Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
İnanın bilgisayarın başında gülmekten bihal oldum,ancak kendime geldim. Bu aralar cidden aklım o kadar karışık ki-genelde de böyleyim ya neyse-sadece elli hariç bin yıl bölümünü alıp nerelere getirmişim,yazınızın tamamını okumuştum oysa
Kaba bir tabir olacak;ama başkası paklamaz beni. Şimdi çaktım köfteyi
Çok özür dilerim sizi böyle açıklama yapmak zorunda bıraktığım için. Çok büyük bir utanç duymamın yanısıra gülmekten de gözlerim yaşardı. neyse...
Hukuk Devleti'nin felsefesi; ağaç üzerindeki maymunların türküsü olduğu rivayet edilen; Ahmed Haşim'in şu kıt'asının mazmunu olamaz: -Nasıl istersen öyle dinle, bakın!: / Dalların zirvesindeyiz ancak / Yarı yoldan ziyade yerden uzak / Yarı yoldan ziyade mâha yakın.
Böyle olsa idi, Alman Anayasası'nın önsözünde “Tanrı önünde sorumluluk” bilincinden söz edilmez, İsviçre Anayasası'nın başında da “Kaadir-i Mutlak Tanrı = Allah Adıyla” ibaresi yer almazdı. Maymunlar esasen kendi düşünce yetenekleri nisbetinde böyle bir türküyü ağaç üzerinde söylemiş iseler, hoş görülür ve hoşa gider. Kendilerinin aya ve yere uzaklığını, dalların zirvesinde oldukları zaman, eşit sayabilirler, kendilerini orta noktada sanabilirler.
Bir insan da “agnostik” olduğunu söyler, “ben ateizm ile tevhid inancı arasında, eşit uzaklıktaki ortak noktada nirvânaya eriştim, mümkün değil Hudâ'yı bilmek de bilmemek de” derse, “lâ ikrâhe fîd-dîn!” deriz ve ona acırız. Çünkü Allah, aklî apaçıklıkların en apaçık noktasından idrâk edilir. İnkâr edilmesine de, bilinemezciliğe de, ikirciklenmeye de -bunu da reybîlik mukaabili olarak ben uydurmuş olayım- aklen ve mantıkan imkân yoktur.
Sevgiden kaynaklanan “adalet” değeri ve ölçütü de vücuda ve mevcudata varlık bağışlayan Allah'ın bir bağışı olduğuna göre, “Hukuk Devleti; Yaratıcı ve Rabb'in bağışı olan Tabiî Hukuk değerleri ile; İblis'in sahte değerleri arasında, hiçlik noktasında kalmaya mecburdur, aksi takdirde eşitlik ilkesi bozulmuş, lâiklik ilkesi de elden gitmiş olur” iddiası da mantıkî bir muhakeme ile ipliği pazara çıkacak olan, Hukuk Devleti (Adalet Devleti) ideali açısından boş bir iddiadır. Boş olmakla kalmayıp vahîm, çok tehlikeli bir iddiadır da! Allah'ın var oluşu ve bu varlığın ezelî ve ebedî oluşu, aklî bir apaçıklıktır.
Şair de belki Allah'ın varlığının aklî bir apaçıklık olmadığı anlamında değil, zihne sığdırılmasının imkânsızlığı anlamında, çelişkili görünen bu mısra'ı söylemiştir: Allah'ı bilmemek mümkün değildir. İnkâr edilemez. Ancak, Sübhân olan Allah; zihinlere değil, sadece sevenlerin gönüllerine sığar. Bunun için de “üzerimize dolunay ışıdı / Veda' Geçiti'nden gelerek!” beytinde anılan Bedr'den, Yüce Sevgili'den, Rahmeten-lil-Âlemîn'den, Ehl-i Beyt'den gafil olmamak şarttır. “Yarı yoldan ziyade aya yakın” ve dolayısı ile “yarı yoldan ziyade aydan uzak” olduğunu söyleyenler, bunu bir erdem ilkesi, bir davranış kuralı haline getirmemelidirler. Ne var ki Hukuk Devleti'nin görevleri arasında “doğru inanç dayatma” yoktur.
İşte bazılarının “Laiklik ilkesi” adı altında olduğundan farklı anlamlar yüklemek istedikleri Hukuk Devleti ilkesinin ilk anlamı bu noktada karşımıza çıkar. Ancak, bu ilke de sevgiden kaynaklanan Adalet Düzeni'nin bir ilkesidir. Yoksa Sevgi'den kaynaklanıp bu noktaya gelen “Lâ ikrâhe fîd-dîn” süreci ile bu noktanın “inanç özgürlüğü”nden yararlanan bir sevgi inkârcısı; bu noktayı “eşit uzaklıkta orta nokta” ilân edip başkalarının sevgi ve sevgi değerleri imanına karışamaz. Onların inanç ve inançlarına göre yaşama özgürlüklerini gasb edemez. Bu beceriğine de “militan demokrasi” adını veremez.
Sevgiden kaynaklanan ve Hukuk Devleti'nin temel değeri olan Adalet değerinden bu noktaya kadar gelen sevgi sürecinin önünü kesmek ve bu noktadan bir kötülük süreci başlatarak bu tersine süreç ile sevgi kaynağına kadar sevgi sürecinin kökünü kazımak, ardından da sonsuz sınırsız Sevgi Nuru'nu söndürmeye çalışmak mümkün müdür? Zulmet ve zulüm de Nûr ve Adl-u İhsan gibi bir “varlık” olsa idi, bir dereceye kadar bu düşünce akıl kârı sayılabilirdi. Oysa akıl ve mantık ile düşünüldüğü takdirde anlaşılır ki, “zulmet”, belirli bir zaman ve mekânda “Nur”un nisbî ve izafî yokluğu demektir. Zulmet araç gibi kullanılarak Nûr söndürülemez. Bush'un çevresinde bir bilge kişi kaldıysa, bunu kendisine söylemesi münasip olur. Buna karşılık, Allah Nûrunu tamamladığında, Nûr gelince zulmet gider.
Sevgi'nin Hukuk Devleti süreci önüne baraj yapmaya kalkışan “Nâmert”ler de vardır. Bunlar, “Nalıncı Keseri Devleti”ni, “Rabbenâ! Hep bana!” ilkesini, nisbî ve izafî zulmet şartları içinde benimseyip bir saplantı haline getiren ırkçılardır. Oysa sevgi nehri baraj dinlemez. Sevgi Nûru, kaçak tel çekilerek sadece kendi evine alınamaz. Buna teşebbüs edenleri Sevgi Nuru'nun sonsuz ve sınırsız gücü çarpar.
Oysa baraj ve kaçak tel çekme teşebbüsleri ile vakit kaybedilmese idi, bu sevgi sürecinin feyzi ile bütün yeryüzü cennet olurdu.
İmdi ey kardeşler, “eşitlik ilkesi” demek, “iyi ve kötünün eşdeğerliği” ilkesi demek değildir neûzubillâh! “İnsanlık onurunda eşitlik ilkesi” demektir. “Hayır ve şer arasındaki orta noktada, eşit uzaklıkta kalma”yı, Hukuk Devleti yöneticilerinin ahlâkî hareketsizliği ve pasif kalmaları ilkesini, herhalde muz ağacında tek başına kalmayı isteyen bir sevimli şempanze uydurmuş olsa gerektir. Vallâhu a'lem! (H.HATEMİ)
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
"Ama özellikle haram kelimesi ile konu özellikle vurgulanıyor ki burada bilinen bilimeyen bir hikmet var. Hemen aklıma gelen bir örnek vereyim... Hiç bir ayette vakit namazları için rakam belirterek (2-3-4-5) vakit amaz kılınız emri yok" Dedim.
"Benim itirazım burada bilinen bilinmeyen bir hikmet var iddiasına idi. Arkasından şöyle denip dinde hüküm verildiği için: madem hikmet var hüküm şudur.
Hayır! Hikmet var bahanesinyle kendi yorumunu din hükmü sayan beşerin marifetidir bu. Din hükümleri Allah’ın tekelindedir, beşerin hikmet var bahanesiyle din hükümleri koyup Allah’ın tekelini sulandırma yetkisi olamaz:" Dediniz.
Daha önce de gönderdiğim aşağıdaki yazı ışığında eleştiriler getirirmisiniz lütfen...
Sevgili Hasan Akçay
Olayı karmaşıklıtan ve ön yargılardan arındırarak basite indirgeyelim.
Kanunlar da, Kuran-ı kerim de insanların mutluluk ve sağlığı için bir yol gösterici ve rehber olduğunu hep beraber kabul ediyoruz. Burada anlaşmazlık yok sanırım.
Sizin değiminizle , kanunlardaki yanlışlıklar demokratik yoldan değişir.Bu da tamam.
Medeni kanunumuzda, ana, kızkardeş,teyze,hala,kaynana,gelin ile evlenmek yasak.
Kuran-ı Kerimde ise ise aynı yasaklar var farklı olarak sütanne ve sütkardeş ile evlilik yasak bir de öz evladın hanımı yasak evlatlığın hanımı yasak değil.
Kuranı-ı Kerim evrenselse, bütün dönemlere gelmişse, sütanne ve sütkardeş ile evliliğin yasaklanmasında bir hikmet var demektir.
Ne dini ne tıbbi ne de diğer bilimsel kitaplarda bu konu açıklanmamıştır.
Acizane bu hikmeti benim penceremden görmeniz ve paylaşmanız dileği ile;
Ayetlerde namaz vaktini aleni, açık seçik rakam olarak belirtmiyorda, süt emme vaktini neden aleni, açık seçik 2 rakam olarak belirtiyor?
Ayetlerde teyze kızı,dayı kızı, hala kızı ve amca kızı ile evlenmenin haram olduğunu yazmıyorda, sütkardeş ve sütanne ile evlenmeyi neden haram kabul ediyor?
Ayrıca evlatlığın eşi ile (ayrıldıktan sonra) evlenmek caiz de, sütkardeş ve sütanne ile evlenmek neden haram?
Sevgili Akçay, tüm bu soruları bütün olarak değerlendirirsek hak kitabımız bize şunu söylüyor.
Sağlıklı olun...
Sağlığı özellikle ruh sağlığı yerinde olmayan insanın, ibadeti de ,fikri de zikri de, beşeri ilişkileri de hastalıklıdır.
Takdir edersinizki dinimizin emeli ve nihayi hedefi sağlıklı insanlarla HAKKA koşmaktır.
Sağlıklı olmanın ilk şartı, süt değildir. Sütannedir. Çocuğun annesini , annenin de çocuğu hissetmesi için ya karnında taşıyacak ya da emzirecektir. Bakım besleme ile annelik olmaz olsa olsa sevap olur
Bir hanif kardeşimizin 1. yazdığı' Elbetteki ben sağlık konusunda uzman değilim, ancak zaman zaman televizyonda bu konu hakkında uzmanların açıklamalarını izlemekte, ve bu konuda yazılmış kitapları okumaktayım.Onların verdikleri bilgilere göre,annesütünün bir alternatifi yok.Yeteri kadar annesütüyle beslenemeyen çocukların ileriki yaşamlarında bir çok hastalıklara maruz kaldıklarını çok net bir şekilde ifade ediyorlar' diyor katılmamak mümkün değil...
kardeşimizin 2. yazdığı' Herhangi bir hastalıktan dolayı erken vakitte sütü kesilen kadınlara diyeceğimiz bir şey yok elbette' diyor katılmak mümkün değil...
Sütünü bulamayan bebek neyapacak...
Ana sütünün alternatifi yine ana sütüdür.ana sütünün yerine ikame edilen MAMA,PİRİNÇ LAPASI, İNEK SÜTÜ V.S tıbben seve seve önerilen gıdalar değildir.Kerhen önerilen gıdalardır.Ana sütü alamadığında bebeğin sağlığı özellikle ruh sağlığı bozulacaktır.Onun için sütanne ,sütten önemlidir.
Bitmedi...
İki sene annesini emen çocuk anne ve babasını kaybederse neyapacak...
1-) Çocuk esirgeme kurumuna,
2-) Akrabalarının yanına,
3-) Evlatlık verilmesi gibi üç seçenek önümüzde
İrdeyelim.
A-Çocuk esirgeme kurumlarına vergilerimizden her sene milyon ytl harcanarak masraf ediliyor ama yinede kötü olaylar basına yansıyor. Bu olaylar olmasa da o çocuklar gerçek anneyi hissedemeden büyüyorlar(karnında taşıma yok- emzirme yok ).Yine hastalıklı nesiller toplum içine salınıyor. SÜTANNE yine karşımızda tek çare
B- Akrabalarının yanında büyüyen çocukların dramını o dönemi yaşayan çocuklar daha iyi bilirler.Çok çok iyi akrabaların yanında mutlu büyüseler bile, anne ruhu,anne şevkati, anne yumuşaklığını bulamazlar(karnında taşıma yok- emzirme yok ).Hastalıklı nesiller. SÜTANNE yine karşımızda tek çare.
C- Evlatlıkta da gerçek anne ruhu,anne şevkati, anne yumuşaklığını bulamazlar(karnında taşıma yok- emzirme yok ). Ayrıca dinen evliliğin caiz olması da veya bunların olabileceğinin bilinmesi de o çocuğu hastalıklı yapacaktır. kanunumuzda evliliğin yasaklanması Kuran gerçeği ortadan kaldırmıyor.Güneş balçıkla sıvanmıyor.
SÜTANNE yine karşımızda tek çare.
Yanlış hatırlamıyorsam 1936 yılında meclise sütanne ve sütkardeşin ile evliliğin yasaklanmasına dair kanun teklifi veriliyor, ama ret ediliyor.
Busütanne kavramının kurumsallaşması,zihniyetin değişmesi için,meclise süt ane ve sütkardeşin ile evliliğin yasaklanmasına dair kanun teklifi verilip,medeni kanunumuzda yapılacak bu değişiklikle konu kökünden çözülmüş olur.
Not: Hz Musa da nehirde bulunduğunda süt anneye verilmişti biliyorsunuz. Bu da bize tüm semavi dinlerde bu konunun var olduğunun ispatıdır. Ancak nasıl bizde bu konu medeni kanunumuzun dışına itilmişse, diğer ülkelerde de aynı şey söz konusudur. Hepsi de birbirinden alımtı yaptığından, ALLAH HÜKMÜ maalesef arada kaynamış gözüküyor. Ve buna da biz 'LAİK MEDENİ KANUNUMUZ VARDIR' diyoruz.
Bugünlerde çeşitli yazarların köşelerinde görüyorum: 'Devrimler tuttu mu, tutmadı mı?' tartışması hakkında yorumlar.
1923'ten 2006'ya, 83 yıl, dile kolay! Bu süre içinde bir dünya savaşı oldu. Onu bir 'Soğuk Savaş' izledi ve o da bitti. Komünizm çöktü. Atom bombası icat olundu. Aya gidildi.
Biz 'Devrimler tuttu mu?' diye tartışıyoruz. Kuvvetli ihtimal, tutmadığı. Çünkü yükselen sesler bunu anlatıyor: 'Tutmadı! Tutturacağız! Tutturmayanlar var! Onları da ezeceğiz!'
83 yılda tutmadıysa, bu işin içinde, bir yerlerde, bir bozukluk olmalı. Ya 'devrimler'de var bir numara ya da bunu bir türlü sindiremeyen toplumda. Birincisiyse, demek ki onların 'tutma' özelliği yok, bunu bu uzun süre içinde bir noktada anlamak gerek.
Anlayınca, yapılabilecek iki şey var: ya vazgeçeceksiniz ya da 'Bunlar vazgeçilemeyecek kadar iyidir, onlar olmadan olmaz' diyorsanız (oysa, bakın, 83 yıldır oluyor, bir şekilde) o zaman bunları tutturmanın yeni bir yolunu arayacaksınız; yani, yeni bir yöntem bulmak üzere kafanızı çalıştıracaksınız. 83 yıldır bu yöntemle uğraşıyorsunuz, hâlâ tutmamış. 'Bari bunu değiştirsem' diye düşünmez misiniz?
Ya da numara 'devrimler'de değil, onu tutturmayan toplumda, ahalide vb. Ama durum böyle de olsa, 'Eh, demek olmuyor, demek bu mayada iş yok' diye düşünmez misiniz? Siz eminsiniz ki 'devrimler' iyi.
E, bu kadar inatla almadığına, kabul etmediğine göre, demek ki bu toplum iyi değil, bu ahalide iş yok.
Aslında o zaman da galiba yapılabilecek iki şey çıkıyor karşımıza. Biri, az önce söylediğim, yani 'Bu toplum buna layık değil' deyip vazgeçmek, eleği duvardaki yerine asmak.
Ya da, 'yöntem' değiştirmek yerine, 'toplum'u değiştirmekyani toplumu bu iyi 'devrimler'i benimseyecek hale getirmek. Bu da herhalde ancak en geniş anlamıyla eğitimle yapılacak bir şey.
Ama gene tıkanıyoruz: 83 yıldır zaten biz bu toplumu eğitmeye çalışmıyor muyuz? Çalışıyoruz. Çalışıyoruz ve sonuç bu. Dört seçenek çıkıyor karşımıza:
birincisi 'iyi devrimler ve kötü toplum'sa, ikincisi de 'kötü devrimler ve iyi toplum'. Bunlardan istediğimiz sonuç ve çözüm çıkmıyor. Öbür ikisi de 'iyi devrimler ve iyi toplum'la 'kötü devrimler ve kötü toplum' olabilir. Birincisi geçerli olsa sorun olmazdı. Sorun olduğuna göre -çünkü sorun olduğunu kesinlikle biliyoruz- demek bu geçerli değil. Son ihtimal iyice umutsuz görünüyor ama belki de en gerçekçisi odur.
Yukarıda 'toplumu değiştirmek'ten 'dönüştürmek' anlamında söz etmiştim. Yani olanı başka bir kılığa sokmak... Tabii fiilen 'değiştirmek' de düşünülebilir, Brecht'in dediği gibi: "Yöneticiler halkı beğenmiyor, o halde onu değiştirsinler." Yani ona başka bir yer bulup yerine yenisini tedarik etsinler.
Ama bu istenen bir şey değil. Bize 'iyi devrim' gerek, ama 'iyi toplum' da gerek.
O halde son çare şu: ikisi de iyi, ama arada birtakım kötüler var, bunlar 83 yıldır iyi toplumun iyi devrimleri alıp benimsemesine engel oluyorlar. 83 yıldır bunların adı değişiyor, bir komünist oluyorlar, bir gerici, bir Batıcı liberal oluyorlar, bir bölücü. Bunlar bir ayıklansa, yok edilse her şey düzelecek.
