HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Alıntılar, Makaleler
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Alıntılar, Makaleler
Konu Konu: ORTADOĞU - İSRAİL VE SİYONİZM Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
bilgi.ve.hikmet
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 19 ocak 2007
Gönderilenler: 143
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı bilgi.ve.hikmet

Filistin Konusunun Irkçılık ya da Din Eksenli değerlendirme yanlışlığına karşı Marksist bir kanattan alıntı yapıyorum. Yazı içeriğinde çok doğrular olduğuna inanıyorum.

 

Gönül isterki, insanlığın binlerce yıldır çözemediği bir meseleyi, bugün umut içeren cümlelerle kaleme almak mümkün olsaydı...

Filistinli, Lübnanlı kardeşlerimize uygulanan zulmü seyreden insanlığın, yüzlerce yıllık medeniyet birikimi, şimdi sadece bir çöplük manzaresı sergiliyor...

Tarihte muhasara edilmiş, yıkılmış bir şehri düşürdükten sonra, kendi muzaffer ordusunun top çeken öküzlerini, şehrin meydanında kesip, tas kebabı yaparak, şehrin dul ve yetimlerine "kul aşı" (gulaş) adı altında dağıatan gelenekten sonra, insanlığın bugün geldiği nokta burasımı olmalıydı?

Meseleyi kavramak için için kendimiz bir yorum yapmıyor ve doğrudan Karl Marks'a başvuruyoruz:

"Bu seyrek bir olgu değildir. Yahudi kendisini sadece paragücüne ayarlı yahudi tarzında değil, bilakis olsun olmasın, paranın bir dünya gücü ve pratik ruhu olduğunda özgürleştirir. Yahudiler, hristiyanların yahudileştikleri kadar özgürleşirler"

Kapitalizm koşullarında, bütün dünyanın para denilen fetişin gücüne tabi kılındığı bir zaman diliminde, İsrailin parası olsun olmasın o bir güçtür.

Çünkü Marks'ın ifade ettiği kadarıyla hristiyan halkların ruhu, kapitalizm sayesinde yahudileşmiştir..

"Hristiyan ruhani egoizmi son uygulamasında zorunlu olarak Yahudi maddi egoizmiyle örtüşür, manevi gereksinim, maddiyata; öznellik, öznel kullanıma. Yahudilerin direncini dinleriyle değil, daha çok dinlerin beşeri temeliyle, pratik gereksinimleriyle, egoizmle açıklıyoruz"

Sonradan Protestanlığa geçen Yahudi bir ailenin çocuğu olan Karl Marks, Kapitalist Hristiyan Batı'nın bugün için İsraile destek verdiğini anlamamıza yardım ediyor.

Marks a göre "Yahudi meselesi"nin çözümü, kapitalizmin çözülmesine tabidir."

Yeryüzünde kapitalizm ortadan kalktığı zaman , Yahudilerin sorunlarıda, Yahudi olmayanların sorunlarıyla birlikte ortadan kalkacaktır.İşte bu yüzden Filistin ve İsrail meselesinin çözümü küresel kapitalizmin çöküşüne tabidir.
 
Marks ın tahlilinden yola çıkarsak bugün orada öldürülenler sadece kadınlar ve çocuklar değil, insanlığın anti-kapitalist ruhudur.
Çünkü Marks dan anladığımız kadarıyla onun sözünü ettiği yahudilik, biyolojik bir ırk veya kavim değil, mevcudiyet koşulunu para ve değişim kültürü üzerine temellendiren bir ruhtur..
 
"Çünkü yahudi meselesinin ırkçılık persfektifine  indirgenmesi ve öyle işlem görmesi, dünyanın her yerinde egemen oligarşilerin talebidir.."
 
Alıntı : www.cydd.org.tr


__________________
"Onlara bir ilmin tanıklığında bütün serüveni mutlaka anlatacağız. Biz olup bitenlerden habersiz değildik." A'raf-7
Yukarı dön Göster bilgi.ve.hikmet's Profil Diğer Mesajlarını Ara: bilgi.ve.hikmet
 
ebu turab
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 08 eylul 2006
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 529
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı ebu turab

ilginç ve güzel tesbitler.

__________________
"sadece iki şey sonsuzdur evren ve insan ahmaklığı..
ilkinden o kadar da emin değilim." (albert einstein)
Yukarı dön Göster ebu turab's Profil Diğer Mesajlarını Ara: ebu turab
 
hasanoktem
Admin Group
Admin Group


Katılma Tarihi: 10 eylul 2006
Gönderilenler: 2837
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı hasanoktem

Halutz, son değil ilk kurban!...
 Cumartesi, Ocak 20, 2007
Siyonist İsrail Genelkurmay Başkanı General Dan Halutz’un istifası, zamanlama ve sonuçlar açısından oldukça önemli.
Zira istifa, son Lübnan savaşındaki yenilginin ilk resmi İsrail itirafı ve birkaç ay süren İsrail abartılarının sonudur.

Bu süre zarfında bütün medya organlarında İsrail ordusunun bu savaşı kazandığı mesajı verilmişti. Halutz, Lübnan’daki İsrail savaşının ilk kurbanı olarak tarihe geçti.

Tıpkı Savunma Bakanı Moşe Dayan ve onun genel kurmay başkanının 1973 Ramazan ayı savaşı kurbanlarından olması gibi. O savaşta Mısır ve Suriye güçleri İsrail ordusunu şaşkına çevirmişti.

SIRA AMİR PERETZ'DE

Halutz’un bu yenilginin faturasını ödeyen tek isim olmayacağı kesin. Başbakan Ehud Olmert’le birlikte savaş kararı alımının en büyük sorumlusu ve esaslı ortağı olarak Savunma Bakanı Amir Peretz’in de Halutz’a katılması uzak ihtimal değil.

İbrani devleti, varlığının en belirgin dinamiğini beklenmedik bir süratle bitirmeye başladı. Bu dinamik, güçlü ordunun kurduğu ve zayıf komşularına ve entrikacı Arap yönetimlerine karşı başarılı savaşlara giren generallerin muhafaza ettiği devlettir.

İSRAİLLİLER ORDULARINA GÜVENMİYOR

Bu devletin vatandaşları ordularına güvenlerini kaybettiler ve son Lübnan savaşından beri korku hali içinde yaşar oldular. İçlerinden çoğu kendilerini kurtarmak ve çocuklarına sakin-saygın bir hayat temin etmek için ülkeyi terk etmeyi düşünmeye başladı. Bıraktıkları uyruklarını tekrar almak veya giriş ve göçmen vizesi almak için yabancı elçilikler önündeki uzun kuyruklar bu durumu açıklıyor.

YOLSUZLUK, DEVLETİ KEMİRİYOR

İbrani gazeteleri, yolsuzluğun kök salması, devletin kemiklerini, güvenlik ve siyasî kurumlarını kemiren hastalığa dönüşmesi etraflı makale ve soruşturmalarla dolup taşıyor. Polisin, tecavüz ve cinsel taciz suçlamalarıyla karşılaşan Cumhurbaşkanı Moşe Katsav gibi ileri gelen devlet adamlarını soruşturmaya alması bu olguyu ve kök salma boyutunu teyit ediyor. Başbakan Ehud Olmert hakkında ise gazeteler, banka ödenekleriyle ilgili mali konulara bulaştığını yazıyor. Son olarak Halutz hakkında İsrail’in Lübnan savaşı öncesi mali senetler ve hisse senetleri satın alımına katıldığı suçlamalarıyla soruşturma açıldı.

DİRENİŞ, İSRAİL’İ SARSTI

Hizbullah liderliğindeki Lübnan direnişinin yükselmesi, İbrani devletini sarsan ve askerî liderlerinin başını deviren bütün bu sarsıntıların soruşturulmasında büyük rol oynayarak katkıda bulundu. Çünkü bu yönetim psikolojik olarak ehil veya savaşlara hazır olmayan Arap düzenli ordularına alıştı. Arap ordu subaylarının ve askerlerinin İsrail ordusuyla askerî çatışmada ilk düşündükleri kaçmaktı.

İsrail askerî yönetimi, savaşı önceki dönemlerde sınırları dışına taşımayı alışkanlık haline getirmişti. Şöyle ki; İsrail vatandaşı bu savaşı hissetmiyordu bile. Fakat Lübnan savaşı bütün dengeleri alt üst etti ve Hayfa kentine ulaşacak kadar İsrail derinliklerine 4 bin füze göndererek yeni bir tarih yazdı. Bu durum, Celil’deki bütün yerleşimcilerin toplu olarak güneydeki güvenli bölgelere kaymasına yol açtı.

Halutz, İsrail askerî kurumundaki gevşekliğinin ve bütün Arap ve İslâm ümmetini beklenmedik bir yeterlilikle savunmaya kadir Arap-İslâm güçlerinin var olmasının faturasını ödedi.

(Londra’da yayımlanan el-Kuds el-Arabi gazetesi, 18 Ocak 2007) Arapça’dan çeviri: Halil Çelik, Vakit

Yukarı dön Göster hasanoktem's Profil Diğer Mesajlarını Ara: hasanoktem
 
bilgi.ve.hikmet
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 19 ocak 2007
Gönderilenler: 143
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı bilgi.ve.hikmet

ORTADOĞU NERESİ? SÜBJEKTİF BİR KAVRAMIN ANLAM ÇERÇEVESİ VE TARİHİ

Doç. Dr. Davut DURSUN

 

Sakarya Üniversitesi
Kamu Yönetimi Bölümü

 

 

Başlığında ''Ortadoğu'' kavramı bulunan çalışmalara bakıldığında ilk fark edilecek husus, bu kavramın kapsamının birbirinden farklı olduğu ve her bir çalışmaya göre genişleyip daralmış olmasıdır. Bunun içindir ki Ortadoğu ile ilgili bütün çalışmalar öncelikle bu kavramın içeriğinin belirlenmesi ve kapsamına nerelerin alındığının gösterilmesiyle başlamaktadır. Her bir yazar ''Ortadoğu'' kavramının kapsamını, genişletip daraltabilmekte; içeriğini biraz da kendi keyfince ve amaçlarına göre belirlemektedir.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bilimsel çalışmalarda ve uluslararası siyasette giderek kullanımı yaygınlaşan ''Ortadoğu'' (Middle East; Moyen Orient; eş-Şarku'l-Evsat) kavramını ilk defa 1902 yılında Amerikan deniz tarihçisi ve stratejisti Alfred Thayer Mahan, National Review'de yayınlanan Basra Körfezi'nin önemini ele aldığı ''The Persian Gulf and International Relations'' başlıklı yazısında Arabistan ile Hindistan arasındaki bölgeyi ifade etmek için kullanmıştır. (1) Yüzyılın başlarında Basra Körfezi'nin stratejik önemi ve bu bölgede Alman İmparatorluğu, İngiltere ve Rusya'nın nüfuz mücadelelerini anlatmaya çalışan A. T. Mahan, jeostratejik bir konsept dahilinde kullandığı ''Ortadoğu'' (Middle East) kavramı ile, Süveyş'ten Singapur'a kadar uzanan deniz yolunun bir bölümünü koruyan ve kesin şekilde sınırlarını belirtmediği bir bölgeyi anlatmaktaydı. (2) Mahan'ın ardından İngiliz gazetesi The Times 'in dış politika editörü Valentine Chirol, Tahran muhabiri imzasıyla Basra Körfezi'nin stratejik önemini, Almanya'nın inşa etmeye çalıştığı Bağdat demiryolunun Basra'ya kadar uzatılmasının İngiltere'nin bölgede ve Asya'daki çıkarlarına vereceği zararları anlattığı birkaç yazısına ''Ortadoğu'nun Problemleri'' başlığını koyarak kavramı Basra Körfezi bölgesini anlatmak için kullanmış ve kavramın benimsenmesine katkıda bulunmuştur.

Mahan ve Chirol'un İngiliz diline kazandırdıkları ''Ortadoğu'' kavramı asrın başlarında sözlüklere girerken kitap adlarında da görülmeye başlanmıştır. Angus Hamilton 1909 yılında Londra'da yayınladığı Problems of the Middle East adındaki kitabı ile kavramı bilim dünyasına taşıyarak Basra Körfezi bölgesinin İngiltere'nin uluslararası menfaatleri ve sömürgeci devletler arasındaki rekabet çerçevesindeki önemini anlatmaktaydı. Aynı yıllarda Hindistan'da Kral naibi olan Lord Curzon, ilk defa 1911'de Hindistan'a yakın yerleri ifade etmek için resmi konuşma ve belgelerde ''Ortadoğu'' kavramını kullanarak ona yarı resmi bir nitelik kazandırmıştır. (3)

Temelde ''Ortadoğu'' kavramının, ''Şark'' (Doğu) ve ''Yakındoğu'' (Near East) kavramları gibi Batı merkezli ve sübjektif bir kavramlaştırmanın ürünü olarak ortaya çıktığı ve kullanım sahasına girdiği söylenebilir. Bu kavramlaştırmayı yönlendiren ana bakış, Avrupa'yı dünyanın merkezi olarak kabul eden ve dünyanın diğer bölgeleri bu merkeze olan uzaklıklarına göre ''yakın'', ''orta'' ve ''uzak'' şeklinde kategorize eden bakıştır. Aslında dünyanın ''Avrupa merkezli'' olarak kategorize edilmesi geleneği yeni bir uygulama değildir ve böyle bir refleks tarihin derinliklerinde de karşımıza çıkabilmektedir. Avrupa kültürünün şekillenmesinde önemli bir role sahip olan Eski Yunanlılar dünyayı ''medeni güney'' ve ''barbar kuzey'' şeklinde ikiye ayırıyorlardı. Bu ikili ayırım Romalılarda ''Doğu'' ve ''Batı'' şeklini almıştır. Bilindiği gibi Roma İmparatorluğu'nun iki merkezi vardı. İmparatorluğun batıdaki merkezi Roma, doğudaki merkezi de Constantinopolis idi. İmparatorluğun doğu kısmına ''Bizans İmparatorluğu'' adı daha sonra verilmiş bir ad olup önceleri Doğu Roma İmparatorluğu şeklinde anılıyordu. Bu durumda İstanbul ''Doğu'' dünyasının merkezi oluyordu.

XV. yüzyılda Avrupa'nın Avrupa dışı dünyayı keşfetmesiyle başlayan Keşifler Çağında Çin, Japonya ve Malezya ''Uzak Doğu'' olarak adlandırılmıştır. Söz konusu çağda özellikle Portekizlilerin ''Doğu''ya gidecek bir yol bulma çabaları sırasında ilişkiler geliştirilen ''Uzak Doğu'' ile Avrupa'dan uzak olan Akdeniz sahilleri arasındaki bölge ''Yakın Doğu'' (Near East) kavramı ile karşılanmıştır. Böylece ''Yakın Doğu'', Batı'da, konuşma dilinde ''Uzak Doğu'' ile Avrupa arasındaki bölgeyi ve genel olarak da 1453'ten bu yana Osmanlı Devleti tarafından yönetilen yerleri ifade etmek için kullanılmaktaydı. (4) Güneşin doğduğu yer ve ''Yakın Doğu''nun ifade ettiği bölgeyi anlatacak şekilde ''Levant'' kavramı da kullanılmakla birlikte bu kavram daha çok Doğu Akdeniz kıyıları için tercih edilmiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısında ise ''Yakın Doğu'' kavramının kullanımının iyice arttığı gözlenmektedir.

Batı dünyasında ''Doğu''; (Şark; Orient) veya ''Yakın Doğu'' olarak ifade edilmiş olan Osmanlı Devleti için tercih edilen bu kavramlaştırma, elbette ki sadece bir coğrafî ifadelendirme değil aynı zamanda kültürel ve dini motiflerle beslenen ve farklı olan ''öteki''ni ifade eden bir kavramlaştırma idi.

Aslında insanların kendi bulundukları yeri merkez alarak dünyanın diğer yerlerini merkez olarak aldıkları yere göre konumlandırıp adlandırmaları sadece Avrupalılara özgü bir uygulama değildir. Mesela Osmanlılar Batı dünyası için coğrafi adlandırmadan çok etnik vurguyu öne alan ''Frengistan'' kavramını kullanırken İslam coğrafyacıları batıdaki bölgeler için ''el-Mağrib'', doğu için ise ''el-Maşrık'' isimlendirmesini tercih etmişlerdir. (5)

Avrupalı emperyalist güçlerin Osmanlı toprakları üzerindeki mücadele ve emellerini anlatmak için kullanılan ''Şark Meselesi'' etrafındaki gelişmelerin yanı sıra 1894-1895 Çin-Japon savaşı da ''Yakın Doğu'' ve ''Uzak Doğu'' kavramlarının yaygınlıkla kullanılmasına hizmet etmiştir. Bir İngiliz arkeologu ve seyyahı olan D. G. Hogarth'ın 1902 yılında ''The Nearer East'' adında bir kitap yayınlaması, bu kavrama açıklık kazandırmış ve yeni bir sınır çizmiştir. Ona göre ''Yakın Doğu'' kavramı, Arnavutluk, Karadağ, Güney Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan, Mısır, İran'ın üçte ikisi ve Osmanlı Devleti'nin Asya'daki bütün bölgeleri ile Hint Okyanusu ve Hazar Denizi arasında uzanan dağlık ve çöllük bölgeyi kapsamına almaktaydı. (6)

Bu durumda Avrupa'nın ta Romalılardan beri ''Doğu'' kavramı ile ifade edilen dünya üç ayrı bölgeye ayrılmış bulunuyordu: ''Yakındoğu'' (Near East), ''Ortadoğu'' (Middle East) ve ''Uzakdoğu'' (Far East). Yakındoğu, daha çok Balkanlar ve Osmanlı Devletini, Ortadoğu Hindistan'a yakın Basra Körfezini ve Uzakdoğu da Çin ve Japonya'yı ifade ediyordu.

Birinci Dünya Savaşı'ndan önce ve savaş sırasında Osmanlı Devleti'nin Balkanlardaki topraklarını kaybetmesi, Arap Yarımadası'nın belli bölgelerinde İngiliz ve Fransız manda yönetimlerinin kurulması Ortadoğu kavramının sınırlarını Yakındoğu kavramının aleyhine geliştirerek yeni bir kapsama kavuşturmuş oldu. Balkanlar Osmanlı Devleti'nin ve Avrupa için ''öteki'' olan ''Doğu''nun kapsamından çıkınca ''Yakındoğu'' eski anlamını ve kullanımdaki önemini kaybetmiş oldu. Zira artık Balkanlar, eskisi gibi ''öteki''nin sınırları dahilinde değildi ve Avrupa'nın bir parçası olmasa da ''Doğu''nun kapsamında bir yer değildi. ''Yakındoğu''nun kapsamındaki bölgelerin bir kısmı Avrupa ve Balkanlara dahil olurken bir kısmı da ''Ortadoğu'' kavramı kapsamına dahil olmuş oluyordu.

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Ortadoğu kavramı resmiyet kazanmıştır. İngiltere hükümetinde Sömürgeler Bakanlığı bünyesinde ''Middle Eastern Department'' adıyla bir idari teşkilatın oluşturulmasıyla söz konusu resmiyet gerçekleşmiş oldu. Nitekim Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nden koparıldıktan sonra İngiliz manda yönetimine verilen ve Milletler Cemiyeti tarafından da onaylanan Filistin, Mavera-i Ürdün ve Irak yönetimleri bu teşkilata bağlanmıştır. Bu arada İngiltere'deki Coğrafi Adlar Daimi Komisyonu (Permenant Commission on Geographical Names) adlı kuruluş, ''Yakındoğu''yu sadece Balkanları ifade edecek şekilde yeniden tanımlarken ''Ortadoğu'' kavramını da Türkiye, Mısır, Arap Yarımadası, Körfez bölgesi, İran ve Irak'ı kapsamına alacak şekilde sınırlarını belirlemiştir. Böylece 20. yüzyılın başlarında İstanbul Boğazı'ndan Hindistan'ın doğu kıyılarına kadar uzanan bölge ''Ortadoğu'' olarak isimlendirilmiş oldu. İkinci Dünya Savaşı sırasında Kahire merkezli Middle East Air Command adıyla bir birim oluşturulmuş ve İngiltere'nin bölgedeki mandaları olan Filistin, Mavera-i Ürdün ve Irak'ın yanı sıra Aden ve Malta da buranın kontrolüne verilmiştir. Daha sonra İran ve Eritre de bu komutanlığın kontrol alanına dahil edilmiştir. (7)

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Ortadoğu kavramının kullanımı, özellikle Anglo-Sakson etkisindeki yerlerde hem sivil ve akademik çevrelerde, hem de resmi alanlarda yaygınlaşırken Yakındoğu'nun kullanımı giderek gerilemiştir.

Ortadoğu kavramının kapsamının belirsizliği ve kullananların kapsamı istedikleri gibi geniş veya dar tutmalarına imkan vermesi bu kavramın kullanımını zorlaştırmaktadır. Bu nedenle kavramın belirsizliğini ortadan kaldırmak için bu kavramla birlikte oluşturulan farklı terkiplerin tercih edildiği dikkat çekmektedir. Bunlardan ''Kuzey Afrika ve Ortadoğu'' (North Africa and Middle East) kavramı en çok kullanılanıdır. Merkezi Londra'da bulunan Europa Publications Limited'in yayınladığı yıllıklardan birinin adı The Middle East and North Africa'dır. Bu yıllıkta Atlas Okyanusundan Pakistan'a kadar uzanan coğrafi bölgedeki ülkelere yer verilmektedir. Bunun yanında bazı yayınlarda ve kuruluşlarda ''Near and Middle East'' şeklinde bir kullanıma rastlamak mümkündür. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki National Geographic Society bölge ülkelerini kapsayan haritaya ''Yakın Doğu ülkeleri'' adını vermektedir. (8) ''Ortadoğu'' kavramı artık tüm dünyada tercih edilen bir kavramlaştırma olmakla beraber özellikle Asya'da ve uluslararası kuruluşlarda ''Güneybatı Asya'' (Southwest Asia) teriminin tercih edildiğini de ifade etmemiz gerekir.

Batıdaki üniversitelerin pek çoğunda Middle East Center veya Near East Center adında araştırma merkezleri bulunmaktadır. Bölgesel inceleme ve araştırmaların artış gösterdiği II. Dünya Savaşı'ndan sonra bu merkezlerde bölge ülkeleriyle ilgili sosyal, siyasal, ekonomik, tarihi, kültürel, stratejik, coğrafi ve diğer yönleriyle ilgili incelemeler yapılmaktadır. Söz konusu bu merkezlerin inceleme kapsamına aldıkları ülkeler, aynen kavram gibi bir kesinlik göstermemekte olup birbirinden farklı olabilmektedir. Mesela bazıları Sudan, Libya, Cibuti ve Afganistan'ı Ortadoğu kavramı içerisinde gösterirken bazıları bu ülkeleri kavramın kapsamı dışında tutabilmektedirler.

''Ortadoğu'' kavramının sivil ve siyasi alanlardaki yaygın kullanımına rağmen uluslararası kuruluşlarda ve resmi yayın ve çalışmalarda, belirsizliği nedeniyle fazla tercih edilmediği gözlenmektedir. Mesela Birleşmiş Milletler Organizasyonu içinde bu kavram pek tercih edilmemektedir. Bu bölgeye yönelik kuruluşlardan biri United Nationals Relief and Agency for Palestine Refugees in the Near East (UNRWA)'dır ve burada ''Ortadoğu'' (Middle East) değil ''Yakındoğu'' (Near East) kavramı kullanılmıştır. Lübnan, Suriye, Ürdün, Batı Şeria ve Gazze'de yaşayan Filistin göçmenlerine sağlık, eğitim ve sosyal alanlarda yardım sağlamak amacıyla kurulmuş olan bu teşkilat 1950 yılından beri hizmet vermektedir.

Birleşmiş Milletler'in bu bölgeye yönelik ikinci kuruluşu Economic and Social Commission for Western Asia-ESCWA (Batı Asya Ekonomik ve Sosyal Komisyonu)'dır. 1974 yılında Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi'nin bölge ülkeleri arasında ilişkileri en geniş şekilde geliştirmek amacıyla kurulmuş olan ESCWA'nın Merkezi Beyrut'ta bulunmaktadır. Komisyonun üyeleri Bahreyn, Mısır, Irak, Ürdün, Kuveyt, Lübnan, Uman, Filistin, Katar, Suudi Arabistan, Suriye, Birleşik Arap Emirlikleri ve Yemen'dir. Dikkat edilirse İsrail bir bölge devleti olduğu halde ESCWA'ya dahil edilmemiş sadece bölgedeki Arap ülkeleri üye olarak yer almışlardır.

Birleşmiş Milletlerin ''Ortadoğu'' kavramını değil, nesnel/objektif bir coğrafi tanımlama olan ''Batı Asya'' kavramını tercih etmesi bu kuruluşların resmi yayınlarına da yansımıştır. Mesela BM tarafından yayınlanan Demographic Yearbook'larda dünya devletleri objektif coğrafi bölgeler altında toplandığı ve bu çerçevede Ortadoğu'daki ülkelerin de Western Asia (Asie Occidentale) adı altında tasnif edildiği görülmektedir. Bu tür bir kavramlaştırma dünyanın değişik coğrafi yerlerinde bulunan kişiler için geçerli bir kullanım imkanı vermektedir. Buna karşılık sübjektif ve Batı merkezli bir kavramlaştırma olan Ortadoğu veya Yakındoğu kavramları, Avrupa dışındaki kişiler için objektif bir anlam taşımamaktadır. Bununla birlikte BM'nin değişik birimleri ve kuruluşları tarafından kullanılan Western Asia'nın yayınlara yansıyan kapsamı ile ESCWA'dakinin kapsamı aynı olmamaktadır. Sözünü ettiğimiz nüfus yıllıklarında Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan, Kıbrıs, Bahreyn, Irak, İran, İsrail, Ürdün, Kuveyt, Lübnan, Uman, Filistin (Gazze Şeridi), Katar, Suudi Arabistan, Suriye, Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri ve Yemen Batı Asya (Western Asia) kavramının kapsamında gösterilmektedir. (9) Burada Kafkaslardaki ülkelerin de Western Asia kavramına dahil edilmiş olması dikkat çekicidir.

Bir başka örnek Birleşmiş Milletler'e bağlı bir kuruluş olan UNCTAD'ın istatistiklerinden verilebilir. Bu kuruluşun Handbook of Statistics 2000 (New York-Geneve 2000) adlı resmi yayınında dünya ülkeleri bölgelere bölünürken Western Asia (Batı Asya) kavramı kullanılmakta ve bu bölge kapsamına şu devletler dahil edilmektedir: Bahreyn, Kıbrıs, İran, Irak, Ürdün, Kuveyt, Lübnan, Uman, Katar, Suudi Arabistan, Suriye, Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri ve Yemen.

Dikkat çekici olan Demographic Yearbook'ta Western Asia içerisinde gösterilen Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan'ın bu yayında Orta Asya (Central Asia)'ya dahil edilmiş olmasıdır. (10) Bu örnekten de anlaşılmaktadır ki sadece ''Ortadoğu'' kavramı için değil, bu bölge için kullanılan Western Asia kavramının kapsamı için de bir belirsizlik mevcuttur. Kavramın kapsamı bir yayından diğerine, bir kuruluştan başkasına göre değişebilmektedir. Bu durumda Western Asia kavramının Ortadoğu ile bütünüyle örtüştüğü ileri sürülemez. Bundan dolayıdır ki Batı Asya ile Ortadoğu'nun farklılığı sebebiyle Ortadoğu için ''Güneybatı Asya'' (Southwest Asia) kavramı kullanılmaktadır. Böylece Batı Asya içerisinde yer alan Ortadoğu ''Güneybatı Asya'' kavramı ile objektif olarak tanımlanmış ve sınırlandırılmıştır. Mesela Yakındoğu kapsamında yer alan Kıbrıs'ın çoğu yayınlarda Ortadoğu'nun kapsamına alınmadığı görülmektedir; bunda Ortadoğu'nun sübjektif ve kültürel kullanımının etkili olduğu açıktır.

Bütün bu farklı kullanımlar ve kapsamın değişkenliği dikkate alınmak şartıyla bugün Ortadoğu kavramının dar anlamda Türkiye, İran, Mezopotamya, Arap Yarımadası, Körfez ülkeleri ve Mısır'ı içine alacak şekilde kullanılmakta olduğunu söylemek mümkündür. Bu kavramın kapsamının daha da genişletilerek Libya, Sudan, Eritre, Cibuti ve Afganistan'ı da içerecek şekilde geniş anlamda kullanıldığı; bazı çalışmalarda ise kapsamın daha da genişletilerek Atlas Okyanusundan Mısır'a kadar tüm Kuzey Afrika'yı içine alacak genişlikte kullanılmakta olduğu da görülmektedir. Hatta bazı çalışmalarda Ortadoğu kavramının kapsamına Kafkasların ve Orta Asya'nın da dahil edilerek kapsamın iyice genişletildiği de dikkat çekmektedir.

Bu durumda Ortadoğu için belirsizliğin ve kapsam kargaşasının devam ettiğini söyleyebiliriz. Kişisel kanaatimiz Ortadoğu kavramının dar anlamda kullanılmasının yani Türkiye, İran, Mezopotamya, Arap Yarımadası, Körfez ülkeleri ile Mısır'ı kapsayacak şekilde kullanılmasının daha doğru olacağı yönündedir. (11) Eğer daha geniş kapsamda kullanılacaksa bu durumda Kuzey Afrika ve Ortadoğu kavramlaştırmasının tercih edilmesinin daha doğru olduğunu düşünmekteyiz. Yine Kafkaslar ile Orta Asya'nın ise her durumda Ortadoğu kavramının kapsam alanı dışında düşünülmesi gerekmektedir. Zira hem Kafkaslar, hem de Orta Asya kavramlaştırması yerleşmiş, kabul görmüş ve sınırları belli bölgelerdir. Bunlar için ayrı bir kavramlaştırma çabasına girmek gereksiz gözükmektedir.

İngilizce bir terkip olan Middle East'ın olduğu gibi tercümeleri zaman içerisinde diğer dillere de yerleşmiş ve benimsenmiştir. Fransızca'da Yakındoğu'nun yerine ''Proche Orient'' kullanılırken Ortadoğu'nun karşılığında ''Moyen Orient'' kullanılmaktadır. Arapça'da Ortadoğu yerine kullanılan ''eş-Şarku'l-Evsat'' İngilizce'deki Middle East'ın kelime kelime çevirisinden ibarettir. Türkçe'de de benzer çevirinin yerleştiği gözlenmektedir. Önceleri ''Orta Şark'' kullanılırken günümüzde ''Ortadoğu'' şeklindeki kullanım benimsenmiştir.

Ortadoğu kavramının kapsamı hala müphemliğini korumakla birlikte kullanımı hem ulusal ve uluslararası siyasette, hem bilimsel çalışmalarda, hem de günlük dilde yerleşmiş bulunmaktadır. Bu ad altında araştırma merkezleri, üniversiteler, enstitüler, basın kuruluşları, sanayi tesisleri ve pek çok örgüt tesis edilmiştir.

------------------------------------------------------------ ----------------

 

1. Bernard Lewis, Orta Şarkın Tarihi Hüviyeti, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XII, 1964, s.75.

2. Bk. Marwan R. Buheiry, The Formation and Perception of the Modern Arab World, (The Darwin Press, Princeton, New Jersey, 1989), s.160-162. Ayrıca bk. Peter Beaumont-Gerald H. Blake-J. Malcolm Wagstaff, The Middle East: A Geographical Study, New York-Toronto-Brisbane, John Wiley and Sons, 1985, s.1-3.

3. Roderic H. Davison, Where Is The Middle East?, Foreign Affairs, Vol. 38, New York 1959-1960, s.668.

4. Don Peretz, The Middle East Today, New York-Chicago, 1978, s.3.

5. Meşhur İslam coğrafyacılarının eserleri ve bu eserlerde kullandıkları kavramlar hakkında bakınız: Murat Ağarı, İslam Coğrafyacılığı ve Müslüman Coğrafyacılar/Doğuşu Gelişimi ve Temsilcileri, İstanbul, Kitabevi Yayınları, 2002, s.253-380.

6. Aynı yer, s.667.

7. Bk. Davison, a.g.m., s.669-671.

8. Peretz, s.3.

9. Bk. UN, Demographic Yearbook 1997, New York 1999, s.32.

10. Bk. UN, UNCTAD Handbook of Statistic 2000, New York-Geneve, 2000, s.293.

11. Bk. P. J. Vatikiotis, Conflict in the Middle East, London, The aldin Press, 1971, s.xiii-xvi.

stradigma. - www.stradigma.com

 

 



__________________
"Onlara bir ilmin tanıklığında bütün serüveni mutlaka anlatacağız. Biz olup bitenlerden habersiz değildik." A'raf-7
Yukarı dön Göster bilgi.ve.hikmet's Profil Diğer Mesajlarını Ara: bilgi.ve.hikmet
 
bilgi.ve.hikmet
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 19 ocak 2007
Gönderilenler: 143
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı bilgi.ve.hikmet

İSRAİL-FİLİSTİN BARIŞI VE ULUSLARARASI SİSTEM KURAMSAL SINIRLAR ÜZERİNE BİR DENEME

Gökhan BACIK

 

Fatih Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü

 

 

Filistin-İsrail sorunu uluslararası sistemin artık rutin olarak görülen bir parçası haline gelmiştir. Yaklaşık yarım yüzyılı aşkın bir süredir bölge için muhtemel olan barış projelerini tartışmaktayız. Aynı süre içinde şüphesiz savaşlar ve çatışmalar başta olmak üzere her türlü insani dram devam etmiştir. Üstelik İsrail-Filistin sorunu uluslararası ilişkiler disiplinini öğreten akademisyenler için önemli bir konudur ve yüzlerce insanın üzerinde bilimsel çalışmalar yaparak geçimini sağladığı bir konu haline gelmiştir. Aynı sorun yine zaman içinde kendine ait kahramanlar, aktivistler ve dahası kendine ait entelektüel ayrımlar ortaya çıkarmıştır. Bugün batıdan doğuya bir çok ülkede entelektüellerin nasıl ayrıştığı konusunda önemli bir faktör de Filistin-İsrail sorununa nasıl baktıkları ile ilgilidir. Böylece Filistin-İsrail sorunu kendine özgü nitelikleri olan bir fenomen halini almıştır. Hatta denilebilir ki artık bu sorun kendisinden başka bir 'şey'e dönüşmüştür. Farklı alanlarda bir çok farklı konu ele alınırken Filistin-İsrail sorununa atıflar yapılmaktadır. Pratik olarak literatürde Filistin-İsrail sorununun bir tür yazınsal genişlemesinden söz edilebilir (re-contextulization). Artık her şey bu sorunla ilgilidir.

Bu denemede (1) Filistin-İsrail sorunu ile ilgili dört kuramsal nokta ele alınacaktır. Bu dört noktanın ele alınmasındaki amaç sorunun neden uluslararası sistem içinde bir türlü çözülemediğinin anlaşılmasına yöneliktir. Böylece sistemik faktörlerin düzenli olarak sorunun çözümünü nasıl engellediği açıklanmaya çalışılacaktır. Bir başka ifade ile Filistin-İsrail sorununun yapısı, hatta çözümsüzlüğü, sorunun bir parça da uluslararası sistem içinde nasıl yer aldığı ile ilgili olmasıdır. Sistemin üretmiş olduğu sonuçlar doğrudan Filistin-İsrail sorununu etkilemektedir.


Birinci Nokta: Sistemik Bir Çözümün Gerekliliği

Öncelikle Filistin-İsrail sorunu bir sistemik sorundur ve böyle olduğu için sistemik bir çözüme ihtiyaç duymaktadır. Geçen yüzyılda uluslararası sistemin geçirdiği çeşitli evreler belirli yapısal sorunları çözümlenmemiş olarak ortada bırakmıştır. (2) Tarihsel olarak başta Filistin-İsrail sorunu olmak üzere bir çok sorunun kökeninde, uluslararası sistemin geçen yüzyılda geçirmiş olduğu merhaleler vardır. Daha vahim olan sistemin ürettiği sorunlar hem çözülmesi zor olanlardır, hem zaman içinde sistemin içinde olup bitenlere göre değişen dengeler oluştururlar. Pratik olarak ifade etmek gerekirse sistemde olup biten her şey, başta Filistin-İsrail sorunu olmak üzere, bütün sistemik sorunların dengesini ve yapısını değiştirir. Böylece mantıksal olarak düşünülürse uluslararası sistemde olup biten her kayda değer olay Filistin-İsrail sorununu etkilemektedir. Özellikle uluslararası sistem içinde gücün nasıl dağıtıldığı bu noktada önem kazanmaktadır. Aynı şekilde mesela 11 Eylül saldırılarından sonra, uluslararası sistemin geçirdiği dönüşümler Filistin-İsrail sorununu doğrudan etkilemiştir. Nitekim saldırılardan sonra bölgede çok kanlı olaylar yaşanmıştır. Bir benzetme ile dile getirecek olursak sistemik sorunlar uluslararası sistemin tektonik yapısındaki fay hatlarına benzerler; sistem içindeki her salınım bu alanlarda kalıcı iz bırakır.

Aynı bağlamda bir başka uygun örnek Afganistan olayıdır. Özellikle 11 Eylül'den sonra Afganistan ''teröre karşı ilan edilen savaşta'' bir cephe halini almıştır. Afganistan'ın öne çıkması bir tesadüf olmadığı gibi salt Usame bin Laden faktörü ile de açıklanamaz. Daha bilenen bir çok terörist değişik ülkelerde yaşamaktadırlar. Bu noktada altı çizilmesi gereken durum Afganistan'ın sistemik bir sorunu temsil etmesidir. Şimdi Almanya'dan ABD'ye dünya devletleri ''modern ve demokratik'' bir Afgan devleti yaratmak için bir araya gelmektedir. Yine bu devletler çok bilinen bazı konuları gündeme getirmektedir: Afgan kadınının özgürlüğü, Afgan çocuklarının eğitimi... Ama şurası unutulmamalıdır ki bütün benzer dış politika söylemlerinin arkasında realpolitik gerçek bir neden olarak bulunmaktadır. Neredeyse hemen herkes Afganistan'ın uzun yıllar ABD ve SSCB arasındaki dolaylı savaşta bir cephe olduğunu unutmuş gibi davranmaktadır. Bugün bu ülkede yaşanan sorunların çoğu aslında doğrudan Afganistan'da gerçekleşen ABD-SSCB 'dolaylı' savaşının geç sonuçlarıdır. Kuramsal olarak ifade etmek gerekirse, SSCB ve ABD arasındaki denge bir sistemik sorun olarak Afganistan sorununu doğurmuştur.

Irak sorunu da benzer bir başka sistemik çatışmadır. Kısaca özetleyecek olursak bu sorun uluslararası sistemin Soğuk Savaş'ın son yıllarından bugüne kadar yaşadığı dönüşümün ürettiği bir sorundur. Özellikle ABD'nin uluslararası sistem içindeki konumu Irak sorunu bağlamında yeniden tanımlanmıştır. Yine ABD Irak sorunu bağlamını bir çerçeve kabul ederek Orta Doğu'da hem kendi açısından, hem bölge ülkeleri açısından yeniden yapılanma süreci oluşturmuştur. Bugün fakir Irak halkının düşünceleri dikkate alınmaksızın Batılı ülkelerin liderliğini yaptığı uluslararası camia bu ülke hakkındaki planlarını uygulamaya çalışmaktadır. Şüphesiz bu Irak halkı için bir çare üretmek değil, sistemik düzeydeki yansımaların güçlü ülkeler tarafından Irak'ta denenmesidir. Şunu açıklıkla belirtmek gerekirse uluslararası sistemin içindeki gücün dağılımı sürekli olarak fiziksel biçimde değişik alanlarda yansımalar doğurur. Böylece tıpkı Afgan sorununda olduğu gibi Irak sorununda da çözüm için bütün sistemi ilgilendiren planlar gerekmektedir.

Yukarıdaki çerçeveyi takip edersek, uluslararası sistemin yirminci yüzyılın sonunda geçirdiği evrimsel süreç Filistin sorununu doğurdu denebilir. Yine bir sistemik sorun olarak, Filistin sorunu sistemin doğasından ve evriminden kaynaklanan bir çok faktörden etkilenmiştir. Mesela İngilizlerin bölgeden çekilmesi, Soğuk Savaş'ın sona ermesi, Körfez Savaşı, İran-Irak Savaşı ve nihayetinde 11 Eylül olayları...bütün bunlar Filistin sorununu etkilemiştir.

Peki bu tartışmalardan sonra, sistemik bir sorun olmak ne anlama gelmektedir? Öncelikle, uluslararası sistem içinde gücün nasıl dağıtıldığı ve bu bağlamda dünya ülkelerinin meydana getirdiği hiyerarşik ilişkiler, birinci derecede sistemik sorunları anlamak açısından önemlidir. İkinci olarak, her ne kadar dahili sorunlar etkili olsa da, sistemik sorunlarda dış faktörler daha belirleyicidir. Üçüncü olarak, sistemik sorunlarla yüz yüze kalan aktörler/devletler hiç bir şekilde kendilerini dünyada olup biten olayların etkisinden uzak tutamazlar. Doğal olarak istikrarsızlık ve kırılganlık sistemik sorunların doğasını oluşturur. Bütün tartışmadan çıkan sonuç şudur: Başta Filistin-İsrail sorunu olmak üzere bütün sistemik sorunlar ancak sistemik bir çerçeve ve proje içinde çözülebilir. Kuramsal çerçeveyi Filistin sorununa indirgersek, bütün İslam/ Arap ülkelerinin güçsüz buna karşın ABD'nin en üstte olduğu bir güç dağılımı içinde Filistinliler için adil bir barış sadece bir fantezidir. Uluslararası sistem içindeki halihazır güç dağılımını düşünürsek Filistinliler için ya ABD baskısına ve İsrail'in gelişmiş askeri gücüne karşı savaşmak, ya da yine aynı güç ekseninin oluşturacağı bir barışı kabul etmek durumundan başka seçenek ortaya çıkmıyor.

Eğer sistem düzeyindeki sınırları bir kenara bırakırsak, Filistin-İsrail sorununa bir çare aramak imkansız hale gelecektir. Hatta uluslararası sistemin içindeki gücün dağılımını yeniden gözden geçirirsek, bir Filistin-İsrail sorununu 'doğal' olarak bile niteleyebiliriz. Burada 'doğal' kelimesi kasıtlı olarak kullanılmıştır çünkü bugünkü uluslararası sistemin böyle bölgesel sorunlar oluşturması yapısal bir sonuçtur. Bir bakıma uluslararası sistem benzer sorunları doğurarak kendini sürdürmektedir (re-produce). Wallerstein merkezli bir okuma ile düzenin merkezi ancak çevredeki benzer krizlerle kendini sürdürebilir. Halihazır uluslararası yapı, kökeni geç Orta Çağ'a dayanan bir Avrupa sisteminin genişlemiş halidir. Bu yayılma sürecinde Batılı kurumlar, kavramlar ve değerler Batı-dışı alanlara taşınmıştır. Yani tarihsel olarak uluslararası sistemin ortaya çıktığı kabul edilen 17. yüzyıldan beri zaten çevre hep merkeze göre oluşturulmuştur.

İkinci Nokta: Tarafların Çokluğu

İkinci kuramsal sınır, Filistin-İsrail sorununun hiçbir şekilde ikili bir çatışma olmadığıdır. Sorunun bir çok tarafı bulunmaktadır. Şüphesiz bir sorunun taraflarının sayısı çözümü meydana getirmek açısından birinci derecede etkilidir. Ne var ki, Filistin-İsrail sorununda taraf sayısı ender görülecek kadar yüksektir. Bir kere, bu sorun bütün Müslümanların taraf olduğu bir durumdur. Yüz milyonlarca Müslüman gerekli bilgi olmaksızın Filistin tarafını İsrail'e karşı savunmaktadır. Yani bir bakıma insanlar zihinlerindeki sembolik evrende olayı algılamaktadırlar. Bu denemenin yazarı Filistin'in sosyalist lideri Yaser Arafat'ın bir Cuma çıkışı Ankara'da Türkler tarafından nasıl alkışlandığını hatta bir bakıma kutsandığını görmüştür. Bu çok önemli sosyolojik bir veridir. İnsanlar gerekli bilgi olmadan olayları istedikleri gibi anlamak istemektedirler. Bir çokları için Arafat İslami direnişin sembolüdür. Aynı durum başka isimler için de geçerlidir. Çeçen lider Dudayev, Kıbrıs Türklerinin lideri Rauf Denktaş...bütün benzer isimler sorgulanmaksızın sembolik bir evren içinde kutsanmışlardır. Doğal olarak ulusal hükümetler için İsrail ile masaya oturmak, işbirliği yapmak çok zor bir aşamadır. Bu açıkça kitleler tarafından bir ihanet olarak görülmektedir. Hatta bazıları Filistin sorununun, Filistin liderliğine bırakılamayacağını bunun bütün bir Müslüman topluma ait olduğunu iddia etmektedir. Yani bu bakışa göre bütün Müslümanlar doğal olarak sorunun tarafıdır ve söz hakkına sahiptir. Böylece Filistin-İsrail sorunu içinden çıkılması zor bir hale gelmektedir.

Bunun yanında Araplar doğal olarak sorunun tarafıdır. Arap halkları, hükümetleri eliyle soruna müdahil olmak istemekte ve bu yönde baskılar üretmektedir. Hatta Arap devletleri arasında Filistin sorunu nedeni ile zaman zaman sürtüşmeler ortaya çıkmaktadır. Aslında Filistin sorunu bağlamında bazı Arap ülkeleri çelişkili bir durumdadırlar. Bir kere Filistin bazı devletlere göre kendilerinden İngiliz emperyalizmi aracılığı ile çalınmış bir topraktır. Ürdün, Suriye gibi ülkeler Filistin'in bağımsızlığını tam olarak benimseyememişlerdir. Bunlar kadar olmasa bile Mısır tarihsel olarak Filistin sorununu kendi konumunu Araplar arasında bir yerde tutmak için bir enstrüman olarak kullanmıştır. Çünkü Filistin sorunu Orta Doğu'da kitleleri yönlendirmek için uygun bir araçtır. Kısaca Arap liderler Filistin sorununu bahane ederek kitleleri sadece İsrail'e karşı değil, kendi siyasal konumları lehine de yönlendirmektedirler. Üstelik diğer Arap ülkelerindeki mülteci Filistinlileri düşünürsek sorunun vahim bir başka yönüne işaret etmiş oluruz. Ürdün'de vatandaşlık hakkından mahrum olarak kamplarda yaşayan Filistinlilerin durumu bir insanlık dramıdır. Hatta bu sorun bir Ürdün-Filistin sorunu meydana getirmiştir ki zaman zaman taraflar arasında kanlı çatışmalar meydana gelmiştir. Arapların taraf olarak sorunun çözümünü zorlaştırdığı bir yapı içinde, şimdilerde bir oluşum sürecinde olan Filistin kimliği eğer demokratik yönde evrim gösterirse çözüm açısından ümit olabilir. Ancak her şart altında, Filistin-İsrail sorununun bölgesel-küresel bir çok tarafının olması çözümü zorlaştırmaktadır.

Üçüncü Nokta: Seküler Aklın Sınırlandırılması

Üçüncü kuramsal sınır ise Filistin-İsrail sorununun özünü meydana getiren konuların bazılarının seküler nitelikte olmamalarıdır. (3) Bilindiği gibi diplomasi seküler bir eylemdir. Modern uluslararası sistem seküler kurum ve kurallara dayalı olarak kurulmuştur. Böylece her sorunun bir çözümünün (en azından üzerinde anlaşılabilecek türde) olduğu varsayılır. Modern diplomasi seküler aklın bir şekilde tarafları uzlaşmaya götürebileceğini kabul eder. Böylece tarafların yapması gereken barışçı yollarla bir araya gelmektir. Felsefi olarak modern diplomasinin temelinde insanın egemen olduğu önermesi yatmaktadır. Böylece insanı sınırlandıran tek şey ulusal çıkarlar olabilir. Buna göre çıkarın nasıl tanımlandığı bir ülkenin davranışlarını anlamak için hayati önemdedir. Sonuç olarak diplomasi belirlenmiş, anlaşılabilir bir süreçtir. Ve bu süreç içinde insan aklı rasyonel sonuçlar üretebilir, çünkü egemendir. Ne var ki, Filistin-İsrail sorununun özünde insan aklını sınırlandıran dinsel nitelikli konular bulunmaktadır. Hamas'ın bir basın açıklaması şöyle demektedir: ''Filistin sorunu bir toprak sorunu değildir, bir iman sorunudur''. Peki bu durumda özünü bir inancın meydana getirdiği sorun üzerine kim tartışabilir? Görüldüğü gibi Filistin-İsrail sorununda seküler aklın sınırlandırıldığı kutsal alanlar bulunmaktadır. Mesela Müslümanların neden Kudüs'ü terk etmeleri gerektiği yönünde bir rasyonel açıklama bulunabilir mi? Yine aynı şekilde İsrail halkına ''vadedilmiş toprakları'' bırakmaları gerektiği yönünde rasyonel bir telkinde bulunulabilir mi? Belki elitler ve okumuşlar için bu durum bir gerikalmışlığa işaret ediyor olabilir, ancak kitleler için sorunu çözümsüz kılan faktörlerden birisi de budur. Birçokları için sorun hatta tartışılamaz niteliktedir. Filistin-İsrail sorununda her iki taraf için de seküler diplomasi sınırlandırılmış bir vaziyettedir. Burada insan aklının Tanrı karşısında egemenliğini yitirmesi söz konusudur. Peki bu bir çözümsüzlük ise ne olacak? Rasyonel yollar tıkandığı zaman güç belirleyici faktör olarak kaçınılmaz biçimde ortaya çıkar. İki uzlaşmaz taraf olduğu sürece -geçmişteki örneklerin gösterdiği gibi- üç ihtimal söz konusu: Bugün olduğu gibi sürekli bir çatışma, bir tarafın diğer tarafı sindirmesi, veya diğer tarafa tolerans göstererek bir tarafın kontrolü ele geçirmesi. Görüldüğü gibi her bir modelde güç belirleyici faktördür.

Dördüncü Nokta: Eşit Olmayanların Savaşı

Dördünce kuramsal sınır, Filistin-İsrail sorununun birisi zayıf, birisi güçlü iki aktör arasında gerçekleştiği gerçeğidir. Şüphesiz ekonomik ve askeri açıdan İsrail sorunun güçlü tarafıdır. Ancak İsrail'in asıl gücü sistem içindeki başka noktalardan kaynaklanmaktadır. İsrail, Filistin karşısında dünya çapında geçerli bir psikolojik üstünlüğe sahiptir. Sorunun bir sistemik sorun olduğundan tekrar bahsedersek, sorunun sistemde nasıl algılandığı önemlidir. Özellikle geçmişteki Holocaust dramı, İsrail'e büyük bir psikolojik avantaj sağlamaktadır. Açıkçası Holocaust bugün İsrail'e bir tür savunma mekanizması üretmektedir. Neden? Çünkü tarihsel anlamı bir kenara, Holocaust bugünkü Batılı epistemoloji içinde neredeyse bir tür tarih felsefesi haline gelmiştir. Doğal olarak batılı zihnin doğuyu, Müslümanı algılamasında bu olay önemli bir yer tutmaktadır. Holocaust pratik olarak herhangi bir İsrail karşıtını tipik bir Batılının zihninde ''Ben Hitler olmak istiyorum'' türünden bir çağrışım ile resmetmektedir. Böyle bir çerçeve içinde Filistinli direnişçiler fanatik veya terörist olarak algılanmaktadır. Holocaust'un İsrail için bir tür dokunulmazlık mekanizması haline gelmesi Filistin tarafının baş edemediği en önemli sorunlardan birisidir. Böylece tamamen Batı tarihine ait bir trajik tecrübenin sonuçları ile paradoksal olarak bugün o tarihle hiç ilgisi olmayan Filistinliler uğraşmaktadır. Daha kötüsü Holocaust travması sürekli olarak gündemde tutulmaktadır. Batı tarihinin trajik parçası olarak Holocaust aynı zamanda, ''Yahudi halkına saygıyı'' üzerinde tartışılmaz bir değer haline getirmiştir. Yahudi dramı ile ilgili sonu gelmez kitaplar, filmler, konferanslar dikkate alınırsa denilebilir ki Holocaust, Batılı zihin üzerinde bir tür bilinçaltı refleks üretmiştir. Böylece Filistinliler sadece somut bir 'düşman' ile savaşmıyor, aynı zamanda Batı medeniyetinin bilincine ait soyut bir simge ile de savaşmaktadırlar. Burada bir örnek olarak ABD'li Cumhuriyetçi bir Kongre üyesinin konu ile ilgili bir Kongre oturumundan hemen önce söylediği sözler pratik olarak aydınlatıcıdır. Cumhuriyetçi Kongre üyesi Mike Ferguson İsrail'in Batı Şeria'daki askeri eylemlerini açıkça destekleyerek ve üstelik Arafat'ı terörizmi desteklediği için kınayarak şöyle demiştir: ''İsrail halkı planlı bir şiddet karşısındadır. Bu şiddet asker ve sivil ayrımı yapmamaktadır. Barbarlık hiçbir şekilde tolere edilemez. Hürriyet aşığı bir ülke olarak, bizler İsrail halkının ihtiyaç duyduğu bu anda onlarla olmalıyız.'' Ferguson'un kullandığı 'barbarlık' kelimesi açıkça sorunun zihinsel alanda yeniden nasıl tanımlandığını bütün açıklığı ile göstermektedir. Burada önemli olan psiko-tarihsel çerçevedir. Ferguson gibilerinin anlamadığı aynı şekilde planlı olarak Filistinli sivillerin öldürüldüğü, evlerinin yıkıldığıdır. (4)

Sonuç

Bir sistem kabaca kendini meydana getiren kurum ve prensiplerin toplamıdır. Böylece her bir sistem içindeki aktörleri sınırlandıran bir tür ekonomi meydana getirir. Sistem içindeki güçlülerin konumu ve yaptıkları diğer aktörler için sınırları ve imkanları doğurur. Ne var ki, ne zaman sistem yapısal değişimler geçirmeye başlarsa sistemin doğasının üretmiş olduğu bölgesel sorunlar bir tür kısır döngü içine girerler. Artık bu bölgesel sorunların çözümünde bütün sistemin yeniden yapılanması gerçekleşmedikçe ümitli olmak imkansız gibidir. Bugün hiç bir anlam üretemeyecek kadar zayıf Filistinlilerin, sahip oldukları gücün büyük anlamlar ürettiği İsrail tarafına karşı çaresizliklerinin en açık göstergesi Arafat'ın kendi konutunda işgal altında yaşamasıdır. Mevcut sistemin gerçeklerinin doğasına aykırı bir barış girişimi bir tür hayalciliktir. Sonuç olarak sistemik bir sorun olarak Filistin meselesi bütün değişimlerden payını almaya devam edecektir. Sistem ve sorun arasındaki birbirini gerektiren türdeki ilişki ortadan kaldırılmadıkça benzer sorunların çözümü imkansızlaşmaktadır.

------------------------------------------------------------ ----------------

 

 

stradigma. www.stradigma.com

 



__________________
"Onlara bir ilmin tanıklığında bütün serüveni mutlaka anlatacağız. Biz olup bitenlerden habersiz değildik." A'raf-7
Yukarı dön Göster bilgi.ve.hikmet's Profil Diğer Mesajlarını Ara: bilgi.ve.hikmet
 
hasanoktem
Admin Group
Admin Group


Katılma Tarihi: 10 eylul 2006
Gönderilenler: 2837
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı hasanoktem

Zilletin Böylesi: Katiller Marmaris’te!
7 Yorum   Perşembe, Ocak 25, 2007

Irak’a yeni gidecek ABD askerlerini taşıyan 2 savaş gemisi Marmaris’te demirledi. Katil askerler, Irak öncesinde burada eğleniyorlar…

Amerikan donanmasına ait ve Irak işgaline yeni katılacak askerleri taşıyan ‘USS Bataan’ (LHD 5) ve ‘USS Sullivan’ (DDG) isimli iki askeri gemi Marmaris’te. Toplam 3 bin 300 askerin taşındığı iki gemi 4 gün boyunca Marmaris’te kalacak.

Turizm mevsiminin bitmesinden dolayı çalışmayan esnaf ise, kepenklerini askerler için atmış. Dün akşam saatlerinde gemiden inen askerler soluğu Barlar sokağında aldılar. Bol miktarda alkol tüketen katiller, “çılgınca” dans ederek eğlendi ve alışveriş yaptılar. Barlar sokağında bulunan birçok bar ve disko kapılarına Türk ve AmeriKAN bayrakları asarken Muğla İl Emniyet Müdürlüğü'nden gelen takviye polis ekipleri, geminin Marmaris Limanı'na yanaşmasından itibaren Barlar Sokağı'nda da güvenlik önlemi aldı.

Iraklı kardeşlerimizi katletmeye giden askerlere Irak öncesi güvenlikli eğlence imkanı sunuluyor. Barların ABD askerlerini memnun edebilmek için son derece iğrenç ve utanç verici gösteriler düzenledikleri ve özel dansçı kadınlar getirttikleri ifade ediliyor. Milliyet gazetesi ise haberi “Alkolün su gibi aktığı barlarda, Amerikan askerleri doyasıya eğlendi. Bol bol dans eden ve içki içen askerler, alışveriş de yaparak esnafın yüzünü güldürdü.” şeklinde vererek adeta zillet ve rezaletten duyduğu mutluluğu yansıttı.

Marmaris'te "çılgınlar" gibi eğlenerek katliama motive olan ABD askerlerinin umarız bu son eğlenceleri olur. Ağızlarından su akarak onları karşılayan esnafı ise Allah ıslah etsin.

HAKSÖZ-HABER

Yukarı dön Göster hasanoktem's Profil Diğer Mesajlarını Ara: hasanoktem
 
Alperen
Admin Group
Admin Group
Simge

Katılma Tarihi: 09 nisan 2005
Gönderilenler: 2974
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Alperen

İsrail'in zulü yetmezmiş gibi Filistinliler malesef şimdi de birbirini katlediyor.

Bir günde ölenlerin sayısı 23'e ulaşmış.

Habere bakınız:
http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=214998



__________________
Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
Yukarı dön Göster Alperen's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Alperen
 
bilgi.ve.hikmet
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 19 ocak 2007
Gönderilenler: 143
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı bilgi.ve.hikmet

Alperen Yazdı:
İsrail'in zulü yetmezmiş gibi Filistinliler malesef şimdi de birbirini katlediyor.

Bir günde ölenlerin sayısı 23'e ulaşmış.

Habere bakınız:
http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=214998

Selam

Her ne kadar oluşmasında İsrail'in payı bulunsa da, Bu suçu tamamıyla İsraile atamayız. O bölgenin Filistin bölümü İsrail bölümüne nazaran çok daha zalim ve acımasız. Dünya bu bölgeye insanlık adına birşeyler yapmalı. Ama ayırmadan, romantik dinciliği bilinçaltından atarak yaklaşmalı. Sadece insanlık ve erdemli barışçı bir yaklaşım.

Selam



__________________
"Onlara bir ilmin tanıklığında bütün serüveni mutlaka anlatacağız. Biz olup bitenlerden habersiz değildik." A'raf-7
Yukarı dön Göster bilgi.ve.hikmet's Profil Diğer Mesajlarını Ara: bilgi.ve.hikmet
 
hasanoktem
Admin Group
Admin Group


Katılma Tarihi: 10 eylul 2006
Gönderilenler: 2837
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı hasanoktem

Mısır İhvan-ı Müslimin Mensuplarına Vahşi İşkence
5 Yorum   Çarşamba, Ocak 24, 2007

ABD kuklası Mübarek yönetiminin Mısır’daki zorbalığı had safhada. Ekranlara yansıyan görüntüler Ebu Garib’i anımsatıyor.

ABD kuklası zorba diktatör Hüsnü Mübarek tarafından yönetilen Mısır’da medyaya yansıyan İhvan-ı Müslimin mensuplarına yönelik işkence görüntüleri infial uyandırdı.
Mapushaneleri İhvan mensuplarıyla dolduran Mısır diktatörlüğü, buradaki tutsaklara ağır işkence yapıyor. Cep telefonu ile işkencecilerin kaydettiği görüntülerin birinde, ayaklarından asılmış bir kadın tutsak çığlık atarken görülüyor. Tutsak kadına ayaklarından asılmış halde işkence edilerek itirafta bulunması isteniyor. Başka bir videoda da, bir tutsak, demir sopalarla ve yumruklarla dövüldükten sonra belden aşağı kısmı soyularak çıplak vaziyette ayakları havada tutulmuş, sırt üstü yerde yatmış halde duruyor. Utanç verici işkencelerinden haz duyan Mısır polisi copla makata işkence ediyor. Elektrik ve eller havada gün boyu bekletmek de uygulanan bir başka işkence.

Mısır polisinin utanç verici işkencelerine uğrayan bir tutsak Associated Press ajansına yaptığı açıklamada, "Uğradığım işkencelerden büyük bir utanç duydum. Çok acımasızdılar. Bir hayvan boğazlar gibi üzerime saldırmışlardı." derken avukatı Nasser Amin de işkenceler konusunda açıklama yapmaması hususunda tehdit edildiğini belirtti.

ABD kuklası Hüsnü Mübarek yönetimine bağlı Mısır polisinin, İhvan-ı Müslimin hareketine mensup Müslümanlara ağır işkenceler yaptığı ortaya çıktı. Basına sızdırılan işkence gören tutsakların çoğunu İhvan-ı Müslimin hareketine mensup Müslümanlar oluşturuyor.

Associated Press Writer ajansının Kahire'den bildirdiğine göre, bir Mısır karakolunda tutsaklara yapılan işkenceler cep telefonu ile kaydedilip medyaya yansıtıldı.

Mısır’da İşkence Rutinleşti

Mısır'daki İnsan Hakları Merkezi Başkanı Muhammed Zarie yaptığı açıklamada, tutuklulara karşı vahşi muamele yapıldığını belirterek, "Mısır'da işkence olağan ve rutin bir durum haline geldi. Mısır polisi tutuklulara karşı işkence uygulamaktan hiçbir utanç da duymamaktadır" dedi.

Utanç Verici İşkence

Siyah çizmeli polisler uğradığı ağır işkenceler yüzünden acıyla kıvranan tutsağın bağlı ellerine basıp çıplak kalan avret kısmını örtmesini engelliyor. Polislerden biri bir copu tutuklunun makatına .... Ve tutuklu acı içinde çığlık atıyor...

Mısır İnsan Hakları Örgütleri yaptıkları açıklamalarda 1993-2004 yılları arasında 120 tutuklunun işkenceler altında hayatını kaybettiğini, bunlardan 14 tanesinin geçen yıl içinde olduğunu bildirdi.

Mısır’daki bu işkenceler ABD’nin desteklediği tüm zorba diktatörlüklerin olağan uygulamasıdır. İnfial uyandıran şey, bu görüntülerin açığa çıkmasıdır. Ve bu olağan görüntüler ABD’nin özgürlük anlayışıdır! Mübarek rejimi ülkesindeki İslami muhalefeti sindirmek için bu uygulamaları yapmasa ABD’nin -yanında İngilizler olmak üzere- hemen askerini gönderip orada da bir Ebu Garib açması içten bile değildir.

HAKSÖZ-HABER

Yukarı dön Göster hasanoktem's Profil Diğer Mesajlarını Ara: hasanoktem
 
hasanoktem
Admin Group
Admin Group


Katılma Tarihi: 10 eylul 2006
Gönderilenler: 2837
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı hasanoktem

ABD’den iç savaşı kışkırtmak için para yardımı
1 Yorum   Perşembe, Şubat 01, 2007

Hamas, el-Fetih lideri Mahmud Abbas'a yaklaşık 85 milyon dolarlık yardım yapan Amerikan yönetimini, Filistin'de iç savaşı kışkırtmakla suçladı.
Filistin İslami Direniş Hareketi Hamas sözcüsü İsmail Rıdvan, “Bu yardımın, Siyonist plan çerçevesinde Filistin'de sivil savaş ve ayaklanmaya çıkarmaya yönelik bir kışkırtma olduğundan şüphe yok” dedi. Filistin’de geçen yıl iktidara gelen Hamas, ABD'nin yardım kararına sert tepki gösterdi. Gazze'de bir açıklama yapan Hamas sözcülerinden İsmail Rıdvan, Amerika biz ne zaman bir anlaşmaya varsak veya yaklaşsak, ortamı zehirlemek için Condoleezza Rice'ı buraya gönderiyor veya ortamı germek için (Mahmud Abbas'a) yardım yapacağını açıklıyor” dedi. Son zamanlarda el-Fetih’in provokatif tavırları sonucunda yaşanan silahlı çatışmalarda 50'ye yakın Filistinli hayatını kaybetmişti.

 

Yukarı dön Göster hasanoktem's Profil Diğer Mesajlarını Ara: hasanoktem
 

<< Önceki Sayfa 23 Sonraki >>
  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats