Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Hakikaten sabrınızı taşırmak istemediğim için size sabır diledim.
Sizce "izé" edatı her cümlede aynı manaya mıdır? Her cümlede Abese 22'de ki gibi midir? Diğer bir soru şekliyle; izé zarfı zaman olarak hiç şart manası içermez mi? Lütfen izé hakkında ne biliyorsunuz, anlatınız!
Hakikaten sabrınızı taşırmak istemediğim için size sabır diledim.
Sizce "izé" edatı her cümlede aynı manaya mıdır? Her cümlede Abese 22'de ki gibi midir? Diğer bir soru şekliyle; izé zarfı zaman olarak hiç şart manası içermez mi? Lütfen izé hakkında ne biliyorsunuz, anlatınız!
Sonra devam edelim inşaallah!
Saygı ile.
...izé zarfı zaman olarak hiç şart manası içermez mi?
Elbet içerir ama YORUM ile. Zaman zarfının asıl işlevi fiili zaman açısından nitelemesidir. Bunun için yoruma ihtiyaç yok. Ama ŞART açısından nitelemesi yorum ile mümkün.
Değerli hocam, izé zaman zarfıdır; elbet zaman bildirir. Türkçeye çevirirken o yüzden NE ZAMAN Kİ anlamında-ğinde dedim. Ama اذا başka انbaşka; ZAMAN başka ŞART başka. Bunları size benim söylemem ukalalık olmuyor mu, tereciye tere satarcasına?
Konumuz olan Nisâ 102'dekiizé, zaman zarfıdır. Ama siz onun ŞART bildirdiğine hükmediyorsunuz. Elinizde elbet kanıt var ki hükmünüz budur.
Lutfen Nisâ 102'deki "izé"nın ŞART bildirdiğine dair o kanıtınızı getirin.
Hükmünüzün yanlış olduğunu söyleyen benim. Kanıt olarak Abese 22'yi gösterdim. Orada izé NE ZAMAN Kİ demek, -ğinde: Sonra Allah istediğinde onu diriltecek, ثماذاشاءانشره.
Allah ahrette o kişiyi elbet diriltecek. Olacak, bitecek o iş. Şartı şurtu yok. Buna rağmen "Allah'ın, onu diriltmesi bir ŞART ile mümkün!" diyebilir miyiz ki "Nisâ 102'deki اذا ŞART bildirir!" diyebilelim?
(1)Abese 22'den benim anladığıma itirazınız var mı?
(2)Sizin hükmünüz KESİN, tamam. Ama Abese 22'ye rağmen Nisâ 102'deki "izé"nın ŞART bildirdiği KESİN mi? Yani Abese 22 sizin için hiçbir şey ifade etmez mi?
Güzel hocam, İLAHÎhüküm başka BEŞERÎ yorum başka. Siz kuşkudan arınmış hüküm vermiyor ama "YORUM"DA bulunuyorsanız elbet anlayışla karşılanırsınız. Yeter ki YORUM denen o kaygan zeminin üstüne "Salâtın bir yerde ikamesi için elçinin orda bulunması şarttır!" hükmünü bina etmeyin.
Merhaba hocam, bu güzel açıklamaların için teşekkür ederim.
"İzé: Zarfu zamandır. Şart manasını mutezammınolmağla cevabı muqtazidir (cevabı zorunludur). Cümlei fi'liyye evvelinde bulunur. Fi'lin mazi olması ekser ve muzari' olması eqaldir. Zamanı müstaqbele delâlet eder.
Ve izé raev ticératen ev lehven infeddû ileyhé ve terakûke qâimen: Bir ticaret ve bir oyun eğlence gördüklerinde / gördükleri zaman / görürlerse seni ayakta bıraktılar / bırakırlar. (Çeviri bana ait).
Ve hal için; bu kasemden sonra: Ve-lleyli izé yeğşé. Ve-nnecmi izé hevé.
Ve "lev" takdiren: İzé-şşemsu kuvvirat." El-Muqtedab (Osmanlıca baskısı), Muhammed Zihnî.
(Muncid) .اذا:ظرف للمستقبل متضمّن معنى الشرط :اذا اجتهدتَ نجحتَ
İzé, Şart manası içeren gelecek zaman zarfıdır. Örnek: Çalştığın zaman/çalıştığında/çalışırsan başarırsın.
Değerli hocam, Abese 22 ve Nisa 102 de dahil onlarca, yüzlerce ayette izé şart içermektedir. İnanın benim 102'ye verdiğim şu şart içeren mana(lar) doğrudur.
"Sen onların içinde olduğun ve onlara salatı ikame ettiğin zaman / ikame ettiğinde / ikame edecek oulrsan onların bir bölüğü seninle beraber bulunsunlar...!"
"İLÂHÎ hüküm başka YORUM başka" diyorsunuz ama, tekrar etmek zorundayım ki; İlâhî hüküm dediğiniz, İlâhî kelâmı okuyanın anladığı yorumudur. Yani her çeviri çevirmenin çevirdiği bir yorumdan öteye geçmiyor. Hiç bir çeviri aslın aynısı değildir.
Dikkat ettiyseniz, gerek konumuz Nisa 102, gerek örneğiniz Abese 22 olsun vs diğer izé ile başlayan bir çok ayet olsun hep iki cümleden oluşmuşlar; Birinci fiil şart, ikinci fiil de cevaptır. Abese 22: İzé şée enşerahu . cümlesinde "şée" "izé"nin şartı, "enşera" de "izé"nin cevabıdır. (Bazen fiilin biri mahzuf olur, erbabı bilir. Bazen de cevap sonra gelir. Kuvvirat Suresi'nde olduğu gibi cevabı 13 şart cümlesinden sonra okuyoruz.
Ekliyorum: Şayet dediğiniz gibi Resul zaten içlerinde ise, "senin içlerinde olduğun zaman..." ifadesinin cümlede yeri olmamalıdır (102). İkincisi; 101-103'te söz konusı salat bir Vahiy/Kuran dersi değil de namazsa, "Namazı bitirdiğinizde / bitirdiğiniz zaman, ala kulli hal, Allah'ı hatırlayın/öğrendiklerinizi unutmayın, aklınızda tutun" (103) demenin bir anlamı olmaz.
Abdurrahman hocam, bu müzakerede aynı dili konuşabilmemiz için çeviri ile yorum arasındaki farkı teslim etmek zorundayız. Onun için tekrar dikkatinize sunuyorum: Çeviri ilahî kelamın ASLI olmasa bile en azından ASLI GİBİ olmak iddiasını taşır; yorum ise beşerî görüştür.
İlâhî hüküm dediğiniz, ilâhî kelâmı okuyanın anladığı yorumudur bahanesiyle "içinde olduğunda= içinde isen" denklemini kurmaya hakkımız yok çünkü yanlış o denklem.
Sen onların içinde olduğunda zaman zarfıdır, ötekisi şart zarfı. ZAMAN ve ŞART iki ayrı kavram. Bunlar sanki bir imiş GİBİ YAPIP "içinde olduğunda ifadesi ŞART bildiriyor!" diyemeyiz.
Sabahları onlara salât ettir.
Akşamları onlara salât ettir.
Onların içinde olduğunda onlara salât ettir.
Burada salât ettirilecek zaman önemli. Senin onların içinde olduğun zaman, sabah, akşam, her gün, her hafta, her ay; kısacası bir zaman. O "zaman"da salât ettireceksin; Allah'ın emri bu. Senin onlara salât ettirmenin "şart"ını değil "zaman"ı vurguluyor Allah.
Onların içinde isen onlara salât ettir.
Hasta değil isen onlara salât ettir.
Vakte sahip isen onlara salât ettir.
Burada ise salât ettirmenin şartı vurgulanıyor. Senin onlara salât ettirebilmen için onların içinde olman şart, hasta olmaman şart, vakte sahip olman şart.
Ama "sen onların içinde olduğunda"dan ben "sen onların içinde isen"i anlıyorum çünkü sen onların içinde değilsen onlara salât ettiremezsin...
O sizin yorumunuz. Demek ki aklınızda şart kavramı var. Aklınızda onu evirip çeviriyorsunuz. Ama ben öyle bir yoruma ihtiyaç duymuyorum; aklım şart kavramına takılmış değil..
Ve biliyorum ki imam onların içinde olmasa da onlara salât ettirebilir.
Tıpkı Mescidi Harâm'da olduğu gibi. Orada bir sürü cemaat caddeye taşmış. İmam onların içinde değil ama onlara salât ettiriyor. Ve tıpkı Kadıköy belediye başkanının, tele-konferans yoluyla ta Amerika'dan Kadıköy'deki meclis toplantısına başkanlık etmesi gibi.
Kavramlarla keyfimizce oynamayı bırakacağız. Başka yolu yok. Allah'ın dediğini Allah'a bırakmaya razı olacağız.
Sen içinde olduğunda zaman zarfıdır, ötekisi şart zarfı. ZAMAN ve ŞART iki ayrı kavram. Bunlar sanki bir imiş GİBİ YAPIP "içinde olduğunda ifadesi ŞART bildiriyor!" diyemeyiz.
Sabahları onlara salât ettir.
Akşamları onlara salât ettir.
Onların içinde olduğunda onlara salât ettir. Hasan Akçay
"...onlara salat ettir"! Ama fiilimiz emir kipi değil, öyle de olsaydı yine şarta cevap olacaktı.
"Ve izé kunte fihim fe eqamte lehum esselâte...". Yani, fe izé eqamte lehum.." Sen onların arasnda olduğun zaman ve de onlara salatı ikame ettiğin zaman "fe-ltequm: bulunsun/mukim olsun...!
İzé zarftır ve de şart içeriyor. Kunte ile eqamte fiilleri fi'luşşart, iltequm da cevabuşşarttır. Bakmaz mısınız izé ile başlayan cümlelere, hep şart ve cevap cümlelerinden oluşmuşlar! Konumuz olan ayetlere bir göz atın tekrar; izé'den sonra bir şart, arkasından da bir cevap cümlesi ile mutlaka karşılaşıyorsunuz!: 101: "Ve izé darabtum... Fe leyse 'aleykum..." Şart ve cevap; 102: "Ve izé kunte fihim fe eqamte lehum... fe-ltequm..." şart ve cevap; 103: "Fe izé qadaytum... fe-zkurû..." şart ve cevap.
İzé'nın şart içerdiğini daha nasıl ispatlayabilirim!
İspat edin dediniz kaynak gösterdim şart olduğuna, şart içerdiğine, yorum deyip inat ediyorsunuz. Benim bildiğim bildik gerisi düdük diyorsanız ben pes ediyorum.
Benim bildiğim bildik gerisi düdük diyorsanız ben pes ediyorum.
Siz bilirsiniz güzel hocam. Ama şu gerisi düdük te neyin nesi? Keşke bu sözü kendinizi başkasının yerine koyup kendiniz için söyleseydiniz önce. Sizin öttürdüğünüz düdük, yalnızca "onların içinde olduğunda"yı "sen onların içinde isen"e yorup çarpıtmanızdan ibaret değil. Keşke öttürdüğünüz bir sürü düdükten hiç olmazsa başka bir tanesini hatırlasaydınız:
4/102. ayette “içlerinde olduğunda ve onlara namaz kıldırdığında… onlar secde edince…(fesecedu )”
Dikkat edin Rasul’u de kapsayacak şekilde “secde ettiğinizde (fesecettum) denmemiş. Neden? Çünkü bu bir namaz olmayıp bir Kur’an dersidir de ondan.
Burada hocamız hedef kitlenin imam değil cemaat olduğunu göz ardı ediyor. İmam, hedef kitlenin ne yapmasını sağlayacak? Konu bu. Onun için hep o hedef kitle hakkında konuşuyor Allah:
Elbet kendisi de kıyam edecek, kendisi de Allah'ı dinleyecek, kendisi de silahlarını alacak, kendisi de secde edip CEPHE denen o ölüm kalım yerinde Allah'a sığınacak.
Ama Allah "Silahlarınızı alın!" demiyor; "Silahlarını alsınlar!" diyor, (ولياخذوااسلحتهم). Abdurrahman hocamızın akıl yürütmesine göre, elçi silahlarını almıyacak mı demek bu?
İnananlar inananlara saldırmak üzere olan kafirleri karşılamak üzere arazideler yani cephede. Allah uyarıyor: "Kafirler sizin gafil bir anınızı kolluyorlar; baskın (ميلةواحدة) yapacaklar!" Ama inananların komutanı yine de silahsız... çünkü Allah "Silahlarınızı alın!" dememiş te "Silahlarını alsınlar!" demiş. Bu mudur?
Değerli hocam, sizin yaptığınız çeviri de değil yorum da değil! Örnek: "HÛrun maqsûrâtun fi_lxiyâm": "Çadırlarda mesafeleri kısaltılmış üzümler"! Çarpıtma mı, yamultmamı, ne derseniz uyar. Esas çarpıtma bilmeden bu yaptığınızdır. Buyurun, çarpıtmıyoprsanız, yamultmuyorsanız yaptığınız bu çevirinin /yorumun doğru olduğunu ispatlayınız! Kaynak verin delil gösterin! Kaynak gösyeremiyor, ispatlayamıyorsanız haddinizi aşmayın! Lütfen! Ben İngiliceniz konusunda sizinle tartışıyor muyum? Bırakın dili bilenler tartışsın!
Size uzak olana, siz kısa kalıyorsunuz, yetışemiyorsunuz İsra /1 de ki gibi size uzak olan medineye siz kısa kalıyorsunuz Nisa 101 de anlaşılacağı üzere bu kısa kalışın kısa kalanlara cunah olmadığını söylüyor ve devamla kafirin açık düşman olduğunu bildiriyor
Resul'ün bulunduğu ortamda kafirlere karşı korku ve endişe söz konusuysa taife taife salat yapılıyor ve dolayısıyla düşman yine boş bırakıl mıyor ayrıca onlar yapacak ta Resul yapmıyacakmı demişsiniz tabiki resul yapacak ve ya oda silahını yanında bulunduracak ancak önce Resul yapacak ve ya yapmış ki sonrada yaptırıyor yanı anlayacak ki anlata veya inanacak ki inandıra zaten orada Resul bildiğini anladığını bildirip anlatıyor
Saygısızlık olarak anlamayın sizin endişelerinizi ve çabanızı anlıyorum ancak boş buluyorum.
Merhaba muvahhid kardeşim. Bu iletiyi astığım anda derhal bir yere gitmem gerekti. Paragrafı o yüzden öylece bıraktım. Şimdi Türkçeye çeviriyorum.
Abdurrahman hocamız uygar ve nazik bir insan. Ama Nisâ 101-103'e dair yanıldığı pek çok husus var. Onları belirtmek zorunda kaldım. Bir de kendisine kanıvereceğimi umduğu anlaşılıyor; o boşa çıkınca "bildiğin bildik gerisi düdük" dedi hocamız.
Önemi yok. Allah isterse bu da geçer. Hocamıza saygım devam ediyor.
İyi günler,
Hasan Akçay
*
Değerli hocam, sizin yaptığınız çeviri de değil yorum da değil! Örnek: "HÛrun maqsûrâtun fi_lxiyâm": "Çadırlarda mesafeleri kısaltılmış üzümler"! Çarpıtma mı, yamultmamı, ne derseniz uyar. Esas çarpıtma bilmeden bu yaptığınızdır. Buyurun, çarpıtmıyoprsanız, yamultmuyorsanız yaptığınız bu çevirinin /yorumun doğru olduğunu ispatlayınız! Kaynak verin delil gösterin! Kaynak gösyeremiyor, ispatlayamıyorsanız haddinizi aşmayın! Lütfen! Ben İngiliceniz konusunda sizinle tartışıyor muyum? Bırakın dili bilenler tartışsın! (haktansapmaz)
Christoph Luxenberg’ün yazdığı Kuran’ın Syro-Aramaik Kıraati adlı eserde hurilere dair Kuran ayetlerinin değişik bir yorumu var. Luxenberg’ün oradaki açıklamasına göre Kuran’ın hurilerle ilgili bölümleri aslında cennetin bir tasviridir. İçinde, ak üzümler dahil, nadir meyvalar veren ağaçların yer aldığı yemyeşil bir bahçe. (Kuran’ın yazıya geçirildiği devirdeki telakkiye göre HURİLER) bakir kızlar değil leziz üzümler idi.
Another interpretation of the relevant passages of the Qur'an is The Syro-Aramaic Reading Of The Qur'an written by Christoph Luxenberg. In respect of this particular point, Luxenberg argues that the relevant passage actually translates to a portrayal of paradise as a lush garden with pooling water and trees with rare fruit, including white raisins (considered to be delicacies at the time that the Qur'an was written), not virgin maidens.[67][68]
Cevabınız için teşekkür ederim ne demek olduğunu anlamasam da
anladığım kadarıyla hurilerle ilgili olsa gerek eyer huri ise bunun konumuzla ne ilgisi var anlayamadım affınıza sığınarak
sayın hocam ben yabancı dilim olan türkçeyi bile zor konuşup yazıyorken sizler bana daha ecnebi bir lisan ile yazmışsınız az da olsa anladığım bir lisan olan türkçe'ye çevirirseniz memnun olurum ayrıca haddim olmadan sizde ve sayın abdurrahman hocam da biraz daha uslübte seçici olursanız daha faydalı olursunuz kanaatindeyim
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma