HZ. MUHAMMED - MEKKE'Lİ MÜŞRİKLER
...Cibril ile karşılaşmadan aylar evvelinden, Resul'ün tefekkür için sık sık mağaraya çekildiğini biliyoruz. Bu inziva/tefekkür onun OKUyabilmesi için bir çok idrak kapılarının açılmasına vesile olmuştu zaten. Bu OKU ma konusunda bir ön hazırlık olduğundan, Cibril'in OKU demesi Resul'ü şaşırtmış olamaz (Düşünen için) Bilindiği üzere tabiat olayları, güneş, ay, gezegenler de Allah'ın ayetlerindendir.
وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِأَمْرِهِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
16/12- Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize O verdi. Bütün yıldızlar da O'nun emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için ibretler/ayetler vardır.18/9- Yoksa sen Ashab-ı Kehf ve Rakim'ın, ayetlerimizden şaşılacak bir olay olduklarını mı sandın?
Allah Resulünün Risalet görevi almadan önce dahi, hiç bir zaman puta tapmayan bir Hanif olduğunu biliyoruz. Risalet öncesi çok az olan bir gurup insanın hanif olduğunu siyerden biliyoruz. VE haniflik = Fıtrat/ÖZ/Çekirdek iman realitesinden bakışla daha önce gelmiş tüm elçiler ve Hz Muhammed (Hepsine selam/salat) kendilerine peygamberlik görevi verilmeden önce hanif imana sahip idiler diye düşünüyorum.
(Risalet öncesi) Mekkeli müşrikler Kâbe'nin İbrahim (A.S)' ın yaptığını biliyorlar ve Kâbe'ye İbrahim'in evi de diyorlardı. Allah ismi (Lafza-i Celal) de biliniyordu. Hatta Mekkeli Müşrikler, Allah'a da inanıyorlardı fakat kendilerine şefaat edeceklerini umdukları putları O'na şerik koşarak.
وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ قُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
31/25- Andolsun ki onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, elbette "Allah" diyecekler. "Allah'a hamd olsun." de. Fakat onların çoğu bilmezler.
وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَهُمْ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ فَأَنَّى يُؤْفَكُون
43/87- Eğer sen onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette: "Allah" derler. O halde nasıl haktan çevriliyorlar?
وَقِيلِهِ يَارَبِّ إِنَّ هَؤُلَاءِ قَوْمٌ لَا يُؤْمِنُونَ
43/88- Peygamberin sözü şu olmuştur: "Ey Rabbim! Bunlar gerçekten imân etmeyen bir kavimdir."
فَاصْفَحْ عَنْهُمْ وَقُلْ سَلَامٌ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
43/89- (Ey Resul!) Şimdilik sen onlara aldırma ve: "Size selâm olsun." de. Onlar yakında bilecekler!
وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ قُلْ أَفَرَأَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ إِنْ أَرَادَنِيَ اللَّهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّهِ أَوْ أَرَادَنِي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِهِ قُلْ حَسْبِيَ اللَّهُ عَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ
39/38-
Andolsun ki onlara: "O gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan: Elbette "Allah!" diyeceklerdir. O halde gördünüz ya Allah'tan başka çağırdıklarınızı! Eğer Allah bana bir zarar vermek isterse, onlar O'nun zararını giderebilirler mi? Yahut bana bir rahmet dilerse, onlar O'nun rahmetini tutabilirler mi? De ki: "Allah, bana yeter." Tevekkül edenler, hep O'na dayanırlar.
وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ خَلَقَهُنَّ الْعَزِيزُ الْعَلِيمُ
43/9- Eğer sen onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan elbette: "Onları Aziz, Alim olan Yarattı." derler.
Orijinal metine bakıldığında, Mekke'li müşriklerin, çok açık bir şekilde Allah'ın "El Halık, El Aziz, El Alim" isimlerini bildiklerini, Rabb'imiz bize bildiriyor.
وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ فَأَنَّى يُؤْفَكُونَ
29/61- Andolsun ki onlara, "Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?" diye sorsan "Allah" derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar?
أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ
39/3- İyi bil ki, halis din ancak Allah'ındır. O'ndan başka birtakım veliler tutanlar da şöyle demektedirler: "Biz onlara sadece bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Şüphe yok ki; Allah, onların aralarında ihtilaf edip durdukları şeyde hükmünü verecektir. Herhalde yalancı ve nankör olan kimseyi Allah hidayet etmez.
Yukarıdaki ayeti, şirklik yönüyle sadece şeyh ,mürid münasebeti ile sınırlayan bir gurup arkadaşlar var. Bu da doğru olmakla beraber asıl birinci anlam açık/aleni şekilde Allah'a ortak koşanlar anlatılmaktadır. Yukarıda altı çizili kısma dikkat edilirse orada " onlara ibadet/kulluk ediyoruz" ( نَعْبُدُهُمْ ) kelimesi var. Bir mürit idrakinde olmadan, sorgusuz ve teslimiyetçi zihniyetle teslim olduğu şeyhini dualarında aracı kılıp "şirk-i hafi" diye nitelenen, günümüz Türkçesi ile ÖRTÜLÜ şirk işleyebilir. Ama hiç bir mürit kalkıp şeyhine secde/ibadet etmez..... IBD(ibadet)>>>ABD (Kulluk) kulluk etmez. Yani AÇIK şekilde alenen bir şeyhe secde etme olayı yoktur. Yukarıdaki ayette putları aracı ilahlar edindikleri, Allah'a şirk koştukları açıkça ortadadır.
Bu işi günümüze uyarlar isek şöyle düşünülebilir: Artık bilgi çağında yaşıyoruz. Çok uç bölgelerdeki ilkel kalmış kabileleri hariç tutar isek, hiç bir ulusun fertleri mermerden veya ahşaptan oyma putun karşısına geçip ona secde etmez. Ama put kılık değiştirmiştir, şekil ve tarz değiştirmiştir. Az önce demiştik ki bir mürit alenen ve kasten şeyhine/efendisine secde etmez! lakin secde etmemesi onun şirkte olmadığı anlamına gelir mi? bu da başlı başına ayrı bir konu.
Bir "şeyhi" bir "falancayı" veya bir sanemi aracı etme arasında ne fark var? Bunu da bazı vatandaşlarımızın düşünmesi icap eder. Türlü süslü laflarla bunu meşru göstermek kendini kandırmaktan başka bir şey değildir.
Siyer/İslam tarihine bakıldığında mekke'liler için hiç bir zaman "Mekkeli kafirler" tanımlaması kullanılmamıştır. Daima "Mekkeli müşrikler" tabiri kullanılmıştır. Müşrikin tanımını biliyoruz. Allah'a da inanmakla beraber O'nun yanında bir takım ŞeRiK ler / Ortaklar (şirket/ortaklık) koşmak, aracılar bulundurmak.
3 semavi dinin ortak atası olan İbrahim (A.S) ve ondan miras kalan HANİF din uygulamaları eksik-gedik ve hatalı olmasına rağmen devam ediyordu. Mesela: Sadaka ve kurban hanif dinden kalan uygulamalardır. Fakat gelin görün ki, sadaka Allah'ın emrettiği şekilde değil. Kurban ise hem Allah'a hem de putlara adanıyordu. Enam/136. ayette bu çok açık şekilde anlatılıyor. Allah'a ayrı, putlara da ayrı olmak üzere kurban kesiyorlardı.
وَجَعَلُوا لِلَّهِ مِمَّا ذَرَأَ مِنَ الْحَرْثِ وَالْأَنْعَامِ نَصِيبًا فَقَالُوا هَذَا لِلَّهِ بِزَعْمِهِمْ وَهَذَالِشُرَكَائِنَا فَمَا كَانَ لِشُرَكَائِهِمْ فَلَا يَصِلُ إِلَى اللَّهِ وَمَا كَانَ لِلَّهِ فَهُوَ يَصِلُ إِلَى شُرَكَائِهِمْ سَاءَ مَا يَحْكُمُونَ
6/136- Allah'ın yarattığı ekin ve hayvanlardan Allah'a bir hisse ayırmakta ve kendilerince: "Bu, Allah'a ait; şu da ortaklarımıza/şeriklerimize ait" demektedirler. Ortakları için olan hisse Allah'a ulaşmamakta, fakat Allah'a ayrılan hisse ortaklarına ulaşmaktadır. Verdikleri hüküm ne kötüdür.
Ehad/Wahid/Tewhid olan İbrahim (A.S)'ın Hanif dininden kalma, kadere iman konusu dejenerasyona uğrayıp, tamamen yanlış algılanmasına ve farklılaşmasına rağmen, KADER mevzuuna da inandıkları açıktır.
وَقَالُوا لَوْ شَاءَ الرَّحْمَنُ مَا عَبَدْنَاهُمْ مَا لَهُمْ بِذَلِكَ مِنْ عِلْمٍ إِنْ هُمْ إِلَّا يَخْرُصُونَ
43/20- Onlar: "Eğer Rahman dileseydi, biz onlara tapmazdık." dediler. Onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.
"...Eğer Rahman dileseydi..." Sözüyle, çarpık (dahi olsa) bir kader anlayışları oldukları açıktır. Ayrıca bu ayette bir hüküm daha iyice açık hale gelmiştir. Yani müşriklerin, ALLAH'IN adını bilmeleri yanı sıra Allah'ın en büyük sıfatlarından olan RAHMAN'ı da bildikleri anlaşılıyor.