Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
§ TASAVVUFUN DİNİ
Şüphe yok ki, alçak batılın yüce haktan bir yardımı ve çirkin küfrün tertemiz iman ruhundan bir desteği olduğunu sandıklarımız dışında, tasavvufun İslâm'dan başka her türlü batıl din ve inançtan bir desteği ve kaynağı bulunmaktadır
. Zaten tasavvufçuların kendileri de katıksız hakkın kendisi olduğunu iddia ettikleri tağutlarının dininden başka her şeyden beri olduklarını söylemektedir. Tasavvufun kâhinlerinden olan et-Tilimsani şöyle diyor: 'Kur'ân'ın tamamı şirktir. Tevhid ancak bizim sözümüzdedir.' (1) İbn Arabi de -zındıkların dini olan- Fususu'l-Hikem kitabını kendisine Hz. Peygamberin verdiğini ve şöyle dediğini iddia etmektedir: 'Bunu insanlara söyle, ondan yararlansınlar. Ben de bu arzuyu, eksiltmeden ve ilavede bulunmadan olduğu gibi gerçekleştirdim. Allah'tan dinleyin ve Allah'a dönün.' (2)
Gerçek şu ki tasavvufçular, sapık her türlü inançtan ve batıl her dinden pekçok şeyler almakta, ona iman ederek kendilerine nisbet etmekte ve ateşi etrafında dolaşan kelebeğe varıncaya kadar herkesi bu mecusiliğe inanmaya çağırmaktadırlar. Aksi halde vahdet-i vücut hurafesi ile dinlerin birliği efsanesinin İslâm'la ne ilgisi vardır? !
Vahdet-i vücut, yüce Allah'ın bütün yaratıkların aynısı olduğu, zat, sıfat, isim ve fiillerde diğer varlıkların kendisi olduğu, hayatı veren ile sağır taşların ve çürüyüp kokuşmuş kemiklerin aynı varlık olduğunu iddia etmektedir.
Dinlerin birliği ise, kafirin küfrü ile müminin imanı, facirin günahı ile salih kişinin iyiliğinin aynı olduğunu,
Hz. İbrahim'in dini ile babası Âzer'in dini, Musa'nın imanı ile Firavn'ın küfrü ve Ebu Cehl'in putperestliğiyle Hz. Muhammed'in tevhidinin aynı şey olduğunu söylemektedir.
Hepsi de dinin rabbi ve peygamberidir. Hepsi de ilahi zatın görünümüdür. Ne var ki bir görünümünde Muhammed, bir görünümünde de Ebu Cehl adıyla adlandırılmıştır.
Gerçekte ise her iki görünümde ve isimde de ondan başkası değildir. İblis'in din ve imanının Cebrail'in din ve imanının aynısı olduğunu, daha da ileri giderek İblis'in Allah'ın huzurunda bulunma âdâbını Cebrail'den daha iyi bildiğini ve makamının ondan üstün olduğunu ileri sürmektedir. Bu küfür saçmalıkları İslâm'dan mıdır? !
ALLAH'IN DİNİNE İFTİRA
Anlıyamıyorum, ispat edecek bir delile ihtiyacı olmıyan bir şeyi ispat etmek için ne diye deliller sıralayıp duruyorum. İspat için delile ihtiyaç yoktur, diyorum. Çünkü tasavvufçuların kendileri buna inanarak itiraf etmektedir.
Tasavvufçulara sorunuz, tasavvufa bulaşmış kişileri neden İslâm'ın adlandırdığı gibi müslüman değil de sofu diye adlandırıyorlar? İki isim zifiri karanlık ile göz kamaştırıcı aydınlık kadar birbirinden farklı olduğu halde neden bu yola saparak müslümanların yolundan ayrılıyorlar?
Yüce Allah'ın kendisine şuurlu ve inançlı olarak kulluk yapanlara verdiği isimleri bir tarafa bırakarak zillete veya küfre delaletten başka meziyeti bulunmıyan isimlere neden meylediyorlar?
Tasavvufçulara sorun, tasavvuf dininin kahinleri ve âyinlerinin rahipleri kimlerdir?
Tağutlarının kin ve nefretlerini neden Allah'ın kitabı ve Rasûlü'nün sünnetine tercih ediyorlar? Sorun, zavallı insanları hak dinden saptırarak İslâm'ın şeriat ve hakikat olduğu iftirasını neden söylüyorlar? Şeriatla yüce Allah'ın Hz. Peygamber'e indirdiği vahyi, diğeriyle de tasavvufun bidatlarını fısıldaşan iblislerin vesveselerini kastediyorlar. Tasavvufun bütün hurafe ve bid'atlarını sorun!
Fakat kendinizi yormayın. İşte şii Fatımî eğilimli ve tasavvuf dinine bağlı İbn Acîbe sorduğunuzun cevabını vermektedir.
İşte size attığı iftira: 'Bu ilmin (tasavvufun) kurucusu Rasûlullah'tır. Allah ona vahiy ve ilhamla öğretti. Cebrail önce şeriatı getirdi. O tamamlanınca arkasında hakikatı indirdi. Onu da sadece bazılarına verdi. Bunu ilk defa açığa vuran ve hakkında konuşan kişi Ali'dir. Ondan Hasan el-Basri almıştır.' (1)
Şüphe yok ki bu, Rasûlullah'a yapılan haince bir iftiradır. İlmi gizlemekle suçlayarak yapılan melun bir suçlamadır. Sonra hangi ilim? Tasavvuf dininde hakikat ilmi. 'Allah'ın kendisine öğrettiği bir ilmi gizliyen kimseye kıyamet günü ateşten bir gem vurulur' (2) diyen bir peygamber hakkı, ilmi ve delaletlerini gizlemiş, öyle mi? !
Sonra bu iftiranın arkasında Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman ve diğer nezih ashabı insanı Allah'a sevdiren şeyleri bilmiyecek kadar cehalet ve dalalet ehli olarak suçlama da yatmaktadır.
Yine selefi ve halefiyle temiz müslümanları gerçek iman sıfatından soyutlama konusunda planlı ve kin dolu bir gayret bulunmaktadır. Sadık müminleri ve şehitleri böyle bir itham altında bırakmak tasavvufçulara günah olarak yeter.
TASAVVUFA GÖRE BİLGİNİN YOLU
Tasavvufçular, kendilerini İslâm'ın dışına çıkaran bir iftira daha yapmaktadırlar. O da şeriatın veya aklın değil, sadece kişisel zevkin bilginin kaynağı ve yolu olduğuna inanmalarıdır. Allah'ı, sıfatlarını ve hakkında bilmenin vacip olduğu diğer şeyleri bilmenin yegane yolu bu zevktir.
Eşyanın hakikatlerini değerlendiren iyi veya kötü, hayır yahut şer, hak veya batıl olduğuna hükmeden zevkin kendisidir. Onun için tasavvufçuların sayısız ilah ve tanrılara inanması, bir kolunun bir puta diğerinden farklı şeylerle tapması yahut tasavvufun batıl diğer kollarının tanımadığı bir putun karşısında eğilmesi kaçınılmazdır.
İsim ve müsemmalarda hakem ve ölçü olarak sadece kişisel zevki kabul ettiği müddetçe tasavvuf kollarının değişik tanrılara inanması ve her birinin bu tanrılara değişik şekillerde boyun eğmesi kaçınılmazdır. Çünkü eşya ve olaylar için bugün verdiği manayı zevk, yarın zıddı ile değiştirir ve nesheder. Zıtların bu derece çok oluşu ve aralarında öfkenin bu dereceye varması her zaman tasavvufun çarpık mantığının boyasıdır.
Tasavvufçular, liderlerinin heva ve heveslerinin tutsağı oldukları için değişik kollara ayrılmış ve yollara sapmışlardır. Her biri başındaki kahinin put edindiği şeyi tanrılaştırmakta ve hevasının uydurduğu hurafelerle ona ibadet etmektedir. Halbuki hepsi de heva ve heveslerine uyarak İslâm'ı ve İslâm cemaatini yoketme amacı üzerinde birleşmektedirler.
Şeyh efendinin bu söylediklerime itiraz edeceğini sanmıyorum.
Çünkü hepsini en az benim kadar bilmektedir. Aksi halde ne diye bu kadar fırka ve tarikat birbiriyle boğuşmakta, niçin bu kadar sayısız şeyh birbiriyle rekabet etmektedir! Ne diye her biri diğerine lanet okumakta, şeyh efendinin huzuruna her çıkan diğerini yerin dibine batırmaktadır! Hatta şeyh efendiye karşı kurnaz bir riya ve edepsiz bir hile ile yürüttükleri bu kampanyalar ve alevlendirdikleri bu savaşlar nedendir. (1) Şeyh efendiye karşı sürdürdükleri savaşın sebebini ben söyliyeyim.
Çünkü daha önce her hangi bir tarikat şeyhi olmadığı ve tasavvufta uzun geçmişi bulunmadığı için onu kendilerinden saymamaktadırlar. Şeyh efendi, lütfen bunu cesaretle açıkla. Açıkla ki Allah sana hidayetini ve sadıkların makamını versin. Şüphesiz her mümin bunu gönülden arzulamaktadır.
Yazinin Yazari elekçim
http://forum.antoloji.com/tartisma/tartisma.asp?forum=10741& amp;page=2&mesaj=0&aragun=9999&ara=tasavvuf
|