Aşkın bin türlü tanımı var. Kimine göre aşk bir mahkûmiyet, kimine göre yüksek gerilimli bir çağlayan, kimine göre bir mecburiyet... Aşkta bir seven, bir de sevilen var. Ancak aşk, sadece seveni ilgilendiren bir durum. Aşk çoğu kez bir kıvılcımla başlar. Sonu hüzünle biten aşkların sayısı vuslata erenlere göre çoktur. Her bahar âşık olanların yanında, bir kez âşık olup her mevsim aşkını yenileyenler vardır. Aramızda Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı ya da Yusuf ile Züleyha gibi âşık olanlara rastlarız. Herkesin aşkı kendine göre büyüktür, sonsuzdur. Ama aşka dair soruların yanıtları aynı değildir.
Aşk, kültüre, yaşa, eğitime, yetişme tarzına göre değişim gösterir mi? Her kesim aşkı kendi kuralları içinde mi yaşar? Televole aşkları, modern aşklar, muhafazakâr aşk ya da İslami aşk olur mu? İslami kesimin aşkı yaşayış biçimi, diğer kesimlere göre farklı mıdır? İslami kesimin yakından tanıdığı yazarlar, yazdıkları aşk romanlarında aşkı, kadın-erkek ilişkilerini Ahmet Altan ya da Duygu Asena gibi mi anlatırlar? İslami kesimin aşk romanlarında cinsellik, erotizmin dozu nasıl ayarlanır? Tüm bu soruların yanıtlarını, yaptığımız röportajlarda bulabileceksiniz. İslami tarzda roman yazarlarının yanı sıra Divan Edebiyatı konusunda uzman Profesör İskender Pala ise aşkın tarihsel sürecini ve günümüzün aşklarını yorumladı. Sevgililer Günü için ilginç ve farklı detaylar taşıyan bir aşk haberi olduğunu baştan söyleyelim.
Cemil Tokpınar (Nesil Yayınları) |
'Ömür Boyu Aşk'ı herkes aldı. Ama yoğunluklu olarak ilişkilerini romantik hale getirmek isteyen evliler ilgi gösterdi. Kitabım cami bahçelerinde bile satıldı. Ben cinselliği inkâr etmiyorum. Cinselliğin meşru alan içerisinde derin ve yoğun olarak yaşanmasından yanayım. |
|
Aşk yüksek gerilimli bir sevgi çağlayanıdır. Hammaddesi sevgidir. 220 voltluk elektrikle 10 bin voltluk elektriğin temeli aynıdır; ancak gerilimi yüksektir. O nedenle aşk çarpar. Fonksiyonları itibarıyla aşk, bir mahkûmiyettir. Sevgiliye kendini mahkûm etmektir. Mecburiyettir, sevgidir, saygıdır, sabır, sadakat, katlanmak, çile çekmek. Aşk çile değildir. Allah'ın bize lütuf ettiği en güzel coşkun mutluluklardan birisidir. Çileye, fedakârlığa katlanmayı göze alamayan aşkta mutluluğu yakalayamaz. Aşkta sabır eylemsizlik değil, sonuç alma stratejisidir. Aşk, insanın ebedi arkadaşını seçmesidir. 1980-90 sonrası kuşaklar hangi kesimde olursa olsun, aşkı önemsiyor. Herkeste gördüğüm bir hata var. Aşkın edebiyatını yapıyoruz, filmlerini çekiyoruz ama aşkın içi dolu değil. Aşk, arabayı ustaca kullanmak demektir. Arabayı ustaca kullanma yeteneğiniz yoksa uçuruma yuvarlarsınız. Bu nedenle birçok aşk, yarım kalmıştır. Ben Tom Cruise'un eşinden ayrılmasına, İbrahim Tatlıses'in 20 yıllık eşini bırakmasına üzülürüm.
İster yüksek, ister sıradan insanlarda yarım kalan sevdaların yoğunluğuna şahit oldum. İkili ilişkiler küçüklüğümden beri ilgi alanıma girer. Ayrılıkların basit sebeplere dayandığını, başarı ile yürütülebilecek sevdaların bittiğini gördüm. Bu karanlık için bir mum yakmak istedim. 'Ömür Boyu Aşk' kitabım, yaktığım bir mumdur. Bu kitapta yazdıklarım kendi yaşadığım tecrübelerdir. Ben 15 yıllık âşık bir evli adamım. 15 yıl geçmesine rağmen eşimle aramızda romantik bir aşk var. Bunun ömrümüzün sonuna kadar eksileceğini zannetmiyorum. Çünkü biz, aşkı fizik ve cinsellik olarak algılamıyoruz. Aşkın cinsellikle çok yakın ilişkisi vardır ama sadece cinsellik değildir. 15 yıllık tecrübem ve 25 yıllık toplumdaki gözlemlerimi, birikimimi kitabıma yansıttım. İki noktadan hedefimi vurduğumu düşünüyorum. İnsanlar yaşadıkları fiziksel aşklarla kitabı örtüştürdükleri için bu kadar yankı buldu. Baskı sayısının yüksek olmasını yazdıklarıma bir onay olarak algılıyorum.
Bu kitabı, gençler, evliler, bekârlar, yaşlılar, fakir, zengin herkes aldı. Ama yoğunluklu olarak ilişkilerini romantik hale getirmek isteyen evliler ilgi gösterdi. Kitabım cami bahçelerinde bile satıldı. Ben cinselliği inkar etmiyorum. Cinselliğin meşru alan içerisinde derin ve yoğun olarak yaşanmasından yanayım. Mevcut sevgiyi nasıl artırabilirim kaygısındayım.
Yazdığım kitap yaşanmış bir hayat hikâyesidir. Bir kısım kitaplar ise hayal mahsulüdür. Ben hayal yazmadım. Yeni kuşak gençleri çok tecrübesiz ve bencil buluyorum. Herkes kendi mutluluğunu düşünüyor. İlişkiyi bitmiş olarak görenlerde aşkı yaşatmak mümkün. Mahkemeden alıp balayına gönderdiğimiz çiftler var. Bir kalpte iki aşk yaşamak mümkün değil. İki aşkı kalbine sığdıranlarda haz ön plandadır. Aşık adam aldatmaz. Çünkü aşk sadakattir. Kadınlar aşka daha yatkın ve cıvıl cıvıllar.
Beklentiler farklı da olsa gönüllerin aşka ihtiyacı var. Her yaşta âşık olunabilir. Benim aşkta sloganım 'Ömür Boyu Aşk'... 'Ömür Boyu Aşk' kitabından sonra 100'e yakın kitap çıktı. İnsanlar kadının varlığını bir kez daha fark ettiler. Evlilikte romantizmi keşfetmeye başladılar. Ailelerde çiçek alma alışkanlığı, evlilik-doğum günü kutlamaları, sevgi sözcüklerini kullanmaya başladılar. Ailelere romantizm geldi. Hatta cep telefonlarına eşlerini kodlayanlar 'aşkım', 'bir tanem', 'gülüm' gibi hitaplar yazmaya başladılar. Bu değişimi ben gözlüyorum.
Özcan Ünlü (Türkiye Gazetesi Kültür-Sanat Yönetmeni) |
'Aşk mı? Zaten bitti!' İçeriksiz ve sorunlu bir dönemden geçiyoruz. Aşklarımız da aynı kaderi paylaşıyor. O görkemli söylenceler, o muhteşem şiirler, o kutsal metinler de geride kaldı. Bugün yaşadığımızı zannettiğimiz aşk ise sadece dünden bugüne yansıyan bir çeşit yanılsama... |
| Alexis Carrel, 'Zekânın durduğu yerde aşk yürüyebilir' der. Ben, son birkaç yıldır bu anlamdaki metinlerimde (şiir, deneme, günlük) aşkı bir üst kavram olarak kullanmaya çalıştım. Yani bana göre aşk, evrilmiş haliyle sevgi, insan hamurunda zaten varolan ancak giderek kütleşen insan hayatlarında en çok silikleşen kavram halini aldı. Popüler tüketim kültürünün bir parçası haline gelen ve toplumsal alanla birlikte edebiyat dünyasında da hoyratça tüketilen aşk temelli kitapların ve düşüncelerin geneline baktığımızda basit bir sıradanlık ve yüzeysellikle karşı karşıya geliriz.Magazin basınının tükettiği dönemsel birlikteliklerin, iğreti ilişkilerin, vıcık vıcık olmuş ve özenti halini almış medyatik sözde aşkların, kutsal metinlerde yer alan, klasik öykülerde dillendirilen o tutku halini almış aşklarla bir ilintisi var mı? Bütün dünyayla birlikte, ülkemiz de müthiş bir dönüşüm yaşıyor. Temel değerlerin yerine yerleştirilen, yerleştirilmeye çalışılan yeni alışkanlıklar aşkı, evlilik kurumunu, uzun soluklu birliktelikleri de dönüştürüyor. Acı verici olan da, toplumun önünde giden ve gitmesi gereken, yazar-çizer takımının bu dönüşümü eski yöntemlerle yorumlamaya çalışması. Sevgi, aşk ve evlilik konulu kitaplarla, yoğun bir aşk temasının işlendiği roman, şiir ve diğer edebi metinlerde bile abur-cubur bilgiler neredeyse pornografik bir disiplinle sunuluyor. Muhafazakâr yazarların temellendirdiği aşk söylemi, ilk dönem söylencelerinde dillendirilen aşktan bile basit bir kurgu ve özentiyle yansıtılıyor. Birkaç vecize, birkaç hadis ve yaşandığı iddia edilen ilişki örnekleriyle anlatılması ve anlaşılması kolay bir tarzda sunulan bu kitapların çok satıyor olması da şaşırtıcı. Bilgi ve içerik yoksunu bu kitapların, özellikle az okuyan ve dar bir çevrede yaşayan gençler tarafından satın alınması dikkatle takip edilmeli. Ahlak, namus, geleneksel tavır, aile ilişkileri, kutsallık gibi kavramların çokça işlendiği bu yazın türünün tersine, daha liberal düşünen kalemlerin yazdığı kitaplarda ise sınırsız ve rahatsız edici bir özgürlükten söz edilebilir. Ben, bu iki anlayışın tamamen dışında olduğumu söylemek istiyorum. Bana göre aşk, edebiyatta kullanılırken çok dikkat edilmeli. Bu dikkat, bir sorumluluğu da getirir aynı zamanda. Trajedisi, dramı, ironisi, imgesi, mekânı, kişileri ile... Çünkü aşk, muhafazakârların yaptığı gibi, ne birkaç efsane ve meselle anlatılacak kadar basit; ne de diğerlerinin kalem oynattığı birkaç cinsel fanteziyle özetlenecek kadar sıradan... İçeriksiz ve sorunlu bir dönemden geçiyoruz. Aşklarımız da aynı kaderi paylaşıyor. Böyle bir sonuçtan hareketle özetlersek, aşk bitti! O görkemli söylenceler, o muhteşem şiirler, o kutsal metinler de geride kaldı. Bugün yaşadığımızı zannettiğimiz aşk ise sadece dünden bugüne yansıyan bir çeşit yanılsama... Ortaya konulan çabaların çoğu ise eskilerin deyimiyle laf-ü güzaf! Bütün bunların modası geçtiğinde, geriye sadece gerçek aşkın sessiz ıstırabıyla kaleme alınmış ciddi eserlerin kalacağına inanıyorum. Ben de bunun için uğraşıyorum zaten. Ne basit kurgularla yazılmış kitapların, ne de bu kadar süflî ve içerikten yoksun yaşanan aşkların yanındayım. Biliyorum, beni çok eleştiriyorlar ama umurumda da değil. O soylu ve mübarek bilinen aşkın tanımını yapmayı sürdüreceğim. Kim ne söylerse söylesin, insanımızın giderek yozlaşan iç dünyasındaki yitikler arasına gömülen aşkı yeniden ihya etmeyi bir ödev olarak gördüğümü söylemek istiyorum.
Emine Eroğlu (Timaş Yayınları Baş Editörü) |
'Esas olan ahlaki ölçüdür' İslami kesimin ilgi gösterdiği kitaplarda Türk filmlerindeki gibi bir süreç yaşanır. İslami olarak adlandırılan romanlarda tek fark, işin içine hidayet faslının girmesidir. 'Huzur Sokağı', 'Minyeli Abdullah' ile başlayan bir akımdır. Bu iki eser satış rekorları kırmıştır. Özellikle 'Huzur Sokağı' bütün zamanların en çok satan romanıdır. |
| Dünya edebiyatında da aşk edebiyatın temel konusudur. Batı ve Doğu edebiyatı aşkla gelir. Timaş'ın serileri arasında aşk klasikleri vardır. Yusuf ile Züleyha bir Peygamber kıssasıdır ama aynı zamanda bir aşk klasiğidir. Leyla ile Mecnun asırlar boyunca yeniden yorumlanmıştır. Aşk, Müslüman kesime, dindar kesimlere aykırı bir tavır değil. Adem ile Havva, Süleyman ile Belkıs, Yusuf ile Züleyha aşklarının gelenekten beslenen tarafları var. Yeni dönemde zamanın kalıpsallığı, aşkın sosyal hayatın içerisinde şekillenme biçimiyle roman kurgusuna dönüşmüştür. Yeni olan zaman ve mekândır. Aşk kimliği, aşk kurgusunun romanlarda dindar insanlara hitap etme biçiminde herhangi bir değişiklik yok. Aşk kurgusu taşıyan romanlarda çok yüksek tirajlar yakaladık. Yarın belki edebiyat tarihine hiç geçmeyecek ama bugün yüksek tirajlar sağlayan eserler var. Aşkı yalın olarak anlatan kitaplara yoğun bir ilgiden söz edebiliriz.
Aşk romanlarında Türk filmlerindeki gibi derin yükselişler ve hicranların yaşandığı kurgular okuyucuyu etkiliyor. İslami kesimin ilgi gösterdiği kitaplarda Türk filmlerindeki gibi bir süreç yaşanır. İslami adlandırılan romanlarda tek fark işin içine hidayet faslının girmesidir. 'Huzur Sokağı', 'Minyeli Abdullah' ile başlayan bir akımdır. Bu iki eser satış rekorları kırmıştır. Özellikle 'Huzur Sokağı' bütün zamanların en çok satan romanıdır. Türk filmi senaryosunun üzerine hidayet senaryosu girer. Ben cinselliğin iki kategorisi olduğunu düşünüyorum. Cinselliği erotizm olarak kastediyorsanız, bu kitaplarda asla erotizm yok. Cinsellik derken karşı cinse karşı fıtri, yani yaratılıştan gelen temayüller yoğun olarak var. İnsanın fıtratında güzele karşı meyil vardır. Bir güle karşı duyulan estetik beğeniyi karşı cinse karşı da duyabilirsiniz.
Aşk klasiklerinde Mesnevi tarzından gelen akımlarda vuslat hiç yoktur. Yazar hakiki vuslat noktasında kahramanlarını öldürür. Fuzuli Mecnun'u, sonra Leyla'yı öldürür. Ferhat ve Şirin bir yerlerde ölür. İslami roman tanımlamasını aslında doğru bulmuyorum. O türde esas olan şey cinselliğin tensel olandan arındırılmadan şehevi olandan arındırılmasıdır. Karşı cinse karşı meyil yalın olarak anlatılır. Bizim eserlerimizde esas olan şey ahlaki ölçülerdir. Siyasi kitaplarda delilsiz suçlamayı biz gayri ahlaki buluruz. Kadın erkek arasında yaşanan tensel ilişkiyi şehevi platforma çekmek de bizim ölçülerimizde gayri ahlaki bir tavırdır. Bize zaten erotik bir kitap gelmez. Yazarlarla aramızda doku uyuşmazlığımız yok. Aşk klasiklerin hiçbirinde erotizm yoktur. İki benin tek ben haline gelmesi vardır. Aşkın cinselliğe kaydırılması bir rant teşkil eder. Bu aşkı maliyet olarak ucuzlattığı gibi edebiyatın o ana damarına da zarar verir.
Aşkı ve romantizmin nasıl yaşanacağını anlatan kitaplar bir furya halinde geldiği için sağlıklı bir zemine oturmadığını düşünüyorum. Piyasadaki aşk anlayışlarını sağlıklı bulmuyorum. Aşkın tavsiye edilmesinden şikâyetçi değilim. Tam tersine aşk Allah tarafından teşvik edilen, insanı yücelttiği düşünülen bir kavramdır. Piyasaya çok sayıda eser sürüldüğünde o keyfiyet ve rafine edilmişlik yakalanamıyor. |