HADİSLERİN (SÜNNETİN) İNCELENMESİ
HADİSLERİN SAYISAL ÇOKLUĞU
HADİSLER DİNİN KAYNAĞI OLSAYDI DİNİMİZ EKSİK
OLURDU
PEYGAMBERİMİZİN YAZILMASINI YASAKLADIĞI
HADİSLER NASIL KİTAPLARA DÖNÜŞTÜ?
SAHABENİN HATASIZLIĞININ İLANININ HADİS NAKLİNDEKİ
ZARARLARI
MANA İLE HADİS NAKLİNİN GETİRDİKLERİ
HADİS NAKİL ZİNCİRLERİ
BU FİKİRLERİ İLK BİZ SÖYLEMİYORUZ
ESBABI NUZUL HADİSLERİ
SALMAN RÜŞDÜNÜN ŞEYTAN AYETLERİ KİTABI ASLINDA ŞEYTAN
HADİSLERİDİR
PİYASADAKİ KURAN TEFSİRLERİ
KURANDAN SONRA HANGİ HADİSE İMAN EDİYORLAR?
DOĞRU HADİSLERİ NE YAPACAĞIZ?
AMACIMIZ ÇORBAYI DEĞİL, ZEHİRİ İÇİRTMEMEK
HADİSLERİN (SÜNNETİN) İNCELENMESİ
Kitabın ikinci bölümünde Kuran'ın dini kaynak olarak yeterli olduğunu, Kuran'ın dışında başka bir kaynağa ihtiyaç olmadığını gördük. Bu bölümde hadislerin toplanışı, Peygamberimiz'in hadisleri yazdırmadığı gibi konuları irdeleyerek, Kuran dışında dinin ikinci kaynağı neden olamayacağını bir kez daha göreceğiz. Peygamber'e iftira olarak nakledilen hadislerin Kuran'la, mantıkla ve kendi içlerindeki çelişkisini ise 6.,7., 8. bölümlerde görerek sonuca bakıp, Kuran dışında başka kaynak aramanın felaketine şahitlik edeceğiz.
Hadis kelimesinin sözlükte söz, haber manalarına geldiğini görüyoruz. Sünnet ise "izlenen yol, alışılmış yol, adet manasına gelir. Halk arasında yaygın olarak kullanımına göre Peygamber'in söylediği iddia edilen sözlere "hadis, Peygamber'in davranış biçimleri, hareket tarzları olduğu iddia edilen davranışlara ise "sünnet denir. Kuran'daki hadis kelimesinin kullanım tarzını da bu bölümde göreceğiz.(Sünnet kavramı ve kelimesinin kullanımı için 16. Bölüme bakın.) Davranış biçimleri sözlerle açıklandığı, aktarıldığı için hadis ve sünnet terimlerinin birbirlerinin yerine kullanıldığını her hadis ve sünneti inceleyen kitapta görebiliriz. örneğin Lübnan üniversitesi'nden Dr. Subhi es Salih kitabının girişinde bunu şöyle açıklamaktadır: Hadisçilerce hadis ve sünnetin, biri diğerinin yerinde kullanılan iki kelime olduğu kabul edilmiştir. Hadis ve sünnet ifadelerinden, bir sözün, bir hareketin, bir takrinin veya bir sıfatın Peygamberimiz'e izafesi anlaşılmaktadır. Bu yüzden kitabımızda hadis veya sünnet dediğimiz zaman bu ikisini birbirinin yerine düşünebilirsiniz.
Hadisleri incelemeye Peygamberimiz'in dönemine giderek ve sonra yavaş yavaş kendi dönemimize gelerek başlayalım. Peygamberimiz'in hadis yazımına izin vermediğini, kendi sözlerinin yazımını yasakladığını hadisçiler bile kabul etmektedir. En doğru kabul edilen iki hadis kitabından biri olan Müslim'de ve Hanbeli mezhebinin kurucusu İbni Hanbel'in Müsned'inde şu hadisi rivayet ederek Peygamber'in kendi sözlerinin yazımını yasakladığını kabul ederler. "Benden Kuran dışında hiçbir şey yazmayın. Kim benden Kuran dışında bir şey yazmışsa imha etsin. (Müslim, Sahihi Müslim Kitabı Zühd, Hanbel, Müsned 3/12, 21, 33) Darimi'deki hadis ise şöyledir: "Sahabe Allah'ın elçisinden sözlerini yazmak için izin istediler. Ancak onlara izin verilmedi.(Darimi, esSünen) El Hatib'teki hadis şöyledir: "Biz hadis yazarken Hz. Peygamber yanımıza geldi ve yazdığınız şey nedir? dedi. Senden işittiğimiz hadisler (sözler) dedik. Hz. Peygamber Allah'ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah'ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar. (El Hatib, Takyid, sayfa 33) Tirmizi'den de bunu öğrenebiliriz: "Allah elçisinden sözlerini yazmak için izin istedik, bize izin vermedi. (Tirmizi, esSünen, K. İlm, sayfa 11)
Hadisleri inceleyen kitaplarda olsun, hadisin dinin kaynağı olduğunu iddia eden kitaplarda olsun Peygamber'in kendi sözlerinin yazımını yasakladığı kabul edilir ve bunun hadislerle Kuran'ın karışmaması için olduğu söylenir. Oysa gelenekçi İslam'ı savunanlara göre hadislerden de aynı Kuran gibi hüküm çıkartılmalıdır. Yani hadisler de Kuran gibi dinin kaynağıdır. Peki dinin kaynaklarından biri de hadis ise Peygamber nasıl olur da hadis yazımını yasaklar, insanların dini eksik öğrenmelerini, sözlerine yalan katılmasını, sözlerinin bir kısmının unutulmasını göze alır? Kuran'da kalemle yazı yazmaya dikkat çekilir; vasiyetin, borcun yazılması söylenir.
Eğer hadisler dinin kaynağı ise vasiyetler ve borç bile yazılırken, Peygamberin dinin kaynağının yazılmasını engellemesi hiç mümkün müdür? Eğer Peygamber dinin bir kaynağının kayda geçmiş olmasını engellemişse, dinin tam ve eksiksiz bir şekilde öğrenilmesini engellemiş olmaz mı? İleride göreceğimiz gibi birçok hadis uydurulmuştur. Eğer ki hadisler dinin kaynağı olsaydı, Peygamber onları yazdıracaktı ve şu anda olduğu gibi hadislerin içine onbinlerce yalan karışmamış olacaktı. Oysa Kuran ayetlerinden anladığımız gibi Kuran yeterlidir. Bunu da en iyi anlayan şüphesiz Peygamber'imiz Hz. Muhammed'dir. Görüldüğü gibi Peygamber'in sünneti (davranış tarzı) hadislerin Kurana ilaveler yapan kitaplar olarak yazılması değil, hiç yazılmamasıdır. Peygamber hadis yazdırmamakla kalmamış, üstelik bunu yasaklamıştır. Yani hadis yazmak Peygamber'in tavrı olmadığı gibi üstelik bir yasağıdır. Basiret sahibi Peygamber'imiz insanların detaysever, Peygamber'leri ilahlaştırıcı, mezheplere bölünmeye müsait karakterlerini bildiğinden, bunlara yol açacak hadis yazımını yasaklamıştır. Bugün gelinen nokta Peygamberimiz'in basiretini bir kez daha takdir etmemizi gerektirmektedir. Sırf Peygamber'in hadis yazımını yasaklaması bile anlamaya niyeti olanlar için yeterlidir.
Ahmed Emin, hadis uydurmacılığının tablosunu gösteren şu zeki tespiti yapar: lginçtir ki eğer hadisleri açıklayıcı bir şekilde ele alacak olsak piramit biçiminde olduğunu görürüz. Piramidin tepesi Allah'ın elçisinin dönemi olup aşağıya indikçe piramidin eni artmaktadır. Piramidin temeline vardığımızda Peygamber döneminden ne kadar geniş olduğunu farkederiz. Halbuki makul olan tersidir. Çünkü Peygamberin yanında olanlar hadisleri (Peygamber'in söylediklerini) en çok bilenlerdi. Sonra onların ölümüyle hadisleri bilenlerin sayısı azalacak ve bu şekilde üstteki piramit ters şekilde gelişecekti. Ama bizler Emevi dönemindeki hadislerin bu dönemdekilerden daha kabarık olduğunu görüyoruz. (Ahmed Emin, Duhaul İslam) Bazı hadis bilginlerinin iddiasına göre 2 milyon hadis vardır. En doğru hadis kitabı olarak gösterilen Buhari'nin kitabındaki hadisleri 600 bin hadis arasından, Müslim'in ise 300 bin hadis arasından seçtikleri söylenir. Ebu Davut kitabındaki hadisleri 500 bin hadisten, mezhep kurucusu olan Malik Muvatta'sını 100 bin hadisten, İbni Hanbel ise Müsned'ini 750 bin hadisten seçtiği söylenir. Peygamberimiz'in aşağı yukarı 23 yıl Peygamberlik yaptığını düşünürsek: 23x365=8395 gün Peygamberlik yapmış olur. Toplam 2 milyon hadis olduğu söylendiğinde Peygamberimiz'in Peygamberlik yaptığı her gün başına 200'den fazla hadis düşer. Herhangi bir kişiye bir yıl önce en çok beraber vakit geçirdiği kişinin; babasının, çocuğunun, karısının veya kocasının hadislerini (sözlerini) ve yaptıklarını yazmasını söyleyelim. Aradan bir yıl geçmesine rağmen yazılan adetleri gördüğümüzde, Peygamberimiz'in vefatından iki yüz yıl sonra, gün başına iki yüz adet rivayet edilen sözlerin toplam sayısından bile bunların içinde ne kadar çok yalan olduğunu anlayabiliriz. Tüm bu hadis kitabı yazarlarının tüm bu hadisleri ezbere bildikleri ve kendilerince en doğru gördükleri hadisleri seçtikleri söylenir. Hadisçilerin kaç hadis bildiklerini söyleyebilmeleri için tüm hadisleri bir yere yazıp saymaları gerekirdi, yoksa kimse ezbere 600 bin hadis bildiğini iddia edemez. Türkçe konuşan bir topluluğa kaç tane kelimeyle Türkçe konuştuklarını soralım, aşağı yukarı kimsenin tam cevap veremediğini görürüz. Sayı 600 bin gibi rakamlara tırmandığında insanın ezberindekini sayması ise imkansızlaşır.
HADİSLER DİNİN KAYNAĞI OLSAYDI DİNİMİZ EKSİK OLURDU
Zaten bunun doğru olduğunu düşünürsek durum daha da korkunçtur. Müslim sahih olan, yani kesin doğru olduğu kanaatine vardığı her hadisi kitabına almadığını söyler (Müslim, 1. cilt, sayfa 28). Müslim'in mantığına göre hadisler dinin kaynağıdır, fakat kendisi her doğru bildiği hadisi kitabına almaz. Yani bu mantığa göre dinimiz eksik olur. Müslim'in atladığı bir hadisi, başka birinin atlamadığının garantisi olmadığına göre, gelenekçi mantık kendi kendini eksik ilan eden bu izahı kaynaklarında taşımaktadır. Hadisler dinin kaynağıdır diyen Buhari 600 bin hadis bilip 60007000 tanesini yani %1'ini kitabında yazmıştır. Geriye kalan % 99'u ise bunlara ihtiyacımız olmadığına veya bunların güvenilir olmadıklarına kanaat getirip kitabına almamıştır. Eğer hadisler dinin kaynağı olsalardı biz tamamen Buhari'nin insafına ve seçme yeteneğine kalmış olacaktık. Eğer hadisler gerekli olsaydı, %99'luk kesimde, gerekli olan hadisin olmaması imkansız olduğuna göre, hadisleri dinin kaynağı kabul eden zihniyete bakarsak dinimiz geri dönülemeyecek ve düzeltilemeyecek şekilde eksik olurdu. Buhari öldüğüne ve bize ulaştırmadığı, yazmadığı %99'luk kesimi bildiği iddiasında bulunan kimse olmadığına göre biz eksik bir dinin üyeleri olmuş olurduk.
Buhari'nin 600.000 hadis bildiği iddiasını ele alalım. Buhari'nin hayatında hiçbir iş yapmadığını, hiç uyumadığını ve her hadisin doğruluğunu, nakil zincirinin sağlamlığını anlamak için her hadise 2 saat ayırdığını düşünelim. Sırf bu süre 130 yıldan fazladır. Oysa bazen bir hadisin, bir zincirinin, bir halkasının sağlamlığını anlamak için günlerce seyahat edildiği iddiasını düşünürsek, Buhari'nin bildiği tüm hadislerin doğruluğunu test etmesi binlerce yıla bile sığmazdı. Kısacası Buhari'nin ve diğer hadisçilerin bildikleri tüm hadislerin sağlamlığını test edip, içinden en sağlamlarını seçtikleri iddiası akıl dışıdır.
Kuran başı sonu belli bir kaynaktır. Oysa hadiste insanlar: "Bir tane duydum, "Bir tane de şu var diyerek hadisleri çoğaltmışlardır. Hadislerin içine çok uydurma girmesinin en büyük sebeplerinden biri hadislerin başı ve sonu belirsiz bir kaynak oluşudur. Allah'a şükür ki Allah bizi Kuran dışında başka kaynağa muhtaç kılmadı. Biz de Allah'ın bu lütfu sayesinde eksiksiz, tastamam bir dinin üyeleriyiz. Farkında olarak veya olmayarak bizi eksik, belirsiz ve çelişkili bir dine mensupmuşuz gibi gösterenlerin, Peygamber'e fatura ederek Kuran'ın önüne koyduğu bu uydurmalarla dolu hadisleri atalım ki, Kuran tek başına ortaya çıksın ve çelişkisiz, tastamam dinimizin biricik kaynağı olarak bizi aydınlatsın.
PEYGAMBERİMİZİN YAZILMASINI YASAKLADIĞI HADİSLER NASIL KİTAPLARA DÖNÜŞTÜ?
Peygamberimiz'in hadis yazımını yasaklama şeklindeki tavrı, Peygamberimiz'in vefatından sonra dört halife döneminde; yani Hz. Ebubekir, Hz. ömer, Hz. Osman, Hz. Ali döneminde de devam etti. Bu 4 halifenin hadis yazma girişimlerini nasıl durdurduklarını, yazılan hadisleri nasıl yaktıklarını kitabımızın 11. Bölümünde ayrıntılarıyla göreceğiz. Peygamber döneminde olan olaylara şahit olanların bunları anlatması, Peygamber'le sohbet edenlerin bu sohbetlerdeki konuşmaları birbirlerine aktarmaları doğal, sıradan bir olay gibi görülebilir. Oysa sahabelerin, Peygamber'den bir şey duyduğunu iddia edene şahitlerini sormaları ve tüm bu sohbetlerin yazımını yasaklamaları, Peygamber'deki basiretin, kendisinden sonra da devam ettirildiğini, ileri görüş ile hadislerin dini nasıl dejenere edebileceğini ve yüzeysel bir bakışla doğal olarak algılanabilecek bir davranışın, aslında ileride nasıl bir felakete yol açacağını gördüklerini gösterir. çünkü dört halife döneminde de hadis yazımı yasaktı. Yani dört halife, doğruluğunu kendilerinin bildikleri bir çok Peygamber sözünün yazımına Peygamberin vefatından hemen sonra bu sözler zihinlerde henüz tazeyken izin vermediler. İzin verildiğini iddia eden olursa "Hani, bu dönemde yazılı olan kitap nerede? diye sorun, hiçbir şey gösteremediklerini göreceksiniz.
Harevi şöyle der: "Ne sahabe (Peygamber'i görenler) ne de tabiyun (Peygamberi görmeyen ama sahabe görenler) hadisleri yazmıyorlardı. Ama söz olarak aktarıyorlardı. Basit yazılı bir kaç metnin dışında bunun bir istisnası yoktur. İlmin kaybolup, ulemanın ölüp gitmesinden korkulunca, ömer bin Abdülaziz, Ebu Bekr el Hazm'a bir mektupla hadisleri araştırıp, yazmasını emretti. Yeni halife Yezid bin Abdülmelik ise ömer bin Abdülaziz ölünce Ebu Bekr el Hazm'ı ve onunla çalışanları bu görevden aldı. Sonra Halife Hişam, ez Zuhri hadislerini ilk toplayan kişi olarak kabul edilir. Mahmud Ebu Reyye tüm bu gelişmeleri ayrıntılarıyla anlatırken baskı ortamına da değinir: "Hadislerin toplanmasıyla emrolunan tabiyun bunu ancak baskı altında kabul etmişlerdir. Zira yaşanan tarz ve Sahabe'nin hadisleri toplamaması, onları böyle bir şeye girişme hususunda oldukça sıkıntıya sokuyordu. Ez Zuhri'nin şu sözü nakil edilmiştir: Biz hadisi yazmaktan hoşlanmıyorduk. Ne var ki o yöneticiler bizi buna zorladılar. (Mahmut Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması)
Oysa gelenekçi İslam'ın hadisçileri, Emevi Dönemi'ni bile düzenli bir tasnif dönemi olarak kabul etmezler. Varolan yazmalarda hadis, fıkıh, şiir, haber gibi farklı farklı konular, doğruluk derecesi irdelenmeden karışık bir şekilde yazılmıştır. Gazali (Peygamber'den sonraki ikinci kuşağın) hadis yazımını kötü gördüğünü ve kendileri gibi sonrakilerin de ancak hadisleri ezberlemelerini söylediklerini nakleder. (Gazali, hyayı Ulumiddin, 1. cilt, sayfa 79) Hadislerin ayrı ayrı ele alınıp bu konuda müstakil eserlerin verildiği ilk dönem Abbasiler dönemidir. Hicri ikinci asrın sonlarında elimize geçen bu tarzdaki tek çalışma Maliki mezhebinin kurucusu Malik'in Muvatta'sıdır. (İbni Ferhun, ed dibae el Muzehheb kitabı sayfa 25'te Malik'in Muvatta'da onbine yakın hadis topladığını, bu hadisleri gözden geçirip her sene içinden ayıkladığını, sonunda çok az kaldığını, biraz daha yaşasa hepsini atabileceğini anlatır.) Hemen ardından Hanbeli mezhebinin kurucusu İbni Hanbel'in Müsned'i gelir. Hicri 241 yılında vefat eden Hanbel'in kitabında da, Muvatta'da da sahih, zayıf ayırımları yapılmadan, o günlerde sürüklenen rivayet selinin içindeki her şeyin, ciddi bir ayırım gözetilmeden kitaplarına girdiğini görüyoruz.
Buhari'den önce hadisleri doğruluk derecelerine göre ayırma çabası dahi olmamıştır. Sahih ve zayıf şeklindeki hadis ayırım çabası Buhari ile başlar. Hadislerin incelenmesi sonucu bu çabanın gerekli sonucu vermeye yetmediğini görüyoruz. Meşhur hadisçilerden Buhari hicri 256'da, Müslim hicri 261'de, Tirmizi hicri 279'da, Ebu Davud hicri 275'de, Nesei hicri 303 yılında, İbni Mace hicri 273'de vefat etmişlerdir. Şiilerin hadis kitapları ise farklıdır ve Sunniler de, Şiiler de birbirlerinin hadis kitaplarını geçerli kabul etmezler. Şiilerin hadis kitaplarının oluşumu daha da ileri tarihlere rastlar. Meşhur Şii hadisçilerinden Kulani hicri 329'da, Babuvay hicri 381'de, Cafer Muhammed Tusi hicri 411'de, El Murtaza hicri 436'da vefat etmiştir. örneğin Osmanlı padişahı 2. Mahmut'un söylediği iddia edilen bir söz, hiçbir tarih kitabında kaydedilmemiş olsaydı ve sırf kulaktan kulağa iletilme yoluyla günümüze gelseydi, bu söze ne kadar güvenebilirdik? üstelik bu sözün sadece bir kişiden, o bir kişinin başka birinden, onun da birinden... şeklinde 2. Mahmut'a kadar tek bir zincirle bize ulaştırıldığı söylenseydi bu söze kim inanırdı? Oysa 1839'da vefat eden 2. Mahmut'tan günümüze kadar geçen süre, Peygamberimiz'in vefatıyla meşhur hadis kitaplarının ilk yazılanı arasında geçen süreden çok daha azdır. Kimi meşhur hadis kitaplarının yazıldığı zaman ile Peygamberimiz'in vefatı arasında geçen süre ise bu sürenin 2 katından da fazladır. 5. Bölümde göreceğimiz birçok sebepten dolayı en meşhur hadisçiler kitaplarını yazdıklarında, onbinlerce hadis ayıklanamayacak tarzda uydurulmuş bulunuyordu. Bu hadis kitaplarının Kuran, mantık ve diğer hadislerle çelişen birçok hadis içermeleri ve hem yöntemleri, hem naklettikleri hadislerle kendi aralarında da çelişmeleri, Kuran dışında başka kaynak aramanın felaketini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Daha evvel bahsettiğimiz piramid bu kitaplar yazıya geçtiğinde uydurmalar ile şişmişti. Bu hadisçiler ise, Peygamber'in ve 4 Halifenin yolunu izleyip onlar gibi hadis yazımına karşı çıkacaklarına; İslam alemine büyük zarar veren, Peygamber'in uygulamasına aykırıyken sözde Peygamber sevgisi kılığında, yalan yanlış birçok sözü hadis diye yazdılar. Unutmayalım ki Hz. İsa'yı ilahlaştıran Hıristiyanların da mazeretleri Hz. İsa'ya sevgileridir. Fakat mazeretleri aynı bizim hadisçilerin mazeretleri gibi kabahatlerini örtmeye yetmez.
SAHABENİN HATASIZLIĞININ İLANININ HADİS NAKLİNDEKİ ZARARLARI
Sahabe kelimesi; Peygamberimiz'le hiç konuşmasa bile uzaktan dahi olsa Müslüman olarak Peygamberimiz'i gören herkes için kullanılır. Buhari'nin yaptığı bu tanım genel kabul görmüştür. Meşhur hadis kitaplarında, cerh ve tadil adı altında hadis duyulan kişilerin doğru sözlülüğü, hafızası, inancı sorgulanır. Oysa Hicri 3. asra kadar ben şundan, şu bundan, bu ondan duydu diye yapılan nakillerdeki, aradaki tüm bu, şu ve o'ların binlercesinin dürüstlüğü, hafızası ve diğer özelliklerinin sınanmasına kimsenin ömrü yetmez. Ebu Şame bu hususta şöyle der: "Hadis nakil edenler hakkındaki görüşler o kadar farklılık kazanmıştır ki, tek bir nakilci bazılarına göre müminlerin emiri, bazılarına göre ise insanların en yalancısı olarak nitelenebilmiştir. örneğin İkrime, Buhari ve meşhur birçok hadisçiye göre çok muteber bir nakilci iken, Müslim'e göre yalancıdır. Bunun örnekleri çoktur. Fakat örnekler içinde kanaatimce en ilginci geleneksel İslam'ın en meşhur hadis kitabının yazarı Buhari'nin, geleneksel İslam'ın en büyük mezhebinin başı Ebu Hanife'yi gayrisika yani güvenilmez ilan edip, ondan tek bir hadis dahi nakletmemesidir. En ünlü hadisçiye göre en ünlü mezhebin kurucusu güvenilmezdir, fakat geleneksel İslam'ın taklitçi zihniyetine göre bunlar en güvenilir, en mübarek iki kişidir. Cerh ve tadildeki, yani hadis rivayet edenlerin güvenilirliği hakkındaki tartışmalarda çelişkili izahlar en az hadislerdeki çelişkiler kadar çoktur. Bunların çoğunun gereksiz ve sıkıcı olmasından dolayı detaylara daha fazla girmiyoruz.
Yazının başına dönersek, tüm bu hadisler önce nakil zincirlerinin sonunda sahabeye atfedilir, daha sonra Peygamber'den duyulduğu söylenir. Sahabelerden sonraki kişiler, bir sonuç alınamasa dahi, hiç olmazsa tartışma konusu olmuşlardır. Oysa sahabe isimleri geçince sahabeden duyulan söz, sahabe olduğu söylenen kişinin kim olduğuna bakılmadan doğru kabul edilir. Kuran'ın hiçbir yerinde Peygamber'i her görene güvenileceğine dair bir izah yoktur. Bilakis Peygamberimizin etrafındaki "Müslümanım diyenlerin bir çoğu Kuran'da eleştirilir. Münafıkların, Müslümanların arasına girdiği de Kuran'da belirtilir. 9 Tevbe Suresi 101. ayette Peygamber'in dönemindeki ikiyüzlülerin hepsini Peygamber'in bile bilmediği söylenir. Peki Peygamber'in bile bilmediği ikiyüzlüleri (münafıkları) hadis imamları nasıl bilmişlerdir? Hadis nakil ettikleri kişilerin bu bahsedilen münafıklardan biri olmadığını nasıl iddia edeceklerdir? Yoksa Kuran'da, Peygamber'in hayattayken bilemediği söylenilen kişileri, bu mezhep imamları, bu kişiler öldükten 200 yıl sonra mı bilebiliyorlar? Peygamberin vefatından sonra sahabelerin bir kısmının diğerleriyle savaşı, birbirlerini kafirlikle ithamları da her sahabe olduğunu söyleyene güvenilemeyeceğini gösterir. Oysa sahabeyi tartışmasız doğru kabul eden zihniyet, sahabeyle aralarındaki zincirlerde bir çok yanlış değerlendirme yaptıkları gibi, sahabeyi toptan doğru kabul edip yine hata yapmışlardır. G.H.A. Juynboll'un dikkat çektiği gibi, eğer tüm sahabenin güvenilir olduğu iddiasının yanlışlığı kanıtlanırsa, bütün hadis mantığı çökecektir.12. Bölümde bazı hadis uydurucularını incelerken bu konuyu teferruatlıca göreceğiz.
MANA İLE HADİS NAKLİNİN GETİRDİKLERİ
Hadislerin ne kadar güvenilir olduğunu anlamak için günümüzde ana okulunda oynanan bir oyunu bir de biz deneyelim. On, yirmi kelimelik bir hadisi alalım ve yedi, sekiz kişinin bu hadisi kulaktan kulağa söylemesini sağlayalım. Acaba bu hadisler ne kadar doğru olarak iletilecektir? Hadis naklinde ise bu hadislerin hem metin, hem nakil zincirleriyle ezberlenip, yüzlerce yıllık süreçte dağ,tepe,çöl arasında, kulaktan kulağa seyahat ettiğini unutmayalım. Daha evvel saydığımız hadislerin kasıtlı uydurulma sebeplerini, hadis nakil zinciri olmayan hadislere nakil zincirlerinin uydurulduğunu yok saysaydık tüm hadis zincirlerinin doğru, tüm hadis nakilcilerinin iyi niyetli olduğunu varsaysaydık bile hadisler güvenilir olmazdı.
Hadisler konusunda yeterli bilgiye sahip olmayan halktan büyük bir kesim, hadislerin Peygamberin ağzından çıktığı şekilde kelimesi kelimesine bize ulaştırıldığını zannederler. Hadislerin içinde doğruyla yalanın karışmış olması bir yana, hadislerin Peygamberimiz'in ağzından çıktığı şekliyle bize ulaştırıldığını hadisçiler bile iddia etmez. Buhari başta olmak üzere birçok hadisçi, hadisin manasının muhafaza edilmesinin yeterli olduğunu, asıl metinin ezberlenmesinin şart olmadığını kabul etmişlerdir. Bu ise hadislerin içine birçok kimsenin kendi görüşünü sokması, tam anlayamadığı halde anlayamadığını anlamayanların, hadis metnini bozup manayı da bozmaları gibi sonuçlar doğurmuştur. Her nakilci, hadisin metnini akılda tutabilecek güçte bir hafızaya sahip olmadığından da aklında kalanı nakletmiş, bu da dilden dile anlam kaymalarına sebebiyet vermiştir. Tüm bu sakıncalara rağmen Buhari, en büyük iki Sunni mezhep olan Hanefi ve Şafii mezheplerinin başları Ebu Hanife ve Şafii de mana ile rivayeti yeterli görmüşlerdir.
Peygamberimiz'in en geniş topluluğa konuştuğu anın Veda Hutbesi olduğunu ve burada yüz binden fazla kişi olduğunu tüm hadisçiler kabul eder. Yüz binden fazla kişinin şahit olduğu bu hutbenin ayrı ayrı metinlerde, nasıl farklı farklı olduğunu görmemiz, mana ile hadis naklinin; hadis uydurmacılığının, en sağlam hadis olması beklenen veda hutbesinde bile nasıl tahrifat yaptığını gösterir.
Mana ile hadis nakli olabilir denilince, hadisin başını sonunu duymamak da önemli mana kaymaları yapmıştır. Ebu Hureyre'den "Uğursuzluk üç şeyde olur: Ev, kadın ve at diye Peygamber'e hadis nispet ettiğini duyan Hz. Aişe: "Allah'a yemin ederim ki Allah'ın elçisi bunu asla söylememiştir. O ancak şunu söylemiştir. Cahiliye ehli şöyle derlerdi: Uğursuzluk şu üç şeyde olur; ev, kadın ve at. Görüldüğü gibi Hz. Aişe'ye nispet edilen ve Ebu Hureyre'ye yapılan bu itiraz; mana ile hadis rivayeti mümkündür deyip başını, sonunu, durum ve şartları nakletmeden yapılan hadislerin yol açtığı felaketlere bir örnektir.
Saydığımız tüm bu koşullardan dolayı hadisçilerin benzer ölçülerle hadis toplayanları bile bir çok hadiste ihtilaf etmişlerdir. Buhari'nin birçok hadisi Müslim'e göre yanlış, Müslim'in birçok hadisi de Buhari'ye göre yanlıştır. Hele dört mezhebin kurucuları Ebu Hanife, Şafi, Malik ve Hanbel'in hadislere bakışı ve değerlendirişinde sahih, zayıf, hasen tipi ayrımlar da yoktur. Dört imam kendi akıllarına yatan hadisleri, Kütübi Sitte'yi (6 meşhur hadis kitabı) yazan hadis imamlarının ölçülerine rivayet etmeksizin mezheplerini kurmuşlardır. Bunlardan en büyük mezhebin kurucusu Ebu Hanife, hadis bilgisinin zayıflığı ve hadisi de bir kenara bırakıp kendi görüşünü, reyi ön plana çıkarması yüzünden hadis imamlarınca eleştirilmiş ve Buhari tarafından güvenilmez bir kişi olarak ilan edilmiştir.
Sahabenin hatasız ilan edilerek, sahabelerin hepsinin doğru sözlü olduklarının peşinen kabul edildiğini gördük. Hadis kitaplarının yazımına kadar olan süreçte ne bir sahabe, ne de sahabeyi gören(tabiin) bir kimse yaşıyordu. Peygamber'den bu kitapların yazımına kadar 67 nesil geçmişti ve bir hadis nakledilirken, bu hadisi nakleden bu 67 kişiyle naklederdi.(Bu yöntem Buhari ile sistemli bir şekilde başladı ve hadisler, hadisin kimden geldiği hiç bilinmeden nakledildi. Buhari'nin hicri 200lü yıllarda yaşadığı düşünülürse Buhari'den önce olmayan bir metoda göre hadislerin nakil zincirlerinin akılda tutulması da hiç mantıklı değildir.) Hadis rivayetini aynı şekilde eleştiren Kasım Ahmed "Hadis ve İslam kitabında şu iki zinciri örnek gösterir:
1 Peygamber'imiz 2 ömer İbni Hattab 3 İbni Vakkas 4 İbni İbrahim et Taimi 5 Yahya İbni Said el Ensari 6 Sufyan 7 Abdullah İbni Zübeyir 8 Buhari
1 Peygamber'imiz 2 Aişe 3 Urvan İbni Zübeyir 4 İbni Shiab 5 Ukail 6 El Baith
7 Yahya İbni Bukheir 8 Buhari
Bu hadisler nakil edildiğinde Peygamber'den sonraki halkadan, sonrakinden
sonraki bile vefat etmişti. Yani hadisçilerin hadis nakil eden şahısların doğru
sözlü olup olmadıklarını tetkik edecekleri şahıslar ölüydü. Bu yüzden mantıksız
bir şekilde, tüm sahabeyi doğru sözlü bile kabul etseniz, sahabeden sonraki nesillerden de bayağı bir kısmı,
hadis kitapları yazıldığında vefat ettiği için, doğru sözlü olup olmadıklarının
kontrolü imkansızdır. Bu yüzden hadis yazarlarının cerh ve tadil ilmi dedikleri
uğraş, mezardakilere uygulanamayacağına göre, tamamen neticesiz bir uğraştır.
Yaşayan kimselerin doğru sözlü olup olmadıklarını anlamak da imkansızdır. çünkü hadis kitaplarının yazıldığı yıllarda Müslümanlar çok geniş bir coğrafyaya dağılmış bulunuyorlardı. Hadis nakil zincirlerinin yaşayan son halkalarının hepsine de deve üstünde ulaşmak mümkün değildir. Ulaşılanların doğru sözlü olduğunun anlaşılması da mümkün değildir. Kısa bir ziyaretle bir insanın doğru sözlü olup olmadığı nasıl anlaşılacaktır? Din gibi kesinlik gerektiren bir olgu nasıl böyle sübjektif kriterlere dayandırılabilir?
Görüldüğü gibi mezhepçi zihniyetin hadis imamı bir süpermendir. öyle bir süpermendir ki; yüzbinlerce hadisi hem de nakledenleriyle ezbere bilir. Bunlar arasından en doğruyu bizim için bulur. Hadis zincirinde hiç görmediği, kendileri daha doğduğunda ölmüş olanlar vardır, ama olsun, hadis imamı onların da doğru sözlü olduğunu bilir. Emrinde helikopteri olan bir kişinin bile ziyaret ede ede bitiremeyeceği kişileri aynı hadis imamı deve üstünde ziyaret eder. Üstelik bir ziyaretle doğru sözlüyü, yalancıyı ayırt eder. Bunlar hadis imamlarının bu kitapları yazmak için sahip oldukları iddia edilen özellikleridir. Bir de manevi üstünlük hikayeleri vardır; ama onları ne siz sorun, ne biz söyleyelim...
BU FİKİRLERİ İLK BİZ SÖYLEMİYORUZ
Ben şundan duydum, şu bundan, bu ondan, o başkasından duydu şeklinde oluşan
zincirdeki herkesin doğru sözlü olduğuna kanaat getiren hadisçi, hadisi, metnine
bakmaksızın sahih(doğru) kabul eder. Bu tip hadislere ahad hadisler, ahad
haberler denmiştir. Buhari ve Müslim diye adlandırılan en doğru hadis kitapları
ve diğer meşhur kütübi sitte kitaplarını, hep bu ahad hadisler oluşturur.
Gelenekçi İslamcı kendi uydurmalarla dolu görüşünü kabul ettirmek için aforoz
silahına sarılır, Buhari ve Müslim'deki tek bir hadisi bile inkar edenin kafir
olacağını ilan eder. Oysa Buhari ve Müslim birbirlerinin birçok hadisini
reddetmişlerdir. Gelenekçiye göre onlar birbirlerine itiraz ederse, alimlerin
ihtilafı rahmet olduğu için iyi olur, biz itiraz edersek kafir oluruz. Şiiler,
Ehli Sünnetin hiçbir hadis kitabını kabul etmezler. Mutezilenin, Haricilerin
hadislerin yazılmasına ve dini kaynak ilan edilmelerine itirazları,
kelamcılardan hadislerin sanı olduğunu söyleyenler, Şafi'nin Kuran dışında
kaynaklara başvurması yüzünden Basra'da girdiği tartışmalar, Murcie fırkasından
gelen tepkilerin hadislerin savunulduğu kitaplarda geçmesi, hadis toplama
döneminde hadisçiliğin gördüğü itirazlara örnektir. Kuran'daki İslam'ı savunup,
hadislerin dinin kaynağı olamayacağını söyleyenlere: "Bunu ilk siz mi akıl
ettiniz? Niye bugüne kadar kimse bunu söylememiş? diye soranlar tarihte
bahsettiğimiz bu vakalardan habersizdirler. Hadisler ilk çıktıklarından beri
dinin kaynağı olamayacaklarına dair itiraza uğramışlardır. Fakat merkezi
otoritenin baskı ve dayatmasıyla karşı fikirler susturulmuştur. Bu fikirleri ne
ilk biz söyledik, ne de bu fikirler yeni türedi. Hadissiz, yalnız Kuran'a dayalı
İslam baştan beri var olan İslam'dır. Bilakis hadisler sonradan türemiş ve din
diye yutturulmuşlardır.
Müslim'i, Buhari'yi adeta gelmiş geçmiş tüm slam alimlerinin kabul ettiği,
Peygamberin ağzından çıkanı hemen kaleme almış kişiler havasında sunanların
birçoğunun, hadislerin mana ile naklinden, bu nakil zincirlerine, hadislerin
yazım yasağından, hadisçilerin birbirlerine itirazlarına, bazı grupların hadise
toptan karşı çıkmalarına kadar birçok konuyu bilmediğini üzülerek gözlemliyoruz.
Bilgilerine rağmen mezhep taassubu ile bunları görmezden gelenlerin olduğu da
tabi ki ayrı bir gerçektir. Allah'a şükür ki Allah bizi bu yalanlarla dolu,
karmaşık, içinden çıkılamayan, zan olan ciltlere muhtaç etmedi ve her açıdan
yeterli olan Kuran'ı indirdi.
Kuran'daki ayetlerin iniş sebeplerini anlatan hadislere esbabı nuzul hadisleri denir. 3. Bölümde gördüğümüz gibi Kuran yeterli, detaylı, açık ve din adına her hükmü kapsayan kitabımızdır. Kuran hiçbir hadise gerek duymaz, hadislerin adını esbabı nuzul hadisleri diye değiştirmemiz hiçbir şeyi değiştirmez. Kuran kendi kendini açıklar. Bir konuyu öğrenmek istediğimizde Kuran'ın o konuyla ilgili tüm ayetlerini karşımıza alıp, o konuyu öğrenmemiz gerekir. İçinde onbinlerce yalan olan hadislerle Kuran'ı şartlanmış şekilde değerlendirmeye kalkmak, Kuran'ın berraklığını, saflığını yalanla, gereksiz olanla karıştırmak demektir. Kuran'ın sesini net duymak için diğer frekanslardan gelen sesleri susturup, kulağımızı yalnızca Kuran'a çevirmek zorundayız.
Onların sana verdiği her örneğe karşın biz sana gerçeği ve en güzel yorumu(ahsena tefsir) veririz.
25 Furkan Suresi 33
Allah en güzel yorumu kendisinin verdiğini söylemektedir. Kuran'da "yorum diye çevirdiğimiz kelimenin Arapça orijinali "tefsirdir. Günümüzde esbabı nuzul (Kuran ayetlerinin iniş sebebi) hadisleri diye anılan hadisler hep tefsir isimli kitapların malzemesi yapılmışlardır. Allah tefsirin en güzelini(ahsena tefsir) kendisinin verdiğini söylemektedir, Allah'ın dini, insanların yazdığı tefsir kitapları olmaksızın tastamamdır.
üstelik esbabı nuzul hadisleri arasında yalan hadislerin oran olarak diğer hadislerden de daha çok olduğu kanaatindeyiz. Bu alanda tefsir kitapları, sahih, zayıf endişesi bile olmadan, hatta srailiyat(eski Musevi hikayeleri) olduğu açıkça belli olan hadislerle doldurulmuştur. Aynı ayetin iniş sebebinin; bir kavle göre şöyledir, diğer kavle göre böyledir, bir başka kavle göreyse... şeklinde birbiriyle alakasız hikayelerle aynı kitaplarda anlatılması bu sahadaki uydurmaların çokluğunu gösterir. Bu konuda uydurmaların çokluğu o kadar barizdir ki kendisi de hadisçi ve bir mezhep imamı olan Müsned'in yazarı İbni Hanbel bile: Esbabı nuzul konusunda tek bir doğru hadis yoktur der.
En önemli sorunların başında akılların mezheplere ipoteklenmesi gelmektedir. Mezheplerdeki uydurmaların ve akıl dışı izahların çokluğunu hatırladığımızda bunun korkunçluğu ortaya çıkar. Mezhepçi yaklaşımla Kuran tefsiri yapanlar, Kuran'ı mezheplerinin doğrultusunda açıklamaya çalışmış ve Kuran'ın metni ile ilgili alakasız açıklamalar getirmişlerdir. Aynı ayetin iniş sebebini birçok farklı biçimde anlatan esbabı nüzul hadisleri, mezhepçi tefsircilerin, Kuran'ı mezheplerine, şahsi fikirlerine uydurmaları için engin bir malzeme oluştururlar. Zaten bu esbabı nüzul hadislerinin birçoğu hadis yazımı zamanında, Kuran'ı kendi şahsi ve mezhepsel fikirlerine uydurmak isteyenler tarafından uydurulmuştur.
Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirinin giriş bölümünde Elmalılı'nın resmi otoriteyle yaptığı bir antlaşma vardır. Bu antlaşmanın 5. maddesinde tefsirin Ehli Sünnet fikrine ve Hanefi mezhebine uygun hazırlanacağı kabul edilir. Prof. Dr. Mehmet Aydın'ın ifadesine göre İdeolojik Tefsir, bizim daha çok kullandığımız ifadeye göre Mezhepçi Tefsir anlayışı Elmalılı'nın daha ilk sayfalarında ortaya çıkmaktadır. Bilgisi ne kadar geniş olursa olsun, Allah'ın onay vermediği bir mezhebe zihinlerini ipotek edenlerin yapacağı tefsir ne kadar isabetli olmuş olabilir? Hadisi dinin kaynağı kabul edenlerin, Kuran'ı, Kuran dışı uydurma kutsallarla açıklama çabaları, Kuran'ı Kuran'la alakasız bir noktaya getirmekten başka bir işe yaramamıştır. Bu uydurma kutsalların adı ister mezhep imamı olsun, ister şeyh olsun, ister hadis olsun, ister esbabı nüzul olsun...
SALMAN RÜŞDÜ'NÜN ŞEYTAN AYETLERİ KİTABI ASLINDA ŞEYTAN HADİSLERİDİR
Kuranı esbabı nuzul hadisleriyle açıklamaya kalkmanın İslam dünyasının başına açtığı en büyük dert; din düşmanı kişilerin bu uydurmaları, din gibi gösterip, dinimize saldırmaları olmuştur. örneğin Salman Rüştü'nün kitabının temeli bu tip hadislere dayanır. Bu uydurma hadislere göre bir gün Peygamber Kuran okurken şeytan Peygamberin bedeninin içine nüfuz edip, Peygamberin ağzından Lat, Menat, Uzza putlarını övmüş ve onların şefaatlarının umulduğunu söylemiştir.(Garanik kıssası olarak bilinen bu olayı Tevilu Muhtelifi'l Hadis kitabında İbni Kuteybe de kabul eder.)
Hadislere göre, sonradan Peygamber'imiz Hz. Muhammed bunları kendisinin değil şeytanın söylediğini açıklamıştır. Birçok Müslümanın Salman Rüştü'ye küfürler etmesine, Humeyni'nin Rüştü'nün öldürülmesine fetva vermesine ve bu olayın ülkeler arası diplomatik krize yol açtığına şahit olduk. Fakat hiç kimse kalkıp da bu olayın gerçek suçlusu olan bu hadisleri kitaplarında kullanmış olanları kınamadı. Ne de olsa geleneksel İslam'daki bir görüşe göre alime alimcik diyen bile kafir olur! Bu hadisleri savunan hadisçilere de alim etiketi yapıştırılmıştır bir kere. Yani bu hadisleri din adına savunursanız alim olur el üstünde tutulursunuz, Salman Rüştü gibi aynı hadisleri dinsizlik adına kullanırsanız ise... Biz kendimiz dine mal edilen uydurmaları dinden atmazsak bunları malzeme yapan İlhan Arsel'e, Turan Dursun'a, Salman Rüştü'ye, Server Tanilliye ne kadar kızabiliriz? Din adına çarpık bir sistemi ortaya çıkaranlar, din düşmanlarının türemesinde ve din düşmanlarının bu çarpıklıkları malzeme yapmasında günahsız kalabilirler mi?
Kuran tefsiri diye piyasada satılan birçok kitabın esbabı nuzul hikayeleriyle doldurulduğunu görüyoruz. lmihal kitapları nasıl din adına bir şey ifade etmiyorsa, uydurmalarla Kuranı bağdaştırmaya çalışmak da Kuran'ın diniyle bağdaşmaz. Diğer yandan bu hikayelerle, Kuran ayetleri sanki belli bir olay için inmiş, bölgesel, sınırlı bir zaman dilimine hitap ediyormuş gibi bir hava verilmiştir. Bu da Kuran'ın evrenselliğini, her döneme bakan izahlarını gölgeleyen bir yaklaşımdır. Kuran'ın izahları bir zaman dilimine ve tek bir hikayeye indirgenemez. Kuran'ın tüm alemlere bir hatırlatma olduğunu söyleyen 81 Tekvir Suresi 27. ayet ve Kuran'ın tüm insanların doğruya iletilmesi için indirildiğini söyleyen 2 Bakara Suresi 185. ayet bu mantığı yalanlar. Allah istediği zaman Kuran ayetlerinin iniş sebebini yine Kuran'da anlatmıştır. örneğin "Sana soruyorlar, de ki şeklindeki ayetlerde, sorulara mukabil Kuran'ın ayetlerinin indiği yine Kuran'da bellidir. Allah'ın açıklamadığı bizim için gereksiz olanlardır, din adına gerekli olan her şey Kuran'dadır.
Kuran'ı yetersiz görenler ne yazık ki uydurmalara ihtiyaç duymuş ve Kuran'ın berrak sesinin kötü frekanslarla karışmasına sebep olmuşlardır. Kuran Dünyanın yuvarlaklığından, Güneşin ve Dünyanın hareketlerine, ceninin oluşumundan, denizin altındaki suların karışmamasına kadar birçok konudaki izahlarıyla, bin dörtyüz yıl öncesinden, günümüzün biliminin son asırda farkettiği gerçekleri en güzel şekilde anlatarak mucizelerini sergiler. Kuran'ın tefsirini hadislerle yapacağım diye ortaya çıkanlar ise bni Kesirin Bakara Suresi 29. ayetini ve Kalem Suresi 1. ayetini tefsirindeki, aşağıdaki mantık dışı açıklamasında olduğu gibi komik duruma düşmüşlerdir.
"Allah, yarattıklarını yaratmak isteyince ince sudan buhar meydana getirdi. Buhar suyun üzerinden yükseldi ve bu yükselen şeye yükseklik manasında gök dedi. Sonra suyu katılaştırdı ve ondan bir tek yer meydana getirdi, sonra bu yerleri parçaladı ve onları iki günde; pazar ve pazartesi günü yedi yer haline getirdi. Yeri balığın üzerinde yarattı ki balık Allah Teala'nın Kalem suresinde: Nun ve Kaleme andolsun ki diye söz konusu edilen Nun balığıdır. Balık sudadır. Su ise kayalığın üzerindedir. Kayalık ise hiçbir bitki bitirmeyen büyük bir taşın üzerindedir. Taş ise, bir meleğin sırtındadır, melekte bir kayanın üzerindedir, kaya rüzgardır. İşte Hz. Lokman'ın "Ne gök vardı, ne yeryüzü, balık hareket etti ve kımıldadı, yeryüzü sarsıldı ve üzerine dağlar çekilerek durduruldu. Bunun için dağlar yeryüzünün üzerine oturtulmuştur diye bahsettiği kaya budur.
İbni Kesir, Kuran Tefsiri
Tüm bu dünyayı balığın üzerinde ilan eden hadisçi görüşlerden Kuran'ın dışındaki kaynakları bir kenara atmadan kurtulmak mümkün değildir. Aynı tablodan rahatsız olan Mehmet Akif Ersoy bakın şiirleriyle bu durumu nasıl yeriyor:
Hani vaiz diye geçinen maskara şeyler var ya
Der ki bir tanesi peştahtayı yumruklayarak:
Dinle, dünya neyin üstünde duruyor hey avanak!
Yerin altında öküz var, onun altında balık;
Onun altında da bir zorlu deniz var kayalık,
öteden Kürd atılır: Doğru mu dersin be hoca?
Ne demek doğru mu dersin? Gidi cahil amuca!
Sözlerim basma değil yazma kitaptan tekmil
Kim inanmazsa kızıl kafir olur böylece bil.
........
(Safahat)
Başka bir şiirinde Mehmet Akif maskara diye nitelendirdiği tipe şöyle çatar:
Nebiye atf ile binlerce herze uydurdun.
Yıktın da dini mübini yeni bir din kurdun.
Mehmet Akif bu din adamı tipini yererken hiçbir zaman ümitsiz değildir.
Aşağıdaki mısralarda ise uydurmalara karşı çözümünü şöyle dile getirir:
Doğrudan doğruya Kuran'dan alarak ilhamı.
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı.
KURAN'DAN SONRA HANGİ HADİSE İMAN EDİYORLAR?
Bu alt başlığımız 7 Araf suresinin 185. ayetidir. Ayetin Türkçe çevirilerinde hadis kelimesinin yerine söz dendiğine de şahit olabilirsiniz. Bu çeviri de tabi ki doğrudur; çünkü Arapça hadis kelimesi Türkçe söz kelimesinin karşılığıdır. Bu ayette ve diğer ayetlerde hadis kelimesinin kullanımı ve Kuran'a eş kaynaklar olarak uydurulan sözlere hadis denmesi, Kuran'ın bir mucizesidir. Kuran dinin başına bela olacak, Peygambere atfedilecek, dinin tek kaynağını yüzlere çıkaracak hadislere mucizevi bir tarzda işaret etmiştir. Peygamber'e birçok yalanı atfeden hadisçiler, agval=sözler, ahber=haberler, hikem=hikmetler veya başka bir Arapça kelimeyi Peygamber'in sözlerini belirtmek için kullanabilirlerdi. Her hususta çelişen hadisçilerin bu sözlere oy birliğiyle hadis deyip, Kuran'ın bu ayetlerinin işaretine girmeleri, Kuran'ın sayısız mucizelerinden biridir.
Bu Kuran uydurulacak bir hadis(söz) değildir. Aksine o önündekini tasdikleyici, her şeyi detaylandırıcıdır. nanan bir topluluk için kılavuz ve rahmettir.
12 Yusuf Suresi 111
Allah, Kuran'ın uydurulan bir hadis olmadığını söylediği bu ayette, kitabın detaylandırıldığı gibi geleneksel İslamcıların bir türlü anlayamadıkları bir gerçeği de vurgular. Oysa gelenekçiler kitabın detaylı olduğunu görmezlikten gelip hadisleri, gelenekleri, şahsi görüşlerini Kuran'ın detayları yetersizmiş gibi dine sokarlar. Bunlarda da hadisler başroldedir. Oysa aynı ayet Kuran'ın uydurulmuş bir hadis olmadığını söyleyerek, anlamaya niyeti olana mucizesini sergiler.
Şimdi sen bu hadise(söze) inanmazlarsa, belki de arkalarından kendini
eritircesine üzüleceksin.
18 Kehf Suresi 6
Ayetten, Peygamber'in insanlar inanmıyor diye üzüldüğü yegane hadisin(sözün) Kuran olduğunu anlıyoruz. Peygamber Kuran dışında bir hadise kimseyi davet etmemiştir. Hiç kimsenin kendi hadislerini yazmasını da söylememiştir. Eğer Peygamberin kendi hadisleri de dinin kaynağı olsaydı Peygamber'imiz onları da yazdırırdı, insanlar o hadislere inanmadığı için de kendisini eritircesine üzülürdü. Peygamberimiz'in uğrunda mücadele verdiği tek hadis Kuran'dır. Kuran'ın hadis kelimesiyle belirtip uymamızı istediği tek hadis de Kuran'dır. Kuran kendisi dışında uymamız gereken hiçbir hadise işaret etmez. Eğer Peygamber'in hadisleri(sözleri) de Kuran dışında dinin bir kaynağı olsalardı, Kuran bunu bir çok ayetle belirtirdi. Bu konuda tek bir ayet olmaması ve hadis kelimesinin Kuran'da gösterdiğimiz şekliyle kullanımı, günümüzdeki hadis kavramının sonradan uydurulduğunun açık bir delilidir.
İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir ki, onları sana gerçek olarak okuyoruz. Hal böyleyken Allahtan ve ayetlerinden sonra hangi hadise inanıyorlar?
45 Casiye Suresi 6
Allah ayette böyle sormaktadır. Geleneksel İslam savunucuları, Sunni ve Şii mezheplerinin taklitçilerinin hareket tarzlarından çıkan cevap ise şöyledir: Buhari'ye, Müslim'e, Oniki İmamın hadislerine(sözlerine), Ebu Davud'a, İbni Mace'ye inanıyoruz.
Kimin hadisi(sözü) Allahtan daha doğru olabilir?
4 Nisa Suresi 87
Eğer doğru sözlüler iseler onun benzeri bir hadis getirsinler.
52 Tur Suresi 34
Kuran'ın bu izahına karşı Ebu Davud adlı meşhur hadis kitabında Peygamber'in kendisine, Kuran ve benzeri hadis verildiği söylenerek hadisler kurtarılmaya çalışılır. Oysa bu söz hadisleri kurtarmaya yetmez. çünkü hadisler Kuran kadar değil, Kuran'ın hacminden kat kat fazladır. üstelik bu gelenekçi zihniyeti ifade eden hadis, Kuran'ın benzeri bir hadis olamayacağını söyleyen yukarıdaki ayetle çelişmektedir.
İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah yolundan bilgisizce saptırmak ve o yolu oyalanma aracı yapmak için hadis eğlencesi satın alırlar. İşte böylelerine rezil edici bir azap vardır.
31 Lokman Suresi 6
Aynı surenin 7. ayetinde, ayetler bu şahıslara okunduğunda yüz çevirdiklerini görüyoruz. Ne yazık ki sadece Kuran'a dayandırarak bir hükmü söylediğimizde, mezhep taassubu yüzünden ayetleri görmezlikten gelenler, bu ayetleri sadece musikisi için değil, anlamak için de okurlarsa açıklamaya çalıştıklarımızı daha iyi kavrayacaklardır. (26. Bölümdeki Recm konusu, Kuran'a rağmen hadisi Kuran'ın önüne geçirenlere iyi bir örnektir.)
Kuran'da Peygamberimiz'le ilişkili olarak hadis kelimesi sadece iki defa ve aşağıdaki şekliyle kullanılmıştır:
Ey inananlar yemeğe çağırılmadan Peygamber'in evlerine girmeyiniz... Yemeği yiyince dağılın, bir hadise dalmayın.
Böyle davranmanız Peygamber'i rahatsız eder.
33 Ahzab Suresi 53
Hani Peygamber eşlerinden birine gizli bir hadis söylemişti. Derken o bunu haber verip, Allah da ona bunu açığa vurunca, o da bir kısmını açıklamış bir kısmından vazgeçmişti.
66 Tahrim Suresi 3
Görüldüğü gibi hadis kelimesi Peygamberimiz'le ilişkili olarak iki defa geçer. Oysa buradaki kullanımın Sunni ve Şii mezhepçi görüşle hiçbir alakası yoktur. Hadis kelimesini Hz. Muhammed Peygamberimiz'in sözleri olarak kullanan iki ayetin işareti, tartışmamız açısından çok önemlidir. Geleceği bilen Allah, hadis kelimesini Sunnilerin ve Şiilerin iddia ettikleri gibi dini öğretiler için değil, Peygamber'in kişisel sözleri için kullanır. üstelik her iki yerde de hadis kelimesi olumsuz bir bağlamda kullanılır. Sünnet kelimesi ise Kuran'da tek geçerli sünnetin Sünnetullah (Allah'ın sünneti, Allah'ın adeti) olduğu şeklinde geçer. (16. Bölümde göreceğiz.)
İslam'ın diğer kaynaklarından biri olarak gösterilen icma kelimesi ve türevlerinin Kuran'daki geçişi de sürekli olumsuzdur. Bu, Kuran'ın hadis ve sünnet kavramları gibi, icmayı da mucizevi bir şekilde mahkum ettiğini gösterir. (İcma kelimesi ve türevleri için bakınız 20 Taha 60, 70Mearic 18, 104 Hümeze 2, 3Ali İmran 173, 3Ali İmran 157, 10Yunus 58, 43Zuhruf 32, 26Şuara 38, 12Yusuf 19, 10Yunus 71, 20Taha 64, 17İsra 88, 22Hac 73, 54Kamer 45, 28Kasas 78, 7Araf 48, 26Şuara 39, 26Şuara 56, 54Kamer 44)
Buraya kadar yazdıklarımızdan bu sorunun cevabı bellidir. Hadislerin içinde onbinlerce uydurma hadis olduğu kesindir. Kuran'la çelişen, Kuran'a ilave hüküm getiren, mantıkla, aklın açık verileriyle çelişen hadislerin yalan olduğu kesindir. Dine ilave yapan hadisler, Kuran'ın detaylı, her şeyi açıklayan, hiçbir eksiği olmayan kitap olduğunu açıklayan ayetleriyle çeliştikleri için kesinlikle yalandırlar. Bunun dışında kalan hadisler, Kuran'a %100 uymaları şartıyla doğru olabilirler. Dikkat ederseniz doğru olabilirler diyoruz, kesinlikle doğrudur demiyoruz. Doğru hadisleri ne yapacağız sorusunun cevabı; Hangi hadislerin doğru olduğunu bilemeyiz. olacaktır. Yalan olan hadislerin bir kısmını yukarıdaki ölçülerden tanıyabiliriz. Ama bir hadisin kesinlikle doğru olduğuna hiçbir şekilde emin olamayız. çünkü tanık olduğumuz yalan hadislerle, doğru olabilecek hadisler aynı kişilerce, aynı ölçülerle, aynı yıllarda toplanmıştır. Hicri 200'ü geçtikleri sırada Buhari, Müslim ve diğerleri gerçek hadisleri bulmaya çalıştılar ama beceremediler. Peki biz hicri 1400'de bunu nasıl yapabiliriz? Kuran'a tamamen uyan söz herhangi bir Müslüman'ın söylediği söz olup Peygamber'in sözüyle karıştırılmış olabilir. Dine iyilik yapacağım diye hadis uyduranlar olduğunu 5. bölümde göreceğiz. Bu hadisler dine sözde iyilik yapmak isteyenlerin uydurduğu hadisler olabilir. Hadis nakleden, hatta toplayanların "Nerede insanların işine yarayan güzel bir söz bulursak başına Peygamber dedi ki demekten korkmayın dediği de vakidir. Bu oluşum ve ihtimaller bizim Kuran'a hiçbir ilave yapmayan, Kuran'la çelişmeyen hadislere de bakış açımızı oluşturur. Bu yüzden hem Kuran'a uyan, hem de hiçbir hüküm ifade etmeyen bir sözü bile Peygamber'e yalan söz isnadından çekinip hadis diye nakil etmemek gerekir. İllaki Peygamber'in bir sözüne uyacaksak bu, Peygamber'in elçilik vazifesi gereği Allah'ın kelamını insanlara iletirken, Kuran olarak ağzından çıkan söz (hadis) olmalıdır. Aslen Allah'ın sözü olan bu sözleri insanlar, Peygamberin ağzından insan sözü hüviyetinde duymuşlardır. Elçinin(Peygamber'in) getirdiği bu mesaja uyarak hem Resul'e(elçiye), hem mesajın kendisine (Kuran'a), hem de aslen mesajı gönderen Allah'a uymuş oluruz.
AMACIMIZ ÇORBAYI DEĞİL, ZEHİRİ İÇİRTMEMEK
Peygamberimiz'in tavrını bu bölümde gördük, 4 halifenin hadislere karşı
tavrını ise 11. Bölüm'de göreceğiz. Kuran yeterliyken Peygamber ve daha sonra 4
halife hadis naklini yasaklamış, hatta hadisleri yaktırmış olmalarına karşı biz
bugün hadisleri niye kurtarmaya çalışalım? Bir çorbanın yarısı çorba, diğer
yarısı zehirse bunun bir kısmı içilebilir diyebilir miyiz? Hadislerde aynı bu
şekilde doğru ile yanlış ayrılamayacak şekilde karışmıştır. Hadislere uymayın
dememiz insanlara çorba içirmek istemediğimiz için değil, zehir içmelerini
önlemek içindir. Bize gerekli tüm dini bilgi, Peygamberimiz'in karakteri ve
yaptıklarıyla ilgili gerekli bilgi Kuran'da vardır. Bunun dışındaki bilgiler
gereksizdir. Bu gereksiz bilgilerin doğrusunu ayıklamak da imkansızdır.
Hadislerin ve mezheplerin Kuran'ın dinine yaptığı ilaveleri 37. Bölüm'de
okuduktan sonra tavır olarak hadislerden hiç örnek vermemek, hiç hadis
kullanmamak neden daha iyi olur anlayabiliriz. Hadis Kurana tamamen uysa bile,
Peygamber adına yalan konuşuyor olma ihtimalimizi unutmamalıyız. çünkü Kuran'a
uygun her söz de Peygamberimiz'in değildir. Kuran en doğru yola götüren, apaçık
bir kitaptır. Kurana uygun sözü kim söylerse doğru konuşmuştur. Bazı
istismarcıların, bu tavrı Peygamber'in sözlerine saygısızlık olarak göstermeye
çalışıp, istismarcılık yapacaklarını biliyoruz. Peygamber'e asıl saygısızlık,
Peygamberin büyülendiğini söyleyen, cinsel hayatıyla ilgili abuk sabuk
açıklamalar yapan, dünyayı öküz ile balık üzerine koyan kitaplardaki sözleri,
Peygamber söyledi demektir. Bunları nakledenlerin doğru sözüne hangi hususta
inanılabilir ve bunu kim garanti edebilir? Kuran dışındaki hadisleri inkar etmek
Peygamber'e sevgi ve saygının, dini Allah'a halis kılarak idrakın ve Kuran'ı tek
başına yeterli kabul etmenin sonucudur. Hz. İsa'ya sevgisini Hz. sayı tanrı
ilan ederek gösterenler olduğu gibi, Peygamber'i sevdiğini söyleyip sonra onu
büyülenmiş, Allah'a yalan sözler isnat etmiş, çelişkili birçok hükümler bırakmış
gibi gösteren kitapları, dinin kaynağı kabul eden ve bu kitaplardaki tek sözü
inkar edeni kafir ilan edenler de vardır. Peygamberler bizim Allah'a inanmamızı,
Allah'ın dinine bağlanmamızı ister; yoksa hiçbir Peygamber kendisine yalan
sözler yakıştırılıp tanrılaştırılmasını veya Allah'ın dinine ilaveler
yapılmasını istemez.
Peygamberler'in en çok hoşnut olacağı hareket; halis, saf, katıksız şekliyle
gerçek dine uymamızdır. Yoksa Peygamberler'e hamasi laflarla sevgi gösteren
Hıristiyanlar gibi, diğer yandan bu sevgi bahanesiyle hakiki dinden uzaklaşmamız
değildir.