Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Tarikatlar, Özgürlük ve Şeffaflık
[30 Eylül 2006 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı]
İsmail Ağa Cemaati'nin camisinde yaşanan cinayet ve linç
olaylarından bu yana Türkiye'nin gündemine yeniden "tarikatlar"
meselesi oturdu. Tarikatların ve diğer dini cemaatlerin "gerici yuvası"
olduğu, rejimi tehdit ettiği gibi klişeler de yeniden ağızlara sakız
oldu.
Öncelikle
temel bir "vatandaşlık bilgisi"ni belirtmek gerek: Türkiye
Cumhuriyeti'nin vatandaşları nasıl isterlerse öyle yaşayabilirler.
İsteyen tümüyle seküler bir yaşam sürüp koyu bir ateist olabileceği
gibi, isteyen de istediği dozda dindar olabilir. Hatta dindarlık bir
yana, göğsünü gere gere "gerici" de olabilir. Modern çağın kötü
olduğunu düşünüp daha önceki devirlere özlem duyabilir, mutluluğunu ve
kurtuluşunu geçmişteki gibi yaşamakta arayabilir. Asırlar öncesinin
kıyafetlerini tercih edip, modern bilimi ve teknolojiyi reddedebilir.
Liberal, sosyalist, milliyetçi veya feminist olmak nasıl bir
özgürlükse, "gerici" olmak da bir özgürlüktür.
Zaten dünyanın tüm özgür toplumlarında alabildiğine özgür
"gericiler" vardır. ABD'de, Avrupa'da veya İsrail'de modern teknolojiyi
reddeden, yüzlerce yıl öncesinin yaşam biçimini aynen koruyan cemaatler
bulunur. Kimse de bunları görünce "irticaya karşı savaş" yeminleri
etmez. Böyle yeminlerin edildiği ve "gericiliğin" suç sayıldığı
ülkeler, Kuzey Kore, sabık SSCB, Kızıl Khmer Kamboçyası gibi ideolojik
diktatörlüklerdir.
Ancak "gericilik" özgür toplumlar için gerçekten de bir sorun ve
hatta bir tehdit haline gelebilir. Bu, "gericiler"in kendi yaşam
biçimlerini başkalarına dayatmaya kalkmaları durumudur. Böyle bir
despotizme eğilim gösterdiklerinde, kabul edilebilir çizgiyi aşmış
olurlar. Elbette aynı çizgi, "gericiler"e kendi yaşam biçimlerini
dayatmaya kalkan "ilericiler" için de geçerlidir. Özgür bir toplumda
her türlü felsefe serbesttir; kabul edilemez olan tek şey despotizmdir.
Dolayısıyla Türkiye'de "tarikatların" var olması ve bunların
toplumun bir kesimince "gericilik" olarak görülen bir yaşam biçimini
sürdürmesi, son derece doğal ve meşrudur. Bunun aksi yönde kanunlarımız
var ise, sorun o kanunlardadır ve bir an önce bunlardan kurtulmamız
gerekir.
Baskı ve Şeffaflık
Bunlar, işin özgürlükle ilgili kısmı. Ama bir de toplumsal
sorumluluk yönü var: Evet, çoğumuz toplumumuzda geniş kitlelerin
"gerici" olarak yaşamasını, modern çağa tümüyle kapalı bir evrende
hayat sürmesini istemeyiz. En azından alternatifleri tanımalarını
dileriz. Çoğu dindar da, dindarlığın geçmiş çağların yaşam biçiminin
korunması olarak anlaşılmasını istemez. Çünkü gerçekte gayet modern bir
dindarlık da mümkündür, ama belki de pek çok insan "gericiler"
nedeniyle bunu görememekte ve bu yüzden sadece onlara değil dinin
kendisine de yüz çevirmektedir.
Dahası bir de içine kapalı dini cemaatlerde sıkça ortaya çıkan bir
"dini sömürü" sorunu vardır. Bu cemaatlerden bazılarının liderleri, çok
güçlü bir motivasyon kaynağı olan dini ilahi amaçlarından saptırıp
kendi çıkarları için kullanmakta, müridlerinden her türlü menfaati
sağlamaktadırlar. Bu da, "özgürlük" kapsamına girse bile, toplumsal
sorumluluk açısından sürmesini istemeyeceğimiz kötü bir modeldir.
İşte Cumhuriyet'in ilk yıllarında tarikatların kapatılması ve
yasaklanması, bu gibi düşüncelere dayanıyordu. Genç Cumhuriyet'in diğer
devrimci hamlelerinde olduğu gibi tarikatlar konusunda da "beyaz sayfa"
açılmak istendi.
Oysa 80 yıl sonraki tablo bize açıkça gösteriyor ki bu uygulama
başarılı olamadı. Tarikatlar hala var. Hem de güçlü bir biçimde. Var
olmaya da devam edecekler, çünkü bireysel ve toplumsal bir ihtiyacı
karşılıyorlar. Din, insanlığın ayrılmaz bir parçası ve dindarlık sadece
bireysel değil aynı zamanda cemaatsel bir tecrübe. (Modernleşme ile
birlikte dinin ortadan kalkacağı tezinin — ki genç Cumhuriyet biraz
bundan etkilenmişti — tamamen yanlış olduğu ise artık Batılı sosyal
bilimcilerin ezici çoğunluğu tarafından kabul ediliyor.)
Ancak tarikatların yasaklanmasının hiç bir etkisi olmadığını
söylemek yanlış olur. Oldu, ama ne yazık ki olumsuz yönde: Baskı,
tarikatları yer altına iterek onları dondurdu. Kendilerini gizlemek
zorunda kalan bu cemaatler zaten kendi içine kapalı olan yapılarını
daha da kemikleştirdiler. Dış dünyadan izole oldular. Sosyolog Şerif
Mardin'in ifadesiyle "gettolaştılar." Böyle bir ortamda hem kendilerini
geliştiremediler, hem de dini sömürü için ideal bir yapı ortaya çıktı.
Oysa tarikatlar legal olsalar daha açık ve şeffaf bir yapıda
gelişebilirlerdi. Bugün bu hala mümkün. Düşünün, ülkemizde kapısında
adı yazan, ilkeleri, kuralları, çalışma sistemi, finans kaynakları
açıkça ortada olan tarikatlar olsa, her şey çok daha iyi olur. İsteyen
beğendiğine katılır. Katılanlar neye katıldıklarını bilir. Kendilerini
devletin yumruğu ve toplumun baskısı altında hissetmeyecekleri,
"istenmeyen vatandaş" duygusuna kapılmayacakları için de topluma daha
kolay entegre olurlar. "Gettolaşma"dan sıyrılır, toplumun tümüne
yönelik hayırseverlik faaliyetlerine girişebilirler. "Muasır
medeniyet"te bu işler böyle yürüyor. ABD, "tarikatların" ve diğer dini
örgütlenmelerin açtığı okullar, Kitab-ı Mukaddes kursları, hastaneler,
aş evleri ile dolu...
"Muasır medeniyet"e yürüme iddiasında isek, bizim de artık
vatandaşlarımızın tepesine binmekten vaçgeçmemiz gerekiyor. Başka her
şeyde olduğu gibi tarikatlar konusunda da Türkiye'nin yasaklamaya
değil, özgürleştirmeye ihtiyacı var.
Ama bakalım "ilericiler" bunu anlayabilecek mi...
Mustafa AKYOL
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|