Yazanlarda |
|
ibrahimim Uzman Uye
Katılma Tarihi: 17 ekim 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 506
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
anafikir Yazdı:
Kuran evrensel bir kıtabtır. Bu kıtabı okuyanda okumayıp başkalarından duyanda Allah 'ın kitabının evrensel olduğunu düşünür. Çünkü bu kitabın ölçüleri tum insanlığı ilgilendiren ve ahlaklarını düzenleyen bir kitabtır. Örnek :Allah adam öldümeyin ,hırsızlık yapmayın ,çalmayın,adaletlı olun, annenizle evlenmeyin ,kardeşınızle evlenmeyin vb...gibi şeyler. Bunlar herkes için geçerlidir. O halde Kuran bunlardan bahsettiğine göre evrenseldir. Eğer insanlık bunların tersini yapar veya yaşarlarsa hiç kimse bilmese bile iç huzursuzluk yaşarlar. Bu Allah 'ın yarattığı fıtrata ters düştüğü içindır.
30/30- Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.
(31-32) Allah’a yönelmiş kimseler olarak yüzünüzü hak dine çevirin, O’na karşı gelmekten sakının, namazı dosdoğru kılın ve müşriklerden; dinlerini darmadağınık edip grup grup olan kimselerden olmayın. (Ki onlardan) her bir grup kendi katındaki (dinî anlayış) ile sevinip böbürlenmektedir.
selam ile
|
|
|
Selam aleyküm sevgili anafikir,
Yazıyı bir kez daha okumanı tafsiye ederim, orada yerel olanı ve evrensel olanı açıklamışız, inanıyorum ki, sende aynı görüşleri paylaşacaksın, yazından bunu çıkara biliyorum.
Netice itibariyle şunu anlamış bulunmaktayız; Kur’an bizim için şunu ifade ediyor, 1-) Kuran’ın iman esasları evrenseldir. 2-) Kuran’ın ahlaki esasları evrenseldir. 3-) İbadet (dua, tapınma, yardımlaşma) evrenseldir. 4-) Şeriat/hukuk evresel değildir, onu müminler yaşadıkları toplumun vaziyetine (sosyal ve ekonomik yapısına) göre, Kuran’dan ilham alarak hukuk sistemi geliştirirler.
sevgi saygı ve muabbetle Allah'a emanet ol.
__________________ Ey inananlar, Allah'tan korkarsanız O size iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allâh büyük lutuf sâhibidir
|
Yukarı dön |
|
|
yaşar sarı Newbie
Katılma Tarihi: 15 eylul 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 5
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
BEN İNSANİN SİRRİYİM İNSANDA BENİM SİRRİM insan kendini keşvetme zahmetine düştüğü an sır kalkar yol insanlari sevmekten ğeçer çok söze ğerek yok bence KURAN EVRENSELDIR İNSAN KURANDIR dunya aractir cennet aractir amac allahtır insani keşvet kuran rehberdir kılavuzdur insanı insan yapanda insandir tani kendini göreyim bileyim o zaman bızler sevmeyı sevıyoruz kusurumuz varsa affınıza sığiniyoruz
|
Yukarı dön |
|
|
iblissavar Uzman Uye
Katılma Tarihi: 06 subat 2007 Gönderilenler: 363
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
sayın Yaşar Sarı, Sen böyle sapla-samanı birbirine karıştıran laflar etmek yerine fırınıyın başına geç de ekmekleri yakma.Fırıncıysan fırıncı olarak kal,boyundan büyük laflar etmek ne haddine? NOt:İnsan Kuran falan değildir,basbayağı ekmek yiyen toprakoğlu topraktır.
__________________ ŞEYTANDAN VE ONUN EVLİYASINDAN KAÇINMANIN EN İYİ YOLU,ŞEYTANA KÜLAHINI TERS GİYDİRMEKTİR!
|
Yukarı dön |
|
|
hakka dogru Katilimci Uye
Katılma Tarihi: 04 ocak 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 78
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam
Kuran her okuyana özel inmiştir.Herkes sadece kendine inmiş gibi okumalıdır.Kuran insanı anlatır.Anlayana...
__________________ İlim Çinde de olsa alınız.
|
Yukarı dön |
|
|
şeyma Uzman Uye
Katılma Tarihi: 03 subat 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 179
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
yaşar sarı Yazdı:
BEN İNSANİN SİRRİYİM İNSANDA BENİM SİRRİM insan kendini keşvetme zahmetine düştüğü an sır kalkar yol insanlari sevmekten ğeçer çok söze ğerek yok bence KURAN EVRENSELDIR İNSAN KURANDIR dunya aractir cennet aractir amac allahtır insani keşvet kuran rehberdir kılavuzdur insanı insan yapanda insandir tani kendini göreyim bileyim o zaman bızler sevmeyı sevıyoruz kusurumuz varsa affınıza sığiniyoruz |
|
|
İnsan Kuran ise,insanı insan yapan niye insan oluyor yahu?
Yine bişey anladıysam arap olayım.tasavuf rüzgarlarımı esiyor ne?Yok canım bugün benim basiretim kapalı galiba:(
__________________ FATİHA: 6, 7/ Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.
|
Yukarı dön |
|
|
Beyazmelek Yasaklı
Katılma Tarihi: 25 aralik 2007 Gönderilenler: 20
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
KURAN SÖNMEYEN NURDUR VE HER İNSANADIR
|
Yukarı dön |
|
|
mavera Katilimci Uye
Katılma Tarihi: 10 nisan 2008 Gönderilenler: 56
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Kuran tüm zamanlara ve tüm mekanlara hitap eden evrensel bir kitap olduğuna göre,
Kuran dili kalbin dilidir, her insanın anlayabileceği içindeki sesin dilidir. Arapça doğru çeviri için temel alınmalıdır. Arapça bilmeyen kişilerin Kuran’ı kendi dillerinde okumaları daha doğrudur. Ezberlenmiş hokus pokus cümleleri, sihirli kelimeler yoktur, anlaşıldığında ışıldayan kelimeler vardır. Kişi, normalde yüzde yüz, tam anlam veren cümleleri anlamadan söylediğinde insan, benliğine etkisi yüzde sıfır, bilemedin huşu ile yüzde on olacaktır. Oysa anlamı yüzde yetmiş karşılayan çeviri ile bile bunun kat kat üzerinde fayda sağlar. Ses tonundan ya da makamdan tat almak Kuran’ı şarkı yerine koymaktır ki, yanlıştır. Kuran evrensel ise, herkes kendi dilinde okumalıdır, herkesin Arapça okumasını beklemek evrensellikle bağdaşmaz.
Kuran, şekilsellikten uzaktır, esnektir, ana yolda doğru yürüdükten sonra, bireye günlük hayat detayları konusunda özgürlük sunar. Bu nedenle, Kuran’ı dünyanın her hangi bir yerinde her hangi bir kişi kolayca hayatına alıp, öze dair olanı kolayca uygulayabilir. Kuran evrensel ise, esas olan iman etmektir. Tuvalete hangi ayakla girileceği, yemeği hangi elle yeneceği Kuran’ın ilgilendiği konular değildir.
Herhangi bir ayet okunduğunda, onu anlama süreci Kuran’ın bütünü göz önüne alınarak verilmelidir. Kuran genelinde tüm inananlar için takva önerilir, erkekler için Yusuf peygamberin örneği vardır, örtünme ile ilgili ayette önce erkeklere hitap edilip, önce onlardan ırzlarını korumaları istenir, sakınma konusunda kadına da erkeğe de eşit oranda yükümlülük getirilir. Bunun ardından, erkek kişinin herhangi bir şeyden tahrik olabileceği kolaylığına kaçıp, ona hiç suç yüklemeyip, korunma fonksiyonunu yüzde yüz kadına yükleyip onu poşetlemek erkeğin yüzsüzlüğüdür. Kuran’ın bütünlüğü iyiliği, güzelliği, barışı emrettiği halde, bir ayetten çıkarım yapıp, cihat ediyorum diye insanları öldüren kişinin Kuran’ı anlamasında da hata vardır. Kuran evrensel ise, Kuran’ın bütünlüğü içinde verdiği anlam, tek tek ayetleri anlamlandırmaya çalışan kişi için bir üst seviyede yol gösterici olmalıdır. Bu şekilde ayetlere parça parça baktığında, Kuran’ı günlük hayatına almakta sorular ile karşılaşabilen pek çok insan, Kuran’ı bir bütün olarak kolayca hayatının merkezine alabilir.
Herkes Kuran’dan kişisel ve toplumsal olarak kendi bulunduğu ortam çerçevesinde sorumludur. Kişi, Kuran bütününün getirdiği ana ilkeleri, kendi yaşam özeline en iyi şekilde tatbik etmeye çalışır, Arabistan yaşam stilini klonlamaz. Kuran evrensel ise, herkes infakı kendi koşullarına göre yapar, orucunu kendi ülkesinin yiyeceği ile açar, kıyafetini kendi ülkesinin koşulları ile giyer. Yüzlerce yıl öncesinin Arabistan yaşantısını insanlara bire bir uygulatmaya çalışmak evrensellikle bağdaşmaz.
Benim anladıklarım böyle.
|
Yukarı dön |
|
|
aliaksoy Uzman Uye
Katılma Tarihi: 05 subat 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 989
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
ibrahimim Yazdı:
...
III � Üçüncü tasavvur yeni oluşmaktadır. M.İkbal, Fazlurrahman, H. Hanefi, M. Abid el-Cabiri, R.Garaudy, Ali Şeriatî, Abdulkerim Suruş, Mehmed S.Aydın, Mehmet Hatiboğlu gibi Müslüman entelektüeller tarafından savunulmaktadır.
Bu tasavvurun ortak paydasını şöyle özetleyebiliriz: Mu�tezile�nin savunduğu gibi Kur�ân Allah�ın fiil sıfatlarından olan irade ve kelâm sıfatının ürünüdür.
Yani ezeli değildir, yaratılmıştır. Mutlak olan Allah rölatif olan varlıkla ilişkiye girdiği zaman, çıkan ürün rölatiftir, mutlak değildir. Çünkü, Kur�ân�ı oluşturan dil (Arapça), Hz. Muhammed (insan) ve Arap toplumu rölatiftir. Vahiy ilişkisi bir zamanda (7.yüzyıl) ve bir mekanda (Arap yarımadası) vuku bulmuştur. Kur�ân, Lahûtî (ilahi) olduğu kadar nasûtîdir(insanidir).
Allah insan aklı ve insan diliyle insana hitap etmiştir. Vahiy ile insan aklı arasında mahiyet farkı değil, derece farkı vardır. Vahyin fikri muhtevası Arap kültürünün ve Arap zihin dünyasının içindedir. Tevrattan, İncilden dini fikirler içerdiği gibi, Arap cahiliye döneminin doğru fikir ve fillerini de içerir. Başta Hz. Ömer olmak üzere Hz. Muhammed ve arkadaşlarının doğru görüp uyguladıkları fikir ve fiiller vahiy tarafından onanır.
(Muvafakat-ı Ömer). Bundan dolayı Musa Carullah, bazı farzların temelinin sünnet olduğunu savunur. Bu bakış açısına göre vahyin bir dudağı gökte, bir dudağı da yerdedir. Yukarı aşağıyı belirler, aşağı da yukarıyı.
Kur�ân sadece gökten inmemiştir, aynı zamanda yerden bitmiştir. Yerle gök arasında diyalektik bir ilişki söz konusudur. Tanrı�nın hakkı Tanrı�ya insanın hakkı insana verilmiştir.(Esbab-ı Nuzul, Nesih-Mensuh, Mekki-Medeni.) Allah, Araplara hitap etmiştir.
Arapça ile bütün insanlığa hitap etmemiştir. O günkü iletişim imkânlarını ve yabancı dil bilme oranını göz önünde tutarsak bu son derece doğaldır. Aksi, abes olurdu. Allah dini Arap olmayanlara yayma sorumluluğunu (şahidlik.2/143) Araplara yüklemiştir. Kur�ânda tekrar hatırlatılan (tezkire) �ed-Din� Hz. Ademden beri peygamberlerin tebliğ ettikleri dindir. Yani İslâmdır. Ruh �beden metaforuna tekrar başvurursak, bu tasavvura göre Kur�ânın ruhu Hz. Ademden kıyamete kadar sabittir. Bunlar da Tevhid, MEAD (ahiret), ibadet (tapınma) ve Adalettir (salih amel/ahlak). Kur�ânın bedeni ise (şeriat) tarihseldir.
Yani Kur�ândaki sosyal ve siyasi hükümler (muamelât) Arap toplumunun maslahatları göz önünde tutularak oluşturulmuştur. Çünkü, sabit olan ed-Din, indiği toplumun yapısına göre �tedeyyûn� eder. Etini ve elbisesini tarihten ve toplumdan giyer. Vahyi ve ilahî (semavî) anlamda din tektir. Şeriatler ise muhteliftir. Son şeriatın (Kur�ân ve Sünnet) ismi de �Şeriat-i Muhammedi�dir.
Ortaçağda �islâmi İlimler�i tedvin eden Müslüman alimler, Arapların ihtiyacını karşılayan �Şeriat-ı Muhammedi� (Kur�ân-Sünnet) den ümmetin bütününün ihtiyaçlarını karşılayacak �islâm şeriatı�nı (İslâm medeniyetini) inşa ettiler.
Geleneğin katılığı ve taklidin yaygınlığı nedeniyle yeniçağa geçerken bu ortaçağ şeriatı aşılamadı. İslâm dünyasının her alanda yaşadığı krizin anlamı budur. Bugün �şeriat� denince herkesin şuuruna üşüşenler bunun kanıtıdır.
Bu tasavvura göre Kur�ân güneşe benzer. Güneş sıcaktır, dinamiktir varlık olarak sınırları belli olsa da ışıma yoluyla görülmez. Işıma yoluyla kendinden bir şeyler kaybeder. Kur�ân�ın ışıması Müslüman entelektüelin kalbi (aklı ve sezgisi) vasıtasıyla olur. Kur�ân�ı okuyan mümin entelektüel, ondan kimliğini, kişiliğini, benliğini, karakterini ve bilincini oluşturur ve dünyevi olgular, olaylar, fenomenler dünyasına dalar ve sorun çözer.
Kur�ân�ı tefsir etmez. Olayları tevîl eder (aslına, hakikatine icra eder, çözer). Bundan dolayı peygamber �Ma raahu�l-muminune hasenen fehuva intallahi hesanun= müminlerin iyi gördüğü, Allah indinde de iyidir� demiştir. Bu durumda hata da yapılsa bir sevap alınır. Hz. Ömer böyle bir şahsiyet idi.
Bu tasavvura �fenomenolojik� tasavvur ismi verilebilir. Olguların özüne bakar. Kur�ân bütünüyle �ölçü� değildir. Örnektir. Örneği kavrayan, Allah�ın karakterini ve insanlardan ne istediğini anlayan mümin, Allah gibi sorun çözer, kitap yazar, hüküm koyar. Çünkü �her dönemin ayrı bir hükmü vardır�(13/98).
Kitabı şerh etmez. Bulunduğu epistemolojik zemin yorumsamacıdır. hermenötiktir. Rölativizm ile mutlak hakikat iddiasının arasında, dinlemeyi bilen, hakikatin bulunabileceğine inanan, delile dayanan, iknai bir yoldur bu.
Bu tasavvuru bir başka metaforla da açıklayabiliriz. Bu tasavvurun Kur�an kavrayışı �yağmur�a benzer. Yağmur rahmettir. Yağmuru oluşturan su yeryüzünden gökyüzüne çıkar �bulut� olur yoğunlaşır ve yere �yağar�. Vahyin, Kur�ân�ın fikri malzemesi de yerden alınır. Vahyin bütün verileri yeryüzüne aittir. Olgular, niyetler, duruşlar, fiiller Allah tarafından Semadan dinlenir ve Vahiy pasajları (ayetler) olarak �inzal� edilir. Vahiy, Kur�ân�da rahmettir(7/203).Yağmur humuslu topraklarda berekete dönüşür. Vahiy de kalbi �yumuşak� olan insanlarda hidayete dönüşür.
Bu bakış açısında merkez dinamik olduğu için çevre ve etraf da dinamiktir. Hz. Muhammed ve Sünneti de ölçü değil, örnektir (usce). Kur�ân ile sünnet arasındaki fark Allah ile Hz. Muhammed (halik-mahluk) arasındaki fark kadar büyük değildir. Hz. Muhammed�in yanılabilirliği oranında azdır. İnsanların en hayırlıları Sahabe, sonra tabiun, sonra etba-ı tebiun değildir. İnsanlar bir tarağın dişleri gibi eşittir. En hayırlıları en muttaki olanlarıdır.
Üçüncü tasavvura göre din, salt bir takım kutsal kişiler (peygamber, sahabe, veli, şeyh, imam, ilahiyatçı,vs.) kutsal mekanlar (Kâbe, Mescid-i aksa, cami,vs.), kutsal zamanlar (Ramazan, Cuma, Kadir gecesi vs.), kutsal nesneler (Kur�ân, zemzem, tesbih, seccade, sarık, cübbe, vs.) değildir.
Din salt ahiret için (köşk, şarap, huri) yapılan bir takım özel ibadetler (hacc, oruç, namaz, Kur�ân okuma vs.) de değildir. Din, Tevhid inancı ile birlikte (iman) bunun zorunlu yansıması olan adalettir (salih amel). Din, dünya içindir, dünya da ahiret içindir. Din, gün boyu iyiliği, adaleti hakkaniyeti ayakta tutmaktır, bunları ikâme etmektir. Kötülüğü, haksızlığı, zulmü engellemektir (emr-ibil ma�ruf ve nahye ani�l-munker). Sosyal ve siyasal günah işlememektir. Çünkü bunlar büyük günahlardır. İnsan hakları ihlalleri büyük günahlardır. Ahlâki her davranış, gün boyu işlenen daimi sevaptır, ibadettir. Bir öneriyi, çözümü, fikri ve fiili �dini� kılan şey, başına bir ayet veya hadis yerleştirmek değildir. Muttaki bir bilinç, temiz bir vicdandan gelen her öneri, çözüm, fikir ve fiil, dinîdir. İlhami Güler
"... Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir." (Maide, 48)
Netice itibariyle şunu anlamış bulunmaktayız; Kur�an bizim için şunu ifade ediyor, 1-) Kuran�ın iman esasları evrenseldir. 2-) Kuran�ın ahlaki esasları evrenseldir. 3-) İbadet (dua, tapınma, yardımlaşma) evrenseldir. 4-) Şeriat/hukuk evresel değildir, onu müminler yaşadıkları toplumun vaziyetine (sosyal ve ekonomik yapısına) göre, Kuran�dan ilham alarak hukuk sistemi geliştirirler.
Evreni Allah yaratmıştır. Kevni yasaları (fizik kurallarını) Allah koymuştur. İnsanı en güzel bir biçimde Allah yaratmıştır. İnsanın sinesinde taşıdığı özellik ve içgüdü/duyguları Allah koymuştur. Fıtratımızı oluşturan özelliklerimizi şekillendiren Allah�tır. Aklımızı Allah yaratmıştır.
Yaşam koşularını canlıların tam ihtiyacına göre, etrafımızda olup biteni, dünyayı ve içindekileri tam bize göre, aklımızı bizim ihtiyacımıza göre, Allah bizlere bahşetmiştir. Kur�an�ı da tam insanlara göre indirmiştir. Aslında bu sayıp sıraladığımız her şey, Allah�tan bizlere bir lütuf ve hepside mübarektir.
Kur�an�a aykırı davranmak nasıl vebalse, İnsanın yaratılış özelliğine (fıtratına) ters davranması, fizik kuralarını ihlal etmesi, akla aykırı davranılması da vebaldir, bunların hepsi insanlık içindir, bir birinden ayrı düşünülemez, çünkü hepsini bizlere veren yüceler yücesi Allah�tır.
|
|
|
Selam;
Her ne kadar tamı tamına (dilin getirdiği sorunlar ve neticeler yönüyle) katılmasam da "aklın yolu birdir" diyorum.
Bu güzel çalışmayı bizimle paylaştığı için ibrahimim kardeşe mahsus teşekkürler.
Muhabbetlerimle...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
|
Yukarı dön |
|
|
Muhsin Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 subat 2007 Gönderilenler: 401
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
mavera Yazdı:
Kuran tüm zamanlara ve tüm mekanlara hitap eden evrensel bir kitap olduðuna göre,
Kuran dili kalbin dilidir, her insanýn anlayabileceði içindeki sesin dilidir. Arapça doðru çeviri için temel alýnmalýdýr. Arapça bilmeyen kiþilerin Kuran’ý kendi dillerinde okumalarý daha doðrudur. Ezberlenmiþ hokus pokus cümleleri, sihirli kelimeler yoktur, anlaþýldýðýnda ýþýldayan kelimeler vardýr. Kiþi, normalde yüzde yüz, tam anlam veren cümleleri anlamadan söylediðinde insan, benliðine etkisi yüzde sýfýr, bilemedin huþu ile yüzde on olacaktýr. Oysa anlamý yüzde yetmiþ karþýlayan çeviri ile bile bunun kat kat üzerinde fayda saðlar. Ses tonundan ya da makamdan tat almak Kuran’ý þarký yerine koymaktýr ki, yanlýþtýr. Kuran evrensel ise, herkes kendi dilinde okumalýdýr, herkesin Arapça okumasýný beklemek evrensellikle baðdaþmaz.
Kuran, þekilsellikten uzaktýr, esnektir, ana yolda doðru yürüdükten sonra, bireye günlük hayat detaylarý konusunda özgürlük sunar. Bu nedenle, Kuran’ý dünyanýn her hangi bir yerinde her hangi bir kiþi kolayca hayatýna alýp, öze dair olaný kolayca uygulayabilir. Kuran evrensel ise, esas olan iman etmektir. Tuvalete hangi ayakla girileceði, yemeði hangi elle yeneceði Kuran’ýn ilgilendiði konular deðildir.
Herhangi bir ayet okunduðunda, onu anlama süreci Kuran’ýn bütünü göz önüne alýnarak verilmelidir. Kuran genelinde tüm inananlar için takva önerilir, erkekler için Yusuf peygamberin örneði vardýr, örtünme ile ilgili ayette önce erkeklere hitap edilip, önce onlardan ýrzlarýný korumalarý istenir, sakýnma konusunda kadýna da erkeðe de eþit oranda yükümlülük getirilir. Bunun ardýndan, erkek kiþinin herhangi bir þeyden tahrik olabileceði kolaylýðýna kaçýp, ona hiç suç yüklemeyip, korunma fonksiyonunu yüzde yüz kadýna yükleyip onu poþetlemek erkeðin yüzsüzlüðüdür. Kuran’ýn bütünlüðü iyiliði, güzelliði, barýþý emrettiði halde, bir ayetten çýkarým yapýp, cihat ediyorum diye insanlarý öldüren kiþinin Kuran’ý anlamasýnda da hata vardýr. Kuran evrensel ise, Kuran’ýn bütünlüðü içinde verdiði anlam, tek tek ayetleri anlamlandýrmaya çalýþan kiþi için bir üst seviyede yol gösterici olmalýdýr. Bu þekilde ayetlere parça parça baktýðýnda, Kuran’ý günlük hayatýna almakta sorular ile karþýlaþabilen pek çok insan, Kuran’ý bir bütün olarak kolayca hayatýnýn merkezine alabilir.
Herkes Kuran’dan kiþisel ve toplumsal olarak kendi bulunduðu ortam çerçevesinde sorumludur. Kiþi, Kuran bütününün getirdiði ana ilkeleri, kendi yaþam özeline en iyi þekilde tatbik etmeye çalýþýr, Arabistan yaþam stilini klonlamaz. Kuran evrensel ise, herkes infaký kendi koþullarýna göre yapar, orucunu kendi ülkesinin yiyeceði ile açar, kýyafetini kendi ülkesinin koþullarý ile giyer. Yüzlerce yýl öncesinin Arabistan yaþantýsýný insanlara bire bir uygulatmaya çalýþmak evrensellikle baðdaþmaz.
Benim anladýklarým böyle.
|
|
|
Slm,tebrik ederim sizi,cok net bir sekilde dile getirmissiniz.
|
Yukarı dön |
|
|
UlulElbab Yasaklı
Katılma Tarihi: 15 kasim 2009 Yer: Micronesia Gönderilenler: 488
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Evrensel demek zaman ve mekan üstü olmak demektir.
Kur’an evrensel bir kitaptır sözünü hep duyarız, fakat nasıl evrensel olduğu hakkında,
doyurucu açıklamaya rastlamak maalesef pek azdır, Resulullah’ın hanımlarıyla ilgili,
köle azat etmeyle ilgili, Resulullah’ın evine girip çıkmayla ve onunla yüksek sesle
konuşmamayla ilgili vb.., ayetlerin o güne hitap ettiğini yerel bir hüküm olduğunu
anlıyoruz, peki bu ayetler evrenselmidir?
Ayrıca 12/Yusuf 2 Biz onu, anlayasınız diye, Arapça bir Kuran olarak indirdik.
42/Şura 7 Böylece şehirlerin anası olan Mekke'de ve çevresinde bulunanları uyarman, şüphe
götürmeyen toplanma günü ile uyarman
için sana Arapça okunan bir Kitap vahyettik. İnsanların bir takımı cennete, bir takımı da
çılgın alevli cehenneme girer.
13/Rad 37 İşte biz o Kur'an'ı Arapça bir hüküm kaynağı olarak indirdik. Eğer sana gelen ilimden
sonra onların keyiflerine
uyarsan, Allah'tan sana ne bir dost nasip olur ne de bir koruyucu. Peki bu ayetler Araplara mı
hitap ediyor? Eğer bu evetse
Kur’an nasıl evrenseldir?
7/Araf 158 De ki: "Ey insanlar! Ben sizin üstünüze Allah'ın resulüyüm. Göklerin ve yerin mülkü
o Allah'ındır.
İlah yoktur O'ndan başka. O diriltir, O ölüdürür. O halde Allah'a ve resulüne iman edin;
Allah'a ve onun sözlerine inanan o ümmi peygambere iman edip uyun ki, doğruya ve güzele
ulaşabilesiniz."
34/Sebe 28 Biz seni, bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik, başka değil. Ama
insanların çokları bilmiyorlar.
Bu ayetlere baktığımızda, mesajın bütün insanlığa gönderilmiş,zaman ve mekan üstü olduğunu
görmekteyiz.
Zaten Kur’an’ı incelediğimizde, hitabı ve içeriğiyle bir kavme bir döneme ait olamayacak kadar
büyük, kapsamlı bir kitap
olduğunu görmekteyiz.
Burada Resulullah sahabeler ve onlardan sonra gelenlere büyük bir sorumluluk düşüyordu.
Mesajı yaşantılarına aktarmaları ve nüzul sebebiyle birlikte kendi dilleri, kültürleriyle
birlikte aktarmaları gerekmekteydi.
Resulullah alemlere rahmet ” 21/Enbiya 107 Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.”
Kur’an ona birden indirilmedi,
Allah’ın kontrolünde Kur’an’ı yaşadı ve bütün insanlığa nasıl yaşana bilirliğinin örneğini
sundu
33/Ahzab 21 Ey inananlar! and olsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar
ve Allah'ı çok anan kimseler
için Resulullah en güzel örnektir. Allah gönderdiği Resulü, o dönemin yerel sorun ve
problemlerini Kuran’dan çözsün ve bütün
insanlığa örnek olsun diye göndermiş, bize de aynı onun gibi, Kuran’dan çözmemiz gerektiğinin
mesajını vermiştir.
Yani Resulullah (a.s) kendi dönemindeki yerel problemlere nasıl çözüm getirdiyse,
bizimde kendi yerel problemlerimize öyle çözüm getirmemiz istenmiştir. O dönemin çözülmüş
meselelerine değil, yine Kuran’dan meseleleri çözüş şekline dikkat etmemiz istenmiştir.
Bu konuyla ilgili İlhami GÜLERİ’in bir yazısını sizinle paylaşmak istiyorum.
İlhami Güler
Bugün İslâm dünyasındaki düşünce hayatında birbirinden ayrı üç Kur’ân tasavvuru bulunmaktadır.
Aşağıda bu üç tasavvuru yer yer
meteforlara da başvurarak izah etmeye çalışacağım.
I – Birinci tasavvur, tarih boyu İslâm dünyasında egemen olmuş sünni tasavvurdur. Bu tasavvura
göre Kur’ân kutsal bir kitaptır.
Mutlak olan Allah’ın mutlak kelâmıdır. O’nun zatı ile kaim ezeli sıfatları olan ilim, irade ve
kelâm sıfatlarının bir
tecellisidir. Bundan dolayı “Kelâm-ı Kadîm”dir.
Yaratılmamıştır. “Kelâm-ı Nefî” olarak yani mana olarak Allah ile birlikte ezelidir. “Kelâm-ı
Lafzi” olarak yani Arapça olarak
Hz. Muhammed’e 7. yüzyılda indirilmiştir.
Hitabı ve hükümleri evrenseldir. Yani bütün insanlaradır. Hükümleri itibariyle tarih üstü,
toplum dışı sabit ve mutlaktır.
Tanrı nihaî hakikati söylemiştir. Bu inanç giderek bütün hakikati söylemiştir kanaatine
dönüşmüştür.
Teşbihde hata olmaz. Onun taşı toprağı (harekesi-harfi cerri) altındır. İbarelerin, ifadelerin,
cümlelerin altında binlerce
anlam gizlidir. Her çağa göre manalar çıkarılabilir. O evrensel bir akide ve evrensel bir
şeriattir. Vahiy, aklın
alternatifidir (akıl-nakil). Aralarında derece farkı değil; mahiyet farkı vardır. Vahiy
(Kur’ân), tabir yerindeyse Allah’ın aklının bir ürünüdür.
Kur’ân’ın içerdiği dini ruh, şeriatı da beden metaforlarıyla karşılayacak olursak; onun ruhu da
bedeni de kıyamete kadar
bakidir, değişmez ve evrenseldir. Bu Kur’ân anlayışını ‘Ay’ meteforuyla da izah edebiliriz.
Ayın sınırları bellidir. Sönmüştür,
ancak sürekli ışık verir. Ayın ışık kaynağı Güneştir. Kur’ân da sabittir. (Mevrid-i nassda
içtihata mesağ yoktur). Ancak,
Ayetlerden her zaman yeni manalar çıkarılabilir. O manaları ayetin altına Allah depolamıştır.
Böylesine mutlak-kutsal-sabit bir Kur’ân anlayışı doğal olarak Hz. Muhammet ve onun hadislerine
de sirayet etmiştir. ‘Sahih-i Buhari’nin veya ‘Kütüb-i Sitte’nin neredeyse Kur’ân’a denk
epistemolojik otoritesi buradan gelir.
Mutlaklık veya kutsallık anlayışı mıknatıs gibi yakınında duran şeyleri kendine çeker ve onları
‘yerden’ kaldırır.
Hz. Muhammed’in “Nur-i Muhammedi” kavramıyla varlığın ontolojik kaynağı haline gelmesi veya
“levlake levlâk, Lema halaktu’l-
Eflâk = sen olmasaydın evreni yaratmazdım” anlayışı buradan çıkar. Artık Hz. Muhammed “Arpa
ekmeği yiyen Arap bir kadının oğlu,
içimizden birisi değil, “fahr-i kainat”tır. Bu kutsallık ve mutlaklık Hz. Muhammed ve
hadislerden geçerek Sahabeye, tabiun’a ve
mezhep imamlarına sirayet etmiştir.
Özetle, mutlak, kutsal ve sabit olan “merkez” etrafını, çevresini de kendine benzetmiştir.
II- İkinci Kur’ân tasavvuru, İslâm dünyasının ve düşüncesinin çöküşüyle beraber pozitivist
bilim felsefesinin etkisinde kalan
laik Müslüman aydınlarda oluşan tasavvurdur.
Onlara göre Kur’ân, sönmüş bir yıldız gibidir. Zayıf bir parlaması vardır o kadar.
Aklın ‘aydınlama’sından sonra ona bir ihtiyacımız yoktur. Biz ilhamımızı gökten değil akıldan
almalıyız. Hayatta en hakiki
mürşit ilimdir. Bilim ve akıl sadece “Nasıl?” sorusunun cevabını vermez. “Niçin?” sorusunun
cevabını da verir.
Kur’ânın ruhu da bedeni de tarihseldir. Ortaçağın mistik aklının ürünüdür. Onun şeriatı “çöl
kanunu”dur. Kur’ân kendi döneminde
fevkalade ileri-devrimci adımlar atmıştır, fakat o adımların bugün için bir örnekliği veya
kılavuzluğu söz konusu değildir.
Halkın dini inancının kaynağı olması hasebiyle dolaylı bir saygınlığı vardır.
III – Üçüncü tasavvur yeni oluşmaktadır. M.İkbal, Fazlurrahman, H. Hanefi, M. Abid el-Cabiri,
R.Garaudy, Ali Şeriatî,
Abdulkerim Suruş, Mehmed S.Aydın, Mehmet Hatiboğlu gibi Müslüman entelektüeller tarafından
savunulmaktadır.
Bu tasavvurun ortak paydasını şöyle özetleyebiliriz: Mu’tezile’nin savunduğu gibi Kur’ân
Allah’ın fiil sıfatlarından olan irade ve kelâm sıfatının ürünüdür.
Yani ezeli değildir, yaratılmıştır. Mutlak olan Allah rölatif olan varlıkla ilişkiye girdiği
zaman, çıkan ürün rölatiftir,
mutlak değildir. Çünkü, Kur’ân’ı oluşturan dil (Arapça), Hz. Muhammed (insan) ve Arap toplumu
rölatiftir. Vahiy ilişkisi bir
zamanda (7.yüzyıl) ve bir mekanda (Arap yarımadası) vuku bulmuştur. Kur’ân, Lahûtî (ilahi)
olduğu kadar nasûtîdir(insanidir).
Allah insan aklı ve insan diliyle insana hitap etmiştir. Vahiy ile insan aklı arasında mahiyet
farkı değil, derece farkı
vardır. Vahyin fikri muhtevası Arap kültürünün ve Arap zihin dünyasının içindedir. Tevrattan,
İncilden dini fikirler içerdiği
gibi, Arap cahiliye döneminin doğru fikir ve fillerini de içerir. Başta Hz. Ömer olmak üzere
Hz. Muhammed ve arkadaşlarının
doğru görüp uyguladıkları fikir ve fiiller vahiy tarafından onanır.
(Muvafakat-ı Ömer). Bundan dolayı Musa Carullah, bazı farzların temelinin sünnet olduğunu
savunur. Bu bakış açısına göre vahyin
bir dudağı gökte, bir dudağı da yerdedir. Yukarı aşağıyı belirler, aşağı da yukarıyı.
Kur’ân sadece gökten inmemiştir, aynı zamanda yerden bitmiştir. Yerle gök arasında diyalektik
bir ilişki söz konusudur.
Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya insanın hakkı insana verilmiştir.(Esbab-ı Nuzul, Nesih-Mensuh, Mekki-
Medeni.) Allah, Araplara hitap etmiştir.
Arapça ile bütün insanlığa hitap etmemiştir. O günkü iletişim imkânlarını ve yabancı dil bilme
oranını göz önünde tutarsak bu son derece doğaldır. Aksi, abes olurdu. Allah dini Arap
olmayanlara yayma sorumluluğunu (şahidlik.2/143) Araplara yüklemiştir.
Kur’ânda tekrar hatırlatılan (tezkire) ‘ed-Din’ Hz. Ademden beri peygamberlerin tebliğ
ettikleri dindir. Yani İslâmdır. Ruh –
beden metaforuna tekrar başvurursak, bu tasavvura göre Kur’ânın ruhu Hz. Ademden kıyamete kadar
sabittir. Bunlar da Tevhid,
MEAD (ahiret), ibadet (tapınma) ve Adalettir (salih amel/ahlak). Kur’ânın bedeni ise (şeriat)
tarihseldir.
Yani Kur’ândaki sosyal ve siyasi hükümler (muamelât) Arap toplumunun maslahatları göz önünde
tutularak oluşturulmuştur. Çünkü,
sabit olan ed-Din, indiği toplumun yapısına göre ‘tedeyyûn’ eder. Etini ve elbisesini tarihten
ve toplumdan giyer. Vahyi ve ilahî (semavî) anlamda din tektir. Şeriatler ise muhteliftir. Son
şeriatın (Kur’ân ve Sünnet) ismi de ‘Şeriat-i Muhammedi’dir.
Ortaçağda ‘islâmi İlimler’i tedvin eden Müslüman alimler, Arapların ihtiyacını karşılayan
‘Şeriat-ı Muhammedi’ (Kur’ân-Sünnet)
den ümmetin bütününün ihtiyaçlarını karşılayacak ‘islâm şeriatı’nı (İslâm medeniyetini) inşa
ettiler.
Geleneğin katılığı ve taklidin yaygınlığı nedeniyle yeniçağa geçerken bu ortaçağ şeriatı
aşılamadı. İslâm dünyasının her alanda yaşadığı krizin anlamı budur. Bugün ‘şeriat’ denince
herkesin şuuruna üşüşenler bunun kanıtıdır.
Bu tasavvura göre Kur’ân güneşe benzer. Güneş sıcaktır, dinamiktir varlık olarak sınırları
belli olsa da ışıma yoluyla görülmez. Işıma yoluyla kendinden bir şeyler kaybeder. Kur’ân’ın
ışıması Müslüman entelektüelin kalbi (aklı ve sezgisi)
vasıtasıyla olur. Kur’ân’ı okuyan mümin entelektüel, ondan kimliğini, kişiliğini, benliğini,
karakterini ve bilincini oluşturur
ve dünyevi olgular, olaylar, fenomenler dünyasına dalar ve sorun çözer.
Kur’ân’ı tefsir etmez. Olayları tevîl eder (aslına, hakikatine icra eder, çözer). Bundan dolayı
peygamber “Ma raahu’l-muminune hasenen fehuva intallahi hesanun= müminlerin iyi gördüğü, Allah
indinde de iyidir” demiştir. Bu durumda hata da yapılsa bir
sevap alınır. Hz. Ömer böyle bir şahsiyet idi.
Bu tasavvura ‘fenomenolojik’ tasavvur ismi verilebilir. Olguların özüne bakar. Kur’ân bütünüyle
‘ölçü’ değildir. Örnektir. Örneği kavrayan, Allah’ın karakterini ve insanlardan ne istediğini
anlayan mümin, Allah gibi sorun çözer, kitap yazar, hüküm
koyar. Çünkü ‘her dönemin ayrı bir hükmü vardır’(13/98).
Kitabı şerhetmez. Bulunduğu epistemolojik zemin yorumsamacıdır. hermenötiktir. Rölativizm ile
mutlak hakikat iddiasının
arasında, dinlemeyi bilen, hakikatin bulunabileceğine inanan, delile dayanan, iknai bir yoldur
bu.
Bu tasavvuru bir başka metaforla da açıklayabiliriz. Bu tasavvurun Kur’an kavrayışı ‘yağmur’a
benzer. Yağmur rahmettir. Yağmuru oluşturan su yeryüzünden gökyüzüne çıkar ‘bulut’ olur
yoğunlaşır ve yere ‘yağar’. Vahyin, Kur’ân’ın fikri malzemesi de yerden
alınır. Vahyin bütün verileri yeryüzüne aittir. Olgular, niyetler, duruşlar, fiiller Allah
tarafından Semadan dinlenir ve Vahiy pasajları (ayetler) olarak ‘inzal’ edilir. Vahiy,
Kur’ân’da rahmettir(7/203).Yağmur humuslu topraklarda berekete dönüşür. Vahiy
de kalbi ‘yumuşak’ olan insanlarda hidayete dönüşür.
Bu bakış açısında merkez dinamik olduğu için çevre ve etraf da dinamiktir. Hz. Muhammed ve
Sünneti de ölçü değil, örnektir (usce). Kur’ân ile sünnet arasındaki fark Allah ile Hz.
Muhammed (halik-mahluk) arasındaki fark kadar büyük değildir. Hz.Muhammed’in yanılabilirliği
oranında azdır. İnsanların en hayırlıları Sahabe, sonra tabiun, sonra etba-ı tebiun değildir.
İnsanlar bir tarağın dişleri gibi eşittir. En hayırlıları en muttaki olanlarıdır.
Üçüncü tasavvura göre din, salt bir takım kutsal kişiler
(peygamber, sahabe, veli, şeyh, imam, ilahiyatçı,vs.)
kutsal mekanlar (Kâbe, Mescid-i aksa, cami,vs.),
kutsal zamanlar (Ramazan, Cuma, Kadir gecesi vs.),
kutsal nesneler (Kur’ân, zemzem, tesbih, seccade, sarık, cübbe, vs.) değildir.
Din salt ahiret için (köşk, şarap, huri) yapılan
bir takım özel ibadetler (hacc, oruç, namaz, Kur’ân okuma vs.) de değildir.
Din, Tevhid inancı ile birlikte (iman) bunun zorunlu yansıması olan adalettir (salih amel).
Din, dünya içindir, dünya da ahiret içindir.
Din, gün boyu iyiliği, adaleti hakkaniyeti ayakta tutmaktır, bunları ikâme etmektir.
Kötülüğü, haksızlığı, zulmü engellemektir (emr-ibil ma’ruf ve nahye ani’l-munker).
Sosyal ve siyasal günah işlememektir. Çünkü bunlar büyük günahlardır.
İnsan hakları ihlalleri büyük günahlardır. Ahlâki her davranış, gün boyu işlenen daimi
sevaptır, ibadettir.
Bir öneriyi, çözümü, fikri ve fiili ‘dini’ kılan şey,
başına bir ayet veya hadis yerleştirmek değildir. Muttaki bir bilinç,
temiz bir vicdandan gelen her öneri, çözüm, fikir ve fiil, dinîdir. İlhami Güler
"... Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi
bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,)
verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah'adır.
Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir." (Maide, 48)
Netice itibariyle şunu anlamış bulunmaktayız; Kur’an bizim için şunu ifade ediyor,
1-) Kuran’ın iman esasları evrenseldir.
2-) Kuran’ın ahlaki esasları evrenseldir.
3-) İbadet (dua, tapınma, yardımlaşma) evrenseldir.
4-) Şeriat/hukuk evresel değildir, onu müminler yaşadıkları toplumun vaziyetine (sosyal ve
ekonomik yapısına) göre, Kuran’dan ilham alarak hukuk sistemi geliştirirler.
Evreni Allah yaratmıştır. Kevni yasaları (fizik kurallarını) Allah koymuştur. İnsanı en güzel
bir biçimde Allah yaratmıştır.
Fıtratımızı oluşturan özelliklerimizi Allah yaratmıştır. Aklımızı Allah yaratmıştır.
Yaşam koşularını canlıların tam ihtiyacına göre, etrafımızda olup biteni, dünyayı ve
içindekileri tam bize göre, aklımızı bizim
ihtiyacımıza göre, Allah bizlere bahşetmiştir. Kur’an’ı da tam insanlara göre indirmiştir.
Aslında bu sayıp sıraladığımız her şey, Allah’tan bizlere bir lütuf ve hepside mübarektir.
Kur’an’a aykırı davranmak nasıl vebalse, İnsanın yaratılış özelliğine (fıtratına) ters
davranması, fizik kuralarını ihlal etmesi, akla aykırı davranılması da vebaldir, bunların hepsi
insanlık içindir, bir birinden ayrı düşünülemez, çünkü hepsini
bizlere veren yüceler yücesi Allah’tır.
__________________ Demek ki,gerçekten zorlukla beraber kolaylık da vardır,ŞERH-5
|
Yukarı dön |
|
|
|
|