HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Yeni Çıkan Mehdiler, Resuller Köşesi
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Yeni Çıkan Mehdiler, Resuller Köşesi
Konu Konu: ÇİFTE STANDART HERKEZ KAFASINA GÖRE RESUL (Kapalı Konu Kapalı Konu) Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
Guests
Guest Group
Guest Group


Katılma Tarihi: 01 ekim 2003
Gönderilenler: -259
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP  

ÇİFTE STANDART HERKEZ KAFASINA GÖRE RESUL-NEBİ TANIMI YAPIYORDA BİZ MİHR VAKFI MENSUPLARI NA ÜVEY EVLAT MUAMELESİ BİZ NEDEN YAPAMIYORUZ?

RESÛLLER

Nebî ve resûl kavramlarının üzerinde pekçok ihtilâflar vardır. Allahû Tealâ’ya hamdeder şükrederiz ki; bir tek Kur'ân-ı Kerim var. Eğer insanlar biraraya gelseler, Kur'ân-ı Kerim’i açsalar ve onun üzerinde anlaşmaya varmaya çalışsalar birbirlerinden ayrı hiçbir fikirleri olmayacak. Çünkü bir tane Kur'ân-ı Kerim var.
Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim’de “nebî” kelimesini sadece peygamberler için kullanmıştır. Resûl kelimesini ise hem peygamber resûller için hem de peygamber olmayan velî resûller için kullanmıştır.
Ne var ki; Kur'ân-ı Kerim’de Allah’ın anlattığı kavramlarla insanların insanlara öğrettiği kavramlar birbirinden farklı. Bu ilim sahipleri Kur'ân-ı Kerim’deki kavramların gerçek manalarını Kur'ân-ı Kerim’e dayalı olarak değil, emaniyye kitaplarının kendilerine öğrettiği şekliyle insanlara öğretiyorlar.

Resûller ve nebîler için akaidin dört temel kaidesi vardır:
1. Bütün nebîler resûldür.
2. Bütün resûller nebîdir.
3. Resûller kendilerine kitap verilen peygamberlerdir.
4. Nebîler kendilerine kitap verilmeyen peygamberlerdir.
Bu kaidelerden sadece birincisi Kur'ân-ı Kerim’e göre doğrudur. Geri kalan 3’ünün Kur'ân-ı Kerim’e göre ne kadar hatalı olduğunu ve bu küçük gibi görünen hatanın ne kadar büyük yanlışlıklara sebebiyet verdiğini açıklamalarımızda siz de göreceksiniz.
Önce Kur'ân-ı Kerim’de sık sık geçen resûl konusunu aydınlığa kavuşturalım.
“Her resûl peygamber midir?” sorusuna Kur'ân-ı Kerim’le cevap verelim.
Kur'ân-ı Kerim’de resûl kelimesinin geçtiği âyetler incelendiğinde görüyoruz ki temelde resûller, görevleri itibariyle iki ana grupta toplanıyor.


3-1- RİSALETLE GÖREVLİ
OLMAYAN RESÛLLER

Allahû Tealâ’nın Kur'ân-ı Kerim’de sadece alelâde haber ulaştırmakla görevli olan kişilere resûl dediğini görüyoruz.
12/YUSUF-50: “Ve kâlel meliku’tûnî bih(î), fe lemmâ câehur resûlu kâlerci’ ilâ rabbike fes’elhu mâ bâlun nisvetilletî katta’ne eydiyehunn(e), inne rabbî bi keydihinne alîm(un).”
Ve melik (firavun) dedi ki: “Onu bana getirin.” Resûl (haberci, ulak) (Yusuf’a) geldiği zaman dedi ki; “Efendine dön, kadınlar niçin ellerini kestiler.” diye sor. Muhakkak ki Allah onların hilelerini bilir.
Buradaki resûl Allah tarafından görevlendirilen, Allah’ın bir evliyası değil, firavunun gönderdiği bir habercidir.
Peygamberlik şöyle dursun, Bu âyet-i kerimeye göre Allah’ın görevlendirmediği alelâde elçilere de Kur'ân-ı Kerim’de resûl denebîliyor.


3-2- RİSALETLE GÖREVLİ
OLAN RESÛLLER

Bu bölümde alelâde sadece elçilik görevini yapan resûlleri konumuzun dışında tutalım ve biz Allah’ın risaletle görevlendirdiği resûlleri inceleyelim.
Risaletle görevli olan, Allah’ın emirlerini tebliğ eden resûllerin en önemli özelliği; onların Allah tarafından görevlendirilmesidir. Onlar bu dünya üzerinde Allah’ın elçileridir.
Ancak Allah’ın risaletle görevli kıldığı Allah’ın resûllerinin hepsini aynı kategoriye koymak da çok yanlış olur. Resûllerin, risalet görevlerinin kapsamı ve sorumlulukları itibariyle aralarında farklılıklar vardır. Meselâ Allah’ın bütün peygamberleri en üst seviyede resûllerdir. Ama onların dışında onların zamanında da Allah başka ülkelerde daha birçok resûlleri görevli kılmıştır.
Bugün İslâm dünyasındaki yanlış bir anlayış; bütün resûllerin peygamber olduğudur. Bu, küçük gibi görünen saptırılmış gerçek, insanoğlunun hayatında hayal bile edemeyeceği büyüklükte tahribat yapmıştır. Her resûlün peygamber olarak değerlendirilmesi, meallerde her resûl için peygamber denmesi, Allah’ın âyet-i kerimelerde verdiği mesajı değiştirmiş, Allah’ın aramızda yaşamakta olan resûlleri gizlenmiştir. Birçok âyet-i kerime peygamber olmayan resûllerden, onların görevlerinden bahsederken bu, meallerde peygamberlere atanarak peygamber olmayan resûllerin insanlarla ilişkisi engellenmiştir.
Kur'ân-ı Kerim’deki risaletle görevli resûller başlıca ikiye ayrılır:
1. Nebî resûller.
2. Velî resûller.
Her iki grup resûl de Allah tarafından görevlendirilmiştir.
Belki de resûller bölümünde size verebileceğimiz en önemli bilgi insanın kurtuluşunu direkt olarak ilgilendiren “her resûlün peygamber olmadığı” gerçeğidir. Ehemmiyet derecesinin büyüklüğü göz önünde tutularak bu konuyu aydınlığa kavuşturacak Kur'ân-ı Kerim âyetlerini detaylarıyla sunmak, gerçeği yine Allah’ın gerçekleriyle (âyetleriyle) ispatlamak gereğini duyuyoruz.
Rabbimize bu istikamette gösterdiğimiz gayretlerimizde bizlere ve sizlere yardımcı olması için dua ederiz.
Bu konu yukarıda kısaca bahsetmiş olduğumuz gibi günümüzde çok yanlış değerlendirilen bir konudur. Kur'ân-ı Kerim’deki peygamber olmayan Allah’ın elçilerine ait âyetlerin değiştirilmesi insanların Allah’ın hidayetçilerine ulaşmalarına engel olmaktadır. Günümüzde hiç kimse Allah’ın bir resûlüne ihtiyacı olduğunu düşünmemektedir. Tam aksi insanlar artık aralarında Allah’ın evliyalarının dahi yaşamadıklarını düşünüyorlar, hatta bundan eminler. Yardıma muhtaç olan ve Allah’ın bir evliyasına ulaşmak isteyen, buna ihtiyaç duyan insanlar bugün aramızda yaşamayan, rahmetli olmuş evliyalardan meded ummaktadırlar. Çünkü okunmakta olan Kur'ân mealleri Allah’ın aramızda yaşayan evliyalarından, onların vazifelerinden bahsetmemektedir. Meallerde Allah’ın evliyaları gizlenmiş, örtülmüştür. Bütün resûl âyetleri onlara göre peygamberler devrine aittir. Bu kaide üzerine meal vermektedirler. Daha da acısı bugün Allah’ın aramızdaki sevgililerinin inkâr edildiği, onlarla alay edildiği bir dünyada yaşıyor olmamızdır.
İblis şu gerçek üzerine tuzağını kurmuştur: “Peygamber Efendimiz (S.A.V) Son Peygamber'dir.” Ve “O'ndan sonra Peygamber gelmeyecektir.” İnsanlar için başka bir peygamber beklentisi olmayacaktır. Kıyâmet kopana kadar, bu devre insanların peygamber beklemediği bir devredir. İblis burada devreye giriyor. Peygamberin gelmeyeceği gerçeğini tüm Allah’ın resûllerine mal ediyor. “Madem artık hiç peygamber gelmeyecek, onlar her resûl peygamberdir.” diye düşündükleri için: “Bu durumda dünyaya artık resûl de gelmeyecektir.” diyorlar.
Peki Allah’ın risaletini insanlara kim tebliğ edecek? Kim insanlara dîni öğretecek, Kur'ân-ı öğretecek, Kur'ân’ın 7 ruhunu öğretecek, onları hidayete erdirecek?
Rabbimizin Secde Suresi 24. âyet-i kerime ve Enbiya Suresi 23. âyet-i kerimede bahsettiği imam resûller olmadan insanlar nasıl hidayete erecekler?
32/SECDE-24: “Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû, ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(e).”
Onlardan (insanlardan) imamlar (mürşidler) kıldık, emrimizle insanları hidayete erdirsinler (Allah’a insanların ruhlarını ulaştırsınlar) diye, sabırlarından dolayı ve âyetlerimize (Allah’ın âyetlerine) yakîn hasıl ettikleri için.
21/ENBİYA-23: “Lâ yus’elu ammâ yef’alu ve hum yus’elûn(e).”
O, yaptığından sorumlu değildir. Onlar ise sorumludurlar.
İblis diyor ki: “Kur'ân, insanı hidayete erdiren imamdır. İnsan Kur'ân-ı açıp okuyarak anlayacak, hidayete erecek.” Bu yalana, zanna tâbî olanlar Al-i İmran Suresi 7. âyet-i kerimedeki Kur'ân-ı Kerim gerçeğine küfretmiş, onu yalanlamış oluyorlar.
Al-i İmran Suresi 7. âyet-i kerimede Rabbimiz: “İlimde kökleşmiş rasihun da Kur'ân-ı Kerim’in tevîlini yapamaz.” Diyorsa:
3/AL-İ İMRAN-7: “Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhub tigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ılmi yekûlune âmennâ bihî, kullun min ındi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).”
O (Allah) ki; Kitab’ı sana O indirdi. O'ndan bir kısmı muhkem (mânâsı açık, yorum götürmez, şüphe kabul etmez) âyetlerdir ki; bunlar (Levhi Mahfuz’daki) ümmülkitapta (yer alan açık ve kesin âyetler)dir. Diğerleri ise müteşabih (mânâsı kapalı, açıklama isteyen) âyetlerdir. Kalplerinde eğrilik (ve döneklik) bulunanlar, fitne çıkarmak ve (kendi yararına uygun) tevîlde (yorumda) bulunmak istedikleri için o (Kitab’)ın müteşabih olan kısmına uyarlar. Halbuki onların tevîlini, kimse bilmez ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olan RASİHUN (rüsuh sahipleri) ise derler ki: “O’na îmân ettik, hepsi de Rabbimiz katından (indirilme) dir.” Bunu kimse tezekkür edemez ancak ulûl'elbab tezekkür edebilir.
Al-i İmran Suresi 7. âyet-i kerimede ilim sahibi kimselerin ilimlerinin, Allah’ın Kur'ân-ı Kerim’ini açıklamak için yeterli olmadığını söylüyorsa,
Hac Suresi 3. âyet-i kerimede Allah’ın dîni, Allah’ın ilmini bu dünya ilminden kesinlikle ayırıyorsa,
22/HAC-3: “Ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ılmin ve yettebiu kulle şeytânin merîd(merîdin).”
İnsanların kimi, ilmi olmadığı halde Allah konusunda mücâdele eder ve her azgın şeytana tâbî olur.
O zaman hâlâ bu konuda ısrarla konuşan: “Biz bu dînin ilmini aldık yıllarca okuduk, öğrendik.” diyen rasihun için Allahû Tealâ diyor ki: “Onların gönüllerinde ulaşamayacakları bir kibir vardır.”
40/MU'MİN-56: “İnnellezîne yucâdilûne fi âyâtillâhi bigayri sultânin etâhum in fî sudûrihim illâ kibrun mâ hum bi bâligîh(i), festeiz billâh(i), innehu huves semîul basîr(u).”
Muhakkak ki Allah’ın âyetleri üzerinde kendilerine gelen bir sultan olmadan tartışanların gönüllerinde (o sultana) ulaşamayacakları bir kibir vardır. Öyleyse Allah’a sığın. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.
“Allah’ın âyetleri üzerine kendilerine Allah’ın ilmi Allah tarafından verilmediği halde tartışırlar.” Yüce Rabbimiz bu insanların zanna tâbî olduklarını söylüyor.
53/NECM-28: “Ve mâ lehum bihî min ilm(in), in yettebiûne illaz zann(e), ve innez zanne lâ yugnî minel hakkı şey’â(şey’en).”
Onların bu sözler hakkında hiçbir bilgileri yok. Onlar sadece zanna ittiba ederler. Muhakkak ki zan, hakkı bilmek mecburiyetinden hariç tutamaz (müstağni kılamaz).
Ve Allahû Tealâ zanna tâbî olan gurur ve kibirleriyle kendi ilimlerinin yeterli olmadığı sahada konuşan bu insanlara âyetlerini açıklamıyor.
7/A’RAF-146: “Seasrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hak(hakkı), ve in yerev kulle âyetin lâ yu'minu bihâ, ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîl(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).”
Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler ona inanmazlar. Eğer rüşd yolunu görseler onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler onu yol edinirler. Bu onların âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan gâfil olmaları sebebiyledir.
Onlar yeryüzünde âyetleri bilmedikleri halde bildiklerini söyleyerek bu konuda kendilerini yetkili görerek (Allah’ın vermediği bir yetki) yeryüzünde haksız yere dolaşıyorlar.
Ve insanları sahip oldukları faydasız ilimle Allah’ın yolundan, Allah’ın âyetlerinin gerçek manalarını gizleyerek saptırıyorlar.
18/KEHF-103: “Kul hel nunebbiukum bil ahserîne a’mâlâ(n).”
De ki: “Sizlere amellerini hasara uğratanları haber vereyim mi?”
18/KEHF-104: “Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â.”
Onların dünya hayatındaki amelleri sapmıştır ve onlar amellerin en iyisini yaptıklarını hesap ediyorlardı.
Bakınız değerli okuyucular Allahû Tealâ bu dînde ileri gelenler için, yaşadıkları devirlerde onları destekleyen devrin büyükleri için Ahzap Suresi 66, 67, 68. âyet-i kerimelerde ne buyuruyor:
33/AHZAB-66: “Yevme tukallebu vucûhuhum fîn nâri yekûlûne yâ leytenâ eta’nallâhe ve eta’ner resûlâ.”
O gün fizik vücutları ateş içinde çevrilirken: “Vah biz de, keşke Allah’a ve resûlüne itaat etseydik!” derler.
Dikkat ediniz; o gün fizik vücutları ateşte çevrilen insanlar sadece peygamberler devrinde yaşayan değildir. Onlar her devirde yaşayan insanlardır. Ve aralarında onlarla birlikte yaşamakta olan Allah’ın görevli resûlünü inkâr etmiş olmaları sebebiyle pişman olanlardır.
33/AHZAB-67: “Ve kâlû rabbenâ innâ eta’nâ sâdetenâ ve kuberâenâ fe edallûnes sebîl(sebîlâ).”
Cehennemde olanlar derler ki: “Yarabbi, muhakkak ki biz devrin sâdatlarına (dînde ileri gidenlerine) ve küberasına (büyüklerine) itaat ettik. Ve böylece Senin yolundan (Sıratı Mustakîm’inden) saptık.”
33/AHZAB-68: “Rabbenâ âtihim dı’feyni minel azâbi vel anhum la’nen kebîrâ(kebîren).”
Rabbimiz onlara iki kat azap ver. Onları büyük bir lânetle lânetle.”
Bu insanlar gurur ve kibirleri sebebiyle Al-i İmran Suresi 7. âyet-i kerimede Allah’ın Kur'ân-ı Kerim’i açıklama yetkisini verdiği ulûl’elbab kullarını, Allah’ın resûllerini (peygamber olmayan), Allah’ın imamlarını gizlemişler ve gizlemeye devam etmektedirler. O resûllerle alay etmişlerdir ve alay etmeye devam etmektedirler.
18/KEHF-106: “Zâlike cezâuhum cehennemu bimâ keferû vettehazû âyâtî ve rusulî huzuvâ(n).”
Onların cezaları cehennemdedir ki onlar Allah’ın âyetlerini küfretmişler (örtmüşler, bilerek gizlemişler) ve Allah’ın âyetleriyle ve resûlleriyle alay etmişlerdir.
4/NİSA-150: “İnnellezîne yekfurûne billâhi ve rusulihî ve yurîdûne en yuferrikû beynellâhi ve rusulihî ve yekûlûne nu’minu biba’dın ve nekfuru biba’din yurîdûne en yettehızû beyne zâlike sebilâ(sebîlen).”
Muhakkak ki; Allah’ı resûlünü inkâr eden kişiler, Allah ve O’nun resûlleri arasında ayırım yapmak isterler. Ve de: “Bir kısmına inanırız, bir kısmını inkâr ederiz.” derler. Ve bunların (küfürle îmânın) arasında bir yol ittihaz etmek isterler.
4/NİSA-151: “Ulâike humul kâfirûne hakkâ(hakkan), ve a‘tednâ lil kâfirîne azâben muhînâ(muhînen).”
İşte onlar gerçek kâfirlerdir. Ve Biz de kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık.
Allah’ın Yüce Kitabı Kur'ân, Allah’ın sırlarını muhafaza etmektedir. Allah, Kur'ân-ı Kerim’deki sırlarını insanların arasından seçtiği kişilere bırakıyor. Sırların sahibi anlamına gelen “lübb”lerin sahibi ulûl’elbaba bırakıyor.
35/FATIR-32: “Summe evresnel kitâbellezînastafeynâ min ıbâdinâ, fe minhum zâlimun li nefsih(i), ve minhum muktesıd(un), ve minhum sâbikun bil hayrâti bi iznillâh(i), zâlike huvel fadlul kebîr(u).”
Sonra kullarımızdan seçtiklerimize kitabı miras bıraktık. Onların bir kısmı nefslerine zulmeder, bir kısmı muktesittir (yemin sahibidir). Bir kısmı ise Allah’ın izniyle hayırlarda yarışanlardır. İşte büyük fazl budur.
Bunun manası; Kur'ân-ı anlama ve anlatma yetkisinin ancak Allah’tan alınması demektir. Eğer insan bu yetkiyi Allah’tan almamışsa isterse yüzlerce din üniversitesini bitirsin, binlerce emaniyye dîn kitabı okusun, hergün Kur'ân-ı Kerim’i hatim etsin, o kişinin ilminin ne kendisine, ne de bir başkasına hiçbir faydası yoktur. Bu ilim onları ancak cehenneme götürür.
Kur'ân-ı Kerim geçmişten geleceğe bütün devirlerden örneklere sahiptir. Bu örneklerin verilmesinin sebebi insanların düşünmelerini ve ders almalarını sağlamak içindir.
O halde anlatmaya çalıştığımız bu fevkalâde ehemmiyetli konunun Kur'ân-ı Kerim’de yaşanmış örneklerine bakalım:
16/NAHL-36: “Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budullâhe vectenibût tâgût(e), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(tu), fesîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(e).”
Ve andolsun ki Biz bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûller beas ettik, (hayata getirdik, vazifeli kıldık) taguttan kurtulsunlar ve Allah’a kul olsunlar diye. Onlardan bir kısmı hidayete erdi ve bir kısmının üzerine dalâlet hak oldu. (Resûllere tâbî olanlar hidayete erdi, tâbî olmayanların ise üzerine dalâlet hak oldu). Yeryüzünde gezin, yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğunu görün.
Allahû Tealâ bütün ümmetlerde (geçmiş, gelecek) onların içinden resûl beas ediyor. Risaletle yetkili kılıyor. Ama o resûlü inkâr edenlerin durumunu, yalanlayanların akıbetini gezin görün diyor.
57/HADİD-16: “Elem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(e).”
Âmenû olanların kalplerinde Allah’ın zikri ile (ve bu zikirle) Hakk’tan inen şeyle (nurla) huşûya ulaşmak (huşû sahibi olmak) zamanı gelmedi mi? Kendilerine kitap verilen ve sonra aradan uzun zaman geçen (ve bu zaman zarfında Allah’ı zikretmedikleri için) kalpleri kasiyet bağlayan (kalpleri zikirsizlikten kararan ve sertleşen ve hastalanan) kimseler gibi olmasınlar (zikretsinler ki kalpleri kararmasın). Onların çoğu fasıklardır (hidayete erdikten sonra yoldan çıkanlardır).
Birinci âyet-i kerime, insanları Allah’ın kulu yapmakla vazifeli resûllere tâbî olmayarak dalâlette kalanların akıbetlerini göstermektedir.
İkinci âyet-i kerimede de Allah’ın kutsal kitabı olduğu halde o kitaptan doğruları alamayan ve bu sebepten dolayı kalpleri kararanlar yer alıyor. Bütün kutsal kitaplar, Kur'ân-ı Kerim hariç, iblis tarafından değiştirilmiştir. Ve insanların artık o kitaplardan Allah’ın emirlerini öğrenmeleri mümkün değildir. Bugün İslâm dünyasında bizim durumumuz da onlara benzemektedir. Allah’ın korumasında olan Kur'ân’a iblis yaklaşamamıştır ama insanları kullanarak Kur'ân meallerinde Allah’ın birçok gerçeğini saklamayı başarmıştır. İşte saklanan gerçeklerden bir tanesi resûller konusudur. Allah her devirde, her kavmin içinde resûller vücuda getirirken o, resûllerin peygamber olduğu söylenerek insanların Allah’ın hidayetçilerine ulaşmaları engellenmektedir. Resûllerin görevlerini yapmalarına mâni olunmaktadır.
Bu dîn; son peygamber, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'den sonra sahâbe tarafından, daha sonra sahâbeye tâbî olanlar tarafından ve herkesin bildiği Mevlâna Celâleddin Rumi, Emir Sultan, Akşemseddin, Yahya Efendi, Hacı Bektaş Velî, Yunus Emre ve daha binlercesi gibi Allah’ın resûllerince öğretildi.
Onlar insanları Hakk’a davet ettiler. Onlar insanları hidayete ulaştırdılar, irşad ettiler. Peygamber değillerdi. Ama Allah’ın tayin ettiği, yetki verdiği, risaletle görevli resûlleriydi. Bütün insanlar için mutlaka Allah’ın tayin ettiği bir hidayetçi vardır. Ve toplumlardaki adaleti yerine getiren, bütün resûllerin de tâbî olduğu her devrin imamı vardır. Dünya durdukça bu düzen bozulmayacaktır. Bu düzeni kuran Allah’tır. Bu düzeni bozmak isteyenler Allah’ı aciz bırakamazlar.
46/AHKÂF-32: “Ve men lâ yucib dâıyallahi feleyse bimu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâ’(u),ulâike fî dalâlin mubîn(in).”
Allah’a davet edene icabet etmeyen (tâbî olmayan) kişi dünya üzerinde Allah’ı aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah’tan başka dostu da yoktur. Onlar (Allah’ın davetçisine tâbî olmayanlar) açık bir dalâlet içindedirler.
Bugün dünya yine Allah’ın başka isimlerdeki evliyalarıyla aydınlanmaktadır. Ancak insanlar dînlerini onlardan değil, bu dünya ilmiyle ilimlenmiş dîn öğreticilerinden öğreneceklerini zannetmektedirler. Allah’ın dostlarının unutulmuş olmasının sonucunu hepimiz görmekteyiz; adaletsizlik, zulüm, kin, nefret, huzursuzluk, mutsuzluk.
10/YUNUS-47: “Ve likulli ummetin resûl(resûlun), fe izâ câe resûluhum kudıye beynehum bil kıstı ve hum lâ yuzlamûn(yuzlamûne).”
Her ümmetin bir resûlü vardır. Onlara resûlleri geldiği zaman onların aralarında adaletle hükmolundu. Onlara zulmedilmez.
İnsanlar dînlerini Allah’ın evliyalarından, mürşidlerinden, resûllerinden, öğrenemedikleri için bugün dünya üzerinde İslâmiyet yaşanmaz olmuş. Kur'ân terkedilmiş.
25/FURKAN-30: “Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmît tehazû hâzel kur’âne mehcûrâ(mehcûren).”
Resûl dedi ki: “Yarab, kavmim Kur’ân’ı terkettiler.”
Resûl kavramının neden bu kadar üstünde durduğumuz diğer kavramlar açıklandıkça, konular anlatıldıkça daha iyi anlaşılacak, yerli yerine oturacaktır.
Kur'ân-ı Kerim’deki her resûl peygamber kabul edilince, insanlar zannediyorlar ki: “Peygamber Efendimiz'den sonra artık resûl de gelmeyecek. O halde Kur'ân’daki resûllerle ilgili olan âyet-i kerimeler hep peygamberleri anlatıyor. Hepsi bundan 14 asır önce ve daha önceki devirlere ait bilgilerdir. Allah’ın insan ve resûl arasındaki ilişkileri anlattığı âyetler 14 asır öncesine ait, bizleri ilgilendirmiyor. Çünkü zamanımızda Allah’ın resûlleri olan hidayetçileri, elçileri yaşamıyor. O halde resûle tâbiiyet, itaat konuları bize bir sorumluluk getirmiyor.” diye düşünüyorlar. Allah’ın insanları kurtuluşa ulaştıracak âyetleri hiçe sayılıyor, yok farzediliyor.
Bu bilgiler bid’attir. Allah’ın bütün devirlerde tayin ettiği resûller saklanarak, gizlenerek insanların bu resûllere ulaşması engellenmektedir. Ve insanları yoldan saptıran bu kimseler küfürdedirler.
Kur'ân, bu insanları yalanlamaktadır.

4/NİSA-167: “İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).”
Onlar ki kâfirlerdir ve Allah’ın yolundan saptırırlar (kendileri de Allah’ın yolunda değillerdir). Andolsun ki; onlar uzak bir dalâlet içindedirler (mürşidlerine ulaşmamış ve yola girmemiş oldukları için).
4/NİSA-168: “İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).”
Muhakkak ki; onlar küfür üzeredirler ve zalimdirler (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptırdıkları için). Allah onlara asla mağfiret etmez (günahlarını sevaba çevirmez) ve yola (Allah’a ulaştıran yola, Sıratı Mustakîm’e) ulaştırmaz.
4/NİSA-169: “İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), ve kâne zâlike alallâhi yesîrâ(yesîren).”
Sadece cehennem yoluna ulaştırır. Onlar orada ebediyyen kalacaklardır. Ve bu Allah için kolaydır.
Kur'ân-ı Kerim’de resûl sözü ne zaman geçse peygamber olarak açıklama getiriliyor. Kur'ân meallerinin hepsinde istisnasız “resûl ­= peygamber” olarak geçmiştir. İşte bu acımasızca ortaya konan büyük bir yalandır. Konular ilerledikçe ve âyet-i kerimeler açıklandıkça, âyetler diğer Kur'ân mealleriyle karşılaştırıldıkça mananın nasıl gizlendiğini ve farzların yerine getirilmesine nasıl engel olunduğunu göreceksiniz
Atılan ok büyük, çok büyük yaralar açmıştır.
Bu yanlışın zihinlerden silinmesi, Kur'ân-ı Kerim’in, bu yanlış düzeltildikten sonra tekrar gözden geçirilmesi neticesinde, İslâm’ın tatbikatında çok şeylerin değişmesi gerektiği gerçeği ile karşılaşacağız.
Allah’ın dîni tektir. Allah bütün insanlar için bu dîni seçmiştir. Bütün kitaplar, bütün resûller (peygamber olan ve peygamber olmayan) İslâm’ı anlatır, İslâm’a davet eder, İslâm’ı yaşatır. Bu din “hidayet”i, “takva”yı, “teslim”i, kul olmayı, âmenû olmayı, Allah’ın rızasını kazanmayı, felâha ulaşmayı, Allah’ın bize olan bu vasiyetlerini emreder. Öğrenebilmek, yaşayabilmek için kitaba sahip çıkmak gerekir. Kendimize mal etmek gerekir. Bunu başarmak mümkün müdür? Hem mümkündür, hem mümkün değildir. Allahû Tealâ: “Kâinatı emrinize musahhar kıldım.” diyor. Allah’ın bu sözüne göre kâinata ne kadar sahipsek, her yerde kolayca bulabildiğimiz Kur'ân-ı Kerim’e de o kadar sahibiz, malikiz. Ne dersiniz, kâinatı emrinizde hissediyor musunuz?
Sevgili okuyucular, “Her resûl peygamberdir” dediğimiz zaman insanın Kur'ân-ı Kerim ile bağlarını tamamen koparmış oluyoruz. Resûl olmadan Kur'ân-ı Kerim insanlar için nedir? Tıpkı malik olamadığımız emrimizdeki kâinat gibi, sırrını muhafaza eden, asla hayatımıza tatbik edemeyeceğimiz, ama kütüphanelerin en üst raflarını süsleyen bir kitaptır. Âlimler Kur'ân’ı değil, el yazması kitapları, emaniyyeyi anlatmaya devam etsinler .
Bakın, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in bugünleri işaret ettiği hadîs-i şerifi acı gerçeği bir defa daha nasıl yüzümüze vuruyor!…
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki; İslâm’ın yalnız ismi, Kur'ân’ın ise resmi kalacaktır. Mescidler dış görünüşleri ile mamur fakat hidayetten mahrum kalacaktır. Onların âlimleri, gök kubbe altındakilerin en şerrlileridir. Fitne onlardan çıktı ve yine onlara dönecektir.”
Bu şerrli insanlar, insanlara yaptıkları büyük kötülük sebebiyle lânetlenmişlerdir:
2/BAKARA-79: “Fe veylun lillezîne yektubûnel kitâbe bi eydîhim summe yekûlune hâzâ min ındillâhi li yeşterû bihî semenen kalîlâ(kalîlen). Fe veylun lehum mimmâ ketebet eydîhim ve veylun lehum mimmâ yeksibûn(yeksibûne).”
Yazıklar olsun onlara ki; elleriyle kitap yazıp, sonra da (emaniyye bilgiler içeren) bu yazdıklarını az bir bedel (para) karşılığında satmak için: “Bu Allah'ın indindendir.” derler. Yazıklar olsun onlara, elleriyle (böyle şeyler) yazdıklarından dolayı... Yazıklar olsun onlara, kazandıkları şeylerden dolayı…
2/BAKARA-159: “İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ minel beyyinâti vel hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fil kitâbi ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumul lâınûn(e).”
İndirdiğimiz o beyyinelerden olan şeyleri ve hidayeti (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaştırılmasını) kitapta Allah insanlara açıkladıktan sonra gizleyenler (var ya); onlara, hem Allah lânet eder, hem de lânet ediciler lânet eder.
2/BAKARA-161: “İnnellezîne keferû ve mâtû ve hum kuffârun ulâike aleyhim la’netullâhi vel melâiketi ven nâsi ecmaîn(e).” Muhakkak ki (Allah’a ruhun ölmeden ulaşmasını, yani hidayeti) küfredip de (örtüp de, gizleyip de) kâfir olarak ölenler var ya: İşte Allah’ın, meleklerin ve insanların hepsinin lâneti onların üstünedir.
2/BAKARA-175: “Ulâikellezîneşteravud dalâlete bil hudâ vel azâbe bil magfirati, femâ esberahum alen nâr(ı).”
İşte onlar; onlar ki, hidayet karşılığında dalâleti, mağfiret karşılığında da azabı satın almışlardır. Bunlar ateşe karşı ne kadar sabırlıdırlar!


3-2-1- NEBÎ RESÛLLERLE, VELÎ
RESÛLLER ARASINDAKİ
FARKLAR.

Allah’ın Kur'ân’daki dîn öğretimi, insanların bugünkü dîn öğretiminden çok farklı hatta bir kısmı taban tabana zıttır. Bugün insanlar başka insanların yazdığı kitaplardan dîni öğrenmeye başlamışlar. Bunu tabii neticesi olarak da Kur'ân’daki gerçeklerden uzaklaşmışlar.
Öyleyse emaniyye kitaplarının (insanların el yazması kitaplarının) yazdığı gibi iddia ettiği gibi bütün resûller peygamber midir?
Kur'ân-ı Kerim’e göre bir kısım resûller peygamber hüviyetindedir. Bir kısım resûller, peygamber hüviyetinde değillerdir. Hatta Allah’tan bir emir alacak durumda olmayan insanlara da bazen Kur'ân-ı Kerim “resûl” kelimesini kullanarak hitap etmiştir. (Konumuzun başında bu ayırım yapılmıştı.)
Bütün resûller peygamber değildir.
Bütün nebîler peygamber midir? Evet, bütün nebîler peygamberdir. Kur'ân-ı Kerim’de nerede “nebî” kelimesi geçiyorsa, “nebî” kelimesinin geçtiği her âyeti teker teker taradık. Gördük ki; kesinlikle nerede “nebî” kelimesi geçiyorsa onların hepsi mutlaka peygamberdir.
İşte Allahû Tealâ’nın Al-i İmran Suresi 81. âyet-i kerimedeki ifadesi nebîlerin peygamber olduğu konusunu, ama kendilerine kitap verilmeyen değil tam aksine kendilerine kitap verilen peygamberler olduğunu kesinleştiriyor.
3/AL-İ İMRAN-81: “Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurun neh(nehu), kâle e akrertum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû ekrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).”
Hani o zaman ki; Allah Nebîlerin (Peygamberlerin) MİSAK’ini (yeminini) almıştı: “Andolsun ki; size kitap ve hikmet verdim, sizlerden sonra sizinle beraber bulunanı (Allah’ın sizlere verdiği kitapları) tasdik eden Resûl gelince, O'na mutlaka îmân edecek ve O'na mutlaka yardım edeceksiniz. Bunu ikrar ettiniz mi, bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?” “İkrar ettik.” dediler. “Öyle ise şahit olun. Ben de sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.
Akaidin: “Nebîler kendilerine kitap verilmeyen peygamberlerdir.” demesine rağmen, demek ki Allahû Tealâ bütün nebîlerine kitap vermiş.
Herşeyden önce risaletle görevlendirilmiş Allah’ın resûllerinin hepsine peygamber demekten vazgeçmeliyiz. Bu bir açıdan bütün resûlleri aynı seviyeye getirmek anlamına geliyor ki; Allah’ın hiyerarşi kanununa ve bu kanuna göre düzenlenmiş Kur'ân’daki âyetlere ters düşüyor. Bütün resûllere “peygamber” demek ikinci açıdan; peygamber olan resûlleri kabul edip, peygamber olmayan resûllere inanmamak ve onları yok saymak, reddetmek anlamına geliyor ki; bu da Nisa Suresi 150. ve 151. âyet-i kerimelere göre o kişileri kâfir durumuna sokuyor:
4/NİSA-150: “İnnellezîne yekfurûne billâhi ve rusulihî ve yurîdûne en yuferrikû beynellâhi ve rusulihî ve yekûlûne nu’minu biba’dın ve nekfuru biba’din yurîdûne en yettehızû beyne zâlike sebilâ(sebîlen).”
Muhakkak ki; Allah’ı resûlünü inkâr eden kişiler, Allah ve O’nun resûlleri arasında ayırım yapmak isterler. Ve de: “Bir kısmına inanırız, bir kısmını inkâr ederiz.” derler. Ve bunların (küfürle îmânın) arasında bir yol ittihaz etmek isterler.
4/NİSA-151: “Ulâike humul kâfirûne hakkâ(hakkan), ve a‘tednâ lil kâfirîne azâben muhînâ(muhînen).”
İşte onlar gerçek kâfirlerdir. Ve Biz de kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık.
Nebîler, peygamberler Allah’ın tayin ettiği en üst seviyedeki resûllerdir. Peygamber olmayan diğer bütün resûllerden farklılıkları vardır. Bu farklılıkları Kur'ân-ı Kerim âyetlerine göre 10 grupta toplayabiliriz.

 

3-2-1-1- PEYGAMBERLER BELİRLİ KAVİMLERDE YAŞAMIŞLARDIR. PEYGAMBER OLMAYAN RESÛLLER DÜNYADA BULUNAN BÜTÜN KAVİMLERDE YAŞAMIŞLARDIR.

3-2-1-2- PEYGAMBERLER BÜTÜN DÜNYA HATTA KÂİNAT İÇİN VAZİFELİDİRLER.
PEYGAMBER OLMAYAN RESÛLLER SADECE KENDİ KAVİMLERİ İÇİN VAZİFELİDİRLER.

Yukarıda belirttiğimiz 2 farkla ilgili Kur'ân-ı Kerim âyetlerini inceleyelim:
16/NAHL-36: “Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budullâhe vectenibût tâgût(e), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(tu), fesîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(e).”
Ve andolsun ki Biz bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûller beas ettik, (hayata getirdik, vazifeli kıldık) taguttan kurtulsunlar ve Allah’a kul olsunlar diye. Onlardan bir kısmı hidayete erdi ve bir kısmının üzerine dalâlet hak oldu. (Resûllere tâbî olanlar hidayete erdi, tâbî olmayanların ise üzerine dalâlet hak oldu). Yeryüzünde gezin, yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğunu görün.
Bahsedilen resûller, peygamberler olsaydı “bütün ümmetlerin içinden” ifadesi kullanılmazdı. Peygamberler zamanında da peygamberlerin olmadığı zamanlarda da her ümmette, her kavimde bir resûl o kavim içinde tebliğ ile görevlidir. Bu resûller peygamber olamaz. Çünkü peygamberler kavimlerin bir kısmından çıkmışlardır. Bütün dünyaya hatta kâinata dîni öğretmekle ve yaşatmakla görev almışlardır.
2/BAKARA-129: “Rabbenâ veb'as fîhim resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtike ve yuallimuhumul kitâbe vel hıkmete ve yuzekkîhim inneke entel azîzul hakîm(hakîmu).”
Rabbimiz, onların içinden (birini), onların içinde (arasında) onlara Senin âyetlerini tilâvet edecek (okuyup açıklayacak), onlara kitabı ve hikmeti öğretecek ve onların (nefslerini), tezkiye (ve tasfiye) edecek resûl (olarak) beas et (hayata getir). Muhakkak ki Sen (evet) Sen; AZÎZ’ul HAKİM’sin.
Bu âyet-i kerimede de her kavmin içinden onların aralarında görev yapacak ve sadece o kavimlere âyetleri öğretecek resûller deniliyor. Peygamberlerin görevi bütün kavimler için, dünya içindir. Hatta kâinat içindir. Bu sebeple bu resûller peygamber resûller olamazlar. Burada bahsi geçen resûller, peygamber olmayan, her kavimde görevli olan resûllerdir.
13/RAD-7: “Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(i), innemâ ente munzirun ve likulli kavmin hâd(in).”
Ve kâfirler derler ki: “O’nun üzerine Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?” Sen sadece bir uyarıcısın ve bütün kavimler için hidayetçi vardır (zamanın her parçasında ve bütün kavimlerde).
Yukarıdaki âyet-i kerimede Peygamber Efendimiz’e Allahû Tealâ bütün dünya için, daha doğru bir ifadeyle kâinat için görevli olduğunu söylüyor. Ama her kavmin içinde onların arasında görevli olan resûllerin de ayrıca bulunduğunu açıklıyor. Her kavmin içinde bulunan ve sadece içinde bulundukları kavme öğretmekle görevli olan bu resûller, peygamber resûller değildir.
39/ZUMER-71: “Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeren), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ elem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).”
Kâfirler zümre zümre cehenneme sürülürler, kapılara geldikleri zaman kapılar açılır. Cehennem bekçileri onlara derler ki, “Size sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki size (üzerinize) Allah'ın âyetlerini okusun (anlatsın izah etsin) ve sizi bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın, ikaz etsin. (Cehenneme girenler) dediler ki; “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.
Cehenneme ºüphesiz her devirde yaºayan insanlar gidecektir. Hepsine “Rüsulan minküm”, “sizin içinizden resûller gelmedi mi?” diye soruldu?una göre bu resûllerin her devirde yaºad??? ve her kavimde yaşadığı muhakkaktır.
Oysa peygamberler, Lut, Semut, Ad, Arap, İsrail gibi belirli kavimlerden çıkmışlardır.
Her devirde peygamberler yaºamad???na göre ve buradaki resûllerin peygamberlerin yaºamad??? devirlerde de her kavimde yaşad?klar? muhakkak olduğuna göre, peygamber olmadıklar? kesinlik kazanmaktad?r.
10/YUNUS-47: “Ve likulli ummetin resûl(resûlun), fe izâ câe resûluhum kudıye beyne hum bil kıstı ve hum lâ yuzlamûn(yuzlamûne).”
Her ümmetin bir resûlü vardır. Onlara resûlleri geldiği zaman onların aralarında adaletle hükmolundu. Onlara zulmedilmez.
İşte Allahû Tealâ: “Her ümmetin resûlü vardır.” dediği halde insanlar kendi içlerinde yaşayan resûlü görmez, yalanlar, reddederse, o toplumda adaletsizlik hüküm sürer.
Bugün adaletsizlik ve zulüm varsa bu, Allah’ın resûllerinin gizli tutulmasındandır. Onların inkâr edilmesindendir. Öyleyse bütün kavimlere resûller gönderiliyor. Halbuki peygamberler bir tek kavmin içinden gelir. Tek bir kavimdendir. O, bütün dünyanın peygamberidir. Ama resûller ait oldukları kavmin resûlleridirler. Ve peygamber varken bütün diğer kavimlerde de resûller vardır. Peygamber Efendimiz (S.A.V) peygamberken gene aynı devirde başka kavimlerde de resûller vardı.
Allahû Tealâ’nın Kur'ân-ı Kerim’deki ifadesi budur.
Peygamberler bir tek kavimden çıkarlar veya herhangibir kavimden çıkarlar. Ama bütün kavimlerin peygamberidir.
Peygamber olmayan resûller, her kavme gönderilir. Sadece içinde bulunduğu kavim için resûldür.


3-2-1-3- NEBÎ OLAN RESÛLLER ARASINDA UZUN FETRET DEVRELERİ VARDIR. (PEYGAMBERLER ARDARDA GELMEZLER.)
NEBÎ OLMAYAN RESÛLLERDE İSE DEVAMLILIK SÖZ KONUSUDUR. BU VELÎ RESÛLLER ARDARDA GELİRLER.

57/HADİD-27: “Summe kaffeynâ alâ âsârihim bi rusulinâ ve kaffeynâ bi îsebni meryeme ve âteynâhul incîle ve cealnâ fî kulûbillezînettebeûhu re’feten ve rahmeh(rahmeten), ve rehbâniyyetenibtedeûhâ mâ ketebnâhâ aleyhim illebtigâe rıdvânillâhi femâ reavhâ hakka riâyetihâ, fe âteynellezîne âmenû minhum ecrehum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).”
Onların arkalarından da resûllerimizi ardarda gönderdik. Meryemoğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik ve ona İncil’i verdik. Ona tâbî olanların kalplerine refet ve rahmet kıldık. Ve üzerlerine farz kıldığımız, fakat kendilerinin güya Allah’ın rızasını kazanmak için icat ettikleri ruhbanlığa bile hakkıyla riayet etmediler. Biz de içlerinden âmenû olanlara (yaptıklarına karşılık olarak) mükâfatlarını verdik. Çoğu ise fasıklardı.
Bu âyette resûllerin ardarda (arası kesilmeden, devamlı olarak birbirinin ardından) gönderildiği, resûller arasında fetret devri bulunmadığı anlatılıyor.
17/İSRA-15: “Menihtedâ fe innemâ yehtedî linefsih(i), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizra uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(n).”
Kim hidayete ererse kendi nefsi için hidayete erer, kim de dalâlette ise dalâlette olmak onun aleyhinedir. Nezirin (ikaz edenin) nezrettiğini (ikazını, uyarısını) yerine getirmeyenlerin (bu sebeple günah yüklenenlerin) günahlarını başkaları yüklenmez. Bir resûl göndermedikçe (hiçbir kavme, hiç kimseye) azap etmeyiz.
Allahû Tealâ: “Resûl göndermedikçe Allah’ın insanlara azap etmesi söz konusu değildir.” buyuruyor. Rabbimiz her toplumun içine, bütün zamanlarda yaşayan resûller göndererek onları ikaz ediyor, uyarıyor.
13/RAD-7: “Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(i), innemâ ente munzirun ve likulli kavmin hâd(in).”
Ve kâfirler derler ki: “O’nun üzerine Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?” Sen sadece bir uyarıcısın ve bütün kavimler için hidayetçi vardır (zamanın her parçasında ve bütün kavimlerde).

Her kavime gelen bu resûller, aralıksız olarak gelirler. Hiçbir kavim resûlsüz bir devre geçirmez. Çünkü Allah: “Resûl göndermedikçe azap etmeyiz.” diyor. İşte aşağıdaki âyetler de bu konuya tam bir açıklık getirmektedir:
2/ BAKARA-87: “Ve le kad âteynâ mûsal kitâbe ve kaffeynâ min ba'dihî bir rusuli ve âteynâ îsabne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi ûhil kudus(kudusi). E fe kullemâ câekum rasûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumus tekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferikan taktulûn(taktulûne).”
Andolsun ki; Biz, Musa'ya kitap verdik ve ondan sonra da, birbiri ardından (araları kesilmeksizin, peşpeşe) resûller gönderdik. Ve Meryem'in oğlu İsa'ya beyyineler (açık kanıtlar) verdik ve onu RUH'ÛL KUDÜS ile destekledik. Her ne zaman size bir resûl, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle (emirle) geldiyse, hemen kibirlendiniz. Bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürdünüz.
23/MU’MİNUN-44: “Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etba’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(e), febu’den likavmin lâ yu’minûn(e).”
Sonra Biz resûllerimizi ardarda (arası kesilmeden, peşpeşe) gönderdik. Hangi kavme resûlü gelse hepsi onu tekzip ettiler (yalanladılar, reddettiler). O zaman Biz birbiri ardından onları yok ettik ve onları efsane kıldık. Mü’min olmayan kavim artık uzak olsun.
Tıpkı bugün insanların içinde görevlerini yapmaya çalışan resûllerin yalanlandığı gibi, o zamanlardan ibret olaylar vererek Allahû Tealâ bizleri ikaz etmektedir.
O halde konumuzu tamamlayalım; peygamberler zamanın bütün parçalarında yokturlar. Peygamberlerin arasında fetret devreleri vardır. İşte Hz. Musa, ondan kimbilir kaç yüz sene sonra Hz. Davud, arkasından birçok asırlık bir zaman aralığı ve Hz. İsa, Hz. İsa’dan 600 sene sonra Peygamber Efendimiz (S.A.V). O'nun vefat etmesiyle beraber 1400 seneden beri dünyada peygamber yok. Olması da mümkün değildir. Demek ki peygamberler arasında fetret devirleri var. Ama Allah’ın âyet-i kerimelerde söylediği resûllerin birbiri ardından gönderildikleri, arada boşluk olmadığı, bu boşluk olmaması sebebiyle de fetret devirlerinin mevcut olmadığını görüyoruz. Öyleyse bunlar peygamberler gibi fetret devirleri olmayan resûllerdir. Bu sebeple peygamber olmaları mümkün değil.
Öyleyse bütün kavimlere resûller gönderiliyor. Halbuki peygamberler bir kavmin içinden gelir. Tek bir kavimdendir. O bütün dünyanın peygamberidir. Ama resûller ait oldukları kavmin resûlleridirler. Ve peygamber varken bütün diğer kavimlerde de resûller vardır.
Allahû Tealâ’nın Kur'ân-ı Kerim’deki ifadesi budur.
Peygamberler bir tek kavimden çıkarlar. Ama bütün kavimlerin peygamberidir.
Peygamber olmayan resûller her kavme gönderilir. Sadece içinde bulunduğu kavim için resûldür.


3-2-1-4- ALLAHÛ TEALÂ CİNLERE VE MELEKLERE, CİN PEYGAMBERLER MELEK PEYGAMBERLER GÖNDERMEMİŞTİR.
AMA KUR’ÂN-I KERİM’DE CİN VE MELEK RESÛLLERDEN BAHSEDİLMEKTEDİR.

CİN RESÛLLER:

6/EN’AM-130: “Yâ ma’şerel cinni vel insi e lem ye’tikum rusulun minkum yakussûne aleykum âyâtî ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû şehidnâ alâ enfusinâ ve garrethumul hayâtud dunyâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn(kâfirîne).”
Ey insan ve cin topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze ulaşacağınız konusunda sizi uyaran içinizden resûller (elçiler) gelmedi mi? “Kendi nefslerimize şahit olduk” dediler. Dünya hayatı onları aldattı. Ve kendilerinin kâfir olduğuna, kendileri şahit oldular.
Bu âyet-i kerimede gene resûl kelimesi kullan?lmakta ve cinlere de “kendi içlerinden resûller (Rüsulun minküm) gelmedi mi?” diye sorulmaktad?r.
Cinler için peygamber olmayacağına göre, burada geçen resûl kelimesinin peygamber olmadı?? muhakkaktır. Cinlere tebliğ yapan resûllerdir. Öyleyse insanlardan resûller olduğu gibi cinlerden de resûller olduğunu görüyoruz. Bu cinlerden olan resûllerin elbette peygamber olması mümkün değildir. Bir cin peygamberin, Kur'ân-ı Kerim’e göre peygamber olarak görev yapması hiçbir zaman mümkün değildir. Öyleyse cinlerin arasında da resûller var. Kendi kavimlerine Allah’ın hakikatlerini tebliğ etmek için vazifelidirler. Ama hiçbirisi peygamber hüviyetinde değildir.

MELEK RESÛLLER:

22/HAC-75: “Allahu yastafî minel melâiketi rusulen ve minen nâs(nâsi), innallahe semîun basîr(basîrun).”
Allah meleklerden ve insanlardan resûller seçer. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.
Görülüyor ki;; Allah meleklerden de, insanlardan da, cinlerden de resûller seçiyor. Ancak peygamberleri, yalnız insanlardan seçiyor. Bu yüzden de her resûlün peygamber olması mümkün değildir.

3-2-1-5- NEBÎ RESÛLLER HANGİ KAVMİN İÇİNDEN ÇIKMIŞSA SADECE O KAVMİN LİSANINI KONUŞARAK
BÜTÜN DÜNYAYA HİTAP EDERLER.
AMA NEBÎ OLMAYAN RESÛLLER
HER KAVMİN İÇİNDEN ÇIKTIĞI İÇİN
HER KAVİMDE O KAVMİN LİSANIYLA KONUŞAN RESÛLLER VARDIR.

Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim'inde her kavme kendi dilleri ile aç?klama yapacak resûller gönderdi?ini beyan ediyor.
İbrâhîm Suresi 4. âyet-i kerimede ºöyle buyrulmaktadır:
14/İBRAHİM-4: “Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bilisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(u), ve huvel azîzul hakîm(u).”
Hiçbir resûlümüz yoktur ki Biz onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah dilediğini (resûllere tâbî olmayanları) dalâlette bırakır. Dilediğini (resûllere tâbî olanları) hidayete erdirir. Ve O Azîz’dir, hikmet sahibidir.
Peygamberler tarihi boyunca konuşulan lisan İbranice ve Arapça olmuştur. Her kavme peygamber gönderilmemiºtir. Meselâ Türk kavmi için Türkçe aç?klama yapacak peygamber gönderilmemiştir. Buradan kesin bir noktaya ulaº?yoruz. Allahû Tealâ, bu âyet-i kerimede resûl kelimesini kullanm?ştır ama bu resûl peygamber değildir.


3-2-1-6- KUR'ÂN-I KERİM; NEBÎ RESÛLLERİN GÖREVLERİNİ 5 GRUP OLARAK, NEBî OLMAYAN RESÛLLERİN GÖREVLERİNİ İSE 4 GRUP OLARAK AÇIKLAMIŞTIR.

Nebî Olan Resûllerin Görevleri
2/BAKARA-150: “Ve min haysu harecte fevelli vecheke şetral mescidil harâm(i), ve haysu mâ kuntum fevellû vucûhekum şetrahu liellâ yekûne lin nâsi aleykum huccetun, illellezîne zalemû minhum fe lâ tahşevhum vahşevnî ve li utimme nı’metî aleykum ve leallekum tehtedûn(e).”
Nereden (yola) çıkarsan çık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Nerede olursanız olun, yüzlerinizi o yöne çevirin ki; insanların sizin aleyhinizde (kullanabilecekleri) delil olmasın. Onlardan zulmedenler hariç. Öyleyse onlardan korkmayın, Benden (sizin üzerinizdeki sevgimin azalacağından) korkun ki; sizin üzerinizdeki ni’metimi tamamlayım da böylece hidayete eresiniz.
2/BAKARA-151: “Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hıkmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(e).”
Nitekim size; içinizde (görev yapmak üzere) sizden bir resûl (peygamber) gönderdik ki, âyetlerimizi size tilâvet etsin (okuyup, açıklasın) ve sizi (nefslerinizi) tezkiye etsin, size kitap ve hikmet öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin.

Bu resûl;
1- Onlar?n üzerine Allah’ın âyetlerini tilâvet eder.
2- Onlar?n nefslerini tezkiye eder.
3- Onlara kitap öğretir.
4- Onlara hikmet öğretir.
5- Hikmetin ötesini onlara öğretir.
Görülüyor ki; peygamber resûllerin 5 görevi vardır.
Nebî olmayan resûllerin görevleri ise:
62/CUMA-2: “Huvellezî bease fîl ummiyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(te), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(in).”
Onlara onların içinde Allah’ın âyetlerini okusun, onları tezkiye etsin ve onlara kitap ve hikmeti öğretsin diye, ümmîler için onların aralarından resûl beas eden (vazifeli kılan, hayata getiren) O Allah’tır. Ondan evvel (bu Resûl’e tâbî olmadan evvel) onlar açık bir dalâlet içinde idiler.
Al-i ?mran Suresinin 164. âyet-i kerimesinde ise ºöyle buyrulmaktadır:
3/AL-İ İMRAN-164: “Lekad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).”
Andolsun ki; mü’minlerin (başlarının) üzerine bir ni’met olmak üzere kendi zamanlarında, kendi içlerinden bir resûl beas ederiz. Onların aralarında (her kavmin içinde) onlara âyetleri tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (bu mürşid resûllere tâbî olmadan evvel) onlar açık bir dalâlet içinde idiler.
Görülüyor ki; peygamber olmayan resûllerin dört görevi vard?r. Bunlar peygamber olmadıklar? için, peygamberlere has olan hikmetin ötesini ö?retmeye ehil ve yetkili k?l?nmam?ºlard?r.
Bu resûllerin her devirdeki insanların içinde vazifeli olduklar? bellidir. Çünkü:
1- Bu resûller her devirde yaşayan insanların arasında yaşamakta olmal?d?r ki onlara fiilen âyetleri okuyabilsin.
2- Onun için Yüce Rabbimiz onlar?n arasında fiilen görev yap?ld???n? anlatmak üzere “Filümmiyyîne” kelimelerini Cuma Suresi 2. âyet-i kerimede “Fîhim” kelimesini de Al-i ?mran Suresi 164. âyet-i kerimede kullanm?ºt?r. Bu iki kelime ümmîlerin içinde, onlar?n içinde anlamlar?na gelmektedir.
3- Yüce Rabbimiz her iki âyet-i kerimede de “resûlen minhüm” kullanmaktad?r. Onlardan, o kavimden bir resûl demektir. Her devirde yaºayan insanların arasında bir resûl vardır.
4- Resûl olan peygamberin 5 görevi vard?r.
Buna karşılık peygamber olmayan resûllerin dört görevi vard?r:
1- Kur'ân-? Kerim'i tilâvet etmek.
2- Nefsleri tezkiye etmek.
3- Kitap öğretmek.
4- Hikmet ö?retmek.
Görülüyor ki; peygamberlerin,
5-Hikmetin ötesinde bilinmeyen şeyleri öğretmek görevi, peygamber olmayan resûllere verilmemiºtir. Çünkü onlar bu konuda yetkili değillerdir.
Bu resûllerin görevinin her devirde yaşayan insanlar? hidayete ulaºtırmak olduğu aç?ktır. Çünkü Allahû Tealâ buyuruyor:
“Ondan önce (resûle tâbî olmadan önce) onlar aç?k bir dalâlet içinde idiler.” Resûle (mürºide) tâbî olabilmeleri için resûlün mevcut olması, var olması gerekir.
Yüce Rabbimizin burada mürºidler için kulland??? “bease”, beas etmek hayata getirmek (hayy etmek) demektir. Onlar?n (her devirde yaşayan insanların) devrinde do?an resûller olduğu anlaº?lmaktad?r.
Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V). zaman?nda yaºayanlara hitap etti?i zaman “küm” (siz) kelimesini kullan?yor. Bu âyetlerde ise “hüm” (onlar) kelimesini kullan?yor. Âyet-i kerimelerin Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinden evvelki ve özellikle sonraki dönemleri kapsad??? aç?ktır. Öyleyse bu aç?dan da bunlar peygamber olamazlar.
Görülüyor ki; Yüce Rabbimiz Cuma Suresi 2. âyet-i kerimede ve Al-i İmran Suresi 164. âyet-i kerimede “resûl” adını kullanmakla peygamberleri değil, peygamber olmayan Allah’a ulaºt?r?c? resûlleri kastetmektedir. O halde görevleri itibariyle de resûller; peygamber resûller ve peygamber olmayan resûller olarak ayrılıyor.
Bakara Suresinin 151. âyet-i kerimesinde resûl olarak adı geçiyor ama Allahû Tealâ görevlerini sıraladığı zaman bu görevlerin 5 tane olduğunu görüyoruz.
Öyleyse 28 basamakta olayları yerli yerine koyarsak farklılığı hemen göreceğiz. Bütün resûllerin görevleri 28. basamağın 6'ncı mertebesine kadardır. Peygamber resûllerin görevi ise 7'nci mertebeyi “tasarruf mertebesini” ihata eder.
Bu açıdan meseleye bakalım:


1. görev : Allah’ın âyetlerinin tilâveti
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in ve bütün peygamber olmayan resûllerin Allah’ın âyetlerini tilâvet etmesi tam 14 basamak sürüyor.
1. basamakta olaylar yaşanır.
2. basamakta Allah insanların arasında hayır gördüklerini seçer.
3. basamakta kişi, Allah’a ulaşmayı diler.
4. basamakta kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah da onu Kendisine ulaştırmayı diler ve 4. basmakta onun üzerine Rahîm esması ile tecelli eder.
5. basamakta Allah, o kişi ile irşad makamı arasındaki hicab-ı mestureyi alır.
6. basamakta Allah, o kişinin kulaklarındaki vakrayı alır.
7. basamakta nefsinin kalbindeki ekinneti alır. Kişi âmenû olur, ilk yedi basamağı aşar. Bütün bu safhalar Allah’ın âyetlerinin tilâvetidir. Allah’ın âyetlerinin okunması ve anlatılmasıdır.
8. basamakta Allah, o insanın kalbine hidayeti koyar.
9. basamakta Allah’ın bu hidayeti o kişinin kalbinin nur kapısını Allah’a çevirir.
10. basamakta Allah o kişinin göğsünden kalbine bir nur kapısı açar ( nur yolu, nur tüneli) .
11. basamakta bu kişi zikir yapar. Ve Allah’tan gelen rahmetle fazl isimli iki tane nur göğsüne, göğsünden kalbine ulaşır. Kalbinde mühür olduğu için o kalpten içeriye sadece rahmet sızabilir. Onuncu basamağa kadar hiç kimsenin kalbine bir damla bile nur giremiyor. Hâlâ tilâvet devam ediyor. Kur'ân-ı Kerim’in ruhuna geçmek, Allahû Tealâ’nın evliyası olmadan mümkün değildir. Kişinin kalbinde %2 nur birikiyor ve huşû sahibi oluyor.
12. basamakta tilâvet devam ediyor.
13. basamakta hacet namazı kılıp mürşidini Allah’tan soruyor. Mürşidini görüyor.
14. basamakta mürşidine ulaşıyor, önünde diz çöküp tövbe ediyor. Ve Allah’ın yoluna; Sıratı Mustakîm’e giriyor.
Başının üzerine ni’met veriliyor (devrin imam resûlünün ruhu). Ruhu vücudundan ayrılıyor. Kalbindeki mühür açılıyor, içindeki küfür alınıyor. Yerine îmân yazılıyor.

2. görev : Nefsleri tezkiye etmek
Bu kişi nefs tezkiyesine başlıyor. Dalâletten kurtulmuş, hidayete adım atmıştır. Nefsi tezkiye olmuş mudur? Hayır. Henüz sıfır tezkiye noktasındadır. Lâfz müessesesi itibariyle tilâvet, nefs tezkiyesiyle birlikte devam ediyor.
1. basamak Nefs-i Emmare
2. basamak Nefs-i Levvame
3. basamak Nefs-i Mülhime
4. basamak Nefs-i Mutmainne
5. basamak Nefs-i Radiye
6. basamak Nefs-i Mardiyye
7. basamak Nefs-i Tezkiye
Her kademe kalpte %7 nur birikimini sağlıyor. Nefsini tezkiye eden kişinin kalbinde başlangıçtaki %2 nurla birlikte %51 nurlanma gerçekleşiyor.
Resûller peygamber olsunlar veya olmasınlar, onların ikinci görevi nefsi tezkiye etmektir. Nefsin tezkiye olduğu basamağa kadar Kur'ân-ı Kerim’in lâfzı öğretilmeye devam eder. Ama nefs de yavaş yavaş afetlerden kurtulmaya başlar. 21. basamakta 2 görev tamamlanmış olur. Burada artık Allah’ın nurları hakim duruma geçmiştir. O kişinin ruhu Allah’a ulaştı, nefsi tezkiye oldu. Fizik vücudu Allah’a kul oldu. Ve kişi Allah’ın cennetine ehil oldu. Allah’ın evliyası oldu. Peki resûl ne yaptı? Peygamberse 5 görevden ikisini yaptı. Peygamber olmayan bir resûl ise 4 görevden ikisini yaptı.

3. görev : Kitap öğretmek
1. Fenâ Makamı: Kişi Allah’ın evliyası oldu. Fenâ makamının sahibi. Ruhu Allah’a teslim oldu. Kitap öğretiliyor. Kitabın öğretilmeye başlanması 21. basamaktan sonra gelen 7 velâyet makamının 1. (fenâ) makamındadır. Artık o kişi Allah’ın evliyası olmuştur. Kur'ân-ı Kerim’in ruhunu anlayabilecek boyuta ulaşmıştır. Velâyetle birlikte Kur'ân-ı Kerim’in ruhuna geçiş başlamıştır.
Bu, velâyetin tamamlanmasıyla beraber kitap öğretilmesi adı altında ruhun birinci basamağı tahakkuk eder. Fenâ makamı kitabın öğretilmesinin 1. makamıdır.
2. Beka Makamı : Sonra bu kişiye Allahû Tealâ taht ihsan eder. Ruhu sonsuza o kadar o tahtta olacağı için ikinci makamın sahibi olacaktır. Beka makamı, kitabın öğretilmesinin ikinci basamağı, ikinci makamıdır.
3. Zühd Makamı : Kitabın öğretilmesinin üçüncü makamı zühd makamıdır. Ne zaman o kişinin zikri günün yarısını aşarsa önemli bir yere gelmiştir. O kişi artık zahiddir. Zikirsizliğe karşı zahid olmuştur. Ve Allah’a zühd sahibi olduğunu ispat etmiştir.
4. Muhsinler Makamı : Daha sonra o kişi fizik vücudunu Allah’a teslim edip fizik vücudu Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özellik kazanmıştır.
İşte burası kitabın öğretilmesinin sonudur. 4. ruha girilir. Hikmetten evvelki Kur'ân-ı Kerim’in ruhunun öğretildiği 4 tane makam; fenâ, beka, zühd ve teslim makamlarıdır.
Burası kitap öğretmek görevinin sonudur.

4. görev : Hikmet öğretmek
Bundan sonra o kişi artık hikmet sahibidir. Çünkü daimî zikre ulaşmıştır.
Ulûl’elbab makamı, velâyetin 5. makamıdır. Kişi burada daimî zikrin sahibidir. Allah derhal hediyelerini verir:
Kalp gözünüzü açar. Artık siz sadece baş gözünüzle şu fizik âlemi değil kalp gözünüzle, Allah’ın size gösterdiği fiziğin ötesini de görmeye başlarsınız. Ve bu görüntüler, zemin kattan 7. katın sonuna kadar devam edecektir.
1-Ulûl’elbab olduğunuz zaman kalp gözünüz açılır.
2-Hemen arkasından hikmet sahibi olursunuz.
İşte hikmetin birinci makamı burasıdır: Ulûl’elbab makamı, daimî zikre ulaştığınız makam.
3/AL-İ İMRAN-191: “Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılen), subhâneke fe kınâ azâben nâr(nârı).”
O (ulûl’elbab) ki; (lübblerin, Allah’ın sır hazinelerinin sahipleri), onlar ayakta iken, otururken ve yan üstü yatarken (hep) Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki); “Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Seni tesbih (tenzih) ederiz. Bizi ateş azabından koru.”
Ve kalp gözü ve kalp kulağı açıldığı için, hayır sahibi olduğu için, hüküm sahibi olduğu için ve tezekkür sahibi olduğu için kişi hikmet sahibi oluyor. Allah’ın söylediklerini işitiyor. Ve gösterdiklerini de görüyor. Bu makamın ötesi “ihlâs”tır. İhlâs makamı, hikmetin üst tarafı, hikmetin ikinci bölümüdür. Ulûl’elbab da hikmet sahibidir, muhlis de hikmet sahibidir. Ama muhlisler hikmetin aslî unsurlarını görürler. Zemin kattan itibaren 7 kata kadar olan bütün katları görürler. Ulûl’elbab makamına geldiği anda kişi, sadece zemin katı görebilir. Ama ihlâs makamına geçen birisi artık ondan sonra 7 tane kat görecektir. Birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci gök katlarında Sıratı Mustakîm boyunca ruhlara hangi işlemlerin yaptırıldığını birer birer görecektir. Burada hikmet müessesesi devam ediyor. Sonra kişi bu ihlâsta yedi tane gök katının hepsini görecektir. Nereye kadar? Sidret-ül Münteha’ya kadar.
Bir insan daimî zikre ulaşmadığı sürece ilmin bütününe vakıf olsa bile o sadece ilm’el yakînin sahibi olabilir, hikmet sahibi olamaz.
Kim hikmet sahibidir?
Hayır, hüküm ve tezekkür sahibi olan kişi.
Kalp gözü açılan ve kalp kulağı açılan kişi. İşte onlar ilm’el yakîni aşmışlardır, ayn’el yakînin sahibi olmuşlardır. Ayn’el yakîn nereye kadar devam eder? 7. gök katının 7. âlemine, Sidret-ül Münteha’ya kadar bütün âlemlerin görülmesiyle kişi ayn’el yakîni tamamlar.
Dikkat edin! Ulûl’elbab makamı da hikmet makamıdır, ihlâs makamı da hikmet makamıdır. İkisi de hikmetin ötesi değildir. Hikmetin muhtevası içindedirler. Ve hikmetin öğretilmesi de burada bitiyor.
Demek ki fenâ makamı, beka makamı, zühd makamı, muhsinler makamı dört makamdır ki; bunlar “kitabın öğretilmesi”dir. Kur'ân-ı Kerim’in ruhunun öğretilmesidir. Beşinci ve altıncı makamlar, ulûl’elbab ve ihlâs makamı hikmet makamlarıdır. Kitabın öğretilmesini kişi geçti ve burada hikmete geldi. Ve burada hikmetin öğretilmesi ile peygamber olmayan resûllerin görevleri tamamlanıyor. Hikmet makamının sonu peygamber olmayan resûllerin görevlerinin tamamlandığı yerdir. Bundan hariç olan, peygamber olmayan resûller var mı? Sadece devrin imamları.
Öyleyse Kur'ân-ı Kerim’in muhtevası içinde sonuca gittiğimiz zaman ne görüyoruz? Allahû Tealâ’nın, öğretimine tâbî tuttuğu insanların irşad makamları tarafından irşadlarında hep bu basamaklar söz konusudur. Şu geldiğimiz son nokta, hikmetin öğretilmesi noktası, peygamber olmayan resûllerin görevlerini tamamladı.
Peygamber olmayan resûllerin görevleri burada tamamlanıyor. Geriye bir basamak kalıyor. İşte orası hikmetin de ötesidir. Peygamber resûllerin görevi oradadır.

5. görev : Hikmetin ötesinin öğretilmesi
O ilmi öğrenen ama öğretmek yetkisine sahip olmayan, peygamber olmayan resûller hikmetin ötesini öğretemezler. Ama kendileri hikmetin bittiği yerden öteye geçecektir. Kim Allah’ın tayin ettiği bir mürşid olacaksa, o mutlaka bu hikmetin ötesine geçecektir ki; başkalarına hikmeti öğretebilsin.
Bir seher vakti, Allahû Tealâ onları Tövbe-i Nasuh’a davet eder. Tahrim Suresi 8. âyet-i kerimede Allahû Tealâ’nın söylediklerini tek tek tekrar eden insan ihlâs makamını aşar.
Salâh makamına kadar Yunus Emre’nin ifadesi şöyle: “İim nurla doldu.” Salâh makamını yaşarken: “İçim dışım pür nur oldu.” diyor. Burada insan daire şeklinde bir nurun sahibi oluyor. Ne zaman Tövbe-i Nasuh’u gerçekleştirir de salihlerden olursanız, o zaman Allahû Tealâ başınızın üzerinde oluşturduğu o nurla dışınızı da nurlandırıyor. Bu nur salâh nurudur. Ulûl’elbab ve ihlâs makamlarında kişinin nefsinin kalbi; 1 kademe ulûl’elbab makamında, 7 kademe ihlâs makamında ve 4 mertebe salâh makamında olmak üzere müzeyyen olur. Allah’a köle olmaya kişi hazır olur. 5. mertebede Allah kişinin iradesini Kendi ilâhi iradesine bağlar. Burası hikmetin ötesidir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve bütün peygamberler insanlara hikmetin de ötesini öğretmişlerdir. Peygamber olmayan devirlerde yalnız zamanın halifeleri gene hikmetin ötesini öğretmeye devam etmişlerdir ve 28. basamak burada tamamlanmaktadır.
Öyleyse Kur'ân-ı Kerim açıklamalarını Allah’ın öğrettiği Kur'ân-ı Kerim muhtevası içinde dizayn etmek lâzımdır.


3-2-1-7- KUR'ÂN-I KERİM’DE RIZAYA ULAŞMIŞ VE ULAŞMAMIŞ RESÛLLER VARDIR.

72/CİN-26: “Âlimul gaybi fe lâ yuzhiru alâ gaybihî ehadâ(ehaden).”
Gaybı bilen Allah, gaybı kimseye açıklamaz.
72/CİN-27: “İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî reşadâ(reşaden).”
Ancak resûllerden rızaya (Tasarruf rızası) ulaşanlar müstesna. Öyleyse muhakkak ki; O (Allah) onların önünden ve ardından muhafız gönderir.
Allah'?n gayb? bildirdi?i resûller, resûllerden sadece tasarruf r?zasına ulaºanlard?r. Öyleyse bu âyet-i kerime iki çeºit resûlden bahsediyor. Allahû Tealâ’nın gaybı bildirdiği en üst seviyedeki resûlleri var: Allah’ın en üst seviyedeki rızasını kazanmış olanlar; tasarruf rızasını kazanmış olanlar. Bir de aynı devirde yaşayan Allah’ın bihakkın rızasına ulaşmış ama tasarruf rızasına ulaşamamış resûlleri vardır. Her devirde sadece bir tek resûl, tasarruf rızasına ulaşabilir. Bütün peygamberler, Allah’ın tasarruf rızasına ulaşmışlardır. Ama aynı devirde bütün kavimlerde yaşayan diğer resûller, o rızaya ulaşamamış resûllerdir.
Allah’ın risaletle görevli kıldığı bütün resûller mutlaka Allah’ın rızasına (bihakkın) ulaşmıştır. Buradaki işaret edilen rıza, tasarruf rızasıdır.
Allah'?n tasarruf r?zas?na ulaºan ve ulaºamayan resûller. Bu sebeple Allah'?n tasarruf r?zas?na ulaºamayan resûllerin peygamber olması mümkün değildir.
Allah’ın bütün peygamberleri Allah’ın tasarruf rızasına ulaşmış olduğu halde Allah’ın tasarruf rızasına ulaşamamış resûlleri de vardır. Onlar peygamber olmayan resûllerdir.


3-2-1-8- ALLAH BÜTÜN NEBÎLERE ŞERİAT KİTAPLARI İNDİRMİŞTİR. OYSA NEBÎ OLMAYAN RESÛLLERİN SADECE BİR KISMINA SOHBET NİTELİĞİNDE KİTAPLAR GELMİŞTİR.

3/AL-İ İMRAN-81: “Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurun neh(nehu), kâle e akrertum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû ekrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).”
Hani o zaman ki; Allah Nebîlerin (Peygamberlerin) MİSAK’ini (yeminini) almıştı: “Andolsun ki; size kitap ve hikmet verdim, sizlerden sonra sizinle beraber bulunanı (Allah’ın sizlere verdiği kitapları) tasdik eden Resûl gelince, O'na mutlaka îmân edecek ve O'na mutlaka yardım edeceksiniz. Bunu ikrar ettiniz mi, bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?” “İkrar ettik.” dediler. “Öyle ise şahit olun. Ben de sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.
Görülüyor ki; bütün nebîlere Allah şeriat kitapları vermiştir. Oysa nebî olmayan birçok resûlüne ve evliyasına sohbet niteliğinde kitaplar sayfa veya sözler vermiştir.
İşte yakın geçmişten bir örnek verelim.
Mevlâna Celâleddin Rumi’nin Mesnevisi’nin TAKDİM yazısı şöyle başlar. “Âlemlerin Rabbinden inmiştir. Bâtıl ne önünden gelebilir ne ardından.” Ve Mesnevi, Celâleddin Rumi 'ye Allah tarafından yazdırılmış sohbet niteliğinde bir kitaptır.
13/RAD-38: “Ve lekad erselnâ rusulen min kablike ve cealnâ lehum ezvâcen ve zurriyyeh(ten), ve mâ kâne li resûlin en ye’tiye biâyetin illâ bi iznillâh(i), likulli ecelin kitâb(un).”
Andolsun ki senden önce resûller gönderdik. Ve onlar için eşler ve zürriyet kıldık. Hiçbir resûl yoktur ki kendisine Allah’ın izni olmadıkça âyet verilmiş olsun, bütün vakitler (zamanlar, süreler) için kitap vardır.
Görüldüğü gibi Rabbimiz bütün zamanlarda âyetlerini gönderiyor. Bu âyetlerin peygamberlere gönderilenden farkı ise şeriati içermemesidir.
Birçok kişi zanneder ki Allah, peygamberlerden başkasına âyet indirmez.

7/A’RAF-175: “Vetlu aleyhim nebeellezî âteynâhu âyâtinâ fenseleha minhâ fe etbeahuş şeytânu fe kâne minel gâvîn(gâvîne).’’
Onlara, âyetlerimizi verdiğimiz kimsenin haberini oku (anlat). Sonra o, ondan (âyetlerden) ayrıldı, artık şeytan onu kendisine tâbî kıldı. Ve böylece o zarar görenlerden (azgınlardan) oldu.
Yukarıdaki âyette Allah’ın âyetlerinin sonradan şeytana tâbî olanlara bile verildiği ifade ediliyor.
Allah’ın Mevlâna Celâleddin Rumi’ye yazdırdığı gibi birçok evliyasına sohbet niteliğinde kitaplar yazdırdığı kesin olarak biliniyor.
EŞREF RUMİ divanından bir örnek:
“Ol dost sultandır ben ona kul,
Her dem yeni yeni nüzul”

YUNUS EMRE
“Çalabtır (Allah'tır) söyletirir,
Yunus bilmez kendi hal.”

AHMET YESEVİ
“Hakk'tan işitip, bu sözleri dedim işte.”
Demek oluyor ki; her peygamber, resûldür ama her resûl, peygamber değildir.

 


3-2-1-9- NEBÎ RESÛLLER ALLAH’IN VEHBÎ YARDIMINI ALIRLAR. VELÎ RESÛLLER KESBÎ OLARAK GÖREVLERİNİ ALIRLAR.

29/ANKEBUT-27: “Ve vehebnâ lehû ishâka ve ya’kûbe ve cealnâ fî zurriyyetihin nubuvvete vel kitâbe ve âteynâhu ecrehu fid dunyâ, ve innehu fîl âhıreti le mines sâlihîn(e).”
Biz ona İshak’ı, Yakub’u vehbî olarak verdik. Onun zürriyetine peygamberlik ve kitap verdik. Dünyada onun ücretini verdik. O ahirette şüphesiz salihlerden olacaktır.


3-2-1-10- NEBÎ RESÛLLER ASALETEN GÖREV YAPARLAR. VELÎ RESÛLLERDEN DEVRİN İMAMLARI VEKÂLETEN GÖREV YAPARLAR.

Hadîs: “Allah ümmetinin içerisinde her yüz senede bir, dîni yenilemekle bir kişiyi vazifeli kılar.”
Hadîs: “Allah’ın insanların işini görmeleri için ayırdığı seçkin kulları vardır. İnsanlar onlara müracaat ederler. İşte onlar Allah’ın azabından kurtulanların ta kendileridir.”
Hadîs: “Benden sonra nebî gelmeyecek. Benden sonra imamlar gelecek. Allah’ın vekiline tâbî olan, şakilerden olmaz.”
Bütün insanlar başlangıçta dalâlettedir. Dalâletten kurtulmanın yolu Allah’ın tayin ettiği resûle biat etmektir. Aksi taktirde insanlar dalâlette kalmaya mahkûm olacaklardır.
Nisa Suresi 118, 119. âyet-i kerimelerde iblis: “ Elbette senin kullarından fazla nasip edinmeyeceğim ve onları dalâlette bırakacağım” diyor.

4/NİSA-118: “Leanehullâh(leanehullâhu), ve kâle le ettehızenne min ıbâdike nasîben mefrûdâ(mefrûdan).”
Allah ona (şeytana) lânet etti. O da dedi ki: “Elbette ben, Senin kullarından belirli bir pay edineceğim.”
4/NİSA-119: “Ve le udıllennehum ve le umenniyennehum ve le âmurennehum fe le yubettikunne âzânel en’âmi, ve le âmurennehum fe le yugayyirunne halkallâh(halkallâhi), ve men yettehıziş şeytâne veliyyen min dûnillâhi fe kad hasire husrânen mubînâ(mubînen).”
Onları elbette dalâlette bırakacağım ve onları emaniyyeyi emrederek kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak emredeceğim. Ve onlar davarların kulaklarını kesecekler. Ve onlara emredeceğim, Allah’ın yarattıklarını değiştirecekler. Ve kim Allah’tan gayrısını, şeytanı dost edinirse şüphesiz o, apaçık bir hüsranla hüsrana uğramıştır.
Allahû Tealâ: “Biz seni dalâlette bulup da hidayete erdirmedik mi? “ diye Peygamber Efendimiz (S.A.V)'den bahsediyor.
Başlangıçta neden insanlar dalâlettedirler? (Dalâlet kavramında bu konuya geniş olarak yer verilmiştir.) Dalâlette olan insanların kurtuluşa ulaşmalarını sağlayacak olan resûllerin görevlerini yapmalarına mani olunması halinde dalâlette kalınacaktır.
10 âyet-i kerimede velî resûllerin her devirde ve her kavimde kesin olarak yaşadığı belirtilmiştir. Allahû Tealâ’nın Kur'ân-ı Kerim’de resûllerle ilgili bu önemli gerçeği 10 âyet-i kerimede net olarak açıkladığını görüyoruz.
Her devirde Allah’ın görevli kıldığı hidayete erdiren hidayetçisi, imamı vardır. Ona tâbî olan dalâlette kalmaz. Ona tâbî olmayanlar dalâletten kurtulamazlar.


1) 28/KASAS-50: “Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bigayri huden minallâh(i), innallâhe lâ yehdîl kavmez zâlimîn(e).”
Eğer sana (senin hidayete erdirme davetine) icabet etmezlerse (uymazlarsa), o zaman bil ki onlar hevalarına (nefslerine) tâbî olmuşlardır. Allah’tan (Allah’ın tayin ettiği) hidayetçiye değil de hevasına (nefsine) tâbî olan kişiden daha çok dalâlette olan kim vardır? Muhakkak ki Allah zalim kavimleri hidayete erdirmez.
2) 20/TAHA-123: “Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum liba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tîyennekum minnî huden fe mennittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.”
Birbirinize düşman olarak oradan hepiniz aşağı inin. Benden size yaşadığınız devrede hidayetim geldiği zaman, kim hidayetçime tâbî olursa o dalâlette kalmaz ve şâkî de olmaz.
3) 46/AHKÂF-32: “Ve men lâ yucib dâıyallahi feleyse bimu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâ’(u), ulâike fî dalâlin mubîn(in).”
Allah’a davet edene icabet etmeyen (tâbî olmayan) kişi dünya üzerinde Allah’ı aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah’tan başka dostu da yoktur. Onlar (Allah’ın davetçisine tâbî olmayanlar) açık bir dalâlet içindedirler.
4) 7/ A'RAF-186: “Men yudlilillâhu fe lâ hâdiye leh (lehu), ve yezeruhum fî tugyânihim ya'mehûn (ya'mehûne).”
Allah kimi dalâlette bırakırsa, artık onun için bir hidayetçi (hidayete erdiren) yoktur. Ve onları azgınlıkları (isyanları) içinde şaşkın (bir halde) terkeder (bırakır).
5) 18/KEHF-17: “Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillah(âyâtillahi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil felen tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).”
(Ey resûlüm! Orada olsaydın) görürdün ki; güneş doğduğu zaman mağaranın sağ tarafına ulaşır. Battığı zaman ise onları sol taraftan terkederdi. Onlar mağaranın geniş bir yerindeydiler. Bu Allah’ın âyetlerindendir. Allah Kendine ulaştırırsa o hidayete erer. Ve kim dalâlette ise onun için velî mürşid bulunmaz.
6) 45/CASİYE-23: “Efereeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ıhî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(ten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(i), e fe lâ tezekkerûn(e).”
Hevalarını (nefslerini) kendilerine ilâh edinenleri görmedin mi (habibim), Allah onları bir ilim üzere dalâlette bırakır, onların kalplerindeki sem’i (işitme) hassasını ve kalplerini (kalpteki idrak hassasını) mühürler ve onların kalplerindeki basar (görme) hassasının üzerine gışavet (isimli bir perde) çeker. Öyleyse (artık) Allah’tan sonra kim bu kişiyi hidayete erdirebilir? Hâlâ düşünmez misiniz?
7) 39/ZUMER-23: “Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşa’(yeşau), ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).”
Allah ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını ikişer ikişer (rahmet-fazl ve rahmet-salâvât) Kitab’a müteşabih (benzer) olarak indirir. Bu (nurlar)dan insanların derileri (tüyleri) ürperir ve Rab’lerine karşı huşû sahibi olurlar, sonra Allah’ın zikri ile (bu nurlar) kişinin derilerini (vücudunu) ve (nefsinin) kalbini yumuşatır (titretir, aydınlatır, tezkiye eder ve böylece kişinin ruhunu Allah’a ulaştırır ve onu hidayete erdirir). İşte bu Allah’ın hidayetidir ki; Allah dilediği kişiyi (nefsini Allah’ın nurlarıyla tezkiye ederek ve böylece Zat’ına ulaştırarak) hidayete erdirir (3 hidayete de erdirir). Kimi de dalâlette bırakırsa, onun için bir hidayetçi yoktur.
8) 16/NAHL-36: “Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budullâhe vectenibût tâgût(e), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(tu), fesîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(e).”
Ve andolsun ki Biz bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûller beas ettik, (hayata getirdik, vazifeli kıldık) taguttan kurtulsunlar ve Allah’a kul olsunlar diye. Onlardan bir kısmı hidayete erdi ve bir kısmının üzerine dalâlet hak oldu. (Resûllere tâbî olanlar hidayete erdi, tâbî olmayanların ise üzerine dalâlet hak oldu). Yeryüzünde gezin, yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğunu görün.
9) 3/AL-İ İMRAN-164: “Lekad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).”
Andolsun ki; mü’minlerin (başlarının) üzerine bir ni’met olmak üzere kendi zamanlarında, kendi içlerinden bir resûl beas ederiz. Onların aralarında (her kavmin içinde) onlara âyetleri tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (bu mürşid resûllere tâbî olmadan evvel) onlar açık bir dalâlet içinde idiler.
10) 62/CUMA-2: “Huvellezî bease fîl ummiyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(te), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(in).”
Onlara onların içinde Allah’ın âyetlerini okusun, onları tezkiye etsin ve onlara kitap ve hikmeti öğretsin diye, ümmîler için onların aralarından resûl beas eden (vazifeli kılan, hayata getiren) O Allah’tır. Ondan evvel (bu Resûl’e tâbî olmadan evvel) onlar açık bir dalâlet içinde idiler.
Bütün bu âyet-i kerimelerde, peygamberlerin olmadığı zamanlarda insanların mutlaka Allah’ın velî resûllerine tâbî olması gerektiğini ve bunun Allah’ın farzı olduğunu görüyoruz. Çünkü insanlar yaşadıkları devirlerde Allah’ın bir hidayetçisine tâbî olmazlarsa dalâlette kalıyorlar. Eğer her devirde yaşayan Allah’ın resûlleri olmasaydı Allahû Tealâ 10 âyet-i kerimede Allah’tan bir resûle, hidayetçiye tâbî olmayanın dalâlette kalacağını söylemezdi. İnsanların dalâletten kurtulmasını sağlayan, insanların hidayete ermesine vasıta olan veya hidayete erdiren Allah’ın peygamber olmayan velî resûlleri, dünya kurulduğundan bu yana her devirde ve her kavmin içinde yaşamışlardır ve kıyâmete kadar da yaşayacaklardır.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in Kur'ân-ı Kerim âyetlerini destekleyen hadîsini hatırlayalım:
“İnsanlar arasında hayrın anahtarı ve şerrin kilidi olan kişiler vardır. Allah’ın hayrın anahtarını ve şerrin kilidini eline verdiği kişiye ne mutlu.”
Resûller, insanların arasındaki Allah’ın ehliyet sahibi kıldığı kişilerdir. Ona tâbî olmadıkça insanın dalâletten kurtulması, şerrden kurtulması mümkün değildir. Çünkü Allah bu görevi, bu anahtarı resûllerinin eline vermiştir.

 


10-"Men yudlilillâhü felâ hâdiye leh, ve yezerühüm fiy tuğyânihim ya'mehûn."

Araf-186 Allah kimi dalâlette bırakırsa o kişi için bir hidayetçi yoktur. O kişiyi Allah, isyanı içinde şaşkın bir halde bırakır.
Görülüyorki mürşidine ulaşamayan herkes dalalettedir. Neden dalalettedir? Çünkü ruhu vücudundan ayrılmamıştır, Sırat-ı Müstakiym’e ulaşmamıştır. Ve ulaşmamışsa Allah'a vasıl olmak üzere bu kişinin ruhu yola çıkmamıştır. Yani bu kişi hidayete adım atmamıştır. Bir kişinin hidayete adım atması demek, hidayet Allah'a ulaşmak, ruhun Allah'a ulaşması olduğuna göre o kişinin Allah'a doğru yola çıkması anlamına geliyor. Eğer insanoğlu Allah'a doğru yola çıkmamışsa ruhunu Sırat-ı Müstakiym’e ulaştırmamışsa o zaman bu kişi için hidayette olmak söz konusu değildir. Sırat-ı Müstakiym’in üzerinde de olmak söz konusu değildir. Öyleyse bu kişi tevhid akidesinin gerektirdiği tevhidin muhtevası içinde değildir. Fırkalardan birine tâbîdir. Ama Sırat-ı Müstakiym üzerinde değildir. Öyleyse tevhid akidesinin sınırlarının dışında kalmış ve fırkalara tâbî olmuştur. Bu kişi için kurtuluş ümidi de normal şartlarda yoktur. Meğer ki Allahû Teâla onu af etmiş ola. Biz bütün insanları Allahû Teâla'nın affetmesini ve bütün insanları cennetine almasını Allahû Teâla'dan dileriz ve tevhidin bütün insanlar için tahakkuk etmesini Allahû Teâla'dan dileriz. Öyleyse hepimiz mutlaka, ama mutlaka Sırat-ı Müstakiym’e ulaşmak mecburiyetinde olanlarız. Sırat-ı Müstakiym’e ulaşmaksa gördünüz ki mürşide ulaşmadan gerçekleşemiyor
 
Mürşide ulaşamayan kişiler dalalettedir" buyuruyor Allahû Teâla. Dalalette olurlarsa ne olur? Sadece iki grup âyet-i kerimeyle dalalette olanların mutlaka cehenneme ulaşacaklarını söyleyelim. İşte Araf-179’da Allahû Teâla buyuruyor:
"Ve lekad zere'na li cehenneme kesiyren minelcinni vel'insi lehüm kulubün lâ yefkahune biha ve lehum a'yunun lâ yubsirune biha ve lehüm azanün lâ yesmeune biha, ülâike kel'en'ami belhüm edall, ülâike humülgaafilûn."

Araf-179
Biz cehennemi insanların ve cinlerin çoğu için yarattık. Onların kalpleri vardır ama onunla fıkıh edemezler (idrak edemezler). (Kalplerinde) gözleri vardır ama onunla göremezler. (Kalplerinde) kulakları vardır. Ama onunla işitemezler. Onlar hayvanlar gibi, hatta onlardan da daha çok dalâlettedirler. Onlar gafillerdir.
Öyleyse ne görüyoruz? Dalalette olan bu insanların cehenneme gidecekleri kesin. İşte Nisa Suresinin 167,168,169. âyet-i kerimeleri:
"İnnelleziyne keferu ve saddu an sebiylillâhi, kad dallu dalalen ba'iyda. Innelleziyne keferu ve zalemu lem yekûnillâhü liyagfirelehüm. Ve lâ liyehdiyeküm tariykaâ, illâ tariyka cehenneme. Halidiyne fiyha ebeda."

Nisa-167,168,169
Onlar ki küfür üzeredirler, onlar insanları Allah'ın yolundan, (Sırat-ı Müstakiym’den) saptıranlardır. Onlar uzak bir dalalet içindedir. Muhakkakki onlar küfür üzeredirler ve zalimdirler. Allah onlara asla mağfiret etmez, (günahlarını sevaba çevirmez). Allah onları Sırat-ı Müstakiym’e ulaştırmaz. Allah onları sadece cehennem yoluna ulaştırır. Orada ebedi kalacaklardır.
İşte görüyorsunuz dalalette olan insanlar cehennem yoluna ulaşacaklar. Cehenneme gidecek olan insanlar. Bu insanlar Allah'ın yolundan başkalarını saptıranlar. Kendileri Allah'ın yolunda olsalardı ne yapacaklardı? Başka insanları da Allah'ın yoluna davet edeceklerdi. Kendileri Allah'ın yolunda değiller, Sırat-ı Müstakiym üzerinde değiller, başkalarını da Allah'ın yolundan uzaklaştırmaya çalışıyorlar.

O istikametteki bir gayretin sahipleri. İşte bunlar bu insanlar ne yazık ki Allahû Teala’nın indinde hedeflerine ulaşmaları mümkün görülmeyen insanlar, dalalette olan insanlar, Sırat-ı Müstakiym’e ulaşamamış olan insanlar, Sırat-ı Müstakiym’in dışında kalan, sırat-ı cehim üzerinde bulunan insanlar. Sırat-ı Müstakiym’e ulaşmak asıldır. İşte bunlar Allah' Teala'nın yolundan saptıranlardır. Dalalette olanlardır. Dalalette olanlarınsa Sırat-ı Müstakiym’e ulaşmasının mümkün olmadığını söylüyor Allahû Teala. Sırat-ı Müstakiym’in üzerinde bulunmayanlar ise tevhidin dışında kalanlardır, birliği bu istikamette ne yazık ki bozanlardır


RESÛL NEBÎ

Bismillahirrahmanirrahim,
Kur’ân-ı Kerim hakikatleri, üniversitelerimizde öğretilen Akait kaidelerinde genel kabul görmüş olan standartlara uymamaktadır. Allah başka, Akait başka şey söylemektir. Kur’ân-ı Kerim’de resûl kavramı; Nebîler için de, velîler için de kullanılmıştır. Yani velî dediğimiz resûller her zaman var olmuştur. Şu anda da dünyada ne kadar kavim varsa bütün kavimler içinde, o kavmin halkına, kavmin kendi lisanıyla hitap eden resûller hayattadırlar ve tebliğlerini yapmaktadırlar.
Nebîlerin sonuncusu, Peygamber Efendimiz(S.A.V)’dir. Allahû Tealâ buyuruyor:

33/AHZAB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadîn min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen Nebîyyin(Nebîyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
Muhammed, aranızdan hiçbir erkeğin babası değildir. Fakat O, Allah’ın Resûl’ü ve Nebîlerin Hatemidir, (sonuncusudur). Allah, herşeyi hakkıyla bilendir.

Allahû Tealâ. Nebîlik onunla hitam buluyor anlamındaki ‘Hatemül Enbiya’ ifadesini kullanmıştır. Hatem, hitam kelimeleri aynı kökten gelirler. Hitam sona ermek, tama ermek demek, hatem de baştan sona kadar Kur’ân’ın okunması anlamına gelen bir kelimedir. Bu âyetteki hitam kelimesinden, kıyâmete kadar geçecek olan devrede hiçbir zaman artık Nebî gelmeyeceği anlaşılmaktadır. 14 asırdır gelmediği gibi, bundan sonra da gelmeyecektir. Son Nebî Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’dir.
Akait, resûl ve Nebî konusunda şunları söylemektedir:
1- Bütün nebîler resûldür. Kur’ân-ı Kerim’e göre bu ifade doğrudur.
2- Bütün resûller nebîdir. Bütünüyle yanlıştır. Bütün resûller nebî değildir. Resûllerin bir kısmı nebîdir, bir kısmı velîdir. Hatta nübüvvetle veya risalatle hiç alâkası olmayan kişilerden de Kur’ân-ı Kerim resûl diye bahsetmiştir.
3-Resûller, kendilerine kitap verilen peygamberlerdir. Bu ifade iki sebepten yanlıştır. Birincisi bütün resûller peygamber değildir. İkincisi ise bütün resûllere Allahû Tealâ kitap vermemiştir. Şu anda dünya üzerinde bütün milletlerin içinde yaşayan kitap verilen ve verilmeyen resûller vardır.
4-Nebîler kendilerine kitap verilmeyen peygamberlerdir ve resûllere verilen kitaplarla idare etmek mecburiyetindedirler. Tamamen yanlıştır. Tam aksine bütün nebîler kendilerine kitap verilen peygamberlerdir.
Öyle ise Akait’te büyük yanlışlar görüyoruz. Şimdi de bu yanlışları tek tek ortaya koyalım:

AKAİTİN 2. KAİDESİ:

1. Ayrım:

12/YUSUF-50: Ve kâlel meliku’tûnî bih(bihî), fe lemmâ câehur resûlu kâlerci’ ilâ Rabbike fes’elhu mâ bâlun nisvetillâtî katta’ne eydiyehunn(eydiyehunne), inne rabbî bi keydihinne alîm(alîmun).
Ve Melik: “Onu bana getirin.” dedi. Böylece ona, resûl (ulak, haberci) geldiği zaman Yusuf (A.S.): “Efendîne dön ve ellerini kesen kadınların hali (durumu) nedir, ona sor.” dedi. Muhakkak ki; Rabbim onların hilelerini en iyi bilendir.

Bu âyette mü’min olmayan, kâfir olan birisinden ‘resûl’ diye bahsedilmektedir. Hiç kimse firavunun sağa sola haber gönderdiği bir ulağının, peygamber olduğunu iddia edemez. Öyle ise, bütün resûller Nebî değildir. Yusuf Suresinin 50. âyet-i kerimesi bu ayrımı kesinleştirmektedir.

2. Ayrım:
2. Ayrım Allahû Tealâ meleklerden resûl tayin etmesidir. Allahû Tealâ buyuruyor:

22/HAC-75: Allâhu yastafî minel melâiketi rusulen ve minen nâs(nâsi), innallâhe semîun basîr(basîrun).
Allah, meleklerden ve insanlardan resûller seçer. Muhakkak ki Allah, en iyi işitendir, en iyi görendir.

Allahû Tealâ Hazreti Cebrail (A.S) için ‘resûlüm’ diyor. Ama Cebrail (A.S) bir nebî değildi, bir resûldü. Allahû Tealâ’nın başka melekleri de resûl olarak vazifelendirdiğini görüyoruz. Hazreti Lut’a ve başka başka kavimlere gönderdiği melekler söz konusudur. İlgili âyetlerde o meleklerden de resûl diye bahsedilmektedir. Meleklerden nebî olmasının mümkün olmaması sebebiyle, her resûl nebî değildir.

 

3. Ayrım:
Üçüncü ayrım cin resûllerin var oluşudur. Cinlerin arasında da resûller vardır ama nebîler yoktur.

6/EN’AM-130: Yâ ma’şerel cinni vel insi e lem ye’tikum rusulun minkum yakussûne aleykum âyâtî ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû şehidnâ alâ enfusinâ ve garrethumul hayâtud dunyâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn(kâfirîne).
Ey insan ve cin topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze ulaşacağınız konusunda sizi uyaran içinizden resûller (elçiler) gelmedi mi? “Kendi nefslerimize şahit olduk.” dediler. Dünya hayatı onları aldattı. Ve kendilerinin kâfir olduğuna, kendileri şahit oldular.

4. Ayrım:
Allahû Tealâ resûllerden Allah’ın rızasına ulaşmamış olanların var olduğunu söylüyor. Allahû Tealâ buyuruyor:

72/CİN-26: Âlimul gaypi fe lâ yuzhiru alâ gaypihî ehadâ(ehaden).
Gaypı bilen Allah, gaypı kimseye açıklamaz.
72/CİN-27: İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadâ(rasadan).
Ancak resûllerden rızaya (Tasarruf rızası) ulaşanlar müstesna. Öyleyse muhakkak ki; O (Allah), onların önünden ve ardından muhafız gönderir.

Demek ki resûller arasında rızaya ermemiş olanlar vardır. Rızaya ermemiş bir peygamberin olması mümkün değildir.

5. Ayrım:

23/MU'MİNUN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etba'nâ ba'dahum ba'dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu'den li kavmin lâ yu'minûn(yu'minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeden, peşpeşe) gönderdik. Hangi kavme resûlü gelse hepsi onu tekzip ettiler (yalanladılar, reddettiler). O zaman Biz, birbiri ardından onları yok ettik ve onları efsane kıldık. Mü'min olmayan kavim artık uzak olsun.
2/BAKARA-87: Ve lekad âteynâ mûsal kitâbe ve kaffeynâ min ba'dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus(kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferikan taktulûn(taktulûne).
Andolsun ki; Biz, Musa'ya kitap verdik ve ondan sonra da, birbiri ardından (araları kesilmeksizin, peş peşe) resûller gönderdik. Ve Meryem'in oğlu İsa'ya beyyineler (açık kanıtlar) verdik ve onu RUH'ÛL KUDÜS ile destekledik. Her ne zaman size bir resûl, nefslerinizin hoşlanmadığı bir şeyle (emirle) geldiyse, hemen kibirlendîniz. Bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürdünüz.

Hiçbir kavimde resûlsüz geçen bir günü dahi olmamıştır. Bu ifade, hangi kavimde bir resûl ölürse, Allahû Tealâ’nın derhal o kavimden başka birisini resûl tayin ettiği anlamına gelir. Bütün kavimlerde şu anda da Allah’ın resûlleri yaşamaktadır. Ama 1400 senedir nebî yoktur ve bundan sonra da olmayacaktır. Öyle ise bütün kavimlerde şu anda yaşamakta olan resûller, nebî değillerdir.
İnsanların yaşadığı bütün devirlerde ve bütün kavimlerde, Allahû Tealâ o insanların arasından birisini mutlaka resûl tayin eder. Allahû Tealâ ‘Kül kavmin min resûl’ yani, ‘Bütün kavimlerde resûl vardır.’ diyor. Böylece görüyoruz ki yeni bir ayrım daha ortaya çıkıyor: resûller her kavimde ve her devirde vardır.
Resûller devamlı iken, nebîler arasında ise fetret dönemleri vardır. Hazreti Musa ve Hazreti İsa arasında 2000 yıl, Hazreti İsa ile Peygamber Efendimiz(S.A.V) arasında 600 yıl peygambersiz dönemler olmuştur. Öyle ise şu anda bütün dünyada, bütün kavimlerde yaşayan resûller var olduğuna göre, hiç kimse onların nebî olduklarını iddiâ edemez. Allahû Tealâ buyuruyor:

17/İSRA-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih(nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
Kim hidayete erdiyse sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe “azap edici “ olmadık.

Kıyâmet günü, insanlık tarihî boyunca yaşamış olan bütün insanlar ya cenneti yada cehennemi dolduracaklardır. Yani bu iki yerden birine gideceklerdir. İnsanlardan kaybettikleri dereceler, kazandıklarından fazla olanların gidecekleri yer cehennemdir. Bu vasıfta olan herkes, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, mutlaka cehenneme girecektir. Öyle ise insanlık tarihî boyunca, insanların cehenneme gitmediği hiçbir devre ve hiçbir kavim olmayacaktır. Hangi devirde ve hangi kavimde yaşarsa yaşasın, insanların çoğu mutlaka cehenneme gidecektir. Öyle ise cehenneme gidecek olan bu insanların bulunduğu zaman parçasında ve kavimde mutlaka resûl yaşamış olmalıdır ki, Allahû Tealâ o insanları cezalandırsın. Yoksa cezalandırmaması lâzım ki, böyle bir kavim yer yüzünde de mevcut değildir.
Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’de söylediklerinin, sadece bu dünyaya ait olduğunu zannetmeyin, Kur’ân-ı Kerim bütün kâinata hitap eder. Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz(S.A.V) için ‘Habibim seni âlemlere rahmet olarak yarattım.’ diyor. Yani ‘Sadece dünya adı verilen bu gezegene ait değisin, bütün âlemler için rahmetsin.’ diyor. Bütün nebîler kâinata aittir; ama nebîlerin dışındaki resûller hepsi sadece kendi milletlerinin resûlüdür.
Öyle ise bir farklılık daha söz konusudur. Her kavimde yaşayan resûllerin hepsi, resûldür. Bu gün yaşamakta olan bütün resûller sadece velî resûldür, hiçbirisi nebî resûl değildir ve insanlık tarihî boyunca fetret devirlerinde yani, nebî olamayan devirlerde bütün kavimlerde resûller hep mevcut oldular. Nebîler kâinatın peygamberidir, ama aynı anda kendi kavimlerinin de resûlüdür. O kavimde başka bir resûl yoktur; yani nebî resûl kendi kavminin resûlüdür.
Nebîlerin mevcut olmadığı zaman parçalarında her kavimdeki velî resûllerden Allahû Tealâ bir tanesini seçer ve huzur namazının imamlığına tayin eder. Allahû Tealâ’nın İndi İlâhi’sinde kılınan bu namazın imamlığını sadece hayatta olan bir resûl yapabilir. Huzur namazının imamı Allahû Tealâ tarafından seçilir. Bu imamlardan peygamber olmayanları Secde Suresinin 24. âyet-i kerimesinde anlatılmaktadır. Allahû Tealâ buyuruyor ki :

32/SECDE-24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû, ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).
Onlardan (insanlardan) imamlar (mürşidler) kıldık, emrimizle insanları hidayete erdirsinler (Allah'a insanların ruhlarını ulaştırsınlar) diye, sabırlarından dolayı ve âyetlerimize (Allah'ın âyetlerine) yakîn hasıl ettikleri için.

Allahû Tealâ Enbiya Suresinin 73. âyet-i kerimesinde ise peygamberleri sayıyor ve onların imamlık görevinden bahsediyor. Allahû Tealâ buyuruyor:

21/ENBİYA-69: Kulnâ yâ nâru kûnî berden ve selâmen alâ İbrâhîm(İbrâhîme).
“Ey ateş, İbrâhîm (A.S.)’a (karşı) soğuk ve selâmet(zararsız) ol!” dedik.
21/ENBİYA-71: Ve necceynâhu ve lûtan ilel ardılletî bâraknâ fîhâ lil âlemîn(âlemîne).
Âlemler içinde bereketli kıldığımız arz’a, onu ve Hazreti Lut’u (ulaştırıp) kurtardık.
21/ENBİYA-72: Ve vehebnâ lehu ishâk(ishâka), ve ya’kûbe nâfileh(nâfileten), ve kullen cealnâ sâlihîn(sâlihîne).
Ve ona, İshak (A.S.)’ı ve nafileten (ilâveten) Yâkub (A.S.)’ı vehbi (armağan) olarak verdik. Ve hepsini salihler kıldık.
21/ENBİYA-73: Ve cealnâhum eimmeten yehdûne bi emrinâ ve evhaynâ ileyhim fi’lel hayrâti ve ikâmes salâti ve îtâez zekâh(zekâti), ve kânû lenâ âbidîn(âbidîne).
Ve onları, emrimizle hidayete erdiren (ölmeden önce ruhları Allah’a ulaştıran) imamlar kıldık. Ve onlara, hayırlar işlemeyi, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. Ve onlar, Bize kul oldular.

Allahû Tealâ bu âyetlerde ‘Nebîleri imamlar kıldık.’ diyor. Böylece görüyoruz ki; Allahû Tealâ nebîlerini doğrudan huzur namazının imamlığına tayin ediyor. Bütün nebîler yaşadıkları devirde huzur namazının imamıdırlar.
Nebî olmayan devirlerde ise, kavimlerdeki resûllerin arasından, huzur namazının imamlığına seçilerek tayin edilme işlemi söz konusudur. Çünkü her kavimde resûl vardır ve resûllerden bir tanesini seçilmesi gereklidir. Onun için Allahû Tealâ Secde-24’de ‘Onların arasından Biz seçeriz ve imam kılarız.’ diyor.
Bu devirde de, bütün kavimlerde velî resûller yaşıyor. Hiçbirisi nebî değildir. Onlardan bir tanesi şu anda huzur namazının imamı olarak görevlidir.
Öyle ise bütün nebîlerin kâinat için vazifeli kılındığını görüyoruz. Ama bütün kavimlerdeki resûller kendi kavimleri için vazifeliler. Onlardan sadece huzur namazının imamlığına tayin edilenler, âlemlere huzur namazını kıldırmakla vazifelidirler. Aslında kendi kavmin resûllü olan kişi, aynı zamanda huzur namazının imamlığına vekâleten tayin edilir.

 

6. Ayrım:
Nebî ve Resûl kavramları arasındaki bir diğer ayrımı, İbrâhîm Suresinin 4. âyet-i kerimesinde görüyoruz:

14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ’(yeşâu), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, hikmet sahibidir.

Allahû Tealâ bütün kavimlerin içinden, kendi kavminin lisanıyla onlara hitap etsin diye resûller beas ediyor. Bir resûl öldüğünde, yeni bir resûl beas ediyor.
Bütün nebîler, aynı zaman kendi kavimlerinin resûlleri olmuş ve kendi kavimlerine, kendi lisanınlarıyla hitap etmişlerdir.

7. Ayrım:
Bir başka ayrım nebî olan ve olmayan resûllerin vazifeleri açısındandır.

2/BAKARA-151: Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(ta’lemûne).
Nitekim size içinizde (görev yapmak üzere) sizden bir Resûl (Peygamber) gönderdik ki; âyetlerimizi size tilâvet etsin ( okuyup açıklasın) ve sizi (nefsinizi) tezkiye etsin, size Kitab ve hikmet öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin.

Allahû Tealâ Bakara-150’de Peygamber Efendimiz(S.A.V)’in bir ni’met olarak gönderildiğini söylüyor ve Bakara-151’de O’nun görevlerini sayıyor:
1)Allah’ın âyetlerini okumak,
2)Nefsleri tezkiye etmek,
3)Kitabı öğretmek,
4)Hikmeti öğretmek,
5)Hikmetin ötesini de öğretmek.
Öyle ise Nebî resûller beş görevin sahipleridir.
Nebî olmayan resûller, nebîlerin 5. görevi hariç olmak üzere, ilk dört görevin sahipleridir. Allahû Tealâ buyuruyor:

62/CUMA-2: Huvellezî bease fîl ummiyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Onlara, onların içinde Allah’ın âyetlerini okusun, onları tezkiye etsin ve onlara kitap ve hikmeti öğretsin diye, ümmîler için onların aralarından resûl beas eden (vazifeli kılan, hayata getiren) O Allah’dır. Ondan evvel (bu resûle tâbî olmadan evvel) onlar, açık bir dalâlet içinde idiler.

Böylece tam 7 cepheden, Akait’in 2. kaidesi olan “Her resûl, nebîdir.” ifadesinin yanlış olduğunu ispat ettik.

AKAİTÎN 3. KAİDESİ:

“Bütün nebîler kendilerine kitap verilemeyen peygamberlerdir ve kendilerine kitap verilen resûllerin şeriat kitaplarıyla amel ederler.” diyen Akait’in üçüncü kaidesine gelelim. Allahû Tealâ Al-i İmran Suresinin 81. âyet-i kerimesinde şunu söylüyor:
3/AL-İ İMRAN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan Nebîyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne). Hani o zaman ki; Allah, peygamberlerin (nebîlerin) MİSAK’ini (yeminini) almıştı: “Andolsun ki; size Kitap ve hikmet verdim, sizlerden sonra sizinle beraber bulunanı (Allah’ın sizlere verdiği kitapları) tasdik eden Resûl gelince, O'na mutlaka îmân edecek ve O'na mutlaka yardım edeceksiniz. Bunu ikrar ettiniz mi ve bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?” “İkrar ettik.” dediler. “Öyle ise şahit olun. Ben de sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.
Allahû Tealâ bütün nebîleri huzurunda toplandığını ve hepsine kitap vermiş olduğunu söylüyor. Öyle ise bütün nebîler kendilerine kitap verilmeyen değil, tam aksine kendilerine kitap verilen peygamberlerdir. Öyle ise Akait’in üçüncü temel kaidesi de iflas etmiş durumdadır.

AKAİTÎN 4. KAİDESİ:

“Bütün resûller, kendilerine verilen kitap verilen peygamberlerdir.” diyen Akait’in dördüncü kaidesine sıra geliyor. Resûller kendilerine kitap verilen peygamberler olmadığı gibi kitap verilmeyen peygamberler de değildir. Bütün resûllerin peygamber olduğu iddia etmek zaten geçersizdir. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de peygamberleri isim isim sayıyor ve onlara kitap verdiğini söylüyor. Burada şeriat kitaplarından bahsediyoruz. Peygamber Efendimiz(S.A.V) Nebîdir ve ona Kur’ân-ı Kerim verilmiştir. Hazreti İsa’ya İncil, Hazreti Musa’ya Tevrat verilmiştir. Allahû Tealâ Hazreti İsmail’e de Hazreti İbrâhîme’de kitap verdiğini söylüyor.

Sonuç olarak; Allahû Tealâ’nın Kur’ân’da söyledikleriyle, insanların el yazması kitaplarının ortaya koyduğu açıklamalar birbirine uymamaktadır. Artık hiç kimse bütün resûller nebîdir diyemez. Konuya bir defa daha baktığımızda:
1)Hiç risaletle alâkası olmayan birinden, Allahû Tealâ’nın resûl diye bahsettiğini görüyoruz. Yusuf Suresinin 50. âyet-i kerimesinde, Allahû Tealâ’nın resûl olarak tayin edip de risalet görevini verdiği insanların dışında kalan birisinden resûl diye bahsediliyor. Bu âyette alelâde bir ulak resûl diye geçiyor. Bu durum Kur’ân’da geçen bütün resûllerin, Nebî olduğu tarzındaki bir iddiayı temelinden, %100 çürütüyor.
2)Meleklerden peygamber yoktur. Kur’ân’da melek resûllerden bahsedilmesi nedeniyle, bu iddia çürüktür.
3)Cinlerden peygamber yoktur. Kur’ân’da cin resûllerden bahsedilmesi nedeniyle, bu iddia çürüktür.
4)Kur’ân’da Allah’ın rızasına ulaşmamış resûllerden bahsedilmesi nedeniyle bu iddia çürüktür.
5)Nebîlerin belli kavimlere ve aralarında fetret dönemleri olacak şekilde gelmiş olmalarına rağmen; resûllerin her kavimde, mutlak bir devamlılık arz edecek şekilde bulunmaları nedeniyle, bu iddia çürüktür.
6)Allahû Tealâ’nın bütün kavimlere gönderdiği resûllerin kendi milletlerinin dilini kullanarak onlara hitap etmeleri esas olduğu halde, nebîlerin bütün kâinattın nebîsi olması açısından yine konu bir çürük zemine oturmaktadır.
7)Velî resûllerin görevinin dört tane, nebî resûllerinin görevlerinin ise beş tane olması nedeniyle, bu iddia çürüktür.

Resûl ve Nebî kavramları Kur’ân’ın yazdığının çok dışında ve Kur’ân’a tamamen ters bir hüviyette Akait derslerinde okutulmaktadır. Dört tane temel ayaktan sadece bir tanesi olan ‘Bütün nebîler resûldür.’ kaidesi sağlam bir şekilde yerli yerine oturmaktadır. Akait’in 2. Kaidesi olan bütün resûllerin nebî olduğu, 7 ayrı cepheden geçersizdir.
Doğruların mutlaka öğrenileceği bir yeni zaman dilimindeyiz. Allahû Tealâ’nın koyduğu kaideler kâinat içindir. Dün de geçerliydi, bugün de geçerlidir, yarın da geçerli olacaktır. Şu anda dünyadaki bütün kavimlerde hamdolsun ki Allah’ın resûlleri yaşıyor. Bu resûller kendi ülkelerinde, dünya ve kâinat üzerinde sadece bir tek dîn mevcut olduğunu söylüyorlar. Ahir zaman içerisinde olduğumuz bu dönemde, bütün dînlerin birleştirilmesine doğru bir dizayn başlamış durumundadır. Hazreti İbrâhîm’in hanif dîni, Hazreti Muhammed Mustafa (S A.V)’in İslâm dîni, Hazreti Musa’nın dîni, Hazreti İsa’nın dîni hep aynı dîndir. Hepsinin şeriatı aynıdır. Hazreti Musa ve kendisine tâbî olanlar beraber neyi yaşadıysa, ondan iki bin yıl sonra Hazreti İsa ve kendisine tâbî olanlar aynı şeriatın gereklerini yaşadılar. Ondan altı yüz yıl sonra Peygamber Efendimiz(S.A.V) ve onun sahâbesi de aynı şeriatı yaşadılar. Allahû Tealâ buyuruyor:

42/ŞURA-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted'ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
"Dîni ikame edin ve fırkalara ayrılmayın." diye dîn olarak Nuh'a vasiyet ettiğimizi, sana vahyettiğimizi, İbrâhîm'e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet ettiğimizi, sizin için de (Allah) şeriat kıldı. Müşriklere, kendilerini davet ettiğin şey (Allah'a davet ve tek Allah'a inanmak) ağır geldi. Allah, kimi dilerse onu Kendisine seçer ve Kendisine yöneleni, O'na (Kendisine) ulaştırır.

Öyleyse Allah’ın tek bir dîni vardır. Allahû Tealâ bütün insanları bu tek dîn olan hanif dînini yaşayabilecek fıtratta yaratmıştır. Allahû Tealâ’nın ne yeni bir dîn yaratması, ne de insanların hanif fıtratı ile yaratılmasının sona ermesi söz konusu değildir.
Allah hepinizden razı olsun.


RESÛLLER

Bismillahirrahmanirrahim,
Asırlardan berî Kur’ân-ı Kerim’de adına “emaniyye” denilen yanlış öğretim neticesinde, bugün insanlar Kur’ân kavramlarının asıl mânâlarını unutmuşlardır. İblis tarafından 14 asır boyunca, kavramlar devamlı esas mânâlarından saptırılmaya çalışılmış ve iblis bunu başarmıştır.
Resûl kelimesi “irsâl” edilen; yani gönderilen mânâsında kullanılıyor. Öyleyse resûl kavramı, daha başlangıçta 3 ana gruba ayrılıyor;

1- Nebî resûller: Risaletle görevli, peygamber resûller.
2- Risaletle görevli kılınmış velî resûller.
3- Risaletle görevli olmayan resûller.

Risaletle görevli olmayan resûller, Yusuf Suresinin 50. âyet-i kerimesinde geçer:

12/YUSUF-50: Ve kâlel meliku’tûnî bih (bihî), fe lemmâ câehur resûlu kâlerci’ ilâ Rabbike fes’elhu mâ bâlun nisvetillâtî katta’ne eydiyehunn (eydiyehunne), inne rabbî bi keydihinne alîm (alîmun).
Ve Melik: “Onu bana getirin.” dedi. Böylece ona, resûl (ulak, haberci) geldiği zaman Yusuf (A.S.): “Efendine dön ve ellerini kesen kadınların hali (durumu) nedir, ona sor.” dedi. Muhakkak ki; Rabbim onların hilelerini en iyi bilendir.

Firavun’un alelâde bir habercisine, bir ulağına Kur’ân-ı Kerim “resûl” diyor. Resûl, aynı zamanda “elçi” mânâsına gelen bir kelimedir. Kur’ân-ı Kerim’de risaletle (Allah’ın emirlerini tebliğ ile) görevli olmayan insanlar için de kullanılır.
Akaite göre, “Bütün resûller nebîdir.”. Bu ifade kesinlikle yanlış olup, mutlaka düzeltilmelidir.
Akait’in 4 temel kaidesi şöyledir:
1. KAİDE: ‘’Bütün nebîler resûldür.’’ Gerçekten bütün nebîler (bütün peygamberler) aynı zamanda resûldürler. Akait’in 1. kaidesi, tam olarak Kur’ân-ı Kerim’e uygundur.

2. KAİDE: ‘’Bütün resûller nebîdir.’’ Akait’in 2. Kaidesi 7 cepheden yanlıştır:
Madde 1: Öncelikle risaletle görevli olmayan resûller vardır. Yusuf Suresi 50. âyet-i kerimesi gereğince, mü’min bile olmayan alelâde bir ulak (haberci: birinden birine bir haber taşıyan birisi), için resûl ifadesi kullanılır. Firavun onu, Hazreti Yusuf’a bir haber iletsin diye, yani bir elçi niyetinde göndermiştir. Allahû Tealâ, bu risaletle görevli olmayan, alelâde bir haberciye resûl diyor. Firavunun mü’min bile olmayan habercisinin bir peygamber olduğu iddia edilemez.
Madde 2: Hac Suresinin 75. âyet-i kerimesi, melek resûllerden bahseder. Kur’ân-ı Kerim muhtevasında, bir meleğin nebî olduğunu hiç kimse iddia edemez. Demek ki Akait’in 2. kaidesinin geçersiz oluşu, resûllerin arasında meleklerin de bulunmasından da kaynaklanmaktadır.

22/HAC-75: Allahû yastafî minel melâiketi rusulen ve minen nâs (nâsi), innAllahe semîun basîr (basîrun).
Allah, meleklerden ve insanlardan resûller seçer. Şüphesiz Allah işitendir, görendir
Madde 3:Allahû Tealâ cin resûllerden bahsediyor. Hiç kimse bir cinin nebî olduğunu iddia edemez.
6/EN’AM-130: Yâ ma’şerel cinni vel insi e lem ye’tikum rusulun minkum yakussûne aleykum âyâtî ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû şehidnâ alâ enfusinâ ve garrethumul hayâtud dunyâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn (kâfirîne).
Ey insan ve cin topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze ulaşacağınız konusunda sizi uyaran içinizden resûller (elçiler) gelmedi mi? “Kendi nefslerimize şâhid olduk.” dediler. Dünya hayatı onları aldattı. Ve kendilerinin kâfir olduğuna, kendileri şâhid oldular.
Madde 4: Allahû Tealâ bütün kavimlerde ardarda resûl olduğunu ve resûl göndermediği bir kavme azap etmeyeceğini buyuruyor.
Kıyâmet günü, gelmiş geçmiş bütün insanlar, ya cennete ya da cehenneme mutlaka sevk edilecekler. Âdem (A.S)’dan bu tarafa, hiçbir devirdeki hiçbir grup insanın olması mümkün değildir ki; onların içinde, onların yaşadıkları yerde ve yaşadıkları zaman parçasında resûl olmasın. Eğer resûl bulunmasaydı ve Allahû Tealâ resûl göndermediği için cezalandırmasaydı; bir kısım insanlar cennete de, cehenneme de girmeyeceklerdi. İnsanları bir kısmı azaplandırlırken, bir kısmı da azaplandırılmazsa idi; Allah’ın “EL ADL” esması Allah açısından, “EL HAKK” esması ise kullar açısından zedelenecekti.

17/İSRA-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih (nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ (resûlen).
Kim hidayete erdiyse sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe “azap edici “ olmadık.
Hiçbir insan olmayacak ki; kiramen kâtibin melekleri onların fiillerini çekmemiş olsun. Mahkeme-i Kübra’da günahları sevaplarından fazla olan herkes, mutlaka cehenneme gidecektir. Allahû Tealâ bir resûl göndermedikçe, hiçbir kavme, hiçbir kimseye azap etmeyeceğine göre ve kaybettikleri dereceler, kazandıklarından fazla olan insanların mutlaka cehenneme gitmeleri söz konusu olduğunu göre; çok açık bir olgu ile karşı karşı karşıyayız: Bütün ümmetlerde resûl vardır ve kıyâmete kadar da olacaktır.
Şu anda da ne kadar kavim, ne kadar millet varsa, o milletlerin hepsinin içinde resûl vardır. Allahû Tealâ Mu’minun Suresinin 44. âyetinde diyor ki:

23/MU’MİNUN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etba’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs (ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn (yu’minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeden, peşpeşe) gönderdik. Hangi kavme resûlü gelse hepsi onu tekzip ettiler (yalanladılar, reddettiler). O zaman Biz, birbiri ardından onları yok ettik ve onları efsane kıldık. Mü’min olmayan kavim artık uzak olsun.
Öyleyse bütün kavimlere Allah, ardı ardına resûllerini gönderiyor. Bu ardı ardına gönderilen resûllerin mânâsı; o kavmin içinde resûl olmayan bir zaman aralığı yok demektir. Zaman açısından, velî resûllerle ile nebî resûller birbirinden farklıdır. Her devirde, bütün kavimlerde velî resûl mevcutken; her devirde ve her kavimde nebî resûl mevcut değildir. Nebîlerin arasında fetret devri vardır. Hazreti İsa’dan 600 yıl sonra Peygamber Efendimiz(S.A.V) gönderilmiştir. Arada geçen 600 yıl boyunca dünya üzerinde nebî olmamıştır. Ama bütün kavimlerde o 600 yıl boyunca, Allah’ın resûlleri yaşamıştır. Peygamber Efendimiz(S.A.V)’den sonraki 1400 seneden beri dünya üzerinde peygamber olmamıştır. Kıyâmete kadar da, peygamber olması mümkün değildir.
Nübüvvet müessesesi, Peygamber Efendimiz(S.A.V) ile mühürlenmiş, hitam bulmuştur. Peygamber Efendimiz(S.A.V) nebîlerin mühürüdür, hitamıdır, sonuncusudur. “Hatem” kelimesi ve “hitam” kelimesi aynı kökten gelir. Birincisi mühür, ikincisi son bulmak demektir.
Madde 5: Allah’ın nebîleri, belli kavimlerden çıkmıştır. Türk kavminden bir peygamber, İnsanlık tarihî boyunca çıkmamıştır. Bundan sonra da çıkması söz konusu değildir. Lut kavminden peygamberler, İsrail kavminden peygamberler, Arap kavminden Peygamber Efendimiz(S.A.V) çıkmıştır. Öyleyse nebîler, bazı kavimlerden çıkar. Ama resûller, bütün kavimlerde, tarihîn bütün parçalarında var olmuştur. Şu anda da vardır.
Madde 6: Allahû Tealâ rızaya ulaşmamış resûllerden bahsediyor. Allahû Tealâ’nın resûlleri arasında rızaya ulaşan ve ulaşamayanlar vardır. Bir nebî resûlün, rızaya ulaşamamış olduğu iddia edilemez.
72/CİN-26: Âlimul gaypi fe lâ yuzhiru alâ gaypihî ehadâ(ehaden).
Gaybı bilen Allah, gaybı kimseye açıklamaz.
72/CİN-27: İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadâ (rasadan).
Ancak resûllerden rızaya (Tasarruf rızası) ulaşanlar müstesna. Öyleyse muhakkak ki; O (Allah), onların önünden ve ardından muhafız gönderir.
Madde 7: Velî resûllerin 4 tane, nebî resûllerin 5 tane görevi vardır:
1- Allah’ın âyetlerini okumak ve açıklamak
2- Nefsleri tezkiye etmek
3- Kitab’ı (Kitab’ın lâfzını) öğretmek
4- Hikmet öğretmek.
5- Hikmetin ötesini öğretmek.
İlk 4 görev, yani âyetlerin okunması, anlatılması, nefsleri tezkiye etmek, Kitab’ı öğretmek, hikmeti öğretmek, velî resûllerin de görevidir. Ama hikmetin ötesini öğretmek, velî resûllerin görevi değildir.
Akait’in 2. Kaidesi 7 cepheden yanlıştır ve bu yanlışın düzeltilmesi gerekmektedir.
3. KAİDE: ‘’Bütün resûller kendilerine kitap verilen peygamberlerdir.’’ Bu ifade, bütün resûllerin peygamber olduğunu iddia ettiği için yanlıştır. 7. ayrı cepheden Allahû Tealâ bütün resûllerin peygamber olmadığını söylemektir.
4. KAİDE: ‘’Bütün nebîler kendilerine kitap verilmeyen peygamberlerdir.’’ Bu ifade yanlıştır. Allahû Tealâ bütün nebîlere kitap vermiştir. Kur’ân-ı Kerim boyunca ayrı ayrı kaç tane âyette Allahû Tealâ; Hazreti İbrâhîm’e, Hazreti İsmail’e, Hazreti Lut’a, Hazreti Yâkub’a, Hazreti Musa’ya, Hazreti İsa’ya kitap verdiğini, Hazreti Davut’a da sayfalar verdiğini söylüyor. Allahû Tealâ buyuruyor:

3/AL-İ İMRAN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan Nebîyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh (tensurunnehu), kâle e akrertum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn (şâhidîne).
Hani o zaman ki; Allah, nebîlerin (ğeygamberlerin) misak’ini (yeminini) almıştı: “Andolsun ki; size kitap ve hikmet verdim. Sizlerden sonra sizinle beraber bulunanı (Allah’ın sizlere verdiği kitapları) tasdik eden Resûl gelince, O’na mutlaka îmân edecek ve O’na mutlaka yardım edeceksiniz. Bunu ikrar ettiniz mi, bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?” “İkrar ettik.” dediler. “Öyle ise şâhid olun. Ben de sizinle beraber şâhidlerdenim.” buyurdu.

Birçok çevrenin Bize karşı tavır alması, onların yanlış söyledikleri şeyleri düzeltmemizden kaynaklanıyor. Bunlardan mutluluk duymaları gerekirken, insanlar düşmanca tavır içine giriyorlar. Şeytan onlara: “O bunları söylemeseydi, sizin yanlışınız ortaya çıkmayacaktı. Öyleyse O size yanlışlarınızı söyleyip düşmanca davranıyor.” fikrini empoze ederek, çok sayıda insanın Bize karşı düşmanca bir tavır takınmasına sebebiyet veriyor.
Resûl-nebî kavramı, asıl mânâsından saptırılan kavramlardan sadece bir tanesidir. Bir kurtuluş dîni olan İslâm, asırlardan beri devam eden yanlışlıkların kurbanı olmuştur. Şeytan İslâm’ın kollarını da, bacaklarını da kesmiş ve İslâm’ı bir bitkisel hayata itmiştir. Bugünkü anlayış standartları içerisinde sadece İslâm değil, her dîndeki insanların %90’ınından fazlasının uyguladığı ve doğru zannettiği tatbikat, hiç kimseyi kurtuluşa erdiremez.
Bunu söylememiz, birtakım insanların Bize düşman olmasına sebebiyet veriyor. Biz hiç kimseye düşman değiliz. Bize düşman olanlar da Bizim dostumuzdur. Biz Allah’ın dostuyuz ve onun öğretisi üzerine bütün yanlışlıkları düzeltmekle vazifeliyiz. Bu da onları ayrıca kızdırıyor. Eğer insanlar kendilerine öğretilen faydasız ilimlerle kurtulamayacaklarsa ve Allahû Tealâ kurtuluş reçetesini verip, yanlışların düzeltilmesini emrediyorsa; doğru reçeteyi tebliğ etmemizi emrediyorsa; Biz, insanlar Bize kızacak diye bunu yapmayacak mıyız? Sadece bir canımız var ve bu da Allah’ın yolundadır ve Allah’ın uygun gördüğü gün, onu derhal teslim ederiz.
İnsanlar hep bir şeyler yaptıklarını zannederler. Ama aslında olayları gerçekleştirecek olan Allah’dır. Evvelâ şunu söyleyelim: Dîn öğretiminde, kinin, düşmanlığın yeri yoktur ve önemli olan, yanlış bilinen şeyler düzeltiliyor diye; eğer düzelten kişiye düşman olunuyorsa, bu ona değil, Allah’a düşman olmaktır. Hepinize bu büyük hakikati hatırlatıyorum. Ey Bize düşman olanlar! Siz Allah’ın öğretisine düşmansınız. Sizin öğretinizden farklı olduğu için. Kendinize yazık ediyorsunuz. Unutmayın! Biz size ne düşmanız, ne de sizi küçültmeye çalışıyoruz. Tam aksine, sadece doğruları söylemekle görevliyiz. Bu sizi de kurtaracak bir husus değil mi?
Öyleyse neden dost değiliz de, düşmanız? Neden Bize düşmansınız? Neden Biz size düşman değiliz? Hiç düşünmüyor musunuz bunu? Son hükmü verecek olan Allahû Tealâ’dır. Tekrar ediyoruz ki; Biz kimseye düşman değiliz. Düşman olmak imkânının da sahibi değiliz. Kim olursanız olun, Bizim hakkımızda ne düşünürseniz düşünün, yalnızca şunu bilin: Biz sizin dostunuzuz ve yaptığımız şey sadece Allah’ın hakikatlerini sizlere ulaştırmak. Bununla vazifeliyiz. Siz Bize kızabilirsiniz. Buna engel olamayız; ama siz kızacaksınız diye, Bizim görevimizi yapmamamız söz konusu olamaz.
Şunu düşünüyorum: Sevgili öğretim üyeleri! En çok sizlerin dost olması gerekirken, neden tahkik etmiyorsunuz söylediklerimizi? Şu kibir adı verilen müessese, sizi bir korkunç sona götürmüyor mu? Tamam profesörsünüz, hay Allah razı olsun. Ama yanlış biliyorsunuz. Bu söylediklerim de size ağır geliyor, biliyorum. Peki ne yapmamı istiyorsunuz? Siz yanlışlıkları devam ettireceksiniz, Biz susacağız, onu mu istiyorsunuz? Yazık ki bu Bizim elimizde değil. Biz bunları söylemekle vazifeliyiz. Bu vazifeye de bir kısmınızın aklının ermediğini biliyoruz. İnanmadığınızı da biliyoruz. Ama bir kısmınız hakikati biliyorsunuz. İşte onları Allah’ın huzurunda tebrik etmek istiyorum. Artık aranızda, söylediklerimizi inceleyen ve doğru olduğunda yüzde yüz emin olan bir kadro var. Onların düşüncelerine mâni olamazsınız.
Hakikati öğrenenler, yanlışları düzeltecek olanlardır. Yanlışlar mutlaka düzelecektir. Sevgili öğretim üyeleri biliyor musunuz? Öğrendiğiniz ve öğretmekte olduğumuz bu dîn konusundaki hususlar, müfredat programınızda eksik. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insanın ne olacağına dair hiçbir hüküm yok. Hatta en hüzün verici husus şudur ki; Allah’a ulaşmayı dilemek diye bir şeyden çoğunuz haberdar değilsiniz. Ama Allahû Tealâ Yunus Suresinin 7. ve 8. âyetlerinde diyor ki:

10/YUNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme’ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn (gâfilûne).
Muhakkak ki; onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YUNUS-8: Ulâike me’vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn (yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
O zaman kendinize acımıyor musunuz? Bunları söyledik diye, Bize birçok insan kızdığı gibi, RTÜK de kızıyor. Bu söylediğimiz şeyleri; sizleri küçültüyormuşuz gibi değerlendiriyorlar. Oysa ki Biz, herşeyden evvel, sizlerin kurtuluşunu canı gönülden arzu ediyoruz. Siz doğruları öğrenirseniz, bu yetişmekte olan nesile doğruları öğretecek olanlar olacaksınız. Soruyorum sizlere, ne yapmamızı istiyorsunuz? Bütün bu insanlar, bu hakikatleri bilmedikleri için kurtulamayacaklar ve siz Bunların müsebbibi olacaksınız. O zaman böyle bir vebalin altına girmeyi geçekten istemeyeceksiniz. O zaman kendinize yazık etmiyor musunuz?
Bir şeyi daha sormak istiyorum size. Niçin bunu yaptığımızı sanıyorsunuz? Size Allah’ın doğrularını söylediğim zaman, hangi menfaatim var, söyler misiniz lütfen? Bu söylediklerimi yerli yerine oturtun. 14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le birlikte sahâbenin yaşadığı dîn, bugün sizin yaşadığınız dîn değildir. Onlar İslâm’ın 7 safhasını da gerçekleştirdiler: 1)Allah’a ulaşmayı dilediler. 2)İrşad makamına ulaşıp tâbî oldular. 3)Ruhlarını ölmeden evvel Allah’a teslim ettiler. 4)Vechlerini Allah’a teslim ettiler. 5)Nefslerini Allah’a teslim ettiler. 6)İrşada ulaştılar. 7)İradelerini de Allah’a teslim ettiler, Bihakkın takvanın, hakka tukatihi takvanın sahibi oldular.

Sevgili dîn öğreticileri! Siz bu öğretimizle bunlardan birincisini bile sağlayabilecek noktada değilsiniz. İnsanların İslâm’ın 5 tane şartı ile kurtuluşa ulaşacaklarınızı zannediyorsunuz. Ne siz kurtulabilirsiniz, ne de onlar kurtulabilir. Bütün bunlardan sonra defalarca sizlere seslendik ki; sahâbe bu 7 safhayı yaşadı. Âyetlerle belki de yüz defa bunu anlattık ve size izah ettik. İslâm kalesinden burçlar koparılmıştır dedik. İblis 14 asırda, İslâm’ı bitkisel hayata itmeyi başarmıştır. İnsanları cennet saadetine ulaştıracak olan tüm emirleri devreden çıkarmıştır. Ondan sonra insanları dünya saadetine ulaştıracak olan emirleri de yok etmiştir. Söylediğim gibi bugün artık İslâm’ın 7 safhasından insanlar bahsetmiyor. Bu 14 asır evvel yaşanmış. Artık insanlar bunu söylemiyorlar.
Neticeye geliyorum. Diyorsunuz ki: her resûl nebîdir. Böyle saçmalık olur mu? Hâlâ susacak mısınız? Hâlâ bunları örtmeye mi çalışacaksınız? Doğruların öğrenilmesine neden karşı çıktığınızı bir türlü anlamıyoruz. Bizi neden düşman kabul ettiğinizi de anlayamıyoruz. Bunları söylememiz suç mu? Bana anlatır mısınız, söyler misiniz lütfen? Eğer sizlere Kur’ân’ın doğrularını söylüyorsak, sizin söyledikleriniz yanlışsa, bunun dışında ne yapmamızı istiyorsunuz?
Allah, Kur’ân-ı Kerim’de neyi söylemişse siz tersini insanlara lanse edip duruyorsunuz. Doğrularını size anlattığımız zaman da Bize öfkeleniyorsunuz. Sizin ölçülerinize göre, bu bir haksızlık değil midir? Biz Allah’ın doğrularını söyleriz. Gelecek günlerde bütün söylediklerimizin yerli yerine oturduğunu herkes öğrenecek. O zaman sevgili öğretim üyeleri, siz ne yapacaksınız? Diyeceksiniz ki şimdi Bize: “Herkes bizimle aynı şekilde düşünüyor.” Evet söylediğiniz doğru. Herkes sizinle aynı şekilde düşünüyor. İnsanlar hep yanlışların içindeler, düşünebiliyor musunuz? Hepinize karşı doğruyu söyleyebilen sadece Biz varız ve bunca senedir bu doğruyu sürdürüyoruz.
Beni canla başla doğruları söylemekte ısrar etmeye götüren, acaba nedir hiç düşündünüz mü? Nasıl oluyor da sizin bilmediğiniz hakikatleri Biz biliyoruz? Bütün İslâm âleminin bilmediği hakikatleri biliyoruz? Hiç düşündünüz mü? Hanginiz çıkıp da Bizim söylediklerimizin yanlış olduğunu iddia edebilir? Sizin söylediklerinizi söylemiyoruz diye, “Onlar kendilerine göre yorum yapıyorlar.” diyorsunuz. Acaba kendimize göre mi yapıyoruz yorumu, Allah’a göre mi yapıyoruz? Hiçbir zaman sizin kadar Arapça bildiğimizi iddia etmedik. Hiçbir zaman sizin gibi Kur’ân-ı Kerim’i okuyabildiğimiz de söylemedik. Tam aksine hakikatleri her zaman kabul etmişizdir. Ama siz kabul etmiyorsunuz. Önemli olan Allah’ın öğretisini Allah’tan öğrenmektir. Eğer Biz O’ndan öğreniyorsak ve siz Bize kızıyorsanız, doğruyu yaptığınızdan emin misiniz? Herşey ortada değil mi? Sizin söylediklerinizin tam aksini söylüyoruz. Hepsini de Kur’ân-ı Kerim âyetleriyle ispat ediyoruz. O zaman Biz nereden biliyoruz bunları? Bu doğrular insanları hidayete götürüyorsa ve bu doğrular insanları Allah’ın cennetine götürüyorsa, siz doğruları bilmiyorsanız, insanları yanlış yerlere götürüyorsanız, eksik ve yanlış bilgilerle onların hidayete ermesine mâni oluyorsanız; o zaman kendinizi, kendi vicdanınızda nasıl affedeceksiniz?
Bunca yıldır Allah’ın doğrularını söylüyoruz.
Allahû Tealâ’nın huzurunda hepinizi selâmlıyorum. Allah’ın hakkımızda iftiralar düzenleyenleri, yaptıkları iftiralar dolayısıyla affetmesini diliyorum. Kurtuluş, Allah’ın doğrularındadır.sizleri kitaba davet ediyoruz.EMANİYE bilgilere değil,hak ve hakikat olan kurana uymaya davet ediyoruz...şuandaki ALLAHA erdirecek kişiyi HACET namazı kılarak ALLAHA sormanızı tavsye ederim.
Allah hepinizden razı olsun.
ALLAHA ULAŞMAYI DİLEMEYENLER HİDAYETTE DEĞİLLERDİR...
 
 
_________________
ESLEMU VE TESLEMU


RESÛLLER

Bismillahirrahmanirrahim,
Asırlardan berî Kur’ân-ı Kerim’de adına “emaniyye” denilen yanlış öğretim neticesinde, bugün insanlar Kur’ân kavramlarının asıl mânâlarını unutmuşlardır. İblis tarafından 14 asır boyunca, kavramlar devamlı esas mânâlarından saptırılmaya çalışılmış ve iblis bunu başarmıştır.
Resûl kelimesi “irsâl” edilen; yani gönderilen mânâsında kullanılıyor. Öyleyse resûl kavramı, daha başlangıçta 3 ana gruba ayrılıyor;

1- Nebî resûller: Risaletle görevli, peygamber resûller.
2- Risaletle görevli kılınmış velî resûller.
3- Risaletle görevli olmayan resûller.

Risaletle görevli olmayan resûller, Yusuf Suresinin 50. âyet-i kerimesinde geçer:

12/YUSUF-50: Ve kâlel meliku’tûnî bih (bihî), fe lemmâ câehur resûlu kâlerci’ ilâ Rabbike fes’elhu mâ bâlun nisvetillâtî katta’ne eydiyehunn (eydiyehunne), inne rabbî bi keydihinne alîm (alîmun).
Ve Melik: “Onu bana getirin.” dedi. Böylece ona, resûl (ulak, haberci) geldiği zaman Yusuf (A.S.): “Efendine dön ve ellerini kesen kadınların hali (durumu) nedir, ona sor.” dedi. Muhakkak ki; Rabbim onların hilelerini en iyi bilendir.

Firavun’un alelâde bir habercisine, bir ulağına Kur’ân-ı Kerim “resûl” diyor. Resûl, aynı zamanda “elçi” mânâsına gelen bir kelimedir. Kur’ân-ı Kerim’de risaletle (Allah’ın emirlerini tebliğ ile) görevli olmayan insanlar için de kullanılır.
Akaite göre, “Bütün resûller nebîdir.”. Bu ifade kesinlikle yanlış olup, mutlaka düzeltilmelidir.
Akait’in 4 temel kaidesi şöyledir:
1. KAİDE: ‘’Bütün nebîler resûldür.’’ Gerçekten bütün nebîler (bütün peygamberler) aynı zamanda resûldürler. Akait’in 1. kaidesi, tam olarak Kur’ân-ı Kerim’e uygundur.

2. KAİDE: ‘’Bütün resûller nebîdir.’’ Akait’in 2. Kaidesi 7 cepheden yanlıştır:
Madde 1: Öncelikle risaletle görevli olmayan resûller vardır. Yusuf Suresi 50. âyet-i kerimesi gereğince, mü’min bile olmayan alelâde bir ulak (haberci: birinden birine bir haber taşıyan birisi), için resûl ifadesi kullanılır. Firavun onu, Hazreti Yusuf’a bir haber iletsin diye, yani bir elçi niyetinde göndermiştir. Allahû Tealâ, bu risaletle görevli olmayan, alelâde bir haberciye resûl diyor. Firavunun mü’min bile olmayan habercisinin bir peygamber olduğu iddia edilemez.
Madde 2: Hac Suresinin 75. âyet-i kerimesi, melek resûllerden bahseder. Kur’ân-ı Kerim muhtevasında, bir meleğin nebî olduğunu hiç kimse iddia edemez. Demek ki Akait’in 2. kaidesinin geçersiz oluşu, resûllerin arasında meleklerin de bulunmasından da kaynaklanmaktadır.

22/HAC-75: Allahû yastafî minel melâiketi rusulen ve minen nâs (nâsi), innAllahe semîun basîr (basîrun).
Allah, meleklerden ve insanlardan resûller seçer. Şüphesiz Allah işitendir, görendir
Madde 3:Allahû Tealâ cin resûllerden bahsediyor. Hiç kimse bir cinin nebî olduğunu iddia edemez.
6/EN’AM-130: Yâ ma’şerel cinni vel insi e lem ye’tikum rusulun minkum yakussûne aleykum âyâtî ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû şehidnâ alâ enfusinâ ve garrethumul hayâtud dunyâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn (kâfirîne).
Ey insan ve cin topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze ulaşacağınız konusunda sizi uyaran içinizden resûller (elçiler) gelmedi mi? “Kendi nefslerimize şâhid olduk.” dediler. Dünya hayatı onları aldattı. Ve kendilerinin kâfir olduğuna, kendileri şâhid oldular.
Madde 4: Allahû Tealâ bütün kavimlerde ardarda resûl olduğunu ve resûl göndermediği bir kavme azap etmeyeceğini buyuruyor.
Kıyâmet günü, gelmiş geçmiş bütün insanlar, ya cennete ya da cehenneme mutlaka sevk edilecekler. Âdem (A.S)’dan bu tarafa, hiçbir devirdeki hiçbir grup insanın olması mümkün değildir ki; onların içinde, onların yaşadıkları yerde ve yaşadıkları zaman parçasında resûl olmasın. Eğer resûl bulunmasaydı ve Allahû Tealâ resûl göndermediği için cezalandırmasaydı; bir kısım insanlar cennete de, cehenneme de girmeyeceklerdi. İnsanları bir kısmı azaplandırlırken, bir kısmı da azaplandırılmazsa idi; Allah’ın “EL ADL” esması Allah açısından, “EL HAKK” esması ise kullar açısından zedelenecekti.

17/İSRA-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih (nefsihî), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ (resûlen).
Kim hidayete erdiyse sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe “azap edici “ olmadık.
Hiçbir insan olmayacak ki; kiramen kâtibin melekleri onların fiillerini çekmemiş olsun. Mahkeme-i Kübra’da günahları sevaplarından fazla olan herkes, mutlaka cehenneme gidecektir. Allahû Tealâ bir resûl göndermedikçe, hiçbir kavme, hiçbir kimseye azap etmeyeceğine göre ve kaybettikleri dereceler, kazandıklarından fazla olan insanların mutlaka cehenneme gitmeleri söz konusu olduğunu göre; çok açık bir olgu ile karşı karşı karşıyayız: Bütün ümmetlerde resûl vardır ve kıyâmete kadar da olacaktır.
Şu anda da ne kadar kavim, ne kadar millet varsa, o milletlerin hepsinin içinde resûl vardır. Allahû Tealâ Mu’minun Suresinin 44. âyetinde diyor ki:

23/MU’MİNUN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etba’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs (ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn (yu’minûne).
Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeden, peşpeşe) gönderdik. Hangi kavme resûlü gelse hepsi onu tekzip ettiler (yalanladılar, reddettiler). O zaman Biz, birbiri ardından onları yok ettik ve onları efsane kıldık. Mü’min olmayan kavim artık uzak olsun.
Öyleyse bütün kavimlere Allah, ardı ardına resûllerini gönderiyor. Bu ardı ardına gönderilen resûllerin mânâsı; o kavmin içinde resûl olmayan bir zaman aralığı yok demektir. Zaman açısından, velî resûllerle ile nebî resûller birbirinden farklıdır. Her devirde, bütün kavimlerde velî resûl mevcutken; her devirde ve her kavimde nebî resûl mevcut değildir. Nebîlerin arasında fetret devri vardır. Hazreti İsa’dan 600 yıl sonra Peygamber Efendimiz(S.A.V) gönderilmiştir. Arada geçen 600 yıl boyunca dünya üzerinde nebî olmamıştır. Ama bütün kavimlerde o 600 yıl boyunca, Allah’ın resûlleri yaşamıştır. Peygamber Efendimiz(S.A.V)’den sonraki 1400 seneden beri dünya üzerinde peygamber olmamıştır. Kıyâmete kadar da, peygamber olması mümkün değildir.
Nübüvvet müessesesi, Peygamber Efendimiz(S.A.V) ile mühürlenmiş, hitam bulmuştur. Peygamber Efendimiz(S.A.V) nebîlerin mühürüdür, hitamıdır, sonuncusudur. “Hatem” kelimesi ve “hitam” kelimesi aynı kökten gelir. Birincisi mühür, ikincisi son bulmak demektir.
Madde 5: Allah’ın nebîleri, belli kavimlerden çıkmıştır. Türk kavminden bir peygamber, İnsanlık tarihî boyunca çıkmamıştır. Bundan sonra da çıkması söz konusu değildir. Lut kavminden peygamberler, İsrail kavminden peygamberler, Arap kavminden Peygamber Efendimiz(S.A.V) çıkmıştır. Öyleyse nebîler, bazı kavimlerden çıkar. Ama resûller, bütün kavimlerde, tarihîn bütün parçalarında var olmuştur. Şu anda da vardır.
Madde 6: Allahû Tealâ rızaya ulaşmamış resûllerden bahsediyor. Allahû Tealâ’nın resûlleri arasında rızaya ulaşan ve ulaşamayanlar vardır. Bir nebî resûlün, rızaya ulaşamamış olduğu iddia edilemez.
72/CİN-26: Âlimul gaypi fe lâ yuzhiru alâ gaypihî ehadâ(ehaden).
Gaybı bilen Allah, gaybı kimseye açıklamaz.
72/CİN-27: İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadâ (rasadan).
Ancak resûllerden rızaya (Tasarruf rızası) ulaşanlar müstesna. Öyleyse muhakkak ki; O (Allah), onların önünden ve ardından muhafız gönderir.
Madde 7: Velî resûllerin 4 tane, nebî resûllerin 5 tane görevi vardır:
1- Allah’ın âyetlerini okumak ve açıklamak
2- Nefsleri tezkiye etmek
3- Kitab’ı (Kitab’ın lâfzını) öğretmek
4- Hikmet öğretmek.
5- Hikmetin ötesini öğretmek.
İlk 4 görev, yani âyetlerin okunması, anlatılması, nefsleri tezkiye etmek, Kitab’ı öğretmek, hikmeti öğretmek, velî resûllerin de görevidir. Ama hikmetin ötesini öğretmek, velî resûllerin görevi değildir.
Akait’in 2. Kaidesi 7 cepheden yanlıştır ve bu yanlışın düzeltilmesi gerekmektedir.
3. KAİDE: ‘’Bütün resûller kendilerine kitap verilen peygamberlerdir.’’ Bu ifade, bütün resûllerin peygamber olduğunu iddia ettiği için yanlıştır. 7. ayrı cepheden Allahû Tealâ bütün resûllerin peygamber olmadığını söylemektir.
4. KAİDE: ‘’Bütün nebîler kendilerine kitap verilmeyen peygamberlerdir.’’ Bu ifade yanlıştır. Allahû Tealâ bütün nebîlere kitap vermiştir. Kur’ân-ı Kerim boyunca ayrı ayrı kaç tane âyette Allahû Tealâ; Hazreti İbrâhîm’e, Hazreti İsmail’e, Hazreti Lut’a, Hazreti Yâkub’a, Hazreti Musa’ya, Hazreti İsa’ya kitap verdiğini, Hazreti Davut’a da sayfalar verdiğini söylüyor. Allahû Tealâ buyuruyor:

3/AL-İ İMRAN-81: Ve iz ehazallâhu mîsâkan Nebîyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh (tensurunnehu), kâle e akrertum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn (şâhidîne).
Hani o zaman ki; Allah, nebîlerin (ğeygamberlerin) misak’ini (yeminini) almıştı: “Andolsun ki; size kitap ve hikmet verdim. Sizlerden sonra sizinle beraber bulunanı (Allah’ın sizlere verdiği kitapları) tasdik eden Resûl gelince, O’na mutlaka îmân edecek ve O’na mutlaka yardım edeceksiniz. Bunu ikrar ettiniz mi, bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?” “İkrar ettik.” dediler. “Öyle ise şâhid olun. Ben de sizinle beraber şâhidlerdenim.” buyurdu.

Birçok çevrenin Bize karşı tavır alması, onların yanlış söyledikleri şeyleri düzeltmemizden kaynaklanıyor. Bunlardan mutluluk duymaları gerekirken, insanlar düşmanca tavır içine giriyorlar. Şeytan onlara: “O bunları söylemeseydi, sizin yanlışınız ortaya çıkmayacaktı. Öyleyse O size yanlışlarınızı söyleyip düşmanca davranıyor.” fikrini empoze ederek, çok sayıda insanın Bize karşı düşmanca bir tavır takınmasına sebebiyet veriyor.
Resûl-nebî kavramı, asıl mânâsından saptırılan kavramlardan sadece bir tanesidir. Bir kurtuluş dîni olan İslâm, asırlardan beri devam eden yanlışlıkların kurbanı olmuştur. Şeytan İslâm’ın kollarını da, bacaklarını da kesmiş ve İslâm’ı bir bitkisel hayata itmiştir. Bugünkü anlayış standartları içerisinde sadece İslâm değil, her dîndeki insanların %90’ınından fazlasının uyguladığı ve doğru zannettiği tatbikat, hiç kimseyi kurtuluşa erdiremez.
Bunu söylememiz, birtakım insanların Bize düşman olmasına sebebiyet veriyor. Biz hiç kimseye düşman değiliz. Bize düşman olanlar da Bizim dostumuzdur. Biz Allah’ın dostuyuz ve onun öğretisi üzerine bütün yanlışlıkları düzeltmekle vazifeliyiz. Bu da onları ayrıca kızdırıyor. Eğer insanlar kendilerine öğretilen faydasız ilimlerle kurtulamayacaklarsa ve Allahû Tealâ kurtuluş reçetesini verip, yanlışların düzeltilmesini emrediyorsa; doğru reçeteyi tebliğ etmemizi emrediyorsa; Biz, insanlar Bize kızacak diye bunu yapmayacak mıyız? Sadece bir canımız var ve bu da Allah’ın yolundadır ve Allah’ın uygun gördüğü gün, onu derhal teslim ederiz.
İnsanlar hep bir şeyler yaptıklarını zannederler. Ama aslında olayları gerçekleştirecek olan Allah’dır. Evvelâ şunu söyleyelim: Dîn öğretiminde, kinin, düşmanlığın yeri yoktur ve önemli olan, yanlış bilinen şeyler düzeltiliyor diye; eğer düzelten kişiye düşman olunuyorsa, bu ona değil, Allah’a düşman olmaktır. Hepinize bu büyük hakikati hatırlatıyorum. Ey Bize düşman olanlar! Siz Allah’ın öğretisine düşmansınız. Sizin öğretinizden farklı olduğu için. Kendinize yazık ediyorsunuz. Unutmayın! Biz size ne düşmanız, ne de sizi küçültmeye çalışıyoruz. Tam aksine, sadece doğruları söylemekle görevliyiz. Bu sizi de kurtaracak bir husus değil mi?
Öyleyse neden dost değiliz de, düşmanız? Neden Bize düşmansınız? Neden Biz size düşman değiliz? Hiç düşünmüyor musunuz bunu? Son hükmü verecek olan Allahû Tealâ’dır. Tekrar ediyoruz ki; Biz kimseye düşman değiliz. Düşman olmak imkânının da sahibi değiliz. Kim olursanız olun, Bizim hakkımızda ne düşünürseniz düşünün, yalnızca şunu bilin: Biz sizin dostunuzuz ve yaptığımız şey sadece Allah’ın hakikatlerini sizlere ulaştırmak. Bununla vazifeliyiz. Siz Bize kızabilirsiniz. Buna engel olamayız; ama siz kızacaksınız diye, Bizim görevimizi yapmamamız söz konusu olamaz.
Şunu düşünüyorum: Sevgili öğretim üyeleri! En çok sizlerin dost olması gerekirken, neden tahkik etmiyorsunuz söylediklerimizi? Şu kibir adı verilen müessese, sizi bir korkunç sona götürmüyor mu? Tamam profesörsünüz, hay Allah razı olsun. Ama yanlış biliyorsunuz. Bu söylediklerim de size ağır geliyor, biliyorum. Peki ne yapmamı istiyorsunuz? Siz yanlışlıkları devam ettireceksiniz, Biz susacağız, onu mu istiyorsunuz? Yazık ki bu Bizim elimizde değil. Biz bunları söylemekle vazifeliyiz. Bu vazifeye de bir kısmınızın aklının ermediğini biliyoruz. İnanmadığınızı da biliyoruz. Ama bir kısmınız hakikati biliyorsunuz. İşte onları Allah’ın huzurunda tebrik etmek istiyorum. Artık aranızda, söylediklerimizi inceleyen ve doğru olduğunda yüzde yüz emin olan bir kadro var. Onların düşüncelerine mâni olamazsınız.
Hakikati öğrenenler, yanlışları düzeltecek olanlardır. Yanlışlar mutlaka düzelecektir. Sevgili öğretim üyeleri biliyor musunuz? Öğrendiğiniz ve öğretmekte olduğumuz bu dîn konusundaki hususlar, müfredat programınızda eksik. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insanın ne olacağına dair hiçbir hüküm yok. Hatta en hüzün verici husus şudur ki; Allah’a ulaşmayı dilemek diye bir şeyden çoğunuz haberdar değilsiniz. Ama Allahû Tealâ Yunus Suresinin 7. ve 8. âyetlerinde diyor ki:

10/YUNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme’ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn (gâfilûne).
Muhakkak ki; onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YUNUS-8: Ulâike me’vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn (yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
O zaman kendinize acımıyor musunuz? Bunları söyledik diye, Bize birçok insan kızdığı gibi, RTÜK de kızıyor. Bu söylediğimiz şeyleri; sizleri küçültüyormuşuz gibi değerlendiriyorlar. Oysa ki Biz, herşeyden evvel, sizlerin kurtuluşunu canı gönülden arzu ediyoruz. Siz doğruları öğrenirseniz, bu yetişmekte olan nesile doğruları öğretecek olanlar olacaksınız. Soruyorum sizlere, ne yapmamızı istiyorsunuz? Bütün bu insanlar, bu hakikatleri bilmedikleri için kurtulamayacaklar ve siz Bunların müsebbibi olacaksınız. O zaman böyle bir vebalin altına girmeyi geçekten istemeyeceksiniz. O zaman kendinize yazık etmiyor musunuz?
Bir şeyi daha sormak istiyorum size. Niçin bunu yaptığımızı sanıyorsunuz? Size Allah’ın doğrularını söylediğim zaman, hangi menfaatim var, söyler misiniz lütfen? Bu söylediklerimi yerli yerine oturtun. 14 asır evvel Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le birlikte sahâbenin yaşadığı dîn, bugün sizin yaşadığınız dîn değildir. Onlar İslâm’ın 7 safhasını da gerçekleştirdiler: 1)Allah’a ulaşmayı dilediler. 2)İrşad makamına ulaşıp tâbî oldular. 3)Ruhlarını ölmeden evvel Allah’a teslim ettiler. 4)Vechlerini Allah’a teslim ettiler. 5)Nefslerini Allah’a teslim ettiler. 6)İrşada ulaştılar. 7)İradelerini de Allah’a teslim ettiler, Bihakkın takvanın, hakka tukatihi takvanın sahibi oldular.

Sevgili dîn öğreticileri! Siz bu öğretimizle bunlardan birincisini bile sağlayabilecek noktada değilsiniz. İnsanların İslâm’ın 5 tane şartı ile kurtuluşa ulaşacaklarınızı zannediyorsunuz. Ne siz kurtulabilirsiniz, ne de onlar kurtulabilir. Bütün bunlardan sonra defalarca sizlere seslendik ki; sahâbe bu 7 safhayı yaşadı. Âyetlerle belki de yüz defa bunu anlattık ve size izah ettik. İslâm kalesinden burçlar koparılmıştır dedik. İblis 14 asırda, İslâm’ı bitkisel hayata itmeyi başarmıştır. İnsanları cennet saadetine ulaştıracak olan tüm emirleri devreden çıkarmıştır. Ondan sonra insanları dünya saadetine ulaştıracak olan emirleri de yok etmiştir. Söylediğim gibi bugün artık İslâm’ın 7 safhasından insanlar bahsetmiyor. Bu 14 asır evvel yaşanmış. Artık insanlar bunu söylemiyorlar.
Neticeye geliyorum. Diyorsunuz ki: her resûl nebîdir. Böyle saçmalık olur mu? Hâlâ susacak mısınız? Hâlâ bunları örtmeye mi çalışacaksınız? Doğruların öğrenilmesine neden karşı çıktığınızı bir türlü anlamıyoruz. Bizi neden düşman kabul ettiğinizi de anlayamıyoruz. Bunları söylememiz suç mu? Bana anlatır mısınız, söyler misiniz lütfen? Eğer sizlere Kur’ân’ın doğrularını söylüyorsak, sizin söyledikleriniz yanlışsa, bunun dışında ne yapmamızı istiyorsunuz?
Allah, Kur’ân-ı Kerim’de neyi söylemişse siz tersini insanlara lanse edip duruyorsunuz. Doğrularını size anlattığımız zaman da Bize öfkeleniyorsunuz. RTÜK de bizi suçlu farz edip, yollarımızı kapatmaya uğraşıyor. Sizin ölçülerinize göre, bu bir haksızlık değil midir? Biz Allah’ın doğrularını söyleriz. Gelecek günlerde bütün söylediklerimizin yerli yerine oturduğunu herkes öğrenecek. O zaman sevgili öğretim üyeleri, siz ne yapacaksınız? Diyeceksiniz ki şimdi Bize: “Herkes bizimle aynı şekilde düşünüyor.” Evet söylediğiniz doğru. Herkes sizinle aynı şekilde düşünüyor. İnsanlar hep yanlışların içindeler, düşünebiliyor musunuz? Hepinize karşı doğruyu söyleyebilen sadece Biz varız ve bunca senedir bu doğruyu sürdürüyoruz.
Beni canla başla doğruları söylemekte ısrar etmeye götüren, acaba nedir hiç düşündünüz mü? Nasıl oluyor da sizin bilmediğiniz hakikatleri Biz biliyoruz? Bütün İslâm âleminin bilmediği hakikatleri biliyoruz? Hiç düşündünüz mü? Hanginiz çıkıp da Bizim söylediklerimizin yanlış olduğunu iddia edebilir? Sizin söylediklerinizi söylemiyoruz diye, “Onlar kendilerine göre yorum yapıyorlar.” diyorsunuz. Acaba kendimize göre mi yapıyoruz yorumu, Allah’a göre mi yapıyoruz? Hiçbir zaman sizin kadar Arapça bildiğimizi iddia etmedik. Hiçbir zaman sizin gibi Kur’ân-ı Kerim’i okuyabildiğimiz de söylemedik. Tam aksine hakikatleri her zaman kabul etmişizdir. Ama siz kabul etmiyorsunuz. Önemli olan Allah’ın öğretisini Allah’tan öğrenmektir. Eğer Biz O’ndan öğreniyorsak ve siz Bize kızıyorsanız, doğruyu yaptığınızdan emin misiniz? Herşey ortada değil mi? Sizin söylediklerinizin tam aksini söylüyoruz. Hepsini de Kur’ân-ı Kerim âyetleriyle ispat ediyoruz. O zaman Biz nereden biliyoruz bunları? Bu doğrular insanları hidayete götürüyorsa ve bu doğrular insanları Allah’ın cennetine götürüyorsa, siz doğruları bilmiyorsanız, insanları yanlış yerlere götürüyorsanız, eksik ve yanlış bilgilerle onların hidayete ermesine mâni oluyorsanız; o zaman kendinizi, kendi vicdanınızda nasıl affedeceksiniz?
Bunca yıldır Allah’ın doğrularını söylüyoruz. Bize peygamberlik iddia ettiğimizi söylediniz. Bu bir yalan değil mi? Allahû Tealâ’nın Bize yazdırdığı kitapta Bizim peygamber olmadığımız açık açık yazmıyor mu? O demiyor mu: “Bugüne kadar peygamber olmayan bir kişiye ilk defa Cebrail (A.S)’ı gösteriyoruz.” diye? “Sen peygamber değilsin, sadece bir habercisin.” demiyor mu Allahû Tealâ? Öyleyse nedir bu iftiralar? Niçin hakkımızda iftiralar uyduruyorsunuz?
Allahû Tealâ’nın huzurunda hepinizi selâmlıyorum. Allah’ın hakkımızda iftiralar düzenleyenleri, yaptıkları iftiralar dolayısıyla affetmesini diliyorum. Kurtuluş, Allah’ın doğrularındadır.
Allah hepinizden razı olsun.
 
 
_________________
ESLEMU VE TESLEMU


Birçok çevrenin Bize karşı tavır alması, onların yanlış söyledikleri şeyleri düzeltmemizden kaynaklanıyor. Bunlardan mutluluk duymaları gerekirken, insanlar düşmanca tavır içine giriyorlar. Şeytan onlara: “O bunları söylemeseydi, sizin yanlışınız ortaya çıkmayacaktı. Öyleyse O size yanlışlarınızı söyleyip düşmanca davranıyor.” fikrini empoze ederek, çok sayıda insanın Bize karşı düşmanca bir tavır takınmasına sebebiyet veriyor.
Resûl-nebî kavramı, asıl mânâsından saptırılan kavramlardan sadece bir tanesidir. Bir kurtuluş dîni olan İslâm, asırlardan beri devam eden yanlışlıkların kurbanı olmuştur. Şeytan İslâm’ın kollarını da, bacaklarını da kesmiş ve İslâm’ı bir bitkisel hayata itmiştir. Bugünkü anlayış standartları içerisinde sadece İslâm değil, her dîndeki insanların %90’ınından fazlasının uyguladığı ve doğru zannettiği tatbikat, hiç kimseyi kurtuluşa erdiremez.
Bunu söylememiz, birtakım insanların Bize düşman olmasına sebebiyet veriyor. Biz hiç kimseye düşman değiliz. Bize düşman olanlar da Bizim dostumuzdur. Biz Allah’ın dostuyuz ve onun öğretisi üzerine bütün yanlışlıkları düzeltmekle vazifeliyiz. Bu da onları ayrıca kızdırıyor. Eğer insanlar kendilerine öğretilen faydasız ilimlerle kurtulamayacaklarsa ve Allahû Tealâ kurtuluş reçetesini verip, yanlışların düzeltilmesini emrediyorsa; doğru reçeteyi tebliğ etmemizi emrediyorsa; Biz, insanlar Bize kızacak diye bunu yapmayacak mıyız? Sadece bir canımız var ve bu da Allah’ın yolundadır ve Allah’ın uygun gördüğü gün, onu derhal teslim ederiz.
İnsanlar hep bir şeyler yaptıklarını zannederler. Ama aslında olayları gerçekleştirecek olan Allah’dır. Evvelâ şunu söyleyelim: Dîn öğretiminde, kinin, düşmanlığın yeri yoktur ve önemli olan, yanlış bilinen şeyler düzeltiliyor diye; eğer düzelten kişiye düşman olunuyorsa, bu ona değil, Allah’a düşman olmaktır. Hepinize bu büyük hakikati hatırlatıyorum. Ey Bize düşman olanlar! Siz Allah’ın öğretisine düşmansınız. Sizin öğretinizden farklı olduğu için. Kendinize yazık ediyorsunuz. Unutmayın! Biz size ne düşmanız, ne de sizi küçültmeye çalışıyoruz. Tam aksine, sadece doğruları söylemekle görevliyiz. Bu sizi de kurtaracak bir husus değil mi?
Öyleyse neden dost değiliz de, düşmanız? Neden Bize düşmansınız? Neden Biz size düşman değiliz? Hiç düşünmüyor musunuz bunu? Son hükmü verecek olan Allahû Tealâ’dır. Tekrar ediyoruz ki; Biz kimseye düşman değiliz. Düşman olmak imkânının da sahibi değiliz. Kim olursanız olun, Bizim hakkımızda ne düşünürseniz düşünün, yalnızca şunu bilin: Biz sizin dostunuzuz ve yaptığımız şey sadece Allah’ın hakikatlerini sizlere ulaştırmak. Bununla vazifeliyiz. Siz Bize kızabilirsiniz. Buna engel olamayız; ama siz kızacaksınız diye, Bizim görevimizi yapmamamız söz konusu olamaz.
Şunu düşünüyorum: Sevgili öğretim üyeleri! En çok sizlerin dost olması gerekirken, neden tahkik etmiyorsunuz söylediklerimizi? Şu kibir adı verilen müessese, sizi bir korkunç sona götürmüyor mu? Tamam profesörsünüz, hay Allah razı olsun. Ama yanlış biliyorsunuz. Bu söylediklerim de size ağır geliyor, biliyorum. Peki ne yapmamı istiyorsunuz? Siz yanlışlıkları devam ettireceksiniz, Biz susacağız, onu mu istiyorsunuz? Yazık ki bu Bizim elimizde değil. Biz bunları söylemekle vazifeliyiz. Bu vazifeye de bir kısmınızın aklının ermediğini biliyoruz. İnanmadığınızı da biliyoruz. Ama bir kısmınız hakikati biliyorsunuz. İşte onları Allah’ın huzurunda tebrik etmek istiyorum. Artık aranızda, söylediklerimizi inceleyen ve doğru olduğunda yüzde yüz emin olan bir kadro var. Onların düşüncelerine mâni olamazsınız.
Hakikati öğrenenler, yanlışları düzeltecek olanlardır. Yanlışlar mutlaka düzelecektir. Sevgili öğretim üyeleri biliyor musunuz? Öğrendiğiniz ve öğretmekte olduğumuz bu dîn konusundaki hususlar, müfredat programınızda eksik. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insanın ne olacağına dair hiçbir hüküm yok. Hatta en hüzün verici husus şudur ki; Allah’a ulaşmayı dilemek diye bir şeyden çoğunuz haberdar değilsiniz. Ama Allahû Tealâ Yunus Suresinin 7. ve 8. âyetlerinde diyor ki:

10/YUNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme’ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn (gâfilûne).
Muhakkak ki; onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YUNUS-8: Ulâike me’vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn (yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).
O zaman SİZLER ASIL FIRKAYA AYRILMIŞ DEĞİLMİŞİNİZ...SİZ SAVUNUN RESUL NRDEMEK NEBİ NEDEMEK ....İLMAHALLERİNİZ NEDİYOR..FIKIH KİTABLARINIZ NEDİYOR...AKAİTLERİNİZ NEDİYOR..VELHASIL BAĞLANDIKLARINIZ HOCALAR NEDİYOR...HAYDİYİN BİLGİLERİNİZİ BEKLİYORUM...
 
 
_________________
ESLEMU VE TESLEMU

 

Rad-20
“Elleziyne yûfûne bi’ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâak.”
Onlar ki Allah’ın ahdini yerine getirirler, misaklerini bozmazlar.

Rad-21
“Velleziyne yasilune ma emerallahü bihi en yus’ale.”
Ve onlar Allah’ın, Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhu) Allah’a ulaştırırlar.

Rad-25
“Velleziyne yankudune ahdallahi min badi misakihi ve yaktaune ma emerallahu bihi en yus’ale ve yufsidune filardı. Ulaike lehümül lânetü ve lehüm suiddar.”
Ve onlar ki misaklerinden (Allah’a misak verdikten) sonra Allah’a (verdikleri) ahdlerini nakzederler (bozarlar, yerine getirmezler) ve Allah’ın O’na (Allah’a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler (ruhlarını Allah’a ulaştırmazlar).


Allahu Teala Ruhumuzun biz ölmeden Allah’a geri dönmesi (ulaşması) konusundaki MİSAK’ımızı 10 defa üzerimize farz kıldı.

1-Enam-152
“Ve bi’ahdillâhi evfû.”
Allah’a (verdiğiniz) ahdinizi yerine getiriniz.

2-Maide-7
Vezkürû ni'metallahi aleyküm miysâkahülleziy ve esekaküm bihi iz kültüm semi'nâ ve eta'nâ vettekullah innallahe aliymün bizâtissudûr."
Allah’ın size olan nimetini ve “işittik ve itaat ettik” diyerek O’na verdiğiniz yeminleri hatırlayın. O yeminlerle (Allah) sizi bağlamıştı. Allah’tan korkun. Şüphesizki Allah sinelerde olanı bilir.


3-Zümer-54
“Ve enibû ilâ rabbiküm ve eslimû lehü min kabli en ye’tiyekümül’azâbü sümme lâ tünsarûn.”
Başınıza azap gelip çatmadan Rabbinize dönün (ulaşın) ve O’na teslim olun. Sonra kurtulamazsınız.

4- Rum-31
“Müniybiyne ileyhi.”
Rabbine dön (ulaş).

5-Fecr-28
“İrci’ıy ilâ rabbiki.”
Rabbine dön (rücu et, geri dönerek ulaş).

6-Zariyat-50
“Fefirrû ilallah.”
Öyleyse Allah’a kaç (Allah’a sığın).

7-Lokman-15
“Vettebi’sebiyle men enâbe illeyy.”
Bana ulaşanın yoluna tabi ol.

8-Şura-47
“İsteciybû lirabbiküm min kabli en ye’tiye yevmün lâ meredde lehü minallâh.”
Allah’tan çare olmayacak gün (ölüm günü) gelmeden önce Rabbinizin davetine icabet edin.

9-Yunus-25
“Vallahü yed’û ilâ dârüsselâm ve yehdi men yeşaü ilâ sıratı mustakıym.”
Allah teslim yurduna davet eder ve (kendisine ulaştırmayı) Mustakıyme (Allah’a ulaştıran yola) ulaştırır.

10-Rad-21
“Velleziyne yasilune ma emerallahü bihi en yus’ale.”
Ve onlar Allah’ın, Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhu) Allah’a ulaştırırlar.
 
 
 
 
  

Yukarı dön Göster Guests's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Guests
 
hanif72
Katilimci Uye
Katilimci Uye
Simge

Katılma Tarihi: 23 eylul 2005
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 36
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP  

HAYRET ÇOĞU ÖNEMLİ KONULAR SİLİNMİŞ SANSÜRLENMİŞ SULHA DAVET BİLE KİTLENMİŞ BU KONUYU SİLMEYİ UNUTMUŞLAR EMİNİM EN YAKIN ZAMANDA SİLİNİR DAHA OKUMADAN KÜFÜR KAFİR İLAN EDİLİR

MEDERATÖRLERİN BAZISI BOZULABİLİR AMA HİÇBİR İSLAMİ SİTEDE BU KADAR ÖNYARGI VE KİN DÜŞMANLIK GÖRMEDİM ADAM BİZİ PUTPEREST YAPTI YA BÖYLE BİRŞEY VARMI REKLAMA GİRECEK AMA BİZLER SÜNNETLERİ MAXİMUM YAŞAMAYA ÇALIŞAN KURANDAKİ ŞEYTANIN ÜZERİNİ ÖRTTÜĞÜ FARZLARI AÇIKLAYAN GRUBUZ YUH YANİ PES BU KADAR DA ÇARPITILMAZ Kİ KARDEŞİM 

Yukarı dön Göster hanif72's Profil Diğer Mesajlarını Ara: hanif72
 
Mircan
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 25 agustos 2005
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1277
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP  

Şu copy pasteci huyunuzdan vazgeçin.Ne zaman kendinize ait analizlerinizi paylaşmaya karar verir ve hipnozdan çıkarsanız o zaman yazın.Daha fazla karıştırmaya gerek yok.Yalanınız ortaya çıktı.Bırakın bu barış tezgahını,sizin gibi elinden gelse kendiniz dışında herkesi bir kaşık suda boğacak insanların barış davetine inanmıyorum.Siz bu noktada hansçılarla hangi noktada ayrılıyorsunuz size sıralayayım hemen.

Benzerlikler:
1-Her ikinizinde tağutu var
2-Her ikinizde hipnoz olmuşsunuz
3-Her ikinizde koyun sürüsüsünüz
4-Her ikinizdede saldırı güdüsü baskın,sadece kullandığınız kavramlar farklı.Biriniz iki kez barış(selam selam) ötekiniz sulha davet,barışalım gibi ifadeler kullansada içlerinizdeki kinin büyüklüğü,beni oturduğum masamdan etkiliyor.
5-Her iki gruptada "rant" amacı var.(Kimin daha çok kazandığını bilmiyorum)


Farklar
1-Birinizin şeyhinin yeri belli,diğeri nerde olduğu belli değil
2-Hans sizin şeyhinizden daha entellektüel ve daha fazla hayalgücüne sahip,sizinkinin cehaleti heryerinden belli.
3-Siz kitap,vcd,sahte Allah üniversitesi diploması satıyorsunuz.Hanssa sadece hayalgücünü satıyor.


Başlarken çok hevesliydim ama inanın hevesim kaçtı,sonuç olarak alın birinizi,vurun ötekinize...
Yukarı dön Göster Mircan's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Mircan
 
hanif72
Katilimci Uye
Katilimci Uye
Simge

Katılma Tarihi: 23 eylul 2005
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 36
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP  

SEN AT GÖZLÜĞÜ TAKMAYI BIRAKMADIKÇA BİZİM CİNLİ HİPNOZLU DOLDURUŞUNA GİM GETİRDİYSE BİLMİYORUM AKLI SELİM BİR ŞEKİLDE DÜŞÜNCELERİMİZİ ÖĞRENMEYE ÇALIŞMADIKÇA İÇİMİZDEKİ KİNİDE SEVGİYİDE BİLMENE İMKAN YOK YOKSA SEN MÜNECCİMMİSİN İÇİMİZDE KİME KİN NEFRET VAR
Yukarı dön Göster hanif72's Profil Diğer Mesajlarını Ara: hanif72
 
sailamasr
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 23 nisan 2005
Gönderilenler: 543
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP  

selam selam

mihre inanmayanları dinden attınız. :))))))

konu kapatıldı diye bozuk atmaya devam ediyorsunuz. ayetle konuyu kapadık.

e hala diyecek lafınız varsa bundan böyle herkes kendi inandığı kitabından örnek versin.

siz televizyonda kaynak olarak kullanılan MEALLE konuşun(abdullah aydın-seda yayınları) ve ortaya kendi EFENDİNİZ(!)in rabbı ile sohbetlerini koyun

bizlerde kurandan bahsedelim.

yoksa herkesin rabbı kendine, bu işin sulhu filan olmaz FETULLAHÇI DEĞİLİZ ALLAH'A ŞÜKÜR

selam selam

 

 

Yukarı dön Göster sailamasr's Profil Diğer Mesajlarını Ara: sailamasr
 
orkunn
Katilimci Uye
Katilimci Uye


Katılma Tarihi: 15 eylul 2005
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 29
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP  

İbrahim ve onunla birlikte olanlarda size güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: "Biz, sizlerden ve Allah'ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkar ettik. Sizinle aramızda, siz Allah'a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir." Ancak ibrahim'in babasına: "Sana bağışlanma dileyeceğim, ama Allah'tan gelecek herhangi birşeye karşı senin için gücüm yetmez." demesi hariç. "Ey Rabbimiz, biz Sana tevekkül ettik ve 'içten Sana yöneldik.' Dönüş Sanadır." (Mümtehine Suresi, 4)

İşte bu (Kur'an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurmadır. (İbrahim Suresi, 52)

Bu (Kur'an), insanlar için basiret (nuruyla Allah'a yönelten ayet)lerdir, kesin bilgiyle inanan bir kavim için de bir hidayet ve bir rahmettir. (Casiye Suresi, 20)

KAFİRUN SURESİ

 

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

 

 

De ki: "Ey kafirler." (1)

 

"Ben sizin taptıklarınıza tapmam." (2)

 

"Benim taptığıma siz tapacak değilsiniz." (3)

 

"Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim." (4)

 

"Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz." (5)

 

"Sizin dininiz size, benim dinim bana." (6)

 

 

 

 



__________________
slm
Yukarı dön Göster orkunn's Profil Diğer Mesajlarını Ara: orkunn
 
Mircan
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 25 agustos 2005
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1277
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP  

hanif72 Yazdı:
SEN AT GÖZLÜĞÜ TAKMAYI BIRAKMADIKÇA BİZİM CİNLİ HİPNOZLU DOLDURUŞUNA GİM GETİRDİYSE BİLMİYORUM AKLI SELİM BİR ŞEKİLDE DÜŞÜNCELERİMİZİ ÖĞRENMEYE ÇALIŞMADIKÇA İÇİMİZDEKİ KİNİDE SEVGİYİDE BİLMENE İMKAN YOK YOKSA SEN MÜNECCİMMİSİN İÇİMİZDE KİME KİN NEFRET VAR


Çok şükür Rab'bimize ki,öğretilen yalan,hurafe dolu İslamdan (!) kurtulup,gerçekleri tek kaynak ve öğretmen olan Rab'bimden öğrenmeyi idrak ettim.İskender'in sözde vahylerini canla başla dinlediğinizi,Kur'andan daha fazla itibar ettiğinize eminim.Bu soruyu kendi vicdanınızada sorun göreceksiniz ne kadar haksızlık ettiğinizi kendinize.Size tavsiyem açıp Kur'an okumanız.Sonucunda açık açık İskendere tabi olun,o mehdi resuldur ifadesi bulursanız devam edin.Bulamazsanız ki bulamayacaksınız kendinizi kandırmaktan vazgeçin.Taktığım nasıl bir at gözlüğüdür ki,bakış açımı sadece Allah'a özgülemişim.Evet bir at gözlüğüm var.Benim yönüm sadece Allah'ın yönü.Sağıma soluma bakmıyorum hiç çünkü biliyorum ki O doğru yolun sağında solunda üçkağıtçı,fitneci,rezil bir süre insan var.Hal böyleyken yüzümü,gözümü sadece Allah'a çeviren ilahi at gözlüğünü takarım ben...
 Sizin öğretileriniz kimsenin umrunda değil,kırsal kesimde belki daha kolay çalışma yapabilirsiniz.Öyle A.B.D de ikamet edip,müid paralarıyla yaşanmaz.Rahat koltukta tebliğ (!) yapılmaz.HEr gün değişik takım elbise ile "titreme" numaralarıyla bu iş olmaz.Delikanlıysa şeyhiniz gelsin buralara,ha korkmasın elbette Allah Mehdiresulunu(!) korur!!!
 Ayrıca şunada eminim ki,sizin sorumluluğunuz İskenderden dahada ağır.Sizin aklınız az da olsa yerinde.Ama şeyhiniz belliki şeytanın yada cinlerin emrinde:((( yada hasta.
 UNUTMAYIN DİN GÜNÜ ŞÜPHESİZ ÇOK YAKIN.O GÜN YANINIZDA İSKENDERDE OLMAYACAK,TORPİL YAPIP HESABINIZI ÇABUKLAŞTIRMAYACAĞI GİBİ,ŞEFAATI FALANDA OLMAYACAK.AMA MUTLU OLUN SİZE İYİ HABERLERİM VAR.İSKENDERLE AYNI MEKANI PAYLAŞACAKSINIZ,KİŞİ SEVDİĞİ İLE BERABERDİR...HANİ ŞARKILAR VARDIR,"SENİNLE CEHENNEM ÖDÜLDÜR" BANA ŞEKLİNDE.öDÜL OLARAK GÖRÜYORSANIZ HAYIRLI OLSUN...
Yukarı dön Göster Mircan's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Mircan
 
Sinan_25
Ozel Grup
Ozel Grup


Katılma Tarihi: 24 eylul 2005
Yer: Almanya
Gönderilenler: 333
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP  


Guest Yazdı:
ÇİFTE STANDART HERKEZ KAFASINA GÖRE RESUL-NEBİ TANIMI YAPIYORDA BİZ MİHR VAKFI MENSUPLARI NA ÜVEY EVLAT MUAMELESİ BİZ NEDEN YAPAMIYORUZ?


Bu acidan cok haklisin ve gördügün gibi karisan yok.

Ancak bunu söylerken umarim herkesin düsünce/ifade özgürlügüne sahip oldugunu benimsemissindir. Zira kendi aranizda yalnizca bazilariniz fikir babasi digerleride susup itaat edecekse kendi söylediklerinizle celismis olursunuz.

Selam.
Yukarı dön Göster Sinan_25's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Sinan_25
 
hanif72
Katilimci Uye
Katilimci Uye
Simge

Katılma Tarihi: 23 eylul 2005
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 36
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP  

TAASUBA ASLA GEÇİT YOK MERAK ETME BAĞNAZLIĞIN OLMADIĞI NADİR TOPLULUKLARDAN BİRİYİZ
Yukarı dön Göster hanif72's Profil Diğer Mesajlarını Ara: hanif72
 
Alperen
Admin Group
Admin Group
Simge

Katılma Tarihi: 09 nisan 2005
Gönderilenler: 2974
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP  

Selam

hanif72 Yazdı:
TAASUBA ASLA GEÇİT YOK MERAK ETME BAĞNAZLIĞIN OLMADIĞI NADİR TOPLULUKLARDAN BİRİYİZ

Hakikaten merak ediyorum. Mihr tarikatında müritlerin kendilerine özgü ne gibi fikirleri var? Müritler İskender'in üretimi olmayan hangi fikirlere sahip?

Müritliğin birinci kuralı “gassal elinde meyyit” olmak iken, şeyhin her kelamına “amenna ve saddekna” demek iken nasıl oluyor da bir tarikat mensubu bağnaz olmadığını iddia edebiliyor? Bağnaz olmayan kişi nasıl oluyor da mürit olabiliyor? Mürit olabilmenin ilk/birinci/temel şartı mürşidin sözlerine ve yorumlarına bağnazca, koşulsuz, önşartsız iman etmek değil midir? Sen İskender’in her yorumuna böyle koşulsuzca iman edenlerden değil misin? O halde nasıl oluyor da bağnaz olmuyorsun?

hanif72 nickli arkadaşım. Senin İskender'in öne sürdüğü fikirler bağlamında ayrık ne gibi fikirlerin var? Yoksa iskender'in sözlerinin tamamına "amenna ve saddekna" mı diyorsun sende? Bağnazlık birilerinin fikirlerine olduğu gibi iman etmek değil de nedir?

"Biz bağnaz değiliz" demekle bağnazlıktan kurtulmuş olmuyorsunuz. Kişi Aklını, zihnini efendisine, liderine kiralamış olmakla bağnaz oluyor. Kişi kendisi olmadıkça, kendi adına düşünüp fikir üretmedikçe bağnaz oluyor. Kişi birilerini eleştirilemez ulu kişi, yorumlarını tenkit edilemez mutlak doğru ilan edince bağnaz olmuş oluyor. Kişi birilerinin paket fikirlerine iman edip körükörüne onları pazarlama gayretine girdiği an bağnaz olmuş oluyor.

Tüm derdimiz işte bu. Kendin olarak düşenebilmek, araştırabilmek, sorgulayabilmek. Birilerinin fikirlerine kapılmadan ve tapınmadan o fikirlerden sadece faydalanabilmek. Faydalı görmediklerimizi, yanlış bulduklarımızı o kişilerin diğer fikirlerinin hatırına kabullenme yoluna gitmemek. Özgür olabilmek. Bu çok önemli; özgür ve bağımsız düşünebilmek.

Bal arısı olabilmek. Bir tek çiçeğe takılmadan, dikenlere konup zarar görmeden bahçedeki tüm çiçeklerden faydalanabilmek. Sadece o çiçeklerdeki özleri toplayıp, onları işleyip kendi özgün üretimimiz olan bu değerleri insanlara sunabilmek. Balın pazarlamacısı değil üreticisi olabilmek. Pazarlamacıların insanlara zehirli bal da satabileceğini hesaba katabilmek. Yani bağnaz ve yobaz değil araştırmacı, soruşturmacı ve üretici olabilmek.

İman önkoşulsuz kabuldür. Önkoşulsuz kabul edip sonrasında hikmetini araştıracağımız yegane kelam Allah kelamıdır. Kul kelamına iman edilmez. Sadece bir arı misali -eğer varsa- o çiçekteki özü almak gerekli. Tabiki çiçek sandığımız şey diken de olabilir. Bu yüzden yegane ölçütümüz (yorumlarla, parantezlerle tahrifata uğratılamamış) Kur'an ayetleri olmalıdır.

hanif72 seni sıkıştırma yada karalama adına sormuyorum. Sadece yanlışına göstermek istiyorum. Ve diyorum ki: Sahabeler Hz. Muhammed'in (ss) sözlerine körükörüne iman ve itaat etmediğine ve "vardır bi hikmeti" demediğine göre (Siyerde okumuşsundur. Sahabeler birçok durumda “ Ey Allah’ın Elçisi öne sürdüğün bu fikir Allah'ın vahyi midir? Yoksa senin fikrin midir? Senin fikrinse görüş belirtmek isteriz” demişler. İşte bu ayrım çok önemli. Allah kelamı ayrı kul kelamı ayrı. Örneğin Bedir de konuşlanacak mekan hakkında, Uhud'da savunma savaşı yerine saldırı savaşı yapma kararı hakkında vs.) göre sizler ne hikmetle İskender'in her kelamına "vardır bi hikmeti" diyebiliyorsunuz? Bu bağlamda sizler sahabeleri, iskender de Hz. Muhammed'i solladı. Hala farkında değil misiniz?

Tekrar soruyorum: hanif72 nickli arkadaşım. Senin İskender'in öne sürdüğü fikirler bağlamında ayrık ne gibi fikirlerin var? Yoksa iskender'in sözlerinin tamamına "amenna ve saddekna" mı diyorsun sende? Bağnazlık birilerinin fikirlerine olduğu gibi iman etmek değil de nedir?

Sen aklını ve gönlünü işletenlerden misin? Bunun ispatı nedir? Ortaya koyduğun fikirlerin yüzde kaçı senin kendi üretimin?

Not: Üstteki fikirler şahsıma aittir. “Biz” diyerek bir grup adına konuşmuş değilim. Anlatım/yazım tarzım bu. Bu ve diğer tüm yazılarımda sadece kendi fikirlerimi yansıtıyorum. Tabiki hepsi sonuna kadar eleştiriye açıktır.

 



__________________
Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
Yukarı dön Göster Alperen's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Alperen
 

Sayfa Sonraki >>
  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats