Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Sevgili dostlarım katkılarınız için teşekkür ederim.
Yırtıcı hayvanlarla ilgili meselede kastım kokularının avlarına erişmesinin önlenmesidir.
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Her etkileşim mutlaka çok yönlü bir nitelik arz eder. Bu nedenle hiç bir eylemin tek bir sonucu yoktur. Eylemle etkileşime geçen süje sayısınca sonuç doğar. O eylemin "iyi" veya "kötü" olarak nitelendirmesi ise, doğan sonuca ve o sonuçtan etkilenene göre değişir.
Arslanlar bir geyiği öldürdüğünde bu arslanlar açısından iyi, öldürülen geyik veya yavruları bakımından kötü bir sonuçtur.
Bu ÇALMA eylemi yani HIRSIZLIK, çalan sırtlanlar ve yavruları bakımından İYİ, avları çalınan arslanlar ve yavruları bakımından KÖTÜ'dür.
Tabiatta bazı hayvanlar tek eşli, bazıları çok eşlidir. Bazı dişiler, birden çok erkekle çiftleşirler. Hatta bazısı, aynı batında yani aynı üreme döneminde birden çok erkekle çiftleşir.
Tüm bu eylemlerin evrim sürecinde tek bir tanımı vardır: Uyum sağlayarak hayatta kalmaya yarayanlar İYİ, bunun aksi istikamette olanlar ise KÖTÜ'dür.
Peki, tüm bu canlılarla akraba olan ve aynı çevresel koşullardan aynı evrim sürecinden geçerek gelişen insan için İYİ veya KÖTÜ olanı kim belirliyor ?
Evriminin çok önceki dönemlerinde, başka bir canlının avını çalan insan KÖTÜ bir iş mi yapmıştır ?
Bu insan, bir başka hayvanın değil kendi türünde bir başka insanın avını çalmış da olabilir. Bu durumda bu davranışın değeri, iyiliği veya kötülüğü değişir mi ?
İYİ'yi veya KÖTÜ'yü tayin eden kimdir ?
İşte can sıkıcı ve zor olan konu bu sorularla başlıyor.
Bu konuda önce şuna değinmek gerekiyor. İnsan, ne zamandan beri insandır ? Yani evriminin hangi aşamasında insan olmuştur ?
Kuran, "İnsanın üzerinden anılmaya değer olmadığı nice devirler geçmiştir" (İnsan,1) diyor. Bu tanımda ayrım noktası "anılmak"tır. Sözün söyleyiş biçimi, insanın uzun bir döneminin anmaya değer olmadığını söylerken, o döneminin anlatılmaya değer olmadığını mı, yoksa muhatap alınmaya değer olmadığını mı kastediyor ?
İnsanın Adem ve Havva adında iki insandan türediğini, bunların bir anda ortaya çıktığını düşünenlere göre bu ayetin yorumu, insanın yaratılışından önce uzun dönemlerin geçmiş olduğudur.
İnsanın bir evrim, bir tekamül içerisinde geliştiğini düşünenler açısından diğer iki seçenek kalıyor. Birincisi, o dönemindeki insan kendisi hakkında bahsetmeye değer değildir. İkincisi, o döneminde insana vahyedilmemiştir. İlk seçenek bence çok zayıf. Çünkü sırf bu ayetin kendisi bile bir anıştır ve Kuran, bununla kıyas edilmeyecek bir çok şeyden bahsetmektedir. İkinci tutuma göre ise, insan her döneminde insan genel ismi ile anılırken, vahiyle veya vahye muhatap olacak zamanına erdiğinde Adem olmuştur.
Evrimciler açısından bu durum asla bu şekilde tasnif edilemez. Çünkü evrim sürecinde ara-form diye bir şey yoktur.
Evrim karşıtları uzunca bir süre evrimcilerin ara-form bulmasını beklediler. Ara form denilen şey, bildiğimiz bir türün bir başka türe dönüşümünde ne isaya ne musaya yaranabilmiş arasatta bir tiptir.
Evrimcilere göre böyle bir şey yoktur. Her canlı her halinde ara-formdur. Çünkü evrimin doğası ve DNA verileri gereği varlık aleminde "Tür" diye bir şey yoktur. Biz, birbirine genetik benzerliği olan canlıları bir "Tür" olarak isimlendiriyoruz. Halbu ki, her canlı başka bir DNA ve nihayetinde yek diğerinden farklı bir çok özellik barındırıyor. Şu durumda mutlak anlamda bir türden bahsetmek istersek yer yüzünde gelmiş geçmiş canlı sayısı kadar tür olduğunu söyleyebiliriz.
Zaten bu nedenle evrimciler, insanın farklı aşamalarını farklı isimlerle isimlendirirler. Şu andaki halimize en yakın atayı "Homo-Sapiens" olarak isimlendirmişlerdir. Fakat bu ayrım DNA'nın doğası gereği çok net olamayacaktır.
Avrupa ve Asya’da yapılan kazılarda tespit edilen ve Neandertal insanı olarak adlandırılan canlı, en son bulgulara göre yeryüzünden 28.000 – 30.000 yıl evvel silindi ve Homo Sapienslerle uzun bir süre bir arada yaşadı. Genetik farklılıklar sebebiyle Homo Sapiens ile Neandertal insanının çiftleşemeyeceği düşünülüyordu ancak Neandertallerin genomu çözülünce türümüzle çiftleşmiş olabileceği ve bu suretle türümüzün Neandertallerden gen almış olabileceği yönünde ciddi bulgular elde edildi. İnsan genomu neandertallerle % 99,7 oranında, şempanze genomu ile % 98,8 oranında benzerlik taşıdığı ortaya çıkarıldı. (Bkz. Neandertal İnsanı )
Bulgulara göre insanla şempanzenin ortak atasından “insanlaşarak” ayrılması 6,5 milyon yıla dayanıyor. Bu 6,5 milyon yıl boyunca “insan” pek çok aşamalar kaydetti ve her bulunan fosil olabildiğince değişik bir tür gibi isimlendirildi. Birbirine yakınlık taşıyanlar ortak bir isimle anılmaya çalışıldı.
Şimdi bunların hangisi hangi aşamasında “insan” olarak tanımlanabilir ? Bundan 5 milyon yıl önce yaşayan atamız, onun yetenekleri, fiziki ve düşünsel özellikleri, yaşadığı çevre ile bu günü eşitlemek ve aynı değer yargılarından bahsetmek mümkün mü ?
Tabiata bize göre çok daha fazla bağımlı ve diğerlerinden daha az farklı olan en eski atalarımız için bir başkasının avladığı avı “çalmak” kötü bir şey miydi ?
Türünün devamını sağlamak veya benzeri diğer gayelerle birden fazla dişi ile çiftleşmesi, eşini aldatması “zina” sayılabilir miydi ?
Bugün “insan fıtratı” dediğimiz şey hangi tarihten başlayacak ?
Ve en kritik soru, fıtrat dediğimiz değerler bütününün zaman içerisinde değişip değişmediği ve eğer değişiyorsa ahlaki değerlerdeki değişimin “din” içerisinde nereye oturtulacağıdır.
Bu gün “insan” dediğimiz varlığa bundan çok uzun devirler sonrasında yine “insan” denilebilecek mi ?
Bu sorulara cevap bulmak için bilginin evriminde sosyal bilincin ortaya çıkışını ve kültürün evrimini irdelemek gerekiyor.
- DEVAM EDECEK -
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Bütün canlılar için kendi türündeki “öteki”nin varlığı
hayati derecede kritik bir önem taşır. Çünkü “öteki”, bir tehdit, bir müttefik,
üremeye elverişli bir eş olabilir. Canlının bu üç halde de “öteki” ile irtibatı
evrim kanunları için elzemdir.
“Öteki” ile ilişki kurmak için illaki sosyal bir canlı olmak
gerekmez. Nice mahluk tek başına yaşarken “öteki” ile sadece av sahasının
kontrolü ve çiftleşme aşamasında ilişki kurmaktadır.
Fakat, sosyallik arttıkça “öteki” ile ilişkiler ve ötekinin
hareketlerine karşı geliştirilen tepkiler karmaşık bir hal almaya başlar.Gözler, kulaklar, burunlar pür dikkat “öteki”ne
odaklanmıştır.
Sosyal psikoloji uzmanları, insan ve grup davranışında “öteki”nin
etkileri hususunda sayısız araştırmalar / deneyler yaptılar.
Günümüz insanın bir oda içerisinde tek başına bulunurken
sergilediği davranışlarla başkalarıyla birlikteyken sergilediği davranışlar
asla benzer değildir.“Öteki”nin sahneye
çıkışı vücut kimyamıza kadar her şeyimizi istemsiz olarak değiştirir.
Sosyallik, sürekli olarak “öteki” ile birlikte olmak, “öteki”
ile iletişimi sıklaştırmaktır.
“Öteki”nin varlığı, yokluğunda mevcut olmayan yeni kurallar
dayatır. Ve ötekinin var olduğu bir ortamda canlının dayattığı kural ötekini de
ilgilendirmektedir. Canlı, bir grup içerisinde yaşıyorsa “ötekiler”in tasnifi
çeşitlenir. Grubun içindeki ötekiler, gruptan olmayan ötekiler…
Kabaca örneklersek, bir arslan sürüsünde baskın / lider
erkek açısından grup içi ötekiler, eşleri, genç erkek arslanlar ve yavrulardır.
Gruptan olmayan diğer arslanlar ister erkek ister dişi olsunlar grubun tamamı
için temelde “tehdit” algısı doğuran ötekilerdir. Erkekler, erkeklerin rakibi,
dişiler dişilerin rakibidir. Bunlar
sadece cinsel açıdan değil, av sahasının ve avın bölüşümü için de tehdit
sayılırlar.
Görüleceği üzere, ötekine karşı takınılan tutumun temelinde
evrim yasası vardır. Şartlara uyum sağlayarak hayatta kalmaya ve neslini devam
ettirmeye engel olan her şey KÖTÜ’dür.
Birden fazla arslanın bir grup oluşturmasının temelinde de,
birlikte avlanmak, av sahasını birlikte korumak, üreyecek eş bulmayı
kolaylaştırmak, üremenin mahsulü yavruları korumak gibi çevreye uyum sağlayarak
yaşamayı ve nesli sürdürmeyi sağlayan evrimsel menfaatler bulunmaktadır.
Evrim cenderesinin arslan türü için dayatması açık ve
basittir: Bu koşulları sağlarsan yaşar ve çoğalırsın. Bu koşulları
sağlayamazsan yaşayamaz, üreyemez ve yok olursun.
İnsan türünün erken dönemlerinde de “ötekine” karşı tutumun
ve sosyalleşmenin başka bir mahiyeti ve amacı olmayacaktır.
Ötekinin varlığı, ortaya davranışı niteleyen bir kural
çıkaracaktır. Bu kurala, ahlak, yasa, kanun, yükümlülük, sorumluluk, örf, adet,
gelenek, teamül gibi isimlerin verilmesi onun niteliğini ve bu ilk çıkış
noktasını asla değiştirmeyecektir.Grup
içerisindekikuralların ortaya çıkış
sebebi evrim cenderesinden sağ salim çıkıştan ve bu suretle nesli devam
ettirebilmekten başka bir şey değildir.
Grup dinamiği içerisinde beliren kurallar, çevreden çevreye,
durumdan duruma,türden türe, zamandan
zamana değişik görünümler alabilir. Değişmeyen şey, evrim sürecindeki iki altın
hedeftir:
Şartlara uyum sağlayarak hayatta kalmak ve neslini sürdürmek…
Canlılar tarafından istikrarla sergilenen ve kural haline
gelen tüm davranışlar mutlaka bu iki amaç yönünden işe yaradığı için vardır. İşe,
çeşitli seviyelerde yarayan iki kural karşılaştığında / yarıştığında daha çok
işe yarayan seçilecektir.Küçük küçük
bile olsa milyonlarca yıl alan seçilimler büyük seçilimlere ve farklılıklara
evrilir.
Bazı canlılarda yavruya anne bakar, bazılarında baba,
bazılarında ise grubun tüm üyeleri… Bunların
hepsi diğer alternatifleri ile denenmiş ve o canlı türü için o çevrede, o
koşullar altında o davranışın en iyi sonuç vereceği sağ kalanların kimler
olduğuna bakılarak ortaya çıkmıştır.
Evrimcilere göre evrim süreci “bilinçli” bir süreç
değildir.Yani evrim süreci, işin
başında falanca vasıflara sahip bir canlı var etmeyi planlamaz. Aynı tür içerisindeki canlıların bile DNA
yapıları ve dolayısıyla vasıfları biribirnden farklıdır. En çok işe yarayan
vasıf seçilir / sağ kalır. Uzun devirler sonucunda koşullar karşısında
sergilenen hayatta kalma ve üreme yarışı türlerdeki zenginliği doğurur.
Aynı tür içerisindeki değişim, DNA kodunun çok kapsamlı /
çok zengin olması ve çaprazlama bileşimler veya hatalı kromozom kopyalamaları ve
çeşitliliği sağlayan diğer faktörler sonucunda zaman içerisinde birbirine daha
az benzeyen başka canlıları meydana getirir.
Evim süreci “bilinçsiz” ise, grup dinamiği içerisinde
beliren kurallar da önceden planlanmamış olacaktır.Evrimin sabitesi bellidir: Şartlara uyum
sağlayarak yaşamaya ve üremeye elverişli olan yaşar, diğerleri yok olur.
Evrimin bundan başka bir sabitesi yoktur.Dolayısıyla, mesela başkasının avını çalmanın veya çok eşliliğin / eşini
aldatmanın iyi veya kötü olacağına işin başında karar verilmiş değildir.İşe yarayan davranış iyi, işe yaramayan
kötüdür. Zaten, aynı davranışın etkileşimde bulunan bir canlı için iyi, diğeri
için kötü olabileceği yönünde bir örnek az yukarıda verilmişti.
İşte tam bu noktada karşımıza “kaderci” yaklaşımın
sorgulanması çıkmaktadır. Evrimin bilinçli veya bilinçsiz ilerlemesi konusunda
yapılacak münakaşa aslında Yaratıcının evrene müdahale edip etmediği konusunda
yapılacak tartışmanın format değiştirmiş bir kopyasıdır.Bunu mutezile ile cebriyye ekollerinin
münakaşına oturtabilirsiniz.
Kabaca özetleyerek tekrar etmek gerekirse, Cebriyye
Yaratıcının her şeyi mutlak olarak “idare” ettiğini savunurken Mutezile,
Yaratıcının yaratmanın başlangıcında kuralları (Adetullah) buyurduğunu, işin
bundan sonrasının varlıkların seçimleriyle kendiliğinden ilerlediğini savunur.
Bu müzakereyi evrim sürecine indirgediğimizde, ortada iki
seçenek vardır.
Birincisinde Yaratıcı evreni, tüm işleyiş kuralları ile yaratmakla
kalmamış, hangi zerrenin nerede ne iş göreceğini de planlamıştır. İkincisinde
ise yasa belirlenmiş ve mevcudat bu yasa kapsamındaki iradesine teslim
edilmiştir.
Hemen belirtmek gerekir ki, evrimin konusu hiçbir zaman
alemlerin nasıl var olduğu olmamıştır. Evrimcilerin iştigal sahası,
yeryüzündeki canlılığın gelişim evrelerinden ibarettir.
Evrimcilerin çoğu, evrim sürecinin bilinçsiz işlediğinde
hemfikirdir.Bulgulara göre,
yüzmilyonlarca yıl evvel yeryüzüne çarpan bir gök cismi canlı türlerin %70’inden
fazlasını yok etmiş, türlerin dağılım ve çeşitliliği bundan sonra bambaşka bir
yönde ilerlemiştir.
O gök taşının yeryüzüne çarpışını “tesadüf” kabul edenler
için evrim bilinçsiz bir süreç, Tanrının o gök taşının yeryüzüne çarpmasını
ezelden planladığını düşünenler için evrim bilinçli bir süreç olacaktır.
Neyin ne hızda ne ie çarpıştığında ne olacağını ezelde
belirlemekle, hangi gök cisminin hangi gök cismine ne zaman çarpacağını ezelden
planlamak arasında önemsiz olmayan bir fark vardır. Çünkü gök taşlarının cüzi
iradesi yoktur.
Bir açıdan bakıldığında, Yaratıcının yarattıktan ve iş ve oluş başladıktan sonra
mevcudata az veya çok müdahale etmesi arasında hiçbir fark yoktur.Her ne kadar Cebriyyenin görüşleri ilk
bakışta bize tuhaf gelse de, Yaratıcının evrene iş ve oluş başladıktan sonra “azıcık”
müdahale ettiğini iddia etmenin “zorunlu” olarak geleceği sonuç mutlak müdahale
yani cebriyyedir. Çünkü Yaratıcının sadece tek bir şeye iradi olarak müdahale
etmesi, diğer tüm şeylere iradi olarak müdahale etmemesi demektir ki, birisi
aktif, diğeri pasif iradi eylem haline gelir. Her ikisinin de faili Yaratıcı
olur. Her iki tarafta kalanlar için de sonucun faili Tanrı olur.
İslam literatüründe yaşanan bu müzakerenin her iki tarafı da
kendisine Kuran’dan deliller getirmiş, her iki taraf ta birbirlerini zorlama
yorumlar yapmakla itham etmiştir. Kuran’dan
her iki görüşü destekliyor görünen yüzlerce ayet tefsir alimleri tarafından
tartışılmıştır.
Evrim karşıtlarının ortak noktası “kaderci” oluşlarıdır ve
evrimcilerle olan münakaşalarının en temelinde bu mesele yatmaktadır.İslam alemindeki kaderci gelenek dini
inanışının evrim düşüncesine karşı çıkışta çok büyük katkısının olduğu
yadsınamaz bir gerçekliktir.
Kültürün evrilişinde kritik bir ayrım olduğu için bu
meseleye bu aşamasında değinme gereği duydum. Bu konuya tekrar döneceğiz.
- DEVAM EDECEK -
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
O halde, bilginin genlerin dışında başka iletişim araçlarıyla nesilden nesile aktarılması evrim için çok kritik ve hayati bir meseledir. Evrim cenderesi, bunu daha iyi yapanı daha kötü yapana tercih edecektir.
Evrim cenderesi, bilgiyi daha çok yol ve yöntemle daha güzel aktarmayı seçecektir. Çünkü o, bilenle bilmeyeni, görenle görmeyeni, duyanla duymayanı bir tutmuyor.
Selam;
Bilginin evrimi hakkındaki bu güzel bilgileri kendi sitesinde ÜCRETLİ ÜYELİK SİSTEMİ'ni uygulayarak bilgisini ücretlendiren birisinden HEM DE ÜCRETSİZ OLARAK öğrenebileceğim kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. (6:90 - 2:174) Bu sitede ÜCRETSİZ OLARAK bilgi paylaşımı yaptığınızı bilmiyordum. Demek ki sizi yanlış tanımışım.
Sitenizdeki uygulamanız nedeniyle size karşı pek iyi hislerim olduğunu söyleyemem fakat bu sitede ücretsiz olarak paylaştığınızı görünce hakkınızdaki fikirlerim değişir gibi oldu.
Sırf konu ile ilgili olduğu için soruyorum: Sitenizdeki ücretli üyelik sisteminin amacı nedir? "Bilgi ve iletişim evrimi" ile ilgili yeni bir evrimsel aşama mıdır? Yoksa yalnızca yayınlama maliyetini karşılamak için mi? Sitesinin yayınlama maliyetini karşılamakta güçlük çekenler veya cebinden karşılamak istemeyenler ya ücretli üyelik sistemini benimserler ya da sitelerinde REKLAM YAYINLAMA yöntemini benimserler. Fakat sizin sitenizde iki yöntemin birden bulunması da amacınızın farklı olduğu yönünde hakkınızda olumsuz düşünmeme sebep olmuş olabilir. Lütfen eleştirimi olumsuz olarak görmeyin. Eğer amacınız "başka bir şey" değil de yalnızca "YAYINLAMA MALİYETİNİ(HOSTİNG) KARŞILAMAK" ise ben sizin sitenizi 0 maliyetle yıllarca ÜCRETSİZ OLARAK YAYINLAYABİLECEK insanlarla tanışmanızı sağlayabilir ve bunda ön ayak olabilirim. Hem sitenizdeki reklam alanı da kalabilir. Bu konuda ciddiyim.
Bilinç konusunda ise Kuran'daki "arıya vahyedilmesi" konusuna aklım takıldı. Bu ayet Allah'ın bilinçsiz yaratıklar üzerinde yönetimini, müdahalesini göstermez mi, ya da ben mi yanlış yorumluyorum? Çünkü -eğer okuduklarım doğru ise- aynı konuya bağlı olarak bazı hayvanların akıl ederek veya deneme yanılma yaparak ASLA kazanamayacakları bazı özellikler de var.
Alıntı:
Bitkiler için zehirli tohumlarının olması etkili bir korunma yöntemidir ama bazı kuşlar bu savunma metodunu nasıl geçeceklerini çok iyi bilirler. Macaw'lar (tropikal Amerika'ya özgü bir çeşit papağan türü) zehirli tohumları alma konusunda uzmandırlar. Dev bir kancayı andıran gagaları ile çok sert kabukları bile kırabilen bu kuşlar, zehirli tohumları yedikten sonra hemen kayalıklara doğru uçarlar ve orada bulunan killi kaya parçalarını kemirip yutarlar. Bu killi kaya parçaları tohumların içindeki toksini emer ve böylece kuşlar yiyeceklerinin besin maddesi taşıyan kısımlarını mide ağrıları çekmeden sindirebilirler.
Kişisel sitemdeki bahsettiğiniz uygulama, sahibi olduğum birden fazla sitede eş zamanlı olarak ve birbiri ile alakasız pek çok sebeple başlatılmış bir uygulamadır. Ancak şunu dikkatinizden kaçırmamanızı dilerim ki, benim kişisel web sitemde sadece makaleler bulunmuyor.
Bunun yanında kişisel sitemde bana gelir getirecek herhangi bir reklam da bulunmuyor.
Uygulamayı başlattığımız ve burada taflisatına girmek istemediğim nedenlerle yine bazı sitelerimizden o uygulamayı kaldırıyoruz. Kişisel sitemden de kaldırdığımız sırada oluşan bir teknik sıkıntı nedeni ile bu iş gecikti. Yakında tekrar eski haline gelecek. Tabiki bu durum gelecekte o uygulamayı yinelemeyeceğimiz anlamına da gelmiyor.
Nihayet sizin de tespit ettiğiniz gibi fikirlerimi ücretle satmak gibi bir niyetim yok.
Verdiğiniz örnektekinden çok daha kompleks vasıf ve yeteneklerde canlılar var. Tabi burada her bir canlının evrimini nasıl gerçekleştirdiği anlatmaya ne imkan ne de bilgimiz var.
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
İnsan tam anlamıyla tüketen bir canlıdır, ihtiyaçları süreklilik, çeşitlilik, değişim ve dönüşümle beraber güncellik arzeder.
İnsan denen canlının ihtiyaçları kompleks bir yapıya sahiptir ve değişkenlik gösterir. Tok kalabilmek, bir kabile için ilk kural olsa bile, diğer bir toplum için ilk şart güvenlik, diğerindeyse felsefi arayışlar olabilir, hali hazırda Türk toplumunun şu an için dertleri ilk sırada tokluğa odaklanmış olsada, bunun altında yatan ana neden, felsefi arayışlara değer ve önem vermeyen, dolayısıyla toplum bilgi evrimini gözardı eden kafa yapısının varlığıdır.
İnsan dışı bir canlının, uyum gösterebildiği ortam değişime uğratılmadığı müddetçe türünün kesintiye uğraması söz konusu değildir ve zaten o ortama has güdülerinden başka bir dayanağı haliyle yoktur.
Ortamın değişimi, verilmiş güdüler ve kazanılmış becerilerin üzerine çıkmışsa orada, artık o türün devamlılığını değil yok oluşunu beklemek yanlış olmasa gerek.
Siyaset, asayiş, ekonomi, çiftçi, ofis, dağıtımcı, fabrikalar ve fırınlar.. bir ekmek için ödenen bedel ve bu bedel karşılığında size ulaşan ihtiyacınız ve benzer zincirler.
Her bireye ekmek almak için nasıl o süreci dayatamaz ve dayatamazsak, o bireye bir bedel ödeterek, onu zincirin son ve gerekli parçası haline getirebiliriz.
Düşünceme ve gördüğüme göre, insanı salt bir ortama alıştırmak, o bireyin sağlıklı devamlılığına engel koymaktır. Duru bir su için balık avlama tekniklerinin öğretimi yanında, diğer tüm yöntemleri gözardı etmek, kabullenmemek, fırtınalı havada av sahibini hem zora sokacak hemde aç bırakacaktır. Açlık dendiğinde ilk bağlantı miğde olarak görülsede, bana göre ilk bağlantı, her ortamda balık nasıl avlanırın öğretilmesidir. Siyasetin dumura uğrayıp, aynı halkların kendi cinslerini yok etme süreci, bu fırtınalı havaya örnek verilebilir.
Kapitalizmin iyice vahşileştiği bir ortam ve süreç için, suyun süt liman haline alışkın olan halklar, yalnızlaşmış ve yalnızlığa terk edilmişlerdir.
Kimler tarafından?
Emekleri bedel ödemeye layık görülmeyenler tarafından.. bu onların istemle değil, zoraki olarak içine hapsedildikleri bir durumdur. Bir bilgi sahibinin ayakta kalabilmesi için önünde iki şık vardır. Ya bilincini bilgiye dönüştürüp satacak veya ek bir iş yapacak.. ikinci şık, bilgiye bedel ödemeyi kabullenmeyen, değer vermeyenler, kendilerini aslında çok daha beter süreçlere yani bedellere hapsederler. Sağ ve solun aslında aynı halk olduğunu, farkın sadece algıda olduğunu, acı acı gülerek bedel ödeyenler daha iyi bilir. Geçenlerde bir arkadaş şöyle demişti.. '' biz sağ ve sol kavgasıyla hem kendimizi hem diğerlerini heder eyledik, o günlere çok üzülüyorum, keşke olmayaydı ve keşke biri çıkıp bize bu günlerimizi haber vereydi vs '' ödenen bedele, bedel ödeyen tarafından duyulan tiksinti.. neden? çünkü hem o bedel çok faizli ve hemde gereksiz idi.. lakin düşünenlerin emeklerine değer verip o tecrübeyi akılla idrak ederek yaşamadan atlatmak varken..
Dolayısıyla lümpen ağzı yerine gerçekçi konuşmak gerek. Bir bedel ödenecekse, o bedelin ilk evvel düşünen ve paylaşanlara has olduğunu sanıyorum ve bunun bir karakter analizi yerine konmasını doğru bulmuyorum.. asıl bedelden kaçınanların gerçekliğe yakınlaşması gerekliliği üzerinde duruyorum.. elli kuruş eksikle ekmek alamazsınız.
__________________ "Asılan hırsız değil, yakalanandır."
Çek Sözü
Allah'ın -gerekli gördüğünde- canlılığa müdahalesi konusunda yalnızca Nahl 68 ve 69'daki "Arıya Vahiy" detayını görmüyorum. Allah'ın "bilinçli yaratıklar olan biz insanlar"ın "özgür iradeleri" ile yaptıkları seçimlerine müdahalesi yok fakat seçimlerimizden sonraki aşamada müdahalesi olduğunu söylüyor Leyl suresinde. Yani iyiyi seçene ulaşmak istediği yolu kolaylaştırılacağını, kötüyü seçene de ulaşmak istediği yolu kolaylaştırılacağını söylemekte. Örneğin aynı Kuran'a bakmakta olan üç kişiden siz onu Allah'ın sözleri ve hidayet yolu olarak görmekteyken başka birisi ise okumamasına rağmen "kendisini boynuna astığı veya evinde arabasında bulundurduğu takdirde kötülüklerden koruyan bir nesne" olarak görmekte ve okuyan başka birisi ise onu "Muhammedin uydurduğu/çaldığı saçmalıklar, hikayeler" olarak görmekte. Bilinçsiz canlılarda yani hayvanlarda da her üyenin her durumu aynı şekilde değerlendireceğini düşünmüyorum. Örneğin birisi tohum kırmak için taş kullanmayı öğrenebilir ama aynı türdeki başka bir üye veya başka bir tür akıl edemeyebilir. Burada havyanın aklı mı yoksa tesadüf mü devreye giriyor? Hayvanın aklı olmadığına göre evrimciler gibi tesadüf demeliyiz. Belki de bizler Allah'ın müdahalelerine "tesadüf" ismini vermekteyiz. Ayrıca "sürekli bir oluşta olma" durumunu da bu konu ile ilgili buluyorum. Dolayısıyla yaşamın her anında Allah'ın yönetimi, müdahalesi olduğunu düşünüyorum.
Sevgili prangasiz;
Ben yalnızca yanlış gördüğüm bir durum için önceden hakkında yanlış düşündüğüm aliaksoyu uyarmak istedim. Kurandan -kendim anladığım kadarıyla- doğru bildiğimi söylemek için ondan bir ücret de istemedim. Benim ücretlik üyelik konusundaki farklı görüşüm doğruya ulaşmanın bedelli olması ile ilgili değil, Sayın aliaksoyun seçimi ile ilgilidir. Allah doğruya ulaşmayı dileyeni ve dilediğini "bir şekilde" zaten doğruya iletir. Bedel karşılamak için ücretli üyelik haricinde başka alternatif yollar (reklam, kitap, bağış vb.) olduğunu hatırlatmak istemiş, hatta maliyetini azaltmak için teklif sunmuştum. Kendisinin benim söylemek istediğimi anladığını düşünüyorum.
Daha önce canlıların bütün vasıflarını şekillendiren sürecin, onların ürettiklerini de şekillendireceğini söylemiştik. Doğal olarak, canlı ile onun verdiği tepki ve tanımlamalarından oluşan bilgi ve bu bilginin kümilatif yığınlarından oluşan kültür de evrimleşecektir.
Bir canlının bir organını biçimlendiren mantık / kaide ile davranışını belirleyen kaide aynıdır.
Tek başlarına yaşayan anti sosyal varlıkların tek başlarına yaşamaları ile sosyal varlıkların bir arada yaşamaları aynı nedene dayanır. Sonuçlar, temel gayenin o anda o canlı türü için o çevresel koşullarda çeşitli görünümlerinden ibarettir.
Fakat, evrim sürecinde bir canlı türü ancak sosyal olarak hayatta kalabiliyorsa aynı koşullar altında aynı türün diğer üyeleri için de bu bir kaide halini alacaktır. Aynı cins (daha yakın akraba) içerisinde, aynı çevrede bir kısmı sosyal bir kısmı anti sosyal yaşam mevcut olmaz. Bir topluluk içerisinden kovulmuş varlığın ilk hedefi ya bir topluluğu ele geçirmek, ya bir topluluğa dahil olmak veya bir topluluk oluşturmak olacaktır. Çünkü işleyen süreç o cins için o koşullarda topluluk oluşturmayı uyum sağlayarak hayatta kalmak ve neslini sürdürmek için kaide olarak belirlemiştir.
İnsan türünün genetik kuzenlerinin ve insanların bu gün topluluk halinde yaşayan sosyal varlıklar oldukları gerçeği bize insanın en erken atalarının da sosyal varlıklar olması gerektiği yönünde bir çıkarım yaptırabilir.
Şu halde, bu grup açısından da aynı çevre ve koşullarda bir kısmı için sosyal, diğer bir kısmı için anti sosyal yaşamın olamayacağını söyleyebiliriz.
Sosyalliğin "öteki" ile daha çok ve daha sık irtibat anlamına geldiğine daha önce değinmiştik. "Öteki"nin varlığı sosyal grup içerisinde kurallar dikte ediyor ve bunu evrim süreci denetleyerek hangi davranışın kalıcı olacağına karar veriyordu. İşe yarayan kalıyor, işe yaramayan yok oluyordu.
Her ne kadar kurallar evrim sürecinin denetimine tabi olsa da, her kural birden fazla sonuç doğurarak, aynı grup içerisinde bir kısmının lehinde, bir kısmının aleyhinde veya tümünün lehinde tezahür edecektir. Tüm grubun aleyhinde tezahür eden bir davranış, o grubun yok olması demektir.
Kurallar, daima grup içerisinde birinin / birilerinin yüksek menfaatine uygun olmak zorundadır ki, o menfaat grubun diğer üyelerine de sirayet ederek dolaylı bir fayda doğursun ve grubun tüm fertleri yaşamlarını idame ettirsinler.
Mesela, egemen erkeğin, grup içerisindeki tüm dişileri sahiplenmesi diğer erkekler ve diğer dişiler açısından ilk bakışta olumsuz görünecektir. Bu davranış, lider erkeğin genlerini aktarmasını garanti altına alan bir süreçtir. Kimin lider olacağı, o canlı türü için o koşullar altında özgün bir nitelik olarak belirir. "Özgün" tanımlaması, liderin yani baskın varlığın seçiliminde canlıdan canlıya değişen vasıfların varlığı anlamına gelir.
Bazı türlerde kas gücü, bazı türlerde fiziksel güce eklenen boynuz vs. silahlar, bazı türlerde renkli tüyler gibi çeşit çeşit vasıflar belirir. Tüm bu vasıflar o türün hayatta kalması ve neslini sürdürmesi için gerekli vasıflardır.
Evrim cenderesi vasıfların gelişiminde dengesizlikleri aynı altın ilke çerçevesinde törpüler. Bir geyik popülasyonunda geniş boynuzlar, seçilimde etkin gözükse de, haddini aşan bir boynuz boyu o erkeğin ormanda ağaç dalları arasında dolaşmasına engel teşkil ettiğinde beslenme veya avcıdan kaçma zorlaşacağı için boynuzların büyüme süreci kesilecektir. Böylece o tür için o koşullar altındaki optimum vasıflar ortaya çıkacaktır.
Dolayısıyla grup içerisindeki egemen erkeğin vasıfları gelişi güzel seçilmiş değildir. O vasıflar, o varlığın hayatını idamesi için fevkalade gereklidir. Dolayısıyla, baskın erkeğin yani o vasıfların zirvesindeki erkeğin grup içindeki tüm dişileri hegomanyası altına alarak genlerini aktarması türün tamamı için gereklidir. Bu gereklilik egemen erkek için doğrudan, egemen dişiler için dolaylı bir fayda sunar. Bu grupta gerek dişiler, gerekse kendilerine çiftleşme hakkı tanınmayan diğer erkekler bu kural yönünden edilgen konumdadır. Fakat şu bir gerçek ki, her biri aynı kuralların işletilmesi ile doğabilmiş ve hayat bulabilmiştir. Eğer o kurallar işletilmese idi, onların varlığından bahsedilemeyecek ve o tür evrim cenderesi içerisinde yok olup gidecekti.
Ne var ki, edilgen grup üyeleri de aynı evrim yasası gereği, dinmek bilmeyen bir iştiyakla yaşamı devam ettirmek ve nesillerini sürdürmek gayesine kilitlenmiştir. Bu durumda, edilgen pasif erkeklerin çiftleşme haklarının olmadığı düzen, onlar açısından bir çelişki doğuracaktır. Var olmalarını sağlayan süreç kendilerinden çiftleşme hakkını almıştır.
Gruba dışarıdan değil de grubun içerisindeki fertler açısından bakıldığında, "öteki"nin varlığının dikte ettiği kural birilerinin işine yarıyor görünecek ve kural lehine işleyen kesim o kuralları sahiplenecektir.
Davranışlar ve kurallar, evrim denen ucube bir yaratık tarafından yaratılmaz. Davranışların failleri canlı varlıklardır. Evrim süreci sadece hangi davranışın uyum sağlayarak hayatta kalmaya ve neslini sürdürmeye yaradığını gösterir. Dolayısıyla, grup içerisindeki tüm dişilerin sahiplenilmesi davranışının faili evrim değil, sahiplenen ve sahiplenilen canlıların kendileridir.
Bu açıdan bakıldığında grup içerisinde beliren kuralı, o kuraldan menfaatleniyor görünen baskın güç dikte eder.
Grubun iletişim kapasitesi ile iletişimden doğan sonuçları yorumlamaya yarayan beyin gibi organlar geliştikçe sosyalliğin boyutları ve doğal olarak sergilenen davranışlar daha kompleks bir nitelik kazanacaktır.
Yine grubun üye sayısı da davranışta etkili olabilir. Çünkü grubun ne kadar çok üyesi varsa o derecede "öteki"nden etkilenen varlık bulunacaktır. Grubun büyüklüğünü yine evrim yasası seçer. Bazen, daha çok üye, üye başına daha az yiyecek demektir. Bazen, daha çok üye dava büyük avların üstesinden gelebilmek anlamını taşır. Bazen, daha çok üye düşmanları şaşırtmak için iyi bir seçenek olabilir.
İletişim ve beyin kapasitesi ile birlikte üye sayısının artışı, o grup içerisinde davranış kurallarının niteliğinde sinerji doğurarak daha kompleks davranışlar ortaya çıkaracaktır.
İşte bu komplekslik, davranışın evrimsel kökenlerinin tespitinde zorluklara yol açabilir. Aradan uzun bir zaman geçtiğinde bazı özellikler, etkilerini anlamlı bir örgü içerinde sürdürse de şu anda ne işe yaradığı tam kestirilemeyebilir.
Örneğin, bazen bazı durumlar karşısında tüylerimiz diken diken olur. Tabiatta varlığını sürdüren bir çok türde benzer davranış görülmekle birlikte aynı amaca hizmet ettiğini söylemek güç görünüyor. Bir çok hayvan, bir tehdit karşısında kendisini daha güçlü, daha büyük gösterme çabası ile tüylerini kabartır. Fakat konu insan olduğunda tüylerin diken diken olması, güç gösterisi ve olduğundan büyük görünme açısından pek anlamlı görünmemektedir. Hatta bu davranış / bu tepki, insan türünde bir tehdit karşısında değil, yoğun bir duygulanma aşamasında, bir şok, bir hayret durumunda ortaya çıkabilmektedir. Kendi deneyimlerimizden bildiğimiz ise, bu davranışın istem dışı olduğudur. Demekki, beynimizin vücut hareketlerini yönlendiren bölümlerine hakim bilinçaltı süreçleri, eski bir davranışı terketmek yerine başka durumlar için saklamış ve sürdürmüştür. Fakat, hayret verci şeyler ve korkulacak bir durumla karşılaşıldığında görüntüyü netleştirmek, daha fazla ışık alarak daha geniş alanı görmek için gözlerimizin büyümesi hatta bunun göz çevresindeki kaslarla kaşlara kadar sirayet etmesi, eskiden kalan bu davranışı aynı anlam örgüsünde ve aynı durumlar için sürdürmektedir.
Sergilediğimiz bütün davranışların, evrimsel bir kökeninin olduğu ve mutlaka işe yarayanların seçilmesi ile günümüze kadar eriştiği muhakkaktır.
İnsan davranışlarını kategorize etmeye başladığımızda karşımıza farkında olduğumuz ve olmadığımız belki milyarlarca çeşit davranış çıkacaktır.
Daha önceki yazılarımda linkini verdiğim ve cinsel tercihlerin ardındaki sebepleri irdeleyen belgeselde, farkında olmadığımız pek çok davranış açıklanmaktadır.
Vereceğim şu örnek, durumun ne derecede kompleks ve hayret verici olduğunun en güzel göstergelerindendir.
Bilim adamları, testosteron ve östrojen hormonlarının vücut ve davranışlarımızdaki etkilerini inceliyorlar. Kabaca bir tanımlamayla testosteronun erkeklik, östrojenin kadınlık hormonu olduğunu söyleyebiliriz. Hem erkekte hem kadında her ikisi birden değişik oranlarda bulunmakta ve vücudumuzu ve davranışlarımızı yönlendirmektedir.
Kadınların, yumurtlama döneminde yüz hatlarının ve seslerinin daha çok inceldiği ve bu durumun östrojen hormonu tarafından yönlendirildiği tespit edilmiştir. Kadınlar, aynı dönemlerinde testosteron hormonu yüksek erkekleri, düşük olanlara nazaran daha çekici bulmaktadırlar. Bilim adamları açısından, kadınların testosteron hormonu yüksek seviyelerde olan erkekleri sadece yumurtlama döneminde daha çekici bulmaları, diğer dönemlerde testosteron seviyesi düşük erkeklerin daha çekici bulması hayretle karşılandı. Çünkü toptancı ve düz bir mantıkla yaklaşıldığında, ergenlikten sonraki yaşamın tüm evrelerinde kadınların tetosteron seviyesi yüksek erkekleri tercih edecekleri bir varsayım olarak ileri sürülebilirdi.
Bunun nedeni sorgulanıyor ve yumurtlama döneminde, erkeklerin kendi aralarındaki kavganın yüksek testosteron seviyesinden kaynaklanacağı ve kavganın / çekişmenin galibinin (Yani lider / baskın erkeğin) vücudundaki tetosteron seviyesinden anlaşılabileceği değerlendiriliyor. Kadınlar, testosteronun erkeğin yüz başta olmak üzere vücut hatlarında yol açtığı değişimleri algılayabiliyorlar. Diğer zamanlarda üreme olmayacağı için testosteron seviyesinin yüksek olmasının (sadece bu yönden olmak üzere) bir anlamı kalmıyor. Kadınlar diğer dönemlerinde, daha az kavgacı yani testosteron seviyesi düşük erkekleri tercih ediyorlar. Belki bu tutum, yavrularını kavgadan uzak tutma çabasının bir ürünü olabilir. Çok ilginç bir bulgu olarak, erkeklerin çocuk sahibi oldukça testosteron seviyesinin düştüğü hatta erkeklerin kucağına konulan oyuncak bir bebeğin dahi onun testosteron seviyesini dakikalar içerisinde anlamlı olarak düşürdüğü tespit edilmiştir. Düşük testosteron seviyesi daha az aktif / daha sakin / daha az kavgacı erkek bireyler meydana getirir. Bu tutum, yiyecek toplayan ve kadına ve yavrulara bakan erkekler açısından kavgadan uzak durarak hayatta kalma şansını arttıran önemli bir etkendir. O hayatta kalırsa kadının ve yavruların hayatta kalma şansı artacaktır.
Daha ilginç bir şey ise, kadınların yumurtlama dönemlerinde, erkeklerin ter bezlerinden çıkan sıvıda çoğalan bakterilerin kokusuna karşı daha hassas olduklarıdır. Diğer dönemlerinde erkeğin ter kokusu çekicilikten ziyade itici bir tavra sebep oluyor. Erkeklerin ter kokusuna, sadece yumurtlama döneminde gösterilen hassasiyetin nedeni araştırılırken çok ilginç bir bulgu ile karşılaşıldı.
Yapılan deneylerde, kadınların yumurtlama döneminde yakın aile bireyleri erkeklerin ter kokusuna karşı nefretle yaklaştıkları ortaya çıktı. Elbetteki, deneylerdeki kadınlar, kokladıkları ter kokusunun babalarının ve erkek kardeşlerinin ter kokusu olduğunu bilmiyorlardı. Bu garip tutum nasıl izah edilebilir ?
Bilim adamları, her erkeğin ter kokusunu yek diğerinden ayıran şeyin ne olduğuna odaklandıklarında müthiş bir gerçekle karşılaştılar. Ter kokusunu oluşturan bakterilerin hangi kimyasal maddeleri salgılayabileceklerine vücudun bağışıklık sistemi karar veriyordu. Dolayısıyla, benzer genetik koda sahip bireyler, benzer bir bağışıklık sistemine sahip olacak ve ter kokusunu oluşturan kimyasallar yakınlık arz edecekti. Eğer ter kokusu, koklayanın genetik koduna yakın bir canlıya aitse, -sadece üreme döneminde - kadın için itici gelecek ve birbirlerini soy sop bağı ile tanımayan bireyler arasında ensest / aile içi ilişkiyi önlemeye yarayan bir bariyer oluşturacaktı. Aile içi ilişkinin genetik sonuçları, sakat yavrular dünyaya getirir ve türün şartlara uyum sağlayarak hayatta kalması ve neslini devam ettirmesi önünde bir engel teşkil eder.
Görüleceği üzere, farkında olmaksızın sergilediğimiz davranışlar ve seçimlerimizin altında dahi evrim sürecinin keskin izleri bulunmaktadır.
- DEVAM EDECEK -
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Niçin çocuklarımızın başlarını okşarız ? Niçin onların mesela omuzlarını değil de yanaklarını sıkarız ?
Niçin çocuklarımızı veya birbirimizi öperiz ?
Niçin birbirimizin sırtını sıvazlarız ?
Bu gibi daha çok benzeşen tavırların yanında birbine benzemeyen tavırlar da sergilememizin nedeni nedir ?
Niçin büyüklerinin elini öpmek davranışı bizim toplumumuzda varken başka toplumlarda görülmez ?
İnsanların birbirlerini selamlama biçimi de kültürden kültüre farklılıklar göstermektedir.
Bu davranışların hangileri hangi ölçüde evrim sürecindeki deneyim ve kazanımlarla izah edilebilir ?
Bu tarz davranışların hangileri genetik kodlama ve bilinçaltı süreçlerin tam denetimindeyken hangileri içinde bulunduğumuz grup tarafından öğretilerek akratılan bilgidir ?
İmam Gazali, insanın duygusal tepkilerini iki ana başlıkta toplar. Birisi Gadap, diğeri Şehvettir.
Gadap, istenmeyen şeyi def edici, engelleyici, uzaklaştırıcı bir nitelik taşırken, Şehvet, bir şeyin arzulanmasıdır. Gadap, arzulanan şeyin gerçekleşmesinin önündeki engelleri ortadan kaldırmaya hizmet eder.
Aslında bu iki duygu, sadece insanın değil tüm canlıların ortak noktasıdır. Varlık, bir tek hücreden ibaret bile olsa varlığını sürdürmek için ama yiyecek bulma ama çoğalma şeklinde olsun bir "Şehvet"in peşindedir. Bu şehveti engelleyen her şey, varlığın Gadabınca def edilecektir.
Bu tanımlama ve sınıflandırma çok acımasız görünüyor. Çünkü o sınıflamanın içinde mesela "af - acıma" yoktur. Mesela "adalet" yoktur.
Tabiatta, acıma, merhamet olgusunu anne şefkatinde görebiliriz. Eşit bölüşümü öngören "Adalet"in görüldüğü bir davranış modeli ben hatırlamıyorum. Örneğin, karıncaların sosyal birlikteliklerindeki yiyecek bölüşümü "adil" olarak nitelendirilebilse bile aynı davranış, aynı tür karıncalarca oluşturulan bir başka sosyal gruba karşı gösterilir mi?
Gadap ve Şehvet haricindeki duygusal durumlar, bu ikisinin hizmet ettiği ortak evrim ilkesine hizmet için ortaya çıkmış türev / örtülü davranışlar olabilir mi ?
Anne şefkatinin mutlak bir ilke olmadığını, yavrularının yüzünü bile görmeden yumurtalarını terkeden onbinlerce canlı türünden bilebiliriz. Eğer merhamet, her varlığın mutlak sahip olduğu bir duygu olsaydı asla böyle bir durum oluşamazdı. Çünkü canlının yavrusuna bakması bir yandan onun neslinin devamını temin ederken, öbür yandan ebeveyne ilave yükler getirerek "hayatta kalmak" faaliyetini sekteye uğratır.
Çok sayıda yumurta bırakılan ve yavruların başlarının çaresine bakabileceği popülasyonlarda yavrular ebeveynler tarafından büyütülmez. Üreme / çoğalma güdüsü, çiftleşme davranışı ile teskin edilmiş olur.
Koşulların bunun aksini oluşturduğu popülasyonlarda yavrulara çeşitli seviyelerde ebeveynler tarafından bakılır ve "anne şefkati" dediğimiz duygu ancak o popülasyonda ortaya çıkar. Bu durumda hoş görünmese de şunu söylemek zorundayız ki, "anne şefkati" üreme görevinin yerine getirilmesi için ortaya çıkmış türev bir duygudur. Hatta bu mesele bazı türlerde öylesine çetindir ki, yavrusunu büyüten bazı türlerde yavru sayısı tümünün hayatta kalması bakımından fazla gelecek ise yavruların birbirlerini öldürmesine ebeveynler tepki göstermemektedir. Bazı türlerde, erken gelişerek irileşen kardeşin, annenin gagasındaki yiyeceği adaletsizce mideye indirmesine ebeveynler müdahale etmezler. Sonuç mutlak olarak diğer kardeşin ölümüdür. Hatta, gelişimi yavaş olan yavrunun bizzat ebeveyn tarafından yenildiği durumlar gözlenmiştir.
Yine tabiatta, annelerini yiyen canlılar, eşlerini hem de cinsel birlikteliğin hemen ardınca yiyen canlılar gözlemlenmektedir.
Anlaşılan o ki, tabiat Gadap ve Şehvet tarafından yönetilen bir tiyatro sahnesi gibidir. Doğrudan doğruya Gadap ve Şehvet olarak görünmeyen hangi davranışın izini sürseniz ipin ucu ya Gadaba ya Şehvete bağlanacaktır ve o ikisinin tek bir yasası vardır: Şartlara uyum sağlayarak hayatta kalmak ve üremek.
Gadap ve Şehvet arasındaki ilişki bakımından memelilerin vücutlarında ilginç bir denge bulunmaktadır. Canlının besinlerden elde ettiği enerjinin kullanımı gadap ve şehvet arasında bölüştürülmektedir. Eğer canlı stresli bir durumla karşılaşırsa, besini işleyerek büyümeyi (Şehvet) sağlama işlevi derhal durdurulur. Kan, içindeki besinlerle birlikte kaçmak veya savaşmak (Gadap) için çalışacak organlara pompalanır. Gadabı gerektirecek durum ortadan kalkınca, kan iç organlara geri döner ve büyüme (Şehvet) devam ettirilir.
Pek aydınlık görünmeyen bu tablo karşısında, meleklerin insana dair zannının kan döken ve bozgunculuk çıkaran bir mahluk şeklinde belirmesi ve Tanrı'nın "Rahmet" ile farklılaşması başka bir anlam taşıyor.
Peki, İnsanın esmayı sayması Gadap ve Şehvet'i nasıl şekillendirebilir ?
- DEVAM EDECEK -
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Sosyal bir grup içerisinde, ötekinin varlığıyla dikte edilen kuralın temel olarak Gadap ve Şehvet'e dayandığına değindik. Grup içerisinde fertlerin Şehvet yarışında, Gadab'ı kuvvetli / baskın gelen Şehvetini nihayetine erdirecektir. Şu halde, kuralı gadapça üstün olan koyar. İki gadap karşılaştığında, zayıf olan üç seçenekle karşı karşıyadır:
Ya, itaat / teslimle gadap savaşından çekilip grup içerisinde kalacaktır, ya itaat / teslimle gruptan çıkacaktır veya mücadeleyi ölümüne sürdürecektir. Bu üç tür davranışın da sergilendiği canlı türleri mevcuttur. Gerçekten bazı arı türlerinde çiftleşmek için verilen mücadele oratada tek bir erkek kalıncaya değin devam eder.
Aslında, canlının bu yarışı ölüm pahasına sürdürmesi evrim açısından ilk bakışta anlamsızdır. Onu anlamlandıran ve açıklayabilecek olan tek şey, alternatifin olmaması olabilir.
Eğer sağ kalan erkeğin varlığı neslin devamı için yeterli geliyorsa ortada evrim açısından hiç bir sorun yoktur. Ancak genellikle bu süreç, daha nadiren ölümle sonuçlanır. Böylelikle itaat ve teslimiyet davranışı gelişir.
İtaat, şehvetin görünüm değiştirmiş halidir. Varlık, yaşamı devam ettirmeyi (şehveti) itaatle sağlayabilecekse bunu derhal benimseyecektir.
Canlılarda itaat / teslimiyet davranışı bu aşamada asla etik nitelik taşımaz. İtaati gerekli kılan baskın güç ortadan kalktığı anda itaat derhal önceki şehvet görünümüne kavuşur. Hatta, gadap ortalıkta gezinip dururken her üreme döneminde ve her avda aynı seramoni tekrar edilerek güç dengesinin evrim ilkeleri tarafından denetlenmesi sağlanır.
İletişim becerisi ve beyin fonksiyonları gelişmiş ise, önceki karşılaşmaya dair bilgi daha fazla hatırda tutulabilir. Sosyal olmayan canlılarda ise her üreme döneminde bu tekrar edilecektir. Önceki karşılaşmada ortaya çıkan güç dengesinin hatırda tutularak ona uygun davranılması, itaatte / teslimiyette sadakat değildir. Sadakat gibi görünen şey, karşılaşmanın doğurduğu sonucun hatırda tutularak sanki kapışmadan henüz çıkılmışcasına davranmaktan başka bir şey değildir. Bu tutum, canlının ezber veya akıl yürütme kapasitesinden kaynaklanabileceği gibi, olası karşılaşmanın sonucunun fiziki vasıfların an ve an gözden geçirilmesinden de kaynaklanabilir. Hangi şekilde cereyan ederse etsin, bir dahaki üreme evresinde kapışacak her iki canlının fiziksel vasıflarındaki değişimin test edilmesiyle bir sonuca kavuşulur ve kuralı kimin dikte edeceği belli olur.
Gadabın, beslenmeye yönelen şehvetle, ölüm tehlikesi doğuran bir durumda yaşamda kalmaya yönelen şehvet karşısındaki görünümleri de aynı değildir. Ölüm tehlikesi korkuyu doğurur. Gadabın en şiddetli ve azimli çabası korku sonucunda ortaya çıkar. Korku karşısında kaçmak veya savaşmak gibi bir seçenek kaldığında kaçmak daha az riskli bir yöntem olarak tercihe şayan tutulacaktır. Bu durumda, şehvet "korku" görünümünü alacaktır. Şehvetin ertelenmesi ise umudu doğurur. Umut gelecekteki şehvettir.
Gadapların çatışmasında galip gelenin çok üstün olması ve şehvetini ertelememesi durumunda, mağlub olan için ölüm yakındır. Onun için sosyal topluluklarda gadabın şiddeti itaati korkuya dönüştürür. Korku, derin ve kesin bir itaattir. İtaati korkuya dönüşen birey, kapışmadan önceki şehvetini kesin olarak erteleyecek ve umuda dönüştürecektir.
İnsanın erken atalarında liderin gadabı ile diğer erkeklerin gadapları arasındaki çatışma ölümle sonuçlanacaksa ve grubu terketmek olası değilse, korkan ve umut besleyen fertler ortaya çıkacaktır.
İnsan beyninin kısımları geliştikçe, varlıklar üzerinden tanımlanan bilgi, yokluklar üzerinde de yürütülebilir. Bu hayal gücüdür. Hayal gücü, bir şeyi görmeden zihinde tasavvur edebilmektir. Gerçekten evrimcilere göre insanın hayal gücünün gelişimi ileri bir seviyedir. Çünkü bir aleti kullanabilmeniz için, kullanmadan önce onu kullanmanın neticesini öngörebilmeniz gerekir. Hayal gücü, alet edavat yapım ve kullanımında kritik bir aşamadır. Sanatın gelişimi için de engin bir hayal gücü gerekmektedir.
Ateşin bulunmasından sonra artan günlük faaliyet, hayal gücünün gelişimine anlamlı bir katkı sunmuş olmalıdır. Ama gece ama gündüz, yiyeceğin yerini tarif etmek, onu yokluğunda tanımlamak ve neye benzediğini anlatmak hayal gücü ve iletişim becerisinin eseridir. İnsanların varlıkları tanımlayarak / isimlendirerek onu yek diğerine anlatmalarındaki derece, yiyeceğin yerini tarif eden arılarla kıyaslanmayacak derecede komplekstir.
Bir defa, hayal gerçek olmayan, o anda görülüp işitilemeyen şey hakkındadır. Bu yönüyle hayalin "yalan"la sıkı bir ilişkisi olması gerekir.
Alet kullanmak tabiat içerisinde bir hiledir. Muhatabınız olan varlık o aletin neye yarayacağını bilemez, hayal edemezse hileye düşmüş olur. Elinde mızrakla ava göre uzakta bulunan avcı, avlananın hayatın olağan akışı içerisindeki beklentisine göre gerçek olmayan / sahte bir gerçeklik içerisindedir. Hangi yönünden bakılırsa bakılsın, hayal gücü ile yalan (gerçeğin saptırılması) arasında bir irtibat vardır.
Görünmeyen ve kendisine karşı tedbir alınamayan şeyin Gadabı, baskın bir korkuya vesile olur. Gece / karanlık, görünmeyenlerin sayısını arttırdığı için korkutucudur. Yıldırım, nereden geldiği belli olmayan ve yırtıcı hayvanlarınki gibi tok tınıda gürleyen bir sestir. Bunların hepsi korkuya yol açar.
Bireyin, şeyler arasındaki irtibata dair bilgisi geliştikçe hayal gücü de gelişecektir. Çünkü şeyler arasındaki kompleks irtibatı kavramak bir yönüyle nedenselliği kavramak demektir. Hayal, zihinde canlandırılan şeyler arasında yine zihinde irtibat kurabilme yeteneğidir. Nedensellik hakkındaki bilgi geliştikçe eylemler gerçekleşmese idi ne olacağı veya ne şekilde gerçekleşse idi ne doğuracağı yönündeki zihinsel aktivite gelişecek ve bu daha zengin bir hayal gücü gerektirecektir.
Muhatabınız bireyi "yalan" söyleyerek kandırmanız, onun ona ilettiğiniz sahte gerçekliğin olası sonuçları hakkında bir yargıya varabilmesi halinde mümkündür. Çünkü o, sizden aldığı veriyi kendi gerçekliği ile kıyaslayacak ve sonucun ne olabileceği hususunda bir İNANÇ besleyecektir. İnanç beklentidir.
Bir geyik için avcı uzaktaysa risk düşüktür. Bu, tekrar eden deneyimlerden elde edilen bir bilgidir. Yakında ölüm riskinin bulunmadığına dair bir beklenti, bir inanç gelişir. Geyik, avcının uzaklığı ile ölüm riski arasında yalın bir nedensellik kurmuştur.
Dolayısıyla, inanç yani beklenti bir nedensellik çıktısıdır. Nedensellik konusunda bilgi, deneyim ne derecede çeşitli ve gelişmiş seviyede ise o derecede gelişmiş bir inanç, bir beklenti gelişir.
Hayal gücü, zihindeki objeler arasında da nedenselliği işletme gücüne katkı sunduğuna göre, hayal gücü gelişmiş varlığın daha gelişmiş bir inanç ve beklenti sistemi olacaktır.
Hayal gücü ve dolayısıyla nedensellik anlayışı gelişmiş birey, gördüğü işittiği her şey hakkında nedensellik bağını kurmaya çalışacaktır. Öyle ki, o canlı artık görmediği şeyler arasında bile zihinde canlandırma yoluyla nedensellik kurmaktadır.
Hayal gücünü, parçaları eksik bir görüntünün eksik parçalarını tamamlama yeteğinin geliştirmesi mümkündür. Gerçekten, avcının sadece başını gördüğünüz bir görüntüde, orada bir avcı olduğunu bilebilmeniz için eksik parçayı tamamlamanız gerekir. Aslında bu olgu da, gözdeki kusurlu görme ile başlamış olmalıdır. Çünkü göz gelen her görüntüyü bir kamera gibi aktarmaz. Gelişmiş göz, belirli bir şeye odaklanabilen gözdür. Gözün belirli bir noktaya odaklanma kaabiliyeti, odaklanan şeyin dışını daha flu gösterir. Yürümek, koşturmak, ilerlemek, kaçmak gibi aktivitelerde net olmayan kenar görüntünün zihnen doldurulması önemli bir gelişimdir. Keza otçul ve etçil hayvanların gözlerinin vücut üzerindeki yerleri de benzer bir ihtiyacı karşılayacak şekilde evrimleşmiştir.
Elde edilen verideki eksik parçaları tamamlama yeteneği ileri seviyesinde hayal gücünü doğurmuş olmalıdır. Eksik parçaları tamamlayamazsan avcının sadece başını veya kulaklarını veya sadece kuyruğunu gördüğün bir manzarada hayatta kalma olasılığın daha düşüktür. Avcı için de aynı şey geçerlidir.
Eksik parçayı tamamlanma yeteneği için ise "çağrışım" becerisinin gelişmiş olması gerekir. Çünkü bir şeyin eksik kısmına dair boşluk, geçmiş deneyimlerden oluşan hafıza örgüsündeki bir bilgi çağırılarak doldurulacaktır. O bilginin hafıza içerisindeki bilgi yığınının içerisinden seçilip çıkarılması, boşluğun civarındaki şeylerle anlamlı bir örüntü kurması yoluyla mümkün olabilir.
Otların arasında görünen kulaklar, zihindeki yırtıcı hayvana dair edinilmiş bilgiler içerisinden en çok benzeşenle ilişkilendirilecektir.
O halde, çağrışım, eksik parçanın tamamlanabilmesine, eksiği tamamlamak hayal gücüne, hayal gücü de nedenselliği kavrama becerisi ne doğru ilerlemektedir.
Bu gün din olarak tanımladığımız olgunun ortaya çıkabilmesi için nedensellik bağı kurma ihtiyacının gelişmiş olması gerekmektedir. Çünkü, dinler yani inanış disiplinleri, deneyimlenmemiş olgular üzerinden nedensellik bağının kurulmasıyla oluşabilir.
Başarısız geçen bir av partisine bir gerekçe / nedensellik ararken mantıken izlenmesi gereken yol deneyimlenen gerçeklik üzerinden bir yargıya varılmasıdır. Fakat, başarısızlık sonucunda ortaya çıkan "gerçeklik" birinin cezalandırılmasını gerekli kılarsa, onun "yalan" söyleyerek diğerlerinin zihninde sanal bir nedensellik kurulmasına yol açması ve tehdidi bertaraf etmesi mümkün olur. Yalan söyleyen grup içerinde göreceli olarak daha silik yani daha az gözlenen biriyse onun getireceği muhtemel gerekçeler daha inandırıcı bulunabilir.
Fakat, grubun lideri daima gözlenen ve grubun evrim cenderesi içerisindeki sağlıklı varlığı hususunda kendisine nedensellik yüklenen süjesidir. Nedensellik algısı gelişmiş insan, liderin eylemleri hakkında da nedensellik bağını işletecektir. Eğer lider, diğer fertlerin kendisi hakkında bir nedensellik ilişkisi kurduğunun farkında ise, bu nedenselliğin onun liderliğini pekiştirecek şekilde gelişmesinden avantajlı çıkacaktır.
Gerçek durum, ortaya çıkacak nedenselliği liderin aleyhinde işletecekse, liderin yalan söylemesi silik fertlere göre daha zor olacaktır. Çünkü o, hareketleri gözlem altında tutulandır. Böyle bir paradoks altında lider, konumunu korumak için deneyimlenmemiş olgu üzerinden nedensellik geliştirebilir. Hele hele, hayat içerisinde dönüp duran işler arasında nedensellik bağını yeterince kuramamış ve bunların arasında bir bağ kurmak için çaba sarfeden ve bu sırada buz dağının görünen kısmından görünmeyen kısmı hayalinde tamamlama becerisi gelişmekte olan bireyler için bu yöntem çok da zor değildir.
Ormanın derinliklerinden gelen bir sesin neye ait olduğu, yırtıcı bir hayvanın sesine benziyorsa onun ne büyüklükte ve nerede olduğuna dair eksik parçaların tamamlanması hayatta kalmak için zorunludur. İşin grup davranışını etkileyecek kısmı ise, sesin bir topluluk tarafından duyulması halinde, eksik parçayı tamamlama görevinin de asliyetle liderde olmasıdır. Boşluğu tamamlamak da, ne yapılacağı konusunda nihayi kararı vermek de liderin görevidir.
Eksik parçaların tamamlanması konusunda yeteneği gelişmiş grup
fertlerinin bireysel çıkarımları fertlerin grup içerisindeki
statülerinde anlamlı bir değişiklik gerçekleştirecekse, boş kalan anlam
örgülerinin kontrol altına alınması da evrim süreci açısından gerekli
bir liderlik davranışı haline gelecektir.
Yıldırımın korkutucu sesinin "kimden" çıktığı hususundaki nedensellik arayışı yıldırım hakkında deneyimlenmiş bilgiye vakıf olmayan fert için başlı başına bir derttir. Çünkü ortada olası bir risk vardır ve riskin minimize edilmesi için gadabın harekete geçirilmesi, bir şeyler yapılması gerekmektedir. Eksik parçaları tamamlama eğilimi kazanmış fert, bu soruyu asla cevapsız bırakamaz. Eksik parça, deneyimlenmiş bilgi ile tamamlanamazsa hayal gücünün ön göreceği olasılıklar arasından bir şeylerle doldurulmak zorundadır.
Yıldırım hakkında deneyimlenen bilgi, zaman içerisinde onun "ne olmadığı" yönünde bir takım bilgiler verecek ve eksik parça tüme varım yöntemiyle doldurulmaya başlayacaktır. Fakat, ciddi bir muamma karşısında eksik parçaların tamamlanması tüme varım yöntemine bırakıldıkça süreç uzayacak ve lider "kararsız" bir görünüm sergileyecektir. Bu lider için statü kaybıdır.
Böylece, deneyimlenemeyen kritik / riskli durumlarda oluşan boşlukların lider tarafından hayal gücüyle doldurulmasıyla, grubun diğer fertleri için o duruma ilişkin yeni bir nedensellik ve nihayetinde bir İNANÇ / BEKLENTİ gelişir.
Yıldırım, sel, yangın, fırtına, ölüm gibi tahrip edici vakalarla, güneşin doğması, batması, ay, yıldızlar gibi uçuk ve hayret verici olgulardaki nedensellik boşlukları, tamamen hurafeye / uydurmaya / anlamını bilmeden söylemeye / zanna / yalana ve hayal gücünün gelişmişlik kapasitesine terkedilerek İNANÇ / BEKLENTİ oluşturulacaktır.
Hakkında muamma bulunan olaya bağlanan nedensellik temel olarak iki yönlü olacaktır. Bu neden oldu ? Ve bundan sonra ne olacak ?
Bu iki uç, sebep-sonuç doğrusunun kendisinden önceki ve sonraki parçalarının bağlantı noktalarıdır.
Dolayısıyla, iç yüzü bilinemeyen şeyler hakkında nedensellik yoluyla bir İNANÇ / BEKLENTİ geliştirmek aslında esmayı sayma işleminde boşlukların doldurulmasından ibarettir.
- DEVAM EDECEK -
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma