Selamlar
Sayın Pak_İslam'a ithafen:
Yazı, FORUM KURALI 6 nın, içeriğinde bulunan, -hakaret- maddesi nazarınca silinmiştir.
Forum kuralını olduğu gibi koyarak, ilgili kuralı gösterip, gerekli düzeltme yapılmıştır.
Öte taraftan, Forum kimsenin MALI değildir, bu kurallar moderatörler için de geçerlidir. Kurallara riayet etmediğimiz sürece, Hanif Dostlar forumu insanlara ışık tutacak bir platform olmaktan çıkar.
Silinen yazınızın içerisindeki, karşı tarafa yönelik olan ifadeler nazarınca müdahale edilmiştir. Yönetim adaletli tavrını, diğer kullanıcıların aynı tarz ve üslupta ortaya koyduğu ifadelerde de gösterir.
Ali Aksoy ve Benim tavrımdan bahsetmişsiniz.
Şahsım adına, mesele ilie alakalı olarak, her zaman fikirlerimi beyan etmişimdir. Nitekim KURAN KISTASLI düşünerek, kişi değil ilkeler üzerinden konuşma prensibiyle yola çıktığımızda, haklılığımızı çok iyi anlayacaksınız.
Mustafa Kemal'i ŞAHIS olarak sevmeyenler olabilir, burada kişi savunuculuğu yapmak abes olur. Nitekim kendisi de, ''Benim Naciz vücudum elbet birgün toprak olacaktır'' diyerek, zaten kişiselliğin ötesinde olduğunu ifade etmiştir.
Eğer elimizdeki delil-belgeler itibari ile, kendisine İFTİRA atıldığını fark edersek, gerekli müdahaleyi zaten ilmi olarak yaparız.
Ancak bu işi kör döğüşüne çevirerek, kısır döngülere hapsetmenin bir faydası yoktur ve olmayacaktır.
Dediğim gibi mesele ilkeler meselesidir.
Dikakt buyurursanız, konuşulan mevzular, genel olarak kişilere indirgenmeye çalışılsa da, ağırlıklı olarak odağı ilkelere çekme çabasındayım.
Çünkü, işin özü budur.
Konuşulacaksa, HALKçılık, CUMHURİYETçilik, LAİKLİK, DEVRİMcilik, DEVLETçilik ve MİLLİYETçilik konuşulacaktır.
Eğer ilkelerden çıkıp, işi KİŞİ odaklı bir hale getirirsek, o zaman bazı şeyler ön-şartlı ve koşullu olmaya, gelişmeye başlar.
Yukarıda saydığım ilkeler dahilinde, KURAN KISTASINCA konuşma hakkı, her insana aittir.
Fakat, iş KURAN kıstasından uzaklaştıkça, ZAN ve KİŞİLİCİK ön plana çıkar ve günümüz PUTPEREST Müslümanlar ve PURPEREST Kemalistler ortaya çıkar.
İş kişileri PUTlaştırmak değildir. O kişilerin kendi niyetleri de bu olmamıştır.
İŞ kişilerin hataları varsa tespit edip, ilkeler bazında doğrular ile güncellemektir.
Şahıs olarak, Mustafa Kemal'e minnet duyarım. Fakat, elimde Atatürk posteri ile, görüntü Atatürkçülüğü yapmam.
Yapanları biliyoruz ;
Türk Siyasetinde ki var olan 2 oluşum:
Allah ile Aldatan
Atatürk ile Aldatan.
İşte bu iki güruhtan da uzak olmak ve DOĞRULAR üzerinde olabilmek adına, Atatürk'ü ilkeler bazında değerlendirmek gerekmektedir.
Yoksa, her Mustafa Kemal'i sevmeyen ile mücadele etmek hata olur, çünkü bu engellenebilen bir içgüdü değildir.
Türkiye'de yakın dönemi araştıranlar iyi bilirler,
68-73 arası, Türkiye'de Fikir Klupleri Federasyonu adı altında bir federasyon kurulmuştur.
O federasyonda, Marksist Sistem Teorilerinden tutunda, Turancılığa kadar birçok anlayış masaya yatırılmış ve millet için en uygun anlayışın tespiti için gençler çalışmışlardı.
Bunu görüp, çekinceleriyle kavrulan bazı odaklar,O genliğin eline silah verip, uzlaşma yerine çatışma kültürüne adapte etmişlerdir.
Bu yakın tarihimizin temel gerçeklerinden biridir.
Nitekim, Mustafa Kemal'de, yaşadığı dönem içerisinde, örgütsel yapıyı bu uzlaşmacı tavır üzerinden oluşturmuştur.
Uzlaşmada temel faktörler
Daha önce de belirttiğim gibi, kişiler ilkesel anlamda çelişkili gördükleri kavramları masaya yatırabilir. Bu gibi platformlarda kıstas ZAN ve İÇGÜDÜ olmanın dışında, VAHİY ile işleyen AKIL ise, doğru sonuca giden yolun inşası adına ciddi bir fikirsel bütünlük ortaya çıkar.
Bunun aksi yönünde, CEPHECİ bir mantık ile, ortak müşterekleri hiçe sayarak yapılan dialoglar, Yakın tarihimizin kanlı sayfalarında yer alan GERÇEKLİKLERDEN hiç ders almadığımızı bizlere net biçimde gösterecektir.
Kuran, alemlere RAHMETTİR. Bu Rahmet, varlığı doğru biçimde tanımlayan insan modeline ulaşmada temel kıstas niteliğindedir. Bunun aksi yönünde düşünmek temelsiz bir anlayışın mensubu olmak dışında bir sonuç doğurmaz.
Kuran ile işleyen aklın, ÜRETTİĞİ herşey, Toplumsal Refah adına en keskin çözümleri barındırır.
Ancak burada, mevcut konjöktürel yapı dahilinde, Kuran aklı ile bütünlük arz eden gerçekliklere AD takma yerine, Binanın çatlaklarını onarma adına çalışmanın verimliliğini görmek gerekir.
Bu meselenin en keskin çözüm yollarından biridir.
Bunun ile paralel olarak net biçimde görmek gerekir ki, ilkeler bizleri en doğru muhakeme yoluna iter. Elimizde veri yoksa, zan le yapacağımız her çıkış yıkım ve kayıp oluşturur.
Şu açıdan bir çelişki daha ifade etmek isterim :
Hadis külliyatlarında var olan beyanatları hüküm olarak nitelendirip Peygambere iftira edenler.
Kurandışında hüküm arayarak Allah'a iftira edenler.
Ali Kemaller ve Rıza Nurlar, Atatürk'e iftira edenler.
Ali'yi PUT haline getirip Ona iftira edenler.
Ebu Hanife'nin 1 tek yazıtı olmamasına karşın, kendisinin ifadeleri olduğuna delilsizce iman edip ona hakaret edenler.
Tek bir hadis kitabı okumadan, bir hadis savunucusuna hakaret edenler.
Kuran'da müteşabbih peşine takılıp, Kurandışı çıkarımlar yaparak HANİFLİĞE iftira edenler.
Müslümanım deyip, münafıklık ederek, İSLAM'a iftira edenler
Che Guevera'ya ihanet eden sosyalistler.
Hitler'e ihanet eden Faşistler.
vs.vs.vs.vs...... çoğaltılır gider...
bunlar arasında yapılacak bir sıralama nasıl oluşur ?
Devenin büyüğünü görmek gerekir.
İftira-İhanet kültürü, bizlere Dış Dünyanın adapte ettiği bir nicelik midir ?
Şems8, bunun genetik olduğunu haykırır adeta.
Kişileri bu iftira batağından kurtarmak için, iftira ettiklerine TAPMAK mı gerekir ?
İçgüdülerimizi mi tetiklemeliyiz ?
Yoksa İLMİ olarak HAK ile BATIL'ı ayırma çabasını mı şiar edinmeliyiz ?
Ben 2. derim.
Bağlantı açıktır.
Resule iftira eden kişi, Dinde hüküm çoklaştırarak Allah'a da iftira eder. Bu YENİ İNŞA EDİLEN DİN modeline göre, Mustafa Kemal'in ortaya koyduklarına da iftira eder.
Çünkü model orjinale uygun değildir.
Mesela : Kuran'da olmayan bir TÜRBAN, YENİ DİN'e göre FARZ dır.
İşte LAİKLİK ile olan çatışma, İSLAM'ın değil, YENİ DİN'in çatışmasıdır.
Çünkü mevcut Kuran beyanında, var olan özgürlükler ve kısıtlamalar, Reforme edilmesi gereken bir Türkiye Cumhuriyetine uyar.
Olayları, CEPHECİ gözlüğünden değil, ÇÖZÜM düzleminden değerlendirmediğimiz sürece, KAMP mantığı sona ermeyecektir.
Hayatta en Hakiki Mürşid ilimdir.
Kuran : Rabbin katından bir ilimdir.
Tüm meselelere, AYETULLAH nazarından bakarsak, sorunların üstesinden gelmemek mümkün değildir.
Ayetullah kitap'da, Enfüsi ve Afaki olarak ifade edilir. İç Dünya- Dış Dünya.
Kuran ise Temele oturur. tüm bu ayetler Kuran/OKUNAN dır.
Kişi bunları OKUyabildikçe, bakış açısında farklılaşma meydana gelir.
Ancak işin temelinde, iletişim yatar.
Tarihi unutmamak, uzak ve yakın tarihi gözden geçirmek ve SLOGAN ile değil, ilkesel yaklaşımlar ve DELİLLER ile gelmek ise, ÇÖZÜMÜN üretildiğinin ALAMETLERİNDENDİR.
Aksi halde, çözümsüzlük bir mezhebe dönüşür.
Eğer CEPHECİLİKTEN çok, CEPHElilik üzerinde durursak, emin olun kazanacağız.
Dünya İslam'ı o vakit idrak edecektir.
İşte bu gibi durumlarda, ceketi alıp gitmek yerine, bir kişiye SEN NASIL SEVMEZSİN demek yerine, NEDEN ? NE İÇİN ? gibi sorular sorup, varsa kendi YANLIŞlarımızı, varsa onlardaki GÖRme sorununu gidermek adına İLMİ olarak VAR olmak, HANİFLİĞİN özünde olan gerçekliğin TA KENDİSİDİR...
Musa'nın ASA'sı, sadece bir ağaç değildi. Firavunun büyücülerinin oyunlarını ALT EDEN bir olgu idi.
İŞTE ASA'YI harekete geçirme zamanı olsa bu gerek.
ASA : İLİM ise, varlığımızın teşkil ettiği büyük sorumluluğu yerine getirme yolunda İLAHİ desteği de ardımıza almışız demektir.
Ancak, ASA'sız Firavunun karşısına gitmek, büyük bir felaket doğurabilir.
Bunuda göz önünde bulundurmak gereklidir.
ZIT fikirlerin, İLMİ dialoğu, masa başında yapılan münazaralar ve NETİCELER.
İşte ayırıcı etken budur.
Siz ASA ile gidip, İLKELERİN doğruluklarını İSPAT ettiğiniz vakit, karşınızdaki insan bu GERÇEKLERE teslim olur.
Çünkü bu Allah'tandır.
Ancak, bunun aksi yönünde DAYATMA usulü gelişen Dialoglarda, bırakın karşı tarafın GÖRme sorununu çözmeyi, kendinizde dahi kalıcı GÖRme sorunları oluşturacak etkenler ile başbaşa kalabilirsiniz.
Haniflik, tüm varlığı OBJEKTİF analiz edebilme gerekliliğini barındırır. Çünkü bu Kuran'ın mesajının özünde yatar.
Kuran'ın ilk emrini yerine getimek adına kendimizden başlayalım:
Önce kendimizi, Sonra karşımızdakini OKUyalım.
Gerçeklerin meydana çıkışı, ancak ASA ve OKUMAK ile gerçekleşebilir.
Aksi halde, çatışmaların, kan ve bozgunculuğun olduğu, Meleklerin bundan rahatsızlık duyduğu bir varlık boyutu inşa eder, bu boyutta Fiziksel unsurlar olarak hapsoluruz.
Bu düşüncelerim BAŞTA kendim, ve bu gibi tartışmalara giren tüm arkadaşlar için bir KARDEŞ tavsiyesi yada her nasıl derseniz öyle algılanabilr.
NİYETİM, Kuran'ın imamlığında yürüyen bir toplumun ferdi olmaktır.
Selam ile.
Eren Erdem
|