Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Küresel ısınmanın baş sorumlusu insandır ve olay öncelikle insanın kendi yaşadığı çevresiyle ilgilidir.Bu konuda güzel bir yazıyı alıntılıyorum:
BedelDoktor arkadaşın verdiği ilaca bakarak alçak sesle soruyorum: "Bunun yan tesiri var mı?"
Doktor gülümseyerek cevaplıyor: "Yan tesiri olmayan ilaç var mı?"
Tedavisinin de bir bedeli var. Bir tarafı yaparken öte tarafı yıkıyorsunuz.
Hani reklâm ne diyor: "Kirlenmek güzeldir".
İlk anda insana irkiltici geliyor bu söz. Yanlış geliyor. Ezber
bozuyor. Ama sonra biraz düşününce anlıyorsunuz. Reklâm şunu diyor:
Bırakın çocuklar gönüllerince, özgürce oynasınlar. Üstleri-başları
kirlensin, tedirgin olmasınlar. Nasılsa deterjan var, yıkarsınız
eskisinden daha temiz olur.
Türkiye altmışların ortasına kadar sanayi
üretiminde çok geri kalmıştı. Hatta toplu iğnenin bile dışarıdan
geldiği söylenirdi. Şimdi ihracatımızın yüzde sekseni sanayi mamulü.
Ancak bu sanayileşme tıpkı şehirleşmemize
benziyor, onlara "çarpık" sıfatı yakıştırılıyor. Yani plansız-düzensiz
vesaire. Sanayileşme karşıtı olduğum biliniyor. "Tavşan dağa küsmüş,
dağın haberi olmamış" diyebilirsiniz; ben de karşılık olarak "Bir
iyilik yap denize at" derim.
İnsanoğluna dayatılan zihniyet zenginlik ile
elde edilecek konfor. Mutluluğun reçetesi böyle yazılıyor. Hatta
ölçümleri yapılıyor (Tüm mutluluk ölçümleri safsatadır. Kavun mu bu,
koklayınca anlaşılsın).
Eskiden çöp yoktu? Ne zaman? Benim
çocukluğumda çöp denilen şey, süprüntüden ibaretti, avluyu süpürür
çeri-çöpü atardınız, o da gübre olurdu. Portakalın kabuğu reçel,
karpuzun kabuğu hayvan yemi idi. Yemek artıkları ise kurdun kuşun,
kapıdaki köpeğin hakkı idi. Çöp, atık, vesaire sanayileşmenin
sonucudur. Öyle ki kirlenmez denilen okyanuslar bile atıklarla kirlenir
oldu. Hava, su, toprak kirlendi, zehirlendi. Eskilerin deyimi ile
hayatın dört unsuru (Hava, su, toprak, ateş) yani anasır-ı erbaa
kirlenince insanoğlunun ne güvenliği kalır, ne sağlığı. (Buradaki
"ateş" petrol olmalı, odun ateşi değil. Hem dünyayı kirletiyor, hem
kirli savaşların sebebi oluyor.)
Şimdi dönelim memleket gerçeklerine:
Türkiye'deki sanayi kuruluşlarının %98'inde arıtma tesisi yokmuş.
(Radikal 20 Şubat 2008). Arıtma tesisi olanların bir kısmı ya yetersiz
ya da çalışamaz durumda. Benim bildiğim Belediyelerin de pek çoğu
bulundukları şehrin, beldenin atıklarını arıtmadan ya bir göle, ya da
dereye boşaltıyor.
Çevre Bakanlığı'nın internet sitesindeki "Yer
Üstü Suları ve Kirliliği" adlı araştırmaya göre sanayinin çevre
üzerindeki olumsuz etkisi diğer faktörlerden çok daha fazla.
Türkiye'deki Organize Sanayi Bölgeleri'nden sadece 14'ünde arıtma
tesisi var. Çevre ve Orman Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürü Lütfü
Akça şunları söylüyor: "Nehirlerimiz yavaş yavaş elden gidiyor. Ergene
en canlı örnek. İki yıl önce gördüğümde şok yaşadım. Kıpkırmızı, çamur
gibi bir su akıyor. Geçen yıla kadar su kaplumbağaları vardı ama artık
onlar da gözükmüyor. Ergene Çorlu ve Çerkezköy'de kurulan sanayi
tesislerinden çıkan atık sular, belediyelerin kanalizasyonlarından
gelen evsel atıklar, tarım alanlarından suya karışan gübre ve benzeri
maddelerle kirleniyor. Büyük Menderes, Gediz gibi nehirlerde de bu
kirlilik yaşanıyor".
Bakanlık "Yeni Çevre Kanunu" uyarınca (Kanun
2006 da çıktı) sanayi tesislerine son ikazını yapıyor. Kanuna uymayan,
arıtma yapmayanlar cezalandırılacak. Verilen ek süre 13 Mayıs 2009 da
sona eriyor.
Bilmem ki bu kanun ve cezalar bir işe
yarayacak mı? Devlet üzerine düşen denetim görevini yapmaya çalışıyor.
Ancak esas itibarı ile sanayicinin duyarlılık göstermesi, sorumluluğun
bilincinde olması gerekir.
Şu sanayi denilen şey tuhaftır yani.
Düşünsenize ilaç sanayinin hastalığa ihtiyacı var. Hastalık biterse
sanayi çöker. Ee, ne olacak? Yeni hastalıklar türeyecek. Türer, türer,
merak etmeyin. Konforun bir bedeli var.
Ne yazık ki bu bedeli çokluk güçsüzler ödüyor. Ötekiler "Önce hüplet, sonra gümlet" diyor. (Mustafa Kutlu-Yeni Şafak )
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
|