın başka bir şey yapılıyor, deyim yerindeyse birilerinin emellerine alet olunuyor. Dünyanın en modern orduları, yaşadığımız coğrafyada acımasız bir insan kıyımı gerçekleştirirken, katliamlar, ambargolar, açlık, yoksulluk ve sefalet karşısında boyun eğmeyen bir avuç Filistinliyi alt edemediler, ellerinde taştan başka silahları olmayan insanları yaşadıkları topraklardan söküp atamadılar. Üstelik Afganistan ve Irak’ta bataklığa saplandılar. Bunun yanı sıra her türlü beşinci kol faaliyetinin yürütüldüğü ülkemizde her ne kadar muharref gelenekten tevarüs edilen bir din anlayışı hâkim olsa da, İslam, ana direnç noktası teşkil etmeye devam ediyor.

Hal böyle olunca yerel ve küresel şer güçler yeni bir strateji geliştirdiler: Bu insanların elinden Kur’an’ı, dolayısıyla İslam’ı almaya çalışmamız beyhude; zira bu tür bir yaklaşım hem gerilimi tırmandırıyor hem de bize karşı verilen mücadeleyi daha da muhkem hale getiriyor. Bu insanların eline yeni bir Kur’an verelim ve onlara amacımıza hizmet edecek bir İslam anlayışı empoze edelim! Ve bu, sabiteleri buharlaştırılmış, yok edilmiş bir İslam anlayışı olsun.

İlginçtir ki, bir yandan Kur’an’ın infakı emreden ayetleri üzerinde ince bir operasyon yapıldığını -ki, bu doğrudur- söyleyenler diğer yandan bir başka ince operasyon yaparak direniş, kıyam, hicret, cihat ve şehadet gibi kavramların üzerini örtüyor, direnç noktası oluşturan bu kavramları hiç gündeme getirmiyorlar. Üstelik direniş hareketlerine destek veren hiçbir söylemde bulunmuyorlar; aksine bunları terörist mesabesine indirgiyorlar. Nasıl ki, “Falanca Bey”in dini, ülkeyi yiyip bitiren yolsuzluklarla, işsizlerin, yoksuların, açların perişanlığıyla, işçinin, köylünün içler acısı durumuyla, hastane köşelerinde ve emekli kuyruklarında sefilleri oynayanların maruz kaldıkları bin bir türlü zulümle ilgilenmiyorsa, “yoldaşlar”ın dini de Kemalist Oligarşi’yle, laikçilikle, başörtüsü zulmüyle, Ortadoğu’daki yangınla, işgallerle, kıyımlarla ve direnişle ilgilenmiyor.

Üstelik müsteşriklerden devşirilen birtakım düşünceler doğrultusunda iman esasları tartışmaya açılıyor ve böylece sabiteler ortadan kaldırılıyor. Hemen her şeye salt sembolik bir anlam yüklenerek nübüvvetin üçte biri, hatta yarısından fazlası aslı astarı olmayan haberlerden ibaret kılınıyor. Zat-ı muhterem başörtüsü söz konusu olduğunda Nasreddin Hoca misali “Şu görüş de mümkündür, bu görüşte mümkündür, olabilir” diyor, ancak her konuşmasının sonunda meseleyi sulandırarak işi “Farz değil” demeye getiriyor. Nitekim katıldığı programlardan birinde spiker gevrek gevrek gülerek şunları söylüyor: “Herkes sizin gibi düşünse sorun olmaz!” Doğru, yıllardır başörtüsü mücadelesi verenler, üniversite kapısından içeri sokulmayanlar başlarını açarlar ve böylece herkes bu gaileden kurtulmuş olur! 

Hiç şüphesiz bu, Kur’an’ı sinirleri alınmış bir kitap haline getirmenin bir başka şekli. Daha da vahim olanı, Kemalizm’le ilgili bir tek karşı söylemi dahi bulunmayan bu hizip, sadece Müslümanları hedef alıyor, zaman öncesinde yaşanan kötü tecrübelerin de etkisiyle söylemini genel olarak Müslümanları vurmaya yönelik bir silah olarak kullanıyor. Yarenler (müntesipler de denebilir) işi psikopata bağlayarak kendileriyle aynı şekilde düşünmeyen hemen herkese “Sorospu çocuğu” ve  “Abdestli Kapitalist” damgası vuruyorlar. Evet, “Abdestli Kapitalistler”in varlığı bir gerçek, ancak seninle aynı doğrultuda düşünmeyen herkes bu sınıfa girmiyor. Ancak bu yaklaşımı gayet normal karşılamak gerekir; zira bu düşünceye göre, İslam’ın manevi-ahlaki ilkeleri ve siyasi-ideolojik boyutu yok. Her şey cepteki iki liranın bir lirasını vermekle ilgili. Gerisi teferruat; inansan da olur inanmasan da!

Bu noktada salt sembol mesabesine indirgenen şiarlar üzerinde bir nebze de olsa durmakta yarar var. Öncelikle çok geniş bir anlam yelpazesine sahip olan bu şiarlar, başlı başına bir kimlik izharıdır. Bugün Coca Cola ve Mc Donalds tabelasını gördüğünüz her yer Amerikan sermayesinin bayrağını diktiği, dolayısıyla Amerika’nın kültürel ve ekonomik olarak işgal ettiği topraklar hükmündedir. Bizim şiarlarımız ise, ifade ettikleri geniş anlam itibariyle hayati önemi haizdir. Bunlar öncelikli olarak yoğun itikadi motifler taşımakla birlikte keskin bir kimlik izharı niteliğindedirler. Örneğin ezan, namaz ve başörtüsü böyledir. Ne var ki, bu şiarlar günümüz itibariyle lafız ve şekilden ibaret kılınmış, ifade ettikleri anlamlardan soyutlanmış, deyim yerindeyse bu şiarların içi boşaltılmıştır. Ancak bu durum, söz konusu şiarların şekil olarak önemsenmemelerini, 7. yüzyıl Arap toplumundaki folklorik unsurlardan ibaret olarak görülmelerini, dolayısıyla ortadan kaldırılmalarını gerektirmez. Yapılması gereken, bu şiarları muhafaza etmek, içlerini doldurmak ve onlara sahip oldukları anlam boyutunu tekrar kazandırmaktır.

Hal böyle iken vatandaş hizbe katılıyor, bir ay içinde namazı önce üç, sonra iki vakte indiriyor, bir müddet sonra da terk ediyor. Ezan onun başını ağrıtmaya başlıyor. Kapitalizmin gereği olarak kadının ticari bir meta haline getirildiği, reklamlarda tüketimi teşvik eden bir unsur olarak kullanıldığı günümüz dünyasında başörtüsünü, hatta zamanla tesettürü dahi teferruat olarak görmeye başlıyor. Zira o, cebindeki iki liranın bir lirasını verdiğinde -ki, verip vermediği de ayrı bir tartışma konusu-, bütün bunların ifade etmiş olduğu anlamı yakaladığına inanıyor.

İman esaslarına gelecek olursak; daha önceki yazılarımda da ifade ettiğim gibi, bu esaslar bizi harekete geçiren itici gücü, dolayısıyla İslam’ın ve peygamberin öğretisinin temelini teşkil ederler. Bu esaslardan yoksun bir biçimde dört dörtlük bir manevi-ahlaki değerler sistemi oluşturmak, hatta bunun da ötesinde sağlıklı bir toplum inşa etmek mümkün değildir. Ayrıca yaşadığımız coğrafyada iman esaslarını içselleştirmeksizin bu doğrultuda mücadele vermek dahi imkânsızdır. Müslüman, Allah’ın varlığına, birliğine, ahiret gününe (uhrevi anlamda), meleklere, peygamberlere ve kitaplara, dolayısıyla Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğine iman eder ve bu iman istikametinde gerekirse canını feda etmekten kaçınmaz. Zira Allah, onun malını ve canını cennet karşılığında satın almıştır (9/111).

Şu halde üzerinde bin bir türlü planlar yapılan bu coğrafyada “Allah yüzde elli vardır, yüzde elli yoktur, vahiy ontolojik bir kaynağa sahip değildir, Kur’an edebi değeri yüksek bir metindir, ancak bu, onun mucizevi olduğu anlamına gelmez; aksine o, peygamberin sözüdür vs…”  demek direnç noktalarını ortadan kaldırır ve böylece küresel şer güçlerin kirli oyunlarına hizmet eder. Zira bu ve benzeri söylemler, iman esasları üzerinde şüphe uyandırmakta, kişinin kendince rasyonel hesaplar yapmasına yol açmakta, moral motivasyonu yok etmekte, dolayısıyla direniş ve eylem kabiliyetini dumura uğratmaktadır.            

Şimdi İslam adına ortaya atılan bu safsataları alt alta koyup yazının sonunda vereceğim beş şıkla bunların kim(ler)e hizmet ettiğini sizlerin takdirine bırakacağım:

- Allah yüzde elli vardır, yüzde elli yoktur.

- Eğer “Allah vardır” derseniz kendinizi Allah yerine koymuş olursunuz.

- Yaratılışın herhangi bir gayesi yoktur; hilafet, ibadet vs. bizim kendi anlamlandırmalarımızdır.

- Melekler, Allah’ın melekeleridir.

- Vahyin herhangi bir ontolojik kaynağı yoktur.

- Kur’an mucizevi bir kitap değildir.

- Kur’an peygamberin sözüdür.

- Kur’an’ın bir benzeri, hatta ondan daha iyisi yazılabilir (Nazzam’ın görüşü)

- Namaz, hac, kurban vs ibadet değil nüsuktur (Oysa ibadet bir bütündür. Dolayısıyla bunlar nüsuk olmakla birlikte ibadetin bir cüzünü teşkil ederler)

- Namaz folkloriktir

- Kurban Şaman ritüellerindendir.

- Şamanizm’deki kurban, az buçuk İslamiyet’teki namaz gibidir.

- Başörtüsü teferruattır.

- HAMAS, Cemaat-i İslami, Mevdudîcilik... dâhil tamamı sonuçta kurdukları düzenle Muaviye’yi tekrar edip Abdestli Kapitalizm üretiyorlar.

- Hz. Ömer’in fetihleri emperyalistçedir.

- Kudüs’ü alıp ne yapacaksınız, orada da Abdestli Kapitalizm düzeni mi kuracaksınız?

... ... ...

Liste böylece uzayıp gidiyor; ancak fazla derinlere inmemek için şimdilik bu kadarıyla yetiniyorum.

Peki, sizce bu söylemler kime hizmet ediyor?

a) Bir bütün olarak insanlığa

b) İslam’a ve Müslümanlara

c) Ulusalcılara

d) Emperyalistlere

e) Ulusalcılara ve emperyalistlere

Dileyen daha fazla şık ekleyebilir.

İyisi mi açtırmayın kutuyu, söyletmeyin kötüyü. Erzurum tabiriyle aklızı başıza sesleyin! Bizden söylemesi…

Umutla ve devrimle...



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

05.04.2011

KAŞ YAPALIM DERKEN GÖZ ÇIKARDILAR

Öncelikle bir noktanın altını önemle çizmek gerekir ki, kapitalizme, dünyevileşmeye, mal yığmaya, yeşiliyle beyazıyla burjuvazinin her türlüsüne, servet ve iktidar-perestliğe karşı mücadelemiz sonuna kadar devam edecek. Ancak daha önceki yazılarımda da ifade ettiğim gibi, bütün mesele bundan ibaret değil. Tek boyutlu düşünceler ve tek yönlü yaklaşımlarla bir yere varmak imkânsız. Zira insan hayatı, sosyal ilişkiler ve toplumsal sorunlar çok yönlü, çok boyutlu. Dolayısıyla hayatın diğer alanlarını hırsızlara terk edemeyiz.

Ekonomi-politikten ibaret kılınmış tek boyutlu yaklaşım, farkında olmaksızın bizi öldürücü bir materyalizmin -ki, burada materyalizmi olumsuz anlamda kullanıyorum- kollarına itiyor. İnanç ve düşünce dünyamız tek boyutlu, indirgemeci, bir o kadar da savruk düşünce ve yaklaşımların tehdidi altında. Bu nedenle kapitalizme karşı mücadele ederken bunu, Kur’an’ın manevi-ahlaki mesajını ön plana çıkararak, işin siyasi-ideolojik boyutunu da göz ardı etmeden yapmak, bunun yanı sıra inanç ve düşünce dünyamıza yönelik tehditleri gündeme getirmek, dolayısıyla hayatın tüm alanları üzerinde yoğunlaşmak durumundayız. Zira topluma ancak bu şekilde çok yönlü, kuşatıcı, bütün cül bir İslam algısı kazandırabiliriz.     

Daha önce de defaatle ifade ettiğim gibi, bugün öncelikle yeni bir okuma, tefekkür ve yorumlama faaliyetine ihtiyacımız var. Ancak iş başka bir yere doğru gidiyor. Mevcut yaklaşım, yeni bir okuma, tefekkür ve yorumlama faaliyeti olmaktan çıkmış durumda. İman esasları buharlaştırılıyor, zihinlere başka bir şey yerleştiriliyor. Düşünce bir uç noktadan bir başka uç noktaya evriliyor. Bunun kimlerin işine yaradığı/yarayacağı çok açık. Bu durumda kaçınılmaz olarak yeni bir başlangıç yapmamız gerekiyor.  

***

Bugün yaşadığımız temel sorun ne istediğimizi bilmekle ilgilidir. Ne istiyoruz, nereye koşuyoruz, amacımız nedir? Bu bakımdan öncelikle nihai hedefe ilişkin bir hatırlatmayla başlayalım; zira bugün itibariyle, İslam’ın gerek siyasi-ideolojik gerekse ekonomi-politik açıdan olsun tek bir meseleye indirgendiği, dolayısıyla dünya hayatının ötesine taşan ulvi hedefin unutulmaya yüz tuttuğu görülüyor. Hiç kuşkusuz bizim nihai hedefimiz, Müslüman olarak ölmek ve ahiretteki (uhrevi anlamda) ebedi Selam Yurdu’na erişebilmektir. Bir başka ifadeyle felaha ermek… Dünya, bu hedefe erişebilmek için yalnızca bir araç hükmündedir. Yeryüzünde adaletin, eşitliğin ve özgürlüğün (Selam Yurdu’nun) tesisi için verdiğimiz mücadele de, son tahlilde bu nihai hedefe ulaşmakla ilgilidir. Zira daha önce de ifade ettiğim gibi, insan yeryüzünde adaletin, eşitliğin ve özgürlüğün tesisi için mücadele ettiği oranda ahiret mutluluğuna hak kazanacaktır. Ancak bu mücadele başarıya ulaşır veya ulaşmaz; bu konuda yaşanacak olumsuzluklar, yükümlülüklerini layıkıyla yerine getirenler açısından herhangi bir sorun teşkil etmez. Zira biz, zaferle değil, seferle yükümlüyüz.

Ancak ne yazık ki, bugün iman esasları, nihai hedef ve yol-yöntem konusu muğlâklaştırılmış bulunuyor. Kur’an’ın net bir biçimde ortaya koyduğu konular farklı zeminlerde ele alınıyor, kavramlara olduğundan farklı anlamlar yükleniyor ve bu yolla zihinler bulandırılıyor. Farklılıklar mutlaka olacak, ancak bu, iman esasları, amaç ve yol-yöntem gibi temel konulara sirayet etmemeli. Fakat ne var ki, bugün aklı ön plana çıkaran “Yenilikçi Müslümanlar”, bu kavramın ifade ettiği anlama ters düşecek şekilde hareket ediyorlar. Bu noktada öncelikle “Akıl” kavramını ele almakta yarar var. “Akl” kelimesinin asıl anlamı, “bağlamak, tutmak, sımsıkı kavramak”tır. Dolayısıyla akıl, bütünün parçalarını bir araya getirir, kavramlar arasında sağlıklı bir biçimde bağ kurar ve hakikati tasdik eder. Bu bakımdan meseleye tek yönlü bakmak akledememenin doğal sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira bu durumda bütünün parçaları bir araya getirilememiş, kavramlar arasında sağlıklı bir bağ kurulamamış, dolayısıyla hakikat kavranamamış, konu tek boyuta indirgenmiş ve böylece asıl bağlamından saptırılmıştır.

Peygamber’in akıllı insan tarifi oldukça dikkat çekicidir: “Akıllı kimse, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışandır” (Tirmizi, Sıfatu’l-Kıyame, 11). Şu halde akıllı insan, Allah ve ahiret bilinci içerisinde hareket eden insandır. Yaşam ile ölümü, dünya ile ahireti, akıl ile imanı, din ile sosyal hayatı kopmaz bağlarla birbirine bağlar, Kur’an’ın ifadesiyle Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi birleştirir. Buna karşın “şekil a”da da görüldüğü gibi, “Günümüz Müslümanı”nın zihni parçalanmış durumda. Dolayısıyla temel yanılgı, hâl-i hazırdaki parçalanmış, ifsat olmuş düşünce yapısına rağmen sağlıklı bir sonuç beklentisi içine girilmiş olmasıdır.

Hal böyle iken biz din tartışıyoruz. Vatandaş diyor ki, “Hinduları ineğe kutsallık atfettikleri için eleştirmek yanlıştır; çünkü onlar da Müslümanları ‘Siz de taşa kutsallık atfediyorsunuz’ (Kâbe’yi kast ediyor) diyerek eleştirebilirler. Bu nedenle hiç kimse bir diğerini putperestlikle itham etmemelidir; bunların hepsi birer semboldür.” Akıllara zarar! Henüz İslam’ın şiarlarını kavrayamamış, Kâbe’yi inek mesabesine indirgeyen, kafası karmakarışık olan “Müslüman”, dinden bahsediyor. Acaba biri çıkıp erkeğin veya kadının tenasül uzvuna kutsallık atfetse veya tapsa -ki, böyleleri mevcut- “Bu da bir semboldür; bu nedenle bu gibi kimseleri putperestlikle itham etmemek gerekir” diye mi düşünmeliyiz? Adama derler ki, “Kardeşim, Peygamber’in putları kırmasına da gerek yoktu o zaman; çünkü onlar da birer semboldü neticede, hiç kimse taştan tahtadan yapılmış putlara tapınmıyordu.” Ki, nitekim gerçekten de öyledir; putperestlik bazı akılsız kimselerin taştan tahtadan yontulmuş putlara tap(ın)maları değildir. Peki, bu ve benzeri düşüncelerin İslam’la ne alakası var? Dahası bu düşünce ve söylemler kime hizmet ediyor?

Aynı şey sosyal adalet konusu için de geçerli. Ne yazık ki, insanlığın kanayan yarasına parmak basan, güzel ve yerinde bir söylem, bütünsellikten uzak indirgeyici bir bakış açısı, maksadını aşan bir dil ve üslûp ve asıl bağlamından koparılmış bir kavramsal çerçeve yüzünden ölü doğmuştur. Sistemin kendi iç hesaplaşmasında bilerek veya bilmeyerek taraf olma gafletine düşülmüş, söylenenler, yazılıp çizilenler birilerinin ekmeğine yağ sür müş, genel olarak Müslümanların aleyhinde kullanılan bir silah haline gelmiştir. Hâlbuki bütün cül bir bakış açısıyla hem dünyevileşen Müslümanlara içeriden hem de diğerlerine dışarıdan eleştiri yapılabilseydi, böyle bir şey söz konusu olmayacaktı. Zira bu takdirde hem uyarı ve hatırlatma babında içeriye dönük bir eleştiri yapılmış hem toplumun diğer kesimlerine mesaj verilmiş hem de söz konusu söylemi Müslümanların aleyhinde silah olarak kullananların ne mal oldukları daha net bir biçimde ortaya çıkmış olacaktı. Bu bakımdan deyim yerindeyse “Yenilikçi Müslümanlar” kaş yapalım derken göz çıkardılar.

Bunun yanı sıra bilgi eksikliği ve aklı yürütme kusuru diyebileceğimiz birtakım hatalardan ötürü gizli bir ateizmin önü açıldı. “Allah yüzde elli vardır, yüzde elli yoktur; eğer ‘Allah vardır’ derseniz kendinizi Allah yerine koymuş olursunuz. Üstelik yaratılışın herhangi bir anlamı da yoktur; ibadet, hilafet vs bizim kendi anlamlandırmalarımızdır (Peygamber’i kast ediyor).” Bunun adı “Felsefe yapayım derken, imandan olmak”tır. “Yüzde elli var, yüzde elli yok” ne demek? “Var olup olmadığı belli değil, var olup olmadığı bilinemez” demek. Peki, kardeşim, o zaman niçin var olup olmadığı dahi belli olmayan, varlığı yokluğu bilinemeyen bir varlığa (Allah’a) izafe edilen bir kitap üzerinden konuşup onu hep aynı konudan bahsediyormuş gibi gösteriyorsun; aslında İslam’ı teferruat olarak gördüğün, ama sosyal ve kültürel şartlar böyle gerektirdiği için mi?

Bu ve benzeri yaklaşımlar yüzünden zalimlere isyan Allah’a isyanla karıştırılır oldu. Muharref geleneğin Allah tasavvuruna karşı Kur’an’ın adil ve merhametli Allah tasavvurunu bir bütün olarak ortaya koyamayan kimseler, çareyi O’nu salt sosyal bir kavram haline getirmekte, Yaratıcı’nın zatını, dolayısıyla aşkın yönünü inkâr etmekte buldular. Hal böyle olunca hayatları boyunca doğru dürüst Kur’an okumamış, bu konuda araştırma ve inceleme yapmamış, üstelik açıp bir tek kaynak eser dahi karıştırmamış olan insanlar, bu söylemlerin etkisine kapılarak “on sekiz yaşındayım ve babama acaip kızgınım sendromu” içerisinde maksadını aşan sözler sarf etmeye, deyim yerindeyse Frankenstein hareketleri yapmaya başladılar. Namaz uçtu gitti, “vahyin ontolojik kaynağı yok” dendi -ki, bu ifade Allah’ı inkâr anlamı taşır-, kurban Şaman adetlerinden sayıldı. Ateizmle karışık yeni dininiz hayırlı olsun(!).

Hiç şüphesiz buradaki temel sorun, sahih düşünce geleneğini modern çağa taşımak, yaşadığımız çağa İslam’ın gözüyle bakmak ve İslam’ı asrın idrakine söyletmek yerine modern telakkiler doğrultusunda, bir başka ifadeyle modern çağın gözüyle İslam’a bakmaktır. İlerlemeci tarih anlayışının benimsenmiş olması bunu açık bir biçimde ortaya koyan bir başka örnektir. Nitekim bugünkü “Yenilikçilik” anlayışı -ki, gerçekte yenilikçilik bu demek değildir ve ben de yenilikçiliğe karşı değilim- bu çerçevede şekillenmiştir. Oysa bu anlamdaki bir “Yenilikçilik” imanı riske etmektir. Zira Seyyid Hüseyin Nasr’ın ifadesiyle “Gelecek mevcut değildir ve bildiğimiz kadarıyla hiçbir zaman da var olmayabilir. Kişi, geleceği ancak umut ya da fantezi çerçevesinde düşünebilir, düşünürken de umutlarının boşa çıkabileceğini ve fantezilerinin saçmalık içerebileceğini kesin olarak bilir. Tüm dikkatimizi hiçbir varlığı, hiçbir kesinliği olmayan bir şeye vermek, hakikatle temasımızı riske sokmak demektir.” (Seyyid Hüseyin Nasr; Kutsalın Peşinde, s. 51)

Dolayısıyla bugün, sabitelerini yitirmiş, kavramlarla oynayan, bin bir türlü zorlama yorumla metne farklı bir anlam boyutu kazandıran, deyim yerindeyse yeni bir din icat eden, Allah’a Allahlık, Peygamber’e peygamberlik öğreten, itikadi ve manevi-ahlaki yönü zayıf yeni bir Müslüman tipolojisiyle karşı karşıyayız. Ancak her ne olursa olsun bu “yeni” düşünce hareketinin başarıya ulaşma şansı yok. Zira tepkisel ve yüzeysel, sistematiği yok, dolayısıyla savruk; üstelik kabak tadı vermeye başlamış durumda. Bu açıdan bakıldığında pek fazla endişelenmeye gerek yok; çünkü tarihte bu tür düşünce akımları ziyadesiyle ortaya çıkmış, belli bir müddet sonra da silinip gitmiştir.    

Son söze gelecek olursak;

Başkalarına toprağın altını hatırlatmak çok hoş ve kolay; ancak insanın aynı şeyleri kendi nefsine söylemesi bir hayli zor. Şu halde o hatırlatmayı biz yapalım: Ölüm meleği canınızı aldığında, iki metre bezle toprağın altına girdiğinizde, kıyamet gelip kapıya dayandığında, söylediklerinizi, yazdıklarınızı, çizdiklerinizi, yaptıklarınızı bir bir önünüze koyacaklar. O gün hiç kimse sizi “ağabey, baba, hoca, üstat” diye çağırmayacak. Üstelik bilgisizce saptırdıklarınızın da bir kısım günahlarını yükleneceksiniz (16/25). Allah’tan korkun ve hiçbir alış verişin, dostluğun ve şefaatin olmadığı o gün gelmeden önce aklınızı başınıza toplayın. Bizden söylemesi…    

Umutla ve devrimle…



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
aliaksoy
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 05 subat 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 989
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı aliaksoy

Selam,

Atilla beyin yazılarına ve hatta başka yazılarına biraz göz gezdirdim.

Bana göre özetle şunu söylemiş:

"Neden benden daha yenilikçisiniz ?"




 


__________________
"(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yukarı dön Göster aliaksoy's Profil Diğer Mesajlarını Ara: aliaksoy Ziyaret aliaksoy's Ana Sayfa
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

bu makaleleri tartışmaya açmak için buraya taşımak istedim...

bizler belli bir sürecin içinde bazı değişiklilklere beraberce şahit olduk...

salat kuranın evrenselliği gibi konulardaki tartışmalarımız halende devam etmekte...

acaba bu süreci bu şekilde belirleyen yönlendiren bazı dış güçlerin farkında olmadan ekmeğine yağ mı sürüyoruz...

bizler kendimiz böyle düşündük bu sonuçlara kendimiz geldik derken aslında yönlendirildik mi...

farkında olmadan kendi kendimize çelmemi takıyoruz...




__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
aliaksoy
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 05 subat 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 989
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı aliaksoy

Selam,

Evet, bu önemli bir konu. Önemi, gerçekliğinden veya gerçek olma ihtimalinden değil, bize karşı kullanılmakta olan ve uzun bir müddet daha kullanılacağı aşikar bir argüman olmasındandır.

Bu nedenle, bu konuda bir kaç şey yazmak istiyorum.

Birincisi, bu eleştiriyi yapanlar iki gruba ayırılabilir. Bu iki grubun bir kısmı olabildiğince gelenekçi - muhafazakar görüş ve inanışlarını sürdürenler, diğeri ise bunlara nazaran daha yenilikçi olanlardır. İlk grup, ikinciler için yani "daha az yenilikçiler" için de aynı şeyi söylerler. Bunun ayırdında olan ikinciler (Örneğin bu başlıkta makaleleri yayımlanan arkadaş, Mustafa İslamoğlu ve benzeri..) hiç utanmadan hem kendilerini eleştirenleri kınar, hem de bizi aynı ithamlarla suçlarlar. Bundan 1000 sene önce yaşayan İmam Gazali'yi getirin, "en gelenekçi" vatandaşların bu günkü okumalarını okutun, bakın onları nasıl topa tutuyor.

Demek ki, bu iş görecelidir, zamandan zamana değişir. Daha islamın ilk yüzyılında bile sahabe ve tabiin arasında aynı tartışmalar yaşanmıştır ve gayet doğaldır. Çünkü insan değiştikçe, "evrensel olmayan" yargılar da ister istemez değişecektir. Bu bir yaratış kanunudur.


İkincisi; eğer bir tartışmacı size karşı söyleminde niyet okumaya, iman bekçiliği yapmaya başlamışsa, elinde hiç bir somut delili olmadığı halde sizi bir yerlerin adamı, oyuncağı olmakla suçluyorsa bilinki elinde atacak mermisi kalmamış, bütün cephaneyi tüketmiştir.

Çünkü insan tabiatı kavgasız çözülecek bir meseleyi kavgasız çözmeye daha yatkındır. Eğer onun algısı, işin delille, konuşmayla, iknayla çözülemeyeceğine inanmışsa o zaman zor devreye girer.

Bu "zor", şu anda tartıştığımız, çeşitli ithamlarda bulunma şeklinde olabileceği gibi eylemli de olabilir.

Demek ki, bu yakıştırmaları yapanlar ya ellerinde hiç bir delilleri bulunmayan kimselerdir, yahutta ellerindeki delillerin kuvvetine kendileri bile inanmayan kimselerdir.

Hanif kardeşlerimiz, bu çok bilmişlerin dillerini eğip bükmelerine malzeme olarak kullandıkları en temel kaynaklarını ellerinden almıştır.

Daha önce forumda bir kaç kere değinmiştim, bana göre gelenekçi yaklaşım temelde iki konuya dayanır. Bu iki konu delille yok edildiğinde gelenekçilerin tutunabilecekleri hiç bir dal kalmaz. Bunlar, nesh inancı ve Kuran dışı vahiy inanışıdır.

Bu iki konu, sadece hanif kardeşlerimizce değil, gerek yerli gerek yabancı yazarlar, ilahiyatçılar tarafından da eleştirilip, darbe yeyince insanların inanış ve düşünüş dünyasında ciddi açılımlar başladı. Bu süreç yeni değildir, yakın kökleri 20. yüzyıl başlarına değin uzanır. Bir anda olmamıştır, aşama aşama gelişmiştir. Ancak biz değişimin en hızlı ilerlediği bir aşamadayız.

Salat konusu, ilk ikisinden de mühim bir meseledir. Zaten Kuran okuyan kimse çok iyi anlar ki, "Salat dinin direğidir".

Salat konusu belki bizim için biraz eskide kalmış olabilir ama bu tartışmanın islam aleminde başladığını bile iddia edemeyiz.

Salat konusunda yürütülen münazaralar, bir metnin mana yönüyle ne derece saptırılabileceğinin ve manası saptırılmış bir metnin toplumları nereden nereye getirebileceğinin mühim bir kanıtıdır. Bu bilinç değişimi, insanları tüm inanışlarını sorgulamaya, gözden geçirmeye itecektir.

Bu süreç, Kuran beyanının evrenselliği ve bağlı konular olan son nebi, kitabın korunmuşluğu gibi konuları da sorgulatabilecektir.

İşin güzel kısmı, bu tefekkürün sadece din sahasında değil, hayatın diğer tüm aşamalarında da gerçekleşecek olmasıdır. Çünkü salat ve evrensellik konusu beraberinde ciddi bir "paradigma" değişimini getirmektedir.

Ben kendi yaşamımda bunu gözlemledim. Salat ve Evrensellik meseleleri ile yaşadığım paradigma değişimi, sadece din sahasında kalmadı. Hayatımın diğer bir çok alanında da çok ciddi etkileri oldu. Siyasi görüşlerim, değer yargılarım vs. çok değişimler yaşadım.

Benim kendi yaşamımda gözlemlediğim bu değişimler "şer güçlerin ekmeğine" yağ sürdü mü ? Onu da diğer bir başlık olarak irdeleyeyim.


Üçüncüsü; bu "yenileşme" hareketinin siyasi sonuçları ile şer güçlerin amaçları paralellik arz eder mi ?

Düşünelim.

Bana kim talimat verebilir ? Benim irademi kim ipotek altına alabilir ?

Şeyhim yok.

Bir cemaatin üyesi olmadığım için "imamım" yok.

Herhangi bir parti, dernek, vakıf, sendika başkanı bana söz geçirebilir mi ?

Başbakan, Cumhurbaşkanı, Gen Kurmay Başk. ?

Peki, Soros, Obama, falanca vakıf, filanca örgüt ?

Atalarımın ezberlettiği şeyler, çoğunluk, otorite ?

Bana "KANIT" tan başka kim söz geçirebilir ? Kim, beni düşünmeksizin ve hatta vicdanımın muhalefetine rağmen bir işi yapmaya veya bir şeye inanmaya sevk edebilir ?

Şimdi ben mi kolay bir lokmayım, yoksa imamın, şeyhin emrinde akletme, sorgulama yeteneklerini kaybedenler mi ?

Düşünerek söyleyenler mi kolay lokmadır, ezberden atıp tutanlar mı?

Delile / kanıta / gerçeğe dayananlar mı kolay lokmadır, tüm düşünüş ve inanış dünyasını zanna boğanlar mı?

Eskiden insanları,

müslümanlar / kafirler,
Türkler / Türk olmayanlar
Türkiye'de yaşayanlar / Dışarıda yaşayanlar vs. sınıflandırmalara tabi tutuyor, hayatı ve olayları bu gözlüklerle okuyordum.

Şimdi ise, iyilik edenler ve kötülük edenler var.

Şimdi, insanlar ve servetle şımarmış, cani ileri gelenler var.

Şer güçler, bütün devletleri iptal edip tek bir dünya devleti kurmak ve sömürü düzenini daha disiplinli sürdürmek istiyorlarmış.

Ne tesadüf, ben de bütün devletlerin yıkılıp tek bir İNSANLIK devleti kurulmasını istiyorum.

Şimdi amaçlarımız bir mi oldu ?

Hiç sanmıyorum.

Tek bir insanlık devleti kurulmalı ki, devletler, insanlar emeklerini, paralarını, güçlerini silaha, bombaya, topa, tüfeğe değil de sağlığa, eğitime, açlıkla mücadeleye, doğanın yeniden inşaasına ve gezegenimizin dışından gelebilecek muhtelif tehditleri savmaya harcasın.

Böyle düşünüyorum ki, bütçeleri devletlerin bütçelerini aşan uluslar arası şirketler dizginlensin, insan nüfusu arttığı için azalan ve artık kamu malı sayılması gereken "gayrı menkul mülkiyeti" ortadan kaldırılsın.

Böyle arzuluyorum ki, insanların servet edinmelerinde onun içindeki yarışma hırsını kesmeyecek bir üst limit konulsun. Artanı kamunun, bütün insanların (diğer bir deyişle Allah'ın) olsun.

Böyle istiyorum ki, daha çocukken insanları birbirlerine düşman olarak yetiştiren, atalarımızın kavgalarını sık sık hatırlatıp bizlerin de sürekli olarak kavga etmemizi salık veren ileri gelenler hak ettikleri akıbetlerine kavuşsunlar.

Böyle istiyorum ki, teknolojiye ve insan yaşamını kolaylaştıran diğer her şeye yatırım yapılsın da, insan; kaslarıyla, beden kuvvetiyle değil, ilmiyle, bilgisiyle, sanatıyla, yaratıcılığıyla öne çıksın.

Bunun için elbette direnenlerle çetin bir mücahede yürütülecektir.

Bu küçük kıyamettir !

O gün, nereden çıkılırsa çıkılsın, her nerede olunursa olunsun istikamet mescid-i haram olacaktır.

İnsanlık düşmanlarının en büyük kalesi her neresi ise hedef orasıdır.

O gün insanların güruh güruh, millet, millet, kavim kavim, devlet devlet hayra ve esenliğe, insanlığa çağıranlara katıldığı müşahade edilebilir.

O gün hacc-ı ekber günüdür !

O gün insanlar arasındaki "kan" davasının bitirildiği gündür.

Olur ki o gün Yaratıcı meleklere döner ve;

"Ben sizin bilmediklerinizi bilirim dememişmiydim" der.     

Ne dersiniz, şer güçler bundan mutlu olurlar mı?

Hiç sanmıyorum.

Esen kalın.     


__________________
"(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yukarı dön Göster aliaksoy's Profil Diğer Mesajlarını Ara: aliaksoy Ziyaret aliaksoy's Ana Sayfa
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

yüreğine sağlık ali kardeşim...

__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 

Eğer Bu Konuya Cevap Yazmak İstiyorsanız İlk Önce giriş
Eğer Kayıtlı Bir Kullanıcı Değilseniz İlk Önce Kayıt Olmalısınız

  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats