KAYIP DİLLER


Prof. W. F. Albright tarafindan hatırlatılan "İşte burada arkeoloji yine eski bir felsefi söz olan 'natura non facit saltum' "tarihteki bütün zahiri devamsızlık içinde (bile) bir devamlılık mevcuttur" vecizesinin tam aksine tarih kitaplarında mevcut olan "Kayıp Diller" olgusu büyük bir tarihi 'anomali' oluşturmaktadır. Sanskritçe, Grekçe, Latince, Anglo - Cermen dilleri, Farsça, Arapça, İbranice, Türkçe gibi büyük diller ve hatta Arnavutça, Gürcüce ve Ermenice gibi küçük diller makul bir devamlılık gösterirler. Kayıp dillerin sahiplerinden başlıcaları olan Sumerliler, Elamlılar, Medler, İskitler, Hititler (Hattiler), Frigler, Lidyalılar, Truvalılar, Etrüskler ve Aramiler hepsi zamanlarının büyük milletleri olmuşlar, uygarlığın keşif ve yaradılışında rol oynamışlar, sanat ve kültür'de yaptıkları atılımlarla eski Yunan Rönesansının temellerini atmışlardır. Öyleyse niçin bu büyük milletlerin dilleri kayboluyor da bugün yaşayan küçük milletlerin dilleri kaybolmuyor. Mesela koca bir Sumer devleti, milleti ve dili yokoluyor ki bu dil İbrani Tevrat yazarının ifadesi ile "bütün dünyanın tek dili" idi (Genesis - Tekvin 11.1-2 " BÜTÜN DÜNYANIN DİLİ BİRDİ "). Çivi yazılarının ilk başarılı çözümünü yapan kişi olarak bilinen Sir Henry Creswicke Rawlinson Sumer dilinin Turani bir dil olduğunu ileri sürmüştü. Her halukarda mantık gösteriyor ki eğer normal tarihi gelişim ve devamlılık korunacaksa bu eski dillerin asla kaybolmamaları, bunların bugüne kadar yaşamaları ve bizce malum herhangi bir şekil veya diyalekt içinde devam etmeleri gerekiyordu.

Uzmanlara göre 'kayıp diller' genellikle Sami veya Hint - Avrupa dilleri dışında kalan aglutinatif bir dil grubunu oluşturuyorlardı. Bu şartlara uyan birçok kayıp diller arasında olan ve muhtelif yazarlarca 'Asyanik' tabiriyle anılan Sumerce, Elamca, Etrüskçe, Urartuca ve Hurrice gibi dillerin Ural Altay dilleri grubuna bağlanması gerekmekteydi ki bu grubun Avrasyadaki yegane büyük temsilcisi Türkçe'dir. Böylece, yukarıda belirttiğimiz tarihi anomalinin tarih kitaplarından çıkarılmasını istiyorsak, bu kayıp dillerin herhangi bir şekilde veya diyalektte Türkçe ile akrabalıklarının ispatı gerekmekteydi. Biz bu noktadan hareket ederek kayıp dillerin sırrını çözmeyi başarmış, insanlık tarihinin son 5000 yılı boyunca Türk dilinin global yayılışı ve gelişimini tesbit etmiş bulunuyoruz.

Çatalhöyük'te Arkeolog James Mellaart tarafından keşfedilen M.Ö 6300 yılına ait Anadolu kültürünün bir Türk kültürü olduğu gösterilebilir. Prof. Mellaart'ın bulduğu iki pars rolifeyi (kitabın arka kapağı - soldaki resim; foto: Mrs. Mellaart) ile temsil edilen Ana - Tanrıçayı 6000 yıl sonra İtalya'da Etrüskler de aynen tanıyorlardı (ön kapak - sağdaki resim; foto: Editions d'art Albert Skira) ki Etrüsklerin bir Türk diyalekti ile konuştukları kitabımızda ortaya çıkarılmıştır. Ve bu 8300 yıl önceki Anadolu kültürü bir gün içinde varolmadığına göre kültür tarihi bakımından eserimizin ikinci adını "Türklerin On Bin Yılı" olarak ifade ettik. Hakiki yani yazılı Türk tarihi ise çağımızdan 5000 yıl öncesine yazının Sumerliler tarafından icadına uzanmaktadır ki Sumer dilinin de bir Türk diyalekti olduğunu göstermiş bulunuyoruz. Çok muhtemeldir ki, Sumer dili daha sonra Farsçadan ve bilhassa Arapçadan bol miktarda alıntı yaparak zamanla dil bilginlerince Akadca, Asurice, Babilce, ve Aramca ismi verilen ve Sami dil grubuna sokulan sofistike bir 'yazı dili' veya dilleri haline dönüşmüştür ki bu dilleri Osmanlı Türkçesi ile kıyaslamak mümkündür.

Ayrıca İskitçe, Frigce, Truvalıların, Likyalıların dilleri, Hitit - Hattice ve Hurrice, Urartuca, ve Macarca - Fince ve Çuvaşcanın atası saydığımız Pelasg (Ogur) dili ve Hazreti İbrahim'in dili ve de Perslerin resmi dili olan Aramca ve yine Perslerin diğer resmi dili olan Elamca ve Partça dahil birçok kayıp dillerin çivi yazısı veya Arami (Fenike) alfabesiyle yazılmış eski yazıtların ve / veya bu milletlerin krallarının ve asillerinin adlarının ve bazı coğrafi terimlerinin normal Arami - Fenike fonetiği kullanmak suretiyle tercüme edilerek, esasta Türkçe oldukları ispat edilmiş böylece Yunan ve Roma'nın temellerini kuranların Türk uygarlıkları olduğu ortaya çıkarılmıştır. Aynı metotla Türkçe - konuşan milletlerin eski Çin ve Mısır uygarlıklarında büyük roller oynadıkları; Orta Asya'da ise az miktarda yazıtların incelenmesine rağmen Saka - Yüeçilerin, Sogd'ların, Eftalitlerin Türkçe konuştukları saptanmıştır.

Bu uzun tarih devresinde Türk dilleri ana yapılarını oldukça iyi korumuşlardır. En uç Türk dilleri olarak gördüğümüz Macarca ve Fince bile büyük miktarda yabancı kelimeler alarak lügatlerini şişirmelerine rağmen Türkçe olan gramer yapılarını korumuşlardır.

VIII. asır Göktürk yazıtlarının yeniden tefsiri ile o zamanki Orta Asya'da İpek Yolu üzerinde kökü eskilere dayanan yeni bir Budist Türk Devletinin varlığı keşfedilmiştir.

XIII. yüzyıl 'Moğol' dilinin ve bugünkü 'Çuvaş' dilinin müstakil birer Ural Altay dilleri olmayıp, karakterleri, yapıları, ve kelime hazineleri bakımından Türkçe birer dil oldukları gösterilmiştir. Büyük bir Türk dünyası içinde seyahat eden Marco Polo'nun bazı Türkçe kelime ve tabirleri ilk defa bu kitapta ortaya çıkarılmıştır.

Yakın zamanlarda Orta Asya'nın İsik Gölü civarında altın elbiseli bir Türk beyine ait kurganda keşfedilen bir gümüş kasenin üzerinde bulunan ve Göktürkçeye benzer bir alfabeyle yazılmış M.Ö. 5. asra ait iki satırlık bir yazıt yeniden tercüme edilmiş ve bu suretle eski Türk mezarlarında başka bir dünyaya göç eden bir beye refakat eden yakınlarının 'gönüllü' olarak ona katıldıkları tesbit edilmiştir.

Eser dört kısımdır. I.kısım (bölüm 1 - 6), son 1400 yılın Türk dillerini ve uygarlıklarını kısaca incelemekte, bir anlamda yeniden keşfetmektedir. II. kısım (bölüm 7 - 29), asıl mevzu olan 'Kayıp Dillerin Çözümü' ile ilgilidir. III. kısım ( Bölüm 30 - 32) eski Türk diyalektlerinin Hint - Avrupa ve ve Sami dilleri dahil diğer bazı dillere tesirlerini incelemektedir. Bu arada eski Yunancanın başlangıçta kuvvetli bir ihtimalle Yunanistan'ın eski otokton halkı olan Pelasgların konuştuğu Ogur Türkçesi üzerine inşa edildiği, Greklerin tanrı ve tanrıçalarının adlarının ekserisinin Türkçe ile izah edilebileceği gösterilmiştir. IV. kısım da (bölüm 33) birçok coğrafi isimlerin deşifre ve tercümesine hasredilmiştir. Eser bir sonuç yazısıyla tamamlanmaktaduır.

Eserden şu önemli sonuçlar da çıkarılabilir.

1. Kürtler ve Ermeniler tarafından ilk konuşulan dil farzedilen Yafes dili aslında bir Türk dilidir. Yafes, Sam ve babaları Hazreti Nuh birer Sumerlidir yani Türktür.

2. İlyada, Şehname ve Roma şairi Virjil tarafından yazılmış olan Aeneid adlı destanların ilk önce Türk dili ile yazılmış veya söylenmiş olmaları pek muhtemeldir. Truva ve İran - Turan savaşları büyük bir ihtimalle aynı milletin (Türkler'in) iki unsuru arasında geçen iç savaşlardır.

3. İlk Girit uygarlıklarını çok muhtemelen Türkçe - konuşan uygarlıklar yaratmıştır.

4. Sumer Türkçesinde bulduğumuz alıntı kelimeler gösteriyor ki Indo-Avrupa dili olan Farsça ve Sami dili Arapça da Sumerlilerin eski dünyasında mevcut idi.

5. Arapça ve Latince dahil bütün eski alfabeler Arami - Fenike alfabesinden türemişlerdir. Göktürk alfabesi, bilhassa ince ve kalın ünlü ve ünsüz fonemleri belirleyen kendine özgün harfler eklemek suretiyle bu alfabeler arasında en mükemmeli olarak ortaya çıkar.

Bu bilimsel çalışma ile ortaya çıkan yeni, daha doğrusu asıl Türk kimliği, onu içine sindiren her Türk vatandaşının bugünkü ve yarınki yaşam tarzını düzenleyecek, Atatürk’ün hedeflediği çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkmamızda en büyük rolü oynayacaktır.

         Sizden Gelenler Sayfasına Dön!