Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Ayetten anlaşıldığına göre Elçiye itaat Allah'a itaatmiş. Allah'a itaat bugün ne ile mümkün?
HaydarAli Yazdı:
Resulullah (s.a.s) bir hadislerinde;
"Kim bana itâat ederse şüphesiz Allah'a itaat etmiş olur. Her kim imam
(devlet başkanı)a itaat ederse şüphesiz bana itaat etmiş olur. Eğer kim
imama isyan ederse şüphesiz bana isyan etmiş olur" (İbn Mâce, Cihâd,
39) buyurmakla, Rabbin rızası gözetilerek başkalarına yapılan itaatın
gerçekte Allah'a itaat manasına geldiğini ifade etmiştir.
buradaki itaati siz nasil algiliyorsunuz, merak ediyorum gercekten!
Allah'a itaat etmek isteyen demek ki Devlet başkanına itaat edecek. Olur mu böyle şey? Emevi-Abbasi despotları ne kadar da kurnazlarmış, baksana. Devlet başkanı Din kurucu değildir ki ona itaat Allah'a itaat olsun.
Kurandakidin.net isimli siteden;
ELÇİ VE EMİR SAHİBİ DİNİN SAHİBİ YAPILIRSA
Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, elçiye itaat edin ve sizden olan emir
sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve ahiret gününe
inanıyorsanız onu Allah’a ve elçiye arz edin.
4 Nisa Suresi 59
İnsanlar topluluklar halinde yaşarlar. Bu toplu yaşamda ortak kararı, ortak
prensipleri, kimi durumlarda ortak orduyu, savaş ve barış kararı gibi kritik
kararları da hayata geçirmek gerekir. Elçi (Hz. Muhammed) kendi döneminde
toplumun başı olarak bir çok kritik kararı alırdı. Bunlara da uymak gerekirdi,
çünkü Hz. Muhammed o dönemde hem elçi, hem de “emir sahibi” (ululemr) olarak
toplumun başıydı. Peygamber’in vefatından sonra Müslümanlar’ın içlerinden
seçecekleri kişi veya kişiler bu vazifeyi yerine getirebilir ve onlara da itaat
gerekir. Fakat bu itaat hiçbir zaman Allah’ın hükümlerine ilave hükümler
yapılması manasına gelmez. Çünkü Kuran’dan Kuran’ın her şeyi açıkladığını,
detayları verdiğini ve dinin Kuran’a eşit olduğunu anlıyoruz. Eğer ki elçiye
itaatten ve emir sahiplerine itaatten ilave farz veya haram yetkisi anlaşılsaydı
ortaya şu mantıksız tablo çıkardı: Yenmesi haram olanları örnek olarak ele
alalım; Kuran’da 1 Leş, 2Kan, 3 Domuz eti, 4 Allah’tan başkası adına kesilen
hayvanlar haram kılınmıştır. Elçiye itaatten kasıt elçinin ilave haramlar
getirmesi olsaydı elçi 5 Midye, 6 Karides, 7 Eşek eti şeklinde haram
listelerini genişletebilirdi. Nitekim mezhepçiler bunu iddia etmektedirler. Peki
o zaman bir dönem Sünni Müslümanlar’ın halife olarak emir sahibi kabul ettikleri
Yavuz Sultan Selim 8 Tavuk, 9 İnek eti, 10 Palamut balığı şeklinde bu listeyi
uzatıyor olsaydı ve “Elçiye itaat ayetleriyle bunları haram kılıyorsanız, Emir
sahibine itaat ayetiyle de, ben bunları aynı mantıkla, aynı şekilde haram
kılıyorum.” deseydi ne derdiniz? Elçiye itaat edin ayetiyle, Kuran’ın hükmünün
iptal yetkisinin (neshin) Peygamber’e verildiği şeklindeki iddiayı hatırlayalım.
[25. Bölümdeki nasih mensuh konusunu hatırlayın] O zaman biri çıkıp aynı
mantıkla emir sahibi de kendinden evvelki dini hükümleri değiştirebilir
iddiasını yapar ve emir sahibi “Zinayı, hırsızlığı helal yapıp, namazı orucu
kaldırıyorum, bunlar da benim nasihlerim (iptal yetkisini kullanmam).” derse ne
diyeceksiniz? Bunun için sizin mantığınızda olduğu gibi emir sahiplerine itaat
edin ayetini çekiştirip, kendini Allah gibi dini hüküm koyucu mertebesine
çıkarırsa sonuç ne olur? Eğer elçiye itaatle elçi ilave helaller, haramlar ve
iptaller yapabiliyorsa o zaman aynı tarzdaki ayetle emir sahiplerinin
(Yöneticilerin) de aynı hakka kavuşmaları gerekirdi. Görüldüğü gibi Kuran’ı bir
bütün şeklinde kabul etmeden çekiştirmeye kalkmanın sonu felakettir.
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
Selam Turker kardeş.Aramıza hoşgeldin.Yorum yeteneğin bayağı gelişmiş.Ancak bu yorumları yapan ilk siz olmadığınız gibi son kişi de değilsiniz.Ancak bizim burada ilk anladığımız mana önemlidir.Siz o şekilde başkası bu şekilde yorumlar.Ama yorum ne olursa olsun öz aynı kalır.
İslam tarihinde hep senet tenkidi yapılıp metin tenkidi yapılmadığından hadis diye bütün cürüfat doldurulmuş.Şimdi senin aklın hiç şuna yatıyormu?Bir peygamber kalkacak Allah'ın ayetlerini insanlara anlatması yetmeyecek bir de kalkıp insanlara çoğu arap örf ve adetlerini içeren emirler,yasaklar ve kurallar getirecek?Evet aklım alıyor diyorsanız net olarak söyleyeyim siz Allah'ın dinine değil,peygamberlerinin Buhari ve Müslim olduğu Arap faşizmine ya da Arabiyyecilik dinine inanıyorsunuz.Öyle değil diyebilmek için Bir kerecik te olsa Kuranın Türkçesini baştan sona okumanızı,ama dura dura düşüne düşüne okumanızı dilerim.İnşallah görüşmek dileğiyle.
Aynı mantıkla kurana yaklaşın bakalım farklı bir sonuç elde edebilecekmisiniz ?
Bir insana yakıştıramadığınız sıfatları nasıl olurda tanrıya yakıştırabiliyorsunuz anlamak mümkün değil.
Alemlerin rabbi olan allah kalkacak arabın damak zevkini,fantazisini,hayalini tüm dünya insanına cennet ödülü diye dayatacak.
Takva sahiplerine vadolunan cennetin özelliği (şudur): Onun zemininden ırmaklar akar. Yemişleri ve gölgesi süreklidir. İşte bu, (kötülüklerden) sakınanların (mutlu) sonudur. Kafirlerin sonu ise ateştir.
Cennette gölge ne işe yarar. Yoksa orda kavurucu sıcaklarmı var ?
Zemininden ırmaklar akan ve gölgesi olan bir bahçe çölde yaşaya arap hayalidir. Kutuplarda yaşayan insana bu kurana inanırsan sana bunlar var cennette deyin bakalım ilgisini çekecek mi?
O adam zaten hayatı boyunca soğukta suların içinde yaşamış ne yapsın gölgeyi? Ona sorsanız avlanmadan sahip olacağı balıklar ve sıcacık evler ilgisini çeker.
Sizden biriniz arzu eder mi ki, hurma ve üzüm ağaçlarıyla dolu, arasından sular akan ve kendisi için orada her çeşit meyveden (bir miktar) bulunan bir bahçesi olsun da, bakıma muhtaç çoluk çocuğu varken kendisine ihtiyarlık gelip çatsın, bahçeye de içinde ateş bulunan bir kasırga isabet ederek yakıp kül etsin! (Elbette bunu kimse arzu etmez.) İşte düşünüp anlayasınız diye Allah size ayetleri açıklar. *
O, gökten su indirendir. İşte biz her çeşit bitkiyi onunla bitirdik. O bitkiden de kendisinde üstüste binmiş taneler bitireceğimiz bir yeşillik; hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar; üzüm bağları; bir kısmı birbirine benzeyen, bir kısmı da benzemeyen zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik. Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın! Kuşkusuz bütün bunlarda inanan bir toplum için ibretler vardır.
Çardaklı ve çardaksız (üzüm) bahçeleri, ürünleri çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve narları yaratan O'dur. Herbiri meyve verdiği zaman meyvesinden yeyin. Devşirilip toplandığı gün de hakkını (zekat ve sadakasını) verin, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.
Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler, bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır. (Böyle iken) yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır. *
(Allah) su sayesinde sizin için ekinler, zeytinler, hurmalar, üzümler ve diğer meyvelerin hepsinden bitirir. İşte bunlarda düşünen bir toplum için büyük bir ibret vardır.
Onlara, şu iki adamı misal olarak anlat: Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekinler bitirmiştik.
(Firavun) Şöyle dedi : Ben size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi! Hakikat şu ki o, size büyü öğreten ulunuzdur. Şimdi elleriniz ile ayaklarınızı tereddüt etmeden çaprazlama keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım! Böylece, hangimizin azabının daha şiddetli ve sürekli olduğunu iyice anlayacaksınız. *
Böylece onun (yağmurun) sayesinde sizin yararınıza hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdik. Bunlarda sizin için birçok meyveler vardır ve siz onlardan yersiniz.
Kullara rızık olması için birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik. Ve o su ile ölü toprağa can verdik. İşte hayata yeniden çıkış da böyledir.
Kullara rızık olması için birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik. Ve o su ile ölü toprağa can verdik. İşte hayata yeniden çıkış da böyledir. *
Allah onu, ardarda yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etti. Öyle ki (eğer orada olsaydın), o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş halde görürdün.
Çöldeki adam ne bilsin kiviyi, mangoyu.. Doğru ya, belki salak ve çikuyu da ilk defa duyuyorsundur di mi Anadolu'lu gariban?
__________________ İsrâ 89
Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkarcılıktan başkasını kabullenmediler.
Çöldeki adam ne bilsin kiviyi, mangoyu.. Doğru ya, belki salak ve çikuyu da ilk defa duyuyorsundur di mi Anadolu'lu gariban?
Çöldeki adam bilmiyorsa allah nasıl bilmez ? Sen şimdi dersinki allah kuranın ilk muhatabı olan insanlara bilmedikleri meyvelerden bahsetse anlamazlardı.
Kuran türk toplumuna gelse çiğ köfteden de araplar anlamazdı.Bu işte bir terslik var ama.
Eğer bu [ilahî kelâmın] Arapça dışında bir dilde [indirilmiş] bir hitabe olmasını dileseydik, onlar, [onu reddedenler,] bu defa, "Neden onun mesajları anlaşılır bir şekilde ifade edilmemiş? Hayret! Arapça dışında bir dil[de indirilmiş bir mesaj bu] ve (tebliğ eden de) bir Arap [elçi]?" diyeceklerdi. De ki: "Bu [ilahî kelâm,] iman edenler için bir rehber ve bir şifa kaynağıdır; ona inanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir sağırlık var ve bundan dolayı [Kur'an] onlara kapalı, anlaşılmaz gelir: onlar çok uzaklardan seslenilen [insanlar gibi]ler".
__________________ İsrâ 89
Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkarcılıktan başkasını kabullenmediler.
Ebû Hûreyre (R) şöyle demiştir: Ölüm meleği Mûsâ Peygamber’e gönderildi. Melek Mûsâ’ya gelince, Mûsâ, meleğe bir tokat vurdu. Melek Rabb’ına döndü ve: - Sen beni ölmek istemeyen bir kula gönderdin, dedi. Allah, meleğe gözünü iâde etti ve tekrar Mûsâ’ya dön (dedi).......... (Buhâri, Kitâbu’l-Cenâiz 95 C.3 S.1261 Ötüken 1987. )
Mûsa peygamber madem ki ölüp, ölmemekte serbestti, niçin ruhunu almaya gelen ölüm meleğinin gözünü çıkarsın? Biz Mûsa Peygamberi ve Ölüm meleğini böyle bir olaydan tenzih ederiz, böyle bir olay olmamıştır. Ölüm meleğinin gözünü çıkarmak, bu rivayeti uyduranların içinde ki bir hasrettir, buna da asla güçleri yetmez. http://63.231.71.139/www.kuran-tekrehber.com/html/sayfa_5.ht m
Selamün aleyküm,
Nuri arkadaşım, risale-i nur'da senin bu söz ettiğin mesele halledilmiş. Ben okudum istifade ettim. Seninle paylaşmak istedim:
İkinci Mes'ele olan İkinci Risale [Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâm, Hazret-i Azrâil Aleyhisselâm'ın gözüne tokat vurmuş, ilâ âhir meâlindeki hadîse dair ehemmiyetli bir münakaşayı kaldırmak ve halletmek için yazılmıştır.] Eğirdir'de bir münakaşa-i ilmiye işittim. O münakaşa, hususan şu zamanda yanlıştır. Hattâ münakaşayı bilmiyordum. Benden de sual edildi. Mu'teber bir kitabda, Hadîs-i Şeyheyn'in ittifakına alâmet olan ق işaretiyle bir hadîs bana gösterildi. "Hadîs midir, değil midir?" sual edildi. Ben dedim: Böyle mu'teber bir kitabda, Şeyheyn Hadîsinin ittifakına hükmeden bir zâta itimad etmek lâzım; demek hadîstir. Fakat hadîsin, Kur'an gibi bazı müteşabihatı var. Ancak havas onların mânalarını bulabilir. Şu hadîsin zâhiri dahi, müşkilât-ı hadîsin müteşabihat kısmından olmak ihtimali var, dedim. Eğer bilseydim medar-ı münakaşa olmuş, öyle kısa değil, belki böyle cevap verecektim: Evvelâ: Bu çeşit mesaili münakaşa etmenin birinci şartı; insaf ile, hakkı bulmak niyetiyle, inadsız bir surette, ehil olanların mabeyninde, sû'-i telakkiye sebeb olmadan müzakeresi caiz olabilir. O müzakere hak için olduğuna delil şudur ki: Eğer hak, muarızın elinde zâhir olsa, müteessir olmasın, belki memnun olsun; çünki bilmediği şey'i öğrendi. Eğer kendi elinde zâhir olsa, fazla birşey öğrenmedi, belki gurura düşmek ihtimali var. Sâniyen: Sebeb-i münakaşa, eğer hadîs ise; hadîsin meratibini ve vahy-i zımnînin derecatını ve tekellümat-ı Nebeviyenin aksamını bilmek lâzım. Avam içinde müşkilât-ı hadîsiyeyi münakaşa etmek, izhar-ı fazl suretinde avukat gibi kendi sözünü doğru göstermek ve enaniyetini, hakka ve insafa tercih etmek suretinde deliller aramak caiz değildir. Mâdem şu mes'ele açılmış, medar-ı münakaşa edilmiş, bîçare avam-ı nâsın zihninde sû'-i tesir ediyor. Çünki şu gibi müteşabih hadîsleri aklına sığıştıramadığı için; eğer inkâr etse dehşetli bir kapı açar, yani küçücük aklına sığışmayan kat'î hadîsleri dahi inkâra yol açar. Eğer zâhir-i hadîsin mânasını tutarak öyle kabul edip neşretse, ehl-i dalaletin itirazatına ve "hurafattır" demelerine yol açar. Mâdem bu müteşabih hadîse, lüzumsuz ve zararlı bir tarzda nazar-ı dikkat celbedilmiş ve bu çeşit hadîsler çok varid olmuş, elbette şübheleri izale edecek bir hakikatı beyan etmek lâzım gelir. Şu hadîs kat'î olsun veya olmasın, o hakikatı zikretmek gerektir. İşte yazdığımız risalelerde, ezcümle Yirmidördüncü Söz'ün Üçüncü Dalında Oniki Asıl ile ve Dördüncü Dalında ve Ondokuzuncu Mektub'un vahyin taksimatına dair mukaddemesindeki bir esasında tafsilâta iktifaen, burada icmalen o hakikata bir işaret ederiz. Şöyle ki: Melâike, insan gibi bir surete inhisar etmez; müşahhas iken, bir küllî hükmündedir. Hazret-i Azrâil Aleyhisselâm, kabz-ı ervaha müekkel olan melâikelerin nâzırıdır. "Her ölünün ruhunu, Hazret-i Azrail Aleyhisselâm mı bizzât kabzediyor? Yoksa avaneleri mi kabzediyorlar?" Bu hususta üç meslek var: Birinci Meslek: Azrâil Aleyhisselâm, herkesin ruhunu kabzeder. Bir iş bir işe mani olmaz, çünki nuranîdir. Nuranî bir şey, hadsiz âyineler vasıtasıyla hadsiz yerlerde bizzât bulunabilir ve temessül eder. Nuranînin temessülâtı, o nuranî zâtın hassasına mâliktir; onun aynı sayılır, gayrı değildir. Güneşin âyinelerdeki misalleri, Güneşin ziya ve hararetini gösterdiği gibi; melaike gibi ruhanîlerin dahi, âlem-i misalin ayrı ayrı âyinelerinde misalleri onların aynılarıdır, hassalarını gösterirler. Fakat âyinelerin kabiliyetine göre temessül ediyorlar. Nasılki Hazret-i Cebrâil Aleyhisselâm, bir vakitte Dıhye suretinde Sahabeler içinde göründüğü dakikada, binler yerde başka suretlerde ve Arş-ı Azam önünde, şarktan garba kadar geniş ve muhteşem kanadlarıyla secde ediyordu. Heryerde, o yerin kabiliyetine göre temessülü varmış; bir anda binler yerde bulunuyormuş. İşte şu mesleğe göre; kabz-ı ruh vaktinde, insanın âyinesine temessül eden Melek-ül Mevt'in insanî ve cüz'î bir misali, Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâm gibi bir ulül-azm ve celalli ve hiddetli bir zâtın tokadına maruz olmak ve o misalî Melek-ül Mevt'in libası hükmündeki suret-i misaliyesindeki gözünü çıkarmak; ne muhaldir, ne fevkalâdedir, ne de gayr-ı makuldür. İ
kinci Meslek odur ki: Hazret-i Cebrâil, Mikâil, Azrâil gibi melâike-i izam, birer nâzır-ı umumî hükmünde.. kendi nevilerinden ve kendilerine benzer küçük tarzda avaneleri vardır. Ve o muavinler, enva'-ı mahlukata göre ayrı ayrıdırlar. Sulehanın (Hâşiye-1) ervahını kabzeden başkadır; ehl-i şekavetin ervahını kabzeden yine başkadır. Nasılki وَالنَّا 86;ِعَاتِ غَرْقًا *وَالنَّا 588;ِطَاتِ نَشْطًا âyeti işaret ediyor ki: "Kabz-ı ervah eden, taife taifedir." Bu mesleğe göre; Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâm, Hazret-i Azrâil Aleyhisselâm'a değil, belki Azrâil'in bir avanesinin misalî cesedine, fıtrî celaletine ve hulkî celadetine ve Cenâb-ı Hakk'ın yanında nazdar olmasına binaen, ona bir tokat aşketmek gayet makuldür.
Üçüncü Meslek: Yirmidokuzuncu Söz'ün Dördüncü Esasında beyan edildiği gibi ve ehadîs-i şerifenin delalet ettiği üzere: "Bazı melâikeler var ki, kırkbin başı var. Her başında, kırkbin dili var -Demek, seksenbin gözü dahi var- Herbir dilde, kırkbin tesbihat var." Evet mâdem melâikeler âlem-i şehadetin enva'ına göre müekkeldirler; âlem-i ervahta o enva'ın tesbihatlarını temsil ediyorlar, elbette öyle olmak lâzımgelir. Çünki meselâ Küre-i Arz bir mahluktur, Cenâb-ı Hakk'ı tesbih ediyor. Değil kırkbin, belki yüzbinler baş hükmünde enva'ları var. Her nev'in, yüzbinler dil hükmünde efradları var ve hâkeza... Demek Küre-i Arz'a müekkel meleğin kırkbin, belki yüzbinler başı olmalı. Ve her başında da yüzbinler dil olmalı ve hâkeza... İşte bu mesleğe binaen, Hazret-i Azrâil Aleyhisselâm'ın her ferde müteveccih bir yüzü ve bakar bir gözü vardır. Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâm'ın, Hazret-i Azrâil Aleyhisselâm'a tokat vurması; hâşâ Azrâil Aleyhisselâm'ın mahiyet-i asliyesine ve şekl-i hakikîsine değil ve bir tahkir değil ve adem-i kabul değil; belki vazife-i risaletin daha devamını ve bekasını arzu ettiği için, kendi eceline dikkat eden ve hizmetine sed çekmek isteyen bir göze şamar vurmuş ve vurur...
Selam, İşte bu mesleğe binaen, Hazret-i Azrâil Aleyhisselâm'ın her ferde müteveccih bir yüzü ve bakar bir gözü vardır. Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâm'ın, Hazret-i Azrâil Aleyhisselâm'a tokat vurması; hâşâ Azrâil Aleyhisselâm'ın mahiyet-i asliyesine ve şekl-i hakikîsine değil ve bir tahkir değil ve adem-i kabul değil; belki vazife-i risaletin daha devamını ve bekasını arzu ettiği için, kendi eceline dikkat eden ve hizmetine sed çekmek isteyen bir göze şamar vurmuş ve vurur...
savunmana karşılık, şu yazılanları iyice düşünmeye davet ediyorum. 1-meleklerle şeytanları birbirine karıştırmamanı tavsite ederim! Azrail a.s,can alan melekler,onlar ancak ALLAH 'ın emriyle inerler, ALLAH'ın emrinden bir an olsun çıkmazlar, ALLAH 'ın elçileriyle, münakaşaya, kavgaya girmezler, kendilerine emrolunanı harfiyen yerine getirirler. ALLAH elçisinin vazife-i risaletinin ne zaman biteceğini, hakkıyla bilen değil midir ki peygamberberinin görevinin bittiğini, kendisine çağırdığı vazifeli meleğe darp ettirsin? o tokat kime yaraşır olsa gerek? peygamberi-melekle boş ve anlamsız yere dövüştürenlere mi?
Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler! mü'minun suresi 3.ayet.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma