Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Biz Kuran'ın tarihselliği ile ilgili bir söz söylediğimizde otomatik
olarak bizim Kuran'ı değersiz bir şey gibi gördüğümüz anlaşılıyor. Bu
elbette köhne bir önyargıdır.
Kuran, bir hidayet rehberidir. Hangi tarih ve coğrafyada olursa olsun,
onun ayetleri hakkında iyiden iyiye düşünen kimseler için bir Rahmet ve
şifadır.
Bir de şu söyleniyor: "Efendim nasıl olur da böyle veciz, böyle mucize bir beyan sadece belirli bir topluluğa hitap edebilir"
Yani bu bakış açısına göre, Kuran'ın muhatap topluluğunun genişliği ile onun üstünlüğü "doğru orantılı" görülüyor.
Ne alakası var ?
Ben bu görüşe karşı şöyle bir misal getiriyorum:
Yer yüzünün her bir yerinde geçmişte ve bu gün Allah'ın yarattığı nice
canlılar vardır ki, onları hiç bir insan görmemiştir. Onlar, doğmuş,
yaşamış ve ölmüştür. Şimdi onları hiç kimsenin görmeyişi, Allah'ın
onlar üzerindeki ilmini, kudretini değersizleştirir mi ?
Bazı sinekler var, ömrü bir gün... Şimdi onun ömrü bir gün olacak diye Rabbin onu eksik, kusurlu yaratması mümkün olabilir mi ?
Yaratanın sözü ister istemez veciz ve mucizdir. İster bir kişiye hitap etsin ister bütün alemlere...
Ve şu acı bir hakikattir ki, Kuran dini diyerek hanifler arasına
katılarak şu veya bu bahane ile deist çizgiye geçenlerin hepsinin ortak
noktası Kuran'ın her "siz" hitabını "biz" diye anlamaya çalışmaları,
Kuran'ı bu güne, yahut bu günü Kuran'a uyuşturmaya çalışmalarıdır.
Onların hepsinin ayrılış mesajlarını irdelerseniz, bu "ortak" sanıyı göreceksiniz.
Esenlik dileklerimle...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
herhangi bir meslekte ustalık ve çıraklık konusunu göz önüne alalım...
çırak önceleri ustanın yaptığı hiçbir şeyin sebebini anlamaz...
anahtarı getirir yerleri süpürür ustasının sözünü dinler...
zamanla çırak bazı şeyleri ustası söylemeden yapmaya başlar...
biraz daha ilerlediğinde ustası yokken bazı ufak tefek işleri ustasından gördüğü gibi yapmaya çalışır...
gittikçe ustasının neyi neden yaptığını neden yapmadığını anlamaya başlar...
hatta ustasına bazı durumlarda fikir verir...
daha önce ustasıyla beraberken hiç yapmadığı bir işi alıp onu yapmaya çalışırken başka bir yöntemi uygulaması gerektiğini farkeder...
o yöntemle de sonuca ulaşılmıştır...
ustası bunu gördüğünde onu takdir eder aferim der...
artık yavaş yavaş sende ustalaşmaya başladın...
sana da bir dükkan açalım...
yeni dükkanda usatasından hiç görmediği şeyleri de ondan gördüğü şeyleride uygular ve başarılı olur...
çünkü işi öğrenmiştir...
artık kendisi bir ustadır ve her yeni sorunda yeni çözümler üretir...
bu yukarıda yazdığım ufak kurgu her çırağın ve ustanın başından geçen hikayedir...
peygamberlerde toplumun iyiliği adaleti ve dünya ahiret saadeti için çalışan ustalardır...
onların çıraklarına yani bizlere düşen ustalarımızın amaçlarını iyi anlayıp kendi dünyamızdaki sorunlara ustam olsaydı şimdi ne yapardı diyerek doğru çözümle üretmeye çalışmak olmalıdır...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yakın tarihimiz açısından bakıldığında ise,[13]
işin en enteresan tarafı, Batıda kullanılan hermenötik yöntemin Kur’an
ve Sünnete uygulanması önerisine öncülük edenlerin, yine Batılı
akademisyenler olmasıdır.[14]
Örneğin, Alfred Guillame şöyle der: “Her Müslüman biliyor ki, Kur’an’ın
çoğu Muhammed’in hayatında belirli olaylar ve problemler üzerine
inmiştir. Ama İslam’ın getirdiği ve miladi VII. Asrın şartlarına göre
inen emirler, yasaklar ve mekruhlarla, sonra gelecek milyonların
hayatını idare etmenin amaçlandığını kim kabul eder?”[15]
Rudi Paret ise şu iddiada bulunur: “Kur’an’ın lafız olarak vahyedildiği
ve vahyin mutlak değişmezliği ilkesinden vazgeçip, Kur’an’ın önerdiği
yaşama düzeninin Muhammed’in kendi çağına hitap ettiği, yani zamana
bağlı olduğu ve sonraki gelişmeler tarafından aşıldığı kabul
edilmelidir.”[16]
Paret, görüşlerine devamla şöyle der: “Esasen Kur’ân, Müslümanların
çağdaşlıkla kucaklaşmalarını onaylamamaktadır. Zira Kur’an’ın dünyası
bambaşka ve tarihin çok gerilerinde bir yerdedir. Müslümanların onun
evrenselliğine olan inançları gereği, çağdaş yaşam ile olan sorunlarını
çözmede de yine ona başvurmaları ise, esasen ona üstesinden
gelemeyeceği bir yük yüklemekten başka bir şey değildir.”[17]
Görüldüğü
üzere R. Paret, Kur’an’ın dünyasının, tarihin çok gerilerinde
kaldığını, onun önerdiği yaşam tarzının Hz. Peygamber’in çağına hitap
ettiğini ve de sonraki gelişmeler tarafından aşıldığını açık bir
şekilde iddia etmektedir.[18]
Batıda
geliştiği şekliyle, yine Batılı akademisyenler tarafından Kur’an ve
Sünnete uygulanan tarihselci-hermenötik yöntem, çok geçmeden Müslüman
araştırmacılar tarafından da benimsenerek uygulama sahasına kondu.
Örneğin R. Paret’in çalışmalarından övgüyle bahseden ve istifadeye
elverişli bir çalışma olarak tavsiye eden Fazlur Rahman,[19] şöyle der: “Değişme ilkesine[20]
gelişigüzel bir sınır çizilmeyeceğine göre, bu ilke Kur’an’ın özel
hükümlerine göre genişletilebilir. Maksat, manevi ve ahlaki hayatımızın
temelini, Kur’an ilkelerine göre oluşturmak ise, özel bir sosyal hadise
ile özel bir çözümün şekli ezeli ve ebedi olamaz.”[21]
[1]
“Helenistik düşünceden İslam dünyasına intikal eden teolojik sorunların
başında Tanrı’nın zatı, sıfatları ve fiilleriyle ilgili problemler
geliyordu.” Karlığa, Bekir, Grek Düşüncesinin İslam Dünyasına Girişi ve
Yol Açtığı Yeni Fikri Eğilimler, İslam, Gelenek ve Yenileşme, İSAM
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi Yayınları, İstanbul
1996, s. 52
[2] Karlığa, Grek Düşüncesinin İslam Dünyasına Girişi ve Yol Açtığı Yeni Fikri Eğilimler, s. 46
[3] Bk., Fahri, Macit,İslam Felsefesi Kelamı ve Tasavvufuna Giriş, Çev., Filiz, Şahin, İnsan Yay., İstanbul 2002, s. 20
[6] Bk., Fahri, a.g.e., s. 20-21; Karlığa, a.g.e., s. 46-47
[7]
“Hermetik: Mühim Yunan kaynaklarından birisi, dini-felsefi makalelerden
oluşan ve yaklaşık olarak I-III. Hıristiyan asırlarında
İskenderiye’deki Yunan devrinin son dönemlerinin takipçileri tarafından
yazılan Hermetica veya Corpus Hermeticum olarak bilinen mecmuadır. Bu
eserlerin, Hıristiyan ruhi hayatının şekillenmesinde büyük tesiri
olmuştur. Bir ölçüde de, tasavvufi ve felsefi İslam akılcılığının
şekillenmesinde tesirleri olmuştur.” Afîfî, İslam Düşüncesi Üzerine Makaleler, s. 353
[8]Afîfî, a.g.e.,
s. 111, 114; “Hicretin III. Asrında yani miladi IX. Yüzyılda İslam
medeniyeti, ilahiyatı, felsefesi ve bilimi büyük oranda Helen
medeniyetinin etkisine girdi. Arapların Aristo felsefesini özümsemesi
Porphyry ve Proelus’un Yeni Eflatuncu şerhleri yoluyla gerçekleşti.” Ahmed, Hindistan’da İslam Kültürü Çalışmaları s. 172
[9] Bk., Afîfî, İslam Düşüncesi Üzerine Makaleler, s. 110
[10] Bk., Afîfî, a.g.e.,
s. 109; “IX. Yüzyılda, İslam’da sistematik felsefî yazı geleneğini
tümüyle resmen başlatan Ebu Yusuf Yakup el-Kindî (Ö. 866) de, Akimo’lu
Thomas (Ö. 1274) gibi akıl ve imanın, felsefe ve dinin uzlaştırılamaz
olduğuna inanmıyordu. Vahiy yoluyla insanoğluna bahşedilen daha yüksek
bir ilahi hikmet, felsefeyle ters düşmemiş, aksine daha çok onu
desteklemiş, takviye etmiştir.” Fahri, İslam Felsefesi Kelamı ve Tasavvufuna Giriş, s. 41, 49
[13]
İslam Dünyasının Batı karşısındaki konumunun ciddi manada sorgulanmaya
başlandığı on dokuzuncu yüzyılda, yeni arayışlar gündeme geldi.
Müslümanlar, Kuran ve Sünneti algılayış biçimlerini yeniden incelemeye
aldılar. Bu aşamada klasik Tefsir Usulune karşı, Batı aklının icat
ettiği yeni anlayış usulleri benimsendi. Yirminci yüzyılın eşiğine
gelindiğinde ise, bu usullerin okullaşma süreci başladı. Kendi
içlerinde farklılık arz eden bu usullerin ortak buluşma noktası,
hepsinin Batı’ya ve Onun değerlerine karşı, Batının anlayış usullerini
kabullenen ve söz konusu usulleri uygulamayı fazilet sayan bir gündeme
sahip olmalarıydı. Bk., Yıldız, Recep, Tarihselcilik, http://www.inkisaf.net/modules/articles/article.php?id=25, 15,08,2005
[14]
Hermenötik ve tarihselcilik, gerçekte kilisenin skolâstik müktesebatını
insanileştirmek için doğan bir anlayış tarzıdır. Söz konusu yöntemler,
Yahudilik ve Hıristiyanlık kültürü içinde oluşum sürecini tamamlayınca,
oryantalistler tarafından İslam dünyasına taşındı ve Kur’an’a tatbik
edildi. Kur’an’ın vahiy olduğunu kabul etmeyen Oryantalizm, tarihselci
anlayış çerçevesinde ayetlerin evrensel duruşlarını reddetti. Onlara
göre, Kuran-ı Kerim belli bir tarihliliğe sahipti ve yalnız o bağlamda
ele alınmalıydı. Bk., Yıldız, Tarihselcilik, http://www.inkisaf.net/modules/articles/article.php?id=25,
15,08,2005; “Tarihselciliği Hıristiyanlığa uygulayan müsteşrikler, aynı
şeyi önce hadislere ve ardından Kur’an-ı Kerim’e uygulama gayretleri
içerisine girdiler.” Bk., Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, Esra
Yayınları, s. 293
[15] Bk., Yiğit, Hermeneutik
Yöntem Ve Usul-İ Fıkhın Kat’i-Zanni Diyalektiği, s. 136-138; “Batılı
yazarların İslam dünyası için bir kusur olarak gördüğü tarihselci
bakış-hermeneutik eksikliği kısa bir süre sonra İslam dünyasında yankı
buldu. Fazlur Rahman, Roger Garaudy, Muhammed Arkoun gibi yazarlar, bu
eleştirilerde gerçek payının olduğunu kabul ederek bu doğrultuda fikri
faaliyetlerde bulundular.” Yiğit, a.g.m., s. 136–138
[16] Bk., Paret, Kur’an Üzerine Makaleler, s. 18, 114
[18]
“Tefsirü’l Hadis müellifi M. İzzet Derveze, konuyla ilgili olmak üzere
Maide Suresinin 15. ve 16. ayetlerinin tefsirinde şunları
söylemektedir: “Ey Kitap Ehli, elçimiz size geldi,
kitaptan gizlediğiniz şeylerin çoğunu size açıklıyor, çoğundan da
geçiyor. Gerçekten size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi.”
Görülüyor ki, burada Rasulullah’ın onlara (Ehl-i Kitab’a) gönderilmiş
olduğunu ifade etmesi ve mesajında daha çok genele yönelik olması
bakımından bu ayetler son derece nettirler…Tuhaf olan hususlardan biri
de şudur ki, bu ayette bu kadar netlik ve açıklık olsun da, sonra bazı
müsteşrikler durup dururken, Kur’an’da olan nassların, Hz. Peygamber’in
risaletinin, Arapların dışında diğer milletlere ve dinlere yönelik
evrensel olduğuna delalet etmediği görüşünde ısrar etsinler” Bk.,
Derveze, Et-Tefsiru’l-Hadis I-VII C, VII, 58
[19] Bk., Paret, a.g.e., s. 20 dpn. 7; Soysaldı, Kur’an’ı
Anlama Metodolojisi, s. 163–164; Kuran’ın, Hz Rasulullah’ın (s.a.s.)
yaşadığı miladi yedinci asra yönelik ilahi bir müdahale olduğunu ve
mevcut hükümleri ile bu günün insanına hitap etmediğini iddia eden
tarihselciler içerisinde Fazlurrahman, Mısırlı felsefe hocası Hasan
Hanefi, Nasr Hamid Ebu Zeyd, Cezayirli Muhammed Arkoun, Fransız Roger
Garaudy ve Muhammed Abid el Cabiri gibi tanınmış büyük düşünürler
önemli bir yer tutmaktadır. Bk., Yıldız, Tarihselcilik, http://www.inkisaf.net/modules/articles/article.php?id=25, 15.08.2005
[20]
“İlahi emri, yedinci yüzyıl Arabistan’ının çevresel durumu ile ebedi
kelam arasındaki ilişkiden ibaret gören Fazlur Rahman, çevresel durumun
değişmeye maruz kaldığı gerçeğinden hareketle İlahi emirlerin de değişeceğini
iddia eder. Buna kanıt olarak da ashap tarafından şiddetle karşı
konulmasına rağmen Hz. Ömer’in Kuran’daki bazı içtimai konularda köklü
değişiklikler yapmış olmasını gösterir. Hâlbuki Hz. Ömer’in (r.a.)
içtihatları incelendiğinde görülecektir ki, onların özünde -hükümlerin
illetleri çerçevesinde- toplumsal faydayı temin ve zararı def etme
vardır. Bu ise fıkhın esasıdır. Bundan dolayıdır ki Hz Ömer, (r.a.)
uygulamanın şartları tahakkuk etmeyip hükmün illeti ortadan
kalktığında, ya da hükmün uygulanmasıyla cemiyet adına bir zarar
oluştuğunda o zararı def etme gayesiyle bazı hükümleri geçici
olarak tatbik etmemiştir. Bu doğrudur. Fakat bunu yaparken bir başka
nassla amel etmiştir. Fazlurrahman’ın zannettiği gibi ne olursa olsun
değişim mantığı ile ayetlerin açık anlamlarını kendi görüşü ile
değiştirmemiştir. Zaten böyle bir ameliye içerisinde olmasına ne
Kur’an’ı Kerim ne de Hz. Ömer’in (r.a.) imanı müsaade eder. Yazarın
değişim projesine delil gösterdiği Hz Ömer’in (r.a.) içtihatlarını, bir
örnek üzerinde tahlil ederek gerçekte akla değil fıkhın esas
kaynaklarına dayandıklarını ispat etmeye çalışalım: Bilindiği gibi
-kesilmesine dair ayet olmasına rağmen- Hz Ömer, (r.a.) aşırı kıtlık
yılında hırsızın elini kesme hükmünü durdurmuştur. Nitekim Müzeyne’den
bir adamın devesini çalan Hatıb b. Beltea’nın kölelerine sirkat haddini
(el kesme cezasını) tatbik etmemiştir. Bunun temelinde ise, Hz Ömer’in
(r.a.) hükmün illeti, hikmeti ve uygulama şartlarını etraflı bir
şekilde idrak etmesi yatmaktadır. Gerçekte hırsızlık, başkasının malına
tecavüz etmek olduğundan aşağılık bir suçtur. Bu yüzden onu ortadan
kaldırabilmek için el kesme cezası uygun bir cezadır. Fakat hırsızlığın
el kesmeyi gerektirir bir suç olması birçok şartın gerçekleşmesine
bağlıdır. Bunlardan bir tanesi de zaruret halinin olmamasıdır. Çünkü
“Zarurutler haramları mübah kılarlar.” Zenginin fakiri doyurmadığı,
insanların aç kaldığı, aşırı derecede kıtlığın hâkim olduğu bir zamanda
yapılan hırısızlık el kesmeyi gerektiren bir ceza olmaktan ziyade,
haram olmasına rağmen zaruret halinde mubaha dönüşen ameliyeler
kabilinden olur. Dolayısıyla böyle bir durumda hırsıza el kesme cezası
uygulanmaz.” Yıldız, Tarihselcilik, http://www.inkisaf.net/modules/articles/article.php?id=25, 15.08.2005
[21] Bk., Soysaldı, Kur’an’ı Anlama Metodolojisi, s. 164; Ayrıntılı bilgi için bk.,Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’an, s. 24, 104–106;“Kur’an’ın
ihtiva ettiği hükümleri küllî ve cüz’î olmak üzere iki kategoriye
ayıran Fazlur Rahman, küllî diye isimlendirdiği ve sayılarının oldukça
sınırlı olduğunu söylediği genel hükümleri, zaman üstü bir duruşla
tahlil eder. Buna mukabil siyaset, hukuk, ekonomi gibi cüz’î/tikel
kabul ettiği hükümleri ise tarihsel olarak görür. Ona göre, tikel
hükümler ancak gayelerinden genel hükümler çıkarılarak işlevsellik
kazanabilirler. İktisat, hukuk ve siyasetle ilgili hükümleri yöresel ve dolayısıyla tarihsel kabul eden Fazlur Rahman,onlara modern zaman içinde uygulama alanları bulamaz. Ona
göre, hukukla ilgili ayetler, indikleri cemiyetin özelliklerini
taşımaktadırlar. Örneğin; savaş ve barışla ilgili bütün ayetlerde,
yedinci asır Hicaz Yarımadasının etkileri görülmektedir. Bu tür yöresel
ayetler, ancak dolaylı hukuk referansı olabilirler. Evrensel olan
ayetler ise, oldukça sınırlıdırlar. Onlarla iktifa etmek hayatın önünü
tıkar. Müslümanların modern zamanla birlikteliklerini tesis etmeleri,
birçok hükme kaynaklık edebilecek ilkeler tespit etmelerine bağlıdır.”
Bk.,Yıldız, Tarihselcilik, http://www.inkisaf.net/modules/articles/article.php?id=25, 15.08.2005; Ayrıca bk., Soysaldı, a.g.e., s. 164-165
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
sayın asım bey yazılarınızı elimden geldiğince okumaya çalıştım. Şöyle bi eleştiri yapmadan duramayacağım. tarihsel bakış açısı üzerine yaptığınız eleştirilerde bu konuya yönelenlerin ya batı etkisi demişsiniz modernist vs.. bi şeyi gözden kaçırıyorsunuz bence .Bir insanın tüm geleneksel verilerden uzaklaşarak özgür bi bakış açısıyla kuranı okumaya töneldiğinde bilinki hiç bi akımın etkisinde kalmadanda bu tür sorular içinde kalabilceği olmalıdır .benki kuranı tarafsız bi açıyla okuduğumda bu tüm rivayetlerin ve hadislerinde desteğiyle o dönemin kültürüne dair bi düzenleme olduğunu anlayabildim ve bu rivayetleri sorgulayan kişilere kuran araştırmacılarının kabullenebilirlik olmasını perçinlemek için getirdiği yorumlama çalışmalarının ve bu yorumlar arasındaki farklılıkla gelen ayrılıkların işte müminleri bir çok hiziplere ayrılmasına sebep olan sebeplerdir.bunda ne batının nede modernist düşünenlerin suçu var....ve aslada işin içinden çıkamayacaksınız ..ortak noktada buluşmanız asla mümkün olmayacak evrensel olarak bu düzenlemeleri kabul ettiğiniz müddetçe içinde bunu savunanlarla bile farklı yorumlardan gelen ayrılıklar yaşıycaksınız .Biri diğerini küfürle yargılaması müslüman içine düştüğü acı bi durum zaten...savunduğunuz şeyin arkasında olamayacağınızı idda ediyorum.... onca ilmi çalışmanızdan sonra benim sözlerim çok avamca kalabilir ama bu işte durdurulamicak bi süreç burda benim gibi artık sorgulama içine girmiş bir çok kişinin ard niyetli olduğunu ben asla düşünmüyorum ...bizi sizi yönlendiren inannın vicdan olacaktır hep nice ayetleri tasdik edip bunu Allah için yapıyorum diyenlerin ben biliyorum ki ayetlerden bi haber olsalar bile karekterlerinin içinde vicdanlarında olanın dışına zaten çıkmayacağıdır... bunun örneklerini resulun nübüvvetinden sonra sahabi arasındaki bir çok kanlı olayların hemen vuku bulmasından görebiliyoruz.... adaleti vicdanında yer bulmuşlara Allah mükafatını elbetteki verecektir
ilgilendiğimiz konu üzerinde lehte ve aleyhte görüş bildiren ve benim dikkatimi çeken yazıları bu konu altında paylaştım...
şahsi görüşlerimizin bunların okunup değerlendirilmesinden sonra ortaya çıkması gerektiğini düşünüyorum...
kendi görüşümü oluştururken o konuda söz söylemiş başka insanların ne dediklerine de mümkün olduğunca vakıf olmalıyım...
bunu belirttikten sonra şu ana kadar oluşturduğum fikir şudur...
kuran ve hadisler kendi tarihlerinin içinde en doğru şekilde anlaşılır...
yani tümüyle tarihseldirler...
evrensel olan şey onların içerdiği mesajdır...
yani kuranın ve hadislerin yani peygamberlerin dolayısıyla allahın amacı evrenseldir...
bu evrensel amacın belli bir tarih ve yörede nasıl gerçekleştirilebileceğinin bir örneğidir peygamberin hayatı...
peygamberin amacını nasıl gerçekleştirmeye çalıştığını iyi öğrenebilirsek aynı amacı bugün nasıl gerçekleştirebileceğimiz bizim için daha da netleşmeye başlar...
peygamberin yaşadığı şartlar o zamanın anlayışları o zamanın gerçekleri hakkında bilgimiz arttıkça onun yaptığı her davranışın ve söylediği her sözün değerlendirmesini daha doğru olarak yapabiliriz...
o yüzden kendi gerçeğimizi ve kainatın ardındaki gerçeği arama gibi bir çabamız var ise yüce yaratanın çok istisnai bir şekilde muhatab olduğu bir insan olan hz muhammedin serüvenini iyice incelemek gibi bir imkanımız vardır...
tarihsel gerçekliğin bize sunacağı evrensel mesajı aramaya devam ediyoruz...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Sayın asım bey gönderdiğiniz yazıları gördükçe gerçekten bu konuda ciddi araştırma yapılmasını görmek beni çok mutlu etti. Çokta istifade ettiğimi belirtmek isterim.Fazlu rahmanın o görüşlerinden haberim yoktu.Benim tüm anlatmak istediklerimi çok güzel sunmuş sadece şu vareğer bazı ayetlerin evrensel olmadığını düşünmediğimizde bu bizi itikaden nereye götürür.Aklıma gelmiyor değil tüm gelen verilerin beşeri olma ihtimali olabilirmi ??.çok risskli bi soru olduğu biliyorum ama önüne geçemiyorum artık. bunca araştırma yaparken resulun okur yazarlığı yok deniyordu halbuki olduğunu anladık ve bu veriyle düşündüğümüzde tüm ehli kitabın bilgilerinden uzak kalması zaten mümkün olmazdı hatta ibrahimi dine olan yakınlıklıklarını düşünürsek tarihi rivayetlerden haberi olan bi toplumdu .Kuranda geçen onca rivayetlerin bu kültürden gelen izler taşıyor olması tüm bu verileri toplayıp bi düzenleme içine girmiş olamazmı acaba???peygamberin bunu başarmasındaki çabasının yanında bizler ilahi adaleti ruhumuzda inanarak yaşasak rabbimize ona has kılarak bu verilerden bi habersiz yaşayanlarında allah için kabul görmesi mümkünmü.Sonuçta bi bilim adamı bile bi nesneyi araştırırken bunun ilahi bi güçle var olabileceğine inanarak rabbine iman edebiliyor onların kuranı tassdik etmeden rabbine iman etmesi kabul görmezmi dersiniz...
Tarihsellik
ve evrensellik konusu, sosyal bilimlerin ortak bir konusudur. Bu açıdan
öncellikle bu kavramları genel olarak açıklamakta fayda vardır. Böylece
bu iki kavramın ne zaman ve nerede kullanılmaya başlandığı hakkında
genel bir fikir edinmiş oluruz.
A. Tarihsellik
Kelime olarak; herhangi bir tarihi olgu ve olayın ilgili tarihsel diliminin özelliklerini taşımasıdır.[1]
İlgili olduğu bilim dalının özelliklerine göre tanımlandığı için terim
olarak tarihselliğin değişik tarifleri bulunmaktadır. Biz bu
çalışmamızda tüm dalların tanımlarını getirecek değiliz. Genel olarak
düşünüldüğünde tarihselciliğin şöyle bir tanımlanması mümkündür: İlgili
vakıanın, gerçekleştiğin yerin ve zamanının özelliğini barındırması,
onu aşmamasıdır.
B. Evrensellik
Kelime olarak; tüm evreni ilgilendiren, insanların tamamıyla alakası olan şeydir.[2]
Tarihsellik kavramında olduğu gibi evrensellik kavramında da ilgili
olduğu bilim dalının tanımı etki etmiş olduğu için değişik görüşler
bulunmaktadır. Evrensellik için ise; genel olarak, herhangi bir olgu,
olay, düşünce ve oluşumun her yönden herkesi, her zamanda etkilemesi
gibi bir tanım tercih edilebilir.
II. İslami Hükümlerin Tarihselliği Ve Evrenselliği Meselesi
A. İslami Açıdan Tarihsellik ve Evrensellik Kavramı
İslami
açıdan evrensellik ve tarihsellik kavramları, dinin ana kaynağında
bulunan veya bu ana kaynağa bağlı kaynakların hükümlerinin, hükmün
gelmiş olduğu dönemin şartlarını mı taşıdığı, yoksa her zaman, her
yerde herkesi bağlayan bir özelliğe sahip mi olduğu şeklinde ele
alınmaktadır. Buna göre bu iki kavrama şöyle bir tanımlama
getirilebilir.
1. İslami Açıdan Tarihsellik:
İslami
Hükümlerin gelmiş olduğu dönemin özelliğini taşıması ve bu açıdan
ilgili tarih dilimini aşmamasıdır. Kuran hükümlerinin ve Kurana bağlı
kaynakların belirli bir tarih diliminin özelliğini yansıttığı için her
zaman her yerde herkesi bağlamayacağı görüşüdür. Bunlar kendi
içerisinde iki kısma ayrılmaktadır. Bir kısım, Kuran da dâhil tüm
kaynaklardaki hükümlerin tarihsel olduğunu ifade ederken, diğer bir
kısım sadece içtihatları tarihsellik kavramının içinde düşünmektedir.
a. Tüm Kaynakların Tarihsel Olduğu Görüşü
Kuran
ve sünnet kaynakları da dâhil tüm İslami hükümlerin tarihsel olduğu
görüşüdür. Bunlara göre Kuran gelmiş olduğu insan topluluğunun
sorunlarını çözmeye çalıştığı için hiçbir şekilde hükümleri evrensel
olamaz. Bu görüş Müslümanlar arasında oldukça zayıf durmaktadır.
b. İçtihatların Tarihsel Olduğu Görüşü
Kuran
ve Sünneti evrensel görüp bu iki kaynaktan çıkarılan içtihatların
tarihsel olduğunu savunan görüştür. Bunlara göre, Kuran ve sünnet genel
ilkeler verdiği için evrenseldir ancak içtihatlar bu genel hükümlerin
ilgili çağdaki yorumu olduğu için tarihseldir. Bu görüş ise Müslümanlar
arasındaki en güçlü görüştür. İslam tarihinin belirli bir döneminde
mutlak içtihat yasaklanmışsa da fetva içtihatları yapılmış ve bu
şekilde içtihadın yenilenmesi yoluna gidilmiştir.
2. İslami Açıdan Evrensellik
İslami
hükümlerin sadece doğduğu tarih ve coğrafyanın özelliğini taşımaması,
her zaman her yerde her insan için uygulanabilir hükümler olması
anlamına gelir. İslam hükümlerinin kaynağının Allah olması sebebiyle
ilgili dönemi aştığı ve herkesi her zaman ilgilendirebileceği
görüşüdür. Bunlar da kendi arasında ikiye ayrılmaktadır. Bir kısım,
Kuran hükümlerinin tüm lafız ve mesajlarıyla her dönemi bağlayacak
şekilde evrensel olduğunu söylerken diğer bir kısım ise kuran
lafızlarının tarihsel, mesajlarının evrensel olduğu bunun için de
hükümlerin bağlayıcı değil, örnek olduğu görüşünü savunmaktadır. Üçüncü
bir kısım ise Kuranın bir kısmını evrensel görürken geri kalan kısmını
tarihsel olarak görmektedirler.
a. Tüm İslami Kaynakların Her Yönüyle Evrensel Görüşü:
Bunlara
göre, gerek Kuran hükümleri gerek sünnet hükümleri ve gerekse de
içtihatlar zamanında her şeye çözüm getirmiş ve eklenecek herhangi bir
şey bırakmamıştır. İçtihadın yasaklanmasından sonra İslam dünyasında
güçlenen bu görüş fetva içtihatları ile kısmen zayıflamış ve modern
dönemlerde zayıf bir görüş haline gelmiştir.
b. Sadece Kuran ve Sünnetin Evrensel Olduğu Görüşü
İçtihatların tarihsel olduğuna inanan görüştür. Buna kısaca değindik. Bunun için burada tekrarlamayı gerek görmüyoruz.
c. Kuran ve Sünnetin kısmen Evrensel Olduğu Görüşü
Bunlara
göre kaynaklardan birisinin tamamını evrensel veya tamamını tarihsel
görmeye gerek yoktur. Her kaynak, evrensel hükümler içerebileceği gibi
tarihsel hükümler de içerebilir. Fazlurrahman ile güçlenen bu görüş
günümüz modern çevrelerde de desteklenmektedir.
d. Hükümlerinin Tarihsel, Mesajlarının Evrensel Olduğu Görüşü
Kuranın
tarihsel okunuşundan evrensel değerlerin çıkarılabileceğine inanan
görüştür. Buna göre hükümlerin kendisi değil, illetleri önemlidir. İlet
değişince hüküm de değişir. Ama verilmek istenen mesaj evrenseldir.
Çünkü insanlara bir form vermektedir. Eski bir kısım mutezile ve
asrımızın kelamcıları ile Sünni ekolün içtihat ekolüne bağlı önemli
oranda bu görüşe sahip olanlar vardır.
B. Evrensellik Ve Tarihsellik Tartışmasının Tarihçesi
Tarihsellik-evrensellik
konusu, Hz. Peygamber döneminden itibaren değişik isimler adı altında,
değişik yöntemlerle tartışılmaya başlanmış ve bu tartışma günümüze
kadar gelmiştir. Tarihsellik adı verilerek yapılan tartışmaların
hızlandığı dönem ise oryantalistlerin islamı araştırmaya başladıkları
asırlara denk gelmektedir. İslam tarihi boyunca açıkça veya dolaylı bir
şekilde buna matuf olan tartışmaların bir kısmını aşağıya alıyoruz.
1.
Vahyin niteliği hakkında yapılan tartışmalar dolaylı olarak Kuranın
evrenselliği ve tarihselliğini de ilgilendirmektedir. Kuranın mahlûk
olduğunu söyleyenler genel olarak hükümlerin tarihsel olduğunu da ifade
etmiş gibi oluyorlar. İslam düşünce tarihinde Mutezile ile Ehl-i Sünnet
arasında cereyan eden bu tartışma bu yöndeki ilk tartışmalardan biridir.
2.
Kuranda neshin var olup olmadığına dair tartışmalar da kuranın
tarihsellik ve evrensellik özelliği ile ilgilidir. Hatta direk bir
şekilde ilgili olduğu için birçok kişi neshi kabul etmemiştir, Nesh
bile değişik yorumlamalar sebebiyle çeşitli şartlara bağlı olarak kabul
edilmiştir. Nesh, hükümlerin tarihsel olduğu düşüncesinde olanlar için
her zaman gerçekleşebilene bir zarurettir. Hükümlerin evrensel olduğuna
inananlar için ise Hz. Peygamber dönemi ile sınırlı olup ondan sonra
temelli bir şekilde kaldırılmıştır.
3. Kuranın
sözlü bir vahiy mi yoksa yazılı suhuf şeklinde bir metin mi olduğu
tartışması da Kuranın evrensellik ve tarihselliği ile ilgili bir
tartışmadır. Sözlü olan vahyin daha çok ilgili kişileri ve
çevresindekileri bağlayacağı, bunun için de sonrakileri bağlamayacağı
ve haliyle tarihsel olacağı, yazılı olanın ise yasa kabul edildiği için
daha çok kişileri kapsayacağı düşünülerek konuya bu yönden de bakış
açısı getirilmiştir. Kuran, sözlü bir ürün olduğuna inananlar için
tarihsel, yazılı bir metin olduğuna inananlar için evrensel olarak
görülmektedir.
4. Batıda 16 ve
17.yy da Hıristiyanlık üzerinde araştırmalar yapılırken
tarihsellik-evrensellik konusu bir yöntem olarak değişik bir sistem
içerisinde tartışılmıştır. Oryantalistler vasıtasıyla bu yeni tartışma
yöntemi İslam dünyasına da girmiştir. Kilisenin mutlak gücüne karşı
gelişen başkaldırıların yansımalarından biri olarak görülen bu
hareketin modern dönemlerde bir kısım Müslüman’ı da aynı yöntemleri
takip etmek şeklinde etkilemiş olduğunu görmekteyiz. Bunlara karşı
çıkanlar ise batı ile İslam dünyasının şartlarının ayrı olduğunu, onlar
için geçerli olan durumların İslam dünyası için geçerli olmayacağını
söylemektedirler.
C. İslami Hükümlerin Tarihselliği ve Evrenselliği hakkındaki Görüşlerin Analizi
İslami
hükümlerin tarihselliği ve evrenselliği hakkında genel anlamda iki
görüş olmasına rağmen bu görüşlerin de kendi aralarında değişik
düşündüklerini ifade etmiştik. Genel olarak tarihselciler ve
evrenselciler diye ikiye ayırtılan bu kısımların birçok defa
karıştırılması da bu fikirlerin kendi içerisinde ortak bir görüşe sahip
olmamalarından kaynaklanmaktadır. Biz bu analizimizde görüşleri üç
kısma ayıracağız. Birinci kısım, hükümlerin tamamının evrensel
olduğunu, ikinci kısım hükümlerin tamamının tarihsel olduğunu, üçüncü
kısım ise hükümlerin durumuna göre hem tarihsel hem de evrensel
olduğunu düşünmektedir.
1.Tarihselcilik Görüşü:
İslami
hükümlerin, islamın gelmiş olduğu coğrafyayı ve çıkmış olduğu tarih
dilimini ilgilendirdiği görüşüdür. Bunun için de bazı deliller
getirmişlerdir. Bunların bir kısmını ele alalım:
1.
İslam ortaya çıktığı zaman, ancak içinde bulunduğu coğrafyada ve
yaşamış olduğu tarih diliminde sorun olanları sorun etmiş, diğer
sorunlara değinmemiştir. Mesela kızları diri gömmek bir sorun
olduğundan bunu dile getirmiş ama sözgelimi töre cinayeti bir sorun
olmadığı için üzerinde durmamıştır.
2.
İslam hukukunda içtihat kavramı İslam hükümlerinin tarihsel olduğunun
ilanından başka bir şey değildir. İslam, neticede tarihin bir diliminde
ve bir coğrafyada çıkmış olduğu için her konuyu hükme bağlamamış olması
tabiidir. İşte, ileriki zamanlarda çıkan yeni tarihi ve coğrafik ve
hatta sosyolojik değişiklikler birçok konuda yeni içtihatları zorunlu
hale getirmiştir. Eğer İslami hükümler, evrensel olabilseydi içtihadı
yenileme gibi bir gereksinim ortaya çıkmayacaktı.
3.
İslam hukukunda nesih kavramı, hükümlerin daha peygamber zamanına bile
tarihsel olduğunun en büyük delilidir. Peygamber döneminde dahi
hükümler birbirini yürürlükten kaldırmışken sonraki dönemlerde
hükümlerin birbirini yürürlükten kaldırmamaları mümkün değildir.
Hz.Ömerin zekât verilecek sınıflardan birisini Kuranda geçtiği halde
şartları değiştiğini varsayarak kaldırması bu bağlamda en önemli
örnektir.
4. Sosyal değişme insan
hayatında her zaman olacaktır. Devamlı değişen şartlar ve durumlara
aynı hükmü bindirmek insanlığın geleceğini duraklamak olabileceği gibi
üretimi de durdurur.
2. Evrensellik Görüşü
İslami
hükümlerin genel geçer olduğu ve tarihin belirli bir zamanında belirli
bir yerinde yaşayan insanlarla sınırlı olmadığını, kaynağının Allahtan
olması sebebiyle her zaman her yerde hükümlerinin uygulanabileceğini
söyleyen görüştür. Görüşleri için getirmiş oldukları delillerden bir
kısmını ele alalım:
1. İslam sadece
belirli bir kesim insanın sorunlarını çözmek için gelmiş olamaz. Çünkü
kaynağı ilahidir. Allah zaman ve mekân üstü olduğu için onun sözlerinin
ve sözlerinin ardındaki mesajlarının da evrensel ve zaman üstü olması
gerekiyor.
2. İlk Müslümanların
sadece Arap Yarımadasında İslam’ı yaymakla yetinmemeleri, Hz.
Peygamberin diğer ülke hükümdarlarına gönderdiği mektuplar İslam’ın öz
itibariyle evrensel olduğunu göstermektedir. Hz. Peygamberin bu
mektuplarının sonucu Müslümanların sonraki hayatlarına ağır faturalar
ödetmesine rağmen bundan vazgeçmediği ve tüm insanlığa seslendiği
görülmektedir. Eğer İslam, sadece Arabistan yarımadasının sorunlarını
çözme niyetiyle ortaya çıkmış olsaydı diğer ülkelere karşı bir
müdahalede bulunması gerekmezdi.
3.
İslam dininin son din olması, ayette söylendiği gibi bu dinin kemale
erdirildiğinin söylenmesi de artık islama eklenecek yeni bir şeyin
kalmadığını göstermektedir. Henüz tarihsel özelliklerinin etkisinden
insanlık kurtulmamış olsaydı Hz. Muhammed son peygamber olmayacaktı.
4.
Kuranın değişik yerlerinde geçen ve tüm insanlara seslenen ayetler
olduğu için de kuranı bir bütün olarak evrensel görmek gerekiyor. Bu
açıdan islamın dışında hiçbir akla, hiçbir sonuca ve hiçbir ideolojiye
meyletmemek gerekir. Çünkü bu din her şeye gücü yeten bir varlıktan
gelen mesajlardır ve her şey, onun aydınlığında yürüyebilmelidir.
5.
Kuranın tarihsel olduğunu söylemek Allahın peygamberden sonra insanlara
müdahalede bulunmadığı anlamına gelir. Bu yönüyle Allah 1400 yıl
öncesine kadar insanlara iyilik yolunu göstermiş ama ondan sonrakilerin
başlarının çarelerine bakmalarını dilemiştir. Bunun Allahın sıfatları
ile çeliştiği açıktır.
3. Niteliğine Göre Hem Tarihsel Hem de Evrensel Olduğu Görüşü:
Bu
görüş, ilk iki görüş arasındaki aşırı farkı dengeleyen görüştür. Ancak
genel olarak yukarıdaki iki akım, birbirleriyle mücadele içinde olduğu
için üçüncü gruptakileri karşı grupta görmektedirler. Bu görüş de şu
hususlara dikkat çekmektedir.
1.
Tarihsellik ve Evrenselliği Kuranın tamamında bulmak gerekmiyor.
Kuranın tarihsel nitelikli hükümleri olabileceği gibi evrensel
nitelikte de hükümleri olabilir. Bu görüşe göre Kuranın temel ilkeleri
evrensel iken sosyal yapı ile ilgili önerdiği düzenlemeler,
tarihseldir. Çünkü kaynağı ne olursa olsun sosyal yapının aynı kalması
mümkün değildir. Öte yandan evrensel ilkeler ise hiçbir zaman
değişemeyen ve insanın fıtratıyla uyumlu olan ortak vicdanın sesidir.
Bunları da tarihsel görmek mümkün değildir. Bu açıdan bir kısmının
tarihsel diğer bir kısmının evrensel olduğunu söylemekten başka bir
seçenek kalmıyor. Peygamberler tarihi şeriatların değiştiği ama
ilkelerin değişmediği örneklerle doludur. Diğer peygamberlerin de
aslında çıkış amaçları evrensel ilkeler vermek idi, fakat imkânlarının
kıtlığı sebebiyle belirli bir coğrafya ve belirli bir zamana
hapsolmuşlardır.
2. Hükümler,
verdikleri mesaj açısından evrensel, kullandıkları örnekler açısından
ise tarihsel olabilir. Bu durumda verdiği örnekler sadece bir formdur
ve diğer insanları bağlamayabilir ancak mesajından alınacak bir örnek
olabilir. Yani bunlara göre evrensel olan hükmün lafızları değil,
lafızların içerisinden çıkarılacak olan mesajlardır. Sebeb-i nüzul,
hükmün lafzı açısından değerlendirilirse hükmün sebebidir ve tarihsel
bir sebep olmaktan başka bir durumu olmaz. Ancak hükmün mesajı
açısından bakılırsa nüzulün yegâne sebebi değil, benzer durumlarda da
aynı hükmün uygulanacağı mesajını veren örnek bir sebeptir.
3.
Bir hükmün tarihsel bir niteliğinin olması onun sadece o tarihin bir
özelliği olacağı anlamına gelmez. Şartlara göre, kavramlara göre bu
değiştirilebilir. Dolayısıyla, Kur’an-ı Kerim’in Arapça olması, Kureyş
lehçesi ile gelmiş olması, önce Arapları muhatap alması, Mekke’yi,
Medine’yi muhatap alması ve halkayı gittikçe genişletmesi, bunlar
elbette, orada, o şartlarda, o gün geldiği için öyledir. Başka yerlerde
gönderilmiş olsaydı muhtemelen başka olacaktı. Ama bunların böyle
olması Kur’an-ı Kerim’in söylediklerinin tarihsel okunmasını
gerektirmez. Neticede kuran evrensel ve aşkın olan mutlak bir varlıktan
tarihsel olan ve göreceli olan varlıklara inmiştir. Böyle bir durumda
çıkan ürünün göreceli olmasından başka bir seçenek olamaz. Ama bu
durumda sonraki dönemleri ilgilendirmediği düşüncesi çıkarılamaz.
4.
İslam’ı bir bütün olarak tarihsel görmek dinde sabitenin olmadığı
kapısını açar. Bu açıdan dinde değişebilenler ile değişemeyenlerin
birbirlerinden ayırt edilmesi gerekiyor. Bu yapılırken tamamen dinin
gereksinimleri göz önünde bulundurulmalı, asrın bakış açıları tek ölçü
olmamalıdır. Dindeki içtihad mekanizmasının özellikle sosyal hayata
önemli bir düşünce gelişimini getirdiği düşünürsek değişebilenlerin ne
olduğunu da göreceğiz.
D. Sonuç Ve Değerlendirme
İslam
düşünce tarihinde İslami hükümleri evrensel olarak görenler ile
tarihsel olarak görenler olmak üzere iki bakış açısı olduğu
düşünülmesine rağmen konu hakkında detaylı bir araştırma yapıldığında
kısmen evrenselliği veya kısmen tarihselliği kabul eden üçüncü bir
görüşün de olduğu ortaya çıkmaktadır. Üçüncü görüş, henüz dar bir
alanda tartışılıyorsa da ilk iki görüşün birbirleriyle olan
tartışmalarını aza indirecek ve birbirlerini daha iyi anlamalarına
sebep olacak bir görüş olabilir. Ne var ki şu an itibariyle üçüncü
görüş,konu hakkındaki soruları daha da artırmış bulunmaktadır. Dinde
değişebilenler ile değişemeyenlerin hangi açıdan birbirleriyle ayırt
edilebileceği konusu tartışma halindedir. İçtihadların değişebileceği
konusunda geniş bir görüş birliği olmasına rağmen kuran hükümlerinin de
kısmen de olsa değişebileceğini düşünenler fazla yoktur. Meccellede
“Mevrid-i nassta içtihada mesağ yoktur”(kuran ve hadislerde içtihat
olmaz) derken diğer taraftan ile “ezmanın tağayyuru ile ahkâmın
tağayyuru inkâr olunmaz”(zamanın değişmesiyle hükümlerin de değişeceği
inkâr olunmaz” demektedir. Tarafların daha detaylı tartışmaları
durumunda sorunun düzelmesi imkânı bulunmaktadır. Bu çalışmamız da bu
sorunun çözümü için bir katkı konumundadır.
__________________ [1] HEYET, Kur’an-ı Kerim, Tarihselcilik ve Hermenötik ,s. 109 lşık Yay., İzmir, 2003.. [2] Agakay, Mehmet Ali, Türkçe Sözlük,Bilgi Basımevi, 6. Baskı, Ankara, 1974, 283.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
kuran ve hadisler kendi tarihlerinin içinde en doğru şekilde anlaşılır...
yani tümüyle tarihseldirler...
evrensel olan şey onların içerdiği mesajdır...
yani kuranın ve hadislerin yani peygamberlerin dolayısıyla allahın amacı evrenseldir...
bu evrensel amacın belli bir tarih ve yörede nasıl gerçekleştirilebileceğinin bir örneğidir peygamberin hayatı...
peygamberin amacını nasıl gerçekleştirmeye çalıştığını iyi öğrenebilirsek aynı amacı bugün nasıl gerçekleştirebileceğimiz bizim için daha da netleşmeye başlar...
peygamberin yaşadığı şartlar o zamanın anlayışları o zamanın gerçekleri hakkında bilgimiz arttıkça onun yaptığı her davranışın ve söylediği her sözün değerlendirmesini daha doğru olarak yapabiliriz...
o yüzden kendi gerçeğimizi ve kainatın ardındaki gerçeği arama gibi bir çabamız var ise yüce yaratanın çok istisnai bir şekilde muhatab olduğu bir insan olan hz muhammedin serüvenini iyice incelemek gibi bir imkanımız vardır...
tarihsel gerçekliğin bize sunacağı evrensel mesajı aramaya devam ediyoruz...
Selam Asım bey,
Görüşlerinize tamamen katıldığımı belirtmek isterim.
Allah ilminizi arttırsın.
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
sadece şu var eğer bazı ayetlerin evrensel olmadığını düşünmediğimizde bu bizi itikaden nereye götürür. Aklıma gelmiyor değil tüm gelen verilerin beşeri olma ihtimali olabilirmi ??.çok risskli bi soru olduğu biliyorum ama önüne geçemiyorum artık. bunca araştırma yaparken resulun okur yazarlığı yok deniyordu halbuki olduğunu anladık ve bu veriyle düşündüğümüzde tüm ehli kitabın bilgilerinden uzak kalması zaten mümkün olmazdı hatta ibrahimi dine olan yakınlıklıklarını düşünürsek tarihi rivayetlerden haberi olan bi toplumdu .Kuranda geçen onca rivayetlerin bu kültürden gelen izler taşıyor olması tüm bu verileri toplayıp bi düzenleme içine girmiş olamazmı acaba???peygamberin bunu başarmasındaki çabasının yanında bizler ilahi adaleti ruhumuzda inanarak yaşasak rabbimize ona has kılarak bu verilerden bi habersiz yaşayanlarında allah için kabul görmesi mümkünmü.Sonuçta bi bilim adamı bile bi nesneyi araştırırken bunun ilahi bi güçle var olabileceğine inanarak rabbine iman edebiliyor onların kuranı tassdik etmeden rabbine iman etmesi kabul görmezmi dersiniz...
Selam Didar,
1- Kuran'ın "Kelam-ı Muhammed" olduğu görüşüne her nedense hiç ısınamadım. Bu görüşün sahiplerine yönelttiğim sorular da hep cevapsız kaldı. Kuran, Allah kelamıdır ve size beşer koruması altında, beşer eliyle erişmiştir. Kuran'ın Allah kelamı olduğuna inanma işi tamemen subjektif bir kabuldür. Siz onun indirilişine şahit olsaydınız (o zaman ve mekanda bulunsaydınız) dahi, imanınız subjektif bir kabulden ibaret olacaktı. Zira, objektif kabulü zorunlu kılan bir hadiseden sonra iman etmenizin bir değeri olmazdı. Aynı, tüm insanların mahşerde Allah'a iman etmesi gibi...
2 - Hz. Peygamber'in, ehli kitabın teolojik literatürü ile ilgilenmiş olması ihtimalini %0 olarak görüyorum.
"Sen bundan önce kitap nedir, iman nedir bilmeyen bir kimse idin"
Kuran'ın "Kelam-ı Muhammed" olması, "Bu zikri biz indirdik" ve benzeri ayetler sebebiyle Hz. Muhammed'i yalancı kılmaktan öte, "Allah kendisine hiç bir şey indirmemişken bana da vahyolunuyor diyen kimse..." ayeti sebebiyle çelişik bir durum arzeder.
Yine, nebevi ve nihayet "beşeri" bir tecrübe (!) ile oluştuğu iddia edilen "Muhammedi okuyuş" iddiası, Allah'ın diğer beşeri bir başka beşerin "kusurlu" okuyuşundan mesul tutması anlamına gelir ki bu; Zatı kusursuz bulunan Yaratıcı hakkında mümkün değildir.
"Muhammedi Okuyuş" ve/veya "Nebevi tecrübe" gibi kelimelerle ifade edilmeye çalışılan bu olgunun, "Attığında sen atmadın, Allah attı" ayetiyle desteklenerek ileri sürülen, "nebevi tecrübenin Allah'a nisbet edilebileceği" yargısı da sağlam bir yargı değildir. Çünkü, bu iddia sahiplerine göre, "Attığında sen atmadın Allah attı" ayeti de Allah kelamı değil, "Kelam-ı Muhammed"dir. Bir şeyin doğruluğunun sebebi / delili yine kendisi olamayacağına göre bu iddianın savunulabilir bir yanı yoktur.
3 - Önceden beri dile getirdiğim gibi, Allah hiç kimseyi güç yetiremediği şeyden mesul tutmayacağı yani "Zalim" olmadığı için, insan ancak "mevcudundan" mesuldür. Bir kimseyi kendisinde mevcut olmayan bir şeyden mesul tutmak bir insana bile yakışmazken Allah hakkında nasıl söylenebilir?
Kuran'ın amacı, "La ilahe illallah" yargısını tekerleme gibi söyletmek, yahut ne pahasına olursa olsun ille de bunu söyletmek değil, bu yargıya iman yoluyla;
a) Peşinen ve tartışmasız kabul edilen "Kutsal"ı teke indirmek, sonra o teke indirgenmiş kutsal ile aklı ve vicdanı birlikte işletmenin önünü açmak,
b) Her şeyi var kılan ve eşi ve benzeri bulunmayan Yaratıcının alemleri boş yere yaratmayacağı fikri ile "ahiret muhakemesi"ne dikkat çekmektir. Ahiret sorgusuna iman etmek kişide "otokontrol" mekanizması oluşturur. Hem bu öyle bir mekanizmadır ki, eş değeri hiç bir kanun ve kolluk kuvveti marifetiyle sağlanamaz. Kişi kendi kendisini "isteyerek" denetlemektedir.
Bu iki ana gaye, başka yollarla elde edilebilmişse amaç gerçekleşmiş demektir. Aksi düşünce Yaratan'ı, megolaman ve insanımsı bir Tanrı gibi algılatır. Tek derdi, kendisinin başka bir ortağı olmadığına inanılmasıdır. Halbu ki, hiç bir şeye muhtaç olmayan Yaratıcı için böyle bir şeyin kabulü mümkün değildir. O'nun bütün talepleri kendisi dışında diğer şeylerin menfaatinedir. Aynı yarattığı diğer her şey gibi...
O halde, Kuran'ın verisine erişememiş ama aklını ve vicdanını birlikte işleterek iyilik etmekte ve kötülükten sakınmakta olan bir kimse için daha başka ne istenebilir ?
Esenlik dileklerimle...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma