Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Allah "mescidler"e Allah��n mescidleri (9:18), "o ev"e evim diyor (22:26).
MESC�DLER: Allah��n evi
O EV: Allah��n evi
Selam Degerli Hasan Akcay Hocam
Mescitler: Kanunlarin ,duzenlemelerin ,yurutmenin ,kararlarin alindigi ve uygulandigi yerler olarak goruyorum.Baskentler/Sehirler veya Meclisler,Saraylar, 9/107,108,109
ornegin isra suresi 1nci ayette firavun iktidarina ait olan mescidi haram ve Serefli elci Musa mescidi harama yasaklar kanuna karsi yaptigi davranistan dolayi (Kasas/15 )mescidi aksa;ya yani medyene siginmistir.
Ornegin Bir Kisinin A ulkesinin degistirilemez veya ezilip cignenemez olan yasaklar kanununa karsi uyguladigi hal ve hareketlerden dolayi ugradigi tepki nedeniyle sigindigi ,Adalet bakimindan daha toleransli,gelismis B ulkesidir.
Mekke Mescidi haram iken Peygmberimiz Medineye siginmistir.
Beyti: hazir ve amacli bir tas veya tugla yapita nazaran sistamatik yapi olarak goruyorum.22/26 evim den maksadin Allah'in inanlar icin hak gordugu Allah�in sistem yapisini anliyorum.Burdaki beyt-ler sistamatik bir yapidan din/sistem yapisindan vurgulamakta.2/127 deki ''minel beyti'' beyt'ten yukselen yasamalar temeller.Misal;��Allah�tan baska ilah/otarite yoktur��. Yapsindan yukselen yasamalar
Ornegin ankebut suresi 41. ayette Allah tan baska dost veli edinenlerin;''onlari dost edinme amaci o kisilerin sistemine, dediklerine bi nevi uymaktir''.Ve bunun orumcek evinin fiziksel zayifligi ile sistamatik bir zayifligin ve zararin vurugusu yapilmaktadir.
Muhabbetle
Bu güzel tesbitinize katılıyorum sayın mektep... İsra suresinde mescidi aksaya giden tüm surenin hakkında haber verdiği musadan başkası değildir... İsra1. ayetinin Özenesini parantez içinde "muhammed" yapmak bir yorumdan ibarettir. "Allah ne diyorsa O" diyen kardeşlerimiz Parantez ne diyorsa o noktasına gelmemelidir. Mescidil Haram da Haram eden/edilen bağlamında incelenmeli... Tüm hurum ve haram...Yasak ve Yasaklayan..Engelleyen ve Engellenen ayrı ayrı ele alınmalı...Haramın mantığı irdelenmelidir. Bir de "Ankebutun beyti" kime göre zayıftır? Hanif muxlis mümine göre zayıftır... Siz birde sineğe sorun bakalım zayıf mı? selam ile...
__________________ Haşr -10
"Rabbimiz, bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizi inananlara karşı kin beslemekten koru.
Rabbimiz, sen şefkatlisin, Rahimsin,"
Bence de İsra1. ayetinin Öznesini parantez içinde "muhammed" yapmak bir yorumdan ibaret, tıpkı onu parantez içinde Musa yapmak nasıl yorumdan ibaretse. O yüzden "musadan başkası değildir"i anlamakta zorlanıyorum; çifte standart olarak görüyorum.
Tüm hurum ve haram... Yasak ve Yasaklayan.. Engelleyen ve Engellenen ayrı ayrı ele alınmalı... Haramın mantığı irdelenmelidir. Başka bir forumda "Haram KUTSAL değil YASAK anlamına gelir," dediğimde şu karşılık verildi:
Bir şeyin kutsal olmasını sürdürmek ona zarar verilmesini "yasaklamak"tır. Örneğin, başkalarına zarar vermememiz koşuluyla, yaşamımız "kutsal"dır yani insanlar yaşamımıza zarar vermekten yasaklanmıştır.
Bana mantıklı geldi. 2:217'yi bir de bu bağlamda okumaya çalıştım.
Mescidi Harâm belki lafzen KUTSAL SECDEGAH demektir. İbrahim nebiden beri varlığını sürdüren o mescidi Araplar KUTSAL bilmiş, orada savaşılıp ona zarar verilmesini yasak etmiş ve bunu gelenek haline getirmiş olabilirler.
Bence de İsra1. ayetinin Öznesini parantez içinde "muhammed" yapmak bir yorumdan ibaret, tıpkı onu parantez içinde Musa yapmak nasıl yorumdan ibaretse. O yüzden "musadan başkası değildir"i anlamakta zorlanıyorum; çifte standart olarak görüyorum.
Tüm hurum ve haram... Yasak ve Yasaklayan.. Engelleyen ve Engellenen ayrı ayrı ele alınmalı... Haramın mantığı irdelenmelidir. Başka bir forumda "Haram KUTSAL değil YASAK anlamına gelir," dediğimde şu karşılık verildi:
Bir şeyin kutsal olmasını sürdürmek ona zarar verilmesini "yasaklamak"tır. Örneğin, başkalarına zarar vermememiz koşuluyla, yaşamımız "kutsal"dır yani insanlar yaşamımıza zarar vermekten yasaklanmıştır.
Bana mantıklı geldi. 2:217'yi bir de bu bağlamda okumaya çalıştım.
Mescidi Harâm belki lafzen KUTSAL SECDEGAH demektir. İbrahim nebiden beri varlığını sürdüren o mescidi Araplar KUTSAL bilmiş, orada savaşılıp ona zarar verilmesini yasak etmiş ve bunu gelenek haline getirmiş olabilirler.
Sevgi ile,
Hasan Akçay
Değerli Hasan bey,
Bir dost sohbetinde,bir forumda görüş belirtmek ile Kuran meali yazmak ve milyonların okuması ve birçoğunun buna "Allah sözü" kabul etmesi sorumluluk/vebal yönünden eşit değildir. Bu nedenle "çifte standart" yakıştımasını kabul etmem mümkün değildir. Yine de size hak verdiğim nokta şudur;Orada Özne gizli,daha doğrusu KULUNU diyor..Hangi kulunu? Dolaysı ile Yoruma açık...ISRA 1 de Parantez içine (muhammedi, HABİBİNİ ) diye yazanın ki de bir yorum,O özneyi Musa olarak algılamam da bir yorum... Şu farkla ki Parantezi koyanın yorumu milyonların okuduğu bir Kitabda, daha da önemlisi Rabbimizin bize mesajı olan kitabda... Ve O PARANTEZ MİRAC Efsanesinin temellendirilmesinde KULLANILAN bir parantez. Isra 1deki bir parantez bir savaşdaki stratejik tepe gibidir...Orayı kaybederlerse ağır bir yara alırlar...Sathı müdafayı bırakırlar,hattı müdafaya çekilirler... Saygıdeğer Hasan kardeşim, Harama Kutsal anlamı vermek doğru bir yaklaşım değil. HARAM,sizin de pek ala bildiğiniz gibi;MaHRuM edilmiş,YASAKLANMIŞ anlamında kullanılır. İlk Akla gelen Allah tarafından Yasaklama gelsede,herhangi bir Otoritenin Haram etmesi/yasaklaması da mümkün. KUT ise öz Türkçe olup,Tanrısal,Göksel anlam taşıyor... KUTSAL saymak ile Yasaklanmış olanı Helal saymak Kavramları karışıyor,işin içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Keşke Namaz,Abdest ve Oruç gibi Farsca kelimelerin yerine gerçektende öz türkce kelimeler kullanılmış olsaydı da Ehli Sünnet vel cemaat bu kısır tartışmalara girmeseydi... Ama konu bu değil,KAVRAM KARGAŞASI büyük bir sorun.
Mescidil Haram Kabullenmenin Zalimler tarafından ENGELLENDİĞİ,Yasaklandığı bölge/belde/kent Secde etmenin mümkün olmadığı,Allahın Dinini Kabullenenin Cezalandırıldığı yer... Mescidil Aksa ise Baskıdan uzak,Kabullenmenin önünde Engel olmayan yerdir. Ayetleri birde bu gözle ve önyargısız okumakta fayda var diye düşünüyorum... Şimdilik görüşlerim bunlardır.Ancak bir kardeşim bana daha doğrusunu gösterirse,derhal kıblemi değiştirmekten imtina etmem. Görüşünü daha doğrusunu görünce hızla değiştiren insan ayıplanamaz.
Elbette en doğrusunu Rabibimiz Allah bilir...
Muhabbetle...
__________________ Haşr -10
"Rabbimiz, bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizi inananlara karşı kin beslemekten koru.
Rabbimiz, sen şefkatlisin, Rahimsin,"
İnananlar! Size ne oldu da "Allah yolunda savaşa çıkın" denince yere çakılıp kaldınız. Âhreti değil dünya yaşamını mı seçtiniz? Oysa dünya yaşamının geçimliği âhretin yanında devede kulaktır (38). Eğer savaşa çıkmazsanız Allah size korkunç bir ceza çektirir ve sizin yerinize başka bir topluluk getirir. Allah'a hiç bir zarar da veremezsiniz. Allah’ın her şeye gücü yeter (39).
Siz ona yardım etmeseniz de Allah ona yardım etti. Hani yalanlayanlar onu ikinin ikincisi olarak sürüp atınca mağarada arkadaşına "Üzülme, Allah bizimle!" dedi. Ve Allah ona sükunet indirdi; sizin görmediğiniz ordularla güç verdi de yalanlayanların sözü havada kalıverdi. Yücelen ise Allah’ın sözüdür. Allah üstün ve bilgedir (40).
Mescidi Harâm’ın 5 km güneyinde Sevr Dağı var. Ayet 40’ta anılan MAĞARA (gâr - الغار), o dağın tepesinde. Resimdeki ak nokta.
İlginç olan şu: MEDİNE Mekke’nin kuzeyinde; Sevr Dağı ise güneyinde. Yani Allah’ın elçisi kuzeyi hedeflemiş ama güneye kaçmış. Neden?
CEVAP: Çünkü kafirleri şaşırtmak istemiş. Uzun süre onu kuzeyde arayan kafirlerin çabaları boşa çıkınca akılları karışacak. Elçi de bundan yararlanıp daha kolay kaçacak.
Olabilir. Ama başka sorular da var.
SORU: Sevr Dağı çok yüksek ve sarp; elçi ise 52 yaşında; artık genç değil. Günümüzde bazı gençler bile oraya tırmanamazken Allah’ın elçisi nasıl tırmanabildi? Hem, şimdi iyi kötü basamaklar var. O zaman onlar da yoktu…
CEVAP: Deveyle tırmanmış olabilir. Tepede cicili bicili develer var. Ziyaretçilerin binip birkaç riyal ödemesi için. Demek ki oraya develer çıkabiliyor.
SORU: O mağaranın içinde kimse saklanamaz çünkü güneş bir ucundan girip öteki ucundan çıkıyor ve her santimini pırıl pırıl aydınlatıyor. Kafirler elçiyi ve arkadaşını niye göremedi?
CEVAP: Büyük olasılıkla gerçek mağara* bu değil. Hattâ burası mağara değil. Mağara dediğin tek girişli bir oyuktur; altı, üstü, yanları kaya. Burası ise üç dört metrelik iki ucu açık bir keçi yolu. Bir ucundan girip öteki ucundan çıkıyorsunuz.
Ama o mağara Allah’ın gerçeğidir. Var. Ve Allah’ın elçisi mağaraya sığınmış, kelle koltukta bekliyor.
Korkusuzca mı? Hayır, korktuğu kesin. Korkmasa niye saklansın? Çıkar ortaya; Tarzan gibi bağrını dövüp nara atar. Mağaradaki ikinin birincisi de korkuyor elbet. Ama ek olarak o bir de elçiye üzülüyor. "Keşke daha güzel koşullar altında görevinizi yapsaydınız ey Allah’ın elçisi!"
"Üzülme. Allah bizimle."
Açık ve net. Allah, elçisine sükunet indirmiştir; ordular yollayıp omuz vermektedir. Ama ölümlülerin gözleri perdelidir; onları göremezler.
Ey ölümlüler, onasiz yardım etmeseniz de Allah yardım etmiştir. Hani, kâfirler ikinin ikincisi olarak onu sürüp attığında…
Burada elçiye değil "Allah’a yardım"dan söz edildiği anlaşılıyor (22:40, 47:7, 57:25). Çünkü ortada -fî sebil allah (41)- Allah için yapılan bir savaş var. Aslında bir sınav. İnananlar başarınca ALLAH BİR ilkesi ayağa kalkacak.
Allah öyle olmasını istiyor çünkü, evet, bu bir sınav. Allah, Allah’ı görmeden Allah’a ve elçilerine yardım edenleri bilecek (57:25).
Bu Mağaranın biraz arka tarafı olan doğu tarafında bir mağara daha var ki sevr mağarasının bir rivayate göre burasının da olabileceği söylenmekte. O Mağarayı da ziyaret ettim fakat çoğu hacı kardeşimiz burayı bilmiyorlar.
Hafif ya da ağır donanımla sefere çıkın; malınızı, canınızı ortaya koyup Allah yolunda savaşın. Bilirseniz sizin asıl iyiliğinize olan budur (41).
Eğer sözü edilen, yakın bir çıkar ya da kolay bir yolculuk olsaydı sana elbet katılırlardı. Zor yol uzak geldi onlara. Bir de "Gücümüz yetseydi sizinle çıkacaktık" diye Allah'a yemin ederler. Boşuna kendilerini parçalıyorlar. Allah elbet bilir, yalan söylüyorlar (42).
Allah seni bağışlasın; neden izin verdin onlara? Yalan söyleyenler kendilerini sana belli edip doğru söyleyenleri sen bilene kadar bekleseydin ya (43).
Allah'a ve ahret gününe inananlar malları ve canlarıyla savaşmaktan kaçınmazlar; senden izin istemezler. Sakınanları bilir Allah (44).
İzin isteyenler Allah’a ve ahrete inanmayan ve içlerindeki kuşkuyla bocalayıp duranlardır (45). Sefere çıkmak isteselerdi hazırlık yaparlardı. Allah onların tutumunu sevmedi. "Oturun, oturanlarla" dendi. Ve alıkondular (46). Zaten sefere çıktığınızda size katılsalardı tek katkıları kötülük olacaktı. Başınıza sorunlar açmak için aranıza sokulacaklardı. İçinizde onlara kulak verecekler de vardı. Allah kendilerine yazık edenleri iyi bilir (47).
Onlar daha önce de başınıza sorunlar açmak istemiş, nice işleri senin aleyhine ters yüz etmişlerdi. Ama sonunda gerçek üste çıktı; onlar istemese de Allah’ın dediği oldu (48).Bazıları "Bana izin ver, sorun açma!" derler. Oysa soruların ta içine düşmüşler. O değer bilmezleri cehennem kuşatıyor (49).
Senin başına bir iyilik gelse üzer onları; bir kötülük gelse "Biz kendi önlemimizi almıştık!" der, böbürlenerek uzaklaşırlar (50).
De ki: "Bizim başımıza Allah’ın yazdığı gelir yalnızca. Dostumuz O’dur. İnananlar Allah'a güvensin" (51). De ki: "Bizim için sizin umduğunuz iki güzelliğin birinden başkası mı? Bizim umduğumuz da sizi Allah’ın bizzat ya da bizim ellerimizle cezalandırması. Tamam, bekleyin. Biz de sizinle bekliyoruz" (52).
Allah yolunda malınızla, canınızla savaşın -Ve câhidû bi emval ikum ve enfus ikum fî sebîl allah (41)
Ortada Hicretle başlayan ve halen süren bir savaş var. O savaşın içinde yer alan Bedir (624), Uhud (625) ve Hendek (627) muharebeleri yapılmış, Mekke fethedilmiş (630), Huneyn muharebesi (630) aşılmış durumda.
Şu an 630 ağustosunun ortasındayız; inananlar Tebuk seferine hazırlanıyor.
"Ha bu sefere de çıkmayıverelim!"diyemezsiniz çünkü futbol maçında karşı saldırı ne ise savaşta sefer odur. Maçta saldırmayan yenilip küme düşer; savaşta sefere çıkmayan yenilip esir düşer.
O dönemin İslam devletinde iki çeşit insan var:
(1)İmanı içten olanlar. Bunlar yoksul (92). Ama savaşa katılmamak için bahaneler uydurup Allah’ın elçisinden izin almak akıllarından bile geçmiyor. Çünkü ahret ödülünden eminler (4:104). Onu hak etmek için büyük bir istekle savaşa hazırlanıyorlar.
(2)Mekke’li münafıklar. Bunlar zengin (93). Ama ahrete inanmıyorlar (Mu’minûn 37): Yaşantımız bu dünyadan ibaret. Ölürüz, yaşarız… Bir daha diriltilecek değiliz. Ahret yok; ödül de yok. Ölümü göze alıp savaşa gitmek enayilik onlar için. Uydurdukları bahanelerle hemen elçiye varıyorlar (49): Bana izin ver; beni (ölümle) sınama.
Medine’li münafıkların kale gibi yüksek ve sağlam evleri vardı (4:78). Bir elleri yağdaydı, bir elleri balda.
Bunlar da Kabe'nin bitişiğinde tıpkı şimdiki kral sarayı gibi sağlam ve gösterişli evlerde otururlardı. Zengindiler. Kervanlara sahiptiler. Dış alım, dış satım yapıp bol bol kazanırlardı. Ama vergi vermezlerdi çünkü devlet yoktu. Devlet onların kendileriydi.
Halka tepeden bakarlar, "Mallarımızın, evlerimizin üzerinde bu ayak takımının gözü var, evlerimiz tehlikeye açık" derlerdi (33:13). Savaşmak için uzaklaşırlarsa evleri yağmalanırmış.
, ,
Kalplerinde hastalık olanlar Muhammed cinlendi dediler önceleri; yok, o apaçık bir büyücü (10:2);yok, ona (Kuran’ı) bir insan öğretiyor (16:103).
Hem de kimdi bunları yapanlar? Günümüzde gûya sahabe diye öve öve göklere çıkarılıp yıldız yapılan zevat, Allah elçisinin "arkadaşlar"ı. Allah sağduyuya çağırırdı onları: Sizin arkadaşınız mücnun değil - Ve mâ sahib ukum bi mecnûn (81:22).
Sonra gerçekler iftiraların üstüne çıktı; Allah’ın dini kök saldı.
Şimdi yine bütün hinlikleriyle aleyhte propagandaya girişip inananları Allah yolunda sefere çıkmaktan caydırma çabasındalar: "Bu sıcakta sefere çıkmayın!" - lâ tenfirû fi'l har (9:81).
O yoksul, açlıktan mideleri guruldayan, derme çatma evlerde oturan, sefere çıkarken binecek bir deve bile bulamayan (92) inanırlar ise azimliydi; başlarına gelebilecek iki sonun ikisi de güzeldi onlar için:
De ki: İster gönüllü ister gönülsüz yapın sizin infakınız geçerli sayılmaz. Çünkü siz yoldan çıkan bir topluluk oldunuz (53).
Ettikleri infakın geçerli olmasını engelleyen onların Allah'ı ve elçisini yalan saymaları, salâta üşenerek gelmeleri ve zoraki infak etmeleridir (54). Onların mal ve çocukları da seni imrendirmesin. Allah ister ki onları bu yaşamda cezalandırsın ve onların canları kafir olarak çıksın (55).
"Biz sizdeniz!" diye yemin ederler ama değiller. Aslında alabildiğine korkak insanlardır (56). Eğer bir sığınak ya da bazı mağaralar ya da bir girinti bulsalardı, dönüp oraya koşarlardı (57).
İçlerinden bazıları sadakalar konusunda sana iğneli sözler ederler. Sadakalardan onlara verildiyse sevinirler; verilmediyse küplere binerler (58). Nolurdu, Allah ve elçisinin onlara verdiğini yeterli bulup şöyle deselerdi: "Bize Allah yeter. Allah bize Kendi varlığından verecektir; elçisi de. Seçimimiz Allah bizim" (59).
Sadakalar Allah'ın yazdığı üzere şunlar içindir: yoksullar, düşkünler, sadaka görevlileri, kalpleri ısındırılacak olanlar, köleler, borçlular, Allah yolundakiler, ve yolda kalmış kişi. Allah bilir, bilgedir (60).
Bu ayetlerin konusu "infak"tır, ki ÇIKMAK anlamına gelen NeFaKa (نفق) kökünden türemiştir. Tanımlamak gerekirse infak insanın, cebinden çıkan parasını Allah yolunda harcamasıdır. Ayet 60'da, devlet henüz düzenli bir maliyeye kavuşmamışken, bunun öncelikle kimlere verileceği açıklanıyor.
Aynı kökten gelen nafika, tarla faresinin çıkış deliğidir.
Ve münafık, imanı kalbinden çıkıp gittiği halde sahiden inanıyormuş GİBİ YAPAN insandır.
Görüldüğü üzere İNFAK ve MÜNAFIK kelimelerinin kökleri ortak (نفق) ama taşıdıkları anlamlar birbirine taban tabana zıttır. Çünkü İNFAK Allah dostlarının işidir; MÜNAFIK ise O’nun düşmanı.
Münafığın ettiği infak geçerli sayılmaz – len yutekabbil (53). Çünkü onun amacı Allah’ı hoşnut etmek değil insanları kandırmaktır. Ahrete inanmaz zaten. O yüzden infak yoluyla ahrete yatırım yapmak aklının ucundan bile geçmez. Tek istediği, insanlar onu İÇTEN BİR İNANIR ve kendilerinden biri sansınlar.
Yüzlerinde dostça gülümseyen maskelerle siz inanırlara "Biz sizdeniz!" diye yemin billah ederler ama maskelerinin altındaki suratları kinle kasılmıştır; sizden olamazlar – ve mâ hum minkum (56).
Tebuk seferine hazırlanan inanırları İslamın açıktaki düşmanlarından önce işte o münafıklar çelmeledi; Allah’ın elçisini asıl onlar uğraştırdı. Sinsice arkadan vuruyorlardı çünkü bütün ikiyüzlüler gibi korkaktılar (56).
Onların, nebiyi "Kulaktır o!" diye iğneleyip üzenleri var. De ki: "Evet, sizin iyiliğinize olan bir kulak. Allah’a inanır, inananlara güvenir, inananlar için esirgemedir o." Allah’ın elçisini üzene acı bir ceza var (61).
Sizin hoşunuza gitmek için yemin billah ederler. Oysa gerçekten inanmış olsalardı hoşnut edilmek asıl Allah’ın ve elçisinin hakkıdır (62). Bilmezler mi, kim Allah’la ve elçisiyle inatlaşırsa ona içinde sürekli kalacağı cehennem ateşi var. Büyük aşağılanma işte odur (63).
O bir kulaktır –huve uzun (اذن)- yani herkesi dinler, onaylayıverirmiş. Ortak koşanlar bunu eleştiriyor. Oysa halk yönetiminin erdemidir o. DEMOKRASİ de denen o tarzda yöneticiler halka kulak verirler ve böylece halkın yönetime katılması sayesinde işleri doğru düzgün yapmayı başarırlar.
Örneğin Hendek muharebesinde öyle olmuştur.
Muharebeden önce Gatafan oğulları ortak koşanların yanındadır. Hz Muhammed onların birlikteliğini bozmak için Gatafan oğullarına o yılki hurma ürünününüçte birini vermeyi düşünür. Arkadaşları "Bu senin önerin mi vahiy mi?" derler. Cevap: "Benim önerim." Bunun üzerine öneriyi aralarında tartışıp reddederler. Hz Muhammed arkadaşlarının kararına uyar.
Selman-ı Farisi, İranlıların yaptığı gibi, Medine’nin saldırıya açık taraflarına hendekler kazmayı önermektedir. İnananlar onu benimseyip uygularlar ve muharebeyi kazanırlar. (Abdurrezzak, el-Musannef, 5/367-8; İbn Sa’d, et-Tabakat, 2/73; İbn Ebi Şeybe, el-Musannef, 8/378)
Hz Muhammed’i iğneleyenlerin davranışına dikkat. Ne zaman yapıyorlar bunu? Elbet onun uzağında iken. Çünkü onun yanında iken "Biz sizdeniz!" diyorlar (56). Münafıklara özgü tipik iki yüzlülük.
Allah’ın hoşnutluğunu istedikleri filan yok çünkü Allah’ın kadrini hakkıyla bilmiyorlar -ve mâ kader ullahe hakka kadrihî (39:67). Dolayısıyla halk yönetiminin İslamdaki yerinin de ayırdında değiller.
İslamın Allah’ı DEMOKRASİ de denen halk yönetimini tavsiye eder; örneğin Bakara 104'te inananlara şöyle der: "Davar olup güdülmeyin, insan olup yönetime katılın!" - "Bizi güt!" demeyin; "Bizi gör!" deyin. Ve dinleyin, lâ takûlû râinâ ve kûlû unzurnâ.
Ra'y ve riayet, bir kimsenin, başkasının işlerini çekip çevirmesi, yönetip tedbir etmesi, onun lehine olacak şeyleri tedarik edip, ona fayda sağlaması ve korunmasına özen göstermesi demektir ki, hayvanat hakkında gütmek, insanlar hakkında da SİYASET adı verilen yönetmek anlamına gelir. Nitekim siyaset ilmine, "ilmü'r-riaye" yani YÖNETİM İLMİ adı da verilir.
Allah yönetim alanında, kadınlar dahil, istisnasız bütün vatandaşların kâle alınmasını ister. Dikkat! Allah’ın dininde EMÎR yani YÖNETİCİ eğer halkın "örf"üne aykırı bir işe kalkışırsa halkın isyan etme hakkı doğar (Mümtehine 12):
(Ey emîr!) İnanan kadınlar sana gelip… "örf"e uygun işlerde sana isyan etmiyeceklerine - dair sözleşmek istediğinde onlarla sözleş - ve lâ ya'sîneke fî ma'rûf.
Burada halkın Allahın elçisine değil "emîr"e isyan etme hakkından söz edildiği kesin. Çünkü Allah’ın elçilerine isyan edilemez; elçiye itaat Allah’a itaattir (4:80). Ancak yönetime yani "emîr"e isyan edilebilir.
Buna GİYİM KUŞAM örnek verilebilir, ki ma'rûf olandır yani örf - عرف.
Suudi Arabistan'daki çöl kadınları başlarını örtmezler ama peçe takarlar. PEÇE onların örfüdür. Yönetim eğer onları peçeyi atmaya zorlarsa Mümtehîne 12 gereğince çöl araplarının isyan hakkı doğar.
SUUDİ ARABİSTAN'IN KADINLARI -WOMEN IN SAUDI RABIA -NATIONAL GEOGRAPHIC.
Öte yandan Türkiye'li kadınların yüzleri açık. Onların örfü de PEÇESİZ olmak. Yönetim eğer onları peçe takmaya zorlarsa bu kez de Türk halkının isyan etme hakkı doğar.
Ancak... Allah'ın dini eğer Allah'a tahsis edilmiyor da içine siyaset boca ediliyorsa ve devlet, Allah'ın yasaları + siyasî islamcıların yasaları = şirk ile yönetiliyorsa insanlar o haklarını da kullanamazlar çünkü siyaset halkın gözlerini bağlamıştır. Allah'ın dinine siyasî islamcıların boca ettiği TESETTÜR ŞİRKİ o sayede şaha kalkmış durumda.
Halk olarak biz de gerçeği kabul edelim: siyasî islamcılar tarafından gözlerimizin bağlanmasına ve bu sayede davar gibi güdülmeye razı olduğumuz sürece BİZ DE MÜŞRİĞİZ.
*
Allah'ın dini başka. Allah Kendi dininde halka geniş demokratik haklar tanır. Allah'ın dininde halk muteberdir. Ortak koşanlar ise demokratik hak mak tanımazlar ve onlara göre halk "sefil ayak takımı"dır. Ya da ezilmesi gerekenböcekler. Halk ile, değil devletin yönetimini, Allah’ın dinini dahi paylaşmaya yanaşmazlar.
Halka tepeden bakarlar; onları dinlerini özgürce seçmeye layık görmezler (Hûd 27): Ey Nuh! Sana uyanlar bizim en aşağılıklarımız - ittebeake illellezîne hum erâzilunâ (11:27).
Burada Nuh nebiden söz edilmesi onun, izleyenleri açısından, Muhammed nebiye benzemesi yüzündendir. Yani Nuh nebiyi kimler izlediyse Muhamed nebiyi de onlar izledi: ayak takımı - erâzil.
Muhammed nebiye ilk inananlar da ayak takımıydı. Ortak koşanlar şöyle diyerek bununla alay ettiler: "Seni izleyenler ya toy delikanlılar ya köleler ya da sefiller…" (Mevdudi, Hûd 27 tefsiri).
Ve Muhammed nebiye tepeden bakarlar; onu vahiy almaya layık görmezler (Sâd 8): Uyarı içimizden ona mı indirildi? - E unzile aleyhiz zikru min beyninâ.
Ama onların asıl itirazı, konu ÖRF olduğunda, Muhammed nebinin halka KULAKvermesidir. Çünkü halk davar olup güdülmektense insan olup yönetime katılmayı o sayede başarıyor.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma