Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Gazze’nin kontrolünün Hamas’ın eline geçmesinden sonra, Abbas’ın ve eski istihbarat başkanı Dahlan’ın karargâhlarında bulunan gizli belgeler, İsrail’i telaşlandırdı. İsrail, belgelerin ele geçirilmesini, “Yüzyılın Felaketi” olarak yorumladı. Bu belgelerin İsrail"in yabancı istihbaratlar ile ortak operasyonlarını, İsrail’le ortak çalışan Filistinli yetkililerin adlarını, işbirlikçilerin isimlerini ve silah-kara para transferi ile ilgili bilgileri ihtiva ettiği vurgulandı. İsrail, belgelerin İran ve Suriye’nin eline geçmesinden endişeli.
Gazze’nin Hamas (İslami Direniş Hareketi) kontrolüne girmesinden sonra, terör devleti İsrail’de büyük telaş ve kaygı yaşanıyor. Belgelerde İsrail’in gizli planları, Filistin’deki işbirlikçilerinin isimleri ve Irak, İran ve Suriye ile ilgili bilgiler bulunuyor. Belgelerin İran ve Suriye’nin eline geçmemesi için İsrail ve Mısır arasında son günlerde görülmemiş bir telefon trafiği yaşanıyor. İki ülke arasında iki gündür devam eden görüşmelerde İsrail"in Mısır güvenlik birimi başkanlarından, Gazze’de Hamas’ın ele geçirdiği binlerce gizli belgeye derhal el koymasını istediği bildirildi. Mısır istihbaratına bilgi veren İsrail istihbarat kaynakları, Hamas'ın bu bilgi ve belgeleri yayması ve açıklaması durumunda, olayın “Yüzyılın Büyük Felaketi” olacağını ifade etti. İsrail istihbarat kaynakları, “Bu son yüzyılın büyük bir istihbarat felaketidir. Dünya istihbarat birimleri tarihinde bir benzeri yoktur hatta Nazilerin İkinci Dünya Harbi sonrası çöküşünde ve 90 yıllarda Doğu Almanya'da komünist rejimin bitişinde dahi benzeri yaşanmadı” dedi.
BELGELERDE NELER VAR?
Bu belgelerin İsrail'in yabancı istihbaratlar ile ortak operasyonlarını, İsrail'le ortak çalışan Filistinli yetkililerin adlarını, işbirlikçilerin isimlerini ve silah-karapara transferi ile ilgili bilgileri ihtiva ettiği vurgulandı. İsrail, ABD yönetiminin Saddam Hüseyin rejiminin düşüşünün ardından Irak İstihbaratı Merkezi'nde elde ettiği belgelerin, Filistin Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas ve eski İstihbarat Başkanı Muhammed Dahlan'ın başkanlığındaki birimlerde ele geçirilen gizli belgeler karşısında bir hiç olarak görüyor. (Vakit)
__________________ Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? ENBİYA 10
Filistin'in bölünmesinin ABD ve
İsrail'in başarısızlığı olduğu iddiasının aksine, Hamas'ı ortadan kaldırıp Abbas
aracılığıyla bir kukla rejim kurmak isteyen Bush yönetimi ve Olmert hükümetinin
tam istediği oldu. Medya da ortadaki imparatorluk bağlamını kasten
yansıtmıyor
Hamas'ın
Gazze'yi ele geçirmesinin, ABD ve İsrail'in Filistin siyasetinin başarısızlığını
yansıttığına dair iddiaların aksine, Gazze'ye bir buçuk yıldır hâkim olan ve
Haziran 2007'deki Hamas darbesine yol açan şiddetli iç çatışmalar aslında
işgalciler adına bir başka büyük dış politika zaferi. Hamas'ın Gazze'de
iktidarda kalmasına asla izin verilmeyecek. Dolayısıyla, bu küçük, aşırı
kalabalık toprak parçası ve 1,4 milyon sakininin geleceği için endişe etmeliyiz.
Ayrıca Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas'ın 'İyi Çocuk' rolünü koruyabilmek
için İsrail ve ABD'nin dayatmalarına razı olması ya da selefi Yaser Arafat'la
aynı kaderi paylaşması gerekecek.
Hamas'ın meşruiyeti
unutuldu Gazze'ye yönelik kanlı kuşatma ve Batı Şeria'nın
parçalanması devam ederken, Batılı uluslar sessizce bekliyor. Her gün, bir
ulusun sonunu getirmek için dünyanın tek süpergücü ve onun favori müşterisi
İsrail'in emsali görülmemiş adımlarına tanıklık ediyoruz. İşgal altındaki
Filistin topraklarındaki iki kilit siyasi grup arasındaki sürtüşme uzun zamandır
içişlerinin düzgün işleyişini engellese de, içteki istikrarın çöküşünü
kesinleştiren ve Gazze'deki Hamas 'darbesi'nin yolunu açan şey, Amerikalı ve
İsrailli siyasetçilerin Filistin'in içişlerine doğrudan ve sinik müdahalesiydi.
Medyadaki haberler son derece özenli bir biçimde, darbeye yol açan önemli
olguları es geçiyor; tıpkı Hamas'ın Ocak 2006'daki Filistin seçimlerinin
ardından Filistin'in meşru ve demokratik yollardan seçilmiş iktidar partisi
olması, ABD ve İsrail'in bu seçimlerin sonucunu reddetmesinin Hamas ve Fetih
arasındaki çatışmaları alevlendirmesi, Hamas'a karşı ABD'den gördüğü açık
desteğin Fetih'e karşı güvensizlik oluşmasına yardım etmesi ve bunun Gazze'de
Hamas'ın desteğini artırıp, Fetih'in buradaki askeri gücünün Hamas tarafından
alt edilmesine doğrudan yol açması gibi olgular. Bir başka deyişle, bu darbeye
dair somut ve anlaşılır nedenler var. Fakat Hamas'ın iktidarı ele geçirmesi
neticede sadece Mahmud Abbas ve savaşağası Muhammed Dahlan'ın çıkarlarına hizmet
etmiyor. ABD ve İsrail'in bölgedeki siyasetinin şimdiye kadar olduğundan çok
daha az itirazla karşılaşarak ilerlemesi için de harika bir fırsat da sunuyor,
tabii eğer itirazların mümkün olduğunu düşünürseniz. 'İsrail'i yok etmeyi
amaçlayan terörist bir örgüte' kim sahip çıkar ki? Alınabilecek tavır yıllar
boyunca 'Hamas' kelimesinin her telaffuz edilişiyle kafamıza kazındı. İsrail'in
adı her geçtiğinde kendimize hemen 'Filistin'i yok etmeyi amaçlayan terörist bir
devletten' bahsettiğimizi söyleyene kadar da, Amerikan kamuoyunun ve başka
Batılı izleyicilerin tavrında bir değişik ummamalıyız. Ortada Filistin'in
yıkımını amaçlayan ve bunu başaran bir devlet var. ABD'nin Filistinli
gruplar arasındaki kanlı sürtüşmede, geçici olarak desteklemek için Abbas gibi
zayıf ve itaatkâr bir lideri ve Muhammed Dahlan gibi iktidar açlığı çeken bir
savaş ağasını seçmesi, bir tarafın daha güvenilir olduğu ve desteğimizi hak
ettiği inancının değil, Amerika ve 'müvekkil'lerinin bölgedeki kanlı dövüşteki
piyonlarını seçmekteki rahatlığının işareti. Bugünün devlet adamları dünün
teröristleriydi ki, unvanları süpergücün ve müvekkillerinin ihtiyaçlarına göre
şekilleniyor; tıpkı daha dün Fetih'in ABD Dışişleri Bakanlığı'nın yabancı terör
örgütleri listesinde bulunması ve lideri Yaser Arafat'ın 'terörist' ilan edilip,
gizemli ölümüne değin Ramallah'taki başkanlık binasında sürgün edilmesi gibi.
İktidar ve prestiji elde etmenin ve karşı konulmaz kılmanın en kolay yolunun
tepeden sunulması olduğunu düşünen mevcut Filistin Yönetimi için, görünüşe
bakılırsa bu unsurlar hiçbiri sıkıntı yaratmıyor. Doğruyu söylemek
gerekirse, Abbas-Dahlan ittifakı 'efendi'lerin gözünde Hamas'ın yönettiği daha
bağımsız direniş grubuna nazaran çok daha büyük bir küçümsemeyi barındırıyor.
Abbas'ın İsrail Başbakanı Ehud Olmert ve ABD Başkanı George W. Bush'la katıldığı
sayısız toplantı ve fotoğraf seansları, sanki ortada samimi bir müzakere varmış
gibi görünmek için yapılan gösterilerden ibaret. Aslında Abbas defalarca, asıl
kararları İsrailli ve Amerikalı müzakereciler alırken bypas edildi. ABD'nin
Fetih'i desteklediğine dair tüm iddialara karşın, ne Abbas ne de Dahlan
fiiliyatta bu 'desteğin' bir faydasını görmüş değil. Hamas'ın Gazze'nin
kontrolünü rahatça ele geçirmesi, ABD'nin Fetih'e desteğinin aslında ne kadar da
az değerli olduğunu gösteriyor. Bununla birlikte 'Fetih'e yönelik aynı destek,
ABD ve İsrail'in bölgedeki ulusal güvenlik çıkarlarını desteklemek konusunda
büyük fayda sağladı.
İsrail Gazze'yi iyice
kuşatacak Televizyon ve gazetelerdeki görüntüler bir kez
daha eksik noktaları kapatma amacıyla çıkıyor; imparatorluk bağlamı Filistin'de
olduğu kadar Irak, Lübnan ve başka yerlerde de görünmez kılınıyor veya kasten
gölgede bırakılıyor. Hamas'ın Gazze'yi ele geçirmesi zalimler için kıymeti
ölçülemez büyüklükte bir hediye oluyor; zayıf ve baskı altındaki bir halkın
bölünmesini körüklemenin öngörülmemiş ama hoş karşılanan bir sonucunu
oluşturuyor. Abbas ve yamakları, tek bir Filistin'e dair komediyi bitirmek için
çalışan işgal rejimine Filistin'i ikiye bölünmüş halde sunuyor. Bu durum,
bölgesel hegemonya arayışında İsrail'in elde ettiği bir başarı, ABD'nin 'Terörle
Savaş'ı için bir zafer. İsrail-Filistin çatışmasına dair dillendirilen tüm tek
devletli, iki devletli veya iki uluslu devlet çözümlerine rağmen, gerçekte yakın
veya uzak gelecekte Filistin için devletli bir çözüm görünmüyor. Filistin
birbiriyle bağlantısız toprak parçalarından oluşuyor; bunların daha da küçük
parçalara bölünmesi de devam ediyor. Gazze'de bir 'Hamasistan' kurulmasından
korkanlar, sadece bu devletin yaşayabilir ve uzun ömürlü olmasından veya İslami
hukuk uygulayıp uygulamamasından endişe etmemeli. Zira Hamas'ın Gazze'deki
varlığı İsrail ordusunun merhametine bağlı biçimde kısa soluklu ve geçici bir
olacak; İsrailli askerler de örgütün bir yıl önce ilan ettiği ateşkesi
titizlikle uygulamasına karşın Hamas'ın iktidara gelmesinden beri Gazze'den bir
gün bile ayrılmadı. Hamas denetimindeki Gazze'den endişe edenler bunun yerine,
uluslararası toplum utanç verici bir sessizlik içindeyken Hamas'ın yok oluşunun
ve bunu izleyen zulüm, karmaşa ve ölümlerin nasıl haklı gösterileceğini
düşünsün.
Abbas 'İyi Çocuklar
Kulübü'nde Hamas'ın Gazze'deki 'zaferinin', Bush
Doktrini'nin Filistin'deki başarısızlığının işareti olduğu yönündeki iddialar
doğru değil. Kimse Ortadoğu kadar kaygan bir bölgede meydana gelebilecek tüm
gelişmeleri önceden kestiremese de, Hamas'ın Gazze'yi ele geçirmesi son kertede
İsrail ve ABD'ye yarıyor. İsrail'e fayda sağlıyor çünkü Hamas'ı yok etmesinin
yolunu açıyor; Batı Şeria'yı Gazze'den nihai biçimde koparıyor; ekonomik açıdan
hayatta kalamayacak toprak parçaları hakkında yeni atanmış 'ortaklar'la tekrar
'müzakerede' bulunmasını sağlıyor; bunlar da, yakında tamamen beton ve
dikenli telli duvar tarafından kuşatılacak, su kaynakları ve verimli arazilerle
bağı kopartılmış, 'Arapların girmesi yasak' yollarla parça parça bölünmüş
topraklar. Fay hatlarının derinleşmesine rağmen Ürdün'ün hemen yanı başında,
Mısır ve Suudi Arabistan'a dost, Hizbullah, Suriye ve İran'a düşman itaatkâr bir
kukla rejim kurulması İsrail ve ABD'nin işine geliyor. İki bundan daha
şimdiden fayda sağladı çünkü vaziyet yerel demokrasi denemelerini başarısızlığa
uğratmadaki taktiklerinin bir kez daha etkin olduğunu, bunlara meydan okumaya
cüret edenlerin, kısa zamanda halk egemenliği ve hukuk devletini savunup
uygulamanın ne kadar acı verici olduğunu öğrendiğini onlara gösterdi. Abbas,
yardakçılık ve işbirliğinin ne kadar iyi ödüllendirildiğini daha önce
öğrenmişti. Başbakan Haniye'yi görevden alan, ulusal birlik hükümetini fesheden,
yeni ve 'meşru' bir hükümetin kurulduğunu ilan edip, kendisiyle çalışmaları için
kendi arkadaşlarını atayan Abbas, son olarak Filistin Televizyonu'nunda yaptığı
konuşmayla ilgi çekti; Filistin Başkanı, ABD'de de izlenen konuşmada
'demokrasiyi nasıl güçlendireceğini' duyurdu. İşe, Hamas'ı kastedip, bir daha
'katillerle' konuşmayarak başlayacağını söyledi. Abbas'ın 'İyi Çocuklar
Kulübü'ne başvurusu şimdilik onaylanmış görünüyor. (ABD merkezli internet
sitesi, Wisconsin-Madison Üniversitesi Ortadoğu Çalışmaları Programı'nda doçent,
25 Haziran 2007)
__________________ ŞEYTANDAN VE ONUN EVLİYASINDAN KAÇINMANIN EN İYİ YOLU,ŞEYTANA KÜLAHINI TERS GİYDİRMEKTİR!
5 Mayıs 2003'te, yani Irak işgalinden üç ay sonra yazdığım yazının başlığı böyleydi. ABD Dışişleri eski Bakanı Madaleine Albright'ın öncülüğünde çalışan Pew Araştırma Merkezi'nin 21 ülkede yaptığı “Küresel Eğilimler 2003” araştırmasından şaşırtıcı sonuçlar çıkmıştı.
Bu sonuçları değerlendirirken, Türkiye ve dünyadaki ABD karşıtlığının sebeplerini sorgulamış, bu oranların öyle kolay kolay düşürülemeyeceğini iddia etmiştim. Yanılmamışım. Aradan dört yıl geçti, oran yine aynı hatta daha da yüksek.
Aynı kuruluş, bugünlerde yine böyle bir araştırma sonucu yayınladı. 47 ülkeden 45 bin kişiyle yapılan görüşmelerin sonuçları ABD açısından oldukça vahim. Araştırma; ABD karşıtlığı yeryüzünün her bölgesinde daha da arttığını, bu durumun sadece George Bush ve ekibiyle sınırlı olmadığını, ABD'nin temsil ettiği değerlere yönelik karşıtlığın oldukça etkili olduğunu, Washington'nı küresel politikalarının insanlığın ezici çoğunluğu tarafından tehdit olarak algılandığını hatta bu karşıtlığın giderek nefrete dönüştüğünü gösterdi. Avrupa'dan Latin Amerika'ya, Doğu Asya'dan Afrika'ya ve İslam coğrafyasına kadar yaygın bir karşıtlık söz konusu. ABD'ye en yakın ülke İngiltere'de bile sempati oranı sadece yüzde 51. Gerisini siz düşünün.
Dört yıl önceki ankette Türkiye'de ortaya çıkan verileri şu cümlelerle değerlendirmiştim: “Türkiye gibi, İslam dünyasının en Batılı ve seküler kurumların yerleşmiş olduğu, yıllardır ABD ile stratejik müttefik olan, bütün uluslararası operasyonlarda birlikte hareket eden ve dış politikası büyük oranda ABD'nin ulusal çıkarlarına göre şekillendirilmiş bir ülkede, halkın yüzde 72'sinin Amerika'yı askeri tehdit olarak görmesi, yüzde 83'ünün ise ABD'ye karşıt görüşlere sahip olması anketin en çarpıcı sonucu. Anlaşılan Türkiye'deki “Amerikan kuryeleri”nin çalışmaları etkili olamamış, uyguladıkları zihinsel kuşatma harekatı sonuçsuz kalmış.” ABD karşıtlığının ötesinde Türkiye kamuoyunun yüzde 72 ABD'yi açık tehdit olarak görüyordu ve bu ilk kez oluyordu.
Peki bu nasıl oluyor? Birilerini, bazı çevreleri ABD karşıtlığı ile suçlama ucuzluğundan kurtulamayanların öncelikle bu gerçekle yüzleşmesi gerekiyor. 2003 yılında yazdığım sebepler ortadan kalkmadı, tam tersine bunlara yenileri eklendi.
Böyle olduğu için şimdiki ankette de sonuç aynı çıktı: ABD karşıtlığının oranı yüzde 83. Sadece yüzde 9'luk bir sempati söz konusu. Burada ilgniç bir durum var: ABD karşıtlığının en yüksek olduğu ülke yine Türkiye.
Dört yıldır ya ABD yetkilileri hiç çalışmadı ya da bu ülkede ABD adına hareket edenler başarısız oldular. Veya bazı şeyler ters gitmeye devam ediyor. Bence son ihtimal daha güçlü.
2003'teki şartlar değişmediği gibi Türkiye ve çevresi için daha da kötüleşti. Bu yüzden hassasiyetler sadece Türkiye ile sınırlı değil. İşin gerçeği kamuoyu Osmanlı coğrafyasına yönelik yabancı müdahalelere sert tepki gösteriyor. Sanırım bu bir siyasal mirasla açıklanabilir. Son yıllarda K. Irak'tan Türkiye'ye yönelen tehditler de bu duyarlılığı nefret boyutlarına sürüklüyor.
O zamanki tespit ve uyarılarım bugün hala geçerli. Özetle şöyleydi:
“Sonuçlar; tehdidin Afganistan, Irak, Suriye, İran veya bazı örgütlerle sınırlı olmadığını, 1. Dünya Savaşı'ndan sonra ikinci büyük yıkımla yüz yüze gelen bölge için ABD'nin birinci tehdit haline geldiğini, “teröre karşı savaş palavraları”na kimsenin inanmadığını, kitlelerin yeni tehdide karşı inanılmaz bir duyarlılığa sahip olduğunu, Washington'dan dünyaya terör ve şiddet ihraç eden “yağma çetesi”nin “yeni dünya düzeni”ne karşı küresel cephenin oluştuğunu gösteren sonuçlar, Amerika'nın “Dördüncü Dünya Savaşı”nın aslında insanlığa karşı başlatılmış olduğunu gözler önüne seriyor.
Soğuk Savaş sonrası dünya yeniden kurulurken, ABD nereyi işaret etmişse oraya giden, Kafkaslar/Orta Asya, Balkanlar ve Ortadoğu'da ABD ve İsrail çıkarları için her görevi üstlenen, iki ülkeyle kurduğu stratejik eksenle Ortadoğu'yu düzeltmeye girişen, İslam dünyasından iki ülkeye karşı yükselen tepkileri göğüsleyen, bu güçlerin dayatmalarına göre kendi toplumunu hizaya getiren Türkiye'nin, resmi dış politika öncelikleriyle Türk halkının öncelikleri hiçbir şekilde örtüşmedi.
Türkiye, ya bugüne kadar olduğu gibi ABD-İsrail'in öncü gücü olarak cepheden cepheye sürüklenecek ya da küresel eğilimleri çok iyi izleyerek yeni bir perspektif geliştirecek. Bu gerçek, artık ertelenemez noktaya geldi.
Peki ABD, anket sonucunu Türkiye'ye saldırı gerekçesi olarak mı kullanacak? 'Madem Türkler bizi sevmiyor o zaman düşmanımız' mı diyecek. Yoksa bu Türkiye'ye yönelik yeni politikanın ipuçları mı? Neden olmasın. Göreceğiz..”
Peki dört yıl sonra Türkiye-ABD ilişkileri hangi noktaya geldi. Şimdi iç savaşı tartışır olduk. Dikkatle bakalım ki dört yıl sonrasını görebilelim….
Kaynak:Yeni Şafak Gazetesi
__________________ Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? ENBİYA 10
Fransa’da yeni Sarkozy hükümetinde Yerleşim Bakanlığı koltuğuna oturan Christine Boutin’in geçen yıl verdiği bir röportajda '11 Eylül saldırılarını Bush yönetiminin yaptırmış olabileceğini' ifade ettiği ortaya çıkınca ortalık karıştı.
08 Temmuz 2007 11:07
Fransa’da Nicolas Sarkozy’nin UMP partisinin emektar politikacılarından olan ve yeni hükümette Yerleşim Bakanlığı koltuğuna oturan Christine Boutin’in göreve gelmeden önce yaptığı açıklamalar başına bela oldu. 11 Eylül 2001 saldırılarıyla ilgili soruşturmaların yeniden açılması için çaba sarfeden ReOpen911.com internet sitesi Boutin’in geçen yıl Kasım ayında verdiği bir röportajı “Fransız hükümeti 11 Eylül’ü Bush’un düzenlediğini düşünüyor” başlığıyla yayınladı.
Röportajın videosunda Boutin’e “Sizce 11 Eylül saldırılarını Bush yapmış olabilir mi?” diye soruluyor, politikacı da “Bence mümkün”diye yanıt veriyor. Boutin daha sonra “İnsanların bunu anlatan sitelere büyük ilgi gösterdiğini biliyorum. Bu kadar kişinin inandığı bir şeyin doğruluk payı olduğunu düşünüyorum” diyor. Röportajın ortaya çıkmasının ardından Boutin’in sözcüsü “Sayın bakan, Sarkozy’nin fazla Amerikan yanlısı olmakla eleştirildiği bir dönemde Bush yanlısı ya da kaşıtı gözükmek istemedi” dedi.
Vatan
__________________ Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? ENBİYA 10
İngiliz proflar İsrail’i boykot ediyor, biz ne yapıyoruz?
25 Ağustos 2007
İngiliz proflar İsrail’i boykot ediyor, biz ne yapıyoruz? Mustafa Armağan
ABD’deki Yahudi derneğinin ‘soykırım’ desteği, İsrail ile Türkiye arasındaki bahar havasını bir anda kara kışa döndürdü. İsrail Sefir-i Kebirimiz Namık Tan tatilini yarıda keserek apar topar İsrail’e dönmüş. NTV’deki açıklamalarını dinledim, İsrail’deki lobiler vasıtasıyla ABD’ye ulaşılacak ve mesele çözülecekmiş. İşi bakın, biz Filistin halkının adım adım yok oluşa sürüklenişi karşısında Yahudileri sıkıştıracağımıza, kalkmış onlar bizi sıkıştırıyor.
Peki biz neyiz? Bir toplum olabildik mi? Bir millet? Ya da artık ağzıma alamadığımız terimle ümmet-i Muhammed’den miyiz? Cevaplar olumsuz galiba. Öyleyse kimiz biz? Kimiz biz ve nerede yaşıyoruz? Orta Doğu’da mı? Sahi neden kendimizi bu İngiliz icadı coğrafi ‘bölge’nin içinde düşünmekte bu denli ısrarcıyız ki? Biz İngilizlere “Orta Batılı”, Amerika Birleşik Devleti vatandaşlarına da “Uzak Batılı” diyor muyuz? Neden demiyoruz? Çünkü biz tanımlamıyoruz haritayı; tanımlanıyoruz daima. Kim bilir kaçıncı defadır İsrail’i tel’in mitingleri yapılıyor. (‘Lanetleme’ anlamına gelen bu kelimeyi de sanki kimse anlamasın diye asıl hedefin üstünü örtmek için kullanıyoruz.) Yapılsın, bir şey demiyorum, insanların, özellikle de Müslümanların tepkilerini göstermeleri tabii ki gerekir. Aksini düşünemem bile. Ne yazık ki, bilmediğiniz bir mekanizmayı lanetlemek çözüm olamıyor.
Neler olup bittiğini bilmiyoruz ki İsrail’de. Bu yüzden tepkilerimiz sade suya tirit oluyor ve birkaç gün sonra oyuncağından bıkan çocuklar gibi hevesimiz kaçıyor. Bir daha hatırlayana kadar bir kenarda tozlanmaya terk ediyoruz onu.
Oysa Filistin’de olup bitenler sadece intifada ile sınırlı değil, hatta sadece masum çocukların hunharca katledilmeleriyle de sınırlı değil. Hiçbir noktada güvenliğin olmamasından da söz ediyor değilim. Bir halk yok ediliyor. Filistin’in özü, özeti bu.
Nüfus olarak yok ediliyor, doğru. Ancak asıl büyük tehlike, Filistin’in iç tutunum (insicam) noktalarının başarılı bir toplum mühendisliğiyle berhava edilmesinde yatıyor. Filistinliler bütün bu katliama çocuk doğurarak cevap veriyorlar ama bahsettiğim yıkıma karşı çaresiz kalıyor tenasül bereketi. İnsanın en temel hakları alenen çiğneniyor. Yakaladıkları gencin kolunu bir kaya parçasıyla kırma olayını kastettiğim sanılmasın. O tarifi imkânsız bir gaddarlıktır kuşkusuz. Ancak en temel yaşama hakları ellerinden alınmış bir toplumun bu tip öldürme kaldırma olaylarını bizden daha bir metanetle karşıladıklarını da hepimiz görüyoruz. Ölüme ve kana bağışıklık kazanmış bir toplumun beynindeki plazmalar farklı gelişir. Bunu bilmemiz lazım. Kaldı ki Filistin’i sömürgeleştirme işini bu kaba zalimane metodlara havale edecek kadar safdil bir yönetim yok karşınızda. Hesaplar daha derinden yapılıyor burada.
Bilmem hiç dikkatinize çarptı mı: Radikal gazetesinin 30 Mayıs 2006 tarihli nüshasında “Filistin lehine bilim boykotu” başlıklı tuhaf bir haber yer alıyordu. İngiliz bilim adamlarının kurdukları akademisyenler sendikası NATFHE, yaptığı açıklamada İsrailli meslektaşlarını, devletlerinin Filistinlilere uyguladığı ırk ayrımcılığı (apartheid deniliyor buna) politikasına açıkça karşı çıkmadıkları ve ona destek verdikleri için suçlamış ve bundan sonra toplantılarına İsrailli bilim adamlarını davet etmeyeceklerini açıklamış, habere göre. Gerçekten de Batı’da uzun zamandır görmediğimiz cinsten cesurca ve son derece sivil bir tavırdı bu. NATFHE Genel Sekreteri Paul Mackney’in açıklaması da bir o kadar ilginç. Bakın gelen tepkiler karşısında bilginin olgunlaştırdığı ve onurlulaştırdığı bir bilim adamı, Filistin dramının hangi basılmayan dalına ayak basıyor cesaretle:
“Filistinlilerin haklarını destekleme tavrımızın ne kadar salakça olduğuna dair beni eğitmeyi amaçlayan binlerce e-posta aldım. Bunların çoğu İsrailli profesörlerin akademik özgürlüklerinin kısıtlanmasına tehditle yanıt verirken, Filistin'de akademik özgürlükten söz etmenin kara mizah olduğunu anmıyor bile. Filistinli öğrencilerle öğretmenlerin tek hareket özgürlüğü üniversiteye gitmek olurken, akademik yaşamın işlemesini sağlayacak en somut temeller bile bulunmuyor. Eylül 2000'den beri bir İsrail okulunun (saldırılara) hedef olmasına karşılık 185 Filistin okulu topa tutulmuş ya da taranmışken, adaletsizliğe karşı üniversiteleriyle birlikte Filistin sivil toplumuyla her zamankinden fazla dayanışmak gerekir. Beni zorbalıkla susturamazlar.”
İşte bilim namusu budur dostlar! Hadi YÖK izin verdi diyelim, bizdeki anlı şanlı profesörlerin kaçı bu onurlu çıkışı yapabilir Allah aşkına? Bir bilim adamı çıkıyor ve ben bu çuvalla bilgiyi insanlığın geliştirilmesi için, insanlığın daha iyiye gitmesi için, insanlığın acıları dindirmek için öğrenmiştim. Oysa siz İsrailli meslektaşlarım, bir halkın yok edilişine sessiz kalıyor, adım adım imhasına destek veriyorsunuz. Öyleyse sizinle yollarımız ayrılıyor, diyor ve ekliyor: Siz bilimi kendiniz için iyiye, başkası için kötüye işleyecek bir alet olarak düşünüyor ve kullanıyorsunuz. Hani bilim evrenseldi? Hani bilimin dini, ırkı şusu busu olmazdı? Yoksa bu Aydınlanma yalanlarına boş yere mi kandık yıllarca?
Aynı haberin altındaki bir not ise büsbütün uyarıcı nitelikte. Not şöyle: “Konferansa katılan İsrailli bir grup da, İsrail akademileri ile işgal politikaları arasındaki bağları anlatıp lisans mezunlarına doğrudan iç istihbarat servisi Şin Bet’te çalışma hakkı getirilmesi örneğini verdi.” Yani neymiş? İsrail üniversiteleri, lisans mezunlarına doğrudan milli istihbarat servisinde çalışma hakkı tanıyormuş. Yani üniversiteler ile İsrail’in işgal politikaları arasında güçlü bir bağ var.
Merak edip bu NATFHE’nin internet sitesine (http://www.tufp.org.uk/Unions/NATFHE/natfhe.html) girdim ve İngiliz akademisyenlerin kendilerini tanımlarkenki vakarlarına, eleştirilere verdikleri soğukkanlı cevaplarına, her şeyden önce de ahlakî tavırlarındaki netliğe hayran kaldım. Onun için aynen çevirmek istiyorum bir paragrafı: “NATFHE İsrail aleyhtarı olmayıp 1980’lerin sonlarında Bir Zeit Üniversitesi Dostları ile temasından beri Filistin’deki eğitimle ilgilenen bir kuruluştur. Bize öyle görünüyor ki, Filistin’de kurulacak sağlam bir eğitim sistemi, bölgede barışın inşasına temel teşkil edecek olan sivil toplumun köşe taşlarından biridir. Aynı şekilde İsrail’in genelde Filistin halkına yönelik baş saldırgan olduğu, güvenlik bölgeleri oluşturmak için insanları yerlerinden yurtlarından ettiği, bir yandan Filistinli otoriteleri terörizmin kökünü kazımak için neden daha fazla şey yapmadıkları için suçlarken, öbür yandan zaten cılız olan altyapısını tahrip ettiği gerçeğine gözümüzü kapayamayız. Hiç şüphesiz Filistinli otoriteler geçmişte daha fazla şey yapabilirlerdi ama Ramallah ve diğer Batı Şeria şehirlerindeki son yıkımlar bu sürece zarar verir, Filistinli otoritelerin kendi toplumları gözündeki güvenilirliğini ve işbirliği yapma azmini tahrip eder.”
Hem okullara roket saldırısı düzenleyen ve eğitimi engelleyen, herşeye rağmen okullarına gitme mücadelesi veren öğrencileri de, binbir çeşit ayrımcılığa tabi tutmak suretiyle yükselmelerine ve meslek sahibi olmalarına mani olan İsrail devletinin bu zalimce uygulamalarına karşı mücadele veren İngiliz akademisyenleri insanlık adına bağrıma basmak ve bizim yapamadığımızı yaptıkları için kendilerine teşekkürlerimi iletmek istiyorum.
Başta da söylediğim gibi heyecanla ve sloganlarla değil, bilgiyle, kalple, İslamiyetin bizlere en büyük ihsanı olan mazlumlarla birlikte olmak adına hepimiz neler yapabileceğimizi düşünelim. Elin İngilizi bulmuş da, biz mi bulamayacağız?
__________________ Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? ENBİYA 10
Katılma Tarihi: 24 haziran 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 669
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
selam..
sünnetullah işlemesine hep işlerde bazende Allahın lutfu keremi gelip yetişir...üzülmeyin tasalanmayın..eğer bilirseniz üstün olan sizlersiniz..
asrı saadet müminleri gibi imana sahip bir milletle kimse başa çıkamaz..tüm herkes bir araya gelse bile..
insanlar aleyhinizde toplandılar haberi onları korkutmak yerine imanlarını sağlamlaştırır..
bizden iman sahibi 1 kişi onlardan 10 kişiye...bizden iman sahibi 10 kişi onların 20 sine galip gelir..
din unutulmuş...suni güç gözlerde büyütülmüş...imanlar sönmüş..şimdi en büyük tehlikenin abd ve uşakları olduğu söyleniyor...en büyük tehlike dini doğru anlamamaktır..dini doğru anlayıp yaşayan ise Allahtan başkasından korkmaz..dini doğru anlamak ve yaşamak dileğiyle
selametle
__________________ Herkes kendi ameliyle Allah’ın huzuruna gider
Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi tarafından 'Ermeni soykırımı'nı kabul eden ABD'nin, "demokrasi getireceğim" diye bombalar yağdırdığı Irak'ta yaptıklarının fotoğrafı. Yorum sizlerin.
Ne çabuk unutuyoruz! Ne çabuk hafızalarımızdan silinip gidiyor! En acı insan hikayelerini bile birkaç gün içinde kanıksıyoruz. Hemen yanı başımızda bir milyonun üzerinde insanın ölümünü bile kaçımız hatırlıyor şimdi ve bu bizde ne tür hisler uyandırıyor?
En son işkencelerin dünyayı sardığı dönemde yaptıklarını açıkça itiraf etmekten çekinmeyen CIA mensubu John Kiriakou, "Onlara öyle işkence yaptık ki Allah'ı gördüler" şeklinde tüyler ürperten cümleleri rahatlıkla söylerken, hiçbir ciddi karşılık bulmazken, hala insan gibi yaşamaya devam edebilirken neyi sorgulayacaksınız ki! Bu ağır insanlık suçunu meşru göstermeye yönelik sözler kıyameti koparmalıydı. Koparmadı… Oysa aynı şeyler devam ediyor. Edecek de… Aynı insanlar, aynı güçler tarafından.
O zamanlar, bunları; o işkenceleri yazdığım için bazı çevrelerin şahsıma karşı başlattıkları ambargoları hala devam ediyor. Etsin, ben hatırlatmaya devam edeceğim.. Bugünkü gibi.. Irakta yayınlanan bir gazete, 10 Eylül tarihli nüshasında o CIA mensubunun itiraflarından çok daha dehşet verici bir gerçeği yeniden suratımıza çarptı. Yüzlerce aydının, akademisyenin, din adamının, bilim adamının nasıl öldürüldüğünü, kaçırıldığını, yok edildiğini…
Gazeteye göre beş yüz elli civarında bilim adamı öldürüldü. Yine gazeteye göre, bu ölümlerden İsrail istihbarat servis Mossad ve ABD Savunma Bakanlığı Pentagon sorumlu. Ölümler, tıpkı işkenceler gibi, sistematik bir şekilde gerçekleşti. Bazıları nükleer fizikçi olan bu insanlar, ABD ve İsrail'le işbirliği yapmadığı için ya da aynı ülkeler için tehdit görüldüğünden öldürüldü.
350 bilim adamı ve 200 profesörün bir ülkede öldürülmesi nasıl bir travmaya neden olur? Dünyada böyle bir olay daha önce yaşanmış mıdır? Düşünebilmek bile mümkün değil. Bir aydın soykırımı yaşandı, hala devam ediyor. Dünya böyle bir vahşete nasıl oldu da seyirci kalabildi, kalıyor? Anlamak mümkün değil.
Madem hatırlatıyoruz, bu olaya ilişkin bilgileri de tazeleyelim. 15 Mart 2006… O zaman sayı bu kadar değildi. Korkunç olaya ilişkin bu köşede aktardığım bilgilere bakalım:
"Prof. Dr. İmad Sarsam. Arap Tıp Birliği üyesi. Öldürüldü! Prof. Dr. Muhammed A.F. er-Rawi. Irak Fizikçiler Birliği üyesi. Öldürüldü! Prof. Dr. Mecid Hüseyin Ali. Bağdat Üniversitesi öğretim üyesi. Öldürüldü! Prof. Dr. Vecih Mahcub. Fizik eğitimi üzerine 8 kitabı var. Öldürüldü! Prof. Dr. Sabri Mustafa el-Beyati. Bağdat Üniversitesi. Öldürüldü! Prof. Dr. Mustafa el Mashadani. Bağdat Üniversitesi, dinler tarihi. Öldürüldü! Prof. Dr. Halid M. Al Canabi. Babil Üniversitesi İslam tarihi öğretim üyesi. Öldürüldü! Prof. Dr. Abdulcabbar Mustafa. Musul Üniversitesi, siyaset bilimci. Öldürüldü! Prof. Dr. Esad Salim Shrieda. Basra Üniversitesi Mühendislik bölümü dekanı. Öldürüldü! Prof. Dr. Abdullatif el-Mayah. Mustansiriye Üniversitesi Ekonomi bölümü öğretim üyesi. Öldürüldü! Prof. Dr. Leyla Abdullah es Saad. Musul Üniversitesi Hukuk fakültesi dekanı. Öldürüldü!
Prof. Dr. Mohammed Munim al- İzmirli, Prof. Dr. Hazim Abdülhadi, Prof. Dr. Abdul Sameia el Cenabi, Prof. Dr. Alim Abdülhamid, Prof. Dr. Muhammed Tuki Hüseyin el-Talakani, Prof. Dr. Ali Abdul Hüseyin Kamil, Prof. Dr Muhammed Er Ravi, Prof. Sabri Mustafa El Beyati ve daha niceleri…
Bazıları fizikçi, bazıları tarihçi, bazıları hukukçu, bazıları edebiyatçı, bazıları tıpçı, bazıları sanat tarihçisi, bazıları ilahiyatçı… Onlarca insan, eğitimci, bilim adamı.. Hepsi öldürüldü, öldürülüyor! Bazıları kafasına sıkılan tek kurşunla, bazıları işkence ile. Bazıları evlerinde, bazıları fakültelerinde, bazıları sokakta, bazıları Ebu Gureyb gibi işkence merkezlerinde, bazıları ise bilinmeyen yerlerde...
Sizin isimlerini okumaktan bile sıkıldığınız bu insanlar, Iraklı akademisyenler, aydınlar, bilim adamları birer birer öldürülüyor. Sadece isimlerini yazsam bu köşeye sığmaz. Sadece yukarıdaki isimleri aldığım listede 47 isim var.
En az 250 bilimadamı bu şekilde öldürüldü. Yüzlerce bilim adamı, aydın kaçırıldı, kayboldu, akıbetleri bilinmiyor. Binlercesi ölüm korkusuyla Irak'tan kaçtı, kaçmaya çalışıyor. BM rakamlarına göre Irak yüksek eğitim kurumlarının yüzde 84'ü yakıldı, soyuldu, yıkıldı.
Bir ülkenin eğitici kuşağı yok ediliyor. Sadece işgaller, yağma ve harabeye dönüşen şehirler değil, işgal Irak'ın hafızasını, beynini de yok ediyor. Bilgiye açılan bir savaş bu. Şii-Sünni fark etmiyor, öldürülenler Irak'ın önde gelen, seçkin insanları.
İçişleri Bakanlığı'nda ve Savunma Bakanlığı'nda örgütlenen, Bazı Iraklı gruplar ile ABD, İngiliz ve İsrail istihbaratının kurup yönettiği "Ölüm mangaları", şu ana kadar tam 7 bin kişiyi öldürdü. Hepsi bu kadar değil. Bu, sadece Bağdat morgunun kayıtlarına geçen rakam…
Türkiye'de ya da her hangi bir ülkede birkaç aydının, bilim adamının, akademisyenin bu şekilde öldürülmesinin yol açtığı travmayı düşünün ve Irak'ta nasıl bir kaos yaşandığını tahmin edin…."
Neredeyse iki yıl oldu. İki yılda başka hangi aydınlar, bilim adamları, toplum önderleri öldürüldü? Kim tarafından, ne amaçla ve nasıl? Öldürenlerin, ölümlere karar verenlerin bir çoğunu belki de televizyon ekranlarında, gazete sayfalarında bambaşka kimliklere sığınmış isimler olarak görüyoruz.
Söz konusu haberi okuyunca hayatını kaybedenlerin anısına bir kez daha hatırlatmak istedim. Yüzlerce kez hatırlatılsa yeterli olmayacak bir trajedi bu.
İsrail'in dün sabah başlattığı kara operasyonunda ölenlerin sayısı 67'ye ulaşırken Olmert, İsrail'in savaşı durdurma niyetinde olmadığını açıkladı. Dünyayı şok eden kareler:
02 Mart 2008 13:59
Yazı boyutunu büyütmek için
İsrail ordusunun dün sabah başlayan kara operasyonunda ölenlerin sayısı 67'ye ulaştı. Operasyonda bir günde 61 kişinin öldürülmesiyle, 2000 yılı intifadasından bu yana en kanlı gün yaşandı.
İsrail ordusu uçakları, gece Gazze'nin farklı kesimlerinde çeşitli hedeflere füze saldırıları düzenlerken, saat 03.00 sıralarında uçaklardan atılan 3 füze, Gazze kentinin batısındaki, El Rimal bölgesindeki başbakanlık binasını vurdu.
Filistinli görgü tanıkları, binanın büyük hasar gördüğünü ve saldırıda 5 kişinin de yaralandığını kaydettiler. Hamas, İsrail'in bu saldırıyla "tüm kırmızı sınırları aştığı" açıklamasını yaptı.
İsrail ordusu da Hamas hükümeti Başbakanı İsmail Haniye'nin karargahının hedeflendiğini doğruladı ve gece boyunca diğer hedeflere toplam 6 füze saldırısı yapıldığını duyurdu.
İsrail ordusu, dün geceden itibaren tanklarla ateşe de başladı. Bu arada gece, sınırı ayıran çitlerin yakınına bomba yerleştirdiği öne sürülen bir grup militana da füze saldırısı düzenlendi, bir militanın öldüğü belirtildi.
Yerel radyolar, gece boyunca vurulan yerlerde ölen veya yaralananların toplanması için ambulansların ancak sabah saatlerinde harekete geçebildiğini aktardı.
Bu arada, Gazze'de yayın yapan iki radyonun, Hamas'a bağlı El Aksa radyosu ile Filistin Hallk Kurtuluş Cephesi'nin Şahap radyosunun tehdit edildiği öne sürülüyor. Şahap radyosunun, tehditler nedeniyle yayınlarını arabadan sürdürmek durumunda kaldığı da ifade ediliyor. Öte yandan Filistinli militanların İsrail tarafına roket saldırıları durmadı. Kassam roketleri, Sderot'ta bir çocuk bahçesinin yakınına düştü, ancak ölen veya yaralanan olmadı. Bir Katyuşa füzesi de Haniye'nin başbakanlık binasının vurulmasından hemen sonra, Necef'in batısındaki Netivot'ta bir mezarlığa düştü, ancak herhangi bir zarar gelmediği bildirildi.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma