bembeyaz Uzman Uye
Katılma Tarihi: 31 temmuz 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 736
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
hz isa ölmüştür, kanaatimizce tekrar gelmesi de söz konusu değildir....
merih kardeşimiz (mevlana hakkında ortaya atılan fikirlerin hepsine sorgusuz sualsiz katılan kişi) okursa bilgilenecek ve birsini suçlamadan önce iyi araştırma yapması gerektiğini kavrayacaktır...
çoğunluğun katıldığı konuda farklı kanaatini çekinmeden ortaya koyan birisini atalar dinini savunuyor şeklinde suçlamak insafla ve adaletle bağdaşmasa gerektir...
okursa seviniriz bakalım bembeyaz ne demiş...
Hz. Îsâ’nın ölümü ve kıyâmet kopmadan önce kıyâmetin bir alâmeti olarak tekrar dünyaya geleceği konusu, asırlardır İslâm âlimleri arasında tartışılmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Îsâ’nın kıyâmetin kopmasından önce yeryüzüne ineceğine dâir açık bir beyan bulunmamaktadır. Yahûdîlik’te Mesîh’le ilgili rivâyetler son derece müphem olup yoruma müsaittir.[1]
Hıristiyanlık’ta ise, havârilerin gözleri önünde semaya urûc eden ve babasının sağ tarafına yerleşen, dünyanın sonuna doğru ikinci defa gelecek olan bir “Mesîh” inancı söz konusudur.[2] İncillerde onun çeşitli alâmetleri ile geleceği anlatılmaktadır. Hz. Îsâ gelmeden önce, milletlerarası çeşitli çatışmaların yaşanacağı, kıtlık ve depremlerin olacağı, pek çok kimsenin “Mesîh” iddiasıyla ortaya çıkacağı, güneşin kararıp ayın ışık vermeyeceği ve yıldızların düşeceğinden bahsedilmektedir.[3] Daha sonra Îsâ’nın gelip izzet tahtına oturacağı, “deccâl”in hâkimiyetine son vereceği, iyileri mükafatlandırıp kötüleri cezalandıracağı, anlatılmaktadır.[4] Fakat bu gelişin vaktini sadece Tanrı bilmektedir.[5] Kur’an-ı Kerim’deki bazı âyetleri[6] yorumlayanlar Hz. Îsâ’nın öldürülmediği ve göğe yükseltildiği kanaatine ulaşırken, aynı âyetleri tefsir eden diğer İslâm âlimleri ise, böyle bir sonuca ulaşmanın mümkün olmadığını ifâde etmektedirler.
İslâm bilginlerinin bu şekilde farklı yorumlarda bulunmalarına neden olan husus ise, rivâyetlere olan yaklaşımlarından kaynaklanmaktadır. Zîra, muhtelif rivâyetlerde, Hz. Îsâ’nın “kıyâmet alâmeti” olarak yeryüzüne ineceğine dâir bilgiler yer almaktadır. Bu rivâyetlere dayanılarak “nüzûl-i Îsâ” konusu erken dönemlerden itibâren bir tartışma konusu olmuş, günümüzde de henüz ortak bir kanaate ulaşılamamıştır. Nitekim, onun rûhu ve bedeni ile ilâhî huzura yükseltildiğini, kıyâmetin vukûundan önce tekrar dünyaya döneceğini, son peygamber’in getirdiği vahye tabi olacağını, “deccâl”i öldürüp, yeryüzünde adâleti sağlayacağını ve ruhunun ise bunları yaptıktan sonra kabzedileceğini savunanlar vardır.[7]
Aksi kanaatte olanlar ise, onun dünyada iken eceli ile öldüğüne, ruhen Allah’ın katına yükseltildiğine, kıyâmet öncesi gelmesinin söz konusu olmadığına, bu konuda Hz. Peygamber’e atfedilen rivâyetlerin mütevâtir derecesinde olmayıp âhad olduklarına ve âhad haberlerin âyetlere aykırı bilgi ihtivâ etmesi halinde hadis olma niteliklerini kaybedeceklerine, bu tür rivâyetlerin Ehl-i kitap kanalı ile İslâm’a intikal ettiğine,[8] böyle bir inancın İslâm’ın genel ilkelerine[9] ve Allah’ın koyduğu tabiat kanunlarına[10] aykırı olduğuna inanmaktadırlar.[11]
Bir diğer görüş ise, âyetlerin anlamlarının açık olmaması ve “nüzûl-i Îsâ” konusunda pek çok rivâyetin bulunması nedeniyle, bu konunun reddedilemeyeceğini, onun ruh ve bedenen ilâhî huzûra yükseltilmediğini, tabii ölümle ruhunun kabzedildiğini, ancak bu rivâyetlerin uygun şekilde te’vil edilmesi gerektiğini, ileriki asırlarda Hz. Îsâ’nın mânevî şahsiyetinin ortaya çıkacağını ve insanlığa getirdiği sevgi, barış ve şefkat gibi değerlerin onun mensupları tarafından uygulanacağını belirtmektedirler.[12]
Son iki görüşü temsil edenlerin Hz. Îsâ’nın normal bir ölümle öldüğü, “ruh maa’l-cesed” ilâhî huzura yükseltilmediği ve dolayısıyla da kıyâmetten önce dünyaya bir insan olarak inmesinin mümkün olmadığı hususlarında birleştikleri görülmektedir. Bu iki görüş arasındaki farklılık ise, Hz. Peygamber’e nispet edilen hadislerin değerlendirilmesi noktasında ortaya çıkmaktadır. Zaten son görüş taraftarlarının yorum denemeleri ise, sınırlı bir seviyede kalmakta ve rivâyetlerin tamamını kapsamamaktadır.
Kanaatimizce, “nüzûl-i Îsâ” inancını bu konudaki rivâyetlere dayanarak savunmak mümkün görünmemektedir. Zîra, bu rivâyetlerin yer aldığı bir takım kaynaklar tamamen güvenilir olmadığı gibi, isnâdların tamamı da sağlam değildir. Metin tenkîdi yapıldığında ise, pek çok çelişkilerin olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, “nüzul-i Îsâ” konusunu bir inanç esası olarak kabul etmek ve öyle göstermeye çalışmak doğru değildir.[13] Çünkü, Kur’an-ı Kerim’deki açık bilgilerle[14] de çelişen bu tür rivâyetlere dayanarak bir inanç oluşturmak zordur. Tedvin döneminde Hıristiyan kültürüyle karşılaşmanın bir sonucu olarak “nüzul-i Îsâ” inancının İslâm akâidine girmiş olmasının kuvvetle muhtemel olduğu ifâde edilmektedir.
Zîra, Hz. Îsâ’nın insanların aslî günahlarını affettirmek için kendini fedâ ettiği ve Tanrının hükümranlığını kurmak üzere tekrar dünyaya döneceği inancının Hıristiyanlara ait bir akîde olduğu bilinmektedir.[15] Hz. Îsâ’nın nüzûlünü savunanların dayanaklarından biri olan “bu konuda Sahâbe, tâbiin, fıkıh, hadis, tefsir ve kelam ulemâsının hem fikir oldukları ve bir icmâ bulunduğu” iddiası ise iknâ edici görünmemektedir. Zîra böyle bir mücerret icmâ iddiasıyla, problemler ve bunların yol açtığı şüpheler ortadan kaldırılamamaktadır. Bir inanç ve düşüncenin yüzyıllarca benimsenmiş olması, onun doğruluğunu göstermeye yetmemektedir.[16] Dolayısıyla icmâın dayanağını oluşturan ümmetin hata üzere birleşmeyeceği düşüncesini yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.[17] Hz. Îsâ’yı Allah’ın –isterse- göğe çıkartıp tekrar indirebileceğini kabul etmekle iş bitmemektedir. Bunun vukû bulacağına dâir, elde kesin bir bilginin de bulunması gerekmektedir. Konu ile ilgili incelenen rivâyetlerin bu kesin bilgiyi vermesinin mümkün olmadığı ise görülmektedir. Kur’an-ı Kerim’de de bu konu hakkında kesin herhangi bir delil bulunmamaktadır. Bu konuda Hz. Peygamber’den gelen sahih haberler elbette kabul edilecektir. Ama gelmemişse hiçbir açıklamanın dikkate alınmaması gerekmektedir.[18]
Selam ve dua ile...
(Ayrıntılı bilgi için Dr. Ahmet Emin SEYHAN’ın, “Hadislerde Kıyamet Alametleri” adlı kitabına bakılabilir. Moralite Yay., İstanbul, 2006, s. 203-207)
[1] Mika, 5/2, s. 878; Zekarya, 9/9-10; s. 896; Malaki, 4/5-6, s. 902; Tensiye, 18/15-19, s. 195.
[2] Matta, 28/20, s. 34; Markos, 16/6-20, s. 54-55; Luka, 24/44-53, s. 91; Yuhanna, 20/1-31, s. 116-117; I. Korintoslulara, 15/3-28, s. 180-181; İbrânîlere, 13/20-21, s. 237-238.
[3] Matta, 24/4-44, s. 27-28; Markos, 13/24-31, s. 51; Luka, 17/23-24, s. 80, 21/25-31, s. 85.
[4] Matta, 25/31, s. 29.
[5] Markos, 13/32-33, s. 51; Rasûllerin İşleri, 1/7, s. 119.
[6] Âl-i İmrân, 3/54-55; “İnanmayanlar Îsâ’ya tuzak kurdular; ama Allah onların tuzaklarını boşa çıkardı: çünkü Allah, tuzak kuranların tümünün üstündedir. O zaman Allah: “Ey Îsâ!” demişti, “Seni öldüreceğim ve katıma yücelteceğim ve seni hakîkati inkara şartlanmış olanlar(ın arasın)dan çekip arındıracağım; sana tabi olanları, kıyâmet günü, hakîkati inkara şartlanmış olanların (kat kat) üstüne çıkaracağım. Sonunda hepiniz bana döneceksiniz ve aranızda antlaşmazlığa düştüğünüz her konuda ben hüküm vereceğim.”
Burada “teveffî” kelimesi “öldürmek” mânâsına geldiğinden, Hz. Îsâ’nın ruhunun kabzedildiği anlaşılmaktadır. “Ref” kavramı ise, cansız varlıklarla ilgili kullanıldığında maddî, insanlar hakkında zikredilince mânevî yükseltmeyi ifâde etmektedir. Nitekim Râzî’ye göre; (ارفعوا هذا الامر الى القاضى) “şu işi kâdıya yükseltin” derken bu kavram, “onun bilgisine sunun, onun makamına arz edin” mânâlarına gelmekte ve kâdının temsil ettiği makam yüceltilmektedir. (و رافعك الى) “seni bana yükselteceğim” derken de “seni ben onurlandıracağım. Sana yaptığın iyi amellerin karşılığını mutlaka göstereceğim” anlamına gelmektedir. Bkz. (RÂZÎ, VIII, 61). Buradan da anlaşılacağı üzere (رفع) kelimesi peygamberlerle alakalı kullanıldığında onların bedenlerinin değil, mertebelerinin veya ruhlarının yükseltilmesi ve onurlandırılması söz konusudur. Bir başka ifadeyle ref etme fiili, ne zaman Allah Teala’ya atfedilmişse, “onurlandırma” yahut “yüceltme” anlamlarına gelmektedir. Diğer taraftan âyette geçen (مطهرك) “seni temiz kılacağım” ifadesi “seni ayıracığım, seni onların arasıdan çıkartacağım, arındıracağım” mânâsına gelmektedir. Yani ref kelimesinde “onurlandırma” anlamı olduğu gibi, (طهر) kelimesinde de “yüceltme” anlamı söz konusudur. Dolayısıyla âyette bütün bu kavramların kullanılması, Hz. Îsâ’nın Allah katındaki derecesinin üstünlüğüne ve yüksekliğine delâlet etmektedir. Bkz. (RÂZÎ, VIII, 61). Özetle belirtmek gerekirse, Râzî’nin ifadesiyle; “ref”ten maksat mekan ve cihet değil, “mânevî derece yüksekliği”dir. Bkz. (RÂZÎ, VIII, 62).
(رفع) kelimesini geçtiği diğer âyetlerle ilgili olarak bkz. (Bakara, 2/253; Meryem, 19/57; Gâfir, 40/15; Şerh, 94/4). (رفع) kelimesini geçtiği bu âyetlerde de “yüceltme” anlamının verilmesi daha isabetli olmaktadır. Konu ile ilgili bir diğer âyet-i kerime ise, Nisâ, 4/157-158. âyetleridir. “Ve “Bakın, biz, Allah’ın elçisi (olduğunu iddia eden) Meryem’in oğlu Îsâ Mesîh’i öldürdük!” diye böbürlendikleri için (onları cezalandırdık). Aslında onu ne öldürdüler ne de çarmıha gerdiler, sadece onlara öyle (olmuş gibi) göründü; ve o konuda farklı görüşler taşıyanlar da gerçekten şaşkındılar, onunla ilgili (gerçek) bir bilgileri yoktu ve sadece bir zanna uymuşlardı. Kesin olan şu ki onu öldürmediler: Hayır, Allah onu kendi katına yüceltti. Allah gerçekten kudret ve hikmet sahibidir.” Burada da “ref” kelimesi “maddî olan bir yükseltmeye” değil, mânevî olan “yüceltme”ye işaret etmektedir.
[7] MÜCÂHİD, Ebu’l-Haccac el-Mekkî (104/722), Tefsîru’l-İmam Mücâhid b. Cebr, thk. Muhammed Abdüsselam, Dâru’l-Fikri’l-İslâmî, Baskı yeri yok, 1989, s. 296; İBN KUTEYBE, Tevil, s. 176; TABERÎ, Ebû Câfer, Tefsîru’t-Taberî min Kitâbihi Câmii’l-Beyân an Te’vili’l-Kur’an, thk. Beşşar Avvâd-Asım Fâris el-Huristânî, (I-VII), Beyrut, 1994, II, 265, III, 209-210; ZEMAHŞERİ, Keşşâf, thk. Mustafa Hüseyin Ahmed, (I-IV), Kâhire, 1953, I, 281, 455-456; KURTUBÎ, el-Câmi, IV, 99-101, VI, 10; İBN KESİR, Muhtasar Tefsiri, I, 458-463, II, 521-522; NİSÂBÛRÎ, Ebu’l-Hasan Ali b. Ahmed el-Vâhidî (873/1468), el-Vecîz fi Tefsîri’l-Kitâbi’l-Azîz, (I-II), Dâru’l-Kalem, Dımeşk, 1995, I, 343; HARPÛTÎ, Abdullatif, Tenkîhu’l-Kelam fî Âkaid-i Ehli’l-İslâm, (Kelâmî Perspektiften İslâm İnanç Esasları) haz. İbrâhim Özdemir-Fikret Karaman, TDV. Elazığ Şb. Yay. Elazığ, 2000, s. 290-291; KÂSİMÎ, Muhammed Cemâluddin, Mehâsinu’t-Te’vil, (I-XVII), thk. M. F. Abdulbâkî, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1978, IV,108, V, 550, 609, VI, 439; YAZIR, II, 1117, III, 1519, VI, 4281; HERRÂS, Muhammed Halil, Hz. Îsâ’nın Yeryüzüne İnişi ve Deccâle Karşı Savaşı, trc. Osman Cilacı, Isp., 2002, s. 73; YAZIR, V, 3374; AHMED NAİM, XII, 311; BİLMEN, Ö. N., İlm-i Kelam, s. 327; KILAVUZ, M. S., Anahatlarıyla İslâm Akâidi ve Kelam’a Giriş, Ensar Neşriyat, İst., 1987, s. 211; EBÛ UBEYDE Mâhir b. Sâlih b. Muhammed, er-Risale fi’l-Fiten, s. 139-146; EBÛ ŞEHBE, Sünnet Müdafaası, I, 331; YILDIRIM, Suat, Mevcut Kaynaklara Göre Hıristiyanlık, DİB. Yay. Ank., 1988, s. 21; DÖNDÜREN, H., I, 111, Âl-i İmrân, 3/55, 53 no’lu dipnot; HARMAN, Ö. Faruk, “Îsâ”, DİA, XXII, 470, İst., 2000; YENİÇERİ, C., Uzay Âyetleri, s. 464-465.
[8] GOLDZİHER, Ignaz, el-Akîde ve’ş-Şerîa fi’l-İslâm, trc. Abdülaziz Abdulhakk-Muhammed Yûsuf Mûsâ, Dâru’r-Raîdi’l-Arabî, Beyrut, ts., s. 194; FAZLUR RAHMÂN, İslâm, trc. Mehmet Aydın, İst., 1981, s. 309; ATAY, Hüseyin, Kur’an’a Göre Araştırmalar, Ank., 1993, s. 49-50; FIĞLALI, E. Rûhî, Çağımızda İtikâdî İslâm Mezhepleri, Selçuk Yay. Ank., 1986, s. 251; YAVUZ, Y. Ş., “Kıyâmet Alâmetleri”, DİA, XXV, 524, İst., 2002; PAÇACI, Mehmet, Kutsal Kitaplarda Ölüm Ötesi, Ank. Okulu Yay. Ank., 2001, s. 215-216, Paçacı, bu konuda şunları söylemektedir: “Eski Ahit’in apokaliptik anlayış doğrultusunda ele alınması, çok farklı sonuçlar doğurmuştur. Dünya ve âhiret kesin bir çizgi ile birbirinden ayrılmıştır. Dünya şeytana ve kötülüğe terkedilmiş, gelecek hayat ise Allah’ın hükmedeceği yegâne boyut olarak görülmüştür. Muhatabta bu yüzden dünya hayatı hakkında derin bir pesimizm duygusu oluşmuştur. Bütün beklentiler gelecek hayata aktarıldığı için, burada dünyanın sonunu beklemekten başka yapılacak bir şey kalmamıştır. Kıyâmetin vakti üzerinde yapılan spekülasyonlar, âhiret fikrinin bütün dinamizmini yok etmiştir. Son an, burada artık Allah’a ait bir bilgi değil, apokaliptik yazarların bir takım alâmetlerle ve hesaplamalarla bilebilecekleri bir bilgi olmuştur. Bu pasif ve pesimist âhiret anlayışı bir takım kurtarıcı figürler de oluşturmuştur. Mesîh ve insanoğlu kavramlarına, asıllarında bulunmadığı halde eskatolojik kurtarıcı anlamı hamledilmiştir. Bunlar ya da bu isimleri taşıyan kişi, âhir zamanda gelerek mü’minleri kurtaracak ve Allah’ın hükümranlığını kuracaktır….” “…Hz. İsâ’ya isnâd edilen eskatolojik kurtarıcılık görevi, Hıristyanlık’ın temel konusu olmuştur. Heilsgeschicte teorisi ile de bu anlayış bütün Kitab-ı Mukaddes’i içine alan bir yorumla ortaya çıkmıştır. Mesîh’in kurtarıcılık görevi, bütün Kitab-ı Mukaddes târihi boyunca görülen Allah’ın kurtarıcı aktivitesinin bir tamamlanışı olarak yorumlanmıştır. Târihin merkezinde ise, Mesîh’in gelişi olayı vardır. Bu anlayışla Yeni Ahit’in Mesîh merkezli yorumu sürdürülmektedir.” Paçacı, Hz. Îsâ’nın dünyaya ineceği beklentisinin fikri arka planını bu şekilde açıklamaktadır. Fazlur Rahmân da böyle bir bekleyişin sakıncalarını şöyle açıklamaktadır: “Mesîh” inancının sıkı sıkıya benimsenmesinin, insandaki ahlâkî güçleri ve beşerî teşebbüsü yok edeceği, tahlîle ihtiyaç duyurmayacak ölçüde açıktır.” Bkz. FAZLUR RAHMÂN, İslâm, Ank., 1973, s. 342.
[9] ŞELTÛT, Mahmud, “Hz. Îsâ’nın Göğe Yükseltilmesi ve Tekrar Dönüşü”, Çev. Mustafa Baş, Dînî Araştırmalar, C. 7, S. 21, (Ocak-Nisan), Ank., 2005, s. 306; ŞELTÛT, M. el-İslâm, s. 61-62; GÖRMEZ, Mehmet, Mûsâ CÂRULLAH Bigiyef, TDV. Yay., Ank., 1994, s. 85-88; ATAY, Hüseyin, Ehl-i Sünnet ve Şia, Ank., 1983, s. 125; FIĞLALI, E. Rûhî, Kadıyânîlik, DEÜ., Yay., İzmir, 1986, s. 12; KARDÂVÎ, Yûsuf, Sünneti Anlamada Yöntem, s. 110. Nüzûl-i Îsâ’nın bir îmân ve inanç esası olamayacağı ile ilgili olarak Bilmen şunu ifâde etmektedir: “İtikâdiyyât haber-i vâhidin mahalli olamaz. Çünkü itikadî meseleler, yakîniyyâta istinad eder. Haber-i ahad ise zannîdir. Binaenaleyh îtikâdî hususlar, haber-i ahad ile sabit olamaz(lar).” Bkz. BİLMEN, Ömer Nasûhî, Hukukı İslâmiyye ve Istılâhâtı Fıkhıyye Kâmusu, (I-VIII), Bilmen Yay., İst., 1985, I, 155. Koçkuzu da: “Akâitte haber-i vahitlerin delil olarak kullanılamayacağına dâir kanaat, en fazla taraftar toplamış olan görüştür.” “Şuyûun ve şöhretin, inanç konusunda ölçü alınması, her zaman doğru netice verecek güçte bir prensip (ölçü) değildir” demektedir. Bkz. KOÇKUZU, Ali Osman, Rivâyet İlimlerinde Haber-i Vâhitlerin Îtikat ve Teşrî Yönlerinden Değeri, DİB., Yay., Ank., 1988, s. 151.
[10] ÇELEBİ, İ., Uzak ve Yakın Gelecek, s. 100; ÇELEBİ, İlyas, İslâm’da İnanç Esasları, s. 287.
[11] EBÛ REYYE, Mahmud, Edvâ ale’s-Sünneti’l-Muhammediyye, s. 191-194; SÜLEYMAN NAZİF, “Hz. Îsâ’ya Açık Mektup II”, Haz. O., Cilacı, Oku Mecmuası, Sayı, 151, (Kasım-Aralık) Konya, 1974, s. 164-166; ATEŞ, Süleyman, Çağdaş Tefsîr, II, 402; ATEŞ, S., Kur’an Ansiklopedisi, X, 205, XXV, 534; AKDEMİR, Salih, Hıristiyan Kaynaklara ve Kur’an-ı Kerim’e Göre Hz. Îsâ, Yayımlanmamış Doktora Tezi, AÜ., SBE., Ank., 1992, s. 246; FIĞLALI, Ethem Rûhi, “Mesîh ve Mehdî İnancı Üzerine”, AÜİFD. XXV, 197; SARITOPRAK, Zeki, “Deccâl”, DİA, IX, 71; ÜNAL, Mehmet, “Tefsir Kaynaklarına Göre Hz. Îsâ’nın Ölümü, Ref’i ve Nüzûlü Meselesi”, İslâmiyât, C. 3, S. 4, Ank., 2000, s. 133-146; FATİŞ, Emrullah, Kur’an’da Hz. Îsâ ve Değerlendirilmesi, Yayımlanmamış Doktora Tezi, EÜ. SBE. Kayseri, 1999, s. 194, 222, 277, 286; GÜZEL, Mahmud, Kur’an’a ve İncillere Göre Hz. Îsa’nın Ref’i, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, EÜ. SBE. Kayseri, 2000, s. 151, 168, 169; TÜRCAN, Galip, Kur’an’da Âhiret İnancı, Yayımlanmamış Doktora Tezi, SDÜ., SBE., Isp., 2002, s. 161.
[12] REŞİD RIZÂ, Menar, III, 316-317. Rızâ, hadislerin mânâ ile nakledilmeleri ve nakleden kişinin, Rasûlullah’ın kastettiğini değil, anladığını nakletmesi sebebiyle nüzûl-i Îsâ’yı, “İnsanların İslâm şerîatının ruhuna sarılmaları” şeklinde yorumlamakta ve “İslâm dînînin mensupları, şâyet lafızların zâhiri mânâları üzerinde donup kalırlarsa, şerîatın ruhunu ve hikmetini ortadan kaldırmış olurlar” demektedir. Ayrıca bkz. S. Ateş’de: “Hz. Îsâ’nın gökten cesedi ile inmeyeceğini, Îsâ dînînin mensuplarının son zamanlarda İslâm’ın hükümlerini benimseyip onunla amel edeceklerine veya İslâm’ın özüne mensup olabileceklerine işaret olabilir” demektedir. Bkz. Çağdaş Tefsir, II, 406, Kur'an Ansiklopedisi, XXV, 535. Çelik ise, bu konularda yapılan yorumların açıklayıcı bilgiler vereceği ancak; “kastedilen mânâ budur” denilemeyeceğini belirtmektedir. Bkz. ÇELİK, A., Fitne, s. 59. Kardavî’de “nüz’ul-ü Îsâ” ile ilgili hadislerin “barış ve güvenliğin egemen olacağı bir asrı simgelediği” şeklindeki te’villeri şiddetle reddetmekte ve kabul edilemez görmektedir. O, bu hadislerin tevâtür derecesine ulaştığını iddia ederek, bu tevilin sahih hadislerle çeliştiğini söylemektedir. Ayrıca bu tür bir tevilin, “İslâm’ın kılıç dînî, Hıristiyanlığın ise yegâne barış dînî” olduğunu söyleyen misyonerlerin propagandasına güç katacağını belirtmektedir. Bkz. KARDAVÎ, Sünneti Anlamada Yöntem, s. 247. Sarıtoprak ise, sıhhatları sabit olan hadisleri zâhir dışı mânâlarla tevil etmeyi doğru bulmamaktadır. O: “hadisleri reddetmek ne kadar tutarsız ise, zâhiri mânâlarında kabul edip, hurafevârî anlamlar vermek de o kadar delilden yoksundur” demektedir. Bkz. SARITOPRAK, Zeki, İslâm İnancı Açısından Nüzûl-i Îsâ Meselesi, Çağlayan Yay., İzmir, 1997, s. 293. Seyyid Kutub ise: “Meselenin müteşâbihattan olup, tevilini Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceğini” ifâde etmektedir. Bkz. KUTUB, Seyyid, Fî Zılâli’l-Kur’an, (I-XXX), Basım yeri yok, 1967, VI, 20.
[13] KIRBAŞOĞLU, M. H., “Hz. İsa’yı Gökten İndiren Hadislerin Tenkîdi”, İslâmiyât, C. 3, S. 4., Ank., 2000, s.167.
[14] Enbiyâ, 21/7-8; “Biz senden önce de (ey Muhammed,) kendilerine vahiy indirilen (ölümlü) adamlardan başkasını (elçi olarak) göndermedik; bunun içindir ki, (o inkarcılara de ki:) ‘Eğer kendiniz bilmiyorsanız, önceki kitapları okuyup izleyen kimselere sorun’. (Göreceksiniz ki,) Biz o’nları yiyip içmeye ihtiyaç duymayan bir yapıda yaratmamıştık: o’nlar ölümsüz de değillerdi.” Ayrıca şu âyetlerde de iknâ edici bilgiler mevcuttur. Bkz. Enbiyâ, 21/ 34-35; “(Ey Peygamber! Sana inanmayanlara hatırlat ki, ) Biz senden önce de hiçbir insana ölümsüzlük vermedik; ve imdi, sen ölürsen bunlar kendilerinin sonsuza kadar yaşayacaklarını mı sanıyorlar? Her can ölümü tadacaktır; ne var ki, (hayatın ) iyi ve kötü (tezâhürleriyle) karşı karşıya getirerek sınıyoruz sizi; ve sonunda hepiniz bize döneceksiniz”; Vâkıa, 56/60-61; “Aranızda ölümü takdir eden biziz. Ve biz, önüne geçilebileceklerden değiliz. (bizi hiçbir şey alıkoyamaz). Böylece, sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir âlemde tekrar var edelim diye (ölümü takdir ettik).” Ayrıca bkz. Âl-i İmrân, 3/145, 185; Nisa, 4/78; Hicr, 15/13; Ankebût, 29/57; Secde, 32/11; Ahzâb, 33/16; Zümer, 39/30; Gâfir, 40/68; Kâf, 50/43; Cum’a, 62/8; Mülk, 67/2.
[15] ÇELEBİ, İlyas, “Îsâ”, DİA, XXII, 473, İst., 2000.
[16] Krş. Bakara, 2/170; Mâide, 5/104; A’râf, 7/70; Yûnus, 10/78; Hûd, 11/62, 87, 109; İbrâhim, 14/10; Nahl, 16/35; Şuarâ, 26/74; Lokmân, 31/21; Zuhruf, 43/22-23.
[17] KIRBAŞOĞLU, s. 168.
[18] RÂZÎ, XXIV, 218.
__________________ Rabbim! ilmimi ve anlayisimi artir!
www.ahmeteminseyhan.blogcu.com/
selam ve dua ile...
|