HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Kur'an Hükümleri ve Kavramları
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Kur'an Hükümleri ve Kavramları
Konu Konu: Allah’a İman Nedir? Allah’ın Bir Oluşu N Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
muhsin iyi
Newbie
Newbie
Simge

Katılma Tarihi: 21 temmuz 2011
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 20
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı muhsin iyi


İman, insanın bir anne ve babası olduğunu bilmesi gibi bir yaratıcısı olduğunu kavradıktan sonra Allah’ın (c.c.) bu dünya yaşamında kendisini yalnız bırakmayıp gönderdiği peygamberlerle ve indirdiği kitaplarla yaşam biçimini belirlemeye hak sahibi olduğunu; hayır ve şerrin O’ndan geldiğini, Allah’ın (c.c.) ezeli ilmiyle kimlik bilgilerini, başına gelecekleri, yapıp edeceklerini kaderi olarak Levh-i Mahfuz’a kaydettiğini; bu dünyadaki yaşamı için ahirette diriltilip ödül ve ceza için sorguya çekileceğini kabul etmesidir. Ayrıca Allah’a (c.c.) yakın varlıkların, yani meleklerin varlığını da kabul etmek gerekir. Kısacası imanın altı rüknü eksiksiz bir şekilde kabul edilirse iman tamamlanmış olur.

 

İmanın altı rüknünden birinde duyulan bir kuşku, Allah (c.c.) inancında da itikadi bir bozukluğa neden olacaktır. O zaman bu bozukluk,  gerçek İslam dini yerine batıl bir dine veya inanca da neden olabilecektir.

 

Bazı insanlar Allah’ı (c.c.) yaratıcı olarak kabul etmekle O’na inanmış olduklarını söylerler. Bu kadarcık bir inancı da  kafi görürler. Oysa Kuran-ı Kerim’in ifadesine göre Mekkeli Müşrikler de yaratıcı olarak Allah’ı (c.c.) tanıyorlardı ve bunun da ötesinde rızık verici güzel ismiyle (Er-Rezzak) Allah’a (c.c.) dua ediyorlardı: “Yemin olsun ki o putperestlere (Mekkeli Müşriklere) kendilerinin kimin yarattığını sorsan mutlaka ‘Allah’ diyeceklerdir. Öyle ise nasıl oluyor da dönüyorlar? (Ez-Zuhruf suresi, ayet 87).”, “(Putperestlere hitaben) De ki: ‘Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Yahut kulaklara ve gözlere kim malik bulunuyor? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor?’ Hemen, ‘Allah’ diyeceklerdir. Sen de ki: ‘O halde sakınmaz mısınız?’ (Yunus suresi, ayet 31)”

 

 Allah’ı (c.c.) sadece yaratıcı sıfatıyla kabul etmek, yaşamında Kuran-ı Kerim’in buyruklarına ve peygamberin (s.a.s.) sünnetine uygun biçimde Allah’a (c.c.) yer vermemek Allah’a (c.c.) iman etmede bir noksanlığa işarettir. Öyleleri İslam dini yada ilahi bir dinle değil de Teizm yada Deizm türü bir inançla Allah’a (c.c.)  iman etmektedirler.

 

Gerçekte çağımızda pek çok kişi,  bilinçsiz olarak Teist yada Deist türü bir inançla Allah’a (c.c.)  iman etmekte, fakat kendisi bütün yaşamı boyunca bunun farkında olmamaktadır.

 

Herkesin kendisine göre bir Allah (c.c.) inancı vardır. Kimisi Allah’ı (c.c.) sadece yaratıcı olarak kabul eder. O’na bazen kendisini yarattığı için şükran duyar. Ama bundan başka yaşamında O’nunla pek bir iletişime geçmez. Kimisi daha insaflıdır. İbadet hayatıyla O’nu anmaya çalışır. Yine de buna karşın O’nun çağdaş hayatta pek bir etkisinin olmasına razı olmaz. Dinin insanın vicdanında ve özel hayatında yerini kabul etmesine karşın sokağa, halka, millete, dünyaya ulaşmasını pek akılcı bulmaz. Tabii bu konuda herkes farklı düşünecek, Allah’a (c.c.) imanı kendi penceresinden değerlendirecektir. Demek ki Allah’a (c.c.) iman konusu, spekülasyona açıktır. İnsanların tanımında birleşmelerine imkânı yoktur. Buna neden olan şey de Allah’ın (c.c.) duyu organları ile algılanamamasıdır. Bu yüzden bazı insanlar O’nun varlığını bile inkâr etmektedirler.

 

Tabii İslam dininde Allah’a (c.c.) imanın tanımı, o yada bu kişiye göre değişmez. Çünkü İslam dinine giriş, Allah’a (c.c.) imanla başlar. Hangi Allah’a (c.c.) nasıl iman edileceği de gayet açıktır. Ayrıca İslam dinine girişte söylenilen Kelime-i tevhitle (Kelime-i şahadetle) Allah’a (c.c.) imanın bir mücadele ve dava konusu olduğu da hemen belirtilir. Daha doğrusu Allah’ın (c.c.) tanıtılmasından ziyade önce Allah’a (c.c.) imanın bir mücadele ve dava konusu olduğu üzerinde durulur.  Kişinin yaşamında temiz bir sayfa açması beklenir. İslam dininin tam ve eksiksiz Allah (c.c.) inancı için önce sapkın din, inanış, mezhep, kültür ve felsefelerden gelen yanlış, eksik Allah (c.c.) inancının etkilerinin ortadan kaldırılmasına çalışılır. Namaz öncesi alınan abdest gibi İslam dinine yeni giren kişi de bu sayede manevi dünyasında bir temizlik işleminden geçer. Bu yönüyle İslam dininin kapısı olan Kelime-i tevhit doğru, eksiksiz bir Allah (c.c.) inancının temelini oluşturur: Lâ-ilâhe illallah. 

 

Kelime-i tevhit, iki cümleden meydana gelmektedir. İlk cümle şudur: Lâ-ilâhe (ilah yoktur). Bu yadsınan ilahlar, insanın hayatında Allah (c.c.) dışında kutsanan her şeyi kapsamaktadır. Bunlar, peygamberimiz (s.a.s) döneminde Kâbe’deki putlardı. Ayrıca Hıristiyanlardaki Hz. İsa’nın (a.s.) Allah’ın (c.c.) -hâşâ- oğlu oluşu, Yahudilerdeki Allah (c.c.) tarafından seçilmiş ırk olma inancı da yadsınan ilahlardandı. Bunların her birisi de gerçek Allah (c.c.) inancının önündeki engellerdi. Peygamberimizin (s.a.s.) yaşamı işte bu yadsınan ilahlarla mücadele ile geçti. Kuran-ı Kerim de bu mücadelede ona yol gösterdi. Davası oldu.

 

Bugün çağdaş insanın yaşamında yadsınması gereken ilahlar, biraz daha farklılık arz etmektedir. Bireyi, toplumu Allah’a (c.c.) ulaştırmayı engelleyen her şey yadsınması gereken bir ilahtır. Bizim burada önemle belirtmek istediğimiz nokta, İslam dinine girişte parola olan Kelime-i tevhitte ilahların yadsınması mücadele ve davasının ön planda yer almasıdır. Halbuki kendi basit, alışıldık mantığımızla İslam dinine girişte duyu organları ile algılayamadığımız Allah’ın (c.c.) önce bize kim olduğunu, sıfatlarını ve güzel isimlerini açıklamasını beklerdik. Ama Allah (c.c.), Kendi’ne imanı, yadsınması gereken ilahlarla mücadele etmeye bağlamakta ve bu davayla Kendi’sine yaklaşmamıza izin vermektedir. Dinine bizi bu şartla kabul etmektedir. Allah (c.c.) düşünsel, metafizik, felsefi bir yaklaşımla değil, yadsınması gereken ilahların olmadığı bir yaşam biçimiyle bize yönelmektedir. Daha doğrusu ilahların yadsındığı bir yaşam biçimiyle O’na inanmaya başlayacağımız, yöneleceğimiz, O’nu tanıyacağımız belirtilmektedir. İslam dininin temelini teşkil eden Allah’a (c.c.) iman kavramı ilk bakışta Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliğinin düşünsel, metafizik, felsefi bir onaylaması gibi görünürken Kelime-i tevhit yaşamın gerçekliğine inmekte ve doğru ve eksiksiz bir Allah (c.c.) inancı ve buna engel oluşturan ilahların yadsınması için bizi mücadeleye ve davaya çağırmaktadır.

 

Ağzı olan herkesin konuşması gibi her tür konuda da düşünmek, düşünce egzersizi yapmak, zorluğu şurada dursun, eğlenceli bir iştir. Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği de böyle düşünsel, felsefi, metafizik bir konudur.  Allah’ın (c.c.) varlığını ve birliğini zihnen kabul etmek güzel bir olgu olmakla beraber İslam dinine böyle bir düşünce kalıbıyla girilmemektedir. İslam dinine Kelime-i tevhitle girilir. Bunun için de Allah’ın (c.c.) varlığını ve birliğini zihnen kabul etmek yeterli değildir. Önce, kişinin yaşamında Allah’a (c.c.) iman etmede engel teşkil eden ilahların yadsınması mücadele ve davası gelmektedir. Bu konu ise düşünsel değil yaşamsal bir alanı gerekli kılmaktadır. İlahların yadsınması mücadele ve davası pek çok kişi ile çatışmayı gerektirebilir. Toplumsal bozukluklar, haksızlıklar içerisinde kime karşı vaziyet alacağımızı bile şaşırabiliriz.

 

Pek çok insan din adına değil de insanlık adına toplumdaki bozukluklarla, haksızlıklarla mücadeleye girer. Yaşamları bizleri imrendirecek kahramanlık sahneleri ile doludur. Hâlbuki bunların çoğu ahirete bile inanmazlar. Oysa Allah (c.c.) bizden yadsınması gereken ilahlar adına toplumdaki bozukluklarla, haksızlıklarla mücadele etmemizi istediği halde bizler çoğu kez din ve İslam adına toplumdaki bozukluklardan ve haksızlıklardan yana oluruz. Bazen de bu konularda tarafsız kalırız. Gayrete gelip de bir şeyler yapanlar pek azdır. Onların da bu çabalarını, çalışmalarını engellemek için uğraşır dururuz. Hâlbuki bu iş için Allah (c.c.) bize cennette akla hayale gelmeyecek nimetlerle ebedi bir hayatı vaat etmektedir. Bu tabii pek deşilmesini istemediğimiz bir yaramızdır.

 

Gelelim Kelime-i tevhidin ikinci cümlesine: illallah (ancak Allah (c.c.) vardır/hâkimdir). Ama bu var ve hâkim olacak Allah (c.c.) kimdir? İşte bu soru Kelime-i tevhidin devamı olan şu cümle ile yanıtlanır: Muhammed-ün rasûlullah. Yani Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimizin ve onun Allah’tan (c.c.) getirdiği kitabın tanımladığı Allah. Artık bu Allah (c.c.) o kadar açık ki. Kimse bu konuda bir sıkıntı yaşamayacaktır. Çünkü Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz hadislerinde Allah’ı (c.c.) tanımlamaya, anlatmaya çalışmış, Kuran-ı Kerim’in de en başlıca konusu Allah (c.c.) olmuştur. Allah (c.c.) bütün sıfatları ve güzel isimleri ile ortadadır. Hadis kitapları ve Kuran-ı Kerim Allah’ı (c.c.) sıfatları ve güzel isimleri ile bizlere dosdoğru ve eksiksiz olarak tanıtmış ve anlatmıştır.

 

Buna karşın çağımızda pek çok kişi Müslüman olduğunu söylediği halde niçin Allah’ı (c.c.) gerektiği şekilde tanımamaktadır? Çünkü bu kimseler İslam dinine girişin ilk koşulu olan Kelime-i tevhidi gereği şekilde kabul etmemektedirler. Yaşamlarında yadsınması gereken ilahlarla mücadele etmeyi ve böyle bir davayı üzerlerine almayı göze alamamaktadırlar. Korku, kaygı, gaflet, haramlar, dünya zevkleri buna mani olmaktadır. Hâlbuki Allah (c.c.) kimsenin sırtına taşıyamayacağı yükü yüklemez. İmanın en zayıf kısmının zulme, haksızlığa karşı kalple buğzetmek (nefret hissi) olduğu hadislerde geçmektedir. Maalesef bu bile pek çok kimseye zor gelmektedir. Durum böyle olunca, yani ilahlar yadsınmayınca pek çok kimse gerçek Allah’ı (c.c.) tanıma, anlama, O’na inanma gereği de duymamaktadır.

 

İnsanın nefis (bilinçdışı) ve ruhtan oluştuğunu kutsal kitabımız şöyle ifade etmektedir: “De ki ruh Rabb’imin emrindedir (İsra suresi, ayet 85).”, “Nefis, daima kötülüğü emreder (Yusuf suresi, ayet 53).” Bu iki varlığı, yani ruhu ve nefsi birer manyetik alana benzetirsek insanın seçme yeteneğinin, daha doğrusu iradesinin, yani kutsal kitaba göre sınanan yanının bu iki manyetik alana eğilim gösterecek bir biçimde yaratıldığını anlamış oluruz. Kuran-ı Kerim’de yüce Allah,  “Muhakkak biz emaneti göklere, yere, dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten çekindiler. Zira sorumluğundan korktular. Ama insan onu yüklendi. İnsan gerçekten çok zalim, çok cahildir (Ahzab suresi, ayet 72).” Allah’ın (c.c.) gökyüzüne, yeryüzüne ve dağlara sunup da onların yüklenmekten çekindikleri emanetin insana verilen irade, yani seçme yeteneği olduğu tefsirlerde belirtilmektedir. Bilgiyi hafızada tutma, işleme, karşılaştırma ve sonuçlar çıkarma gibi zihinsel melekeler de iradenin emri altında olan ünitelerdir. Demek ki kötülüğü temsil eden nefsimizle (bilinçdışımızla) iyiliği temsil eden ruhumuz bizi (yani irademizi) etki altına alan kaynaklardır. Bizler iyiliği ve kötülüğü seçmede özgür bırakılmış, yani ruhun ve nefsin manyetik etkisi altına girebilecek irademizle yaşamımızı biçimlendirmekteyiz.

 

Ruhun ayırıcı vasfı aşktır. Güzel şeylere ve faziletlere tutkudur. Aşk, bu varlık âleminde veya karşı cinste aşkın (müteal) olan şeyler karşısında duyulur. Yaratılmış olan şeylerde aşka neden olan her türlü güzellik, kahramanlık, üstünlük, erdem aslında Allah’ın (c.c.) varlık âlemindeki birer tecellisidir. Bir insan başlangıçta bunlara gönül bağlasa da işin aslını düşündüğünde aşkı bunlardan hareketle yüce Allah’a (c.c.) kadar ulaşabilir.

 

Ruhun ayırıcı vasfı aşk olduğu gibi dostları da meleklerin ilhamları ve yüce Allah’ın (c.c.) ayetleridir. Ruhun gayesi Allah’a (c.c.) ulaşmaktır.

 

Nefsin ayırıcı bileşenleri içgüdüler ve geçmiş anılardır. Yani nefis hem bedene hem de yaşanılan şeylere bağlıdır. Ayrıca duygusal enerjileri ile bastırılmış kötü anı kümeleri de  (yani kompleksler) nefsin en can alıcı noktalarını teşkil eder. Freud, kutsal kitaplardan aşırdığı nefis kavramını psikanalizde bilinçdışı (sonra bunu id) terimi ile adlandırmıştır. 

 

Nefsin ayırıcı vasfı bencillik, öfke, kin, kıskançlık, cimrilik ve şehvet gibi kötülüklerin de kaynağı olan şeylerdir. Allah (c.c.) nefsin bu eğilimlerinin önüne geçmek için peygamberler göndermiş, kitaplar indirmiş, ölçü ve kurallar belirlemiştir. Böylelikle bu kötülük de doğabilecek eğilimlerden yaşam için nimetler, koşullar elde edilmiştir. Allah’ın (c.c.) kitabındaki emir ve yasakların en büyük hikmetlerinden birisi de nefsi hizaya sokmak, insanın, toplumun hizmetine vermektir.

 

Nefsin arkadaşları dünya ve şeytandır. Şeytan insan nefsini dünya ile kandırır. Şeytanın elinde dünyanın zevk ve eğlenceleri dışında başka bir güç yoktur. İnsanları vesvese yolu ile davet edip bunlardan haram helal demeden yararlanmaya,  bu sayede azgınlaştırmaya çağırır.

 

İşte Lâ-ilâhe illallah insanın bu manevi yapısına uygun bir yapıya sahiptir ve insanı bu manevi yapısıyla kendi içerisinde mücadele etmeye çağırır. Şöyle ki: Lâ-ilâhe (ilah yoktur) bir keskin kılıç gibi nefsin üzerine indirilir. Nefsin şeytanın etkisiyle ve dünyanın gelip geçici arzuları sonucu oluşan ilahlarını böylece kökünden kazır. İnsanın yaşamında Allah (c.c.), Allah’ın kitabı, Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimizin sünneti amaç haline gelmediği zaman sahte ilahlar hemen boy gösterir. Tıpkı ekilmeyen bir tarlada her türlü otun bitmesi gibi insan yaşamı da yaratılış gayesinden saptı mı hemen sahte ilahlar edinir. Bu bakımdan insan doğası ilah edinmede boşluk kabul etmez. Allah’a (c.c.) iman ile dolmayan yere şeytan sahte ilahları ile hemen biter. İlahların olduğu bir yerde de Allah’a (c.c.) iman olmaz.  

 

Lâ-ilâhe illallah ile nefsin şeytanın etkisiyle ve dünyanın gelip geçici arzuları sonucu oluşan sahte ilahlara karşı eğilimi kırılmaya çalışılır. Aslında bu Kelime-i tevhit tek başına yeterli de gelmez. Kişi gerçi bununla İslam dinine girer. Ama bu dinde kalabilmesi ve imanını güçlendirmesi için İslam’ın diğer şartlarına da sarılması gerekir: Haramlardan uzaklaşmak yanında namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek ve hacca gitmek gibi ibadetlerle de nefisle savaşılır. Ona aman verilmez.  İşte nefis ancak haramlardan sakınmak ve bu ibadetlerle tam anlamıyla ıslah olabilir. Ancak bu yolla Lâ-ilâhe bir kılıç gibi nefsin üzerine inerek onu tesirsiz hale getirir. Nefsin eğilimleri, şeytanın dünya aracılığı ile çeşitli oyunları yüzünden ara sıra  bazı sıkıntılar yaşanabilir. Tabii bu yüzden Allah’a (c.c.) ibadet yolunda bazen tökezlemeler olur, çeşitli günahlara bulaşılabilinir. Tövbe etme ve istiğfarla gene derlenip toparlanılır. Yola devam edilir. Hedef son nefeste imanı şeytana kaptırmamaktır.

 

İnsanların bir kısmı, “Niçin günde beş vakit namaz olmuş, bir vakit olsa idi daha iyi olmaz mıydı?” diye düşünürler. Bir vakit namaz yeterli olsaydı Allah (c.c.) nefsimize onu uygun görürdü. Allah (c.c.) dinde, nefse her zaman en kolay geleni teklif eder. Hiçbir zaman bizim sıkıntıya girmemizi istemez. Ama demek ki, nefis o kadar azgın ki, günde beş kez ona Allah’ı (c.c.) anımsatmayınca yoldan çıkabilecek bir özellikte yaratılmıştır. Çünkü nefsimizi yaratan onun ilacını bizden daha iyi bilir.

 

Lâ-ilâhe kılıcının etkisiyle, haramlardan kaçınmakla ve ibadetlere devam etmekle nefis dize geliyor ve illallah (ancak Allah (c.c.) vardır/hâkimdir) diyerek imanını tamamlıyor. Gerçi ruh Allah’tan (c.c.) geldiği için hiçbir zaman Allah’ı (c.c.) inkar etmez. Ama nefis bazen insanın manevi dünyasında o kadar hakim hale gelebiliyor ki ruha teneffüs etme imkanı bile tanımıyor, onu boğuyor. İşte  illallah diyen nefis, ruh ile bir bütünlüğe kavuşunca büyük bir huzura erer (nefs-i mutmainne).

 

Demek ki nefis ile ruh arasında bir mücadele vardır. Nefis, destekçileri olan kompleksleri, dünyanın gelip geçici zevkleri ve şeytan ile insanı sahte ilahlara bağlanmaya çağırırken ruh Allah’a (c.c.) yönelmekte, meleklerin ilhamları ile yüce, güzel şeylere tutkun (âşık) olmaktadır. Bu hal nefisle ruhu bir çatışmaya ve mücadeleye sevk etmekte, bunun da karşılığı olarak Allah (c.c.) kulu imana davet ederken Kelime-i tevhitte Lâ-ilâhe (ilah yoktur) ile illallah (ancak Allah (c.c.) vardır/hakimdir) arasında  aynı çatışma ve mücadeleyi göstermekte, bizi seçime ve eyleme çağırmaktadır. Allah’a (c.c.) iman, sadece düşünsel, felsefi, metafizik bir olgu değildir, daha ziyade bir yaşam tarzıdır. Allah’a (c.c.) iman öyle bir yaşam tarzı ki, sadece dış dünyada değil insanın manevi yapısında da şeytanın etkisiyle ve dünyanın gelip geçici arzuları sonucu oluşan ilahlarla Allah’ın (c.c.) hâkimiyeti arasında kıran kırana bir çatışma ve mücadeleyi gerektirmektedir.  İrade Allah’a (c.c.) iman için bu çatışma ve mücadelede nefis aleyhine taraf tutmak zorundadır.  Tabii bu da büyük bir savaşım sonucu mümkün olmaktadır.

 

İllallah (ancak Allah (c.c.) vardır/hâkimdir), Allah’ın (c.c.) vahdaniyetini (bir oluşunu) temsil eder. İslam dini, Allah’ın (c.c.) bir oluşu temeli üzerine kurulur ve yükselir. Bu makama ulaşan bir insana, topluma dünya ve ahiret mutluluğu verilir. Yani bu mutluluk sadece bireysel bir anlam taşımaz, onun toplumsal ve evrensel bir yönü de bulunmaktadır.

 

Allah’ın (c.c.) zati sıfatlarından vahdaniyet (bir oluşu) insanın ebedi kurtuluşunda yada mahkumiyetinde belirleyici bir sınav konusu olması itibariyle ayrı bir öneme sahiptir. İlahları yadsıdıktan sonra Allah’ın (c.c.) tekliğine ve Hz. Muhammed’in (s.a.s.) O’nun kulu ve elçisi olduğuna tanıklık eden kimse İslam dinine girer. Bu açıdan ilahları yadsıma ve Allah’ın (c.c.) tekliğini onaylama dinin yarısına tekabül etmektedir.

 

Allah (c.c.) vahdaniyetini onaylama işlemini ahiret yaşamında ödül yada cezada belirleyici bir ilke olarak değerlendirdiğine göre O’nun vahdaniyetine ilişkin sınırsız ayetlerin de bulunduğunu düşünebiliriz. Çünkü böyle önemli bir konu bir bulmaca yada bilmece gibi saklı tutulamaz. İnsanın ebedi olarak ceza yada ödül aldığı bir konu apaçık bir özelliğe ve gerçekliğe sahip olmalıdır. Bu nedenle yüce Allah (c.c.), kullarına merhamet ederek vahdaniyetini sadece gönderdiği peygamberlerle, indirdiği kitaplarla duyurmamış, dünyadaki ve evrendeki pek çok olay, olgu ve varlıkla da değişik biçimlerde anlatmıştır. Bizzat insanın vicdanında bile böyle bir vahdaniyeti görebilmekteyiz.

 

Allah’ın (c.c.) vahdaniyetinin onaylanması insani açıdan değerlendirildiğinde ne kadar önemli bir olay olduğu anlaşılmakta, bir yaşam felsefesine karşılık geldiği görülmektedir. İnsanın iyi yada kötü birisi olmasını vahdaniyeti onaylayıp onaylamaması belirlemektedir. Vahdaniyeti onaylama toplumda eşitlik ve kardeşlik ilkelerine sadık kalındığını temsil etmektedir. Şirk ise ayrımcılığa ve eşitsizliğe karşılık gelmektedir.

 

İlk Müslümanlardan olan Hz. Bilal (r.a.), Amerika’da ve Afrika’da bugün milyonlarca benzeri olan bir zenciydi. Üstelik hiçbir hakkı olmayan bir köleydi. Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâmın vahdaniyet çağrısını duyunca hemen ona katıldı. Efendisi bu yeni dinden dönmesi için onu yere yatırıp Arabistan’ın kızgın çöllerinde güneşin karşısında adeta alevden kor haline gelmiş kayaları vücuduna koyarak eziyet ediyordu. O mücadelesini Allah’ın vahdaniyet sıfatından alıyordu ve “Ahad, Ahad ! (Allah (c.c.) bir, Allah (c.c.) bir!)” diyerek karşı koyuyordu. Aslında evrendeki ilahın bir olması ile onun kurtuluşu, ilahların çok olması ile de onun kendisine reva görülen insanlık dışı yaşamı arasında bir ilgi mevcuttu. Olaya bir başka açıdan bakıldığında Hz.Bilal’in (r.a.) insani özgürlük ve haklarının mücadelesini verdiği görülür. Çünkü evrende tek bir ilahın olması, aynı ebeveynin evlatları gibi, insanların eşitliği ve kardeşliği anlamına geliyordu. Birden çok ilah ise insanlar ve toplumlar arasında ayrıcalıkların ve savaşın temsilcisiydi. Hz. Bilal (r.a.) bunun bilincindeydi. Ayrıca Mekkeli müşrikler, özellikle mevcut bozuk düzenden en çok yararlanan varlıklı kesim de bunu gayet iyi biliyorlardı. Onun için çarpık düzenin devam etmesi için Hz. Bilal’in (r.a.) ve onun gibi yoksul, çaresiz ve sömürülen insanların bu yeni dine girmelerini engelliyorlardı.

 

 Bugün dünyada Allah’a (c.c.) pek taştan, ağaçtan yapılmış heykellerle şirk koşulmuyor. Ama yine ülkeler, toplumlar ve insanlar arasında sömürü, zulüm ve eziyet İslam’ın ilk dönemlerindeki Arabistan’ı aratmayacak oranda vardır. İnsanların artık Allah’a (c.c.) şirk koştuğu ilahları soyut bazı kavramlar olabilmektedir. Örneğin bir ülkede ırkçılık kavramının kutsanmasıyla başka ırka mensup olanlara zulümler yapılabilmektedir. Yine başka bir ülkede para kutsanarak yoksul insanların en doğal hakları görmezden gelinebilmektedir. Hangi kavram olursa olsun Allah’ın (c.c.) vahdaniyetine inanan birisi için insanların eşitsizliğine ve kardeşliğine engel teşkil eden her şey bir put olarak görülür. Bir Müslüman’ın Allah’ın (c.c.) vahdaniyet sıfatı gereği bunlarla mücadele etmesi, toplumda eşitlik ve kardeşlik ilkeleri ve davası için savaşım vermesi gerekir.

 

Tüm dünya insanlığı Allah’ın (c.c.) vahdaniyeti ile dünya ve ahiret mutluluğunu kazanmaya adeta susamış durumdadırlar. Allah (c.c.) bizi bu konuda yalnız bırakmamıştır. Peygamberlerle ve ilahi kitaplarla bizleri desteklemiştir. Allah’ın (c.c.) vahdaniyetinin birey ve toplum tarafından onaylanması, O’nun kitabına ve Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimizin sünnetine bağlanmakla, bunların gösterdiği yolu yaşam biçimi edinmekle gerçekleşir. Zaten bunlara yapışmadıkça O’nun vahdaniyeti de onaylanamaz. Şirke ve küfre düşülür.

 Muhsin İyi

Yukarı dön Göster muhsin iyi's Profil Diğer Mesajlarını Ara: muhsin iyi
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

benim anladığım...

allaha iman...

doğruluğa dürüstlüğe adalete iyiliğe iman demektir...

yani bunları yaşamımızla göstermektir...

dürüst adaletli ve iyi biri olarak yaşamak en üst düzey yaşamdır...

karşılığı cennet olmalıdır...

yahut böyle bir yaşam zaten cennettir...


__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 

Eğer Bu Konuya Cevap Yazmak İstiyorsanız İlk Önce giriş
Eğer Kayıtlı Bir Kullanıcı Değilseniz İlk Önce Kayıt Olmalısınız

  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats