Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam
RAB; Mastardır,sıfat manasını taşıyan arapça bir isimdir. Terbiyenin kemale eriştiren bütün yollarını ve inceliklerini kapsamaktadır.Canlı cansız her şeyin kendi türünün özelliğine göre tedricen kemale doğru yükseldiği bir gerçektir.Fakat bu bir evrim değil,kalıtım(genetik) ve gelişim esasına göre bir tekamüldür. Meselâ: Bir spermayı inceleyip düşünecek olursak yavaş yavaş nasıl tekâmül ettiğini anlamakta gecikmeyiz.İşte bu Allahın rab sıfatıyla oluşturduğu ve işlettirdiği proğramıdır.
"Deki gerçek şuki ben,bilgiye dayalı tüm varlıkları proğramlayıp işlettirenin (gönderdiği hayat proğramının) destekçisi,uygulayıcısı,canlandırıcısı ve o hal üzere ölmeyi kabul edenim"Enam 162
Rab kelimesi, terbiye eden, yetiştiren, eğiten demek olduğundan, lügat anlamıyla ana babaya rablık (terbiye edicilik, eğiticilik) isnâd edilir[1]. Çocuklarını eğitip terbiye eden anlamındaki bu rablık, tabii ki sınırlı ve mecazî anlamda rablıktır. Elbette, kelimenin tüm anlamlarıyla ve hakiki olarak Allah’tan başka rab yoktur. Kâmil anlamda eğitmek ve yetiştirmek de mutlak ve hakiki Rab olan Allah'a aittir. O, sadece yarattıklarından bir cins olan insanı değil; tüm evrenleri terbiye eden, olgunlaştıran, yönetendir; âlemlerin rabbıdır. Terbiye, her varlığın kendi sınırları içinde tekâmül etmesi demektir. Devamlı yaratma halinde olan, yaratıp da bırakıvermeyen, onları kemâle erdiren de Rab olan Allah’tır. Her varlık, bizzat Allah tarafından terbiye edilmektedir. Bu terbiye, "eğitim" kelimesini hemen tümüyle karşılar.
Kur’an’ın tertibinde (Mushaf’da) ilk âyette Allah’ın bu ismi vurgulandığı gibi, nâzil olan ilk âyette de Rab ismi kullanılır: “Hayat birikimini, varlıkların yaratıcısı yüce Rabbinle (terbiye proğramıyla) bağlantılı olarak ,oku ,tanımladığı şekilde tanımla/teşhis koy;” (96/ Alak, 1) İlk insanın yaratılması ve halifeliği konusunda da yine bu isim kullanılır: “Hatırla ki: Rabbın meleklere, ‘Ben, yeryüzünde bir halife kılacağım’ dedi…(2/ Bakara, 30)
Rab isminin geçtiği yukarıdaki konuların eğitimle çok yakından ilgileri vardır. Bunların dışında yine eğitimle direkt ilgili olan başka âyetlerde de Rab ismi vurgulanır: “Oku, insana bilmediklerini öğreten ve kalemle ta’lim eden Rabbın ekremdir (en cömerttir).”(96/Alak,3-5) “Gerçek yönetici olan Allah, yücedir. Sana O’nun vahyi sindirip uygulanmazdan önce Kur’an’ı aktarmada acele etme ve ‘Rabbım, benim ilmimi artır’ de.” (20/Tâhâ, 114) “Rabbım, bana hikmet ver ve beni sâlihler (iyiler) zümresine kat.” (26/Şuarâ, 83)
Başkasını eğitmeye, yanlış olma ihtimali olan kendi göreceli doğrularımızı, beşerî prensiplerimizi mutlak doğru Rabbani süzgeçten geçirmeden başkalarına öğretip uygulatmaya hakkımız var mı? Bu soruları rab kavramı etrafında düşündüğümüzde, şunları ifade edebiliriz: Allah'tan başka rab kabul etmemenin pratikteki uygulanışı ve başkasının kulluğunu kabul etmemenin zarûrî gereklerinden biri de, eğitim prensipleri konusunda Allah'ın koyduğu hükümlere ters düşülmemesidir. Başkasının eğitimle ilgili ilkelerini Allah'ın hükümlerine tercih etme, o kimse veya görüşü rab kabul etme anlamına gelecektir.
Rab, mutlak manada kullanılınca, mutlak eğitenin Allah olduğu ortaya çıkar. Allah'tan başka rabbın olmadığına inanan muvahhid mü'minin, “rabb”ın eğiten, yetiştiren anlamından dolayı, Allah'tan başka gerçek anlamda eğitimci -mutlak eğiten- kabul etmemesi gerekir. Eğer vahiyle açıklanan Allah'ın eğitim ve terbiye prensipleri doğrultusunda eğitim söz konusu ise, tabii ki bu eğitim faâliyetinin, başkasını rab kabul etme anlayışına girmeyeceği açıktır.
İnsanı insanla eğitmek zorundayız, ama insanı yine insanın fikirleri doğrultusunda eğitmek, hem zor, hem tehlikeli, hem de gayr-ı meşrûdur. Vahyin yön vermediği insan aklı, mükemmel bir eğitim görüş ve uygulayışı oluşturmakta yetersizdir. Bu, birbirlerinin eksik yönlerini görüp düzeltmeye çalışan tarihteki yüzlerce eğitim görüşünün her birinin teori ve pratikteki eksik ve yanlışlarından da kolayca anlaşılabilecektir. Beşerin vahiyden uzak tüm uygulamalarındaki çıkmazların eğitime yansıması olarak, günümüzde de hâlâ yaz boz tahtasından farksız eğitim teori ve uygulamalarını ve çağdaş eğitimin problemlerini objektif (doğru,olduğu gibi tarafsız)bir gözle değerlendirebilen tüm eğitimcilerin yakınmaları, bu tezi doğrulamaktadır.
Tek rabbım Allah'tır deyip insanların da içinde bulunduğu tüm evreni terbiye edenin ve eğitme hakkına sahip olanın Allah olduğunu kabul eden müslüman, bu inancının sonucu olarak Rabbânî ilke ve prensiplere uymak zorundadır. Kendini ve ehlini ateşten korumak zorunda olan (66/Tahrîm, 6) insanın temel görevi, Allah'ı tek rab kabul edip O'na kulluk yapmak, çoluk çocuğunu da Rabb'ın terbiyesi ile yetiştirmektir.
Kainattaki insanı tanıyabilmek insandaki kainatı tanımakla mümkündür. Evrenle insan arasında oldukça girift, kozmik ilişkiler vardır.Bu ilişkilerin sırrı eşyanın hakikatinde yatmaktadır.İnsan bu ilişkiyi keşfedince mahlukat, içindeki mevkiini daha iyi kavrayacak ve Rabbini bilecektir. İşte bu kavrayış, tanıyış ve biliş sayesinde evrenle aykırı konuma düşmeyecek, ilahi senaryoda kendisi için istenilen en uygun rolü seçecek.Evrenle uyum içinde olmaya gayret edecektir.
Beşeri öğretiler Allah’ın insanı Ahsen-i Takvim üzere yarattığı gerçeğinden çok uzaktır. Nedir bu? Bu yaratılıştaki fıtri mükemmelleşme yeteneğidir. Her insan, bunun için gerekli donanıma sahip olarak yaratılmıştır.
İslam ve insan adeta et ve tırnak tohumla toprak gibi birbirleri için yaratılmışlardır.İnsanda akıl ve irade yaratılmış,doğru kullanımı adı Kuran olan son vahiy kitabında belirtilmiştir.İşte gerçek hürriyetin adı olan İslam’ı, insansız insanı, İslamsız bıraktığınızda başlar o zaman felaketler.İslam insanın evrenle, tabiatıyla ve insanla uyum içerisinde yaşamasıdır. Kısacası İslam insanı insan yapan değerler bütünüdür.İslam sonradan verilen bir fazlalık değil, bilakis özde bulunanın ortaya çıkarılmasıdır. Allah insanı yaratıp ta başı boş bırakmamıştır. Bu öğretinin özelliği,pak fıtratın, zihnin ve kalbin üzerine çöken kiri,pası,isi temizlemektir.Elbette insanı yaratan yarattığı insan içinde bir hayat programı vaaz etmiştir. Şunu iyi bilmek gerekir. İslam dini kendi yetiştirdiği insana benim insanım der ve ona Müslüman adını verir.Başka düzenlerin başka kültürlerin Tağuti yönetimlerin,yani beşeri ideoloji ve sistemlerin yetiştirip eğittiği insanların kendilerini İslam’a nispet etmesi dışsal düzlemde bir olaydır,gerçeği yansıtıp içsel olabilmesi için kendi kişisel düzenini vahiyle oluşturması gerekmektedir.
Sahabelerin (Resulallah döneminde yaşamış İslam davasının yükünü omuzlayıp örnek mümin şahsiyetinin ilk öncüleri) İslam’dan önce koyu bir şirk cahiliyenin insanıydı.Allah Rasulü onları Tevhide çağırdı,yani onlara (Kulu Lailahe illallah,tuflihü) (lailaheillallah deyiniz kurtulunuz) dedi .Onlarda dediler kurtuldular.Aynı şeyi bizde söylüyoruz,neden bu söz bizi kendi cahiliyemizden çıkarmıyor ve neden bataklıktan kurtarmıyor. Bunun cevabına geçmeden önce Tevhid sahabede yalnızca ezberden okunan bir slogan değil hayat biçimiydi. Felsefe değil yaşantıydı,bireyin her şeyinde kendisine teslim olduğu bir hakikat olduğunu kavramak gerekiyor.Sahabeler devamlı kendi aralarında telaffuz ettikleri bu birkaç kelimeye yabancı değillerdi kendilerinden istenen bu cümlenin manasını çok iyi biliyorlardı.Hele hele bu cümleyi söylemenin sadece dil işi olmadığını bununla neleri kabul neleri reddetmeleri gerektiğinin farkındaydılar.Onlar şunu iyi biliyorlardı.Tevhidin yansıması olan kafa yürek ve bilek birliğinin sağlanması gerekiyordu.İnsanın kendi varlığında gerçekleştiremediği tevhidi diliyle söylemesinin hiç bir şeyi değiştireceği yoktu.Çünkü tevhidin ilk hedefi şahsın bizzat kendisiydi,tevhidi uygulanacağı ilk alan, toplumsal alandan önce bireysel alandı.Ve tüm güzellikleri ikame etmenin ,tüm kötülükleri ve çirkinlikleri de tasfiye etmenin, önleminin adıydı.Aslında Lailaheillallah’a çağrı çirkinlikten güzelliğe kötülükten iyiliğe,ahlaksızlıktan ahlaka,zulümden adalete,anarşiden nizam ve intizama çağrı anlamlarını taşıyordu.Onlar da kavrayarak lailaheillallah dediler,içten severek yaşadılar.Tevhidi bir hayat düsturu edindiler ve kurtuldular.Değilse bu işin sloganını atmadılar.Topu topu bir tek cümleydi onu söylemek hayat değiştirmek demek olmasaydı söylerler ve eski cahili hayatlarına devam ederlerdi.İşin hiçte öyle olmadığını Allahu teala Kur’an-ı kerimde şöyle buyuruyor.İnsanlar yalnızca inandık demekle hiç sınanmadan başıboş bırakılacaklarını mı sandılar. (Ankebut 2)evet demek ki insanlar hayatında Allah’tan başka belirleyici tanımayacak .Demek ki lailaheillallah sadece dillerde dolaşacak ve kuru kuruya tekrarlanacak bir söz değildir.Bilakis yaşanacak ve hayata hakim olacak bir düsturdur.Diliyle söyleyip kalbiyle inanması kurtulmasına yetmez.Tevhidi, bilinçli ve ihlaslı bir düstur edinip,hayatında pratize edecek mi diye sınanacak.Yani iman amel ile birleşince anlam kazanır.Aksi halde ispatlanamayan kuru bir iddiadan öteye geçmez ve hiçbir değer de ifade etmez.Yani cennet emelle değil ihlasla yapılan amelle kazanılır.Bu gerçeği göz ardı edip kendini kandırmanın hiçbir anlamı yok,bunu bilmek gerek.
İşte saadet asrı yani Sahabeler Tevhidi bir inanç olarak kalplerine,bir düşünce olarak kafalarına,bir eylem olarak bedenlerine,bir hayat olarak yaşantılarına,bir dünya görüşü olarak toplumlarına hakim kılmışlardı.
Gerçek Rabbını tanımayanın kendini tanıması da mümkün değildir. İnsanı doğru tanımayan, yaratılışı, fıtratı keşfedemeyen kimselerin eğitim görüşlerinin de eksik ve yanlışlarla dolu olacağı doğaldır. Ancak doğru Rab anlayışı; insanı, kendi fıtratı ve kendi psikolojik yapısına göre eğitmeyi sağlayabilir. Kişinin haddini ve Rabbini bilmemesi, eksik ve yanlış tanımladığı insanı, fıtratına ters ve dolayısıyla sağlıksız, başarısız, adâletsiz, huzursuz bir potada eğitmek/öğütmek demektir.
__________________ ALLAH'IN EVRENSEL HAK DİNİ = Aklı doğru modda kullanarak yaratıcının bizde yarattığı yaratma yetisini işleterek yapımızdakileri sistematize edip ,kendimizle ve doğayla uyumlu bir yaşam sürmektir
|