Yazanlarda |
|
Deli Laz Katilimci Uye
Katılma Tarihi: 09 nisan 2006 Gönderilenler: 40
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İBN ARABİ NİÇİN KADINA TAPMIŞTIR?
Tasavvufun şeyh-i ekberi bir defasında Şeyh Mekinuddin'in kızına aşık olmuştur. Nerede? Mekke'de! Çılgın âşık, kadının vücuduna ulaşıp pençe ve tırnaklarını ona nasıl saplıyacağının yollarını aramış, onunla başbaşa kalması için yalvarmış, kendisini ona teslim etmesi için yüzsuyu dökmüş, ama iffetli kadın, bir canavarın iffetiyle oynamasını kabul etmeyip hayâ zırhına bürünerek defetmiştir. Kadın kendisini temiz bir kalp için sevmiş, o ise şehvetten gözü dönmüş bir ceset için istemiştir. Onu iffet ve dindarlık için istemiş, kendisi ahlaksız ve orta malı olmasını istemiştir. Bunu gören kadıncağız canavar pençelerinden uzaklaşmış ve isteklerini reddetmiştir. Bunun üzerine İbn Arabi kadının nazenin tenine ve iffetli cesedine ulaşma hülyasıyla 'Tercümânu'l-Evşâk' divanını yazmıştır. Belki kadın insafa gelir ve kendisiyle beraber uçuruma yuvarlanır, ona vücudundan bir parça, kanından bir avuç bağışlar diye düşünerek aşkını şiire dökmüştür. Ama iffetli kadın onu güllerle çevrili hareminden uzaklaştırmış, şeref ve namusuna toz kondurmamıştır. Duyguları nezih, iffetli, temiz, şerefi parlak ve ahlakı örnek bir kadın olmanın dışında yaşamayı reddetmiştir. Ne dersiniz? Elde edememenin ümitsizliği İbn Arabi'nin aşkını söndürmüş müdür? Hayır. Aksine ruhunu, vücudunu sarmış, fitne, istikrarsızlık, üzüntü, sıkıntı ve ızdırapla doldurmuştur. Ümitsizliği gitmediği gibi alevi de sönmemiştir. Bu sefer divanını tasavvuf dini ile şerhetmiş, vücudunu ellerine teslim etmiyen bu iffetli ve namuslu kadının, çok güzel bir kadının vücuduna bürünen bir rab olduğunu, ancak ilahi hakikatin en güzel tecessüdü ve zuhuru olduğu için kendisini sevdiğini, onu arzularken aslında rabbinin kadınlığını ve güzel vücudunu arzuladığını vurgulayarak belirtmiştir. Ancak kadın günahları avuçlayan tasavvufi bir tanrı değil, sadece ve sadece iffetli ve namuslu bir kadın olarak kalacağını söylemiştir. İbn Arabi mitoloji yolunda devam ederek onu yüceltmiş ve apaçık bir tasavvufi gerçek halini kazanıncaya kadar onun reklamını yapmıştır. Ona apaçık ve sarih bir vücut vermiş, kendisiyle beraber ve kendisinden sonra onun gibi zındıklar da desteklemiştir. Bu şekilde tasavvufçular Leyla, Büseyna ve Suad diyerek gazel okumuştur. Bunun ne demek olduğunu sorduğunuz zaman tasavvufçular cahilliğinize dudak bükerler. 'Zavallı! Rabbimizin güzel bir kadın olduğunu hâlâ bilmiyor, oynayıp şakırdayan, saçılıp dökülen şarkıcının ilahi tecellilerin en yüce ufku ve haramlar girdabı cesedinin yüce rabbimizin cesedi olduğunu, baştan çıkaran bir ceset ve kara bir rezalet olarak Allah'ın o kadın olduğunu bu miskin bilmiyor' diyerek birbirlerine göz işaretleri yaparlar. (1)
TASAVVUFUN TANRISI KULLARA MUHTAÇ
Yüce Allah 'Ey insanlar, siz Allah'a muhtaçsınız. Zengin ve övülmeğe layık olan Allah'tır' (Fatır 15) buyuruyor. Ama tasavvufçular kullara muhtaç bir tanrıya inanıyorlar. Varlığında, bilgisinde, kalıcılığında, yeme içmesinde, gizlilikten sonra açığa çıkma, yokluktan sonra meydana gelme ve yok olmasını önlemede kullara muhtaç bir ilaha inanıyorlar. İbn Arabi şöyle diyor: 'Varlığımız onun varlığıdır. Varlığımız açısından biz ona muhtaç, nefsinde zuhuru için o bize muhtaçtır.' Yine şöyle devam ediyor: 'Sen ahkamla (1) onun gıdası, o da varlıkla senin gıdandır. Senin özelliğin ne ise, onun özelliği de odur. Emir, ondan sana olduğu gibi senden de onadır. Ne var ki sen mükellef diye adlandırılıyorsun. Gerçi halinle sen ona 'beni mükellef kıl' dediğin için seni mükellef kılmıştır. Ama o mükellef diye isimlendirilmez. O bana hamd eder, ben ona hamd ederim, o bana ibadet eder, ben ona ibadet ederim.' (2) İbn Arabi'nin bize uydurduğu, tasavvuf kutuplarının inanıp secde ettiği tasavvufun tanrısı işte budur! İbn Arabi ilmini ve kitaplarını direkt Rasûlullah'tan aldığını, levh-i mahfuzdan vasıtasız yazdığını iddia etmiştir. (3) Vahdet-i vücud inancını sistemleştirip tevhid inancına meydan okurcasına halka sunması, Kur'ân âyetlerini tahrif ederek kafir Hûd kavminin sıratı müstakim üzere oldukları, Firavun'ın imanı kamil bir mümin olduğu gibi Nuh kavminin de mümin bir kavim olduğu ve bu imanlarından dolayı Allah onları mükafatlandırıp vahdet deryasına batırdığı, nimetini tadmaları için ilahi sevgi ateşine soktuğu, Hz. Harun'un İsrail oğullarını buzağıya tapmaktan alıkoyarak yanıldığı, çünkü buzağının gerçek mabud veya onun suretlerinden bir suret olduğu, Nuh kavminin Ved, Yeğus, Yeûk, Suva' ve Nesr putlarına tapmayı bırakmamakla isabet ettikleri, çünkü bu putların ilahın birer görünümü oldukları, ateşin azap değil, tatlılık olduğu, rahmete uğramıyan ve rızaya kavuşmayan hiçbir insanın bulunmadığı, bir şey var olmadan önce Allah'ın onu bilemiyeceği, çünkü bir şeyin varlığı ilmin varlığı demek olduğu, hatta her şeyin varlığının Allah'ın varlığının tercümesi olduğunu ve benzeri birçok saçmalıkları söylemesine rağmen, İbn Arabi bunların hepsini eksiltmeden ve çoğaltmadan doğrudan Rasûlullah'tan aldığını söylemiş ve Rasûlullah'ın bunları insanlara tebliğ etmesini emrettiğini iddia etmiştir. Kur'ân'a ve sahih sünnete açıkça aykırı ve küfür oldukları apaçık olan bütün bu saçmalıklara rağmen İbn Arabi bunları söylediğinden günümüze kadar adı müslüman olan yığınlardan pekçok taraftar ve sempatizan bulmuş, fikirleri islâm dünyasında alabildiğine yayılmıştır. Günde defalarca 'Lailahe İllallah, Muhammedün Rasûlullah' diyen İslâm ümmeti içinde hâlâ evliyanın büyüğü ve asfiyanın kutbu olarak görülmüş ve adı binbir takdis ve tazimle anılmıştır. İşte tuhaf olan budur!
ABDULKERİM EL-CÎLÎ'NİN TANRISI (1)
Tasavvufun bu meşhur kâhini İbn Farid ve İbn Arabi'nin dinine inanmaktadır. Ancak zındıklığı, Allah'ın ancak kamil insan (2) ve kamil insanın, Allah'la insanı bir kişide toplayan en büyük rab olduğuna inanmasıdır. Bu zındıklığı daha önce İbn Arabi ortaya atmış, ama el-Cîlî bu konuda daha ileri giderek derinleştirmiş ve felsefesini yapmıştır. el-Cîlî bu mertebesini kendisinden daha önce olan kimselere saptırmak istemediği için kendi insanlığının rububiyet ve uluhiyetin en yüce ufku olduğunu söylemiştir.
|
Yukarı dön |
|
|
nakkash Newbie
Katılma Tarihi: 30 mart 2006 Gönderilenler: 3
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
birde kaynak belirtseniz memnun oluruz.
|
Yukarı dön |
|
|
noabd Katilimci Uye
Katılma Tarihi: 23 mart 2012 Gönderilenler: 4
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Deli Laz
demişsin ki;
"
İbn Arabi ilmini ve kitaplarını direkt Rasûlullah'tan
aldığını, levh-i mahfuzdan vasıtasız yazdığını iddia
etmiştir. (3) Vahdet-i vücud inancını sistemleştirip
tevhid inancına meydan okurcasına halka sunması, Kur'ân
âyetlerini tahrif ederek kafir Hûd kavminin sıratı
müstakim üzere oldukları, Firavun'ın imanı kamil bir
mümin olduğu gibi Nuh kavminin de mümin bir kavim olduğu
ve bu imanlarından dolayı Allah onları mükafatlandırıp
vahdet deryasına batırdığı, nimetini tadmaları için ilahi
sevgi ateşine soktuğu, Hz. Harun'un İsrail oğullarını
buzağıya tapmaktan alıkoyarak yanıldığı, çünkü buzağının
gerçek mabud veya onun suretlerinden bir suret olduğu,
Nuh kavminin Ved, Yeğus, Yeûk, Suva' ve Nesr putlarına
tapmayı bırakmamakla isabet ettikleri, çünkü bu putların
ilahın birer görünümü oldukları, ateşin azap değil,
tatlılık olduğu, rahmete uğramıyan ve rızaya kavuşmayan
hiçbir insanın bulunmadığı, bir şey var olmadan önce
Allah'ın onu bilemiyeceği, çünkü bir şeyin varlığı ilmin
varlığı demek olduğu, hatta her şeyin varlığının Allah'ın
varlığının tercümesi olduğunu ve benzeri birçok
saçmalıkları söylemesine rağmen, İbn Arabi bunların
hepsini eksiltmeden ve çoğaltmadan doğrudan
Rasûlullah'tan aldığını söylemiş ve Rasûlullah'ın bunları
insanlara tebliğ etmesini emrettiğini iddia etmiştir. "
---
bunları hangi kitabında neresinde demiş,bir söylesene?
neresinde yazıyormuş bunlar,bir söylesene.
Kendin bunları bizzat biliyor da mı söylüyorsun ya da
söyleyenlere inanıp mı söylüyorsun.Kimden duyduysan bunu
onun dediklerinin doğru olduğuna iman etmişsin,sen bizzat
işin aslını biliyor değilsin.
Kendin başkası ne söylemişse onu tekrar ediyorsun.Toplama
bilgiler bunlar.
Bunu nerede ne söylemiş izahlı bir şekilde anlatırsan
dediklerinin ancak o zaman bi kıymeti olabilir.
Bunlar hep söylenegelir.Teymiyye meşrep olanların
tarzıdır bu.
Bazı dangalaklar var ki,Mevlana vs sonrasında,arkadan
putlaştırma,çarpıtma veya anlayışı kendi anlayışı
doğrultusundan mecrasından çıkarma gibi şeyler olmuştur.
O meşhur Mevlana'ya nispet edilen Mesnevi önsözünde geçen
bu ki ayetlerin ayetleridir sözü gibi şeyleir Mevlana'nın
söylediği su götürür,bunlar arkasından gelenlerin
kendisine nispet ettikleridir.
Hz.Muhammed'e bile arkasından hadis diye 1,5 milyon zırva
nispet etmişler değil ki Mevlana,İbni Arabi.
Müfterilik böyle bir şey.Bu ümmet Hz.Muhammed'in eşine
fuhuş iftirası etmiş bir ümmet,Hz.Muhammed'in torunu
katleder tınlamaz da ehl-i sünnet der,sakalıyla vs ile
peygamberin gerçekse de artık eşyasıyla rabıta yapar.
Özetle gerçek bilgiyi baz alın,falanca bunu böyle
söylüyor'u değil.Bizzat kimse bunları araştırmaya
girişmiyor.Okumuyor,falanca böyle söylüyor deyip
inanılıyor.
Tasavvuftaki ekoller öyle sanıldığı gibi parti kurar gibi
kurulmamıştır mezhepler de ha keza aynı
şekildedir.Sonrasında bazı dingiller çıkmış dinsle mevki
manyağı,dinci dangalaklar çıkmış,arapça
zırvalamakla,arapçacılıkla,arab kültürü
takdisçiliği,uydurma hadislerle işi götürmüştür.Dini
Hz.Muhammed öldükten çok kısa sonra
değiştirmişlerdir,yine eski bildiklerini okumuşlardır.
Mevlana,İbni Arabi bunlar birer düşünce ekolüdür,mesela
Mevlana mevlevilik gibi bir şey kurmamıştır,o törenler
falan hepsi sonradan gelişmiştir.
Mevlanan'ın kendi zatında gelişen farklı bir olaydı,bunu
bir tören ritüeline çevirdiler.En nihayetinde de market
açılışında tut da falancanın sünnetine kadar semazen
döndürdüler.İslamcılık bu oldu.İslam'ın ruhu bedenden
çıkmış,naşı duruyor,bu kafanın islamında.
"müslüman"ların islama verdikleri değer işte budur.
Neyse özetle falancanın duyduğuna iman etmeyin,bir bilgi
varsa kaynak göster,kendi kitaplarından atıf yap vs,forum
da olsa burası nice forumlar da var ki,adam bir şey
anlatmış,tüm kaynaklarını da vermiş,atıflaırnı da vermiş.
Bu senin söylediklerin teymiyye meşrebin genel olarak
tavrıdır.
Mevlananın kendisi demiştir;
"MEN BENDE-İ KUR’ANEM EGER CAN DAREM
MEN HÂK-İ REH-İ MUHAMMED MUHTAREM
EGER NAKL KUNED CÜZ İN KES EZ GÜFTAREM
BİZAREM EZ U VEZ AN SUHEN BİZAREM
BEN YAŞADIKÇA KUR’AN’IN BENDESİYİM"
Türkçesi:
"BEN, HZ. MUHAMMED MUSTAFA’NIN YOLUNUN TOZUYUM
BİRİ BENDEN BUNDAN BAŞKASINI NAKLEDERSE
ONDAN DA ŞİKAYETÇİYİM, O SÖZDEN DE ŞİKAYETÇİYİM."
Ben bu anlattıklarına yüzleşmek istiyorum,bana göster
nerede geçiyor,nerde söylenilmiş.Seni tenzih ediyorum
genel olarka insanlar bu yüzleşme olmaksızın adı
tartışıyoruz denilen şeyler yapıyorlar.Herkes falancadan
duyduklarını gerçek gibi ortaya koyuyor.Hiç yüzleşme diye
bir şey yok.İşte buradna sorna başlıyor dezonformasyona
ve doğru yoldan uzaklaşma,bilgi doğru olmayınca yapılan
doğru olmuyor.Sonrasında bilginin ve yapılaının da doğru
olduğu yanlış algısı ile bilinilmediğinin,yanlış
yapıldığının dahi farkında olunulmuyor.Bütün bunların
ilacı okumaktır,araştırmaktır,yüzleşmektir.
Müşrik tarzı hakim (sizleri tenzih ediyorm),mert değil ki
insanlar,yüzleşme diye bir eşy yok ki,kaçak güreşiiyor.Bu
anlayış iyi niyetli gerçek inanan insanlar arasında
düşünmeyişten bu tarz benimseniyor.Bunda biraz da ben
etrafımdan böyle gördüm,ben ecdadımdan böyle gördüm
kafası da hakim.
Hz.İbrahim ecdadını takip etseydi babası gibi putperest
olurdu,ecdatperestlik,aman el alem ne der kafası insanı
buraya götürür,onun için ben dedemden böyle gördüm falan
bırakalım bunları.hanif müslüman ancak böyle
olunur.Gerçek,doğru bilgi ile.
__________________ "Siyasetle ilgilenmeyen aydınları bekleyen kaçınılmaz sonuç, cahiller tarafından yönetilmeye razı olmaktır." (Platon)
|
Yukarı dön |
|
|
|
|