Bunun için biraz sabır. Bakın 83 yıldır biz buradayız ve sabırla bu işi yapmaya çalışıyoruz. Bu 'demokrasi' illeti yüzünden tam istediğimiz gibi çalışamıyoruz. Ondan da biraz daha vazgeçsek iş kolaylaşacak.
Bir 83 yıl daha böyle idare ediversek ne çıkar? Temel sağlam kurulmuş olur, devrimler tutar, onlar bir tuttu mu, ondan sonra zaten kimse demokrasi filan da aramaz, bir keyif yaşar gideriz.
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Katılma Tarihi: 15 ekim 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 340
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
TÜRKİYE CUMHURİYETİ PASİFİZE EDİLMEK, BÖLÜNMEK VE YOK EDİLMEK İSTENMEKTEDİR
Batıdaki materyalist güçler tarafından yıllar önce şekillendirilmiş ve uygulamaya konulmuş olan “Türkiye’yi Bölme Planı” reddedilemez büyük bir gerçektir. Bu plan, asılsız bir dedikodu, hayali bir senaryo veya bir komplo teorisi değildir. Irak’ta ve ülkemizin doğusunda olup bitenler analiz edildiğinde ortaya çıkan bu apaçık gerçeğin karşısında Türk Milleti uyanık olmak ve devletine destek olarak oyunları bozmak zorundadır.
Türkiye’de Darwinizm ve materyalizm tam yenildiğinde, bölücülük de yenilecektir. Türkiye’deki bu kargaşa ve fitne de son bulacaktır.
- Güneydoğu'daki bölücü terörü yürütenler Marksist-Leninist-komünist mihraklardır. Bölgede yaşayan vatandaşlarımızdan bir kısmının kandırılıp alet edildiği bu komünist faaliyetin destekçileri dünya çapındaki komünist ve sosyalist örgütler, partiler ve iktidarlardır.
- Materyalist temeller üzerine kurulu olan AB de gizli ve açık olarak doğudaki bölücü faaliyete destek vermekte, dünyadaki tüm materyalist odaklar, Güneydoğu'daki eylemleri meşru olarak algılamaktadır.
- Türkiye’yi bölmek isteyenlerin planı çok aşamalıdır. Bu planın ilk kademesi Irak ile gerçekleşmiş bir Kürt devleti -adı konmamış olsa da- kurulmuştur. Bugüne kadar devletimizin yanında yer alan kürt kökenli vatandaşlarımızın bölücü komünistlerce kışkırtılması, Türkiye’ye karşı cephe almaları ve sonunda bir ayaklanma başlatılması ise planın diğer bir parçasıdır.
- Türkiye’de komünist bir kürt devleti kurulmak istenmektedir. Ancak plan sadece doğu bölgelerimizle sınırlı değildir. Ülkemizin geri kalan kısmı için de karanlık planlar sözkonusudur. Unutulmamalıdır ki komünizm veba mikrobu gibidir, yayılma istidadı gösterir. Sadece o bölgede kalmaz bütün Türkiye’yi yutar, diğer komşulara da yayılır. Nitekim Atatürk de komünizmi ülkemiz için tehlike olarak görmüş, “komünizm görüldüğü yerde ezilmelidir” ifadesiyle bu idelojiye karşı tavrını açıkça ortaya koymuştur.
- Türkiye, bölme girişimlerine “büyüme stratejisi”yle cevap vermelidir. Örneğin Kıbrıs eski Osmanlı toprağıdır, Türktür, Türk vatanıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin toprağı, Türkiye’nin bir ili olmak Kıbrıs halkının çıkarlarınadır. Azerbaycan için de aynı gerçek sözkonusudur. Bu ülkeler, Türkiye Cumhuriyeti’nin çatısı altında bambaşka bir kimliğe bürüneceklerdir. Karanlık güçlerin egemen olduğu devletlerin büyüyüp gelişmesi ne Türkiye’nin ne de dünyanın çıkarınadır. Egemenlik sahamızın genişlemesi öncelikle bölge insanlarına, barış, istikrar ve refah getirecektir.
- Bölücü terör örgütü sadece dağda değil, halkın arasında da faaliyet sürdürmektedir. Bölücü örgüt, halkın arasına da sızmakta ve sistemli bir materyalizm ve komünizm propagandası yürütmektedir. Çünkü komünist militanlar, İslam ahlakını benimsemiş bir toplumda başarılı olamayacaklarını gayet iyi bilmektedirler. Bu faaliyet ise dağdakinden çok daha tehlikeli ve sonuçları çok daha vahim olabilecek niteliktedir. Çünkü doğu insanı Marksist-Darwinist düşünceler ve bunların getireceği zararlara dair yeterince bilgi sahibi değildir. Eğer vakit geçirilmeden tedbir alınmazsa, komünist bölücü örgütün telkinlerine her geçen gün daha fazla gencimiz kapılacaktır. İnsana sevgi duymanın, güzel ahlakın, şefkatin ve merhametin önemini bilerek yetişen, itaatli ve nitelikli bir gençlik yerine Darwinist eğitimden geçirilmiş gençlik konulduğunda sonuç toplumsal yıkımdır. Komünizm gibi insanlık dışı ideolojilere taraftar toplamak için ilk yapılan, "insanın, doğanın ve tesadüflerin ürünü bir cins hayvan olduğu" yönündeki Darwinist iddiaları toplumlara benimsetmektir. Darwinist toplumlarda vefanın, sadakatin, şefkatin, fedakarlığın hiçbir önemi yoktur, din, aile, millet, bayrak gibi kavramlar da birşey ifade etmemektedir. Bölücü terör örgütü de, terörist olarak yetiştireceği kişilere öncelikle diyalektik materyalizm ve bu felsefenin temeli olan Darwinizm eğitimi vermektedir. Dolayısıyla bunlara karşı etkili ve kararlı bir fikri mücadele ve propaganda yürütülürse Marksist-komünist terörün önü alınabilir. Türkiye komünist terörle yok edilmek istenmektedir. Bunun çaresi komünizmin zemininin yok edilmesidir. Bu zemin ise Darwinizm’dir.
- Sadece askeri ve polisiye tedbirlerle soruna köklü bir çözüm getirebilmek mümkün değildir. Marksist-komünist ve Darwinist öğretilerle beyinleri yıkanarak milletimize karşı kışkırtılan insanlar, ancak bu çarpık ideolojilerin gerçek yüzleri ortaya konup, dayandıkları felsefelerin sefaleti gözler önüne serilirse bu kitlesel hipnozdan kurtarılabilirler.
- Marksist-komünist ideolojiye karşı yapılacak bu fikri mücadele ve propaganda, ya resmi olarak devlet eliyle yürütülmeli ya da bu konuda sorumluluk üstlenecek ehil kimse ya da kuruluşlara devlet tarafından destek verilmelidir.
- Charles Darwin: "Avrupalı ırklar olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde TÜRK BARBARLIĞINA karşı galip gelmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, BU TÜR AŞAĞI IRKLARIN çoğunun medenileşmiş yüksek ırklar tarafından elimine edileceğini (yokedileceğini) görüyorum." (Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cilt 1, New York: D. Appleton and Company, 1888, ss. 285-286) diyerek Türkleri aşağı ırk olarak tanımlamıştır. Darwin’in ırk üstünlüğü tezleri ve Türkler konusundaki sapkın izahları Avrupa’nın sosyal stratejisi olmuştur. Nitekim, bugün Avrupa’da çokça tekrarlanan “Türkler geldikleri yere dönsünler” şeklindeki sloganların kaynağının Darwinizm olduğu bilinmektedir. Bu slogan Türklerin Anadolu topraklarından sürülmeleri idealini ifade etmektedir. Ülkemiz toprakları, Ermenilerin ve Rumların hakkı görülmekte, Türkler işgalci olarak nitelendirilmektedir.
Harun Yahya
__________________ "Bak işte günler!Biz onları insanlar arasında dolandırır dururuz. Allah bu sayede iman edenleri bilecek, sizden tanıklar edinecektir."3:140
--BLOG--
Acizane bu hikmeti benim penceremden görmeniz ve paylaşmanız dileği ile... (efrayim)
Sizin pencerenizden elbet bakarım ama farklı şeyler görürsem ve gerçek, sizin gördüğünüz ve göstermeye çalıştığınızdan farklıysa ben o gerçeği söylerim.
Ayetlerde namaz vaktini aleni, açık seçik rakam olarak belirtmiyorda, süt emme vaktini neden aleni, açık seçik 2 rakam olarak belirtiyor?
Ayetlerde namaz vakitlerinin belirtilmediği iddiası... Ah sevgili kardeşim, ne diyeyim; dakka bir gerçek dışı iddia bir.
Gerçek ise şu:
11:114’te namaz vakitleri belirtilmiş: Gündüzün iki ucuna yakın gece saatlerinde namaz kılın –Ve akımi’s salâte tarafeyi’n nehari ve zülefen mine’l leyl.
Demek ki namaz vakitleri:
(1)gecenin içindedir,
(2)iki tanedir,
(3)birisi: gündüzün bir ucu olan gündoğumundan öncedir; ötekisi: gündüzün öteki ucu olan günbatımından sonradır.
Namaz vakitlerinin tarifi bundan daha açık ve seçik nasıl yapılabilir?
Ayetlerde teyze kızı,dayı kızı, hala kızı ve amca kızı ile evlenmenin haram olduğunu yazmıyorda, süt kardeş ve süt anne ile evlenmeyi neden haram kabul ediyor?
Evet, niye? Tıbbî bir nedenle mi? Eğer elinizde buna dair tıbbî bir kanıt varsa sizi kimse tutamaz. Medyayı ayağa kaldırın; sizin ilden TBMM’ne girmiş olan milletvekillerini harekete geçirin.
Ama elinizde tıbbî kanıt manıt yok ta yalnızca zanna dayalı bir iddia varsa... zan başka gerçek başkadır – inne’z zanne lâ yuğnî mine’l hakkı şey’e (10:36) buyuran Allah’ı dinleyip Müslümanca davranın.
Ve nolur, laik hukuk ile dinî hukuku tokuşturup durmayın. Daha önce bir benzetmeyle anlatmaya çaılştım: ikisi de meyvadır ama biri muzdur; diyelim ki laik hukuk; ötekisi limondur; dinî hukuk.
"Bu muz ekşi değil!" şeklindeki abes itirazı bırakın.
'Ayetlerde namaz vakitlerinin belirtilmediği iddiası... Ah sevgili kardeşim, ne diyeyim; dakka bir gerçek dışı iddia bir.
Gerçek ise şu:
11:114’te namaz vakitleri belirtilmiş: Gündüzün iki ucuna yakın gece saatlerinde namaz kılın –Ve akımi’s salâte tarafeyi’n nehari ve zülefen mine’l leyl.
Demek ki namaz vakitleri:
(1)gecenin içindedir,
(2)iki tanedir,
(3)birisi: gündüzün bir ucu olan gündoğumundan öncedir; ötekisi: gündüzün öteki ucu olan günbatımından sonradır.
Namaz vakitlerinin tarifi bundan daha açık ve seçik nasıl yapılabilir?' Dediniz.
Bu cümlelerinizin hepsinde tev'il vardır. 'DEMEK Kİ NAMAZ VAKİTLERİ:...' DİYE BAŞLAYAN CÜMLENİZ İLAHİ DEĞİL BEŞERİDİR.
'Ayetlerde teyze kızı,dayı kızı, hala kızı ve amca kızı ile evlenmenin haram olduğunu yazmıyorda, süt kardeş ve süt anne ile evlenmeyi neden haram kabul ediyor?
Evet, niye? Tıbbî bir nedenle mi? Eğer elinizde buna dair tıbbî bir kanıt varsa sizi kimse tutamaz. Medyayı ayağa kaldırın; sizin ilden TBMM’ne girmiş olan milletvekillerini harekete geçirin.
Ama elinizde tıbbî kanıt manıt yok ta yalnızca zanna dayalı bir iddia varsa... zan başka gerçek başkadır – inne’z zanne lâ yuğnî mine’l hakkı şey’e (10:36) buyuran Allah’ı dinleyip Müslümanca davranın. ' Dediniz.
Allah ;anne,kızkareş, teyze , hala v.s ile evlenmeyi haram kabul etmiş ve süt kardeşi de aynı katagoride değerlendirip, haram etmiş.
Bu hikmeti düşünmek, akıl yürütmek, hiçbir yazılı belgenin olmadığını söylemek, medeni kanunumuzda da bu hikmetin es geçiildiğini belirtmek, neden zan olsun...
Allah ;anne, kızkareş, teyze , hala v.s ile evlenmeyi haram kabul etmiş ve süt kardeşi de aynı katagoride değerlendirip, haram etmiş.
Akraba evliliklerinin biyolojik risk taşıdığına dair tıbbî kanıt var. O halde gerekçe, biyolojik riski önlemektir. Peki, ya bir kimsenin süt kardeşiyle evlenmesi; onun biyolojik risk taşıdığına dair tıbbî kanıt var mı? Lütfen sözü dolaştırmadan cevap verin: tıbbî kanıt var mı?
Kuran'daki bir hükmün gerekçesi biyolojik riski önlemekten ziyade ahlakî değer yargısını kâle almak olabilir.
Örneğin bir adamın üvey kızı, adam eğer onun annesiyle yattıysa mahrem; yatmadıysa namahremdir (4:23). Bu hükmün biyolojik riskle ilgili bir gerekçesi olamaz çünkü adamın, üvey kızıyla olan akrabalığı biyolojik değildir ve bu gerçek, adam o eşiyle yatsa da yatmasa da değişmez. O halde gerekçe ahlakîdir.
Ahlakî değer yargıları ise, evlatlığa hukuken özevlat muamelesi yapma konusunda görüldüğü üzere, dinden dine değişir. Laik hukuk işte bunu gözönünde bulundurur ve değişik dinlere bağlı olan halkını özgür bırakır. Bunu daha önce müzakere ettik ve ben size Müslüman olmayan Türk vatandaşlarımızın bulunduğunu hatırlattım. Yetsin artık.
Sözün özü: süt kardeşlerin evlenmesine dair elinizde tıbbî kanıt varsa lütfen onu koyun ortaya; hikmetin biyolojik risk mi ahlakî değer yargısı mı olduğu hakkındaki kararı zanna bırakmayın; kanıt getirin.
İşin içine ahlakî değer yargıları girince ise siz, Müslüman olmayan vatandaşların değer yargısına saygı göstereceksiniz; onlar da sizinkine. Türkiye'mizde değişik din ve mezhepler bulunduğuna göre , barış ve özgürlük içinde, bir arada yaşayabilmemiz buna bağlı. Laik devlet bunu gözetir.
Siz süt kardeşlerin birbiriyle evlenmesi yasak olsun, derken rabbena hep banacı mısınız hakşinas mı? Ahlakî değer yargıları sizinkine benzemiyen Türklerle barış ve özgürlük içinde yaşamaya razı mısınız, değil mi?
Başkaları size nasıl davransın istiyorsanız başkalarına öyle davranmaya razı mısınız, değil mi?
Akraba evliliklerinin biyolojik risk taşıdığına dair tıbbî kanıt var. O halde gerekçe, biyolojik riski önlemektir. Dediniz.
Eylül 1982-mart1983 tarihleri arasında -tam gününü hatırlamıyorum- Anadolu üniversitesinde " Akraba evlilikleri ve sonuçları" isimli, halka açık bir konferans verildi. Konferansa, İstanbul üniversitesi tıp fakültesinin 5 profosörü katıdı.
Özetle; Akraba evliliklerinden cüzzamlıdan kaçar gibi kaçmayın, sevdiğiniz insanla, risk olacak diyerek evlenmemezlik yapmayın,Tıpta teknik ilerledi bunu unutmayın sadece müracaatta geç kalmayın dediler.
Daha detayı için üniversiteye soabilirsiniz.
Peki, ya bir kimsenin süt kardeşiyle evlenmesi; onun biyolojik risk taşıdığına dair tıbbî kanıt var mı? Lütfen sözü dolaştırmadan cevap verin: tıbbî kanıt var mı?Dediniz
Hayır yok...
Kuranı-ı Kerim evrenselse, bütün dönemlere gelmişse, sütanne ve sütkardeş ile evliliğin yasaklanmasında bir hikmet var demektir.
Ne dini ne tıbbi ne de diğer bilimsel kitaplarda bu konu açıklanmamıştır. Dedim. Zaten bu cevap yok olduğunu söylüyor.
Ancak, genetik konusunda uzmanlaşmış hocalarımızla görüşüldüğünde "Şimdilik" kanıt yok diyorlar.
Sütün bağışıklık (imminolojik) etkisi bilimsel bir gerçek.
Prof.Dr. Nurettin BAŞARAN"ın TIBBİ GENETİK ders kitabının 17. bölümünde İMMÜNOGENETİK bölümü olduğunu söylemek isterim
Kuran'daki bir hükmün gerekçesi biyolojik riski önlemekten ziyade ahlakî değer yargısını kâle almak olabilir.
Örneğin bir adamın üvey kızı, adam eğer onun annesiyle yattıysa mahrem; yatmadıysa namahremdir (4:23). Bu hükmün biyolojik riskle ilgili bir gerekçesi olamaz çünkü adamın, üvey kızıyla olan akrabalığı biyolojik değildir ve bu gerçek, adam o eşiyle yatsa da yatmasa da değişmez. O halde gerekçe ahlakîdir. Dediniz.
Meşhur babunalardan baba babunaya da aynı soru soruldu o da sizin gibi söyledi tamamen yorum
Ahlakî değer yargıları ise, evlatlığa hukuken özevlat muamelesi yapma konusunda görüldüğü üzere, dinden dine değişir. Laik hukuk işte bunu gözönünde bulundurur ve değişik dinlere bağlı olan halkını özgür bırakır. Dediniz. Hangi ilahi dinde bu dediğiniz vardır.Lütfen kanıt getirin
Ahlakî değer yargıları ise, evlatlığa hukuken özevlat muamelesi yapma konusunda görüldüğü üzere, dinden dine değişir. Laik hukuk işte bunu gözönünde bulundurur ve değişik dinlere bağlı olan halkını özgür bırakır. Dediniz. Hangi ilahi dinde bu dediğiniz vardır.Lütfen kanıt getirin.
Hristiyanların çoğu evlatlık icazetine kanıt olarak Paul’un evlatlık edinmeyi savunan yazılarını gösterirler -Many Christians use the writings of Paul to justify adoption. (Romans 8 v 15, Galatians 4 v 5 & 6 and Ephesians 1 v 5)
20. yüzyıldakiliselerce işletilen evlatlık edindirme kuruluşlarıvar-the practices of church-run adoption agencies in the 20th century.
İbarani Ester yetimdi; kuzeni onu evlatlık aldı. -Esther the Hebrew was adopted because she was a genuine orphan, and secondly, she was adopted within her close family, by her older cousin. (Esther 2 v 7)
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma