Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
arkadaşınız... derken peygamberin ayete karşı gelip müşriklerle arkadaşlık ettiği anlamını çıkaralım mı ne dersin?
sahabe belli başlı kişilerdi....demişsin ama tarikatçılar öyle demiyor "peygamberin nazarının değdiği mümin sahabedir" diyorlar.
vahşi bile sahabe olmadı mı?
yada muaviye
bunu da düşün........
salak kelimesine gelince "sahabeyi küçültüyorsunuz,efendilerimize hakaret ediyorsunuz,sizin amacınız zaten belli" diyen bir zihniyete gül atmak fetullahçıların ve diyalşogçuların işi.
kurandaki gibi hitap edeyim mi?
ÂLİ İMRAN [İ:94.64, R:3.64] De ki: "Ey Ehlikitap! Sizin ve bizim aramızda aynı olan şu söze gelin: "Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbirşeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da birbirimizi rabler edinmeyelim." Eğer yüz çevirirlerse şöyle söyle: "Tanık olun, biz müslümanlarız/Allah'a teslim olanlarız." ÂLİ İMRAN [İ:94.65, R:3.65] Ey Ehlikitap! İbrahim hakkında neden çekişiyorsunuz? Tevrat da İncil de ondan sonra indirildi. Hâlâ aklınızı işletmeyecek misiniz? ÂLİ İMRAN [İ:94.69, R:3.69] Kitap ehlinden bir zümre, sizi bir saptırabilseler diye arzu ettiler. Oysaki onlar, kendilerinden başkasını saptırmazlar. Ama bunu fark etmiyorlar. ÂLİ İMRAN [İ:94.70, R:3.70] Ey Ehlikitap! Gerçeğe tanık olup durduğunuz halde, Allah'ın ayetlerini neden inkâr ediyorsunuz? ÂLİ İMRAN [İ:94.71, R:3.71] Ey Ehlikitap! Neden hakkı batılla kirletiyorsunuz ve bilip durduğunuz halde gerçeği gizliyorsunuz? ÂLİ İMRAN [İ:94.72, R:3.72] Ehlikitap'tan bir zümre şöyle dedi: "Şu iman edenlere indirilene günün başlangıcında inanın, günün sonunda karşı çıkın. Belki onları döndürebilirsiniz;
3.119 Siz öyle kişilersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Ve Kitap'ın tümüne inanırsınız. Onlar ise sizinle karşılaştıklarında "İnandık!" derler; başbaşa kaldıklarında size öfkelerinden parmak uçlarını ısırırlar. De ki onlara: "Öfkenizle geberin!" Allah, göğüslerin içindekini çok iyi bilmektedir.
anlamayana ve kurandan aksini ispat ettiklerimize SALAK lafı az geliyor
3.119 Siz öyle kişilersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Ve Kitap'ın tümüne inanırsınız. Onlar ise sizinle karşılaştıklarında "İnandık!" derler; başbaşa kaldıklarında size öfkelerinden parmak uçlarını ısırırlar. De ki onlara: "Öfkenizle geberin!" Allah, göğüslerin içindekini çok iyi bilmektedir.
muhatabı sayıyorsak ve sevilmediğimiz halde gerçekten herkesi sevebiliyorsak,bir nevi hakaret anlamı taşıyan ve bazı grupların sıkça kullandığı SALAK ifadesini kullanmamalıyız.Allah'ın tahammül edip süre verdiği kullara bizim bu kadar tahammülsüz davranmamız ne kadar doğrudur ki?
Biz herkesi sevelim varsın olsun kimse bizi sevmesin,
Bir herkesi kucaklayalım varsın olsun onlar bizi görünce öfkesinden delirsin...
Biz hep bir adım fazla atalım varsın onlar iki ayakları üzerine geri dönsünler...
"muaviye ve peygamber nazarı " dediğim anda sazan gibi atlamana bayılıyorum. hiç boşuna uğraşma muaviyeye sahabe diyecek değilim,o tarikatçıların işidir. halifeye kılıç çekene meydan savaşı vrene mızraklara kuran sayfaları geçirene,peygamberin kurduğu düzeni yıkıp dikta rejini kuran ve saltanat ilan eden birisine sahabe demem elbette mümkün değil. acemiliğpine veriyorum.
siteyi biraz daha oku istersen yoksa kendi sitene yanlış bilgiler götüreceksin hakkımızda
hem iplik pazara çıkarıcam deyip hem bizi kafir miyiz yada münafık mıyız diye yargılayacağını söyleyip hem de eleştiri yapabiliyorsun
sitendeki ilana uyup sitene hakkımızdaki yazılarını asmanı talep ediyorum
tarikatçıları savunma diye bir şey yok ama münafık ile sahabeleri ayetin dediğinin tersine ayırmayı becerebildiğine göre bu yazdıklarımı da ters anlaman normaldir.
galiba aynı kuranı okumuyoruz seninle,senin okuduğun kitapta bazı eksiklikler var gibi duruyır. istersen sana bizlerin okuduğu kuranı verelim oradan tamamlarsın.
sahi sizin hadisler kuranı nesh edebiliyordu değil mi?
'hiç boşuna uğraşma muaviyeye sahabe diyecek değilim,o tarikatçıların işidir. halifeye kılıç çekene meydan savaşı vrene mızraklara kuran sayfaları geçirene,peygamberin kurduğu düzeni yıkıp dikta rejini kuran ve saltanat ilan eden birisine sahabe demem elbette mümkün değil. ' Demişsin kabul ama,
Şimdiki bölünmüşlüğün, ayrılıkların, ilk tohumu olan cemel vakasınıdan bahsetmediğinden biraz eksiklik hissettim
Sevgi ile,
CEMEL VAK'ASI
36/656 tarihinde dördüncü halife emirü'l-Müminin Hz. Ali ile Hz. Âişe taraftarları arasında Basra dolaylarında meydana gelen çatışma.
Üçüncü Raşid halife Hz. Osman (r.a.)'ın şehit edilmesinden sonra üç-beş gün anarşi hüküm sürdü. Hz. Osman'ı şehit eden âsiler ortama hâkimdiler. Bunlar bir an önce, Hz. Osman'ın yerine birini hilâfete getirmek istiyorlardı. Fakat kime müracaat ettilerse hep red cevabı aldılar. Hz. Ali de, kendisine geldikleri zaman onları huzurundan uzaklaştırmıştı: Âsiler hayrete düşmüşler, ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Devlet başkanı tayin olunmadan dönecek olurlarsa ihtilafın çok daha fazla alevleneceğini biliyorlardı. Bunun üzerine Medine ahalisini toplayarak, onlara bir halife seçmelerini, aksi takdirde Hz. Ali, Talha, Zübeyr ve daha başka kimseleri de öldüreceklerini söyleyerek, onlara bir gün mühlet verdiler. Bunun üzerine Medine halkı Hz. Ali'ye müracaat edip, ona bey'at etmek istediklerini bildirdiler. Hz. Ali, Muhâcirler'le Ensâr'ın bu teklifini reddetmek istediyse de devamlı ısrarlar karşısında bunu kabul etmek zorunda kaldı. Neticede Hz. Ali'ye bey'at edildi ve âsiler Hz. Talha ile Hz. Zübeyr'i de getirterek onların da Hz. Ali'ye bey'at etmelerini sağladılar. Bu sûretle, hicretin otuzbeşinci yılı yirmibir Zilhicce Pazartesi günü Hz. Ali'ye bey'at edildi.
Hz. Ali'ye bey'at edildikten sonra yapılacak ilk iş; Hz. Osman'ın katillerini bulmak ve bunların cezalarını vermekti. Bu hususta tahkikata başlanmıştı. Fakat katiller kesin olarak belirlenemediği için, Şer'an cürüm sabit olamamıştı. Bu durum karşısında bir şey yapılamazdı. Hz. Talha ile Hz. Zübeyr, Hz. Ali'yi ziyaret ederek ondan katillerin yakalanmasını istemişlerdi. Hz. Ali, onlara durumu izah etmiş, fakat ikisi de ikna olmamışlardı. Ortam son derece karışıktı. Bu arada Numan b. Beşir, Hz. Osman'ın şehadeti esnasında giydiği gömlek ile o sırada zevcesi Nâile'nin doğranan parmaklarını alıp Şam'a götürdü. Muaviye, bu kanlı gömleği ve kesik parmakları teşhir ederek, herkesin galeyanını kat kat artırmak maksadıyla mescide astı. Diğer taraftan Hz. Osman'ın katline sebep olanlar hâlâ Medine'de bulunuyorlardı. Bunların bir an evvel oradan uzaklaştırılması gerekiyordu.
Hz. Ali'nin karşı karşıya kaldığı zorluklar gerçekten çok büyüktü. Diğer taraftan Medine'de toplanan âsilerin mühim bir kısmı "Sebeiyye" fırkasına mensuptu. Bu İslâm düşmanı grubun reisi olan Abdullah b. Sebe, İslâm'ı içinden yıkmayı hedef alan bir Yahudi dönmesi idi. Bunun maksadı; İslâmiyet'in saf, berrak, akıl ve kalbi tatmin eden akidelerini ifsat edip müslümanlığı çığırından çıkarmak müslümanları türlü türlü gruplara ayırarak birbirleriyle didişmeye ve boğuşmaya sevketmekti. Hz. Osman (r.a.) devrindeki karışıklık, bu müfsidin ifsatları için uygun bir zemin teşkil etmişti. Hz. Ali'nin âsileri dağıtmak istemesi İbn Sebe taraftarlarının hoşuna gitmediği için bunlar Hz. Ali'nin emrine muhalefet etmişler; diğer Araplar da onlara uymuşlardı.
Bu karışık durum karşısında problemleri artıran ve buhranın vehâmetini doruğuna vardıran bir hareket daha başladı. Hz. Âişe, hac farizasını ifâ etmek üzere Medine'den Mekke'ye gitmiş, hac ibadetini ifâ ederek Medine'ye dönerken, Hz. Osman'ın şehit edildiği haberini almıştı. Bunun üzerine Medine'ye gideceği yerde Mekke'ye geri döndü. Çünkü Medine'de facianın doğurduğu karışıklıklar, bocalamalar devam ediyordu. Mekkeliler, Hz. Âişe'ye durumu sordukları zaman, Hz. Âişe, Hz. Osman'ın mazlum olarak öldürüldüğünü, Medine'de fesat ocağının bütün ufku karartacak şekilde tüttüğünü, mazlum ve şehit Osman'ın kanının heder olmaması gerektiğini, katillerin mutlaka cezaya çarptırılmaları ve şer'i hüküm ve kısas emirlerinin uygulanmasının icap ettiğini söylemişti.
Hz. Talha ile Hz. Zübeyr de Mekke'ye gelmişler, Medine'deki durumu Hz. Âişe'ye anlatmışlardı. Bu olaylar Hz. Âişe'nin fikir ve kanaatini kuvvetlendirmiş, o da mazlum ve şehid Hz. Osman'ın intikamını almak için herkesi toplanmaya ve bir araya gelmeye çağırmıştı.
Hz. Ali, muhaliflerinin Mekke'deki hazırlıklarından haberdar olunca, onlardan evvel Irak'a varmak, Irak'a hâkim olmak, Beytû'l-Mal'in muhalifler eline düşmesini engellemek istedi. Ensâr, Hz. Ali'nin Medine'den ayrılmasını uygun görmüyordu. Hz. Ali, muhâlifler kendisinden önce Irak'a girecek olurlarsa yeni yeni problemlerin ortaya çıkmasından endişe ettiğini, Irak'ın nüfuzca kesif ve beytü'l-mâl'inin zengin olmasından ötürü bir müddet orada bulunmanın daha iyi olacağını söylemişti.
Bundan sonra Hz. Ali yola çıkmış, Zukar mevkiine geldiği zaman, Hz. Talha ile Hz. Zübeyr'in Basra'ya yaklaştıklarını, Benu Saad kabilesi ile hemen hemen bütün Basra'nın onlara iltihak ettiğini haber almıştı. Hz. Ali, Zukar'da kalarak oğlu Hasan'ı Ammâr b. Yâsir ile birlikte Kûfe'ye gönderdi. Hz. Hasan, Kûfe'ye varınca, vali Ebû Musa el-Eş'arî onu iyi karşıladı. Hz. Hasan, mescidde minbere çıkarak Hz. Ali'nin dâvâsını müdafaa etti ve Talha ile Zübeyr'in ona bey'at ettiklerini söyledi. Bu konuşmasının sonunda kendisinin Basra'dan gideceğini, katılmak isteyenlerin onunla birlikte gelebileceğini ilân etti. Hz. Hasan, kendisine iltihak eden dokuz bin kişilik bir kuvvetle geri döndü. Bu dönüş ve hareket esnasında karşılıklı mücadeleler, şiddetli tartışmalar meydana gelmişti.
Hz. Ali, ordusunu bu şekilde takviye ettikten sonra Zukar mevkiinden Basra'ya doğru hareket etti. Hz. Ali, maiyetinde olan el-Ka'ka' b. Amr'ı çağırarak Basra'ya gönderdi. Ona iki taraf arasında mücadele ve çatışmanın meydana gelmesine engel olacak çareyi bulmasını tavsiye etti. el-Ka'ka' b. Amr, Hz. Âişe, Talha ve Zübeyr ile görüşmüş, onları ümmetin birliğini bozmama konusunda ikna etmişti. Hz. Âişe ile Hz. Talha ve Hz. Zübeyr, el-Ka'ka'ın önerilerini kabul ettiler. Hz. Ali de bu fikirdeyse, bu işin barış ile neticeleneceğini söylediler. Hz. Ali, el-Ka'ka'ın bu başarılarından son derece memnun oldu. Diğer taraftan bu sırada Basralılar Kûfelilerle temas etmiş, iki tarafta da barış ve fitneyi yok etme düşüncesi hakim olmuştu.
Ertesi gün, Hz. Ali hareket ederek Abdülkaysoğulları kabilesine uğradı. Bu kabile de ona ittihak etti. Oradan Zaviye'ye vardı. Zaviye'den de Basra'ya hareket etti. Esasen herkes barışı gayet tabii bir durum olarak görüyordu. Onun için Hz. Ali'nin Basra'ya gelişi, barışın tahakkukuna yönelik bir hareket olarak telakki olunmuş, herkes son derece huzurlu bir şekilde uyumuştu. İbn Sebe ile yandaşları, herkes uyuduktan sonra Hz. Âişe'nin tarafına hücum etti. İki taraf ta kendilerini karşı hücumuna uğramış gibi görmüşlerdi. Hz. Ali, her tarafa memurlar gönderdi. Ne olduğunu anlamak istiyordu. Diğer taraftan Kâab b. Sûr Hz. Âişe'yi uyandırmış, Hz. Âişe, devesine binerek çarpışmaların başladığı yere gelmişti. Hz. Ali kendi tarafını savaşmaktan alıkoyuyor, Hz. Âişe kendi tarafını teskin etmeye çalışıyordu. Fakat bir kere ok yaydan fırlamış bulunuyordu. Vuruşmanın en hararetli anında Hz. Ali atını sürerek savaş meydanının ortasına geldi. Hz. Zübeyr'i çağırıp, ona Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in: Bir gün Ali ile Zübeyr arasında bir ihtilafın meydana geleceğini ve bu ihtilafta Zübeyr'in haksız olacağını" söylediğini hatırlatmıştı. Bunun üzerine Hz. Zübeyr geri çekildi. Hz. Talha da Zübeyr'in bu davranışı üzerine çatışma meydanından çekilmek istemişti. Onun savaş alanından uzaklaşması üzerine kendisine zehirli bir ok atılmış ve bu ok Hz. Talha'nın ölümüne neden olmuştu.
Nihayet ortalıkta yalnız Hz. Âişe ile etrafında bulunan bir grup kimse kalmıştı. Çatışmalar şiddetle devam ediyordu. Bütün bu kanların dökülmesine neden olan münafıkların hedefi; bizzat Hz. Âişe idi. Bunlar Hz. Âişe' ye kadar ilerleyerek onu tevkif etmek, ona hakarette bulunmak istiyorlardı. Sebeîlerin bu maksadını anlayan Dâbbeoğulları Hz. Âişe'yi son derece büyük fedakârlıklarla korumuşlardı. Bekr b. Vâil, Ezd ve Dâbbeoğulları kabîleleri Hz. Âişe ile beraberdiler. Bunların onu korumada gösterdikleri cesaret herkesi hayrete düşürmüştü. Hz. Âişe'nin devesini koruyanlardan biri yere düştükçe bir başkası onun yerini alıyor, o da aynı fedakârlık ve aynı kahramanlık ile dövüşüyordu. Hz. Âişe'nin önünde şehit düşenlerin sayısı yetmişe varmıştı.
Bu çatışmalara bir son vermek için birisi deveye arkasından saldırarak onu yere yıkmış, bu arada da, Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed, Hz. Ali tarafından koşarak Hz. Âişe'nin korunmasına hizmet etmişti. Hz. Ali de Hz. Âişe'nin yanına gelerek hatırını sormuş, birkaç günlük istirahatten sonra onu, kardeşi Muhammed b. Ebu Bekir ile birlikte Medine'ye göndermişti. Hz. Âişe ile beraber Basra'nın ileri gelen ailelerine mensup kırk kadar kadın refakat etmişti. Hz. Âişe Basra'dan ayrılırken, kendisi ile Hz. Ali arasındaki mücadelenin yanlış anlaşılmadan ileri geldiğini söyledi. Hz. Ali de Rasûl-i Ekrem'in muhterem haremine her türlü tazim ve hürmeti göstermenin bir görev olduğunu belirtti. Hz. Âişe, hicretin otuzaltıncı yılı Recep ayında Medine'ye doğru. hareket etti.
Nihayet Hz. Ali 4 Aralık 656 tarihinde bu problemi de atlattı. Bu olaydan sonra hilâfet merkezini Kûfe'ye taşıyarak, şehadetine kadar orada kaldı. (Bu konuda geniş bilgi için bk. İbnü'l-Esir, el-Kâmil fi't-Tarih, Beyrut 1965, III, 205-263).
Konu başlığını 'MÜSLÜMAN TÜRK GENÇLİĞİNİ BOZAMASSINIZ' diye atmışsınız. Okuldayken bir arkadaş vardı. Sen nerelisin dediğimde ' sen karar ver ' dedi. Nasıl diye sorduğumda ' Babamın babası alman, babamın annesi türk- Annemin babası güney afrikalı, annemin annesi amerikalı. 'Ben nereliyim ' diye bana sordu. Birdaha sormadım.
Daha sonra değişik ortamlarda bu konuyu açtığımda farklı cevaplar aldım. Birkaçı şöyle:
1-) Saçma sapan soru.
2-) Babasının babası nereliyse oralıdır.
3-) Çocuk hissettiği millettendir.
4-) Dünyalıdır.
5-) Milyonda bir olan örnek üzerinde tartışılmaz.
6-) Ailedeki kadınların vereceği kültüre bağlı.
7-) Nufus kağıdı ne yazıyorsa odur.
Sizin vereceğiniz cevap, konu başlığınıza uyacakmı?
Atatürk'e ilişkin olarak 2 önemli çarpıtma yapılıyor. Biri Batılılaşma konusunda... Diğeri din konusunda... İlki, Atatürk'ün hedef olarak Avrupa'yı göstermediği iddiasına dayanıyor. İkincisi, -dünkü Vakit gazetesinde bir örneğini gördüğümüz gibi- ısrarla Atatürk'ü dua ederken, sarıklı mebuslarla ya da peçe içindeki Latife Hanım'la gösterip cumhuriyetin temelinde bir din motifi arıyor. Bu 2 konuda 2 belge hatırlatacağım. *** İlk belge, 29 Ekim günü Mustafa Kemal Paşa'nın Fransız yazarı Maurice Pernot'ya verdiği demeç... Paşa, o gün Revue Des Deux Mondes için Meclis Başkanı sıfatıyla verdiği son demecinde şöyle diyor: "Osmanlı İmparatorluğu, Batı'ya karşı elde ettiğimiz başarılardan çok gururlanarak kendisini Avrupa uluslarına bağlayan bağları kestiği gün düşüşe başlamıştır. Bu bir hataydı. Bunu tekrar etmeyeceğiz. Bizim vücutlarımız Doğu'da ise de düşüncelerimiz Batı'ya dönüktür. Memleketimizi çağdaşlaştırmak istiyoruz. Bütün çalışmalarımız Türkiye'de çağdaş, bu sebeple Batılı bir hükümet oluşturmaktır. Uygarlığa girmek arzu edip de Batı'ya yönelmemiş millet hangisidir?" *** Din meselesine gelince... İlk Meclis'in dualarla açıldığı ve cumhuriyete oy veren milletvekilleri arasında 100 kadar din adamı olduğu doğru... Ancak böyledir diye cumhuriyetin kökeninde ve Atatürk'ün düşünce evreninde din motifleri aramak nafile uğraş. Afet İnan cumhuriyetin ilanından 6 yıl sonra Yurt Bilgisi dersleri vermeye başlamıştı. Okutacağı kitabı Kemal Paşa'ya gösterdi. Gazi beğenmedi. Yeni bir Medeni Bilgiler kitabı yazdırdı. Kitap, 1931'de Afet İnan imzasıyla çıktı; ortaokul ve liselerde okutuldu. İşte Kemal Paşa'nın el yazısıyla kaleme aldığı o notların "Millet" bölümünden satırlar: *** "Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arapların dinini kabul ettikten sonra bu din Arapların (..) Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. (..) "Türk milleti birçok asırlar, (..) bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur'an'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü. (..) "Türk milletini Allah için, Peygamber için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah'la mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. (..) "... din hissi, dünyanın acısı duyulan tokadıyla derhal Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri, Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. (..) Artık Türk, cenneti değil, (..) son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte dinin, din hissinin Türk milletinde bıraktığı hatıra..." *** Yeterince açık değil mi? Nasıl oluyor da din konusundaki görüşleri bu kadar net olan bir lider hâlâ yanlış yorumlanıyor? Yukarıdaki satırların çoğu, Türk Tarih Kurumu tarafından 1969 ve 1988'de basılan "Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk'ün El Yazıları" kitabında yer almıyor da ondan... İnanması zor; ama kendi kurduğu kurum, Atatürk'ün notlarını sansür ederek yayımladı. "Medeni Bilgiler"i geçenlerde yeniden basan Örgün Yayınevi, Türk Tarih Kurumu'ndan bir özürle yeni baskı beklediklerini yazmış. Atatürk'ün okullarda okutulsun diye kaleme aldığı kitabının bile sansür edildiği bir ülkede yaşıyoruz. Düşünce özgürlüğü mü dediniz? (Can Dündar)
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
'İrtica tehdidi' Atatürk sonrası siyasetin ürünüdür
'Atatürk devrimleri oturmuş olsaydı bugün irtica tehdidi olmazdı." Bu doğru sözler dün CNN Türk'te gençlerle birlikte cumhuriyetimizin 83'üncü yılını değerlendiren Prof. Dr. Mehmet Altan'a ait. Buna katılmayan "Kemalist" dostlarım, Türkiye'de irticaya "sui generis", yani her türlü iç etkenden bağımsız olarak kendiliğinden ortaya çıkmış bir olgu olarak bakma alışkanlığındalar. Bunun izlerini Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in 29 Ekim mesajında bile görmek mümkün. Oysa bu tür olgular "kendi kendiliğine" ortaya çıkmaz. Dinin sadece 20-25 yıl öncesine kadar "komünizmin panzehiri" olarak Türkiye'de kimler tarafından "istismar edilerek kullanıldığını" herkes biliyor.
Gelişime darbe üstüne darbe Bu kişiler, Türkiye'de var olmayan bir "komünizm tehdidi"ni bahane ederek, bugün nefret ettikleri ABD'ye o sıralarda sırtlarını tümüyle dayayıp demokratik sosyal gelişme sürecimize darbe üstüne darbe indirmişlerdir. Bu zihniyet, bu kez de "irtica tehdidi" karşısında hortlayıp"demokrasimizin gerekirse askıya alınabileceğini" söylemeye başladı. Bu bile, bu zihniyetin bugünlere gelinmesindeki sorumluluğunu hâlâ algılayamadığını gösteriyor. Kısacası, "komünizm tehdidi"ne karşı irticayı kullananlar, "irtica tehdidine" karşı komünizmi kullanamayacaklarına göre, şimdi neye sarılacaklarını bilemiyorlar. Gerçek bir demokrasiye sarılmaları ise mümkün görünmüyor. Çünkü yapılarında böyle bir şey yok.
Panzehir, 'hür nesiller'dir Bu nedenle "sosyal demokrat" geçinen bazıları 1930'lar Avrupa'sının geri kalmış milliyetçiliğinden medet umarken, "Cumhuriyetin bekçisi" olduğunu söyleyen bazıları da "demokratik hakların gerekirse askıya alınabileceğini" belirtmekten çekinmiyorlar. Oysa çağımızda hem "siyasi" hem de "dini" irticanın "panzehiri"nin ne olduğu ortada. Bu da, Atatürk'ün deyimiyle, "fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller"in yetişmesidir. Günümüz Türkiye'sinin "fikri, irfanı ve vicdanı hür nesillerin ülkesi" olduğunu söyleyebilmek için ise insanın kendisini ciddi şekilde kandırıyor olması gerekir. Atatürk'ün daha 1920'lerde gösterdiği "çağdaş uygarlık" yolunda gerçek anlamda ilerlemiş olan bir Türkiye, bugün karşılaştığı sorunlarla değil, gelişmiş ülkelerin uğraştıkları çağdaş sorunlarla uğraşıyor olurdu.
'Erk'in en çok korktuğu şey Fakat, Atatürk'ten sonra gelen siyasi kadrolar, "çağdaş uygarlık yolunda ilerlemenin" ne anlama geldiğini anlayıp Türkiye'yi bunun gereklerine göre kalkındıramadılar. Daha doğrusu, bunu yapmak istemediler. Çünkü, Atatürk'ün gösterdiği yol, sadece "görüntü" itibariyle değil, "kafa yapısı" itibariyle de köklü bir devrim gerektiriyordu . Bunun olabilmesi için gerekli hür ve hümanist eğitim düzeninin temelleri cumhuriyetin ilk yıllarında atıldıysa da arkası getirilemedi. Nedeni ise malum. Atatürk sonrasında Türkiye'yi elinde tutan erkin en çok korktuğu şey, "fikri, irfanı ve vicdanı hür" olan vatandaş profili olmuştur. Bugün de durum farklı değildir ve bunun kanıtlarını her gün görüyoruz. Onun için, cumhuriyetimizin 83'üncü yılını kutlarken, daha iyisini niçin başaramadığımızı düşünmek ve bundan gereken dersleri çıkarmak zorundayız. (Semih İdiz)
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
...3 Mart'ta şeriatçılık konferansı Türkiye'de yapılacaktır. Şeriatçılık konferansından murat, bütün Müslüman ülkelerde derhal şeriatın uygulanmasına geçilmesi ve bu ülkelerdeki mevzuatın yeniden şeriata göre düzenlenmesidir. Ayrıca Kur'an-ı Kerim'deki dil Arapça olduğu için, bütün Müslüman ülkelerde Arapça öğreniminin geliştirilmesi ve Arapçanın İslam ülkelerinde evrensel bir dil durumuna getirilmesi istenmektedir. Resmi tatil günü de cuma olacaktır. *** Böylece evlenme boşanma, alacak verecek ve miras gibi medeni yasanın kapsamına giren konular, şeriatın uygulanmasıyla birlikte Kur'an-ı Kerim'e göre düzenlenecektir. Yani nikâhı imam kıyacak ve tepesi atan koca, karısını: - Seni boşadım yelloz, diye hemencecik kapının önüne koyacaktır. Elini ayağını, yüzünü saçını örtmeyen kadınlar kafir sayılacak ve böylelerinin katli vacip olacaktır. *** Plajdı, bikiniydi, kadınlı erkekli toplantıydı, danstı, baloydu; bunların hepsi kaldırılacak ve de evlerin pencerelerine yeniden kafesler konacaktır. *** İşine, dişine ve kuşuna güvenebilen erkekler, nikâhlı olarak dört; stepne olarak da, dilediği kadar karı alıp, aynı eve doldurabilecektir. *** Ortalıkta karı kıtlığı başlar da, erkekler her yerde sade erkek görmekten ne yapacaklarını şaşırırlarsa; Nedim Efendi'nin de belirttiği gibi, ay yüzlü bir gulama: - Koş annenden cuma namazına gideceğim diye izin al da, seni Kâğıthane'ye götürüp orada kâğıthaneleyivereyim, diyeceklerdir. *** Kadınlar da kendi aralarında "zürefa"lığa yöneleceklerdir. Zürefa zarifin çoğuludur. Ve zarifler, boyunlarına ince bir eşarp bağlayarak, gözlerinin kestiği çıtıpıtı hanımları hamamlara götürüp, orada bir güzel ovarlar. Yani efendim setri avret babında namus kantarının topuzu fazla ağır bastı mı; erkekler erkekleri, kadınlar kadınları kovalarlar. Sonra herkes kalıbı dinlendirince; cümbür cemaat cennete giderler. *** Şimdi bu tür yaşamın konferansı 3 Mart'ta Türkiye'de toplanıyor. Ve nüfuz-u nazarını, rüyeti atiye tevcih edebilenler, hemen tedrisi arabiye başlamalıdırlar. Hesabatı kainat böyle tecelli edecektir. Kevkepler, şems ve kamer, hal-ü pür melal-i müslümin-ül Türke bakıp kahkahalarla gülecektir. *** Böyle bir yaşam düzeninde öncelikle kadınlar ayvayı yer. Erkeklerse özellikle kadınlardan daha çok miras yer; sakilik ve köçeklik neşvü nüma buldukça, kestanesine sahip olamayanlar da pirü mugan dedenin abdestli şalgamını yer. *** Böylece demokrasiyyetül Türkiyye de, şeyh-ül arabiya-m bedevinin pederi muazzamını taam eyler. Yani Türk demokrasisi de, çağdışı Arap şeyhlerinin görkemli babasını yer... *** Mutmain olunuz, hamle-i cemiyet bu tarikle hakikatleşecektir. Ezan-ı sabah evveli, boyundan büyük gaita karıştıranların işkembesi çok şişecektir. *** 3 Mart'ı dümbelekle bekleyiniz. Yeni yılda neşenize, şevkinize mutluluklar ekleyiniz. Düştük, kalktık, yükseldik, bakın sonunda nereye geldik. Say-i demokraside payidar olsun kerestecilik, kütükçülük. Ve de -canı gönülden hep beraber söyleyin- Yaşasın Atatürkçülük.
(Çetin Altan)
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma