Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Arapça bilmiyorum ama sizleri takip ettiğim ve daha birçok farklı ve aykırı yorumları okuyup dinlediğimden kendimce Nisa 101-103 arası anlatılan hususlarda bazı kanılara vardım..
101. de Resul içlerinde yok.. Salatta taksur yani kafirlerin saldırmasından korkulduğu için inananların yükümlülüklerini yerine getirmede bir kusur olursa bir sorun olmadığı bildiriliyor..
102. de ise Resul içlerinde olduğunda muhakkak salatı doğrultacak.. Yani yükümlülüğü olan vahiy tebliğsini 103. de bildirildiği gibi vaktiyle yerine getirecek..
Abdurrahman hocanın bu hususta belirttiği gruplardan birinin kafirler olduğu düşüncesine katılmıyorum.. Ve yine sizin orasının cephe olduğunu düşündüğünüz gibi düşünmüyorum..
İnanan bir topluluk var ve Resulle birlikte sefer/yolculuk halindeler.. Belki savaşa gidiyorlar, belki hicret ediyorlar belki de başka bir şehre tebliğ çalışmasına gidiyorlar..
Düşman saldırısı her an olabilir korkusu hakim.. İşte bu vahiy tebliğinde bu husus olduğu için mevcut topluluğun 2 gruba ayrılması, silahlarını da yanlarına alması ve böyle salata katılınması, Resul ile beraber olmaları isteniyor..
Ve ilk taife Peygamberden duydukları vahyi işitip itaat ettiklerinde, yani secde ettiklerinde/kabul edip onayladıklarında, katılmamış ikinci grubun gelip vahiy tebliğsine katılmalarını, silahlarını da yanlarına almalarını, ilk grubunsa arkaya geçip düşman gözetleme işlemini yapmaları istenmekte..
VE 103. bu vahiy tebliğ faaliyeti bitttiğinde boş boş durmamaları Allahı her pozisyonda anmaları istenmektedir.. Ve güvenliğe kavuşuldumu, yani düşman ve saldırı tehlikesinin olmadığı zaman vahiy tebliğ faaliyetinin ve ya şöyle de anlamlanabilir: vahyi izleme faaliyetinin gruplara ayrılmadan yerine getirilmesi istenmekte.. Ve salatın/vahyi izlemenin/vahiy tebliğinin vakte bağlanmış/yazılmış olduğu bildirilmektedir..
Arapça bilmiyorum ama sizleri takip ettiğim ve daha birçok farklı ve aykırı yorumları okuyup dinlediğimden kendimce Nisa 101-103 arası anlatılan hususlarda bazı kanılara vardım..
101. de Resul içlerinde yok.. Salatta taksur yani kafirlerin saldırmasından korkulduğu için inananların yükümlülüklerini yerine getirmede bir kusur olursa bir sorun olmadığı bildiriliyor..
102. de ise Resul içlerinde olduğunda muhakkak salatı doğrultacak.. Yani yükümlülüğü olan vahiy tebliğini 103. de bildirildiği gibi vaktiyle yerine getirecek..
Abdurrahman hocanın bu hususta belirttiği gruplardan birinin kafirler olduğu düşüncesine katılmıyorum.. Ve yine sizin orasının cephe olduğunu düşündüğünüz gibi düşünmüyorum..
İnanan bir topluluk var ve Resulle birlikte sefer/yolculuk halindeler.. Belki savaşa gidiyorlar, belki hicret ediyorlar belki de başka bir şehre tebliğ çalışmasına gidiyorlar..
Düşman saldırısı her an olabilir korkusu hakim.. İşte bu vahiy tebliğinde bu husus olduğu için mevcut topluluğun 2 gruba ayrılması, silahlarını da yanlarına alması ve böyle salata katılınması, Resul ile beraber olmaları isteniyor..
Ve ilk taife Peygamberden duydukları vahyi işitip itaat ettiklerinde, yani secde ettiklerinde/kabul edip onayladıklarında, katılmamış ikinci grubun gelip vahiy tebliğsine katılmalarını, silahlarını da yanlarına almalarını, ilk grubunsa arkaya geçip düşman gözetleme işlemini yapmaları istenmekte..
VE 103. bu vahiy tebliğ faaliyeti bitttiğinde boş boş durmamaları Allahı her pozisyonda anmaları istenmektedir.. Ve güvenliğe kavuşuldumu, yani düşman ve saldırı tehlikesinin olmadığı zaman vahiy tebliğ faaliyetinin ve ya şöyle de anlamlanabilir: vahyi izleme faaliyetinin gruplara ayrılmadan yerine getirilmesi istenmekte.. Ve salatın/vahyi izlemenin/vahiy tebliğinin vakte bağlanmış/yazılmış olduğu bildirilmektedir..
Benim düşüncem bu yöndedir..
En doğrusunu Allah bilir..
Merhaba sayın yunusemregun. İletinizde iki husus dikkatimi çekti.
Birincisi, ayet 101'le ilgili olarak "inananların yükümlülüklerini yerine getirmede bir kusur olursa" demeniz. EN TAQSURÛ ifadesine mi yollama yapıyorsunuz?
Eğer öyleyse Abdurrahman hocamız o fiilin (salâttan) vaz geçmek anlamına geldiğini söylüyor.
Buradaki FİTNE insanların üstüne çullanmak ve onlara baskı, işkence yapmak demek (2:191, 8:39). O halde 101'de Allah inananlara "kafirlerin size saldıracağından korkuyorsanız" diyor.
İnananlar orda yalnız değiller; kafirlerle aynı ortamdalar. Tıpkı iki gladyatör gibi. Birinin soluğu ötekinin ensesinde. Elbet korkuyorlar. Kim korkmaz?
O yüzden Allah, elçisine "İnananlar seninle salâta dururken silahlarını da alsınlar!" buyurup açıklıyor (4:102):
Kısacası Tevbe 40'taki mağara ne ise Nisâ 101-104'teki arazi odur. İkisine de kafirlerin yönelttiği bir baskın tehdidi var (meyleten vahideh). İkisi de ölüm kalım yeridir yani cephe.
Nisâ 104 açık ve net: SONUNDA sıcak temas sağlanmış ve inananlarla kafirler arasında amansız bir çatışma olmuş. İki taraf ta acı kayıplar vermişler ama kafirler umutlarını daha önce yiririp savaştan çekilmişler.
Allah inananlara "Kovalayın onları!" diyor. Yoksa toparlanıp yeniden saldırabilirler:
104'ün devamında Allah imanın küfürden niçin güçlü olduğunu açıklıyor: ONLARIN ummadığını SİZ Allah'tan umuyorsunuz (وترجونمناللهمالايرجون). AHRETE İMAN. Kafirlerde o yok. O yüzden ölüm son demek onlar için. Ölünce gübre olacaklar; o kadar.
Bence bu o mağara ile o arazi arasındaki benzerliklerden bir başkasıdır ve inananların şu imtiyazını dile getirir: İnananların yanında Allah var; inananlar Allah'a sığınabilirler.
İnananlar için ölüm, eğer Allah yolunda savaşıp İslamın gerçekliğine tanık olunarak başa gelirse (3:140) uygulanış açısından, tıpkı idam mahkumunun yağlı ilmek altındaki "fiziksel salât"ı gibi, Allah'a sığınmaktır.
Allah ayet 102'de "1 kıyam + 1 secde"lik o "salât"ı UYGULAMALI OLARAK anlatıyor ki, eğitimciler bilir, laboratuvar ve arazi gibi alanlarda yararlanılan o anlatım tekniği en etkili anlatım tekniğidir.
Abdurrahman hocanın bu hususta belirttiği gruplardan birinin kafirler olduğu düşüncesine katılmıyorum..
Selam Yunusemregun,
İnanan birliğe iki grup halinde salatı ikamesi söz konusu Elçi'nin. Bu iki gruptan birinin kafirler olduğunu söylediğimi hatırlamıyorum. Siz yanlış hatırlıyor olmnayasıınız!
“Merhaba hocam. Arabistan'a gelecek ay gidiyoruz; Allah isterse. Yolculuk ayın 23'ünde başlıyor.
Sizin "fiziksel salât"a olan itirazlarınıza bu arada cevap vermek istedim. Bir umut, "Artık son!" diyerek. Ama görünen o ki asla son bulmayacak; bu müzakere sür git yapılacak. İyi de olacak. Yararlı bir müzakere.
Zaten ben de önyargısızım; dolayısıyla bir bakıma arayış içinde olduğum söylenebilir. 17:36 göz önüne alındığında zaten yapılması gereken de bu.
Ama Nisâ 101-103'te anlatılan "salât"ın fiziksel olduğuna dair inancım tam. O yüzden dolayısıyla dedim”…… Hasan Akçay
Değerli Akçay Hocam tekrar merhaba,
Umarım sağlıklı ve afiyettesinizdir!
Bu samimi çalışmanızın, emeğinizin semeresi, şahsıma yönelttiğiniz soruları yanıtsız bırakmaya gönlüm elvermedi. Ayni şeyleri o kadar çok tekrarlıyor, üzerine basa basa söylüyorsunuz ki! Bunlar cevapsız kalırsa siz ve kimi değerli okuyucular, sizin haklı olduğunuzu benim de bu güçlü gibi görünen delilleriniz karşısında susmak zorunda kaldığımı, cevap veremediğimi sanır ve bence hak etmeyeceği bir kabul görebilir. J) İlaveten, "onlara şimdiye kadar dediklerimize ek olarak bir diyeceğim yoktur.”cümlemi hoş bulmadığınızı da hoş karşılıyorum, serzenişinizde haklısınız diyorum, ben de hoş bulmadım bu cümlemi. Onun için serdettiğiniz bu fikirlerinizi, bir kez daha değerlendirmek, eleştirmek ve müzakereyi sürdürmek gerekli gördüm.
Değerli hocam, bence fazla zorluyorsunuz; Nisa 101-103’te bir “Can pazarı, bir sel felaketi, bir idam sehpası” veya “bir yangının ortasında kalmış adamların canhıraş feryadı” sahneleri çizmek sizin geniş hayal gücünüzün ürünü olsa gerek. Siz görmek istediğiniz gibi okuyorsunuz demek durumundayım. Ayet bir mümin birliğin bir düşman birliğinin takibini konu edinmiş. Ve, bu birliğin içinde Resul’ün bulunmuş olması veya bulunmamış olması hallerinde “salat” mevzubahis edilmiş. Lütfen daha dikkatli okuyunuz! Sefer halinde 101’de salat olsa 103’te “İtmi’nân halinde (mukim halde) salatı ikame ediniz” sözü zâit kalır. Can pazarının söz konusu olduğu bir savaş/bir çatışma esnasında hiçbir komutan birliğini, sizin tabirinizle, “bir kıyam bir secde” olan bir namaz için ikiye bölüp sıra ile her bir bölüğüne, önlerine geçip komutla o namazı kıldırmaz. Hele bir resul bunu hiç yapmaz.Ne yapıyorsunuz hocam! Öyle bir sahne çiziyorsunuz ki; korkudan tir tir titreyen, sığınacak delik arayan, hemen namaza durarak Allah’a sığınmaktan başka çareleri kalmamış olan korkak inananların çaresizliğini adeta resmediyor olduğunuzun farkında mısınız? “Hayır! Öyle yerler var ki oralarda ders alınamaz, ders verilemez; Allah’a sığınılır.” diyorsunuz. Allah’a sığınmak için özel haller ve özel yerler gerekmiyor değerli hocam! İnanan kişi, her halde ve her yerde hal ve tavırlarıyla, yaptıklarıyla daima Allah’a sığınıyordur. Mümin Allah’a her zaman sığınıyor haldedir, yaptıklarını O’nun rızasına uygun yaparak. “Qul e’ûzu birabb-il-feleq”. Muhatap sabahın rabbine nasıl sığınacak; namaz kılarak mı, Allah’ın buyruğuna uyarak mı? Salat bağlılıktır. Salatın ikamesi “Allah’ın Zikri’ne/Kitab’ına/Mesaj’ına ittibadır. “İnne-llezîne yetlûne kitébe-llâhi ve eqâmu-ssaléte… : İnananlar onlardır ki, Kitab’ı okurlar ve namazı kılarlar” çevirisine göre, Allah’ın kitabını okumak ve namaz kılmak iki ayrı eylem midir, yoksa ikisi de namaz kılma eylemi midir? Benim anladığım; “Onlar Allah’ın Kitabı’nı okurlar ve /yani salatı ikame ederler/ ona bağlılıklarını, ona tabi olmayı sürdürürler.” Yazılarınızın birinde 19/59’u da namaz iddianıza referans gösteriyorsunuz. 58’le bağlantısını koparmadan bakalım: 58’in sonu: “Onlara Allah’ın ayetleri okunduğunda secde ederek/teslim olarak, ağlayarak derhal yığılırlardı /boyun eğerlerdi/itaate koyulurlardı.” 59: Derken, onlardan sonra gelenler/ onların kimi ardılları Salat’ı zayi’ ettiler/tahrib ettiler/ helak ettiler yok ettiler/öldürdüler/telef ettiler/yitirdilr/toz duman ettiler de şehvetlerine/arzu ve hevalarına tabi oldular…” (Edâ'û fiilinin içerdiği manaları sıraladım). Bu şehvetlerine uyanlardan önceki inananlar, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğu zaman hemen namaza mı duruyorlardı? Cümleyi, “onlar şehvetlerine uyup namazı terk ettiler” şekliyle alıyorlar. Hal bu ki cümlenin dizilişi ve verilen mesaj asla bu değildir. Onlardan öncekiler, o resullerin getirdiği mesajlara uydular, onların ardılları ise o mesajları öldürdüler ve onların yerine şehvetlerini oturttular. Salatı zayı etmek demek, onu hayattan, yürürlükten kaldırmak demektir. Salatın namaz olmadığı ve Resullerin tebliğ ettiği mesaja bağlılık/tabiiyet olduğu, “salatı zayi ettiler ve şehvetlerine uydular” cümlesi, çok net ortaya koyuyor. Cümle, “salatı zayı ettiler de dansa başladılar” olsaydı belki salattan namaz kastedildiği iddiası doğru olurdu.
Şunu da düşünmenizi isterim; Söz konusu sefere çıkan/çıkacak olan müminlerin korktuğu falan da yok, ayette böyle bir sahne yok. Daha önce de dediğim gibi, “XÂFE” fiili her zaman her cümlede mutlak “korku” anlamına gelmez. Bakın XÂFE’ maddesinin geçtiği ayetlere, bunların birçoğunun “bilmek” anlamına olduğunu göreceksiniz. Korkanlar sefere çıkmıyorlar/çıkmazlar. Nitekim münafıklar korktukları için çoluk çocuk ve takatsız yaşlı, engelli olanlarla, zilleti/aşağılanmayı da göze alarak oturdular her seferinde. “Kuştan korkan darı ekmez” derler. Savaştan korkan da sefere çıkmaz. Hele o her şeyi göze almış ilk inananlara, ayeti “her an bir düşman saldırısına maruz kalma korkusunu yaşıyor” anlayışınız yok mu, Kuran’da asıl çelişki, varsa, budur herhalde
Bir de siz namazı Allah’a bir sığınma aracı olarak da algılıyorsunuz. İnananlar namaza durunca mı Allah’a sığınacaklar? Korku, namaza durunca geçiyor mu ki? Onun için olsa gerek, bu ayetlerden anlayışlarına uygun bir “korku namazı” da uydurmuşlar. Korku namazı kısa olurmuş! Aksine uzattıkça uzatmalı bu namazı ki korkulardan eser kalmasın! Saygıdeğer hocam, “Namaz” savınızı ispatlama babında can pazarında, korku halinde derste okunanlar anlaşılır mı, kim dinler” demeye getiriyorsunuz. Peki, can pazarında, korku halinde namazda okunanlar anlaşılıyor mu sizce? Yoksa namazda okununca Allah sözleri, anlaşılmasa da olur mu diyorsunuz?
Ayrıca benim tuhaf bulduğum, sizinse çok güçlü bir kanıt bulmuş gibi sarıldığınız ve sıkça delil olarak ileri sürdüğünüz, o salatta/o derste Bakara 222’nin okunmasını gülünç bulmanız. Namaz bildiğiniz Salat’ta, hangi ayetlerin okunacağı hangilerinin okunamayacağını siz Kuran’ın neresinden çıkardınız? Size göre namaz olan salatta bu Bakara 222’nin okunamayacağını neye dayanarak iddia ediyorsunuz? Hani Allah’ın dediğiydi! Ben de diyorum ki, salatta, sırası gelen her ayet okunur. “Utlu mé ûhiye ileyke min-el-kitébi ve eqimi-ssaléte… : Kitaptan sana vahiy olunanı oku ve salatı ikame et!” . Gördüğünüz gibi Kitap’tan olan her ayet okunabiliyormuş salatta! Ha, nerde ve ne zaman hangi ayetin inzal edileceğini ve hangi salatta hangi ayetin okunacağını bırakın da Allah ve Resulü bilsin! Her ayetin dersi yapılır, her ayet derste okunur. 222’nin de dersi yapılır ve 222 de derste okunur. okunamaz da namaz da mı okunur? Şayet Kuran’daki “salat” namazsa namazda da okunur elbette. Çünkü bu da Kitap’tan bir ayettir. "Ve onlara Allah'ın âyetleri okunduğunda onların kalpleri ürperiyor..". Mü'minler, kendilerine hangi âyet okunsa hepsini saygı ile dinlerler...
“Cevap için Tevbe 40'a bakalım. Orada anlatılıyor ki Allah'ın elçisi ve bir arkadaşı kafir saldırısı karşısındadır. Tıpkı açık arazide kafirlerin aniden saldıracağından korkan o inanırlar gibi (Nisâ 102).Ayet 40'ta bir mağara anılıyor. Allah'ın elçisi arkadaşlarından biriyle oraya sığınmış, kelimenin tam anlamıyla kelle koltukta bekliyorlar. Ama asıl sığınak Allah'tır. İşte elçi özel bir ruh hali içindeki arkadaşının O'na sığınmasını istiyor "Üzülme! Allah bizimle!" diyerek, Lâ tahzen innellahe maenâ. Farz edelim ki az önce Bakara 222 inmiştir. Elçi, içinde ölüm fırtınaları esmekte olan arkadaşına "Allah bizimle. O'na sığın!" diyeceğine "Dur, sana Kuran dersi vereyim!" deyip Bakara 222'ye göre kadınların aybaşıhalini öğretse... olur muydu? Özetle, Nisâ 101-103'teki salâtın ikame edildiği ortam CEPHE denen "can pazarı"dır. Tıpkı Sevr mağarası gibi. Orda Allah'a sığınılır; ders yapılamaz.” diyorsunuz.
Ama Allah’ın resulü arkadaşına “korkma” demiyor, “üzülme” diyordu. Arkadaşının neye üzüldüğü, Resulün bu arkadaşına bu sözü neden dolayı söylediği kehanetinde bulunmasak! Düşman saldırısına maruz kalacaklar, onun için mi korkuyor üzülüyor, topraklarını, varlarını yoklarını geride bıraktıkları için mi üzülüyor, başlarına gelenlere mi, varacakları, sığınacakları yeni mekanlarında çekeceklerini düşündüğü sıkıntılara mı üzülüyor, Kendilerini bulundukları topraklardan sürenler soydaşlarının iman etmedikleri için başlarına geleceklere mi üzülüyor, biz bilemeyiz. Şu bir gerçek ki, uğruna bunca sıkıntıyı göze almış, Allah’ın Resulü’ne inanmış, Allah ve Resulü’ne güvenmiş/dayanmış ve O’na arkadaş/yoldaş olmayı yeğlemiş bir inanan, bundan sonra muhtemel bir düşman saldırısından korkmaz/korkmayacak. O da Allah’ın kendileriyle beraber olduğunu bunca yıl sonra her halde anlamış ve inanmıştır.“
قصرfiilini karınca kararınca öğrenmeye çalıştım. Ulaştığım bilgiye göre bu fiil hakkında hüküm verirken ölçülü olmakta yarar var çünkü fiilin yalnızca gramer ve köken bilimiyle değil Kuran'ın bütünlüğüyle de uyumlu olması gerekiyor. Ona yüklediğiniz anlam istediğiniz kadar gramerce ve kökence doğru olsun eğer Allah'ın kitabına çelişki sokuyorsa geçersizdir. Geçerli olan, Allah'ın çelişkiye düşmeyeceği gerçeğidir; Kuran'da çelişki yoktur (4:82).”diyorsunuz ve “Samia'nın şu sözüne dikkat: O halde "O, salâtı kısalttı" demek istiyorsanız cümlenizin قصّرالصلاة olması gerekir. Ama bunlar gramercilerin kuralları”diyerek kendi kafanıza göre gördüğünüz çelişkileri sıralıyorsunuz. “Örneğin VAZ GEÇMEK anlamı Allah'ın kitabına çelişki sokuyor. Çelişki 1: İnananlar! Kafirlerin size saldıracağından korkuyorsanız salâttan vaz geçebilirsiniz (Nisâ 101). Ey nebi! Kafirlerin size ani bir baskınyapacağı ortamlarda inanan askerlere salât ettir(Nisâ 102).”
“Slattan vaz geçebilirsiniz”anlamı tamamen keyfidir. “Salata kısa kalmanız/Salattan geri düşmeniz” ile “Salattan vaz geçebilirsiniz” den anlaşılan çok farklı şeyler. Bir de “Ey nebi! Kafirlerin size ani bir baskın yapacağı ortamlarda inanan askerlere salât ettir(Nisâ 102).” çevirisi hem keyfi hem maksatlı buluyorum. Kafanıza göre düzeliyorsunuz sonra da çelişkileri sıralıyorsunuz! Asıl çelişki sizin bu anlayışınızda. Bakınız sizin şu yaptığınız bir şaklabanlık örneğidir: “Örneğin inananlar bir mağaraya sığınmıştır (9:40) ya da açık arazideki siperlerine (4:101-103). Allah (mealen) uyarıyor: "Kafirler her an üzerinize çullanabilir; gafil avlanmayın!" Herkesi bir duygu selidir almış; akıllar durmuş. Herkes can derdinde.Sen kalk, Kuran dersi yap. Askerlerine örneğin Bakara 222'ye göre "kadınların aybaşı halleri"ni öğret. Kim ciddiye alır o şaklabanlığı; kim dinler, kim anlar?” diyorsunuz. İşte bu yaptığınız bir şaklabanlık olsa gerek. Şayet Allah o mağarada Bakara 222’yi Resulüne vahiy etmişse, Resulün de orada bunun dersini yapmasından daha doğal ne olabilir ki? Ben de Kuran’da çelişkinin olmadığına inanıyorum.
“Anlam KISALTMAK olunca çelişki yok.
1.Düşmanın saldıracağından korkuyorsanız caiz olan, salâttan vaz geçmeniz değil, kısaltmanızdır. Nisâ 102'deki uygulama işte odur. Salâtın yalnızca "1 kıyam + 1 secde"lik uygulaması. Ona bir ad vermek gerekirse REKAT diyebilirsiniz.” diyorsunuz.
Bu da size ait tamamen ham bir iddiadan öteye geçmiyor. Kuran “kısalmak” diyor, siz “Kısaltmak” tır, “kısaltmak” olmalıdır diyorsunuz ve aşağıda verdiğiniz örneklerle de kendinizce Arap Gramer kurallarını vad’ediyor veya yeniden keşfediyorsunuz!
“Bazı fiiller hem geçişli hem geçişsiz olabiliyor. Örneğin GEÇMEK fiili "Köprüden geçti gelin"de geçişsiz, "Köprüyü geçti gelin"de geçişlidir. KISA KALMAK anlamındaki قصر da her halde böyledir ve içinde bulunduğu yere göre anlamca değişir. انتقصروامنالصلاة:salâttan kısa kalmanız (4:101)Örneğin yazdan kışa geçerken günler adım adım kısalır; gün ışığını kullanma imkanınız giderek azalır. Şimdi buna dair şu 2 cümleye bakalım:1.Günlerin adım adım kısaldığı bir ülkede iseniz gün ışığından kısa kalmanız sakıncasızdır.2.Ama gecenin yarım yıl sürdüğü yerlerden birinde iseniz gün ışığından kısa kalmanız sağlığınızı bozabilir çünkü yolunuz aylarca gün ışığının semtine uğramaz.1'deki kısa kalmanız (en taqsurû), gün ışığını AZALTMAK anlamında, geçişlidir.2'deki kısa kalmanız (en taqsurû), gün ışığından VAZ GEÇMEK anlamında, geçişsiz.حورمقصوراتفيالخيام: çadırlarda mesafeleri kısaltılan üzümler (55:72) محلقينرؤوسكمومقصرين: saçınızı traş ederek ve kısaltarak (48:27)”
Bilmeyen, bu yaptığınızı ve verdiğiniz örneği doğru sanacak. Hal bu ki verdiğiniz “Köprüden geçti gelin” ile “Köprüyü geçti gelin” örneğinde “geçti” fiili her iki cümlede de geçişlidir. Düzeltiyorum, geçişsizdir. Ha “Köprüden geçti gelin” ha “Köprüyü geçti gelin” aralarında bir fark yoktur. İkisinde de köprü geçilmiştir. Düzeltiyorum, ikisinde de geçen gelindir. Yani özne/fâil "gelin"dir.Kurduğunuz cümlelerin geçişlileri; "Köprüden gelini geçirdiler" olacak. 1.sinde gelin "geçen" iken 2.sinde gelin "geçirilen" olmuş. Yani "gelin", geçişsizde fâil iken, geçişlide mef'ûl olmuş. “kalktı gelin” cümlesinde “kalktı” fiili gelinde kalıyor bir başka nesneye geçmiyor. Arapçada geçişsiz bir fiil dolaylı olarak geçişli yapılabiliyor. Örneğimizdeki “kalktı” fiilinden sonraki bir nesnenin (bir mef'ulün) başına bir “bi” cer harfini getirir isek mana “kaldırdı” olur. Qâme zeynebu bi uxtihé : Zeynep kardeşini kaldırdı” gibi. Bir başka örnek: “zehebe feridun : Feridun gitti” örneğinde Fiil geçişsizdir. Ama “zehebe Feridun bi ebîhi : Feridun babasını götürdü” cümlesinde ise aynı fiil bu sefer “bi” ile geçişli olmuş. Sizin verdiğiniz örneklerde ise “geçti” fiili, her iki cümlede de aynı kalmış. Geçti fiilinin geçişlisi veya daha geçişlisi “geçirdi, geçirtti” olmalı. Dolayısıyla “en taqsurû” ile ilgili yaptığınız değerlendirme ve örneklendirme isabetli olmamış. Ama Samia’nın “en taqsurû” ile ilgili yaptığı değerlendirmesi doğru, haklı ve yerli yerinde bir değerlendirme olmuş. Çünkü Kuran, fiili geçişli kullanınca ya “QASSARA” veya “EQSARA”dan türevleri kullanmış, geçişsiz kullanınca da “QASARA”dan kullanmış. TAQSURÛ, QÂSİRÂT ve MAQSÛRÂT QASARA’nın, YUQSİRÛNE EQSARA’nın, MUQASSİRÎNE de QASSARA’nın türevleridir. Dilin gramerine uymak zorundasınız. Bir dilin gramerini /kurallarını dilciler koymuyorlar. Dilin, içinde barındırdığı kurallarını dilciler sadece tesbit edip ta'rif ediyorlar. Dilin kurallarını, dilcileri yalancı bilip keyfi olarak çiğneme hakkınız yoktur ve olamaz da. Kelimelere istediğiniz gibi, kimi zaman "geçişli" kimi zaman "geçişsizdir" deyip mana verme yetkiniz olamamalıdır. Mesela NEZELE fiiline kimi yerde “indi” kimi yerde de “indirdi” manasıyla çeviremezsiniz. Allah'ın Kitabı, “indirdi” için NEZZELE'yi ve ENZELE'yi kullanmış. Ya da NEZELE’yi “indirdi" manasıyla vermişse mef’ûlünün başına “bi” yi getirmiştir. 26/193’te olduğu gibi. Fiil geçişli olduğunda geçişli, geçişsiz olduğunda da geçişsiz mana vermek zorundasınız. Aksi durumda bilerek ya da bilmeyerek gerçeği saptırırsınız. “حورمقصوراتفيالخيام: çadırlarda mesafeleri kısaltılan üzümler (55:72)” şeklindeki bu çeviri, tamamen keyfi, uydurma ve de saçmadır. Arap dilinde HÛRUN kelimesinin “üzümler” anlamı yoktur ve hiçbir Arapça kitap ya da luğatta veya her hangi bir metinde dahi bu anlama geldiği, kullanıldığını bulamazsınız. Hem, “çadırlarda mesafeleri kısaltılan üzümler” cümlesi ne kadar düşük ve ne kadar anlamsız! Çadırlardaki üzümlerin mesafesi kısaltılmış! Anlamlı bulan beri gelsin! “Saf, berak, tertemiz, iffet sahibi kadınlar” mecaz anlamıyla, “bakışlarını kısan kadınlar” lafzi anlamıyla, fikrinize zikrinize uymuyor diye cümleyi bu kadar düşük anlamlı yapmaya hakkınız yok ki. Kuran’ın ilk muhatapları sizler değilsiniz ki, bu hitaplar sizin lâik, modern, feminist düşüncelerinize uygun düşsün. Kuran’ın ilk muhataplarının bakışlarını, hayat felsefelerini atlayamazsınız. O günkü Arap toplumunun hayat tarzını devre dışı tutarak Kuran’ı anlamaya kalkışırsanız, Kuran’ı karman çorman edersiniz. “Ama bunlar gramercilerin kuralları” diyorsunuz. Hayır, bunlar dilin kurallarıdır.
Merhaba Abdurrahman hocam. Bir yazıda yalnızca bir husus üzerinde durma kararım sürüyor. Bu yazımda "انتقصروا"yu ele almaya çalışacağım. Diyorsunuz ki: Bilmeyen, bu yaptığınızı ve verdiğiniz örneği doğru sanacak. Halbuki verdiğiniz "Köprüden geçti gelin"le "Köprüyü geçti gelin" örneğinde "geçti" fiili her iki cümlede de geçişlidir.
Dilbilgisi kitabı yazdım. Kitabımı Talim Terbiye Kurulu öğretim dili İngilizce olan Anadolu Lislerine tavsiye etti. İzin verin bari bir fiilin ne zaman geçişli ne zaman geşişsiz olduğunu bileyim. Yoksa gerçekten ayıp olur; yerin dibine geçerim.
"Köprüden geçti gelin" cümlesine göre gelin neyi geçti? Köprüden geçerken bir trafik çizgisini mi geçti? Cevap yok. "Köprüden geçti gelin"de Nesne yok. Fiil geçişsizdir. Bu cümledeki KÖPRÜDEN kelimesi yer bildiren zarf tümleci olup "Gelin nerden geçti?" sorusunu cevaplar.
"Köprüyü geçti gelin"de ise Nesne var: "Neyi geçti?"nin cevabı: köprüyü.
"Köprüyü geçti gelin"in İngilizcesi: The bride passed the bridge. "Köprüden geçti gelin"in İngilizcesi ise: The bride passed fromthe bridge. FROM Arapçadaki "min"in karşılığı.
قصر fiili Nisâ 101'de geçişsizdir. Tıpkı "The bride passed from the bridge"teki "passed" gibi. Dikkat ettiyseniz Samia da onun geçişli sayılabilmesi için cümlemizin قصّر الصلاة olması gerektiğini söylüyor, yani "من"siz. Yapıca bunun Türkçedeki karşılığı "Salâtı kısalttı"dır, "den"siz.
Bu anlattıklarım da yeteri kadar açık değilse, söz, daha açık nasıl anlatılabilir bulmaya çalışacağım, Allah isterse.
“Slattan vaz geçebilirsiniz”anlamı tamamen keyfidir. “Salata kısa kalmanız/Salattan geri düşmeniz” ile “Salattan vaz geçebilirsiniz” den anlaşılan çok farklı şeyler.
Değerli hocam, öne sürdüğünüze göre Nisâ 101'de anılan müminlerin içinde rasul yok. Peki öyle olsun. Ve say ki siz o müminlerin içindesiniz. Ve, yine size göre, madem ki rasulsuz salât ikame edilemez "انتقصروامنالصلاة" size ne anlatır ?
Benim bundan anladığım şu idi: siz "انتقصروامنالصلاة"a salâttan vaz geçmek anlamını veriyorsunuz. Yanılmışım. Özür dilerim.
Şimdi sizden ricam: lütfen açıklar mısınız, anılan ifade ne anlama geliyor? فليسعليكمجناحانتقصروامنالصلاة icazetine göre "günah olmayan"dan kasıt madem ki salâtı kısaltmanız değildir; salâttan vaz geçmeniz de değildir. Nedir? Çok farklı bir şeydir; tamam ama nedir?
Hasan Hocam "Taqsur" kelimesinin anlamını tam olarak bilmiyorum ama Türkçeye geçmiş kusur bu anlamdan geliyor..
TDK nın sitesinde ;
kusur Ar. ®u¹°r
a. 1. Eksiklik, noksan, nakısa: “Biz bu meslek kusurundan oldum olası kendimizi kurtaramamışız ve hâlâ kurtaramamaktayız.” -B. Felek. 2. Özür. 3. Bilerek veya bilmeyerek bir işi gereği gibi yapmama. 4. Elverişsiz durum.
Bu şekilde anlam verdiğimizde Nisa 101. de salata elverişsiz bir durum söz konusu olursa bir sorun olmadığının belirtildiğini düşünmekteyim..
Yine bu ayette belirtilen "yeryüzüne adım attığınızda" ifadesinden savaş için bir seferin olabileceği gibi, hicret veya tebliğe giden bu grubun Resul içlerinde olmadığı için salat yapamamalarında bir sorun olmadığının düşüncesindeyim..
Abdurrahman Hocam başka başlıklardaki eski yorumlarınızda böyle bir yorumunuzun olduğunu okudum diye hatırlıyorum ama yanlış hatırlıyor olabilirim...
namazın abdestin orucun haccın farz olmadığı fikrine nasıl ulaştım...
çünkü bunlar istisnasız tüm insanların bilebileceği şeyler değil...
insana farz olan her insanın bilebileceği şeyler olmalı...
ama farz değil demek yapılmaması gerek demek de değil tabi ki...
faydalı olduğu nisbetce uygulanır...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Biliyorum yine bana cevap vermiyecek görmezden geleceksin ama yinede yazayım.Ne demişler "Balık bilmezse Halık bilir".
Haccın farz olmadığını yazmışsın.Çok yanlış! Hac farz kılınmış bir eylemdir.Sanırım diğerlerini de böyle görüyorsun (Salat,Oruç).Oysa bunlar farzdan bile daha kuvvetli emirlerdir.Evet, Kuran'dan koparılmış bağlamlarıyla tüm insanların bunları yapmasını beklemek doğru değildir ama Kuran'daki halleriyle tüm insanlığın yapması gereken eylemlerdir bunlar.Hatta batıl halleriyle zaten şuan bile insanlık tarafından bi şekilde uygulanmaktadırlar.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma