“Lâiklik ilkesi”, Hukuk (Adalet) Devleti'nin şeklî bir güvencesi olarak yararlı, zorunlu ve anlamlıdır. Diğer bir deyişle, Laiklik ilkesi “adalet” ve “eşitlik” ilkelerinin korunması içindir, yoksa eşitlik ve adalet ilkeleri, “adalet”in Anayasamız'daki iki boyutu; Lâiklik ilkesinin korunması için değildir.
İlâhî Sevgi'den doğan “adalet” değeri ve “adil ol!” buyruğu, “adalet ilkesi”; bugün Lâiklik ilkesi dediğimiz bir şeklî güvence ilkesinin doğmasına yol açmıştır.
İlâhî Sevgi'den başka, temel, evrensel ve değişmez değerlere ve bu değerleri etkinlik ve eylem alanında koruyan ve öğütleyen, bu değerleri ihlâl eden davranışları kınayan Evrensel Ahlâk ve Tabiî Hukuk kurallarına sağlam bir temel gösterilemez. Hazret-i İsa bunun için (Tabiî Hukuk) “binasını ilâhî kelam üzerinde kuran; sağlam kaya üzerinde kurmuştur” demiştir. Kur'an-ı Kerim de bunun için “Rabbi'nin kelimesi sıdk ve adl ile tamamlandı. O'nun kelimelerine mübeddil yoktur” buyurur. (En'am, 6/115)
Ahlâkî değer yargılarına Allah'dan başka bir kaynak gösterilmesine mantıken imkân yoktur. İlâhî Kelâm'ın bu alandaki “sıdk” boyutu; ahlâkî değer yargılarının “Tabiat Kanunları”na, gerçek yargısına dayandığını gösterir. “Adl” boyutu da, gerçek yargısına dayandığı için nisbî ve izafî olmayan Tabiî Hukuk ilkelerini gösterir. Şu halde; Laiklik ilkesi de ancak bu temel ve evrensel ilkelerin bekçiliğini yapacak bir şeklî güvence ilkesi olarak algılanır, idrâk edilirse değer kazanır. Laiklik ilkesi; hangi boyutu ile adalet temel değeri ve adalet ilkesinin şeklî güvencesi olmalıdır? Laiklik ilkesinin zorunluluğu, anlamı ve yararı; insanlık onurunda eşitlik ilkesinin korunmasındadır. Bunu da Kur'an-ı Kerîm “lâ ikrâhe fîd-dîn” ilkesi şeklinde beyan etmiştir. (Dinde zor yoktur)
Demek oluyor ki, saptırılmayan, yabancılaştırma vesilesi kılınmayan - terimi bir yana bırakırsak - doğru içerikli anlamı ile Lâiklik ilkesinin en önemli görevi; insanlık onurunda eşitlik ilkesinin, dolayısı ile: insan haklarının herkese sağlanmasının bekçisi ve denetçisi olmasıdır.
İkinci görevi de gerek Müsbet İlimler, gerek Ahlâk ve Hukuk Felsefesi alanında “akıl”dan uzaklaşılması ve din kurallarının da kötüye kullanılması tehlikesinin önlenmesidir.
Böyle olunca da, Lâiklik ilkesinin Anayasa'da “Devlet; insanlık onurunda eşitlik ilkesi ile Hukuk Devleti'nin bütün evrensel ve temel ilkelerinden hiçbir felsefî, dinî, bilimsel görüş karşısında taviz vermez” şeklinde yer alması gerektiği anlaşılır.
Tabiî Hukuk'un temel ilkelerini koyan “Rabb” kim ise, bu ilkeleri evrensel ve değişmez kılan Rabb-ul-Âlemîn de odur. Bu da aklî bir apaçıklığa dayanır. Bir yandan bu ilkelerin evrensellik ve değişmezliğini kabul edip diğer yandan bu ilkelere kaynak olarak Rabbul-Âlemîn'den başka bir “varlık” arayanların bu gayreti husrana uğrar. “Tabiî Hukuk”u Yaratıcı Rabb'e değil de “Tabiat”e dayayanların bir kısmı sonuçta uyanırlar ve Varlık'ta Ahlâkî yargıları kabul etmenin, Allah'ı kabul etme demek olduğunu anlarlar. Garaudy gibi. Bir kısmı “üzümünü ye, bağını sorma!” zihniyeti ile, Tabiî Hukuk ilkelerini Rabbul-Âlemîn'e izafe etmekten kaçınırlar. “İnsan aklının tekâmülü sonucudur” derler. Oysa akıl da Rabb'in bağışıdır ve bu Tabiî Hukuk ilkelerinin anlamını, önemini ve değişmez ve evrensel oluşlarını kavramak için kullanılır. Bu kavrayışdan sonra da değişmeyen ilkeleri koruyarak ve temel alarak, değişen şartlar karşısında varılacak sonuç, verilecek hüküm de yine akıl ile bulunur.
Laiklik ilkesinin “terimi” ve “şeklî” anlamı; “değişendir”. Bu ilkenin yukarıda belirtilen doğru içeriği ise, yine Rabb'in bağışıdır. Değişmeyendir. İnsanlık onuru, eşitlik ve hakkaniyet savaşçıları; Laiklik ilkesini bir destere gibi kullanıp bindikleri dalı kesme gafletine düşmemelidirler. İnsanlık onuru, eşitlik, hakkaniyet, sevgi ve barış ehli değil, kin ve sömürü ehli olanların Tabiî Hukuk'u reddetmesine şaşılmaz, sevgi ehli olduğunu sanmasına rağmen, Hukuk ve Ahlâk binalarını “Sağlam kaya” üzerinde kurmayı reddedenlere şaşılır. Alman Anayasası'nın Önsözünde “Tanrı önünde sorumluluk bilinci”nden söz edenler, bu ifadelerinde içten idiler. Bugün Almanya'da birçok Hukukçu “bu ifadeye fazla anlam yüklememeli, insanlık değeri (insan değeri) kavramının temel kavram oluşunu ve bunun değişmez bir ilke oluşunu bir bağlama noktasına, bir varsayıma dayandırmak gerekiyordu, Tanrı da bu amaçla ortaya atılmış bir varsayımdır” diyebilirler. Heyhat! Bir toplum bu yol ayırımına gelip de yanlış yola saptığı takdirde, kargaşa ve çöküntü başlamış demektir. Bina kum üzerine kurulmuştur.
“Adam olmak” isteyen, Tanrı'ya; olmak istemeyenden daha fazla muhtaçtır. (H.Hatemi)