Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Aşağıdaki yazıyı Vatan'dan Ruhat Mengi yazdı.Hasan Akçay'ın görüşleriyle paralellik arzeden bu yazı acaba ondan mı esinlenildi?diye düşündürtüyor vesselam.
Mengi'nin sorusu şu şekildeydi:
"Diyanet İşleri profesörlerinin “gerdan ve göğüsler” olduğunu iddia ettiği, Kur’an’da aynı konuyla ilgili ayetler, sureler birlikte okunduğunda ise takı (kolye, bilezik vs.) anlamı çıkan ziynetin örtülmesi, bunun için de örtülerin (hımar) boyundan aşağı yakaların üstüne indirilmesi nasıl oluyor da tek saç teli görünmeyecek şekilde tepeden tırnağa kapanmak haline gelebiliyor?"
Cıs” bir soru! İki gün önce Ahmet Hakan ve Ruşen Çakır’a bir soru sordum. Aslında bu soru yalnız onlara değil “türban” diye tutturarak dini, inancı, dindarlığı sadece kadın tesettürüne bağlayan ve demokrat olma adına sürekli “Dindarlar inancını özgürce yaşasın” edebiyatı yapan herkese sorulmalıydı.
Ama bu meslektaşlarımız dini, Kur’an’ı daha iyi inceledikleri için onlara sorulmuştu.
Sebebi ise şu; bu ülkede dindar Müslümanlar, fazla dindar olmayan ama eksiklerinin hesabını Allah’a vereceğini bilen Müslümanlar, Müslüman olmayanlar veya hiç inanmayanlar, herkes özgür (şu anda)...
Bütün sıkıntı ve kavga ise bir tek “kadının türbanına” kilitleniyor.
Soru şuydu: Kur’an’da kadının saçını örtmesi veya tepeden tırnağa tesettüre girmesi ile ilgili bir emir var mı?
Dine önem veren bir ailede yetiştiğim, Kur’an’ı da incelediğim için anladığım kadarıyla açıklamıştım da: Nur ve Ahzab surelerinde “örtüleri yakaların üstüne indirmek” veya “omuzlara almak”tan söz ediliyor. Ama ilgili surelerin hepsi birlikte okunduğunda, bunun halhal, kolye, bilezik gibi kıymetli takıları örtmek ve tehlikeden korunmak için olduğu anlaşılıyor. Hatta “Ey inananlar” yerine “Söyle” başlığıyla geldiği için Hz. Muhammed’in etrafındaki, o yıllarda yaşayan insanların kastedildiği de belli.
Yani “saçı örtmek”le ilgili hiçbir emir yok.
Bunu neden kimse açıklamıyor?
Devamlı “türban” yazanlar, “türban”ı bir dindarlık veya namus kalkanı gibi empoze edenler neden sıra bu konuya geldiğinde susuyorlar?
Susuyorlar çünkü çeşitli yorumları yapılan Kur’an’ın hiçbir yorumunda saçı örtmekle, tesettüre girmekle ilgili bir bilgi yer almıyor.
Bu durumda da ne başörtüsü veya türban takanlar daha dindar, ne de takmayanlar daha az dindar sayılabilir.
Bütün samimiyetimle öğrenmek istiyorum, bu emir nerede?
Meslektaşlarımız “cıs” sayarak dokunmak istemiyorlar, oysa din de baskıyla değil, öğrenerek, tartışarak anlaşılabilir. Onların yerine mesela Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu ve eski Başkanı Süleyman Ateş halkı neden aydınlatmıyorlar? (Bu soruyu sormayı sürdüreceğim.)
__________________ ''Eğer biz bu Kur'anı bir dağın üzerine indirseydik,kesinlikle onun,Allah korkusuyla baş eğerek parça parça olduğunu görürdün..''Haşr:21
Kendi rızasıyla gerçekten örtündüğüne inanan
insana saygı duymak, örtünmek istemeyen insana da bunun günah olmadığı
duygusunu vermek. Ne dersiniz?
Kesinlikle haklısınız. Ve bunun için Kur'anî gerçek ortaya çıkarılmak zorunda. Önce Kur'anî gerçeği ortaya koyacağız:
Ben listenin tamami erkek demedim, cogu erkek; Degil midir? (Sinan25)
Nur 31’deki ziynetler kadın vücudunun bazı parçaları anlamına gelseydi örneğin göğüsler anlamına gelseydi ayette listelenen müstesna kişiler, tesettür dinindeki gibi, inanan kadınamahrem olurlardı. Kadının o kimselere memelerini açması sakıncasız olurdu. Çünkü Yüce Allah illadiyor yanionlar hariç.
MAHREM, "evlenilmesi yasak" demek.. Örneğin abi ablaya mahremdir; ana oğula mahremdir.
Tanımlamak gerekirse mahremler, bir kimsenin karşı cinsten birinci derece akrabalarıdır.
Buna göre 24:31’de anılan müstesna kimseler, tesettürcülerin öne sürdüğü gibi, inanan kadına mahrem olabilir mi; mümkün mü bu?
Örneğin
kadınlara bağlı ihtiyaçsız erkekler
it tabi’îne gayri ûli’l ırbati min er ricâl
Hayır! Çünkü, kadına akraba değiller.
Yine örneğin
kadının hemcinsleri – nisâ ihinne?
Hayır! Çünkü karşı cinsten değiller.
Bunu daha kolay görmeniz için bir tablo sunuyorum. Tablonun solundaki sütunda inanan erkeğe akraba olan kadınlar var. Yüce Allah 4:23’te onları tanıtırken şöyle diyor:
sana mahrem olanlar
hurrimet aleyküm.
O halde bunda kuşku yok – la raybe fih. Onlar mahremdir.
Sağdaki sütunda ise 24:31’de anılıp ta tesettür dininde inanan kadına mahrem ilan edilen kimseler var. Ama bu mümkün değil çünkü ya karşı cinsten değiller ya da akraba değiller.
Lütfen inceleyin.
4:23'e göre////////////////////////////////24:31'e göre erkeğe mahrem olanlar////////////////////kadına mahrem olanlar
(erkeğin cariyeleri YOK)----------------kadının erkek köleleri (avretten anlamayan çocuklar YOK)----avretten anlamayan çocuklar (erkeğe bağlı ihtiyaçsız kadınlar YOK)---kadına bağlı ihtiyaçsız erkekler (erkeğin karısı YOK)--------------------kadının kocası (erkeğin kendi erkekleri YOK)-----------kadının kendi kadınları –nisâ ihinne
erkeğin ağabeyinin kızı-----------------(kadının amcası YOK) erkeğin ablasının kızı-------------------(kadının dayısı YOK) erkeğin süt kardeşi--------------------(kadının süt kardeşi YOK) erkeğin üvey kızı----------------------(kadının üvey babası YOK) erkeğin gelini--------------------------(kadının damadı YOK)
erkeğin süt annesi------------------------------------------------------ --------- iki kız kardeş bir arada------------------------------------------------------- --
erkeğin anası--------------------------kadının oğlu erkeğin kızı----------------------------kadının babası erkeğin ablası-------------------------kadının ağabeyi erkeğin halası-------------------------kadının ağabeyinin oğlu erkeğin teyzesi------------------------kadının ablasının oğlu erkeğin kaynanası---------------------kadının kayın babası
Sorun kendinize:
Kadına bağlı ihtiyaçsız erkekler
ona mahrem midir; örneğin Bayan Sabancı kendisine bağlı fabrika
müdürlerinden biriyle evlenemez mi ki memelerini müdürlerine açabilsin?
Kadının erkek kölesi ona mahremmidir; yani kadın kölesiyle evlenemez mi ki inanan bir kadın memelerini kölesine açabilsin?
Gerçek şu:
İnanan bir kadın o kimselere takı anlamına gelen ziynetlerini açabilir ama vücudunun göğüs, memeler ve eğer saç baş avret ise saç baş gibi avret yerleri anlamındaki ziynetlerini açamaz Yoksa iş fuhuşa varır..
Yüce Allah 24:31’de ziynetler derken kadının asla saçını başını, memelerini kastetmiyor; gerdanlığını, altın zincirini kastediyor.
"Memeler de bazı istisnai durumlarda açılıversin canım," demek "Kadın da birazcık gebe oluversin!" demeye benzer. Gebeliğin birazı olmaz. Biraz gebelik bal gibi tam gebeliktir.
Nur 31’deki ziynetler ya kolye ve zincir gibi "takı parçaları"dır ya da gerdan ve memeler gibi vücut parçaları.
İkisinden birini seçmek zorundasınız.
Ya
tesettürü seçip fuhuşa varan edepsizliğe batacaksınız ya da takıları
seçip İslamın istediği gibi ahlaklı insanlar olacaksınız.
"Ant içip edinlenler"in 24:31'deki
"ziynetler"le ilgisi ise ayette onların da anılmasından kaynaklanıyor.
Tesettürcülerin iddiasına göre ziynetler, bir müminenin avret yerleridir. Saç, gerdan, memeler gibi:
ziynetlerini kimseye açmasınlar - la yübdîne ziynet ehünne
fakat "ant içip edindikleri"ne hariç - illa ma meleket eyman ühünne
Deme ki onlaraaçılabilir. Kim onlar? Tesettürcüler iddia ediyor ki onlar inanan bir kadının cariye ve köleleridir yani dişi ve erkek kulları.
İşte köleler inanan kadına mahrem ilan edilmek suretiyle İslama fuhuş böyle boca ediliyor. Çünkü mahrem, evlenilmesi yasak demek; oysa köle, sahibesine mahrem değildir; kadın isterse kölesiyle evlenebilir.
Rûhu'l-Beyân müfessiri İsmail Hakkı Bursevî'nin açıklamasına bakın:
"Ellerinin altında bulunanlara, cariyelere...
Kadının sahip olduğu eğer köleyse kendisine yabancı erkek hükmündedir.
Bu köle ister iğdiş edilmiş olsun ister cinsî temas gücüne sahip olsun,
aynıdır. Nitekim Ebu Hanife'nin görüşü bu olduğu gibi çoğu ulemanın
görüşü de bu doğrultudadır. Bu sebeple, kadının o köle ile hacca
gitmesi veya yolculuğa çıkması câiz değildir. Fakat kölenin kendisini şehvetten emin hissetmesi durumunda hanımına bakması câizdir."
Gördünüz mü tesettürcünün aklı ne kadar karışık! Câizdir diyor; câiz değildir diyor! Yani ne diyor; câiz midir, değil mi?
Kölenin kendisini şehvetten emin hissetmesi durumunda...
Ve Süleyman Ateş'in açıklaması... Lütfen düşüne düşüne okuyun:
"Malikesi, kölenin mahremidir. Evin içinde bunlardan kaçmak güçtür..." (Ahzab 55'in tefsiri).
"Âyette anılan mahremler, kadının her yerine bakabilirler." (Nur 31'in tefsiri)
Nasıl; yüzünüz kızarmadı mı? Ve sanır mısınız ki "türban"lı tesettür
uğruna fuhuşu İslama boca edenler yalnızca bunlardır? Hayır. "Ziynetler
örtülmesi gereken yerlerdir!" diyen herkes, örneğini Hayrettin
Karaman*, birer fuhuş tellalıdır.
Hattâ hattâ bu tesettürcüler iddialarını ispat etmek için şunu rivayet ederler:
Hz Peygamber ve kölesi bir gün Fatıma'nın evine gelmiş; Hz Fatıma panik içinde başını entarisiyle örtmeye çalışırken apışarası dahil vücudunu
beline kadar açınca Hz Peygamber onun utandığını görmüş, "Zararı yok;
yalnızca baban ve kölen var!" demiştir. (Enes b malik'ten Ebu Davud,
Ahmed, Beyhaki'den aktaran Mevdudi: Tefhimu'l Kur'an, Nur 32 tefsiri)
Yani bu zevat kölelik ve tesettür pisliğini
İslama sıvaştırmak için Allah'ın Elçisini, kızını kölesine peşkeş çeken
bir pzvnk yapıp çıkarlar. Gözleri öylesine dönmüştür.
Bu konuda Ahmet hakan bir cevap yayınladı.sadece cevapla ilgili kısmını buraya alıyorum:bakalım cevabı nasıl bulacaksınız?
AHMET HAKAN'IN TÜRBAN SORUSUNA CEVABI
"Ben bu meseleye Ruhat Hanım gibi dini perspektiften değil, ilke açısından yaklaşıyorum.
İlkemi ise şöyle tarif edebilirim:
Mesela Ruhat Hanım der ki:
"Kardeşim ben bir Müslüman olarak Kuran’dan baş örtme emri çıkarmıyorum. Bu konu yüzyıllardır saptırılmıştır. Kuran baş örtmeyi istemez."
Buna karşı bana düşen saygı göstermektir.
Bir başkası çıkar, der ki:
"Müslüman toplumlar yüz yıllardır Kuran’ı yorumlarken, baş örtme emrinin var olduğunda ortak görüş bildirmişlerdir. Doğrusu da budur."
Buna karşı da bana düşen saygı göstermektir.
Çünkü benim üç ilkem vardır:
BİR: Hiç kimse kutsalın yorumunu kendi tekeline alamaz.
İKİ: Hiç kimse kutsaldan anladığını topluma dayatamaz.
ÜÇ: Herkes kutsalı yorumlama özgürlüğüne sahiptir.
***
Kutsalı anlamakta ve yorumlamakta sonuna kadar özgürüz.
Düşünelim:
Eğer tek bir yorum geçerli olsaydı...
Bunca tarikat, mezhep, meşrep nasıl ortaya çıkardı?
Şeyhülislam Ruhat Mengi Hanım, çıkıp bir fetva patlatırdı ve iş biterdi...
Değil mi ama?
__________________ ''Eğer biz bu Kur'anı bir dağın üzerine indirseydik,kesinlikle onun,Allah korkusuyla baş eğerek parça parça olduğunu görürdün..''Haşr:21
Ben bu meseleye Ruhat Hanım gibi dini perspektiften değil, ilke açısından yaklaşıyorum.
Bravo, kapitan! Hem camilerde, öğrenci yurtlarında, imam hatiplerde, Kuran kurslarında "Başörtüsü Allah'ın emri," deyip insanların beynini yıkamak suretiyle başörtüsünü dinî bir mesele yapacaksın hem de "Ben başörtüsü meselerine dinî perspektiften bakmıyorum!" diyeceksin.
Hani "Gapan da gaçan mı!" derler ya, beyimiz çoktaaan gapmış ta gaçıyo.
Bu hin oğlu hinlik prim yaptığı sürece, başörtüsüyle yetinmeyiz; nur topu gibi daha nice dinî sorunlarımız olur bizim.
"Müslüman toplumlar yüz yıllardır Kuran’ı yorumlarken, baş örtme emrinin var olduğunda ortak görüş bildirmişlerdir. Doğrusu da budur."
Bu yoruma göre (iğdiş?) köleler ve kadınlara bağlı ihtiyaçsız erkekler sahibelerinin her yerine bakabilirler (Ateş, Bursevî, Mevdudi...). Örneğin memelerine, apışaralarına (Hz Fatıma hakkındaki rivayet).
Erkekler Klübünün çıkarına uygun diye yüzyıllardır İslama sıvaştırılan bu pislik iyi mi oluyor; doğru mu oluyor?
Bunca tarikat, mezhep, meşrep nasıl ortaya çıkardı?"
Varolan mezhep ve meşrepleri aklayıcı olan A.Hakan'ın bu cümlesi doğru değildir.Mezheplerin hiçbirisi Kuranı farklı anlamalardan dolayı ortaya çıkmamıştır.
Tabiri caizse önce minareyi çalmak için kılıf bulmuşlar,sonra da bu kılıflara göre minareler hazırlamışlardır.Sünni mezhepler,Kuran; hadisler ve ulema olmadan anlaşılmaz,kendi aklıyla Kuranı anlamak sapıklıktır deyip kitleleri uydurma hadis kültürüne ve ulemanın zırvalarına yönlendirirken,şiiler de masum 12 imam hikayeleri düzerek kitleleri bunların uyduruk fetvalarına teslim olmaya çağırmıştır.
İşte birçok insanın anlamakta zorlandığı bu basit gerçek iyi kavranırsa,bütün mezhep ve meşreplerin dayandıkları temellerin çürük olduğu ve salt Allahın kitabına teslimiyetin ne kadar büyük bir saadet ve huzur getireceği gün geçtikçe herkese aşikar olacaktır,vesselam.
__________________ ''Eğer biz bu Kur'anı bir dağın üzerine indirseydik,kesinlikle onun,Allah korkusuyla baş eğerek parça parça olduğunu görürdün..''Haşr:21
Ruhat Mengi'nin cevabı iki yazı halinde geldi.Başörtüsü ile ilgili konunun bizim açıdan önemine binaen yalnızca ikincisini alıntılıyorum:
Herkes “kutsal”ı yorumlayabilir mi?
Dün ‘İlk kadın şeyhülislam’ başlıklı yazımda Ahmet Hakan’ın ve Emre Kongar’ın “sorduğum soru”yla ilgili köşeyazılarından söz ettim. Son paragraflarda Kongar’ın da Hakan’ın yazdığı “kutsal”la ilgili üç ilkeye katıldığını, benim ise bunların sonuncusu olan:
“Herkes kutsalı istediği gibi yorumlama özgürlüğüne sahiptir”e katılmadığımı belirtmiştim.
Eğer bu “kutsal” bir dinin kutsal kitabı; meselâ burada konu edilen Kur’an ise...
Üstelik Emre Kongar yazısının ilk bölümünde “Daha da kötüsü, bir takım politikacılar ve din bilgileri kendilerinden menkul yazarlar İslâm adına Allah’ın emirlerini, Kur’an’ı Kerim’i kendilerince yorumlayıp geniş halk kitlelerine kendi görüşlerini empoze etmeye çalışıyorlar” demişken.
Demek ki ona göre de herkesin Kur’an’ı kendi kafasına göre yorumlaması doğru değil... Her insan dininde, inancında özgürdür, bunlar hepimizin bildiği gibi “Allah’la kul arasında” konulardır ama bu özgürlük Kur’an’ı milyonlarca şekilde farklı yorumlama özgürlüğü de sayılamaz.
Sayılacak olursa işte o zaman din, inanç İslâmiyette (onu diğer dinlerden ayıran en önemli özelliklerden biri) ruhban sınıfı olmamasına, Allah’la kul arasına kimsenin girmesine izin verilmemesine rağmen aracıların, hacıların/hocaların veya tarikatların kontrolüne giriyor, din kuralları uydurma hadislerle bir korku, baskı unsuru haline getiriliyor ve böylece din amacından kolayca saptırılarak siyasi bir araç olarak bile kullanılabiliyor. Ve sonunda Fatih-Çarşamba’da görüldüğü gibi karaçarşafı, sarığı, şalvarı dinle bağlantılı zanneden, televizyon seyretmeyi bile günah sayan (Taliban da böyle düşünüyor), sonunda karaçarşaftan daha da iyisi olarak burkayı gören bağnaz, yobaz bir anlayış ortaya çıkabiliyor.
Yani Ahmet Hakan’ın “Eğer tek bir yorum geçerli olsaydı bunca tarikat nasıl ortaya çıkardı” sözü aslında olumlu bir durumu değil bir yanlışı vurgulamaktadır.
Din ve şartları; ayetler, sureler tartışılamaz değildir. 1500 yıl öncesinin Arabistan’ında; giyim kuşamın olmadığı, yoksul halkın tek bir “örtü”yü aile içinde paylaşarak kullandığı, hukuk, kanun, kural yoksunluğunda kadınlara ziynetleri ve cinsiyetleri nedeniyle saldırıldığı, kadının tüm haklarının erkeğe bağlı olduğu bir ortamda adaleti, düzeni de sağlamak, insanları tehlikelerden de korumak için inmiş ayetler değişen, gelişen dünya şartlarında din bilginleri tarafından yeniden tartışılıyor ve yeniden yorumlanabiliyor.
ÇOK ŞEY DEĞİŞTİ! Nitekim; medeni nikâh, kadınların eşit miras hakkına sahip olması, boşanmaların erkeğin sözüne değil hakimlerin kararına bağlanması (ki boşanma halinde eşit paylaşım da Medenî Kanun’a kondu ve Müslüman kadınların buna bir itirazı olmadığı gibi çoğunun hayatları kurtulmuş oldu), kurban kesimi, kadınların cenaze namazına katılımı, özel hallerinde Kur’an okuma, mescide girme ve hatta tavaf etme hakkının sağlanması, Kur’an’daki bazı ayetlerin aile içi şiddete (erkeğin kadına şiddet kullanması) dayanarak yapılamayacağı ve daha birçok konu yeniden yorumlandı. Bunların bazıları Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2002 yılındaki Güncel Dini Meseleler İstişare Toplantısı sonuç bildirisinde de açıklandı.
Başkan Mehmet Nuri Yılmaz bu toplantıdaki açılış konuşmasında Kur’an’ın (kargaşaya fırsat vermemek, halkı doğru şekilde aydınlatmak için) yalnızca “bilimsel yeterlilikleri ve dini hizmetleriyle kabul gören akademisyen ve din adamlarının görüşleriyle” yorumlanabileceğini, gereksiz gerginlik ve polemiklerin, tartışma ve yanlış anlamaların ancak böyle önleneceğini açıkça belirtmişti. Yılmaz bu konuşmada farklı yorumların bir zenginlik kaynağı olduğunu söylerken aynı zamanda bununla herkesin Kur’an’ı kendi kafasına göre yorumlamasını kastetmediğini de şu cümle ile belirtiyordu:
“Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bizim arzu ettiğimiz husus, insanları tek bir akide ve inanç etrafında birleştirmek amacıyla gönderilen dinin, farklı anlayıştaki kişi ve grupların kendilerini meşrulaştırmak için kullandıkları bir araç olmaktan kurtarılmasıdır.”
Başkan Yılmaz yine bu toplantıda “İstişare İslâm’ın özünde yer alan bir olgudur. Dini hayatımızın kompleks problemlerini teşhis ve çözümlemede, birikimlerimizi bir araya getirmeye ihtiyaç duyulacağı açıktır” sözleriyle “anlaşılmayan noktaların” ancak din bilginlerinin fikir alışverişiyle çözüme kavuşturulacağını vurgulamıştı.
Demek ki “kutsal”ı herkes değil ancak din alimleri doğru yorumlayabilir. Hele de Kur’an gibi tek bir kelimenin (örneğin “örtü”, örneğin “ziynet”) birçok farklı anlama çekilebildiği Arapça bir kutsal kitabı... (Devam edeceğiz.)
__________________ YALNIZCA KURANLA CENNETE GİTMEK İSTEYENLERE SELAM OLSUN.
Katılma Tarihi: 16 haziran 2006 Gönderilenler: 751
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
selam
anlayabildiğim kadarıyla
sizleri birileri kafasına göre yorumladığı bir din
çerçevesiyle tanımlayıp biz onlara aaa ne kadar gerici
zavallı banal softa yobaz cahil olarak eleştirirken
sizleride bunlara uyuyorsunuz diye küçümseyip aranızdan
bizimle anlaşabilen bir kaç kişiyi fikir özgürlüğü adına
sivriltip geri kalanınıza söverken
siz mushafı kendiniz öğrenmeye kalkar aydınlanır
uyutulduğunuz safsataları öğrenirseniz olmaz. ozaman
bizde bir takım kurumları çalıştırmak zorunda kalırız
ki, bunda en radikal özgürlükçülerimiz bile toplumsal
anarşi olmaması adına maalesef bu yapılanmaların yanında
yer alır
Cuma günü başladığım yazıya devam ediyorum. Ben “Kur’an’da saçı örtmekle ilgili bir emir nerede var” sorusunu (Nur ve Ahzab surelerini kastederek soruyorum sevgili okurlar, bunları yazıp yazıp bana göndermeyin lütfen) Ahmet Hakan’a daha önce 2 kez sordum; ortak bir röportajda ve televizyonda... Yine “ilkeler bazında” konuşabileceğini söyleyerek cevaplamadı.
Eğer herkes kutsalı (hatırlatalım, burada “kutsal” olarak Kur’an’dan söz ediyoruz) kendine göre yorumlama hakkına sahipse her konuda görüşü olan ve sık sık din, türban yazan Ahmet Hakan’ın bu sûrelerle ilgili olarak neden kendine göre bir yorumu yok (veya belirtmekten neden ısrarla kaçınıyor?)
Yok, çünkü din kitaplarını, herkesin kafasına göre yorumlaması mümkün değildir, olacak iş değildir. Dün de yazdığım gibi, ancak dini ve Arapçayı en iyi din alimlerinin yorumlarını inceleyerek doğru anlamaya çalışabilirsiniz.
Ki benim bütün yapılmasını istediğim de bu... En iyi yorum hangisi ise bize oradan “bu emrin” gösterilmesi.
Çok basit bir soru sordum; Nerede?
Bu sorunun cevabı da Diyanet İşleri tarafından verilmelidir çünkü öğrenmek herkesin hakkıdır.
Kadınların öncelikle hakkıdır çünkü “türban takan dindar, takmayan dindar değil”den başlayıp “takan namuslu takmayan ...”a varan bir dizi çağdışı ayırıma uğrayan onlar... Erkekler de öğrenmeli, çünkü kadınlara türban baskısı yapan da genellikle onlar. (Yalnız “Nasıl Örtündüler” kitabında bazı kadınların da bu baskıyı görev gibi kapı kapı gezerek yaptığı anlatılıyor.)
Türban baskısı yaşamayan ve yapmayanlar ise dinin siyasete alet edildiği ve sonunda rejim haline getirildiği ülkelerdekine benzer şekilde, Erbakan’dan bu yana “kadın/türban/tesettür” dinleyip duruyorlar.
Sanki din, inanç bir tek “kadının saçını örtmesine” endekslenebilirmiş gibi ne tarafa dönseniz bu konuyla burun buruna geliyor, dindar/dindar değil ayırımcılığıyla karşılaşarak haksızlığa uğradığınız bir yana, yaşadığınız ülkenin giderek Suudi Arabistan’a, İran’a, Afganistan’a benzediğini görerek ümitsizliğe kapılıyorsunuz.
Öğrenelim o zaman... Prof. Ali Bardakoğlu en iyi din alimlerini görevlendirsin ve bize söz konusu ayetleri kelime kelime açıklayarak anlatsınlar.
Örneğin Nur Suresi’nde “ayıp yerleri örtme” anlamındaki “ferclerini koruma”nın nasıl tepeden tırnağa tesettüre dönüştüğünü, türbana ve tesettüre dair kesin bir hüküm varsa nerede olduğunu, ayetlerin geliş nedenleriyle birlikte yorumlanması gerekip gerekmediğini, “kadınlar gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını vurmasınlar” sözüyle “ziynet”in açıkça anlatılmış olup olmadığını, “söyle” ve “ey inananlar” hitapları arasındaki farkı, “hımar”ın net kelime karşılığının “başörtüsü” olup olmadığını (ve Arapça’da başörtüsü için kullanılan asıl isimleri) açıklasınlar.
“Başörtüsü” olarak kullanılsa bile “yakalarının üstüne salsınlar, ziynetlerini göstermesinler” in anlamının nasıl “saçlarını kapatsınlar” haline dönüştürüldüğünü de...
Ahzap Suresi’ndeki “cilbablarını üzerlerine salıversinler. Bu onlar için daha uygundur” cümlesinde “cilbab”ın “dış elbise” olup olmadığını ve “daha uygundur”un emir mi, tavsiye mi olduğunu anlatsınlar.
Eğer emir ise Allah’ın resulünün “biat” eden kadınlardan neden tesettür, başörtüsü şartı istemediğini de açıklasınlar.
Çünkü bunlar anlaşılmadığında iş İran’daki gibi karaçarşafa, saçını gösteren kadınların kırbaçlanmasına kadar varabiliyor.
Laik, yani “insanların dini kendi özel alanları içinde yaşadığı, devlet işlerine dinin karıştırılmadığı” ülkelerde bile bir tek “türban” dan başlanarak harem-selâmlığa, türbansız olanlara saldırıya gelinebiliyor.
Bu nedenle Diyanet’in önce Nur ve Ahzab surelerinin açıklaması, doğru yorumunu yapması, halkı aydınlatması mutlaka sağlanmalıdır.
Aksi takdirde “türban” üzerinden yapılan siyasetin her üç günde bir işgal edilen gündemin, toplumda yaratılan kutuplaşmaların ve değişen Türkiye görüntüsünün sorumluluğunu siyasetçiyle paylaşacaklar!
__________________ ''Eğer biz bu Kur'anı bir dağın üzerine indirseydik,kesinlikle onun,Allah korkusuyla baş eğerek parça parça olduğunu görürdün..''Haşr:21
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma