Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Adnan
Hocacılığı Sosyal Kanser olarak tanımlayan kişi Prof. Dr. Cevat Babuna. O
yıllarca bu yapılanmanın içinde bulunan, tarikatın vakıflarında konferanslar
veren, propaganda CD'lerinde açıklamalar yapan bir Bilim İnsanı. Bu insan Adnan
Hoca'yı en iyi ve en yakından tanıyanlardan.
O diyor ki; "Adnan Oktar, gençlerin beyinlerini yıkayan bir
sosyal kanser. 300 masum çocuğu kandırdı. Bizim, beş çocuğumuz Tuğba, Ceyda,
Eda, Hüma, Oktar ve iki torunum onlarla. Ben buna sosyal kanser diyorum.
Yakalanıyor, ensesine giriyor, kurtulması zor oluyor"
Bu öyle bir beyin yıkama ki oğlu babasına "Organ Kaçakçısı" annesine
de "iffetsiz" dedirtebiliyor. Oğul Babuna demişti ki; “Babam Prof.
Dr. Cevat Babuna bir organ kaçakçısıdır. Annemin gayri ahlaki ilişkileri
var"
Baba Babuna şöyle diyor: “Kendisi (Adnan Hoca) bilmediğimiz bir usulle bu
çocukların beyinlerini hakimiyeti altına alıyor. Onları robotlaştırıyor.
Gazetede oğlumun resmini gördüm, robot olmuş. Bakışları bile donuklaşmış. Ben
hem onun babası, hem de hocasıyım. Oğlum yıllar önce kansere yakalanmıştı.
Hepimiz seferber olduk ve şükürler olsun daha sonra iyileşti. Ancak bu sefer de
sosyal kansere yakalandı"
"Yüzü, mezardan çıkmış insanın yüzü gibi. Konuştukları insanın
hafızasını almayan şeyler. Bana organ mafyası diyor, annesine ağzına
alınmayacak şeyler söylüyor. Manen ve madden akla, hayale sığmayacak bir şey
bu. Bir insana oğlu bunu nasıl yapar? Demek ki yaptırıyor. Bu yalnız Babuna
ailesinin bir problemi değil. Etkisi altına aldığı çocukların hepsi seçkin ailelere
mensup. Kendi oğlumuz tarafından elimiz kolumuz bağlı. Bir anne baba için ağır
bir olay. Hiç kimsenin yaşamasını istemem. Ne diyeceksiniz ki oğlunuza! Dava mı
açacaksınız! Hapse mi girsin! Susmayı tercih ediyoruz. Adnan Oktar, aileleleri
perişan eden bir adam. Düşünün, bir beyin cerrahını ne hale getirdi! Şu an
hastayım. 2 aydır kaslarım zayıfladı ve bu yüzden duruşmaya gidemedim"
Adnan Oktar'ın gençlerin zihinlerine bir çeşit hipnozla girdiğini ileri
süren Baba Babuna, şunları da söylüyor:
"Adamın yaptığı iş, fizikle izah edilen bir iş değil. Tarihte
benzer olaylar var, Rusya'daki Rasputin (insanları hipnoz yoluyla etkilediğine
inanılan papaz) gibi. Oktar'ın grubuna girmeleriyle çocuklarımla ilişkim koptu.
İyi tahsil görmüş çocuklarımıza, 'Rahat etsinler' diyerek maddi olanaklar
sağladık. Çocukların neleri varsa adam sömürüyor."
'Onun sözünden çıkmıyorlar'
"(Oğul) Oktar bir dolu laf söyledi. Adnan Hoca yaptırıyor, verdiği
emirleri bunlar harfi harfine uyguluyorlar.
"Oradan kurtulan çocuklar tamemen eski hallerine dönüyorlar"
"Adama hayranlar. Kızım Ceydan, rahmetli eşinden kalan evi ve yazlık
çiftliği ona bıraktı. Çocuklarıma bıraktığım Merter’deki han da Adnan Hoca’ya
verilmiş.”
İlgili Haber Linkleri:
http://www.milliyet.com.tr/2006/10/15/yasam/ayas.html
http://www.haber3.com/haber.php?haber_id=167357
http://www.nethaber.com/NewsDetails.aspx?id=586
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Hürriyet yazarı Ayşe ARMAN’ın Anne ve Baba Babuna ile yaptığı
söyleşi:
HER
ŞEY 13 YIL ÖNCE BAŞLADI
Sorunlar ne zaman başladı?
- 13 yıl önce. Bizim dört numara Tuğba, Adnan Hocacılar diye tabir edilen
insanlarla görüşmeye başladı. Başta ciddiye almadık. Geçici bir şey zannettik.
Fakat sonra baktık ki, öyle değil. Durum ciddi. Önce gündüzleri birkaç saat
kayboluyordu, sonra geceleri de gelmemeye başladı. Derken evi de terk etti,
mürit oldu.
Diğer dört kardeş, nasıl tavır alıyordu?
- Oktar başta, Tuğba’nın tamamen saçmaladığını düşünüyordu. Hatta dalga
geçiyordu. Diğerleri de fevkalade karşıydı, Tuğba’ya cephe aldılar. Ama Tuğba,
zaman içinde hepsini Adnan Hoca’nın yanına götürdü.
Hepsini mi?
- Hepsini! Yıllar içinde 5 çocuğum, sonra da iki torunum onlara katıldı.
Zincirleme oldu. Birbirlerine tesir ettiler. Toplu paranoya gibi. Hüma, ABD’de
Georgetown’da okuyordu, kocasına çok aşıktı. Dört günlüğüne geldi. Sadece dört
gün. Geliş o geliş. Tuğba, onu da Adnan Hoca’ya tanıştırdı. Dört gün içinde, o
yanıp tutuştuğu kocasını boşayıverdi. Bitti. Bir daha Amerika’ya dönmedi.
Herkes şaştı kaldı. Mani olamadık. Sonra Eda’yı aldılar. Bilgi Üniversitesi’nde
okuyordu, en küçük kızımız. Okulu da bıraktırdılar...
Bu arada çocuklarınızı geri kazanmak için ne yapıyorsunuz?
- Elimizden ne geldiyse yaptık. Anlattık: "Bu kadar iyi eğitim aldınız,
mesleğinizi yapmanız lazım, çalışmanız lazım, aile kurmanız lazım..."
Yalvardık ama dinletemedik.
Ne diyorlardı?
- Ne diyecekler? Onlara göre İsa mesih,
Adnan Oktar da mehdi. İkisi ele ele verip, bütün dünyaya hakim olacaklar.
Çocuklarımız buna inandılar.
NEREDE YAŞADIKLARINI BİLE BİLMİYORUM
Bu çocuklar bunca yıldır nerede yaşıyor?
- Bilmiyorum.
Nasıl yani?
- Bilmiyorum işte. Soruyorum, "Tedbiren söyleyemeyiz!" diyorlar. Sadece
18 yaşındaki küçük torunumla oğlum Oktar, alt katımızda yaşıyorlar. Kızlarımın
nerede yaşadığını 13 yıldır bilmiyorum.
Bari dört kız kardeş, birlikte mi yaşıyorlarmış?
- Hayır. Onlar için aile, kardeş ya da evlat önemli değil. Böyle kavramlar yok.
Bir arada değiller, yabancılarla yaşıyorlar. 20 yaşındaki torunum bile
annesiyle değil. Kendinden 15 yaş büyük bir adamla kalıyor.
Hiç mi hafiyelik yapmaya kalkmadınız? Çocuklarınızın peşine düşmediniz?
- Yaptık. Yapmaz mıyız? Hiçbir netice elde edemedik. Çünkü evler devamlı
değişiyordu. Onlar lütfederse, görüşebiliyorduk. Yanlarında bir yabancıyla eve
geliyorlardı.
Anlamadım...
- Kızlarımdan biri eve geliyor değil mi? Yanında tanımadığım iki kızla birlikte
geliyor. Bu toplulukta hiçbir çocuk, annesi babasını yalnız başına göremez.
Belli mi olur belki etki altında filan kalır. Yanında hep birileri olacak.
Yemek masasına bile o yabancı birileriyle birlikte oturulur. Banyoya bile gitse
yanındadırlar. Ve Adnan Oktar hakkında kötü bir laf etmeye kalkışırsanız, apar
topar çocuklarınız evi terk eder. Zaten bu mahkeme yüzünden de, son altı aydır
çocuklarımızla görüşmedik. Bize yaptıkları tehdit şu: "Bizi görmek
istiyorsanız, Bilim Araştırma Vakfı ve Adnan Oktar hakkında, tek bir kötü söz
etmeyeceksiniz. Edersiniz, bizi hayatınızın sonuna kadar unutmak zorunda
kalırsınız..."
Peki oğlunuz alt katınızda oturuyor, onunla görüşebiliyor musunuz?
- Evet ama ilişkimiz çok resmi. Oğlumuza biz bakıyoruz. Beyin cerrahı olmasına
rağmen çalışmıyor. "Muayenehane açalım, mesleğine geri dön" diyoruz,
kabul etmiyor. Daha önemli vazifeleri varmış...
Neymiş onlar?
- Dünyanın her tarafında Adnan Oktar için konferanslar veriyor. Yaratılış ve
evrim teorisini anlatıyor...
"Biz bakıyoruz" derken, harçlık mı veriyorsunuz?
- Yurtdışına giderken, hayır. Bulunduğu yer gönderiyor. Ama onun dışında, bütün
ev ihtiyaçlarını, giyeceklerini, yemeğini, telefon paralarına kadar aklınıza
gelen her şeyini biz karşılıyoruz.
Biraz tuhaf değil mi, oğlunuz 43 yaşında...
- Öyle söylemeyin. Oğlum, bir mucize eseri hayatta. Çok ağır hastalıktan
kurtuldu. Tanrı onu bana bağışladı. Elimde değil...
Adnan Oktar, belli ki oğlunuzun alt katta oturmasına ses çıkarmıyor,
kızlarınızdan ne istiyor?
- Bilmiyorum. Onları bizden mümkün olduğu kadar uzak tutmaya çalışıyor.
Peki torunlarınız gideli ne kadar oldu?
- Birkaç yıl. Onları da tek başlarına göremiyorum. Yatıya kalamıyorlar.
Ziyarete geldiklerinde yanlarında hep birileri oluyor.
Torunlarınızın annesinin için rahat mı?
- Büyük kızım, iktisat profesörü ve milletvekili Tevfik Ertüzün’le evliydi.
Damadım ve kızım, kardeşlerini kurtarabilmek için çok uğraştı. Olmadı.
Başaramadılar. Sonra Tevfik, bence şaibeli bir araba kazasında rahmetli oldu.
Kızım, iki oğluyla kalakaldı. Bize sığındı. Çok yumuşak, melek gibi bir kızdır.
Bir de şimdi görün onu. Yüz çizgileri sertleşti, bambaşka biri haline geldi.
Maalesef onu da içlerine aldılar, oğullarıyla birlikte. Ama bir gün
kurtulacaklarına inanıyorum. Kendilerini sorgulayacaklar ve gerçeği bulacaklar.
Bunu başaranlar var. Onlar gruptan çıkıyor. Evleniyorlar, iş kuruyorlar, hayata
geri dönüyorlar...
Kurtulanlar, o dönemi nasıl tanımlıyorlar?
- "Kabus" diye, "Uyandım ama onlarca senem boşa gitti..."
diye anlatıyorlar.
Peki siz nasıl açıklıyorsunuz bu durumu?
- Açıklayamıyorum. Bu çocuklar, benim bildiğim çocuklarım değil. Bambaşka bir
karaktere büründüler. Sanki içleri boşaltılmış gibi. Gözleri donuk. Robot gibi.
Kendi yollarını, kendi iradeleriyle çizmiş olamazlar mı?
- Hayır, bence olamazlar. Tamamen bir beyin yıkama faaliyeti. Hipnoz mudur,
metapsişik bir şey midir, çözebilmiş değilim.
Peki talep etsem benimle konuşurlar mı?
- Deli misiniz, tabii ki konuşurlar. Emin olun, karşınızda son derece düzgün,
eğitimli, kibar ve zeki çocuklar görürsünüz. Şöyle diyeceklerdir: "Ne
alakası var? Tabii ki kendi isteğimizle buradayız. Biz yaşını başına almış
insanlarız, kendi kararlarımızı kendimiz verebiliriz!" Hatta daha da ileri
gidip, anneleri babalarını olmayacak şeylerle suçlayacaklardır.
Peki dersem ki, aileniz neden sizi yalnız göremiyor, neden nerede
yaşadığınızı bilmiyorlar. Ne cevap verecekler?
- "Yok efendim böyle bir şey!" diyecekler. "Annemizin,
babamızın, ne yazık ki akli dengesi yerinde değil" bile diyebilirler.
Yarabbi diyorum bu bir korkulu rüya elbet uyanacağız.
Hálá çocuklarınızı kazanacağınızı söylüyorsunuz. Bunu nasıl yapacaksınız?
- İnşallah sonunda kazanacağız. Onlara tekrar kavuşacağım. Umuyorum. Elimizden
geleni yapıyoruz. Kendilerini sorgulayacaklar. Akıllanacaklar. "Annemize
babamıza ne yapıyoruz?" diyecekler.
Bu son olay üzerine diğer çocuklarınızla görüştünüz mü?
- Hayır, hiçbiriyle görüşmedim. Çünkü son zamanlarda, bizim, diğer ailelerle
birleştiğimizi, bir araya geldiğimizi hissediyorlardı. Bir duvar gibi
birlikteyiz artık ailelerle, bu yolda beraberiz. Ankara’ya gidişlerim oldu,
bazı görüşmeler yaptım. Bazı şeyleri maalesef duyuyorlar. Son olarak kızlarım,
"Böyle yaparsan, bizi kaybedersin" diye rest çektiler. Zaten altı
aydır eve uğramıyorlardı. "Aleyhimize birtakım şeyler yapıyorsun, bunu
duyduk. Mahkemeye çıkacakmışsın, Ankara’da bazı insanlarla görüşmüşsün. Ya
vazgeç ya da bir daha bizi göremezsin." "Sizden çok memnunum"
diye bir kağıt yazarsam beni affedeceklermiş...
Ne demek o?
- "BAV topluluğundan çok memnunum. Hiçbir şikayetim yoktur" diye bir
kağıt imzalamamı istiyorlar.
Annelerin, babaların bir araya gelmesinden neden bu kadar rahatsızlar?
- Çünkü yeniden BAV’a ve Adnan Oktar’a karşı bir hareket başlıyor. Yıllarca
kimseyi bize tanıştırmadılar. Evimize arkadaşlarını getirdiler, isimleri farklı
söylediler. Hakiki soyadlarını asla söylemediler. Kimin kızı dersin, cevap
vermez. Çünkü ailesiyle temasa geçmenden korkuyor. Ama işte sonunda aileler bir
araya geldik.
Daha önce de aileler bir araya geldi bir sonuç alınamadı. Herkes
şikayetlerini geri çekti...
- Doğru, orada bir hata yaptık. Daha doğrusu, hepimiz aldatıldık. "Adnan
Oktar nişanlandı, artık evleniyor" dendi. "Çocuklar evlerine dönüyor.
Bu adam, artık evlatlarımızı rahat bırakıyor. Bundan sonra hayat normale
dönecek. Evlenecekler, iş hayatına atılacaklar." Madem öyle dedik,
çocuklarımız ceza görmesinler diye dilekçelerimizi geri aldık. Ama bu sefer
kararlıyız. Sonuna kadar gideceğiz. Nasıl bir derttir bu. Allah kimseye
vermesin. Bazen, "Yarabbi" diyorum, "Bu bir korkulu rüya, elbet
uyanacağız..."
O GÜN MAHKEMEDE O SÖZÜ SÖYLEYEN BENİM OĞLUM DEĞİLDİ, ROBOT GİBİ
43 yaşında beyin cerrahı oğlunuz, nasıl oldu da sizin için, "Bahçıvanın
geri zekalı oğluna cinsel tacizde bulundu annem" diyebildi?
- Bunu söyleyen adamın, benim çocuğum Oktar’la hiçbir alakası yok. Oktar,
ahlakı düzgün sevecen bir çocuktur. O gün mahkemede konuşan başka biriydi.
Yandan gördüm. O yüzü tanımıyorum. Oğlum Oktar’ın yüzü değil. Benim de aklım
almıyor. Onlara söyleneni yapıyorlar. Robot gibi. Koşulsuz itaat ediyorlar. Ama
ben, beni assalar, vursalar ya da öldürseler, asla annem-babam hakkında böyle
şeyler söylemem. Bu yüzden neler olduğunu açıklayamıyorum.
Ne hissettiniz?
- Şoke oldum. Kahroldum. Bir annenin yaşayabileceği en büyük acı. Atamazsın,
satamazsın. Evladım o benim. O günden beri telefonlarımız susmuyor. Bütün
Türkiye durumun vahametini gördü. Oğlum çok ağır bir hastalıktan kalktı. Bir
mucize eseri, Allah onu bana bağışladı. Birilerinin sıkıştırmaları yüzünden
strese girip hastalığı nüksederse, yemin ederim bunun hesabını sorarım...
"Bunlarda her tür numara var. Karşılarındaki insanı yıldırmak için her
şeyi yapıyorlar. Bir Ebru Şimşek, bir de Fatih Altaylı yılmadı. Öyle insanlar
ki, 300 tane dava açıyorlar. Uğraş uğraşabilirsen. Bir davayı burada
kazanıyorsun, bir bakıyorsun, başka bir mahkemede başka bir iftiradan dava
açılmış. Bunlarda yalancı şahit de bol. Yalan fevkalade mübah bir olay.
İnsanları çocuklarıyla karşı karşıya getiriyorlar. Annesine karşı yalancı
şahitlik yaptırıyorlar mesela. Kız çıkıyor diyor ki mesela, ’Annem gruptan para
istedi sizin hakkınızda şikayetçi olmayayım diye, para verilmeyince benim
nerede olduğumu bilmediği konusunda şikayette bulundu’. Hakim anneye bakıyor,
annenin kolunda Louis Vuitton filan var bu arada, yani belli ki kadının paraya
filan ihtiyacı yok, ’Ne diyorsunuz?’ diyor. Anne hakime bakıyor, ’Ne
diyebilirim Hakim Bey, o benim kızım’ diyor."
ANNEYİ SEVMEK ALLAH’A ŞİRK KOŞMAKMIŞ
Peki sizi öyle ağlarken, perişan vaziyette görünce etkilenmiyorlar mı?
Onların annesisiniz...
- Ah, ah. Anneye babaya şefkat göstermek, ilgi yapmak, onların felsefesine göre
Allah’a şirk koşmak. Evladına da sevgi göstermeyeceksin. Kızım Ceyda mesela,
özellikle oğullarından uzak duruyor. Nadiren de olsa görüştüğümüzde usulen
öpüşüyorum çocuklarımla. Asla eskiden olduğu gibi gerçekten, samimi
kucaklaşamıyoruz. Aramızda hep bir duvar var.
Hiç kendi kendinizi sorguladığınız oluyor mu? "Acaba, bir yerde hata mı
yaptık?" diye...
- Sorgulamaz olur muyum? "Ne yaptık da, böyle oldu?" diyorum. Yedi
çocuk birden. Neden böyle bir girdabın içinde girdiler? Kendime bakıyorum,
sorun bende mi diye, suç bulamıyorum. Düşünüyorum da, yapabileceğim her şeyi
yaptım. Zaten kocamın psikiyatr arkadaşları da bana, "Suçu kendinde arama,
bu bir beyin yıkama faaliyeti" diyorlar.
Sizce çocuklarınızda manevi bir boşluk mu söz konusu acaba?
- Ne alakası var? Orada çocukları günde 14 saat çalıştırıyorlar. Rahat değiller
ki. Manevi boşluk doldurma filan söz konusu değil ki. Bilgisayar başında, gece
yarılarına kadar kitap yazıyorlar. Sohbet edecek zamanları bile yok.
Peki sizin için maddi bir kayıp da söz konusu mu?
- Çocuklarımı kaybetmişim, maddiyatın lafı mı olur? Ama maddi kayıp da var.
Bırakın çocuklarımızın üzerine yaptığımız dükkanları, şunları bunları...
Rahmetli damadımdan torunlarıma kalan mülkler, evler, çiftlikler, milletvekili
maaşı bile gitti. Vakfa devredildi.
Nereden biliyorsunuz devredildiğini?
- Hiçbiri ortada yok. Sahipleri değişmiş.
Kaynak: Hürriyet
Gazetesi
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|