Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
http://www.hanifdostlar.net/forum_posts.asp?TID=1559
yazılar Neyzen_Semazen'e aittir
KÂBE MÜSLÜMANLARIN BAŞ TÂCIDIR! (1.VERSİYON)
Değerli Arkadaşlar,
Verdiğimiz söz üzerine, büyüme temâyülü gösteren bir safsatanın neden "safsata" olduğunu ispat ediyoruz...
Bu konuda yazacaklarımız, üç versiyon hâlinde sunulacaktır... Söz, mümkün olduğu kadar kısa tutulmaya çalışılacaktır...
Birinci versiyon Sn. Bora Arpınar'a ayrılmıştır... İkinci versiyon Sn. TekKuran'ın safsatasına ayrılmıştır.... Üçüncü versiyon ise, konuda tek açık nokta bırakmadan safsatayı çöpe attığımız bölüm olacaktır...
Şu halde başlayabiliriz...
Bora Arpınar'ın düşüncesine göre Kâbe, Mâide Sûresi 90. âyette kötülenen "ensâb=dikili taşlar" grubuna girmektedir.. Ona göre, Kâbe'nin Hz. İbrahim tarafından inşâ edildiği görüşü ilgili âyetlerin yanlış yorumlanmasından kaynaklanmaktadır... Dolayısıyla, Kâbe Hz. İbrahim veya bir başka peygambere isnâd edilemeyecek bir yapı ise, müslümanların Kâbe'ye yönelmesi ve haccetmesi de hükmünü yitirmektedir... Dahası, bu durum Mâide:90'ın açık bir ihlâli olmaktadır; çünkü Bora Arpınar'a göre Kâbe -hâşâ- "dikili taş"tır...
Silinen mesajında Bora Arpınar,Kâbe'nin iddia edilen bu negatif (?) varlığına rağmen Peygamber Efendimizin sessiz kalışını (?) yine Kurân'a dayandırmaktadır... Yâni, Bora'ya göre başka inançların putlarına sövmeyi bile yasaklayan Kurân'a uygun olarak, Resullullah "dikili taş" grubunda yer almasına rağmen Kâbe'ye ilişmemiştir.... (Safsatanın özeti bu....)
Bize göre, Bora Arpınar'ın bu safsatayı üretmesinde veya başkalarının ürettiği bu safsataya sahip çıkmasında temel etken Arapça bilmeyişidir... Hattâ, bize göre Arapça bilmese bile, Kurân'ı orjinal yüzünden okuyabilmesi mümkün olsaydı; bu safsatanın kurbanı ve/veya mucitlerinden biri olmayacaktı...
Çünkü, Bora bir özel isim olan Kâbe'nin Kurân'ımızda iki farklı âyette geçtiğini bilMEmektedir... Ona göre, her dâim incelediği 25 adet Kurân meallerinde geçen bütün "Kâbe" kelimeleri, çevirmenlerin "beyt" kelimesini gördüklerinde Kâbe'ye atıf yapmalarından kaynaklanmaktadır.. Yâni, Bora Kurân'da bizzat özel isim "Kâbe"nin varlığından habersizdir.. O hep Kurân'daki bir kısım cins isimlerin yeryüzündeki Kâbe zannedilmesinden şikâyetçidir....
Dolayısıyla, Mâide Sûresi 95. ve 97. âyetlerde Kâbe'nin alenen zikredildiğinden habersizdir......
Eğer, Bora versiyonumuzda yanılıyorsak; bir insan Mâide Sûresi'nin 95 ve 97. âyetlerinde zikredilen ve varlığı onaylanan Kâbe'yi okur görür de, daha sonra Kâbe'nin aynı sûrenin 90. âyetinde onaylanmayanlar grubunda yer aldığını nasıl düşünebilir...?????
Bu sorumuzun cevabı için ayrı bir versiyon hazırladık ve onu Sn. TekKuran'a tahsis ettik... Eğer Bora, Arapça biliyorsa ve "Hayır! Öyle değil!" diyorsa; o halde ikinci versiyonu okumasını öneriyoruz.... :)
Neyzen_Semazen
Not: Kâbe için özellikle Mâide:97. âyete lütfen bakınız...
"Ce'aleLLÂHÜ'l-Kâ'bete'l-Beyt'el-Harâme kıyemen linnâsi........"
KÂBE MÜSLÜMANLARIN BAŞ TÂCIDIR! (2.VERSİYON)
Kaldığımız yerden devam ediyoruz...
Önceki versiyonda şu soruyu yöneltmiştik:
Semazen Yazdı:
Eğer, Bora versiyonumuzda yanılıyorsak; bir insan Mâide Sûresi'nin 95 ve 97. âyetlerinde zikredilen ve varlığı onaylanan Kâbe'yi okur görür de, daha sonra Kâbe'nin aynı sûrenin 90. âyetinde onaylanmayanlar grubunda yer aldığını nasıl düşünebilir...????? | | |
Aslında bu soru cevabını kendi içinde taşıyor ve tek başına bu soru “Kâbe”yi hırpalamaya çalışan sapkın akımın pilini bitiriyor... Bununla beraber, biz detaya inmeye devam ediyoruz...
Şimdi, yine Mâide:97’ye dönelim ve bakalım –meâlen- bize hangi bilgi veriliyor....
Diyânet Meali: 97. Allah, Kâbe'yi, o saygıya lâyık evi (elbeyt’ül-harâm), haram ayı, hac kurbanını ve (kurbanın boynuna asılan) gerdanlıkları (maddi ve manevi yönlerden) insanların belini doğrultmaya sebep kıldı. Bu da Allah'ın, göklerde ve yerde ne varsa hepsini bildiğini ve Allah'ın her şeyi bilici olduğunu (sizin de anlayıp) bilmeniz içindir.
Evet... Okuduk... Daha iyi, daha başarılı bir çeviri elbette mümkün olabilir...
Acaba, şimdi okuyacağınız çeviri –size göre- daha başarılı bir çeviri midir?????
TekKuran Yazdı:
5:97'nin iki uygun çevirisi:
05:97 Allah HARAM SİSTEMİNİN ONURUNU, yasak ayı, hediyeleri ve otoriteleri insanlar için ayakta durur kıldı. Böylece, Allah'ın göklerde olanı da yerde olanı da bildiğini, Allah'ın her şeyi bilici olduğunu siz de bilesiniz.
5.97 Allah (AV İÇİN HAYVANLARIN) AYAK BİLEĞİNİ SİSTEMİN YASAĞI, yasak ayı, hediyeleri ve otoriteleri insanlar için bir DAYANAK [kıyamen linnas] yapmıştır. Böylece, Allah'ın göklerde olanı da yerde olanı da bildiğini, Allah'ın her şeyi bilici olduğunu siz de bilesiniz. | | |
Umarım, yararlanmışsınızdır?! Safsata çevirilerden yararlanmak ne kadar mümkünse!? :)
Gerçekten, safsata üretmenin ve bu yolla dinimize ve Kurân’a zarar vermeye çalışmanın akıllara ziyan bir örneği ile karşı karşıyayız....
Sn. Başsafsatacı, bu mesaj zincirinin başlığını koyar ve ilk detaylı mesajlarını yayınlarken karşımıza şu mantıkla geldi... “Ben kendimi Kurân’a uydurmam; Kurân’ı kendime uydururum..” ... Bu câhilâne ama asla âlimâne ve dâhiyâne olmayan sözde mantıkla, Hacc, Kâbe ve buna bağlı olan Kurân kavramları tek tek tahrif edilmek istendi...
Meselâ, bahsi geçen safsata mesaj grubunu birkaç kere okumuş olmakla beraber, “Beyt” kelimesinin karşılığının “ev” değil de neden “sistem” olduğunu anlayabilmiş değilim... Başsafsatacının mantığı dışında böyle bir anlamı geçerli ve gerekli kılacak hangi delil vardır???
Başsafsatacı ilginç bir şekilde, Safâ, Merve, Arafat için sözlükten bulduğu karşılıkları bunların özel yer isimleri oluşlarına aldırış etmeden kullanırken ve Hacc’ın da “konferans” olduğunu iddia ederken; “Beyt” kelimesi için seçtiği “sistem” karşılığını dayandırabileceği kendi aklından başka bir kaynak bulamamış...!!! :))
Daha ilginci de var.... :))
Konu, “Kâbe”ye karşılık bulmaya gelinci –işte orada- kıyâmet kopmuş.... Büyük mü yoksa küçük mü olduğuna –lütfen- siz karar verin... :)
Yukarıda okumuştunuz; “kef+ayn+be” kök harflerinden türediği için Kâbe+Beyt-i Harâm için şu karşılıklar icâd edilmişti... 1) Haram Sistemin Onuru 2) Sistemdeki Ayak Bileği Yasağı... :)))))) (Gülüyorum; kusura bakmayın!!) Çünkü, “kâ’b” kök kelimesi sözlükte “aşık kemiği, şeref, şan ve topuk” gibi karşılıklara sahip.....
Ancak, gördüğünüz gibi karar verilememişti... 97. Âyetteki Kâbe, “onur” mu idi yoksa “ayak bileği” mi?????
Hele hele aynı sûrenin 95. Âyetindeki “Kâbe” karşısında tamamen çaresiz kalınmış... :))
TekKuran Yazdı:
Maalesef yozlaşma nedeniyle bu ayette geçen gerçek Kabe'yi hiçbir zaman bulamayabiliriz de, ancak 2 seçenek var:
1. Kabe bir nevi hayır dernekleri gibi çalışıyordu (buraya aktarılan yardım paraları ŞİŞİYORDU) ve özel bir isim olarak kullanılıyordu. Ya da "şerefe / onura ulaşan bir hediye" anlamında, hediyenin öldürülen hayvana denk olmasını vurgulamıştır.
5:95 Ey iman edenler! YASAKLI iken av hayvanı öldürmeyin. İçinizden kim onu kasten öldürürse cezası MALLARDAN onun dengidir. YÜKSEK MEVKİ / ŞANA VARACAK bir hediye olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmetsin. Yahut (avlanmanın cezası), fakirleri doyurmaktan ibaret bir kefârettir, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Ta ki (yasak av yapan) işinin sonucunu tatmış olsun. Allah geçmişi affetmiştir. Kim bu suçu tekrar işlerse Allah da ondan karşılığını alır. Allah daima galiptir, öç alandır.
2. Bu ayette de kabe ayak bileği olarak kullanılmış.
Beleğa : varmak, ulaşmak; olgunlaşmak; (bir miktar) tutmak, kadar etmek
05:95 Ey iman edenler! YASAKLI iken av hayvanı öldürmeyin. İçinizden kim onu kasten öldürürse cezası HAYVANLARDAN / MALLARDAN onun dengidir, HEDİYENİN AYAK BİLEĞİ OLGUNLUĞUNA [baliğal ka'beti] içinizden adalet sahibi iki kişi hükmetsin...
Bu teoriye göre yasak av mevsiminde avlanan kişinin öldürdüğü hayvanın değeri ayak bileğinin olgunluğundan biçilecek ve kişiye buna göre bir ceza verilecektir ya da bu kişi fakirleri doyuracak o da olmazsa oruç tutarak kefaretini ödeyecektir. | | |
Evet! Zannediyorum çok aydınlandınız... :)
Şimdi bu âyetin Yaşar Nuri Öztürk Mealindeki karşılığına bakalım....
Mâide:95: "Ey iman sahipleri! İhramda olduğunuz zaman av öldürmeyin. Sizden kim kasten onu öldürürse cezası şudur: Öldürdüğü hayvana denk deve-sığır, davar cinsinden, kâbe'ye varacak kurbanlık bir hediye ki, içinizden adalet sahibi iki kişi belirleyecektir. Yahut yoksullara yedirme şeklinde bir keffâret, yahut buna denk oruç. Taki yaptığının vebalini tatsın. Allah, geçmişi affetmiştir. Kim bir daha yaparsa, Allah ondan öc alacaktır. Allah çok güçlüdür, öc alıcıdır."
İkinci versiyonun sonucu olarak, herhalde artık uğraştırıldığımız şeyin bir safsata olduğunu anlamamız mümkün olmuştur...
Herhalde artık önceki mesajımızda niçin şu soruyu yönelttiğimiz de anlaşılmıştır....
Semazen Yazdı:
Eğer, Kurân'da -meselâ- ismen "Pizza Kulesi" zikredilseydi; biz Kurân okuyucuları bildiğimiz Pizza Kulesi'ni mi anlayacaktık; yoksa "Pizza" kelimesinin bize çağrıştırdığı muhtemel senaryolardan mı hareket edecektik...??? :))))
Meramı mı anlatabiliyor muyum acaba?? | | |
Üçüncü versiyonda görüşmek dileğiyle......
Neyzen_Semazen
KÂBE MÜSLÜMANLARIN BAŞ TÂCIDIR! 3. VERSİYON-A
Değerli Arkadaşlar,
Daha önce, üçüncü versiyonda Hz. İbrahim ve Kâbe-Mekke ilişkisini inceleyeceğimizi söylemiştim..Ancak, bu ilgi Kurân’da çok detaylı olarak beyan buyurulduğundan, bu konudan önce –konuyu bölmemek için- safsataya ait- çarpıcı bir utanmazlığı teşhir etmenin yerinde olacağını düşündüm.. Bu yüzden, şu anda okuyacağınız versiyonun A bölümüdür...
Önce, şunu tekrar vurgulayalım....
Safsatalar o kadar detay içerebilir ki, okumaya üşenirsiniz; okusanız anlamaya üşenirsiniz; ama buna rağmen safsata beyninize virüsü yerleştirir... Çünkü, yapmak istediği, o tahrip ve tahrif edici ana fikir ile imânınıza çelme atmaktır... Eğer, safsatanın üretildiği alana ait bilgi düzeyiniz zayıfsa, sonunda -meselâ- “Kâbe dikili taş değil midir?” şeklindeki bir sorunun kurbanı olursunuz...
Şimdi vereceğimiz örnek, önceki örneklerimiz gibi safsata tekniğini belgeliyor... Umarım yaralanırsınız?!
Diyorki Sn.TekKuran, Hz. İbrahim Mekke’ye hiç uğramamıştır.. Bunu Bora Arpınar’da söylüyor... Bu kısmı B bölümünde –inşaALLAH- inceleyeceğiz.. Ama, TekKuran bir başka şey daha söylüyor...
TekKuran Yazdı:
İSLAM ÖNCESİ KAYNAKLARDA MEKKE DİYE BİR YER GEÇMEZ Tüm tarihi kanıtlar (cahiliye şiirleri, yazılı belgeler, vb...) islam öncesi dönemde Mekke diye bir şehrin bulunmadığını göstermektedir. Vahiyden önce Mekke adında bir şehir olduğuna dair arkeolojik delil yoktur ve Kuran'da bu kelime topu topu bir kere tezahür eder. Kuran'daki kullanımına baktığımızda kelimenin çevirmenlerin sandığı gibi özel bir isim olmadığı görülecektir:
مقق : emme; içine çekmek, absorbe etmek; yıkım, yıkma, yok etme; azalma, kaybolma; Semazen’in notu: Kelime karşılığı Mekke için verilmiş; ama makka yazılmış.. | | |
Herhalde siz de benim anladığımı anladınız?! Peygamberimizin doğup büyüdüğü şehrin adını bilmiyormuşuz! Başka bir ifâdeyle, 1400 seneden sonra bugün Mekke olarak bildiğimiz şehre bu ismin verilişi Peygamberimizden sonrasına dayanıyormuş!!! Dolayısıyla, Fetih Sûresi’nin 24. Âyetindeki Mekke’nin Mekke Şehri olduğunu düşünmemeliymişiz... İlgili âyeti şöyle anlamalıymışız...
TekKuran Yazdı:
48:24 O sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, YIKIMIN İÇİNDE onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Allah, yaptıklarınızı görendir. | | |
Kurân “Bİ BATNİ MEKKETE= Mekke’nin göbeğinde” diyor ama Sn. TekKurân “YIKIMIN İÇİNDE” şeklinde anlamamız gerektiğine fetvâ veriyor... Çünkü, ona göre Resullullah’ın fethettiği şehrin adı o tarihte “Mekke” değil!! Peki, adı ne????? O da bilmiyor!!! :)
Bu vâziyet karşısında, bakın tarihin en büyük komplo teorisi (!) veya safsatası tam olarak ne söylüyor.......
Lütfen, kemerlerinizi bağlayın! :)
(Şimdi, kendi kelimelerimle onların düşüncelerini açıklıyorum...)
“Araplar o kadar uyanık bir kavim idi ki, Peygamberin vefâtından sonra hemen dehâlarını devreye soktular.. Önce, Fetih:24’deki Mekke kelimesini şehirlerine isim olarak aldılar... Sonra devam ettiler ve Kurân’daki diğer cins isimleri şehirlerindeki muhtelif noktalara özel isim olarak verdiler.. Safâ, Merve, Arafat, Makâmı İbrahim dediler...
Uyanık oldukları kadar şanslıydılar.. Şehrin tam merkezinde kübik taştan bir yapı vardı.. Eski zamanlardan kalan ve put merkezi olarak kullanılan.. Baktılar, Kurân’da “Kâ’be” ve “Beyt” kelimesi var; hemen bu kelimeleri de menfur(!) emellerine âlet ettiler.. Kâ’be’ye Allah’ın Evi demeye başladılar... Operasyon tamamlandığında her şey kılıfına uydurulmuş; mekân isimlerinin Kurân ile tam mutabakatı sağlanmıştı... Artık, başlayabilirdi Hacc Turizmi.....” :)
Kemerlerenizi bağlayın demekte haklıymışım değil mi? :))
Şimdi diyeceksiniz ki “peki ama bu adamlar haccı kabul ediyorlar; sâdece onun kongre-konferans tipi ulurlararası bir eylem olduğunu iddia ediyorlar... Eğer, Mekke için böyle düşünüyorlarsa; Haccın nerede yapılacağını söylüyorlar???”.......
Bu soruyu soruyor musunuz gerçekten?? :) Alacağınız cevaba kalbiniz dayanabilir mi??? Bakın beni şimdiden sıkıntı bastı!!!
Cevapları tek kelimeyle şöyle: BEKKE’de.......
Orası neresi demeyin Yâ Hû!! İşte bu sorulacak en yanlış soru... Çünkü, bu sorunun cevabını onlar da bilmiyorlar!!! :)
Mâlumunuz, Âli İmran Sûresi 96. Âyette Bekke’den şöyle bahsediliyor...
96- Şüphesiz insanlar için kurulan ilk ev(mâbed) , Bekke’deki (Mekke) çok mübarek ve bütün âlemlere hidayet kaynağı olan Beyt (Kabe)dir. (Elmalılı Hamdi Yazır'dan)
Tabii biz sıradan :) müslümanlar 14 asır boyunca bu âyeti hep böyle anladık...Peki, sıradışı :) müslümanlar nasıl anladılar?
TekKuran Yazdı:
Alemler için bereket ve yol gösterici olarak kurulan ilk SİSTEM Bekke'dedir. | | |
(97. âyete geçmedim; orada hacdan bahsediliyor...)
Peki, Mekke hakkında –yukarıda okuduğunuz gibi- ahkâm kesen TekKuran, Bekke’nin adres bilgisini vermiş mi??? Dikkatinizi çekti mi; Bekke’nin yer ismi olduğunu kabul etmiş ve ona bir kulp uydurmamış..
Yâni, elimizde bir Bekke şehri var ve biz bunun neresi olduğunu bilmiyoruz... Üstelik, kongre tipi hacları (!) Bekke’de yapmamız gerekirken.... Üstelik, Hz. İbrahim Allah’ın sistemini (beytiye=evim) o kadar uğraşıp hacılar için hazırlamışken.... :)))
Anlaşılan, sıradışı (!) müslümanlar örtülü olarak –aslında- şunu söylüyorlar... “Yâ Hû, siz de çok tembelsiniz! Biz olayı çözdük! Daha ne istiyorsunuz?? Bekke şehrini de siz bulsanız ne olur??”
Anlaşılan, görev Indiana Jones veya Lara Croft’a düşecek!! :)
Bence, paraya kıyalım; her ikisini birden görevlendirelim....
FeSÜBHÂNALLAH!
Neyzen_Semazen
Not: Silinen mesaja tepki verecek kadar sağduyulu insanlar, bu melûn safsataya karşı ne zaman tepki vereceksiniz?!
KÂBE MÜSLÜMANLARIN BAŞ TÂCIDIR! 3.VERSİYON-B
Sevgili Dostlar,
Bu son bölümün detaylı olması yönünde niyet taşıyordum... Ancak, detayları bizzat açmak yerine ipuçları vermeyi -gündelik hayatın sınırlayıcı şartları sebebiyle- tercih eder oldum.. :)
Önce, bu versiyona kadar hangi aşamalardan geçtik; onları listeleyelim...
Nusub-Ensab Meselesi http://63.231.71.139/forum_posts.asp?TID=1559&KW=semazen &PN=0&TPN=16Mâide’deki Kâ’be http://63.231.71.139/forum_posts.asp?TID=1559&KW=semazen &PN=0&TPN=17TekKuran’a Zılgıt http://63.231.71.139/forum_posts.asp?TID=1559&KW=semazen &PN=0&TPN=23VERSİYON1 http://63.231.71.139/forum_posts.asp?TID=1559&KW=semazen &PN=0&TPN=25VERSİYON2 http://63.231.71.139/forum_posts.asp?TID=1559&KW=semazen &PN=0&TPN=27İlimde Demokrasi Olmaz http://63.231.71.139/forum_posts.asp?TID=1559&KW=semazen &PN=0&TPN=30Balı+Kesir http://63.231.71.139/forum_posts.asp?TID=1559&KW=semazen &PN=0&TPN=34Görünmeyen El http://63.231.71.139/forum_posts.asp?TID=1559&KW=semazen &PN=0&TPN=37VERSİYON3A http://63.231.71.139/forum_posts.asp?TID=1559&KW=semazen &PN=0&TPN=42Az Kalsın Bekaa’yı Bekke DiyeYutturacaklardı http://63.231.71.139/forum_posts.asp?TID=1559&KW=semazen &PN=0&TPN=45Bekaa Tutmadı Mübârek Versek http://63.231.71.139/forum_posts.asp?TID=1559&KW=semazen &PN=0&TPN=55Son Keşifleri Hıcec http://63.231.71.139/forum_posts.asp?TID=1559&KW=semazen &PN=0&TPN=66Hıcec’e Takıldılar http://63.231.71.139/forum_posts.asp?TID=1559&KW=semazen &PN=0&TPN=69
Konuyu ilk defa inceleme fırsatı bulduysanız veya meseleyi daha iyi anlamak için tekrar gözden geçirmeyi düşünüyorsanız; yukarıdaki linkleri tâkip ederek bir safsatanın nasıl deşifre edildiğine tanıklık edebilirsiniz..
Ancak, safsatalara alerjisi olan (ki her insan böyle olmalıdır) aklı başında bir insansanız, okuma öncesinde “sâkinleştirici” almanız iyi olur.. :)
Peki, bu versiyonda ilâve olarak hangi ipuçları verilebilir...?
Şimdi, onlara bakalım! Ancak, detayları değil, sâdece ipuçlarını vermekle yetindiğimizi unutmayalım!
Hâc Sûresine bakıyoruz... 26’dan 34. Âyete kadar... (Mealler hazır mı?)
29. ve 33. Âyetlerin Arapça orijinalinde Beyti Atîk (Kâ’be) geçiyor... Önemli bir detay! Mâdemki ilgili âyetler Hz. İbrahim, Hac ve Kâbe hakkında bilgi veriyor... Ortaya şu çıkıyor.. Kâbe, Hz. İbrahim için bile, Hz. İbrahim döneminde bile Beyti Atîk! Yâni, geçmişi belki de Hz. Âdem’e kadar uzanan Kadîm Ev! Beyti Atîk=Kadîm Ev... Âyetlerden anlıyoruz ki, kendisinden isminden başka hiçbir yâdigâr kalmamış bu Ev, tekrar Hz. İbrahim vasıtasıyla inanç dünyasının merkezine oturtuluyor.....
Şimdi de Bakara Sûresi’ne bakıyoruz... 124’den 130’a kadar.....
125. Âyete lütfen dikkat! “Makamı İbrahim” var... 130. Âyete dikkat! “Milleti İbrahim” var... Bu iki âyet arasında Beyt (127) + Ümmet (128)+ Bir Peygamber (129) var....
Şimdi tekrar okuyalım ve soralım... İbrahim’in Makamı ile İbrahim’in Milleti kavramları arasında yer alan Hz. İbrahim’in dualarına konu olan “Ümmet” ve onlar için gönderilmesi istenen “Peygamber” bize hangi ipuçlarını sunmuş oluyor... :) Bulduğunuz cevaplardan sonra Hz. İbrahim’in Mekke’ye geldiğine ve Kâbe’yi yeniden inşa ettiğine ve Bekke’yi (Hz. Muhammed’in Mekke’sini) yaşanır kıldığına şüpheniz kalıyor mu?
Bunun sağlamasını Âli İmran ile yapalım... Bakara 130’da ne vardı? “Milleti İbrahim”... Şimdi yine zincirin halkalarına dikkat! Zincirin sahibinin Allah olduğunu unutmayarak.... Âli İmran:95’de yine “Milleti İbrahim” var... 96’da Bekke ve Evvele Beyt.... 97’de Makamı İbrahim....
Umarım anlaşılmıştır... :)
Bakara:124’e bir daha dönelim... Rabbimizin Hz. İbrahim için söylediğine dikkat! “Ben seni bütün insanlara İMAM yapacağım”... (Kâle innî câılüke linnâsi İMÂMEN)
Şimdi de Hâc:27’ye bakalım... “....Sana gelsinler....” (Ye’tûke) deniyor değil mi? Evet, öyle buyuruluyor...
Hz. İbrahim sağ ve Kâbe’yi inşa etmiş; İmam olarak insanları Hac’ca çağırıyor... İbrahim Peygamberin çağdaşı olarak ona gidiyorsunuz.... Neden Kâbe’ye değil de İbrahim Peygamber’e?... Cevabı basit... Çünkü, Hz. İbrahim’in peygamberliğini duymuş ve kabul etmişsiniz; ama Beyti Atîk hakkında duyduklarınız efsanelerden ibâret ve Hac hakkında hiçbir fikriniz yok....
Peki, “... sana gelsinler...” Hz. İbrahim’in vefâtından sonra hükümsüz mü kalıyor... HAYIR!
Neden?
Çünkü, Hz. İbrahim’in İMAMlığı devam ediyor. Ama kendisi artık hayatta değil... Doğru! Ama bize sormuyorlar... Buyuruluyor ki “Makamı İbrahim” orada.... (Bakara:125 ve Âli İmran:97)
Kısacası, Hacca gidenler, Beyt’ül-Harâm Kâ’be’ye gidenler aynı zamanda Hz. İbrahim’e gelmeye devam ediyorlar.... Kendisi yok; makâmı orada... Kendisi yok; Milleti İbrahim ortada...
Saygılarımla,
Neyzen_Semazen
Milleti İbrahim için Elmalılı Tefsirinden alıntı: Millet: Lügatte esasen söyleyip yazdırmak veya ezbere yazmak mânâsına gelen masdarıyla, yani "imlâ" mânâsıyla ilişkili olan bir isimdir. Zemahşerî'nin "Esas"ta beyanına göre; asıl mânâsı "tutulup gidilen yol" demektir ki, eğri veya doğru olabilir. İşte bu anlamdan alınarak din ve şeriat mânâsında kullanılmıştır. Şehristanî'nin "el-Milel ve'n-Nihal"deki beyanına göre din, şeriat, millet denilen şeyler hadd-i zatında hep aynı şeylerdir. Ancak itibar edilen ve gözetilen mânâya göre, yine de her biri bir başka yönden diğerinden farklı bir anlam kazanır. İtikat ve iman bakımından din, amel ve tatbikat bakımından şeriat, sosyal bakımdan, yani sosyal realite bakımından millet denilir. Gerçekte itikad edilen ne ise, amel edilen de odur. Amel edilen ve uygulanan ne ise esas itibariyle üzerinde ittifak edilen şey de odur. Şu halde millet, bir cemiyetin etrafında toplandığı ve üzerinde yürüdüğü, diğer bir deyişle, ictimaî duygu ve telakkilerinin tabi olduğu ve kitlesinin bağlı bulunduğu hakim ilkeler ve takib edilen gidişattır, sülûk edilen yoldur. Bu yolun hak olanı, hak olmayanı, eğri olanı, doğru olanı vardır. Şu kadar var ki, yolun hak olanı güzel sonuca, hak olmayanı da hüsrana ve kötü akibete götürür. Demek ki millet, sosyal kurul dediğimiz toplumun kendisi değildir. Ona cemaat, kavim, ümmet veya ehl-i millet denilir. Mesela Yahudilik ve Hıristiyanlık birer millettir fakat yahudiler ve hıristiyanlar ehl-i millet, sahib-i millettirler, diğerleri de öyle... Bununla beraber "millet" kelimesi "ehl-i millet" mânâsına da mecaz olarak kullanılmaktadır. Mesela; "millet şöyle yaptı, millet böyle yaptı" denilir ki bu, kavim demektir. Müteallikı zikredip, müteallakı murad etmek kabilindendir veya doğrudan doğruya mecaz-ı hazfîdir. Nitekim âyette "İbrahim milleti" tamlaması, her iki mânâya da tefsir edilebilir. Âyette "heva ve hevesleri" buyurulması, gösteriyor ki, yahudi ve hıristiyanların takip ettikleri din ve millet, yukarıdan beri, inkar edilemez delil ve burhanlarla isbat edildiği üzere, kendi heva ve hevesleriyle, gönüllerinin keyfince uydurulmuş hurafeler, din adına ortaya konulmuş bozmalardır. Bunlar hakka değil, keyiflerine tabidirler; milletleri, peygamberlere indirilen kitaplardan ve hak yol olan tevhidden, İslâm ve ihsan esaslarından çıkmış, bambaşka bir şey olmuştur. Cenab-ı Allah, bütün bu eski dinlerin temel ilkelerini Kur'ân'da açıklamış, bunları tasdik ve teyid edip yeniden onaylamış ve o ilkelerden ayrılanların, gerçek dine değil, kendi hevalarına uyduklarını göstermiştir. Bunların din dedikleri şeylerin aslında hevadan ibaret bulunduğunu hatırlatarak peygamberini bunlara uymaktan şiddetle sakındırmıştır.
__________________ Gideni az olan yoldan gidin (İncil)
Yeryüzünde yaşayanların çoğunluğuna uyarsan seni Allah'ın yolundan saptırırlar (Kur-an)
|