Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Hasan'ın daha önceki bir iletisinde (iki Arab'a dayanarak) dediği; İNKİHÛ'nun hem "evlenin" hem de "evlendirin" şeklinde her iki manaya da gelebileceğiydi.
Merhaba Abdurrahman,
Olup bitti şeklinde elimizde bulduğumuz "fenKiHû"nun "İNKİHÛ"su değil ama 24:32’deki "eNKeHe"nin ve 4:3’teki "NeKeHe"nin aynı emir kipine sahip olduğu söyleniyor, ki "eNKiHû"dur.
Anılan yazıların her birinin ilgili bölümünü bir daha alıntılıyorum.
Yaseen (POLYGAMY başlıklı makalesinden):
Önemli olan şu ki Arapçada evlenme hakkındaki NKH kökünden bir kaç fiil var.
NeKeHe ve eNKeHe aynı emir kipine sahiptir: eNKiHû –çoğul-. Birinci fiil yani EVLENMEK anlamına gelen NeKeHe bir çok ayette görülebilir. 2:221, 2:230, 4:22, 24:3, 33:49, 33:53, 60:10. İkincisi yani EVLENDİRMEK anlamına gelen eNKeHe ise 24:32 ve 28:27’de görülebilir.
Yaseen (from article titled POLYGAMY):
It is important to point out here that there are several verbs in Arabic related to marrying from the root NKH:
Nakaha: to marry.Ankaha: to marry off. Istankaha: to ask/seek for marriage.
The verbs Nakaha and Ankaha have the same imperative form, eNKiHû - This is the plural form-. The first form of the verb Nakaha (to marry) can be found in many verses: 2:221, 2:230, 4:22, 24:3, 33:49, 33:53, 60:10. The second form of the verb (to marry off) can be found in 24:32 and 28:27
Bence de 28:27’de görüldüğü üzere eNKeHe EVLENDİRMEK anlamına gelir. Ama bir de EVLENMEK anlamındaki NeKeHe var. İkisi de aynı emir kipine sahip, eNKihû, ki (harekeler bir yana) bu ayette kullanılmıştır. Sonuç olarak, bu fiilin aslında hangisi olduğunu yalnızca fiile bakarak söyleyemeyiz.
I agree that ankahaانكح vb (IV) as in Q28:27 means MARRY OFF. However, there is another verb nakahaنكح which means MARRY. Both verbs have the same imperative: Ankihuانكحوا, the one used in this verse (vocalisation not withstanding). So, based on the verb, we cannot decide which one is being used.
Tekrar değerlendirir misiniz. Lütfen.
*
Bundan benim anladığım, 4:3'teki harekesiz F NKH eğer FENKİHÛ değil de FE ENKİHÛ ya da VE ENKİHÛ okunacak şekilde harekelenseydi kastedilenin EVLENİN mi ya da EVLENDİRİN mi olduğunu bilmek için yalnızca fiile takılıp kalmadan siyak-sibak ve gramer gibi ölçütlere bakacaktık.
Size yöneltmeye başladığım soruların amacı o ölçütleri ortaya çıkarmak. Örneğin yetâmé hakkındaki soruma verdiğiniz cevaba göre yetâmé hem eril hem de dişildir.
Bu durumda erkek yetimlere yapılmasından korkulan haksızlık hamilerin onlarla evlenmesinden kaynaklanamaz. Nedir o korkunun kaynağı?
Ve nasıl olacak ta yetim hamilerinin, kadınların ikişeri ve üçeri ve dörderi ile evlenmesi o korkuyu gereksiz kılacak?
Katılma Tarihi: 21 mart 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 16
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
tüm site üyelerine merhaba
ben bu siteden yazılanlarla kendimce hanif bir yol çizdim.ALLAH cümlenizden razı olsun.yalnız herkesten bir başlık altında site üyelerinin ortak çalışmalarıyla kuran çevirisi rica ediyorum.
çünki çevirilerde mutlaka eksiklik veya hata olduğunu yazdınız.bu yüzden sizin artık kaç kişiyle birlikte yaparsınız bilmem ama ortak bi çeviri yapma zamanınız geldi.ve buda HANİF MÜSLÜMANLARIN ortak meali olsun.
benim ikiz çocuklarım var ve artık onlara dinimizi anlatma yaşındalar.piyasadaki meallerle bunu yaparsam çocuklarımın değil hanif bir müslüman dinsiz bir insan olmasından korkarım.lütfen nasıl yaparsanız yapın ama mutlaka bu çeviriyi yapın ve siteye asın.bunları kağıda döküp onlara vereceğim hatta tüm tanıdıklarıma vereceğim ki ALLAH kullarına zor anlaşılmaz bi dinmi yoksa yaşadıkça sevilen bi dinmi göndermiş herkes anlasın.nolur beni kırmayın.rica ediyorum.
Olup bitti şeklinde elimizde bulduğumuz "fenKiHû"nun "İNKİHÛ"su değil ama 24:32’deki "eNKeHe"nin ve 4:3’teki "NeKeHe"nin aynı emir kipine sahip olduğu söyleniyor, ki "eNKiHû"dur.
Anılan yazıların her birinin ilgili bölümünü bir daha alıntılıyorum.
Yaseen (POLYGAMY başlıklı makalesinden):
Önemli olan şu ki Arapçada evlenme hakkındaki NKH kökünden bir kaç fiil var.
n-k-h (3'lü), e-n-k-h (4'iü), i-s-t-n-k-h (6'lı)dır. Kök aynı, farklı manalar elde etmek için 1 ve 3 harf ziyade edilmiş.
NeKeHe ve eNKeHe aynı emir kipine sahiptir: eNKiHû –çoğul-. Birinci fiil yani EVLENMEK anlamına gelen NeKeHe bir çok ayette görülebilir. 2:221, 2:230, 4:22, 24:3, 33:49, 33:53, 60:10. İkincisi yani EVLENDİRMEK anlamına gelen eNKeHe ise 24:32 ve 28:27’de görülebilir.
N_K_H_ ve E_N_K_H_ aynıemir kipine sahip dehiller. Bunu kabul edelim.
Kuranda, elimizdeki harekeli mushaflara göre, N_K_H_ ve E_N_K_H_'dan olan olan fiiilleri ayrı ayrı gösteriyorum:
N_K_H_:4/22: nekeha. 33/49: nekehtum. 2/230: tenkiha. 2/221 ve 4/22: LÂ tenkihû. 33/53, 4/127 ve 60/10: EN tenkihû. 4/25: EN yenkiha. 24/3: LÂ yekihu ve yenkihu. 2/232: EN yenkihne. 4/3 ve 4/25: FE_nkihû.
Bence de 28:27’de görüldüğü üzere eNKeHe EVLENDİRMEK anlamına gelir. Ama bir de EVLENMEK anlamındaki NeKeHe var. İkisi de aynı emir kipine sahip, eNKihû, ki (harekeler bir yana) bu ayette kullanılmıştır. Sonuç olarak, bu fiilin aslında hangisi olduğunu yalnızca fiile bakarak söyleyemeyiz.
Sanırım şunu demek istiyor: Hareke olmaksızın İNKİHÛ ile ENKİHÛ'nun yazılışları aynı olması hasebiyle hangisi olduğunu yalınız fiile bakarak tesbit etmemiz doğru olmaz.
ben bu siteden yazılanlarla kendimce hanif bir yol çizdim.ALLAH cümlenizden razı olsun.yalnız herkesten bir başlık altında site üyelerinin ortak çalışmalarıyla kuran çevirisi rica ediyorum. MEHMET MURAT ERKILINÇ
Hoş, güzel kardeşim, şunu bilmen gerek; bu sitede yazanlar ortak bir meal hazırlayamazlar. Bir çok (yüzlerce) ayetin anlamında anlaşamazlar. Özellikle bunu kendi adıma söylüyorum. Mesela ben, Kuran'da bugünkü namaz, hac vs. şekilsel ve kişisel ibadet dediklerinin olmadığını iddia ediyorum... Bir çoğu da var diyor. Nasıl ortak bir meal yazabilirler!
Merhaba Abdurrahman. Aşağıdaki öyküyü ÇOK EŞLİLİK konusunu daha önce müzakere ederken yazıp bu foruma asmıştım. "Öykü işte!" diye dudak bükmeyin lütfen. Nisâ 2 ve 3'ün kısa ama kapsamlı bir yorumudur bence.
Örneğin "Ve nasılolacak ta birilerinin kadınların ikişeri, üçeri, dörderiyle evlenmesi o korkuyu gereksiz kılacak?" diye itiraz etmiştim.
Açıklamanız:
Benim de anlayamadığım bu. Çelişkinin kalkması için, "Eğer adaleti sağlayacaksanız..." olmalı.
Bu açıklamaya cevabımı öyküdeki şu anlatıda bulabilirsiniz:
------------
Osman başını kaşıdı. Aybaba, “Osman anlamadı!” dedi
“Evet, efendim. Bi şeye aklım takıldı.”
“Biliyorum. Bir kaç tane yetim ucurtmanın iplerini satmıştın. Sonra geri vermek üzere. Şimdi para denkleştirip onları geri alman lazım. Ki elden çıkaracağın dört uçurtmana verip borcunu ödeyesin.”
“Evet, efendim. Ama o kadar parayı bir anda denkleştiremem. Onlara iplerini geri vermeden kapıyı gösterirsem de haksızlık etmiş olurum.”
“Dinleyin!” diye gürledi Aybaba. “Bu nokta çok önemli.”
Bir anda bir ÇOK uçurtmayı elden çıkarınca adil olamıyacağınızdan (ellâ ta'dilû) korkuyorsanız yalnızca birini ELDEN ÇIKARIN! Ya da “ma meleket eyman ukum”u yani “yeminlerinizin sahip oldukları”nı. Onların ipleri yok; topluca elden çıkarılmaları size malî yük getirmez. Darlığa (Duhâ 8) düşmekten kurtulmanız için uygun olan budur.
Bu arada diyorsunuz ki:
(Samia) sanırım şunu demek istiyor: Hareke olmaksızın İNKİHÛ ile ENKİHÛ'nun yazılışları aynı olması hasebiyle hangisi olduğunu yalınız fiile bakarak tesbit etmemiz doğru olmaz.
Ama emin olmak için size daha sormak istediğim hususlar var:
(1)Nisâ 3'te NKH fiilinin inkihû okunacak şekilde harekelenmesini gerektiren bir dil kuralı var mı? Örneğin fiilin Nesnesi olan EN-NİSÂ dişildir. Harekelemeyi yönlendirir mi bu?
(3)Nûr 32'deki NKH fiilinin Nesnelerinden biri olan (imâ ikum) CARİYELERİNİZ de dişildir ama yine de NKH orda EVLENDİRİN anlamına gelsin diye enkihû okunacak şekilde harekelenmiş. Yukardaki ilk sorunun cevabında bunu kâle almak gerekir mi ya da o ayette daha değişik bir gramer mi var?
Sevgi ile,
Hasan Akçay
----------------------------
UÇURTMALAR
Uçurtmalar biz insanlar gibiydi. Sevgileri, korkuları, öfkeleri, kısacası yürekleri vardı. Yaralarını bile kendi vücutları onarırdı, bizim vücutlarımızın yaptığı gibi.
Eski uçurtmalar kırpılınca kırpıntılardan yeni uçurtmalar doğar; sonra o yeni doğanlar büyür, olgunlaşır, eskir ve kırpılmak üzere makasa boyunlarını uzatırlardı.
Kısacası bizdendiler.
İplerinin ucunda göklere yükselip uçmaya başladıkları zaman kuşlar kadar özgür sayarlardı kendilerini.
O yüzden en değerli varlıkları ipleriydi. İpek ipler, atlas ipler, simler.
Mahallede çocuklar bu iplerin ticaretini yapardı. Bazan da kiraya verirlerdi. Yani ip işi iyi para getiriyordu.
Ama yetim uçurtmalar vardı. İpleri alelade pamuktan; o yüzden az para ederdi. Babaları da yoksul yaşayıp makasa yoksul teslim olmuştu zaten. Bu pamuk ipler işte onlardan kalmaydı. Bir de bazı zenginler bu değersiz pamuk ipleri onlara sadaka niyetine verirlerdi.
Bazı çocuklar bu yetim uçurtmaları korumaları altına alırdı. “Sen benim yetimimsin artık; seni koruycam, söz!” diyerek. Ama hepten de yük değildi yetim uçurtmalar. Çünkü pamuktan da olsa ipleri vardı. Ve ip, ipti.
Korumacı çocuklar bazan bu ipleri satar, yetimlerine “Sonra geri vericem; söz!” derlerdi. Ama hile yaparlardı. Yetimin sağlam ipi yerine çürük ipi koyar, garibim itiraz edecek olsa “O da ip bu da ip!” diye sustururlardı.
Bazı uçurtmaların ise hiç ipi yoktu. Habire itilip kakılırdı bunlar. Hoyratça kullanılır ve yere çakılıp kırılınca bir çöp bidonunu boylarlardı. Ya da düştükleri yerde öylece kalırlardı.
Bunlar sahipsiz uçurtmalardı. “İyiliksever biri çıksa da bizi sahiplense; ipe ve özgürlüğe kavuştursa!” diye bekleşip dururlardı.
Bazı çocuklar sahiplenirdi bunları. “Andolsun, bu garibanların bakımını üstlendim!” diye caka bile satarlardı. Ve canları çekerse ipe takıp uçururlardı.
Bunlar da yeminlerin sahip oldukları idi.
***
Memed bir sürü yetim uçurtmayı koruması altına almıştı. İyi bir çocuktu. “Ya onlara kötü davranıp haksızlık edersem!” diye korkardı.
Arkadaşı Ali, “Nasıl yani?” dedi.
“Ya yetim uçurtmalarımın iplerini kendi çıkarım için kullanırsam?”
“Amaaan, o da mı dert!” dedi Ali.
“Evet, o da dert,” dedi Memed. “Aybaba ne dedi geçen gün?”
“Ne dedi?”
"Yetim uçurtmalara iplerini verin. Temizi pisle değiştirmeyin. Onların iplerini kendi iplerinize katıp kullanmayın. Büyük günahtır bu!" dedi.
Bunun üzerine Ali'nin de aklı başına geldi. “Sahi ya!” dedi. “Peki, napcez şimdi?”
Az ötede Osman vardı. Kulak misafiri olmuştu. O da “Doğru!” dedi. “Napcez şimdi?”
Bulutlu bir gündü. Birden şimşek çaktı. Gök gürledi. Bulutlar yarıldı. Aybaba belirdi açılan yerde. Fidan gibi upuzun boyu, beline kadar uzanan ap ak sakalı, elinde asasıyla. Davudi bir sesle sordu:
“Sorun nedir, evlatlarım?”
“Uçurtmalarımıza kötü davranıp haksızlık edersek diye korkuyoruz.”
Aybaba gülümsedi. Sakalını sıvazladı. “Aferin size!” dedi. “İman ve vicdan sahibi çocuklarsınız.”
“İyi ama, Aybabamız! Napalım ki bu korkudan kurtulalım?”
“Bütün çocukar! Dinleyin!" diye başladı Aybaba.
"Yetim uçurtmalarınızın iplerini yanlışlıkla kendi iplerinize katıp kullanmak suretiyle o büyük günahı işlemekten korkuyorsanız korumanız altında olup sizi yetkilendiren uçurtmalara iplerini geri verin. ELDEN ÇIKARIN onları; uçurtmasız çocuklara ikişer, üçer, dörder verin. Böylece elinizde kendi iplerinize yanlışlıkla katıp kullanacağınız ip bulunmaz."
“Bir çocuğa iki uçurtma, üç uçurtma, dört uçurtma mı?”
“Hayır! Bir çocuğa BİR uçurtma. Örneğin Memed sen yetimlerinin ikisini iki çocuğa, Ali sen yetimlerinin üçünü üç çocuğa, Osman sen yetimlerinin dördünü dört çocuğa verebilirsin.”
Osman başını kaşıdı. Aybaba, “Osman anlamadı!” dedi
“Evet, efendim. Bi şeye aklım takıldı.”
“Biliyorum. Bir kaç tane yetim ucurtmanın iplerini satmıştın. Sonra geri vermek üzere. Şimdi para denkleştirip onları geri alman lazım. Ki elden çıkaracağın dört uçurtmana verip borcunu ödeyesin.”
“Evet, efendim. Ama o kadar parayı bir anda denkleştiremem. Onları ipsiz yollarsam da haksızlık etmiş olurum.”
“Dinleyin!” diye gürledi Aybaba. “Bu nokta çok önemli.”
Bir anda bir ÇOK uçurtmayı elden çıkarınca adil olamıyacağınızdan korkuyorsanız yalnızca birini ELDEN ÇIKARIN! Ya da “ma meleket eyman ukum”u yani “yeminlerinizin sahip oldukları”nı. Onların ipleri yok; topluca elden çıkarılmaları size malî yük getirmez. Darlığa düşmekten kurtulmanız için (ellâ ta'ûlû) uygun olan budur.
Sonra birden kayboldu.
Çocuklar öylece kaldılar bir süre. Mızıkçı Ka’ab geldi koşarak. “Aybaba'yı duydum,” dedi. “Ve her dediğini anladım!”
“Ne dedi?”
Aybaba dedi ki… Şey dedi… Dedi ki… Yetim uçurtmalarınıza haksızlık etmekten korkuyorsanız hoşunuza giden başka uçurtmaların ikişerini ve üçerini ve dörderini UÇURUN. Ama “Bunda adil olamazsam!” diye korkuyorsanız yalnızca birini ya da yeminlerinizin sahip olduklarını. Sapmaktan kurtulmanız için uygun olan budur, dedi.
“Allah Allah!” dedi Memed. “Bunda bi yamukluk var ama!”
Çocuklar hep birden sordu: “Ne yamukluğu?”
Memed tane tane konuşmaya başladı. Sanki sesli düşünüyordu:
BİR çocuk bir ÇOK uçurtmayı aynı anda uçurduğu zaman ipler birbirine dolanıyor ya da uçurtmalar bir birine çarpıp yere çakılıyor. Demek ki çok ucurtma bir arada uçurulunca zulüm oluyor. Peki o halde, “Yalnızca birini, yalnızca birini!” diyen Aybabamız bir de neden “ya da yeminlerinizin sahip olduklarını” desin? Yeminlerimizin sahip olduğu uçurtmaLAR çok uçurtma değil mi?
Yani Aybaba, “BİR çocuğun bir ÇOK uçurtmayı aynı anda uçurması zulümdür; o halde bir ÇOK uçurtmayı aynı anda uçursun!” der mi? Aybaba en adil değil mi; yargıçların yargıcı değil mi?
"Şayet, yetimler (yetim kalmışlar) konusunda adil / uygun davranmayacağınızdan bir endişeniz varsa (adil davranmayacağınızı biliyorsanız), hoşnut olacağınız / kabul göreceğiniz (dul kalmış) kadınları ikişer veya üçer yada dörder nikahlayınız! Şayet, (böyle de yetimler konusunda) adil olamama endişesini taşıyorsanız bir tanesi ile, yani sahip olduğunuzla yetinin! Bu, haktan sapmamanız için daha uygundur. "
Anladığım kadarıyla, burada amaç dul ve yetimleri himayedir. Bununla çok eşlilik evlilikleri anlatıldığı düşüncesinde değilim.
Dul kalmış mü'mine kadınlarla mevcut erkek adaylar / talipler, birer, ikişer...karşılıklı rıza ile evlenecekler. Aslında "evlenin" den zımnen "evlendirin"emri de anlaşılır olduğunu düşünüyorum.Bu kadınları evlendirmek ve yetimlerini himaye altına almak mü'minlere bir sorumluluktur. Ayet bu sorumluluğun gereğini emrediyor kanaatini taşıyorum. "Her erkek istediği sayıda kadınla evlene bilir, evlenmesi caizdir" gibi bir anlayış doğru olmasa gerek. Sayının ucu açık değildir diye düşünüyorum. Bu, talep, imkan/ güç ve adaletle orantılı olmalı olsa gerek. Örneğin 10 kadın varsa bunlara 10 da erkek talip varsa birer olarak evlenirler. Evlenilecek kadınların çokluğu durumunda, imkan ve adalet ölçüleri dahilinde birden fazlasıyla evlilik zorunluluk arzeder diye düşünüyorum.
Ayrıca, ilgili ayetlerden, "nikahlanması emredilen kadınların yetim kızları da içerdiğini anlamanın çıkarılamayacağı düşüncesini taşıyorum. Bunu siyak ve sibaktan anlamak zor olmadığı gibi, yetimlerin rüşdüne kadar bakımlarının yüklenilmesi ve mallarının onlar adına korunmasını emir buyuran ayetler de bunu doğruluyor inancını taşıyorum.
Doğrusu en iyi Allah bilir.”
Yukarıdaki ifadelere katıldığımı belirterek, bir iki şey ilave etmek istiyorum:
1.“lekum minen nisai mesnê ve sulêse ve rubê'” 4:3 ile “cêili’l-melêiketi rusulen ulî ecnihatin mesnê ve sulêse ve rubê' ” ile aynı olduğunu düşünüyorum. Ve bunda sınırlama olmadığını düşünüyorum. Fakat “sınırlama yoktur” derken “aynı olağan üstü” durum gerçekleşirse kaydını koymalıyım.
2. 4:4’teki “Ve êtû’n-nisêe sadukâtihinne nihleten” ile “mê tâbe lekum mine’n-nisêi” (4:3) kadınların yine “aynı kadınlar” yetim kadınlar olduğunu düşünüyorum.
3. Gerekçelerimden biride “benim anladığım” yetmiş şehid verilmiş bir olaydan sonra ayetlerin nazil olduğudur (Uhud savaşı). Yetmiş şehidin; bir hanımı ve iki çocuğu olduğunu varsayarsak iki yüz on kişi eder. Benim hesabımla; Medine’de bir anda iki yüz on kişi “yetim” konumunda kalmıştır.
4. Ben bu nedenle ayetlerin bugünkü anlamda “çok eşlilik” veya “tek eşlilik” bağlamında tartışılmalarını “anakronik” görüyorum.
Alim olan Allah(a.c)'dir.
Şimdilik yazdıklarımı yeterli görüyorum.
Abdurrahman bey’e ve Hasan kardeşime katkılarından dolayı teşekkür ediyorum.
Yine onların katkılarıyla veya farklı açılımlarıyla konunun daha da olgunlaşacağına inanıyorum.
Selam ve dua ile,
rıdvan
__________________ Tanrı'ya inanan adam olmak kolay, ve fakat Tanrı'nın inanacağı adam olmak zor!
Ama emin olmak için size daha sormak istediğim hususlar var:
(1)Nisâ 3'te NKH fiilinin inkihû okunacak şekilde harekelenmesini gerektiren bir dil kuralı var mı? Örneğin fiilin Nesnesi olan EN-NİSÂ dişildir. Harekelemeyi yönlendirir mi bu?
(3)Nûr 32'deki NKH fiilinin Nesnelerinden biri olan (imâ ikum) CARİYELERİNİZ de dişildir ama yine de NKH orda EVLENDİRİN anlamına gelsin diye enkihû okunacak şekilde harekelenmiş. Yukardaki ilk sorunun cevabında bunu kâle almak gerekir mi ya da o ayette daha değişik bir gramer mi var? Hasan Akçay.
Öncelikle şunu söyleyeyim. ben bu ayetin içinden çıkamıyorum. Benim anlayamadığım noktalardan biri de, "mesnâ ve sulâse ve rubâ': ikişer ikişer ve /veya üçer üçer ve / veya dörder dörder.." Aynı ifadeler meleklerin kanatları için de kullanılmış! Bu ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder kanatlar neyi ifade ediyorlar? Meleklerin gerçekten kanatları mı var...! Onun için ayetin manasını net anladığımı kesin ifadelerle söylemem mümkün değil. Amaç katkıda bulunmak.
Değerli Hasan bey, sorularına gelirsek:
1- Hayır,EN_NİSÂ harekelemeye etki yapmaz. Her iki durumda da MİN_EN_NİSÂ nesne (mef'ul) durumunda olur. Ancak "MÂ TÂBE LEKUM.. ; size helal /güzel /hoş olan (veya diğer bir çeviriyle),size helal/ hoş /güzel kılınan.." ifadesi böyle okumayı gerektirmiş olabilir.
2- EYÊMÊ hem dişil hem de erildir.
3- "...Eğer fukara iseler Allah oları lutfu /vergisiyle zengin kılacak", "Eğer fukara iseniz..." dememiş!
Merhaba Abdurrahman. Açıklamaların için candan teşekkürler.
Benim anlayamadığım noktalardan biri de, "mesnâ ve sulâse ve rubâ': ikişer ikişer ve /veya üçer üçer ve / veya dörder dörder.." Aynı ifadeler meleklerin kanatları için de kullanılmış! Bu ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder kanatlar neyi ifade ediyorlar? Benim anlayamadığım noktalardan biri de, "mesnâ ve sulâse ve rubâ': ikişer ikişer ve /veya üçer üçer ve / veya dörder dörder.." Aynı ifadeler meleklerin kanatları için de kullanılmış! Bu ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder kanatlar neyi ifade ediyorlar? Meleklerin gerçekten kanatları mı var...!
Her halde Fâtır 1'den söz ediyorsunuz: ÖVGÜ gökleri ve yeri yaratıp melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı yapan Allah'a.
Meleklerin gerçekten kanatları mı var?
Abdurrahman kardeşim! Melekler bizim için müteşabih olan gaybî varlıklar. Onlarla ilgili bilgimiz Allah'ın bize verdiği ile sınırlı. Ve madem Allah bize onları ikişer ve üçer ve dörder kanatlı yaptığını bildiriyor o halde öyledirler. "Meleklerin gerçekten kanatları mı var?" diye itiraz edemeyiz (3:7).
Siz Arapçayı iyi biliyorsunuz; o halde Arapçadaki sayıların hangileri SAYMAYA yarar, hangileri ÜLEŞMEYE; onu da bilirsiniz. Asıl buna dikkat etmenizi beklerdim. Yani İKİ, ÜÇ, DÖRT ile İKİŞER İKİŞER; ÜÇER ÜÇER; DÖRDER DÖRDER arasındaki farkı* da elbet bilirsiniz.
_______________________________
*Elmalılı ve Muhammed Esed’in 4:3’e verdiği meal: ...hoşunuza giden kadınlardan iki, üç, dörde KADAR evlenebilirsiniz.
İki, üç, dörde kadar. Oysa Arapça metinde İKİ, ÜÇ, DÖRT anlamına gelen isneyn, selâs, erba’ kelimeleri yok. İKİŞER, ÜÇER, DÖRDER anlamına gelen mesné ve sülése ve rubâ’a var.
Neden Allah’ın dediklerini atıp demediklerini sokuşturuyorlar meale?
Çünkü elleri mahkum. 4:3’teki "nkh"ya "Evlenin!" anlamı yüklenince Allah örneğin "DÖRDER kadınla evlenin!" demiş oluyor; aynı anda dört kadınla birden!
Lütfen düşünün:
Yeterli parası olan herkes aynı anda dört kadını birden evlendirebilir. Yüce Allah’ın Müslümanlardan beklediği SALİH AMEL işte bu.
Ama yüklem "Evlenin!" olunca PEYDAHLANAN amel felaket: aynı anda dört kadınla BİRDEN evlenmek! Hangi babayiğit aynı anda dört kadınla BİRDEN evlenip gerdeğe girebilir?
Elmalılı ve Esed’in ezile büzüle uyarlamaya yeltendiği ahlak dışı, İSLAM DIŞI AMEL işte bu.
"Dörder kadın" diyen Allah’ın sanki yanlışını yakalamışlar; düzeltiyorlar: kadınlardan dörde KADAR...
Oysa ikişer, üçer, dörder başka iki, üç, dört başka.
mesné, sülése, rubâ'a başka. isneyn, selâs, erba' başka.
Zâhiriye mezhebinin tavrından söz ederken Süleyman Ateş açıklıyor: mesné, sülése, rubâ’a ÜLEŞME sayıları olup isneyn, selâs, erba' kelimelerinden maduldur (Kur'ân-ı Kerîm Tefsîri).
Bu iki farklı sayı türünün işlevleri birbirinden tamamen farklıdır. Bir örnek vereyim:
Ortada paylaşılması gereken bir miktar para varsa ve sizin de içinde bulunduğunuz bir grup insana "Bu paradan ikişer ve üçer ve dörder milyar alın!" deniyorsa size düşen PAY bellidir. Örneğin DÖRT milyar.
Siz dört milyarın hepsini AYNI ANDA alıp çekilirsiniz. DÖRDER kelimesi bunu gerektirir, bunu vurgular.
Yoksa, dört milyarı değişik zamanlarda taksit taksit almanız istenseydi "Bu paradan dört milyara KADAR alın," denirdi.
Dörder ile dört arasındaki fark budur. Rubâ’a ile erba' arasındaki fark budur. Bunun Kur'anî kanıtı Fâtır suresinin 1 nci ayetidir:
Övgü... melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a!-Elhamdü li'llahi... câili'l melâiketi rusulen ûlî ecnihatin mesné ve sülése ve rubâ'a!
Görüldüğü gibi sınırsız bilgi sahibi olan Allah sayıların işlevini de bilip gözönüne alıyor. Dörder kanatlı meleklerin her birini aynı anda dört kanatlı yapan O’dur; melek 2000 yılında bir kanatlı, 2001'de üç kanatlı ve 2008'de dört kanatlı değildir; Allah "Ol!" demekle onu bir anda dört kanatlı yapmıştır.
İşte "Kadınları ikişer, üçer, dörder evlendirin!" derken Yüce Allah tıpkı bunun gibi son derece makul bir iş buyurmaktadır. Hayırsever insanlar kadınları ikişer, üçer, dörder evlendirecek. Yeterli paraları varsa elbet mümkün bu.
Ama hangi babayiğit aynı anda dört kadınla birden evlenip gerdeğe girebilir?
Elmalılı ve Esed işte bu imkansızlığı uyarlamak zorunda. "İkişer, üçer, dörder"i iki, üç, dört yaparak işin içinden sıyrılmaya çalışıyorlar.
Allah’ın sözü: kadınları ikişer, üçer, dörder evlendirin. Çarpık meal: kadınlardan iki, üç, dörde kadar evlenin.
Çarpıtma üstüne çarpıtma. Katmerli çarpıtma. Oysa ne güzel olurdu "Allah ne diyorsa o!" deselerdi.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma