HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Kur'an'da Dinde Olanlar/Olmayanlar
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Kur'an'da Dinde Olanlar/Olmayanlar
Konu Konu: Hadislerin Delil Niteliği Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
aliaksoy
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 05 subat 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 989
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı aliaksoy

BİRİNCİ OTURUM



el-Müslimûn: Her şeyden önce, bu toplantımıza katılan saygı de-ğer âlimlerimize hoşgeldiniz diyor ve fırsatı yakalamışken ilk soruyu büyük İslâm davetçisi Şeyh Muhammed Gazâli’ye yöneltiyoruz... Zira Şeyh Gazâli son olarak kaleme aldığı es-Sünnet’un-Nebeviyye beyne Ehli’l-Fıkh ve Ehli’l-Hadis adlı eserinde, birçoğu Buhâri’de geçen sahih hadislerden elde edilen hükümlere karşı çıkmıştır. Şimdi Şeyh Gazâli’ye soruyorum; sahih hadisleri diğerlerinden seçmek için elimizdeki ölçü ne olacak? Bugün elimizde bulunan, sadece Hadis İlmi’nin üzerine bina edildiği cerh ve ta’dil kaideleri ile Mustalah’ul-Hadis İlmi’nin kuralları mı? Nebevi Sünnet’i yeniden her türlü saldırıya karşı korumak için onu bu kurallara göre mi değerlendireceğiz, yoksa hepsini red mi edeceğiz?


Gazâli: Bazı insanlar çıkıyor ve “Bizi Sünnet ilgilendirmez, bize Kur’an yeter” diyorlar. Bu büyük bir hatadır, bunu söyleyenler mese-leyi karıştırıyorlar. Zira Hz. Peygamber’in hayatı, Kur’an’ın bütün yö-nünün ameli bir tatbikidir. Onun ibadet, ahlâk, cihad ve muamelede sireti, yeryüzünü değiştiren ve bambaşka bir medeniyet getiren canlı bir Kur’an’dır. Şayet kavli ve ameli sünnet olmasaydı. Kur’an hayal âlemin-de yaşayan felsefi nazariyelere benzerdi.

Binaenaleyh Hz. Muhammed’in sosyal, siyasal ve askeri alanlarda koymuş olduğu sünnetleri, daha da önemlisi ibadet ve itikad ile ilgili or-taya koyduğu prensipleri, kıyamete kadar kalacak Risalet’in bölünmez bir parçasıdır. Nasıl ki su hidrojen ve oksijenden meydana geliyorsa, İslâm da Kitab ve Sünnet’ten oluşmaktadır.
Son yazdığım eserimde ben yeni birşey söylemiş ve uydurmuş deği-lim, ben sadece bu konuda geçmiş âlimlerin söylediklerini te’yid ederek onlara tâbi oldum. Tâbi olduğum âlimlerin başında dört mezhep imamı; Ebu Hanife, Mâlik, Şâfii ve Ahmed, daha sonra da Müslüman âlimlerin ekseriyeti gelmektedir.

Şimdi tekrar soralım; ben ne dedim? Dedim ki; Sünnet iki kısma ayrılır. Biri yakini (kesin) bilgi ifade eden mütevatir sünnet, diğeri de zanni bilgi ifade eden âhad haberler... Ben henüz Ezher’de talebe iken derslerimizde okurduk; Farz kat’i delil ile sabit olan ve hiçbir şüpheye medar olmayan hususlardır. Vacib ise yani müekked sünnet kendi-sinde şüphe bulunan, zanni delil ile sabit olan hususlardır.
Öyleyse itikadi meseleler sadece Kur’an ve mütevatir Sünnet’le sa-bit olabilir. Ancak mütevatir haber ile sabit olan bir akidenin izahı için âhad hadislerden yararlanılabilir. Mesela kabir azabı veya sevabı ile ilgili hadisler âhad haberlerdir. Ancak Kur’an ile sabit olan ölümden sonraki halin bir izahı olduğu için, bana göre makbuldür ve bunu kitaplarımda zikrediyorum.
Bütün söylediklerimizi şu şekilde özetleyebiliriz: Akâidin kaynağı kesin bilgi ifade eden nasslardır. Ahad haberlere sadece Kitab ve mütevatir Sünnet çerçevesinde yer verilebilir.

el-Müslimûn: Söylediğiniz bu hadis âhad haber ulemanın cum-huru nezdinde kabul görmüş Buhâri ve Müslim gibi sahih hadis kitapla-rında geçiyorsa ne olacak?

Gazali: Sahih hadis; adalet ve zabt sahibi birisinin, senedin sonuna kadar yine kendisi gibi kimselerden şazz ve illetten âri olarak tefsir etmişlerdir. Peki bu durumda herhangi bir hadis Kur’an’a muhalif ise onu kabul mu edeceğim, yoksa ret mi edeceğim? Bu soru benden çok önceki âlimlerin hatırına gelmiş ve cevap aramışlardır. Mesela Mâliki mezhebi-nin kurucusu İmam Mâlik’i ele alalım; onun Medine ehlinin ameline ters düşen hadisleri terk ettiğini görüyoruz. Bu meyanda (Fatiha’dan önce okunan) duayı bildiren âhad haberi kabul etmemiştir.
Mağrib ülkelerinden birinde bir gün namaz kılıyordum. İmam iftitah tekbirini alır almaz Fatiha’ya başladı. Şehrin müftüsüne sordum. “Bizim mezhebimize göre (Fatiha’dan önce okunan dua) Subhâneke’yi bildiren hadisler sahih değildir” dedi. Halbuki bu hadisler Buhâri’de ve Müslim’de de var. Fakat İmam Malik Medine ehlinin ameline muhalif olduğu için kabul etmemiş ve kesin olan ameli muhalif olduğu için kabul etmemiş ve kesin olan ameli tercih etmiştir. Hiç kimse İmam Mâlik’i Sünnet münkiri olarak itham etmemiştir. Bu caiz de değildir. Zira fakih herhangi bir mü-lahazadan dolayı âhad haberi terk ederek delâlet yönünden daha kuvvetli olanı kabul hakkına sahiptir.

el-Müslimûn: Ancak Şeyh Gazâli bütün ümmet tarafından kayıtsız-şartsız kabul edilen Buhâri ve Müslim’deki hadisleri reddettiği için kendi-si şazz duruma düşmüyor mu?

Gazâli: Bazıları beni Sünnet münkiri olarak itham etti. Ben kimim ki Sünnet’i inkâr ya da ona muhalefet edeyim? Ancak ben daha önce de belirttiğim gibi büyük imamlarımızın açtığı çığırda yürüyorum. Biraz önce İmam Mâlik’i örnek olarak verdim. Ben bu konuda şazz değilim, bilakis birçok hadisi reddeden İmam Mâlik’in metoduna tâbi oldum. Bu-nun örneklerini çoğaltabiliriz. Mesela İmam Mâlik, imam minberde hutbe okurken, tahiyyet’ul- mescid namazını kılmayı reddetmiştir. Aynı şekilde Hanefiler de kabul etmemiştir. Oysa bu konuda yani kılınacağına da-ir sahih hadis vardır. Buna rağmen İmam Mâlik “bu namaz olmaz” demiştir.
Bazı insanlar Sünnet’e hizmet ediyorum diye çırpınıp dururlar. Fakat maalesef ne fıkhı, ne de delillerini kavrayamıyorlar. Mesela Şeyh Nâsıruddin Elbâni zayıf hadisleri sahih olarak nitelendirdiği kitabında “sığır eti bozulmaz...” hadisini sahih saymıştır. Daha önce de Suyûti sahih olduğunu söylemiştir. Ben de diyorum ki, sığır eti bozulur! Benim delilim de Allah’ın Kur’an’da beşeriyete verdiği nimetlerini sayarken sığır etine de yer vermesidir... (En’am, 14)

Huseyni: (Gazâli’nin sözünü keserek) Afedersiniz... Ben daha önce bu hadisi okumuş değilim. Metnini ve nerede geçtiğini belirtir misiniz?

Gazâli: Buhâri’nin isnadıyla rivayet ettiği hadisin metni şöyle; Havva olmasaydı hiçbir kadın kocasına ihanet etmezdi. İsrailoğulları da olmasaydı, (bekleyen) et bozulmazdı. (Buhâri, el-Enbiya, I/25. Bkz.: Umdet’ul-Kâri, XV/211; Müslim, Radâ, 65; Müsned, II/30)

Şimdi soruyorum etin kokuşması ya da bozulmasıyla Beni İsrail’in ne alâkası var? Etin bozulması tabii, kevni bir kaidedir. Muhafaza edil-meden uzun bir müddet kalınca bozulur. Adem’e ihanet eden Havva, nasıl ve kiminle ihanet etmiştir? Bu söz tamamen Hıristiyan akidesine benzi-yor. Ka’b’ul-Ahbar’ın söylediği bu sözü Kur’an reddetmiştir. Bilakis Kur’an, Adem’i cennetten çıkaranın Havva değil, Şeytan olduğunu be-lirtmiştir. (Maide, 45)

Size başka bir örnek vereyim; Bir kâfire karşı Müslüman öldü-rülmez hadisi... Ebu Hanife hariç üç mezhebin imamı da bununla amel etmiştir. Ben bu konuda Ebu Hanife’ye tâbi oldum. Zira o, Kur’an’ın “cana can” ayeti ile “... Aralarında Allah’ın indirdikleri ile hükmet” (Maide, 48) ayetini esas almıştır. Bu aynı zamanda Hanefi fıkhının; âhad bir haber kat’i bir kıyas ile çelişirse, kıyas tercih edilir prensibine bir örnektir. Öyleyse fıkhi bir mülahaza ile bu tür haberleri terk etmeke caizdir.

Cemaluddin Mahmud: (Araya girerek) Müsaade ederseniz (ben bu arada bir şey sormak istiyorum). Bu tür hadisler fıkhi mülahazalardan mı, yoksa başka sahih hadislerin mevcudiyetinden dolayı mı terkedilmiştir?

Gazâli: Tabii ki sırf fıkhi mülahazalardan dolayı... Ben şahsen elli yıldır İslâm daveti ile uğraşıyorum. Davet esnasında birçok müsteşrikten (ve başkalarından) şüpheler bana arzediliyor. Bunlardan birisi “Siz (hadis kitaplarınızda) ‘Beni İsrail olmasaydı et bozulmazdı’ diyorsunuz. Niçin, oysa bu kevni bir kaidedir?” derse ben ne cevap vereceğim?
Öyleyse akla öncelik tanıyan ve aklı kullanarak teslim olmaya muh-taç bir toplumda bu hadis neden dinimi üzerine bina edeceğim akidevi bir esas olsun?

Ahmedi: (Sözün mecrasını değiştirerek) “Kâfire karşı Müslüman öldürülmez” hadisinde dört mezhep imamlarından hiçbiri ihtilaf etmemiş-tir. Hatta İmam Ebu Hanife de bu hadisi reddetmemiştir. Onun bu konuda bir anlayışı var. O bu anlayışı çerçevesinde hadisi kabul etmiştir.
Rivayetin diğer varyantları Ebu Dâvud’un Sünen’inde mevcuttur. Aynı hadis Ali b. Ebi Talib’in Sahife’sinde de mevcuttur ve bu hadis Buhari’de geçmiştir. Aynı hadis Şafii olan İbn Hacer tarafından olduğu gibi, Hanefi olan Ayni tarafından da şerhedilmiştir. Ayni, Ebu Hanife’nin bu hadisi diğer bazı hadislerle beraber mütalaa ettiğini belirterek, hadisi vürûduna sebep olan şartlar muvacehesinde şerhetmiştir. Hadis’in İbn Hacer’in yer verdiği başka bir şekli de şöyledir. “Zimmet akdi imzalama-yan bir kâfire karşı Müslüman öldürülemez.” Bu şekilde anladığımız tak-dirde hadiste birleşmiş oluruz.


el-Müslimûn: Öyleyse sayın Ahmedi Ebu’n-Nûr, siz Gazâli’nin bu tür sahih hadisleri reddeden bakış açısına karşısınız diyebilir miyiz?

Ahmedi: Evet, kesinlikle hadisi reddetmememiz lazım. Önce bize ulaşan rivayetlerin geneli ve şerhler doğrultusunda onu anlamaya çalışma-lıyız. Bana göre bizden öncekiler bu konuları en ince detaylarına kadar incelemişlerdir.

el-Müslimûn: Öyleyse Buhâri’deki âhad haberleri nasıl değerlen-dirmek lazım? Şeyh Gazâli bazılarının Kur’an’ın kesin nassları ile mütevatir hadislere ters düştüğünü izah etti.


Ahmedi: Gerçekten Buhâri’de âhad haberler olduğu gibi, mütevatir hadisler de mevcuttur. Ancak haberler nesilden nesile üm-met tarafından kabul edilegelmiştir. Buhâri ve Müslim durup dururken boşluktan çıkmamışlardır. İmam Mâlik, Şâfii, Ebu Hanife ve Ahmed b. Hanbel gibi güvenilir kimselere dayanmışlardır. Aynı şekilde Ebu Bekir b. Ebi Şeybe ve Şafii’nin talebesi veki b. Cerrah’a dayanmışlardır. Bazı hadislerini araştırdığımızda, Hz. Peygamber’le aralarında üç dört şahıs gibi çok az bir rivayet halkasının mevcut olduğunu görüyoruz. Buhâri’nin üçlü rivayetleri, ikinci asrın ortalarından günümüze kadar gelmiştir.

İster Beyhaki gibi başka tariklerle hadislerini rivayet edenler olsun, isterse İbn Kesir, Zehebi, İbn Teymiyye ve İbn Kayyım gibi hadislerini şerheden ve yorumlayanlar olsun, Buhâri’yi okuyan büyük imamlardan hiç kimse ondaki hiçbir hadisi reddetmemiştir. Hatta Buhâri’ye itiraz eden çıkmışsa da, eleştirileri daha çok teknik ve metodik olmuştur. Onlara da cevap verilmiştir.
Ben şahsen Buhâri ve Müslim‘in şerhlerinden istifade edildiği zaman, bunun anlaşılmaya büyük katkısı olacağına inanıyorum. Bazı kimseler ha-disle amel etmeyi reddetmenin, hadisin kendisini reddetmek anlamına gel-diğini zannediyorlar. Oysa ben amel etmediğimiz bir hadisi kabul edebile-ceğimizi söylüyorum. Bu son derece önemli bir meseledir. Zira ilk önce prensip olarak yapılacak şey; sıhhat şartlarını haiz, yani adalet ve zabt sahi-bi râvinin muttasıl bir isnatla şazz ve illet’ten âri olarak rivayet ettiği hadisi kabul etmektir.
Hadisin şazz olmaması şartı ihtilaflıdır. Bazen hadis şazz olduğu halde sahih olabilir. Ben şahsen bunu tatbik ederken, öncelikle hadisin Hz. Peygamber’den sadır olup olmadığını araştırıyorum, şayet hadisin güvenilir bir senedle; yani daha önce konulan hassas kaideler doğrultu-sunda Hz. Peygamber’den geldiğini tespit edersek, onu reddetme gücüne sahip olamayız.


Gazâli: Esas tartışma bu tartışmaların tatbik edilip edilmediği ile il-gilidir. Ben bu kaide ve kurallara itiraz etmiyorum, ancak bu kaidelerin tam tatbik edilip edilemediğini soruyorum. Ben bir hadiste önemli bir illet ya da hadisin şazz olduğunu gördüğüm halde, o hadisle nasıl amel edebili-rim? Arap bir Müslüman, Amerikan bir Yahudi ya da Hıristiyan bir mü-hendisi öldürdüğü zaman, ben “kâfire karşı Müslüman öldürülmez” hadisi ile nasıl amel edebilirim? Kesin bilgi ifade eden nassa muhalif olduğu halde, bundan şer’i bir kaide çıkarıp kısası uygulamayacak mıyım?

Ahmedi: (Gazâli’nin sözünü keserek) Ben size ikinci rivayeti oku-dum. Bu rivayete göre öbür hadisi reddetmeden, aynı şekilde amel etmek mümkündür. Öyleyse mevcut rivayetler ışığında öbür hadisi de kabul edebiliriz. İmam Ayni, Ebu Hanife’nin de “bir kâfire karşı Müslüman öldürülmez” hadisini, “zimmet akdi olmayan bir kâfire karşı Müslüman öldürülmez” hadisi ile te’vil ettiğini belirtmiştir. Bütün âlimler de bunun böyle olduğunu kabul etmişlerdir.

el-Müslimûn: Öyleyse rivayetler ihtilaflı olduğu halde kabul etmiş-lerdir diyebilir miyiz?

Ahmedi: Hayır, rivayetlerde ihtilaf yok, anlayışta ihtilaf etmişlerdir. Sadece bazı rivayetlerde ziyadelik var o kadar!

Gazâli: İbn Hacer rivayetlerde ihtilaf olduğunu belirtmiştir.

Ahmedi: Hayır! İbn Hacer her iki rivayetin de hasen olduğunu söy-lemiştir. Bizzat Ayni de bunu vurgulamıştır. Ali b. Ebi Talib’in Sahi-fe’sini tahkik edenler her iki rivayete de yer verirler. Ebu Cafer et-Tahavi ki o da bir Hanefidir mesele üzerinde durmuş ve bu şekilde vuzuha kavuşturmuştur.

Şu halde İslâm âlimleri anlayışları farklı olmasına rağmen bir noktada birleşebilirler. Fakat bu hakiki bir birleşme olmaz. Ancak rivayet-ler araştırılır, rivayetlerin tamamı hakkında ne söylenmişse bunlar tespite çalışılırsa, inanıyorum ki bundan sonra bir noktada birleşebiliriz. Böylece bizim için pek çok konu açığa kavuşur ve böylece sürtüşmeye gerek kal-maz.
Tarihi rivayetlere göre, Hz. Peygamber bu yukarıdaki sözü ilk önce Mekke Fethi esnasında söylemiştir. Aynı hadisi Huzaa kabilesinden birisi bir Müslümanı öldürdüğünde söylemiştir. Binaenaleyh hadisin söylendiği hal ve şartların bilinmesi, hadisin nasıl tatbik edileceğini belirtmektedir.

el-Müslimûn: Peki nasıl olur da bir hadis hem Hz. Peygamber’den sadır oluyor, hem de biz onunla amel etmeyebiliyoruz? Bu noktayı açma-nızı istiyoruz.

Ahmedi: Mesele gayet basittir. Bunu, sözü geçen hadisle izah edebi-liriz. “Bir kâfire karşı Müslüman öldürülmez” hadisinin mânâsı, bir Müs-lüman bir kâfiri öldürürse buna karşı Müslümana kısas uygulanmaz de-mektir. Biz sadece bu nassla amel etmeyiz. Aynı zamanda diğer rivayet-teki ziyadeyi de gözönünde bulundurur, Buhâri’de geçen rivayette zımmileri istisna eden rivayeti de ekler öyle kabul ederiz...

Gazâli: (Yüksek sesle karşı çıkarak) Üç mezhep imamı “kafire karşı Müslümana kısas uygulanmaz” diyor, sadece İmam Ebu Hanife uygulana-cağını söylemiştir ki ben de bu görüşü destekliyorum.

Ahmedi: Hayır muhterem efendim! Bu rivayetin tarihi seyrini araş-tırsaydınız, Hz. Peygamber’in Mekke’nin fethinde kâfire karşı Müslümanı öldürmediğini görürdünüz. Ben tekrar ediyor ve diyorum ki; birinci riva-yette yapılacak ziyadelik, her iki rivayet ışığında hüküm koyabileceğimizi ortaya koyuyor.

Gazâli: (Sözün akışını değiştirip, meseleyi Hz. Havva’nın ihanetine getirerek soruyor) Peki Buhâri’nin “Havva olmasaydı hiçbir kadın koca-sına ihanet etmezdi. Beni İsrail olmasaydı (saklı tutulan) et bozulmazdı” hadisine ne diyorsun?

Ahmedi: Buhâri’nin hadislerinden birini almak istiyorsak, mutlaka şerhlerine bakmak zorundayız. Şerhlerde yapılan açıklamaları ya kabul eder, ya da reddederiz. Kabul edersek ne âlâ, ancak benim bu hadisi şerheden bazı âlimlerle görüş ayrılığına düşmemem de pekâlâ mümkün-dür.

Gazâli: Havva’nın Adem’e ihaneti kesinlikle İslami bir anlayış de-ğildir, Ahd-i Atik’den kalma bir sözdür. Etin bozulup bozulmaması ise tamamen tabii bir kanundur; bekletilen et bozulur. Bunun akla ve mantıka ters düştüğü aşikârdır. Kabulü mümkün değildir.

Ahmedi: Bu mesele bizi başka bir noktaya götürür, o da rivayetleri kabul edip etmemede ölçü nedir?

Gazâli: (Yine sözünü keserek) Hadis ilminde kâdih illet nedir? Akla ve sâlih mantığa ters düşmesi değil midir?


Ahmedi: Ancak bu Kur’an’da da her akla ters düşeni reddet anla-mına gelmiş olur ki...

Gazâli: Kur’an’da akla muhalif hiçbir şey yoktur.
Ahmedi:
Hayır hayır, hem de pek çoktur. Kur’an’da muhkem ayetler olduğu gibi, müteşabihleri de vardır.

Gazâli: Bir şeyin akla ters düşmesi başka, aklın bir şeyin künhüne vakıf olmaya gücünün yetmemesi başkadır. Meselâ üç, bire eşit değildir, eşit olması muhaldir. Ancak ışığın varlığını inkar etmem mümkün olma-dığı halde, künhüne muttali olamıyorum. Öyleyse akla ters düşen şeylerle, aklın almadığı şeyler farklıdır. Kur’an bana Allah arş’a istiva etti dediği zaman, ben ne arşın ne olduğunu bilirim, ne de istivanın keyfiyetini anla-rım, çok tartışılan bir konu, ancak Kur’an’da akla ters düşen hiçbir şey yoktur.
Ahmedi: Ben de Kur’an’da akla ters düşen hususlar var demedim. Aklın, sırrına eremedikleri var dedim. Ne var ki bu esası (yani aklın ere-memesini) birçok hadise tatbik ettiğimiz zaman, kabul etmekten başka çare kalmaz.

Gazâli: Bu ölçüyü Havva’nın Adem’e İhaneti hadisine tatbik eder-sen, akıl imkânsız görecek ve reddedecektir.


Ahmedi: Peki hadis şârihlerinin açıklamalarını ve aynı doğrultudaki rivayetleri tetkik etmeye bir engel mi var, böylece beni rahatlatacak, akli şüpheden uzak bir anlayışa varırım ve hadisi reddetmiş olurum.

Çelebi: (Münakaşanın tansiyonunu düşürmek için söze karışarak) Beni İsrail olmasaydı (bekletilen) etler bozulup (kokmazdı) hadisinden maksat; Yahudilerin cimriliğini dile getirmektedir. Yahudiler pintilikle-rinden, eti yemeyip saklamışlar o da bozulmuş, yoksa onlar ete bozulma özelliğini verdiler demek değildir.

Ahmedi:
Öyleyse esas mesele şerhlere yönelmek ve sair rivayetler ile güvenilir âlimlerin yazdıkları ışığında anlama ve yorum meselesidir.

el-Müslimûn: Şeyh Gazâli sadece iki ya da üç hadisten dolayı mı Sünnet’i yeniden bir elemeye tâbi tutup, bir kısmını reddetmeye ve amel etmemeye davet ediyor?

Gazâli: Hayır! Üzerinde tartışılacak daha çok hadis var. Benim kai-dem şudur: Ben bir hadisin kesin ilmi ya da tarihi hakikat ile çeliştiğini gördüğüm zaman reddederim. Çünkü bu tür hadisler zan ifade ederler. Kat’i bilgi ise, zanni bilgiden önce gelir.

Huseyni: (Karşı çıkarak) Sayın hocam, hadis Buhâri ve Müslim’de yer alsa da mı?

Gazâli: Evet! Buhâri ve Müslim’de yer alsa da... Buhâri ve Müslim masum mudur? Ben, yeni bir mantık geliştirmiyorum. Bu mantığın temel-lerini atan, büyük âlimlerimizdir. Sahih hadisi bize şartlarıyla tarif edenler onlardır. Buna göre; râvi âdil ve zâbit olacak, senedi muttasıl olacak, met-ni de şazz ve illetten beri olacak. Şazz olması, sika bir râvinin kendisinden daha sika bir râviye muhalefet etmesidir. Buhâri (Gaşiye Suresinden bir ayeti) ve’z -Zekeri ve’l Unsâ diye rivayet ederse, ben ona hayır derim. Çünkü Kur’an, ayetin Vemâ halaka’z-Zekere ve’l Unsâ olduğunu söylü-yor. (Buhâri söz konusu ayetin Abdullah [İbn Mesud] kıraatine göre ol-duğunu rivayet etmiştir. Bkz.: Aynî, Umde XIX/396, Çev.)

Alimler bu rivayetin şazz olduğunu söylemiş ve hiç iltifat etmemiş-lerdir. Diğer hususlarda da böyledir. Kesin bilgiye muhalif olan hadisler tabii olarak itibardan düşecektir.
Bir gün adamın birisi bana Hz. Peygamber’in babası da cehennem-dedir dedi. ben ona neden diye sordum. Bana “Müslim’deki Benim ba-bam da senin baban da ateştedir (Müslim, İman, 347) sahih hadisinde öyle deniyor” diye karşılık verdi.

Dedim ki, bu hadis sahih değildir. Çünkü Kur’an’a ters düşüyor. Zi-ra Kur’an “Biz peygamber göndermeden kimseye azap etmeyiz” (İsra, 15) diyor. Hz. Peygamber’in babasının toplumuna peygamber gönderilmediği de Kur’an’la sabittir: “... Biz senden önce uyarıcı göndermedik” (Sebe, 44) buyurulmuştur.

Size başka örnek verelim; Fatıma binti Kays’ın Temim ed-Dâri’den rivayet ettiği haberi ele alalım. Habere göre, Temim ed-Dâri Rum ya da Yemen denizinde Deccal’ı ve Dabbe (t’ul-Arz)ı gördüğünü söylemiştir. İşin ilginç yanı, insanlar bütün bu deniz ve adalara muttali oldukları halde ne Deccal’i ne de Dabbe’yi göremediler.

Ben şahsen Ebu Hanife’nin de, İmam Mâlik’in de reddettiği âhad bir haberden dolayı, ne Hz. Peygamber’in bütün Sünneti’nin ve ne de İs-lâm’ın mesajının değerini düşüremem.
el-Müslimûn: Peki öyleyse neden özellikle bugünlerde hadisleri ye-niden elemeye tabi tutmak meselesi gündeme getirildi? Oysa ümmet asır-lardır bu hadislerin kabulünde ittifak etmiştir.

Gazâli: Ben şahsen bazı hâdislerle karşılaştığım için, bunların etki-sinde kalarak Ehl-i Fıkıh ve Ehl-i Hadis Arasında Nebevi Sünnet adlı ki-tabımı kaleme aldım. Bu sebeplerden bir kısmını sıralamak istiyorum;
Ben İslâm âleminin hangi beldesine gitsem insanlar karşıma çıkıyor ve Hz. Musa ölüm meleğinin gözünü çıkardı mı? diye soruyorlar.

İki yıl önce bu soruyu bana Cezayir’de sordular, başka yerlerde de soruldu. Ben hadisin Buhâri’de sabit olduğunu biliyordum. Ancak bu akideyi ilgilendiren bir şey değil, öyleyse ümmet ne diye böyle şeylerle uğraşsın diye düşünüyorum. Bana soruyu sorana; Bırak böyle şeyleri uğ-raşma, akideyi ilgilendirmediği gibi yakini bir bilgi de ifade etmez dedim. Konstantin kentinde usûl dersi veriyordum, birisi bana aynı soruyu sordu: Hz. Musa ölüm meleğinin gözünü çıkardı mı? diye.

İyice inandım ki bu tür sorular, ümmeti dinin yüce hakikatlerinden uzaklaştırmak için sömürge bürolarında üretilip yayılıyor.

Bir başka örnek vereyim: Almanya’da açık havada genel bir konfe-rans veriyordum. Son derece kalabalık bir dinleyici kitlesi vardı. Polis bizi kordona almıştı. Orada hazır bulunan sakallı, gençlerle polis arasında kargaşa çıkmasına mâni olmak için serbest soru sormak için ısrar ediyor ve kordonu yarmaya çalışıyordu. Yasak kalktıktan sonra buyur sor dedim. Bana Sirke helâl mi haram mı? diye sordu.

Bu kadar ısrardan sonra gelen soru karşısında şaşırmıştım. Kendisine Alkollü alınan içkiden mi söz ediyorsun? dedim. Hayır ben sirkeyi kaste-diyorum dedi. Sirke helâldir deyince, bu sefer benden delil istedi. Kendi-sine; Helâlin delili olmaz; zira eşyada aslolan ibahadır, şayet sana ha-ramdır deseydim, o zaman delil istemeye hakkın vardı dedim. Ben aslında kendisine delil de getirebilirdim. Ancak bu konuda usûlü öğretmek iste-dim.
Daha da önemlisi Abudabi’ye gittim. Orada da bir mescitte konfe-rans verdim. Aynı soru ile karşılaştım: Sirke helâl mi haram mı?

Şimdi soruyorum! Bu sorular nasıl İslâm âleminin bütün beldelerine yayılır? Daha önce de belirttiğim gibi bu beni, bu tür soruların belli gaye-leri olan sömürge ya da misyoner bürolarından yayıldığı düşüncesine sevketti.

Mesele sirke ya da yağ meselesi değildir. Mesele daha büyüktür. İn-sanları susturmak ve onlara hâkim olmak meselesidir. Evet esas hikaye Hz. Musa’nın ölüm meleğinin gözünü çıkarması da değildir. Akl-ı selimin bunu kabul etmesi de mümkün değildir. Musa, Allah’ın peygamberi ve kelimidir. O bir nefsin eceli geldiği zaman bunun ertelenemeyeceğini gayet iyi bilir. Allah ile mülaki olmak için can atar. Ölüm meleğini nasıl geri çevirebilir? Sonra Hz. Musa Allah’ın değerli meleklerinden birisinin gözünü nasıl kör edebilir?



__________________
"(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yukarı dön Göster aliaksoy's Profil Diğer Mesajlarını Ara: aliaksoy Ziyaret aliaksoy's Ana Sayfa
 
aliaksoy
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 05 subat 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 989
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı aliaksoy

el-Müslimûn: Birçok kimsenin ağzında sakız gibi çiğnediği mesele-lerden birisi de Hz. Peygambere sihir yapıldığını söyleyen, Buhâri’deki bir hadistir. Gerçekten bu, İslâm davetinin önüne çıkan bir engel olduğu gibi şüphecilerin sapmasına da sebep olur. Hz. Peygamber altı ay sihrin etkisinde kalmışsa, bunu nasıl anlamamız gerekir? Yoksa biz de bazıları-nın yaptığı gibi bu tür hadisleri de ret mi edeceğiz?

Safî: Hz. Peygamber’e sihir yapıldığını bildiren hadis Buhâri’de sa-bittir. İnkârı mümkün değildir. Bize öğretmek için namazda unutması nasıl caiz ise, sihirden de etkilenmesi öylece caizdir. Ancak sadece cinsel yönden etkilenmiştir. Rivayete göre hanımlarına yaklaşmadığı halde yak-laştığını zannetmiştir. Akıl ve risalet yönü kesinlikle bundan etkilenme-miştir.

Gazâli: (es-Sâfi’nin sözlerini keserek) Hayır bu söz asla doğru ola-maz. Allah’ın emriyle insanlardan korunmuş olan bir peygambere sihir tesir etmez. Risalet sahibi bir peygamber nasıl olur da altı ay beş para etmez bir Yahudinin yaptığı sihrin etkisinde kalır?
Sâfi: Lakin muhterem! Buhâri bu hadisi rivayet etmiş ve kendisin-den sonra gelen hiçbir muhaddis de ona karşı çıkmamıştır.

Gazâli: Buhâri dahi rivayet etse, bu doğru değildir. Buhâri’nin riva-yetine göre; Lebid b. Asam, Hz. Peygamber’e sihir yapmış ve bunun üze-rine Muavvizeteyn sûreleri nazil olmuştur. Şimdi soruyorum, elimizdeki mushaf Muavvizetey’in Mekke’de nazil olduğunu söylüyor. Sihir hâdisesi ise Medine’de vuku bulmuştur. Kime inanalım; Buhâri’ye mi, mushafa mı?

Sonra normal bir beşer bile sihirden uzaklaşmak ve Allah’ın zikri ile beraber olmak ister ki bu şekilde şeytanların şerriden korunmuş olur. Zira abdeste elde edilen maddi temizlik ile zikir ile elde edilen manevi temiz-lik bir araya geldiği zaman, cin ve insanların şeytanlarının tasallutundan kurtulursun, peki uyuduğu halde kalbi sürekli Allah ile beraber olan bir peygamber, nasıl olur da bir Yahudinin sihrinden etkilenir? Bu aklın ka-bul edebileceği bir söz değildir.


Rızk Tavil: Problem şu, bazı kimseler Buhâri’yi Kur’an makamına koyuyor. Hatta bazıları Kur’an’a yemin içtiği gibi Buhâri üzerine de ye-min içiyor. Buhâri Allah ondan razı olsun Sünnet’e hizmet etmiştir. Müslim de Sünnet’e hizmet etmiştir. Hadis ve fıkıh ile uğraşan tüm imam-larımız Sünnet’e hizmet ettiler. Bunların çok değerli çalışmalarını takdir etmek ve Sünnet’e hizmet hususunda onları takip etmek gerek. Onlarda kendi aralarında birbirine dil uzatmak ve ithamlar olmamıştır.

Biz şahsen hadislerden birinin inkârını doğru bulmuyoruz, tevakkuf metoduna başvuruyoruz. Meselâ sihir hadisini ele alalım, ben işitince te-vakkuf ediyorum (yani ne sahihtir ne de sahih değildir demiyorum); zira Kur’an’ın bu konuda Hz. Peygamber’in düşmanlarını reddederek “...Zâlimler ‘Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz’ dedi-ler. Bak nasıl misaller verdiler de saptılar, artık doğru yolu da bulamaz-lar” (İsra, 47-48) diyor. Ayrıca “Allah seni insanlardan koruyor” (Maide, 67) buyurmuştur. Lebid b. Asım da bu insanlardan biridir...

Cemaleddin Mahmud: Affedersiniz sayın Rızk, eğer müsaade ederseniz sözünüzü kesip bir şey anlatmak istiyorum; bu sene, bir gün İskenderiye’de idim. Cumayı orada kıldım. Hutbenin konusu sihirdi. Hatip Buhâri hadisini delil getirerek Hz. Peygamber’e de sihir yapıldı-ğını anlattı. Namazdan sonra adamın biri bana bu sihrin hakikat olup olmadığını sordu. Ben ayetlerin zahiri anlamlarıyla tartışmadım. Ancak ona şunu sordum: Sen Hz. Peygamber’in Hz. Musa’dan daha efdal ol-duğuna inanıyor musun? Bana; Tabii ki daha efdaldir cevabını verdi. Ben ona “Allah Kur’an’da Firavun’un sihirbazları ve ordusunun küçük bir ürpertiden başka Hz. Musa’ya tesir etmediklerini bildiriyor: ‘Bu yüzden Musa içinde bir ürperti hissetti.’ (Tâhâ, 67) Allah’ın buna karşı tutumu ise; ‘...Korkma çünkü sen yücesin’ (Tâhâ, 68) olmuştur. Sadece bir ürperti karşısında Hz. Musa’ya böyle muamele eden Allah, bizim peygamberimiz Hz. Muhammed’i ki katında derecesi bellidir Ya-hudi Lebid’in sihrinin etkisinde nasıl olur da altı ay bırakır?”

Çelebi: Bana öyle geliyor ki, bu sihir ameliyesi sadece hanımlarla ilişkisini etkileyen bir durumdur.

Sâfi: Evet, neden her beşere sihrin yapılabileceğini öğretmek için sihre maruz olmasın. Her şeyden önce peygamber de bir beşerdir. Biz sihri ve etkisini inkâr edemeyiz, zira Kur’an da sihrin varlığını kabul et-miştir.

Rızık Tavil: Hz. Peygamber’in görevi risalet’i tebliğ etmektir. Bina-enaleyh Allah onu korumuştur. Abdullahoğlu Muhammed olduğu için değil, yüklendiği misyonu gereği korunmuştur. Risaletini tebliğ edinceye kadar, kendisine vahyin gelmesi lazım. Sihre maruz kaldığı altı ay içinde vahy kesildi mi?

Sâfi: Tabii ki hayır!

Rızk Tavil: Öyleyse İsmet’in daima devam ettiğini, bu dönemde de aklını ve durumunu muhafaza ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Aynı şe-kilde sihrin sadece hanımlarla ilişkisini etkilediği şeklindeki yorum da makbul bir yorum değildir.

Gazâli: Kısaca hâdise şu: Bir zan var, bir de yakin! Bizde fıkhî bir kaide vardır; şöyle ki: “İki yakin kesinlikle çatışmaz; biri ilmi yakîn, diğe-ri dini yakîn.” Ahad haberler zann ifade ederler. Yakin ile ters düştüğü zaman sahih de olsa, hadis itibardan düşer.

Birinci oturum sonu..

İKİNCİ OTURUM


el-Müslimûn: (Gazâli’ye yönelerek) Daha önce, İslâm davetinin önünde engel teşkil eden bazı hadislerin, kitaplardan arındırılması üzerin-de durduk. Muhammed Gazâli, kitabında; kadınların şahitliği, kendi ken-dilerine evlenebilecekleri, yargı ve diğer bazı makamlara atanmaları vb. ile kadınları ilgilendiren peçe, hicab ile kadının sesi gibi konular üzerinde de durmuştur. Şimdi sayın Gazâli’ye soruyoruz. Bunlar da mı Sünnet’i arındırma çerçevesinde ele alınmalı, yoksa bunlar şahsi içtihatlarınız mı-dır?

Gazâli: Öncelikle bir hususu tekrarlamak istiyorum: Sünnet dinin ikinci yarısıdır. Hiç kimse Sünnet’in dinden olmadığını söyleyemez. Hâdislerin âhad ve mütevatir diye ikiye ayrılması bilinen bir hakikattir. Mütevatirin kesin bilgi, âhad haberlerin de zan ifade ettiği de yine âlim-lerimizin tasniflerinden alınmalıdır. İslâm akidesinin âhad haberler üze-rine bina edilemeyeceği prensibi de mevcuttur. Zira akide ile ilgili esas-lar, ancak kesin bilgiden alınır. Akidevi bir meselenin tamamen âhad bir habere dayanması doğru değildir. Şayet âhad bir hadis, kendisinden da-ha kuvvetli bir nass’a muhalif düşerse, şazz kabul edilir. Şazz ya Kitab’a ya da Sünnet’e muhalif olabilir, fakat her halukârda reddedil-miştir. İşte benim kitabımın tamamının özeti budur. Muhtemelen başka-larınca zayıf kabul edilen bir görüşü ortaya koymuş ve kuvvetlendirmiş olabilirim. Fıkhi zevki olanlara burada bazı örnekler verebilirim:

Mesela ben, kadınların şahadetlerinin gerek haddlerde, gerek kısas-ta ve gerekse diğer hususlarda kabul edilebileceğini söyledim. Yine mesleki vazifelerde, kadınların da idareci olabileceği üzerinde söz et-meye bile gerek duymadan savundum. Aslında bu konuda, devlet baş-kanlığı dışında kadınların her türlü idari görev alabileceğini söyleyen İbn Hazm’a tâbi oldum. Bu meyanda Hz. Peygamber’in Farslarla ilgili olarak Başlarına bir kadın getiren topluluk helâk olmuştur hadisini te’vil ettim ve dedim ki: O günkü Fars toplumu putperest bir toplumdu. Monarşik ve müstebid bir sistemleri vardı. Hz. Peygamber bu devletin günden güne çöktüğünü görüyordu. Bu durumdan kurtulmak için vera-set yoluyla başlarına tecrübeli bir asker getirmeleri gerekirken bir kadını kral seçtiler...

Yemen Melikesi Belkıs’a gelince, Kur’an ondan sitayişle söz etmiş, ancak zayıf ve cılız olduğu ya da kavminin iflah etmediği ile ilgili her-hangi bir yorum yapmamıştır. Bilakis iyi bir istişare ile kavmini kurtuluşa sevkettiğinden söz edilmiştir.

Kadınların, kadılık (hâkimlik) yapabileceği hususu sadece Taberi, devlet başkanlığı yapabileceği hususu ise hem Taberi hem de İbn Hazm tarafından benimsenmiştir.
Kadının, diyeti hususunda, ben de Şeyh Şeltut ve Ebu Zehra gibi, erkeğin diyetine eşit olduğunu söyledim. Bu konuda bazı hadisler de mevcuttur. Zımmi ve kadının diyeti konusu ihtilaflı bir konudur. Zira Hz. Osman, bir Mısırlının öldürdüğü zımmînin diyetini tam olarak vermiştir. Zımmîler de toplumun birer üyesi oldukları için Hz. Osman, İslâm’ın onları bu toplumdan reddetmediğini göstermek istemiştir.

Kur’an’da diyet konusuna baktığımız zaman mutlak olduğunu görü-rüz. Zımmî’nin diyeti, kadının diyeti diye bir ayırım söz konusu değildir. Ben şahsen bu konularda Kur’an’ın zahirini esas aldım. Bununla İslâm’ın kadın haklarına bakış açısının geniş olduğunu izah etmek istedim. Zira çağımızda İslâm, kadınları hakir görmek, hukukuna riayet etmemek ve ona dil uzatmakla itham edilmektedir.

Daha sonra esas yaygaraya sebep olan konuya değindim. O da “ka-dının yüzü avret mi, değil mi” meselesidir. Bana göre avret değildir. Bu konuda yeni kitabımda on tane delil zikrettim.


el-Müslimûn: Şayet Sünnet’in bu gibi şeylerden arındırılması gerek-tiğini kabul etsek bile, bu asırda bu işi kimler yapabilir? Açıkça sormak gerekirse, şahsınızın yaptığı iş de bu kategoriye girer mi?

Gazâli: Daha önce de söylediğim gibi ben yeni bir şey ortaya atma-dım. Bu konularda büyük imamlara tâbi oldum. Ben sadece İmam Mâlik, Ebu Hanife, İbn Hazm, İbn Teymiyye gibi âlimlerin yaptıklarını yapıyo-rum. Kitabımda geçen her şey daha önce de söylenmiştir. Hatta benim Kadın devlet başkanı da olur sözümü daha önce İbn Hazm da söylemiştir. Ancak halifelik bundan müstesnadır.
İmamlardan hiçbirisi, fıkhi bir usul kaidesine ters düşen bir ya da daha fazla hadisi reddettiğinde, hiç de Sünnet inkarcısı diye ilan edil-memiştir. Mesala Buhâri’nin 2700 kûsur hadisi kaydettiğini farzedelim...


Ahmedi: Buhâri’de mükerrerler ile birlikte yedibin, mükerrerler ha-riç dörtbin hadis vardır.

Gazâli: (Sözünü tamamlayarak) sayısı ne olursa olsun, şayet ister Buhâri’de olsun siter Müslim’de bu kadar hadisten küçük bir azınlığı te-mizlersek ne olur?
Mesala bir irdebb (150 kg) buğdayın içinde mevcut olan çamur par-çalarını ayıklarsak, bu o buğdayın değerini düşürür mü? Bilakis temiz ve iyi bir hale geldiği için, buğdayın değeri yükseleceği gibi fiatı da artar.


el-Müslimûn: Yani Buhâri’de hata ve küçük yanlışların olduğunu mu söylüyorsunuz?

Gazâli: Buhâri masum değildir. Buhâri, Allah (peygambere) yak-laştı ve ona yakın olmak istedi... (Buhâri, Tevhid, 37, Umde, XXV/170) gibi bir haberi rivayet ederse musum olur mu? Allah hiç peygamberin yanına iner mi? Bir gün eski Ezher şeyhlerinden Abdul-hâlim Mahmud’a Bu söz doğru değildir dedim. Hadis Buhâri’de geçse bile, talebesi Müslim hatalı görmüştür. Buhâri dahi söylese Allah’ın dünya semasına (fiziki anlamda) inmesi doğru değildir.

Bu tür hadislerin aslı ve sıhhatı olmayıp, İsrailiyyat’tan alınmadır. Bunları tekrarlayıp duranların ise ne İslâm kültüründen, ne de doğru dü-şünceden nasipleri yoktur.


Cemaleddin Mahmud: (Söze karışarak) Gerçekten sayın Gazâli’nin üzerinde durduğu bu hadisler; yani kadının şahitliği, kısasta diyeti, kâfire karşılık bir Müslümana kısasın uygulanıp uygulanamayacağı gibi mesele-ler İslâm hukukunun en zor meseleleridir. Ben 1972 yılından 1975’e ka-dar Libya’da İslâm Hukuk Konseyi başkanıydım. 1976’da Mısır Millet Meclisi’nde görev yaptım. Daha önce de söylediğim gibi bu hadisler bizi oldukça fazla uğraştırıyordu. Öyle ki, biz görüşlerin en zayıfına dahi sa-rılma ihtiyacı hissediyorduk. Hatta hırsızlık cezasında önce sağ, sonra sol elin kesilip bir şeyinin kalmaması gerektiğini savunan bazı fakihlerin ka-villerini dahi kabul ediyorduk. Ata’nın görüşlerine bile sarılıyorduk. Oysa bir kitapta Ata’nın sözlerinin örtüsü kapağı yoktur; yani hatalıdır denil-miştir. Buna rağmen alıyorduk.

Bu ve buna benzer birçok hadisin tatbiki, bazı müşkülleri de bera-berinde getiriyor. İnsanlar arasında eşitliği ilke edinen bugünkü top-lumda ki İslâm’ın da bir esasıdır zımmînin diyeti şu kadardır, ka-dının ki de bu kadardır demek mümkün değildir. Yine irtidad (dinden dönme) ile ilgili hadisler de bu kabildendir. Bir gün Ebu Zehra ile ara-mızda konuşurken bana İslâm’ın en ağır cezasının âhad bir habere dayanması ne şaşırtıcıdır, değil mi? demişti. Şeyh Şeltut da bir gün bu konuyu işlerken ben “Dinini değiştireni öldürün” (Buhâri, Itk, bkz.: Umde XIII/101) hadisini kastederek Hıristiyan biri Yahudi dinine geçer yahut tersi vuku bulursa bu hüküm kendisine tatbik edilir mi? diye sor-dum, bana hayır cevabını verdi.
Herhalükârda bütün bunları yeniden anlamanız gerekiyor. Ben şah-sen buna Sünnet’i elemeye tâbi tutmak yerine, yeni bir anlayış demeyi daha uygun görüyorum.

el-Müslimûn: Son zamanlarda bazı yazarlar Şeyh Gazâli’yi, Mâlik ve Nâfi kanalından gelen ve bu yüzden hadis ilminde altın silsile olarak şöhret bulan isnat ile gelen hadislere bile hücum etmekle suçladılar. Siz gerçekten bu kabilden bazı hadisleri açıkça reddettiniz. Bunu nasıl izah edebilirsiniz?



Gazâli: Her şeyden önce belirteyim ki bana karşı sataşmalara ve ağır suçlamalara yol açan hadis Ata, Nâfi ve Mâlik kanalıyla rivayet edilmiş-tir. Aynı mevzuda iki hadis mevcuttur. Birini çok önceleri Fıkh’us-Sîre adlı kitabımda yazmıştım. Özet olarak hadis, Resulullah’ın Beni Mustalık’ı gafil avlayarak üzerine hücum ettiğini bildiren hadistir. (Buhâri, Cihad, 149, İ’tısâm, 28 Estatâbe, 2, Hudûd, 1; Tirmizi Hudud, 25)

Nâsıruddin Elbâni birgün bana “Sayın müellif sen neden sahih hadis kitaplarındaki rivayeti bırakıp, (Fıkh’us-Sîre kitabında) İbn Hişam’ın za-yıf olan haberine yer verdin?” diye sordu. Oysa bana göre İbn Hişam’ın rivayeti daha makuldür. Zira buna göre Hz. Peygamber önce onlara İs-lâm’ı teklif etmiş, fakat onlar savaşmak üzere toplanmaya başlayınca, Hz. Peygamber de habersizce üzerlerine hücum etmiştir. Bu gayet tabiidir. Zira harp hileden ibarettir. Onlar teslim olmayı kabul etmeyince, Müslü-manlar tarafından gafil avlanmışlardır. Sahih-i Buhâri’deki rivayet ise sadece Hz. Peygamber’in geceleyin habersizce baskın düzenlediği şeklin-dedir. Nitekim hadisin râvilerinden Nâfi’ye bu durum sorulunca o “Savaş-tan önce İslâm’a davet etmek, İslâmiyet’in bidayetinde vardı. Sonra bu husus, kalktı” cevabını vermiştir. Buhâri’nin bu rivayeti ve Nâfi’nin açık-lamasının yanlış olduğu kanaatindeyim.

Bureyde hadisinde ise Hz. Peygamber onları üç şey arasında mu-hayyer bırakmıştır (İslâm, cizye, savaş ki bunların ilki İslâm’a davettir). Bu husus Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in rivayetleriyle de sabittir. Râşid Halifelerin tamamı savaştan önce İslâm’a davet etmeyi teşvik etmişlerdir. Sonra, Rasûlullah’ın onları birden kuşatarak hücum ettiğini nasıl anlaya-biliriz? Bir an, öbür rivayete güvenmekle hata ettiğimi farzedelim; Hz. Peygamber’i başkalarını aldatmaktan, kandırmaktan ve gafil avlamaktan tenzih etmeyeyim mi? Yol kesici olmaktan münezzeh olduğunu söyleme-yeyim mi? Bunun için mi suçlanıyor, kınanıyorum?

(Altın silsile ile rivayet edilen) ikinci hadis ise şöyledir: ‘Abdullah b. Ömer, Nâfi’ye Kur’an okuyordu. Kendisine “Kadınlarınız tarlalarınızdır. Öyleyse tarlalarınızı dilediğiniz şekilde ekin...” (Bakara, 223) ayetinin mânâsını biliyor musun diye sordu. Nâfi, kadınlara arkadan da yaklaşıla-bileceğini söyledi.” (Umde XVIII/ 16) Ben bu rivayetten sonra Nâfi’nin sözü çirkindir dedim. Nitekim Abdullah b. Sâlim de Köle (Nâfi azadlı köledir) hata etti demiştir.
İşte bu iki hadisten dolayı, altın silsile ile nakledilen isnadı ve bu is-natla gelen haberleri reddettiğimi yazdılar. Peki bu, Nâfi’nin hatasını giz-lemek değil midir?
Bence böyle düşünenler, İslâm’a zarar veriyor. Onu gözlerden düşü-rüyorlar. Ben şahsen kitabımda, Müslümanların cumhuru ile beraber ha-reket ettim. Bazı Hanbelilerin çok darıldıkları muhakkaktır. Ama ben hak-lıyım!


Huseynî: Önce bir hususu belirtmek istiyorum; Şeyh Muhammed Gazâli, hayatımın ilk yıllarında kendisinden ilim tahsil ettiğim çok değerli hocalarımızdan birisidir. Şahsen ilminden çok istifade ettim. Hâlâ genç, yaşlı, âlim, herkesin kalbinde özel bir yeri vardır. Hepimizden çok İs-lâm’a hizmet edip, (İslâm’ı) savunduğu bir gerçektir.

Ben bütün bunlara inanıyorum. Ancak kendisi önceki birçok imam ve âlimlere muhalefet ettiği gibi, bizim de kendisine muhalif düşüncemizi dinlemek için lütfen gönlünü geniş tutsun. Selef âlimlerinin metodu da bu olmuştur. Herkes hakkı arayıp araştırdığı için aralarında husumet olma-mıştır.

Bana göre imamların ihtilafı, tamamen Sünnet’in nasslarından anla-dıklarının farklılığına bağlıdır. Herkes kendisine göre sahih olan nasslardan anladıklarına yapışmıştır. (Mesela) Medine ehlinin ameli Sün-net’tendir. Şayet bu tatbikat, rivayet edilen bir hadise ters düşerse bunun zararı olmaz. Zira Medine ehlinin tatbikatı da yaşayagelmiştir. O da Sünnet’in kendisinden kaynaklanmıştır. Hükmü nesh edilen birçok ha-dis vardır. Ben size kabir ziyaretini yasaklamıştım, bundan böyle ziyaret edebilirsiniz, zira ölümü hatırlatır hadisinde olduğu gibi...

Büyük insanlardan hiçbiri, fıkhi bir mülahazadan dolayı peygamber-den sabit olmuş nebevi bir nassa muhalefet etmemiştir. Ancak bakış açıla-rı farklı olduğu için farklı farklı anlamış olabilirler. Fikri veya fıkhî müla-hazalardan dolayı sabit olmuş bir Sünnet’ e muhalefet edip terk ettiklerini ben kabul edemem. Zaten bu, herkes tarafından da reddedilmiştir. Bütün mezhep imamları: Nerede sahih bir hadis görürseniz o mezhebimdir de-miştir.
Öyleyse Şeyh Gazâli (nin iddia ettiği) gibi onlardan hiçbiri, fıkhi bir mülahazadan dolayı sahih bir hadisi terk etmemiştir.


__________________
"(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yukarı dön Göster aliaksoy's Profil Diğer Mesajlarını Ara: aliaksoy Ziyaret aliaksoy's Ana Sayfa
 
aliaksoy
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 05 subat 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 989
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı aliaksoy

el-Müslimûn: Hadis âhad haber olsa da mı?

Huseynî: Ona geleceğim... Belirtmekte yarar gördüğüm ikinci nokta şudur: Bütün âlimler ki hadisçileri kastediyorum mütevatir hadis-lerin kesin bilgi ifade ettiğini söylemişlerdir. Aynı şekilde hadis âlimleri-nin öncüleri, Buhâri ve Müslim’in rivayet ettikleri âhad haberlerin sahih olduklarının kesin olduğunu da belirtmişlerdir. Bunu söylemelerinin se-bebi Buhâri ve Müslim’in yüksek değerleri ve başkalarına nispeten bu ilimde büyük mesafeler kat etmelerindendir. Bu iki kitabın hadisleri üm-metin genelinde hüsn-ü kabul görmüştür ki Hz. Peygamber de Benim ümmetin hata üzere icma etmez buyurmuştur.

Yine onların açıklamalarına göre, Buhâri ve Müslim’ in hadislerine gelen tenkitler mahduddur. Kaldı ki bunları da İbn Hacer Feth’ul-Bârî’ye yazdığı mukaddimede reddetmiştir. Alimler, İbn Hacer’in bu eseri hak-kında “Fetih’ten sonra hicret yoktur” (Yani Feth’ul-Bârî’nin üstüne şerh yoktur) demişlerdir. (Mekke’nin fethinden sonra hicretin yokluğunu ifade eden bu hadis, güzel bir ebedi üslûpla Feth’ul-Bârî için uyarlanmakla, bu şerhe baktıktan sonra başkasına müracaat etmeye gerek kalmayacağını söylemek istenmiştir).

İbn Hacer bu mukaddimesinde, Buhâri ile Müslim’e gelen her eleşti-riye ayrıntılı cevap vermiş, başkalarının da dile getirdiği gibi bu iki Sa-hih’de tenkide uğrayan hadislerin, onların koymuş oldukları sıhhat dere-cesinden aşağı düştüğü için değil, hadis ıslahatları ilminde sahih hadisin beş dereceye ayrılmasından kaynaklandığını belirtmiştir. Buhâri, kitabın-da sadece birinci dereceden sahih olanları almayı prensip edinmiştir. Ba-zen bir konuda birinci dereceden hadis bulunmadığı takdirde ise, ikinci dereceden bir hadisi alabilmiştir. Her ikisi de söylediğine uymuştur. Buhâri, genel olarak kitabına, sahihlerin de en sahihlerini tercih etmiştir. Birinci derecenin altında bir hadis varsa, bu zarurete binaendir ki o da bir konuda birinci dereceden hadisin olmamasıdır. Öyleyse ta’likler hariç Buhâri’de muttasıl bir senedle gelen sahih hadisler hasen derecesinden aşağı inmez.

Binaenaleyh Hz. Peygamber’in Ümmetim hata üzere ittifak etmez hadisini de göz önünde bulundurarak, ümmetin tamamı bu iki kitabı sahih kabul ettiğinden; ilim, fazilet ve gayret sahibi bir insanın Buhâri ve Müs-lim’de geçen bir hadisi reddetmesini ben kabul edemiyorum.

Böylece sıhhati kesin olan mütevatir hadislere, Buhâri ve Müslim’in ha-dislerini ben de ekliyorum. Bunu ilk defa ben söylemiyorum. Hadis âlimleri de, Buhâri ve Müslim’deki hadislerin sıhhatlerinin kesin olduklarını ifade etmişlerdir.

Buhâri ve Müslim’deki, aklımın idrak edemediği ya da anlayamadı-ğım bir hadisi okuduğum zaman, kusur beşerin aklındadır derim. Yoksa kusur bu büyük iki imamın Hz. Peygamber’den naklettikleri hadislerde değildir.

Şeyh Gazâli, Buhâri ve Müslim’deki bazı hadisleri illetli (muallel) görerek reddetmiştir. Ona göre hadisin akla uymaması da illettir.

Benim anlayışıma göre, illet birinci dereceden senedi ilgilendiren bir husustur. Sonra, hadislerde ârız olan illetleri, ancak hadis ve sünnet il-minde derinleşmiş âlimler anlayabilirler. Bu konuda muhaddislerin sözle-rinden başka bir şeyin kabul edileceğini zannetmiyorum. Muhaddis’de, en az on bin hadisi metin ve senediyle ezbere bilendir. Bilindiği gibi hafız ise, yüz bin hadisin metnini ve senedini ezberleyene denir. Hadis’de Emir’ul-Müminîn’e gelince, Sünnet ve Hadis’in tamamını bilgisiyle ihâta eden kimseye denir. İşte hadisin sıhhat derecesini düşürecek gizli illeti ancak bunlar idrak edebilir.

el-Müslimûn: Peki, Şeyh Gazâli’nin reddettiği hadisler hususunda ne düşünüyorsunuz?

Huseyni: Hz. Havva, etin çürüyüp kokması, Adem’in Rahman sûre-tinde yaratılması vs. gibi hadisler hususunda Gazâli’nin zaman zaman kendisine sorulan sorulara verdiği cevabın aynısını, kendisine tevcih et-mek istiyorum ve diyorum ki bu gibi nassları sen anlayamazsın!

Gazâli: Öyleyse cehalet nûrdur?

Huseynî: Ben sadece Şeyh Gazâli’nin söylediklerine cevap veriyo-rum ve diyorum ki, bizim ilmimiz sınırlıdır. İlmi engin, geniş birisi varsa o da Allah’tır. Ben ümmetin asırlarca kabul ettiği bu büyük iki imamın kitaplarında geçen nasslara neden kâmil imanla yaklaşmayayım?

Gazâli: (Yüksek sesle gülerek) Öyleyse sen her şeyi illeti ile birlikte kabul etmemi istiyorsun?

Huseynî: Bunu şunun için söylüyorum: Buhâri ve Müslim’in hadis-lerini reddetmenin kapısını açarsanız, bu asla bitmeyecektir. Şeyh Gazâli aklına yatmadığı için birkaç hadisi reddedecek, ben anlayamadığım bazı-larını reddedeceğim, başkası da bunu yapacak. O zaman İslâm risaletinin yarısı olan Sünnet’ten ne kalacak?

Şeyh Gazâli, Müslim’in rivayet ettiği Temim ed-Dâri’nin Deccal hakkındaki hadisini reddediyor, gerekçesi de bütün denizleri ve adaları keşfetmiş de, hadiste geçen yaratıkları bulamamış... Subhanallah! Bütün denizlerin gezilip tespit edildiğini hangi âlim söylemiş?

Rızk Tavil: Hadis Deccal’in Rum veya Yemen denizlerinde olduğu-nu söylüyor?

Gazâli: Rum ve Yemen denizleri tamamen taranmıştır, ancak bilgin-ler hiçbir şey görememişlerdir.


Huseynî: Sayın hocam, bugünkü Rum veya Yemen denizlerinin Hz. Peygamber’in hadisindeki denizleri içerisine alıp almadığını biliyor mu-sunuz? Ben size soruyorum; âdil râvilerin sahabe kanalıyla Hz. Peygam-ber’den rivayet ettikleri bir sözü sen nasıl reddedebiliyorsun? Ümmet’in cumhuru kabul ettiği halde, sen şimdi çıkıp bunları bir tarafa atabiliyor-sun?

(Sözlerine devamla) Şeyh Gazâli’nin de ifade ettiği gibi, kitabında mevcut olan her şey önceki ilmi kitaplarda da mevcuttur. Ancak benim razı olmadığım husus, imamlar nezdinde zayıf addedilen görüşlere yer vermesi ve üç imamın da muhalefet ettiği düşünceleri desteklemesidir. Kendisine bunun sırrını sorduğumda, bana kaçamak bir cevap veriyor. Ancak ben bunu kabul etmem. (Güya) bu, İslâm’ı gayrimüslimlere sevdi-riyormuş... Müsteşrikler ve felsefeciler bu imamların bazı rivayetlerini kabul etmiyormuş da, Şeyh Gazâli onun için zayıf görüşlere sarılıyormuş. Kadının idareciliği hususunda İbn Hazm’ın görüşüne sarıldığı gibi...

el-Müslimûn: (Muhammed Ammâra’ya dönerek) Bu dava, yani Sünnet’in yeniden bir elemeye tâbi tutulması meselesinin yaygınlaşması, sizce Sünnet’ten şüphe etmeye yol açmayacak mıdır? Dolayısıyla Sün-net’in etrafındaki kaleyi yıkmış olmaz mıyız?

Ammâra: Ben Mısır’da ortaya çıkan ihya ve tecdît hareketinden bir nebze söz etmek istiyorum. Aslında bu hareket aynı zamanda Pan-İslamist bir harekettir. Muhammed Gazâli de bu hareketin öncülerinden sayılır. Kendisinden önce de Muhammed Abduh, Kevâkibi ve Meraği gibi birçok saygı değer âlim bu hareketin bayraktarlığını yaptılar. Bu hareketin öncüleri olan âlimler bize aslında yeni olmayan, çok belirgin İslâmi bir metot sundular. Buna göre, akla başvurmadan nakli değerlendirmek yanlış olduğu gibi, nakle müracaat etmeden salt akılla bir yere varılamaz. Yani bu metotta, aklı kullanmadan nassların zahirine bağlı kalmak yoktur. Aynı şekilde vahiyden ve nakilden uzak olarak, Batı’da ortaya çıkıp yaygınla-şan Yunan akliliği de yoktur! Zira bu mektebin öncülerine göre, naklin kendisi de akli bir mucizedir, akıl heva değildir. Nitekim bir insanın mü-kellef olması için akıl şarttır. Akıl ancak sûbût ve delâlet yönüyle kesin olan nassların çerçevesinde mahkumdur.
Ne tuhaftır ki bugün hâlâ naklin karşısında aklın fonksiyonunu ta-mamen ilga eden bir akım mevcuttur. Bu doğru değildir. Mesela Mu-hammed Gazâli, Buhâri’de yer aldığı halde Kur’an’a ters düştüğü için sihir hadisini reddederken —ki daha önce de reddedenler olmuştur— sadece fıkhî bir mülahazadan dolayı reddetmiyor, burada aklını kullanı-yor. Ben diyorum ki, sübûtu zannî olan haberleri, sübûtu kat’i olan haber-ler doğrultusunda anlayalım. Aslında rical kitaplarının özü de buna da-yanmaktadır. Hiç kimse kendi görüşüne, aklına ya da arzusuna ters düştü-ğü için âhad bir haberi reddetmemiştir. Bilakis reddedenler, sübûtu kat’i bir Kur’an ayetine ya da peygamber açıklamasına ters düştüğü için karşı çıkmışlardır.

Ben şahsen sihir ve garanik gibi hadisleri reddederken, tıpkı Mu-hammed Abduh gibi Kur’an’da (müşriklere atfedilen) Siz ancak sihir ya-pılmış birine tâbi oluyorsunuz ayetine dayanıyorum.

Kendim birçok hadisten istifade ediyorum. Sünnet’e dayanıyor ve onu kendime kaynak olarak kabul ediyorum. Hatta bazen uydurma hadis-lerden dahi istifade ediyor ve onları söylendiği asrın fikri bir uzantısı ola-rak görüyorum. Bu asırlarda yalancıların sözlerine bile kulak asıldığını anlıyorum. Tarihi açıdan hadislerin tamamından, illetli ve zayıf olanların-dan dahi bir malzeme olarak yararlanılabilir. Ancak bu noktada sübûtu kat’î olan mütevatir ile sübûtu zanni olan âhad haberleri ayırmak zorun-dayım. Alimlerimizin de söyledikleri gibi ameli noktalarda âhad haberlere başvurabiliyorum. Peki ilmi durumlarda neden aynı metoda başvurulma-sın, neden İmam Mâlik Medine ehlinin amelini âhad hadislere tercih et-miştir? Çünkü ameli Sünnet mücerred bir rivayetten ibaret olmayıp, pratik hayatta yaşanır bir hale geçmiştir de ondan...

Bütün bunlardan hareketle, Kur’an’ı bırakıp âhad hadisleri her şey zannedenleri, aklın ve kültür mirasının hakemliğine, her şeyden önce Kur’an’a, sonra da kesin bilgi ifade eden mütevatir hadislere önem ver-meye davet ediyorum. Daha sonra bazı ameli hususlarda âhad haberlere başvurulabilir. Fakat yasama yönünde bunlar kullanılmaz, çünkü zanni bilgi ifade etmektedirler.

Bugün İslâm âleminde ortaya çıkan birçok aşırı akımlar var ki, bü-tün düşünce ve inançları, fikir ve mezhepleri âhir zaman fitneleri ile ilgili hadisler üzerine bina edilmiştir. Oysa Kur’an kat’i nasslarla, Hz. Peygamber’in gaybı bilemeyeceğini açıkça ortaya koymuştur.
Bazılarının söylediği gibi, ben şahsen muhaddislerin nezdinde hadis-leri anlama ve değerlendirmede, kehânete benzer bir vasıf olduğunu söy-lemenin mümkün olmadığına kâniim.

Huseynî: (M. Ammâra’nın sözlerini keserek) Bu söz ilk defa benden sudur etmiş bir söz değildir. Istılah kitaplarında mevcuttur. Buradaki ke-hânetin anlamı ise, tahmin etmek değildir. Ancak âlimlerin bir haberi an-lamak için başvurdukları ince ve titiz metod, âdeta kehânete benzemekte-dir deniliyor.

Ammâra: (Öfkeyle) İslâm, hadis ilminde de olsa, bu tür terimleri kullanmaya karşıdır. Oysa birçok İsrailiyyat, tefsir ilmine girdiği gibi, hadis ilmine de bulaşmıştır. Nitekim hadis uzmanlarınca, hadislere beşer elinin karıştığı kabul edilmiş ve Hz. Peygamber de birtakım kimselerin çıkıp kendisine yalan atfedeceklerini haber vermiş ve onları cehennemle tehdit etmiştir.

Öyleyse önce her şeyi aklımızla idrak edelim, daha sonra pey-gamberimizin Sünneti’ne hizmet olarak ortaya çıkan rical, cerh ve ta’dil gibi ilimlerle başka ümmetlere istediğimiz kadar övünelim.

Muhaddislerin imamı Ahmed b. Hanbel bazı râvilerden söz ederken, onların yalan söylediklerini, yahut yalancılardan hadis aldıklarını ve bun-ları da âdil râvilere nisbet ettiklerini belirtir. Öyleyse iş sened ile bitmiyor. Zira İmam Ahmed’in belirttiği gibi ortada bir yalan ve uydurulan sözü âdil râvilere nispet eden bir yalancı vardır.

Binaenaleyh âdil râviler tarafından rivayet edilen bir hadisi gördü-ğüm zaman, sened her şeydir zehabına kapılarak aklıma gem vurup araş-tırmaktan geri durmam, metni değerlendirirken de mutlaka aklımı kullanı-rım. Sübûtu zanni olan şeyleri, sûbûtu kat’i olan Allah’ın Kitabı ve ilmi hakikatlere arzetmem ve ona göre almam gerekir.

el-Müslimûn: Peki hadisleri kabul ve reddederken bu derece cesur olmak, Sünnet’ in değerini düşürmez mi, onun güvenirliğini ortadan kal-dırmaz mı?

Ammâra: Hayır, kesinlikle! Kelâm âlimleri Allah’ın varlığını isbat ederken, yaşadıkları asrın bilgi ve öğretilerinden deliller getirmişlerdir. Öyleyse bugün bizim de yaşadığımız asrın büyük ilmi hakikatlerini kul-lanmamız gerekmez mi? Peki Allah’ın varlığına bile bu ilmi hakikatler delil teşkil ederken, bir rivayetin sahih ya da zayıflığında delil olamaz mı?
Rivayet ilminin kültür mirasımızın içinde büyük bir hizmeti gerçek-leştirdiğini kabul edersek, ilk (selef) âlimleri bu sahada kendilerinden sonrakilere bir şey bırakmamışlardır. Ancak Sünnet’e hizmet için eksik bir saha kalmıştır. O da dirayet ilmidir. Bu saha henüz birçok inceleme ve araştırmaya muhtaçtır. Allah’a hamd olsun, Allah’ın nûruyla aydınlanmış âlimlerimiz, fakihlerimiz ve mütehassıslarımız var. Öyleyse onlar bu sa-hada neden çalışıp gayret etmesinler. (Dirayet ilmini de) ancak bir hadis ile ilgili tüm rivayetleri, ilgili şartlar ve vürûd sebebi ışığında değerlen-dirmekle geliştiririz. Kur’an’ı anlamak için Esbab-ı Nüzûl ilmini kullan-dığımız gibi, hadisler için de Esbab-ı Vürûd ilmini geliştirirsek büyük bir hizmet etmiş oluruz.

Son olarak bir hususa daha dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Biz hayatımızda, düşüncemizde, ilmi müesseselerimizde ve konferansları-mızda Kur’an’a çok önem vermeliyiz. Muhammed Fuad Abdulbâki el-Mu’cem’ul-Mufehres Li’l Elfâz’il-Kur’an (Kur’an İndeksi) hazırlama-saydı, Mısır Arap Dil Kurumu Mu’cem’ul-Kur’an (Kur’an Sözlüğü) hazırlamasaydı, Kur’an’a tam olarak hizmet mümkün olur muydu? Amerika’daki birçok kütüphanede, Kitab-ı Mukaddes’e yönelik müthiş çalışmalar gördüm. Biz neden gayrete gelip akaid ve hukuk açısından pek bir şey ifade etmeyen âhad haberler yerine, dinimizin ve anayasamızın te-mel kaynağı Kur’an’a önem vermiyoruz?

Sâfi: Ben Muhammed Ammâra’nın söylediklerine katılmıyorum. Bu konuda Huseyni Ebu Ferhe ile aynı düşünüyorum. Ben tekrar Buhâri ve Müslim konusuna dönüp, asırlar boyu ümmetin bu eserleri ne derece be-nimsediğini anlatacak değilim. Ancak bir hadis Buhâri ve Müslim‘de yer alıyorsa, onu kabul etmemek için hiçbir engel yoktur diyorum. Ben bu konuda Huccet’ul-İslâm Ebu Hamid el-Gazâli’ye hayranım; o kendi ki-taplarında güzel âhlak ve faziletler ile ilgili zayıf hadislerden dahi çok güzel deliller getirmiştir. el-Muhkızu min’ed-Dalâl adlı eserinde nübüvvet ve hakikati ile ilgili olarak çok güzel bir sözü var, şöyle diyor: “Mucizele-re bakarak peygamberin doğruluğuna delil bulmak, akla şeref olarak ye-ter. Onun peygamber olduğunu anlayınca artık kişi nefsini ve aklını teslim ederek, peygamberin Allah’tan getirip söylediği her şeye inanmak zorun-dadır.” el-Gazâli daha güzel bir örnek verir ve der ki: “İnsan hastalanınca doktora gider. Önce doktorun yanında kendisini tamamen iyileştirecek bilgi ve ilaçların varolduğuna inanır. Doktora gidip muayene olunca, dok-tor ona bir reçete yazar. Doktorun bildiğini bilmediği için onun reçetesine asla itiraz etmez. Aynı şekilde peygamberler de bir ilaç sundukları zaman ondan sabit olduğunu bildiğin müddetçe itiraz etme.”

Gazâli: Lakin sayın profesör! Bu reçeteyi doktor değil de, oduncu yazdıysa?!
(Gazâli’nin bu nüktesi üzerine herkes katıla katıla gülüyor. Sonra Gazâli sözlerine devamla) Kardeşlerim! Benim söylediğim de bundan başka bir şey mi? Ben de önce bir sözün peygamberden geldiğine emin ol, sonra ona sarıl diyorum. Lakin hasta, reçetenin doktor tarafından yazıldı-ğından şüphe ediyorsa o zaman ilacı kullanmaz.


Sâfi: Ben görüşümde ısrar ediyor ve diyorum ki; bir hadisin senedi sahihse onu reddetmek mümkün değildir. Ebu Ferhe’nin de dediği gibi Buhâri ve Müslim’de yer alan her hadis sahihtir, reddi mümkün değildir!

Gazâli: Daha önce sorduğum bir soruyu tekrarlamak istiyorum. Buhâri’nin Kur’an’ın sarih ayetine ters düşen “ve’l-leyli izâ yağşâ” ile ilgili haberine ne diyorsun? İmam Kurtubi gelip bu hadisi yalanlayarak bunun kabul edilemez bir söz olduğunu söylemiştir. Aynı şekilde Kurtubi’den başkaları da bu hadisin şazz olduğunu söylemişlerdir. Yine Buhâri’de olduğu halde “Allah (peygamberine) yaklaştı” hadisini de o yalanlamıştır.

Sâfi: Efendim İbn Fûrek’in Te’vilu Müşkil’il Hadis adlı bir kitabı vardır ki, bu tür (müşkül) meselelerin çoğunu bize çözümleyebilir.

Gazâli: (Hiddetlenerek) İbn Fûrek de kim oluyor, onun anlayışı var da benim yok mu? Sihir hadisine bak! Hz. Peygamber altı ay peygamber-liğe ara mı verdi, yoksa insanlara dinlerini öğretirken sihrin etkisinde miydi?


Sâfi: Biz bu konuyu daha önce de tartıştık. Ben görüşümü söyledim. Bana göre bu sihir, sadece hanımları ile olan ilişkisini etkilemiştir, pey-gamberliğini değil!

Gazâli: Akıl bu açıklamayı kabul etmez. Sihir tabii olarak başta akıl olmak üzere bütün melekleri etkisi altına alır.

Sâfi: Vallahi ben öyle inanıyorum ve sözü başka arkadaşlara bırak-mak istiyorum.


Cemaluddin Mahmud: Hiç kimse hayattaki bütün meselelerin bu tür haberlere bağlı olması, dayanması gibi basit bir sebepten dolayı âhad haberlere kastetmeye kalkışmaz. Öyleyse biz ne âhad haberleri ve ne de başka haberleri reddetmeyiz. Fakat birisinin böylesi bir hadi-se akıl veya kat’i kıyası kullanarak zan ile itiraz etmesi durumunda ise onu terk etmemiz doğru olmaz.

Sâfi: Öyleyse, bizzat akaid âlimlerine göre bile âhad haberlerin çe-şitli yorumlarının varlığı bilindiği halde, niçin âhad hadislere tekrar bakıp (araştırmıyoruz)?

Acemi: Ahad haberler konusu, tehlikeli ve riskli bir konudur. Bu konuda konuşan her araştırmacının son derece dikkatli olması lazım. Buhâri ve Müslim’deki âhad hadisler konusunda aceleci davranıp, bazı-ları hatalıdır, yahut bazıları uydurmadır gibi bir yargıya varmak yanlış olur. Biraz durup düşünmemiz lazım. Ben şahsen bazı kardeşlerimin bu konudaki cüretkâr sözlerini işitince, ister istemez Allah’ın “Hayır, bilgi-sini kavrayamadıkları, yorumu kendilerine gelmemiş olan bir şeyi ya-lanladılar...” (Yunus, 39) ayetini hatırlamadan edemiyorum. Birçok kimsenin Kur’an’a muhalif zannettiği hadislerin varlığı bir gerçektir. Ancak aynı kimseler daha sonra bu hadisleri araştırdılar, Ehl-i Sünnet âlimlerinin söylediklerini okudular ve sonunda bu hadisleri kabul etmek zorunda kaldılar. Bir daha da bunlar Kur’an’a terstir demediler. Mesela hiç kimse sözü geçen sihir hadisinin Kur’an’a muhalif olduğunu söyle-memiştir. Kur’an’a öncelik vermek konusunda acele etmemek, gerçek-ten bir çelişki olup olmadığını iyice araştırmamız şarttır.

Aynı şekilde akıl ile çelişiyor gibi görünen hadisler hususunda da te-enni ile hareket etmek gerekiyor. Birçok kimse bazı hadislerin ilmi haki-katlere ve kevni kanunlara ters düştüğü iddiasında aceleci davranıyor. Mesela Temim ed-Dâri’nin rivayet ettiği hadisi ele alalım; sözünü ettiği ada bugün varolabilir, suların altında kalmış da olabilir, bu da bir ihtimal-dir.

Gazâli: (Sözünü keserek) Öyleyse, ada suların altında kaldığına göre Deccal de dahil üzerindekiler boğulup gitmiştir...

Acemi: Ben sözlerimi sürdürmek istiyorum. Şahsen hiçbirinizin sözlerini kesmedim, lütfen siz de benim sözlerimi kesmeyin. Ben önce-likle Ammâra’nın söylediklerini şiddetle kınıyorum. Neredeyse söyledi-ği her kelimeye muhalif düşünüyorum. Özür dilerim, o konuşurken ga-yet öfkeliydi, ben de aynı öfke ile cevap vermek istiyorum. Biraz önce dedi ki, hadisler arasında birçok gaybi haberler var, oysa Hz. Peygam-ber gaybı bilmez... Gerçekten bu hakikat, Kur’an nassı ile mevcuttur. Ayet şöyle: O (Allah) gaybı bilendir. Gayb (bilgisi) ına kimseyi muttali kılmaz. Sayın Prof. Ammâra müsaade ederse, şimdi ayetin geri kalan kısmını okumak istiyorum.

M. Ammâra: (Hemen atılarak) “... Ancak peygamberlerden bildir-mek istediği bunun dışındadır. Rabblerinin bildirilerin tebliğ etmelerini ortaya koyabilmek için her peygamberin önünden ve ardından gözcüler salar; onların yaptıklarını ilmiyle kuşatır ve her şeyi bir bir sayar.” (Cin, 27-28)

Acemi: Tamam sadakallahu’l-azim. Ayet gayet açıktır. Tefsire ve te’vile gerek yoktur. Binaenaleyh Hz. peygamber birçok gaybi meseleyi haber vermiştir. Hz. Hasan’a minber üzerinden bakıp Bu benim oğlum efendidir. Allah iki büyük Müslüman cemaatin arasını onunla düzeltecek-tir sözü bunların en meşhurlarındandır. Bunun örnekleri çoktur. Ben bu-rada sadece Ezher’in Usûl’ud-Din Fakültesi’nde Hz. Peygamber’in gaybi haberlerini konu alan bir doktora tezinin varlığını hatırlatmakla yetinmek istiyorum.

Ammâra: Ancak Hz. Peygamber kendisi hakkında ‘gaybı bilir’ de-meyi yasaklamıştır. Sizin sözünü ettiğiniz gaybi hususlar mucizelerden-dir.

Acemi: Sayın Ammâra! Hz. Peygamber, sadece Allah kendisine bil-dirmeden, yarın ne olacağını bilir dememizi yasaklamıştır. Allah dilediği zaman hadisle de sabit olduğu gibi Onu mele-i âlâ4ya da muttali kılar. O istemezse, divanın altındakini de göremez. Bunda herkes mütte-fiktir.

Şimdi müsaade ederseniz, bu konuları bırakıp esas mevzumuza döne-lim; Buhâri ve Müslim‘in hadisleri bütün dereceleriyle kesin bilgi ifade ederler mi?
Bu konuda üç ayrı görüş vardır:

1. Muhaddislerin cumhuruna göre; kesin bilgi ifade ederler.
2. Nevevi’nin görüşü: Mütevatir olmayanlar, zanni bilgi ifade eder-ler.
3. İbn Hacer bu ikisinin ortasını bularak, bir kısmının zanni bilgi ifa-de ettiğini söylemiştir.

Bunlar da özellikle tenkitlere medar olan hadisler-dir. Mesela sözü geçen Allah peygambere yaklaştı hadisi bunlardandır. Prof. Ebu Şehbe’nin belirttiğine göre, Buhâri’nin kendisi de bu rivayet sahih olsa da sabit olmadığına işaret etmiştir.

Öyleyse kıymetli kardeşim sahih hadis, ehli tarafından da târif edildiği gibi sıhhat şartlarını taşıyan hadistir, yoksa bilgi yönünden kesin-lik arzeden hadis değildir. Bilindiği gibi sıhhat şartları da beştir. Beş şartı taşıyan her hadis, kat’i bilgi arzetmez. Buhâri ve Müslim’ in hadislerine gelince, bunlar apayrı bir özelliğe sahiptirler. Zira bunların delâletleri kesindir.


__________________
"(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yukarı dön Göster aliaksoy's Profil Diğer Mesajlarını Ara: aliaksoy Ziyaret aliaksoy's Ana Sayfa
 
aliaksoy
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 05 subat 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 989
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı aliaksoy

Gazâli: (Reddederek) Kim diyor bunu? İbn Salah, Nevevi’den nak-len (bunun tersini) söylüyor.

Acemi: Oraya geleceğim sayın hocam! Yalnız bazı şeyleri söyleyip tercihi size bırakacağım. İmam Nevevi benim nazarımda büyük bir imamdır. İbn Salah’tan da daha çok takva sahibidir. Nevevi gelmiş ve Buhâri ile Müslim’de mütevatir olmayan hadisler kat’i değil demiştir. Öbür taraftan İbn Hacer gelmiş, fakat aralarında büyük bir çelişki olma-mıştır.
Mi’rac ile ilgili Şerik’in Hz. Enes’ten rivayetleri farklılık arzetmiştir. Buhâri bütün rivayetleri sıraladıktan sonra seçimi okuyu-culara bırakmıştır. Biz diyoruz ki bir hadisin sahih olması, onun kat’i ol-ması demek değildir. Sadece sıhhat şartlarını haiz olduğu için sahih denir.
Müslim kendi kendisini bazen tenkit etmiştir. Şerik hadisine yer ver-dikten sonra Bazı cümleler takdim tehir, bazıları da fazla oldu demiştir.

Öyleyse muhaddislerin gayesi, hadisleri seçip önümüze koymaktır. Sened yönünden hepsi araştırılmıştır. Aynı lafızlarla muhafaza edilip edilmediği de açığa çıkmıştır. Lafzın aynen korunduğunu; mesela Hz. Enes’ten aynı hadisi Tabiin’den beş ya da altı kişi rivayet etmiştir. Hepsi-nin üzerinde ittifak ettiği lafızları kabul ederiz. Fakat birisi sika râvilere muhalif olarak bir şey söylemişse bu tartışılır. Çünkü sika demek, masum demek değildir. Sika demek, kişinin az hataya düşmesi demektir.

Gaybi ve diğer bazı hususlarda aklın seviyesini aşan hadislerin varlığı bir gerçektir. Kur’an ayetlerinde de olduğu gibi... Ancak bizi ilk ilgilendiren, senedini araştırmaktır. Ahad’ın hadisçiler nezdindeki târi-fi: Mutevatir olmayan haberlerdir. Fakat öyle âhad haberler vardır ki üç kişiden rivayet etmiştir. Genel olarak bu tür haberleri almaktan geri duramayız, ancak bu üç râviden birisi, rivayetinin bir kısmında tek kalmışsa (teferrüd), şazz durumuna düşmüş olur. Binaenaleyh, Buhâri ve Müslim’de yer alsa reddetmemiz mümkün olur. Bu söz benim değil, İbn Salah’ın kendisine aittir. İşte bunlar bizim selefimizden öğrenip, kendi neslimize de öğrettiğimiz hadis ıstılahı ilminin hakikatleridir.

el-Müslimûn: Prof. el-Acemi’nin sözleri aslında genel olarak İslam âlimlerinin Sünnet’ e bakış açılarının bir özetidir. Ümmetin eskiden de kabul ettiği metot budur. Şimdi Şeyh Gazâli’ye soruyorum: Bu metoda itirazınız nedir?

Gazâli: Biz dünyada tek başımıza yaşamıyoruz. Hz. Muhammed’i bizatihi reddeden, Kur’an ve Sünnet’in tamamına karşı çıkan insanlarla beraber yaşıyoruz. Ben şahsen davetçiyim. Daha önce de belirttiğim gibi davetim esnasında birçok engellerle karşılaşıyorum. Üniversitelerin gerek talebelerinden, gerekse hocalarından birbirinden farklı akli sorular yönel-tiliyor. Bunlar bir taraftan müsteşriklere kulak verirken, diğer taraftan misyonerlerin yazılarını da okuyorlar, bazen onların söylediklerine inanı-yorlar. Şimdi soruyorum, ben böyleleri ile konuşurken bizim muhaddisle-rin kalpleri iman nûru ile aydınlandığı için hadisleri bu meleke ile değer-lendirirler diyebilir miyim? Tabii ki böyle demek makul değildir. Ben dinimi müdafaa ederken, Allah’a inanan ya da Allah’a inanmaya davet ettiğim kimselerin anlayabileceği sabit delillerle konuşmak zorundayım. Özellikle imana davet ettiğim kimseye akil deliller sunmak mecburiyetin-deyim.
Ben şu anda siyasi ve askeri yönden hezimete uğramış, itham kefe-sinde yargılanan bir dinin mensubuyum. Onu bu durumdan nasıl kurtara-bilirim?


Sâfi: Hayır efendim, din hezimete uğramamıştır. Hezimete uğrayan-lar Müslümanlardır. Allah’ın dini asla hezimete uğramaz.

Gazâli: Sayın hocam, İslâm ümmeti bugün yeryüzüne İslâm’ı öyle sunmuştur ki, bunu duyan Avustralyalı da reddediyor, Amerikalı da.. Bu, dinin hezimeti değil midir?

Sâfi: Hak mevcuttur, hakşinaslar da vardır. Kur’an mahfuzdur, asla hezimete uğramaz!

Gazâli:
Hz. Peygamber, dini bir hayat sistemi, bir medeniyet olarak yeryüzüne takdim etmiştir. Küçük çocukların hafızalarında ezberledikleri Kur’an, medeniyet midir? Ben bütün Kur’an’ı ezberlesem, yanımda bin tane de Kur’an olsa yeterli mi?

Ben İslâm’a ve peygamberine inanmayan toplumlara da hayat vere-cek canlı bir daveti kastediyorum. Mesela din hürriyetinden söz ettiğimiz zaman, bazıları hemen atılarak dinde zorlama yoktur ayetinin mensuh olduğunu ileri sürerler...


Cemaluddin Mahmud: Bunu ben de kulaklarımla işittim ve şaşır-dım.

Huseynî: Oysa bu ayet Kur’an’da yüce gayelere matuf bir ayettir.

Ammâra: Rahmet ve hidayeti teşvik eden daha nice ayeti mensuh saydılar.

Sâfi: Böyle diyenler, dini tanımayan ve bir şey bilmeyen cahillerdir.

Gazâli: Neval es-Sâdavi adındaki komünist (ve feminist) kadının ön-cülüğünde aile hukuku ile ilgili kanunların iskatını istediklerinde ki sebep gayet açıktır birisi çıktı dedi ki; kadınlar erkekleri doğurmak için yaratıl-dılar. Ne acayip, ne garip bir söz! Sünen sahiplerinin rivayet ettikleri; ka-dınların orduyla beraber savaştıklarını, toplumun teşekkülünde rol aldıkla-rını, beş vakit namaz için camiye gittiklerini bildiren hadisler nerede? Bütün bunlar kayboldu.
Doğu Avrupa şu anda komünizmden kurtuluyor. Fakat döndükleri nizam İslâm değildir. İslâm’ın nizamında şûraya yer yoktur dediler. Buna sebep olan da, bu konudaki ayetleri mensuh sayarak, şûranın zorunlu ol-mayıp, sadece fikir edinmek için varolduğunu söyleyen zihniyettir.

Kadının, velisinin izni olmadan evlenmesi ki İmam Ebu Hani-fe’nin görüşüdür İslâm’a yabancı olan toplumların gözetilmesi için gerekmiştir.


Ammâra: Farzedelim ki Ebu Hanife bunu söylememiş olsun. Bu gö-rüşü bizim de ortaya atmak hakkımız olmaz mı?

Gazâli: Kur’an nikah akdini kadına nispet etmiştir: “... Başka bir koca ile nikahlanıncaya kadar...” (Bakara, 230) ayetindeki ifade ile eşleri ölen hanımlara süreleri (iddet) bitince “Artık kendileri için uygun olanı yapmalarında size bir günah yoktur...” (Bakara, 234) diyen ayet bunu açıkça ortaya koymuştur.

Bunlar boş sözler midir? Ben insanlar için Allah’ın dinine girsinler diye Kur’an’ın bu açık ifadesine dayanarak fıkhi bir görüşü benimsemek zorundayım. Hâkim’in Müstedrek’inde mevcut olan bir hadisten dolayı kadın on asır evine hapsedilmiş, ne öğrenim için, ne de namaz için dışarı çıkmamıştır. Neden dinin aslını öğrenip öğretmesin?
Kat’i nass Kur’an ve Mütevatir Sünnet’tir. Ben böyle diyorum...


el-Müslimûn: Oturumumuza hâkim olan hava, âhad hadislerin ka-bulü veya inkârı meselesi olduğu halde aramızda bulunan hadis mütehas-sısı Ahmet Ömer Haşim’den bu konuda bir şey gelmedi. Kendisi bu ko-nuda ne diyor?

Ahmed Ömer Haşim: Öncelikle içtihadi meselelerde birbirlerimizin görüşlerine karşı geniş görüşlü ve müsamahalı olmamızı rica ediyorum, ta ki Allah’ın izniyle hak ortaya çıksın!
Alimler sahih hadis için belirli şartlar koştukları gibi, sahih hadisi de kendi içinde derecelendirmişlerdir. Buhâri ve Müslim’in ittifak ettikleri hadisler birinci mertebede, Buhâri’nin tek başına rivayetleri ikinci merte-bede, Müslim’in rivayetleri de tek başına üçüncü mertebede yer almışlar-dır...

Bu tasnifin onlara göre şöyle bir faydası var; bir hadis başka bir ha-dise muhalif olunca, birinci derecede yer alan muttefekun aleyh bir hadisi, ikinci derecede yer alan hadise tercih ederiz. Yalnız bu, tercih etmediği-miz ikinci derecedeki hadisin sahih olmadığı anlamına gelmez. Ancak çelişki anında birincisi tercih edilir. Aynı şekilde hadisçiler, iki hadis çe-liştiği zaman Buhâri’nin tek başına rivayetini Müslim’in hadislerine, Müs-lim’in hadislerini de onun şartlarına uyan diğer hadislere tercih etmişler-dir.

Ancak bunu, çelişkili iki hadis arasında nesih yoksa söylemişlerdir. Bu onların hadisleri alırken ne derece müsamahakâr ve geniş ufuklu hare-ket ettiklerine bir delildir.
Şu kadar var ki, burada bir noktanın muhakkak izah edilmesi lazım-dır, o da şudur: Şayet bu şekilde âhad hadisleri reddetme kapısını açarsak, İslâm şeriatının hükümlerinin büyük bir kısmını da reddetmek zorunda kalırız. Oysa Allah’a hamd olsun ki hepimiz sıhhati sabit bir hadisi kabul etmede bu şekilde ittifak ediyoruz.

Gazâli: Bana ittifak ettiğimiz bu şekli biraz izah edin!


Ahmed Ömer Haşim: Yani hepimizin bir görüşte ittifak ettiğimizi kastediyorum, o da bir hadis sıhhati kesin bilgi ifade edecek tarzda sabit olursa asla reddetmeyiz.

Gazâli: Şazz ve illetli hadislerin sıhhatleri de sabit olur mu?

Ahmed Ömer Haşim: Tabii ki şazz, illetli ve senedi kopuk hadisler sahih değildir. Ancak aklın hakemliğinde hüküm verirken biraz düşünme-liyiz. Zira akıllar eşit olmadığı gibi, hepsi aynı derecede de değildir. İşte burada ihtilaf ederiz. Bu gibi durumlarda nihai görüşe varabilmek için daha geniş bilgiye sahip olanlara ve çoğunluğa da başvurmalıyız. Birimiz kesin bilgi ifade eden bir hadise, diğerimiz zanna dayanan bir hadise sarı-lırsa, sahih oldukları müddetçe çelişmiş sayılmayız.

Hz. Peygamber’e sihir yapıldığını bildiren hadis üzerinde çok tartı-şıldığını gördüm. Ben de el-Huseyni gibi bunun sadece kadınlarla ilişkisi-ni etkilediğine inanıyorum, peygamberlik yönü etkilenmemiştir. Allah kendisine Allah seni insanlardan koruyor buyurmuştur.
Nitekim hadiste de bana öyle geliyordu ki... ifadesi vardır. Aynı ifa-de Kur’an’da da Hz. Musa için geçmiştir: “... Büyülerinden ötürü onların ipleri ve değnekleri sanki koşuyor gibi görünmüştü.” (Tâhâ, 66)

Öyleyse ihtilaftan uzaklaşalım! Anlayış dairemiz son derece geniş olsun! Bizim, Sünnet’i sonradan karışan şeylerden arındırmaya ihtiyacı-mız var, sahihlerden değil! Eskiden beri Sünnet’e karşı düşmanca bir tu-tum sergileyenlere hep beraber karşı durmamıza ihtiyaç var. Açıkça Sün-net’i bırakmaya ve Kur’an’la yetinmeye davet edenlere karşı çıkmalıyız.
Netice olarak ben Muhammed Gazâli’nin son kitabında yer verdiği görüş ve içtihatlarına katılıyorum ve diyorum ki, o müçtehid ve mücahid bir insandır. Hiç kimse onun İslâm davetindeki rolünü inkâr edemez. Kendisi bütün görüşlere açık olduğu gibi, başkalarını da kendisi gibi düşünmeye zorlamaz.

Allah Ahmed b. Hanbel’e rahmet etsin. Bilindiği gibi o kitabında zayıf hadislere de yer vermiştir. Kendisine bunun sebebi sorulunca başka bir tarikle sahih olarak rivayet edilmiş olur da, Hz. Peygamber’in bir sünnetini terketmiş olurum diye korktuğum için... cevabını verir.

__________________
"(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yukarı dön Göster aliaksoy's Profil Diğer Mesajlarını Ara: aliaksoy Ziyaret aliaksoy's Ana Sayfa
 
aliaksoy
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 05 subat 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 989
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı aliaksoy

el-Cündi: Ben İmam Şâfii’in er-Risale’ sini ezberlemiş sayılırım. Otuz sene aralıksız okuttum. Şâfii’nin bu kitabında en büyük keşfi, âhad haberler hakkında ortaya koyduğu usûldür. Dileyen kabul eder, dileyen etmez.

Prof. el-Acemi’nin sözlerinden anladığıma göre, o bu usûlü tama-men kabul etmiştir. Ancak şunu da belirteyim ki, sürekli bir şeyi okumak ve okutmak kişide bir kusur oluşturuyor, o da; insan başkalarına öğrettiği hususlara o derecece inanıyor ki, kendi görüş ve ihtiyarından tamamen vazgeçiyor.

Özetle şunu demek istiyorum: Ben şahsen sürekli bağlı kalacağım bazı kurallar koymayı isterim. İşte bunlardan birisi; külli bir usûl kaidesi-ne veya daha sahih bir nakle ya da akla muhalif olmadan herhangi bir hadis reddedilmez! Prof. el-Acemi’nin de belirttiği gibi Nevevi Buhari ve Müslim’de yeralan hadislerde hiçbir hata yoktur dememiştir. Aynı şekil-de delâlet yönünden kat’i olduklarını da söylememiştir.

Buhâri ve Müslim’in başımız ile gözümüz üstünde yerleri var. An-cak hadislerin kesin bilgi ifade etmesi mümkün değildir. İsnat ve râvileri açısından kesin olarak sahih olabilirler. Metin ve mânâya gelince, bu tartı-şılır. Mâna açısından sahih olmasının şartlarına, neden akla muhalif ol-mamasını şart koşmayalım?

Öyleyse bu maddeyi de uygulamamız bir eksiklik değildir. Bir taraf-tan bu kaideye bağlı kalırken, öbür taraftan bütün yönleriyle hadisten isti-fade etmeye çalışalım. Böylece aklımızı kullanmış ve hür bir düşünceyle hareket etmiş oluruz. Aksi takdirde -büyük de olsalar- ölüler bize hükme-decektir. Oysa sen de tıpkı Hz. Peygamber asrında olduğu gibi dinini sa-vunmak mecburiyetindesin. Hatta bugün bu dava daha zordur. İlimle ha-reket etmezsek hiçbir yere varamayız. Binaenaleyh ben nakli değerlendi-rirken, aklımızı kullanmamız gerektiğine inanıyorum.

el-Müslimûn: Bilindiği gibi Sünnet’e dil uzatan birçok müsteşrikler olmuştur. Zayıf ve mevzû hadislerin varlığını fırsat bilerek, Sünnet’ in hürmetine şüphe düşürmeye çalışmışlardır. Biz Sünnet’i yeniden elemeye tâbi tutma işleminin müsteşriklerin ekmeğine yağ sürmeye ve yeniden Sünnet’e hücum etmelerine yol açacağından korkuyoruz. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Çelebi: Sünnet’e hücum meselesi, Gazâli’nin kitabından çok önce-lere uzanır. İlk önce müsteşrikler bu çığırı açtılar. Daha sonra ilmine, geniş anlayışına ve çalışmalarına hürmet duyduğum Ahmed Emin geldi, Fecr’ul-İslâm ve Duhâ’l-İslâm adlı iki kitabını, Arapça kaynaklardan ziyade müsteşriklerin görüşleri üzerine bina etti. Fecr’ul-İslâm adlı ki-tabında bir yönden Montgomery Watt, öbür taraftan Wells’in metodunu esas aldı. Watt, İslâm’a hücum ederken dolambaçlı yollara başvurmuş-tur. Ona göre İslâm öncesi Arap yarımadasında Hıristiyan ve Yahudi kültürü oldukça yaygındı. Doğuda ve kuzeyde oturan Gassaniler ile Münzirîler Hıristiyandı. Umeyye b. Ebî Salt da Hıristiyandı. Hıristiyan düşüncesi yarımadanın buralarından merkeze doğru kaymıştır. Ukaz pa-nayırında bu düşünceler anlatılmıştır. İşte ona göre Hz. Muhammed de fikirlerini buradan almıştır.

Montgomery Watt buradan başka bir yöne atlayarak, Hz. Peygam-ber’in tevhid akidesini de Yahudilerden alarak kendisine yeni bir şekil verdiğini iddia eder. Zaman zaman kendisinden geçerek batıni aklı ile tevhidî bazı şekiller çiziyor, uyanınca da kendisine vahiy geldi zannedi-yordu. Bunu etrafındakilere anlatınca onlar da inandılar. İşte müsteşrikle-rin Hz. Peygamber’e ve risaletine bakış açıları budur. Onlar her şeyden önce vahy’e ve risalet’e şüphe düşürmeye çalışmışlardır.

Bu saldırı Macar asıllı Yahudi Goldziher’in hücumlarıyla zirveye ulaşmıştır. Goldziher Mısır’a gelmiş, Ezher’de okumuş ve ve Müslü-manların sarığı ile dolaşmıştır. Daha önce L. Massignon da aynı şeyi yapmıştı. Goldziher Sünnet’i tenkit ederken temelinden hücum etmiş-tir. Ona göre İbn Şihab ez-Zührî, Halife Abdulmelik’in dostudur. Emevilerle düşmanları arasında hilafet kavgası başlayınca Abdulmelik, İbn Şihab’a Şia’nın aleyhine, Emevilerin lehine hadis uydurmasını sa-lık vermiştir. Buna delil olarak da güya Emevilerden İbrahim b. Hişam bir gün Zühri’ye gelip bir sayfa uzatarak buradaki hadisleri senden rivayet ettiğime dair bir imza at demiş, oysa hadisleri ondan almamış-tır. Daha sonra İbrahim b. Hişam halk arasında dolaşarak, İbn Şihab’ın aslında rivayet etmediği hadisleri ondan rivayet ederek yaymaya çalış-mıştır.

Goldziher öbür taraftan, Velid b. Abdulmelik ile Said b. Müseyyeb’in arasının iyi olmadığından hareketle, Şia ve Emevilerin karşı-lıklı birbirlerinin aleyhine hadis uydurduklarını yazmıştır. Maalesef Ahmed Emin bütün bu konularda bu müsteşrike tâbi olmuştur. Oysa Goldziher’i bilmem ama, Ahmed Emin’in hadis âlimlerinin ikinci ve üçüncü asırda dini korumak, metin ve sened yönünden hadisleri her türlü şaibeden arındırmak için yaptıkları çalışmaları hatırlaması gerekiyordu. Hadisçiler bu çalışmalarla mütevatir, sahih, zayıf ve mevzû hadislerin tamamını birbirinden ayırmışlardır.
İşte İslâm ümmetinin zayıfladığı bir noktada İslâm’a şüphe sokmak isteyen bu saldırganlar bu kapıdan hücuma geçmişlerdir.

el-Müslimûn: Bu izahlar için teşekkür ederiz. Peki Şeyh Gazâli’nin durumu ve Sünnet’i yeniden elemeye tâbi tutmaya davet etmesinin bu anlattıklarımızla bir ilişkisi var mıdır?

Çelebi: Ben Şeyh Gazâli’ye hücum edemem, bilakis onun davasını destekliyorum. Yeniden ayrıştırmaya ihtiyacımızın olduğunu ben de söy-lüyorum. Bir görüşe veya bir tek mezhebe bağlı kalmayıp, bütün imam-lardan istifade etmemiz şarttır. Ancak bir hadis, sened ve metin yönünden sahih olduğu takdirde alırız. Bazılarının şiddetle karşı çıkmalarına gerek yoktur.

Mesela kadının dışarı çıkması neden tartışılıyor? Oysa biz Hz. Pey-gamber döneminde de kadınların dışarı çıktıklarını, Müslümanlarla bera-ber savaşlara iştirak ettiklerini biliyoruz. Ümmü Seleme, Nesibe el-Ensariyye ve daha birçok kadının kıssalarını hepimiz biliyoruz.
Müsteşriklerin hile ve tuzaklarına karşı çok dikkatli olmak ve aklı-mızı kullanmak zorundayız. Mesela Goldziher’in dediği gibi farzedelim ki Abdulmelik b. Mervan ve bazı Emeviler Medine’deki imamlara hadis uydurmayı emretmiş olsunlar, başta Kûfe ve Basra olmak üzere sair İslâm diyarında yaşayan imamlar neredeydiler? Oysa bu şehir-ler Emevilere karşı bir tutum içindeydiler. Bunların yalanlarına karşı nasıl sükût edebilirler? Mısır âlimleri bu cereyana karşı nasıl susabilir?

Son olarak şunu söylemek istiyorum: İslâm ümmeti bugün tıpkı on üçüncü asırdaki durumuyla karşı karşıyadır. O zaman da bir taraftan haç-lılar saldırmış, bir taraftan da Moğollar hücum etmiş ve bir kıskaç içeri-sinde kalmışlardır. Ancak asır sona ermeden Moğollar teslim olmuş, haç-lılar da gitmek zorunda kalmışlardır.

Gerçekten haçlılar bu savaşlardan hezimetle geri dönmüşlerdir. An-cak bunlar arasında Thomas Aquino (Aquino’lu Thomas) gibiler çıkmış ve Müslümanlara karşı en etkili savaşın silah değil, fikirle yapılacağını savunmuştur. İşte bu tarihten itibaren başka bir haçlı savaşı ilan edilmiş-tir. Bütün İslâmi eserlerimizi imha etmeye yönelik bu savaşta, dinin mün-tesiplerini onlardan uzaklaştırmak için her vesileyle saldırmıştır. Bunların hedefleri arasında sadece Sünnet değil, Kur’an ‘a da şüphe düşürmek var-dır.

el-Müslimûn: Öyleyse siz de Şeyh Gazâli gibi düşünüyor ve Sünnet’ in yeniden değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorsunuz!

Çelebi: Evet daha önceki konuşmamda da işaret ettiğim gibi Gazâ-li’yi bu yönden destekliyorum.

el-Müslimûn: Hadisleri yeniden anlamak ile yeniden elemeye tâbi tutmak aynı şey midir? bu sorumuzu Prof. Rızk Tavil’e yöneltiyoruz.


Rızk Tavil: Benim bu konu ile ilgim 17 yıl öncesine uzanır. Asyut’ta bir Hıristiyan’ın kaleme aldığı bir kitap Ezher’e getirilmişti. Aslında yazar Hıristiyan olarak da görünmüyordu. Bütün dinleri inkâr ediyordu. Kitab’ın adı Muhammed’in Peygamberliğinin Tenkidi idi. Kitapta zaman zaman Yahudilik ve Hıristiyanlığı da tenkid ediyor ve semavi hiçbir dine bağlı olmadığını ortaya koyuyordu. Kur’an’dan bazı ayetlerle, bazı hadisleri hedef seçmişti. Özellikle Hz. Süleyman’ın bir gecede 99 hanımını dolaşıp, her birisini savaşacak birer mücahide hami-le bıraktığını söyleyen hadis üzerinde duruyordu. Yazar güneşin batı-şından doğuşuna kadar geceyi 99’a bölmüş ve neticede hepsini reddet-mişti. Yazar bundan sonra Hz. Peygamber’e sihir yapıldığını söyleyen rivayet üzerinde durmuş ve kafayı, sihrin etkisinde geçen altı aya taka-rak Bu dönemde gelen hükümler hakkında ne diyorsunuz! diye soruyor-du.

Kitabı okuduktan sonra bir gazetede kaleme aldığım makalede, hâdis âlimlerini ya şüphelere cevap vererek, yahut hadisleri yeniden yorumlaya-rak doğru bir bakış açısı getirmeye ve bu gibi meselelere eğilmeye teşvik etmiştim. Durum tehlikeliydi. İçinde yaşadığımız asır farklı fikir ve dü-şüncelerin çatıştığı bir asırdı. İslâmi uyanış hareketi bu gibi birçok olayla karşılaşıyordu. Bütün bunlardan kendimizi korumak zorundaydık.

el-Müslimûn: Buna Sünnet’in zayi olmasından korkmak diyebilir miyiz?

Rızk Tavil: Önceki dinlerin de sünnetleri vardı. Şimdi bunlar nere-de? Mesela Hz. İsa’nın İncil’i tatbiki onun Sünneti’ydi. Öyleyse nerede bu Sünnet? Hz. Musa’nın Tevrat’ı tatbiki de onun Sünneti’ydi. Şimdi görebiliyor muyuz? Ancak Hz. Muhammed’in Sünneti korumak için yap-tıkları çalışmalar, ortaya çıkardıkları rical, cerh ve ta’dil ile mustalah’ul-hadis gibi ilimlerle ne kadar övünsek azdır!

Sünnet’in zayi olmasından korkmak beyhudedir. Bütün dünya bir-leşse buna gücü yetmeyecektir. Ancak esas korktuğum, yanlış değerlendi-rip, hatalı anlamaktır. Bu yanlış anlamaktan dolayı, ihtilaflı meselelerin bizi kuşatıp, ümmetin bölünmesine sebep olmasından korkulur.

Alimlerimizin koyduğu kaideler onu korumaya kâfidir. Sahih hadis-leri tespit için bunlara bazı yeni esaslar eklemeye mâni hiçbir durum yok-tur. Hz. Aişe’nin Kimse kimsenin günahını yüklenmez ayetinden hareketle Ölü, ehlinin üzerinde ağlamasıyla azap duyar hadisini reddetmesi, aklı kullanmaya, yakini bilgi ifade eden nassı, zann ifade eden nassa takdim etmeye bir delildir.

el-Müslimûn: Oturumumuzun son sorusunu Prof. Abdullah Abduşşekur’a yöneltmek istiyoruz. İslâm âlimlerinin yaptıkları çalışma-lardan sonra Sünnet’i yeniden elemek ve arındırmak doğru mudur?

NOT: Kaynak burada sona eriyor. Ötesini bilmiyorum.

Muhabbetlerimle...


__________________
"(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Yukarı dön Göster aliaksoy's Profil Diğer Mesajlarını Ara: aliaksoy Ziyaret aliaksoy's Ana Sayfa
 
hasakcay
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 22 ocak 2008
Gönderilenler: 1236
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı hasakcay

Sayın bembeyaz bir iletisinde Kuran hafızlarına atıfta bulunarak mealen, "Kuran da hadisler de sözel yollardan geçip geldi," gibi bir şey söyledi. Kolay anlaşılır hale gelmesi için buna da somut bir örnek vermek istiyorum.

Sözel nakil özellikle benzer çıkaklı sesleri kolaylıkla değiştirir; örneğin Mekke’yi Bekke yapar çünkü bu iki harfin ikisini de alt ve üst dudaklarımızı birleştirip sonra birbirinden uzaklaştırarak çıkarırız. İsterseniz bir deneyin. B deyin, sonra M deyin. Anlayacsaksınız.

Bir cami imamı bana cemaatinden bazı kimselerin besmeleyi dahi yanlış söylediğinden yakındı.
Mismillah diyorlarmış. İlginç değil mi?

Bir bakıma vav ile fé harfleri de öyle. Örneğin Şems sûresinin 15. ayeti HAFS mushafında vav ile başlıyor. WARSH mushafında ise ile*.

 

Hafs –---------Warsh
Ve la yehâfu -Fe la yehâfu

Anlamlara da yansır bu durum. Çünkü VE bağlacı genellikle ARTI demektir yani ek olarak. FE ise DOLAYISIYLA yani o halde. Şimdi bunu Nisa 3’teki FENKİHU bağlamında ele alınca ne görüyoruz?

Hz Peygamber zamanında Nisâ 3'ün ilk iki kelimesi muhtemelen
ve enkihu okunacak şekilde yazılıyordu. Bu bize yazılı olarak ulaşsaydı emin olurduk. Ama sonradan yazıya geçirilmiş olan, müzelik, bir iki mushaf dışında Miladî 8. yüzyıla kadar sözlü olarak ve muhtemelen değişerek ulaştı.

 

ve enkihu --> fe enkihu --> fe inkihu -->fenkihu

 

Nisâ 3'teki "Nun-Kef-Ha"nın bu harekeleri yüzünden FENKİHU diye okunmak zorunda olması ilahî iletiye inanılmaz çelişkiler boca ediyor; oysa eğer Nûr 32'deki Nun-Kef-Ha gibi VE ENKİHU diye okunacak şekilde harekelenmiş olsaydı her şey yerli yerine oturacaktı ve Kuran'da hiç kimsenin çelişki bulamıyacağını belirten Nisâ 82'ye herkes amenna diyecekti.

ve enkihu: ve evlendirin (Nûr 32)
fenkihu: o halde evlenin (Nisâ 3)

Nisâ 3'ün ikinci kelimesi Hz Peygamber zamanında Nun-Kef-Ha idi. Harekesiz. Tıpkı Nûr 32'nin ikinci kelimesi gibi. Ya ilk kelime? Ve mi idi Fe mi?

Topkapı müzesinde sergilenen "Osman Mushafı" harekesiz. Bu kelimeleri orda görmek istedim. Bir yetkili imakansız dedi. Neden imklansız? Harekesiz mushafı çoğaltıp isteyene verseler güzel bir iş yapmış olmazlar mı?

Hz Peygamber'in  yazdırdığı harekesiz kelimelere Miladî 8. yüzyılın başlarında harekeler yamandı ve Haccac bin Zalim tarafından 1000 (bin)i aşkın elif harfi mushafa boca edildi.

 

Müdahaledir bu. Görmemek için istediğimiz kadar başımızı kuma gömelim. Gerçek orda öyle duruyor.

 

Sevgi ile,

Hasan Akçay

_______________________

*http://www.submission.org/quran/warsh.html

Yukarı dön Göster hasakcay's Profil Diğer Mesajlarını Ara: hasakcay
 
bembeyaz
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 31 temmuz 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 736
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı bembeyaz

ali kardeşim,

 alıntılar yaptığınız, gazâli'nin görüşlerine büyük ölçüde katılıyorum..

çoğu konuda onun gibi düşünüyorum... size de ısrarla tavsiye ederim...

bakınız ne de güzel söylüyor...

Gazâli: Bazı insanlar çıkıyor ve “Bizi Sünnet ilgilendirmez, bize Kur’an yeter” diyorlar. Bu büyük bir hatadır, bunu söyleyenler meseleyi karıştırıyorlar. Zira Hz. Peygamber’in hayatı, Kur’an’ın bütün yönünün ameli bir tatbikidir. Onun ibadet, ahlâk, cihad ve muamelede sireti, yeryüzünü değiştiren ve bambaşka bir medeniyet getiren canlı bir Kur’an’dır. Şayet kavli ve ameli sünnet olmasaydı. Kur’an hayal âleminde yaşayan felsefi nazariyelere benzerdi.

Binaenaleyh Hz. Muhammed’in sosyal, siyasal ve askeri alanlarda koymuş olduğu sünnetleri, daha da önemlisi ibadet ve itikad ile ilgili ortaya koyduğu prensipleri, kıyamete kadar kalacak Risalet’in bölünmez bir parçasıdır. Nasıl ki su hidrojen ve oksijenden meydana geliyorsa, İslâm da Kitab ve Sünnet’ten oluşmaktadır.

Allah razı olsun.... senden de ondan da...

ben de aynen bu kanaatteyim işte.....

muhabbetle....



__________________
Rabbim! ilmimi ve anlayisimi artir!

www.ahmeteminseyhan.blogcu.com/

selam ve dua ile...
Yukarı dön Göster bembeyaz's Profil Diğer Mesajlarını Ara: bembeyaz Ziyaret bembeyaz's Ana Sayfa
 
bembeyaz
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 31 temmuz 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 736
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı bembeyaz

hasan kardeş,

verdiğin linki tıkladım...

yazıyı okudum... yapılan araştırmada ve ortaya konulan örneklerde de belirtildiği üzere; hafs ve warsh kıraatları arasındaki farklılıkların anlamı hiç bir şekilde etkilemediği ve bunun da Rahman olan Allah tarafından indilen Kur an ın korunduğunun bir işareti olduğu ortaya açıkça konulmaktadır...

orijinal metne bakacak olursak bunu görebiliriz......

--------------------

We agree with the scholarly understanding that none of the differences, whether vocal (vowel and diacritical points) or graphic (basic letter), between the transmission of Hafs and the transmission of Warsh has any great effect on the meaning. However, the Mathematical Miracle of the Quran supports ONLY one version, the Hafs transmission which is the most commonly used version of transmission. The Rasm (Orthography) of Hafs follows the pattern of the mathematical structure of the Quran as well as the numbering of the suras and verses. In reality it shows how the Mathematical miracle of the Quran is working to confirm the preserved Quran as promised by God.

CONCLUSION.

There are various versions of the Arabic Quran that are still in print. They differ in many aspects although they convey the same meaning. God has provided us with the tool to verify the correct version and confirm His preservation of the Quran. The Mathematical miracle of the Quran has proved that the Hafs transmission maintained the built in mathematical structure of the Quran."

-----------------

özetle ifade edecek olursak; ayrıntıyı bırakalım da öze inelim artık...

kabukta dolaşmayalım... ruhu kavrayalım..

ne mutlu kur an ve sahih sünnete sarılanlara....

selam ve dua ile...



__________________
Rabbim! ilmimi ve anlayisimi artir!

www.ahmeteminseyhan.blogcu.com/

selam ve dua ile...
Yukarı dön Göster bembeyaz's Profil Diğer Mesajlarını Ara: bembeyaz Ziyaret bembeyaz's Ana Sayfa
 
beyyine_45
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 22 mart 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 131
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı beyyine_45


slm...
  
  
  
Bizi Sünnet ilgilendirmez, bize Kur�an yeter....diyorlar.
             sünnet
  
canlı bir Kur�an�dır.
   
kavli ve ameli sünnet olmasaydı. Kur�an hayal âleminde yaşayan felsefi nazariyelere benzerdi

         

    peki madem öyle 
 
 yaşayan kuran olan muhammed resul, nasıl eğitildi...
    kitabın bir çoğu kıssalar değilde nedir...
       anlatıldı anlatıldı  bunların yoluna uy dendi...
    ibrahim ve beraberindekıler ornek gosterıldı...
    
         bu anlatım (kalbe ) sonra
yazı yoluyla (kitabi) degılde nasıl oldu.. vıdeo mu seyrettırıldı üç boyutlu resule..ve resullere...
   sünnet kuranın içinde degılde nerdedır..nereleri  okudu  muhammed resul kuran dan..
        yasayan elçi nin uydugu ,yasadıgı, kuran sa niye su kaynagından içilmiyorrr..bu yonune kim uyacak..
    
  vahy i anlamak muhammed resul un tekelındemı...
             kimdir diyor bunu...??

vahye uyan her söz alınır kimden olursa olsun...
            
    
  selametle ...
Yukarı dön Göster beyyine_45's Profil Diğer Mesajlarını Ara: beyyine_45
 
bembeyaz
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 31 temmuz 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 736
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı bembeyaz

gazali ye burada da aynen katılırım.... Allah razı olsun

Gazâli: Buhâri dahi rivayet etse, bu doğru değildir. Buhâri’nin riva-yetine göre; Lebid b. Asam, Hz. Peygamber’e sihir yapmış ve bunun üze-rine Muavvizeteyn sûreleri nazil olmuştur. Şimdi soruyorum, elimizdeki mushaf Muavvizetey’in Mekke’de nazil olduğunu söylüyor. Sihir hâdisesi ise Medine’de vuku bulmuştur. Kime inanalım; Buhâri’ye mi, mushafa mı?

Sonra normal bir beşer bile sihirden uzaklaşmak ve Allah’ın zikri ile beraber olmak ister ki bu şekilde şeytanların şerriden korunmuş olur. Zira abdeste elde edilen maddi temizlik ile zikir ile elde edilen manevi temizlik bir araya geldiği zaman, cin ve insanların şeytanlarının tasallutundan kurtulursun, peki uyuduğu halde kalbi sürekli Allah ile beraber olan bir peygamber, nasıl olur da bir Yahudinin sihrinden etkilenir? Bu aklın kabul edebileceği bir söz değildir.

gazali gibi islam bilginlerinin sayılarının artması temennisiyle....

selam ve dua ile.....



__________________
Rabbim! ilmimi ve anlayisimi artir!

www.ahmeteminseyhan.blogcu.com/

selam ve dua ile...
Yukarı dön Göster bembeyaz's Profil Diğer Mesajlarını Ara: bembeyaz Ziyaret bembeyaz's Ana Sayfa
 

<< Önceki Sayfa Sonraki >>
  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats