Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
- Yapı Taşları -
Bir İslam devletinden bahsetmek yanıltıcıdır. Çünkü devlet benzeri bir araya gelmiş her türlü yasal varlık bir dine sahip olamaz. Dolayısıyla Müslüman ülke demek daha doğru olur.
Yine de, Kuran Müslüman bir devletin kurulması için birkaç yapı taşı bildiriyor. Aslında Kuran kesinlikle bir devlet durumundan söz etmiyor. Sadece ideal Müslüman toplumdan bahsediyor. Bu da bize gösteriyor ki, bugün İslam dünyasında yaygın olan monarşilerin Kurani bir temeli yoktur. İslam hukuku bu konuda sadece aşağıdaki hususları vurguluyor:
* Yönetim konusunda ilgili tarafların fikirlerinin alınması ve yürürlükteki yönetimin danışma mekanizmasını kullanması "Şura" ile emredilir. [42/38 - 3/159]
* Kuran’ın birçok ayetinden adalet ilkesinin önemi anlaşılır. Bu ikili ilişkilerden yönetime kadar gözetilmesi gereken çok temel Kurani bir ilkedir. [5/8 – 60/8]
* Kuran emanetlerin ehline verilmesini emreder. En önemli emanetlerden biri ise toplumun yönetim kademelerinde yer almaktır. Demek ki bu kademelere becerikli, dürüst, işini iyi bilen kimselerin getirilmesi, Kuran’ın izahları açısından da, gözetilmesi gereken bir sorumluluktur. [4/58]
* Müslümanların itaat etmesi gereken yöneticilerin kendi aralarından olması gerektiği belirtilmiştir. Bunlara “ulul emr” denmiştir ki bunlar toplumun yönetiminde emir yetkisini elinde bulunduran kişilerdir. Bunlar Allah’a inanan, Allah sevgi ve korkusunu içinde taşıyan kişiler olursa tüm toplum bunun hayrını görür. Toplumsal yaşamanın kaçınılmaz olarak bir hiyerarşiyi gerektirdiğini tüm sosyal bilimciler bilir, toplumsal yaşamın kaostan çıkması, toplumsal yönetimin getirdiği bu hiyerarşinin danışma, adalet gibi ilkeleri uygulamasına ve hiyerarşide yönetme pozisyonunda olanların bu vazifeye uygun kişilerden seçilmelerine bağlıdır. [4/59]
* Dini hükümlerin, baskı ve şiddet kullanılarak uygulatılmamasını sağlamak. [2/256]
- Ekonomik Sistem -
Kuran, İslami bir ekonominin dini temellerini belirlerken de söz konusu hukuki durum yine aynıdır. Kutsal kitabımız bu konuda bize birkaç yapısal unsur sunar; geriye ise son derece esnek bir alan bırakır.
* Kuran, (Sosyal Pazar Ekonomisi)’ni kabul eder, özel mülkiyeti ve serveti korur. Sadece hava sahanlığı, su yolları/dereler ve kaynaklar, otlaklar, ormanlar ve madenler ortak mülkiyet kabul edilmiştir. Piyasa manipülasyona, hileye, tekelciliğe ve iflasa götürücü rekabete karşı korunmalıdır.
* Spekülasyonun ister parayla (borsacıların yaptığı gibi), ister döviz kurlarıyla veya mallarla (ihtikar) olsun her çeşidi yasaktır. Faiz, piyangolar, paralı bahisler, at yarışları ve futbol üzerinde bahis de yasaktır [5/90 - 2/275]
* Mal ve sermaye stok yapılarak, piyasa fiyatlarını manipüle etmek ve kuraklık veya mahsülün az olduğu anlarda bunu istismar etmek kullanılmamalıdır [9/34]. Aynı zamanda israf/savurganlık ve lükse dalmak da mekruhtur [6/141 – 7/55 – 17/27].
* Tefecilik yasaklanmıştır. Aynı şekilde tüketimi haram olan malların üretimi de yasaktır (alkolik içecekler, domuz, uyuşturucular ve yasa dışı silahlar)
* Fuhuş organize edilmemeli ve sosyal haklara sahip, vergi ödeyen “seks işçileri” şeklinde resmen tanınmamalıdır.
Şunu da belirtmeye gerek olmadı açıktır: Ticaret yapıp kazanç sağlamak iyi ve normal olmakla beraber, İslam ekonomisi haksız kazanç edinmeyi değil, halka ve kamu menfaatine hizmeti esas alır. Yine de genel olarak bakıldığında İslam’ın, teorisyenlere ekonomik kurallar sağlamaktan ziyade ekonomisyenlere ahlak kuralları sunduğu görülür.
- Savunma-
Müslüman bir ülke barışı korumak zorundadır. Bunun için savunma tedbirleri de dahil ne gerekiyorsa yapmalıdır [8/60]. Silahlanmanın amacı caydırıcı tedbirlerle iç ve dış güvenliği sağlamak ve korumaktır. Dolayısıyla Müslümanlar askerliğe olumlu bakarlar. Askerlikten kaçmak ve askerliğe karşı çıkmak kabul edilemez [2/216]. Savunma sosyal bir görev olduğundan, bir Müslüman ancak yeterli sayıda gönüllü varsa askerlik yapmayı reddedebilir.
Kuran güç kullanmaya ancak iki halde cevaz vermiştir:
* Dış saldırılara karşı savunma [2/190 – 4/90 – 9/13 – 22/39].
* Zalim/despot yönetimlere karşı direniş [8/39 – 42/39,42].
Savaşta dengeli olunmalı, aşırıya kaçılmamalı [2/194 – 42/40], saldırı veya zulüm sona erdiğinde savaşa son verilmeli [2/192 – 8/61], savaş sırasında sivillere zarar vermemeye özen gösterilmelidir [2/191, 22/40]. Dolayısıyla nükleer, kimyasal ve biyolojik kitle imha silahlarının kullanımı yasaktır.
Hıristiyanlık’taki kutsal savaş veya sadece savaş (sacrum bellum, justum bellum) anlayışının İslam’da yeri yoktur. Aksine Kuran dini inançların zorla kabul ettirilmesini reddeder [2/256]. Yine Kuran dini konularda serbest yaklaşımı teşvik eder [18/29].
Bu sebeple cihâdı kutsal savaş diye tercüme etmek yanlıştır. Kelime anlamı olarak cihad, her tür “mücadele/gayret/çaba” demektir. Bu mücadele, süfli arzulara veya bir hırsıza yahut Filistin’de olduğu gibi illegal işgale karşı olabilir. Yine de Müslümanlar için en büyük cihad, ahlakı mükemmelleştirmek için yapılan mücadeledir.
- Dini Azınlıklar -
İslam dinde zorlamayı reddeder ve kişilerin dini inanç özgürlüklerini korur [2/256]. Dolayısıyla Müslümanlar için dini azınlıkları koruma sadece bir uluslar arası hukuki mesele değil, aynı zamanda dini bir yükümlülüktür [10/108 – 16/93 – 18/29]
Bundan dolayı ateistler de dahil olmak üzere bütün gayri müslimler kendi dinlerinin gereklerini açıkça yerine getirme özgürlüğü yanında, aile ve miras hukuku da dahil olmak üzere gündelik hayatla ilgili hukuklarını da uygulama hakkına sahiptirler. Müslüman bir ülkede yaşayan gayri müslimler tam vatandaşlığa geçmedikleri müddetçe cizye ve benzeri uygulamalara tabii olabilirler.
İşte bu, dini çoğulculuğun temelidir ve 7. yüzyılda apaçık sergilenmiştir. Ayrıca bu ekümenik hareketin ve onun Chicago’daki “Dünya Dinler Parlementosu”nun uzun zamandır gerçekleştirmeye çalıştığı – fakat hala yasal olarak uygulayamadığı – bir davranıştır.
- Etnik Azınlıklar -
Gerçekten de İslam ırk ayrımını ortadan kaldırma konusunda diğer dinlerden daha başarılı olmuştur. İslam ülkeleri Güney Afrika ve ABD’deki gibi bir ırk ayrımcılığına asla şahit olmamıştır. Eğer İslam dünyasında tam eşitlik sağlanamamışsa bunun sebebi asla derinin rengi değildir.
İslam doğduğu dönemde, kölelik dünya genelinde yaygın bir hadiseydi. Roma hukukuna göre köleler insan dahi sayılmıyordu, sadece birer nesneydi. Bunun aksine Kuran, köleliği tedrici olarak kaldırmak istiyordu; ve bunu da başarıyordu. Bu sebeple Müslüman ülkeler inançlarının bir gereği olarak ırk ayrımcılığı yapmama anlayışını tüm dünyaya yaymalı ve bir takım uygulamalarla köleliği yasadışı ilan eden uluslararası anlaşmaları hiç koşulsuz kabul etmelidir.
- Teokrasi mi Sekülarizm mi? -
Müslüman bir devlet, teokratik bir ideolojiyle halkını yönetmek zorunluluğu taşımaz. Sonuçta sadece Muhammed (a.s) hem dini, hem de seküler otoriteydi. Modern devlet anlayışının gelişiminden önce dahi, Müslümanlar din işleriyle dünya işlerini - Kuran’ın ön gördüğü bir takım uygulamaların dışında - birbirinden ayırırlardı. Bütün bir İslam tarihi boyunca hükümet (halife, emir, sultan) ile dini otorite (ulema, müftü ve imamları) iki ayrı kurum olarak varolagelmişlerdir. Bu anlamda İslam, din ile devlet arasında bir kaynaşma arayışına girmeksizin dinin sosyal hayattan dışlanmasına karşı çıkmıştır. Kuran, din ile devlet arasında uyumlu bir iş birliği önerir.
İslam, şu anki İran Şii teokrasisinde olduğu gibi yönetimin ulemadan oluşmasını istemez. İslami yönetimlerin Kuran’ın “iyiliği emredin, kötülükten nehyedin” [3/104, 110, 114] emrine saygı göstermeleri zorunlu olduğundan ve iyiliğin de temelleri Kuran’a dayandığından Müslüman bir ülke hukukunu oluştururken ancak ve ancak Kuran’ı en yüksek anayasal örnek olarak görmelidir.
__________________ bulenttttttt
|