Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selamün Aleyküm! Değerli Kardeşim Savana!
Savana Yazdı:
Selam dost1
Bu başlık altında yazılarınızı takip ettiğim kadarıyla cevaplandıracağınızı söylemiş olduğunuz soruları cevaplandırmadan müzakreyi sonlandırmışsınız.Bu yüzden sorduğunuz soruların cevabını paylaşırsanız bilgi ve fikir edinmemize yardımcı olur diye düşünüyorum. |
|
|
Allah Razı olsun. Yazının tamamını okuduğunuza göre müzakereyi bırakmamın nedenini de anlamışsınızdır. Yazınızı cevapsız bırakmak istemiyorum. Bu konu ile ilgili olarak da sadece Kur’an’da olanları teybin etmek istiyorum.
Savana Yazdı:
Nur 30 ve 31 e gelince her ayetin başlangıcında istenen erkeklerin ve kadınların cinsel organlarını koruyup bakışlarını dikmemeleri emrediliyor.O halde nur31 in devamında anlatılanlarda ayetin başındaki cinsel organları örtmek bakışları dikmemek emriyle bağlantılı olmalı o halde nur 31in devamı kılık kıyafetin düzenlenmesine ilişkin bir ayettir demişsiniz anladığım kadarıyla yanlışım varsa düzeltiniz lütfen. |
|
|
Nur 30,31 ve 60 ayetleri yazdıktan sonra:
Yukarıdaki istisna dışında kalan mümin kadınların örtünmelerine ilişkin hükümleri içeren Nur suresinin 31. ayetini inceleyelim.
Demiştim.
Savana Yazdı:
Demekki bu ayete göre mümin kadınlar dışarı çıkarlerken cilbablarını yakalarını kapalı tutacaklar gerdanlarını göstermiyecekler (örtülerini yakalarına salsınlar vursunlar anlatımına göre)
O halde bu ayet kadının tesettüre girmesini cilbabı (cinsel organlarını korumak için) de giymek zorunda olduğunu onaylayan bir ayet mi? |
|
|
Yine cilbab ile ilgili olarak:
Ahzab; 59: Ya eyyühen Nebîyyü kul liezvacike ve benatike ve nisail mu’miniyne yüdniyne aleyhinne min celabiybihinn zâlike edna en yu'refne fela yü'zeyn ve kânAllahu Ğafuran Rahıyma;
Ahzab; 59: Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dış giysilerini üzerlerine alsınlar. Tanınıp incitilmemeleri için bu daha uygun bir yoldur. Allah Gafur’dur, Rahîm’dir.
Ayette açık ve net olarak “cilbab”larını/ ev dışı elbiselerini giyen kadınların tanınacağı, bilineceği, dolayısıyla da incitilmeyeceği söylenmektedir.
Yani bu ayete göre kadınların örtünmelerinin gerekçesi incinmemektir, yoksa daha dindar, daha namuslu ve daha takvalı olacakları değil.
Bu ayetin iyi ve doğru anlaşılması için “cilbab” giymenin gerekçesinin, Kur’an’da bildirilenin dışına çıkarılmaması gerekmektedir.
Ragıb’ın ifadesi ile “Cilbab”,; “Gömlek ve örtünün adıdır.
Ikrime’nin ifadesine göre de; “Boyundan aşağı salınan, dış giysileri kapatan örtüdür.”
“cilbab”, o günün Araplarının gelenekleri gereği giymiş oldukları
(başlardan aşağı değil, boyunlardan, omuzlardan aşağıyı örten)
bir elbise çeşidi olup, bu günkü ceket, pardösü, manto gibi giysilerin yerini tutmaktadır.
“Cilbab”ı Arapların bugün “abâye” dedikleri; baştan aşağı salınan, dış giysiyi önden ve arkadan kapatan bir örtü olarak, tanımlayanlar olduğu gibi,sadece gözleri açık bırakmak suretiyle yüzü ve bütün vücudu tepeden tırnağa kapatan bir örtü olarak tanımlayanlar da vardır.
Bu tanımlar Kur’an ile bağdaşmayan tanımlardır.
Kılık kıyafet konusunu belirleyen Nur;31 deki ayette;
“... örtülerini/ başörtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar/ salsınlar.”
denilmektedir.
“Cilbab”, baştan aşağı vücudu örten bir elbise olsaydı, o elbise göğüslerdeki yırtmaçları da kapatırdı. Kapattığı için de Nur suresinin 31. ayetindeki
(“... örtülerini/ başörtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar/ salsınlar.” emrine gerek kalmazdı.
Soğuk, sıcak ve diğer haricî etkilerden korunmak amacı dışında iffet gerekçesiyle üst üste iki örtünün giyilmesi anlamsızdır.
“Cilbab” Kur’an’a göre vücudu baştan aşağı örten bir örtü olarak kabul edilmemektedir.
Ayetten anlaşıldığına göre “cilbab” (pardösü, ceket) giyenler göğüs yırtmaçlarını açabilirler ve bu açıklardan da göğüsleri, gerdanları gözükebilir.
Yani, “cilbab”ın mutlaka tulum gibi göğüsleri örtecek şekilde olması lâzım diye bir kayıt yoktur.
O günlerde Arap kadınlarının bir kısmının çıplaklığa yakın, göğüsleri açıkta dolaştığı da bilinmektedir.
Hatta İslâm’ın hâkimiyetinden önce putperestlerin Kâbe’yi çırılçıplak olarak tavaf ettikleri hem Kur’an’da hem de tarihî kaynaklarda yer almaktadır.
Ahzab; 59: Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dış giysilerini üzerlerine alsınlar. Tanınıp incitilmemeleri için bu daha uygun bir yoldur. Allah Gafur’dur, Rahîm’dir.
Demiştim.
Tesettüre girme sözünü çok uygun bulmuyorum.
Ne yazık ki ülkemizde bu durum tamamen tesettür olarak ele alınmaktadır.
Aslında bu konu tesettür olayından çok avret ve zinetleri açığa vurmama konusudur.
Değerli Savana Kardeşim!
Allah Razı olsun. Çok güzel, yerinde ve mantıklı sorular sormuşsunuz.
Alıntı yaptığınız yazıda ben de bazı ayetleri yazdıktan sonra aşağıdaki soruları sormuştum:
Mümin kadınlara da söyle: Bakışlarından bir kısmını kıssınlar.
30. ayette mümin erkeklere de aynı talimat verilmiştir.
Yasaklanan, bakışların tamamı değil, bir kısmıdır, bazılarıdır.
Bakışlardan bir kısmının, davetkâr, tahrik edici, şehvet uyandırıcı bakışlar olduğu anlaşılmaktadır.
Hem kadının, hem de erkeğin, fıtratlarında var olan arzuları uyandırarak şehvete dönüştürecek tarzda birbirlerine bakmamaları, iffetlerini korumaları gerekmektedir.
Bu arzuları uyandırmadan birbirlerini görmelerinde ise sakınca yoktur.
Âl-i Imran;14:” Züyyine linNasi hubbüş şehevati minen Nisai vel beniyne vel kanatıyril mükantareti minezzehebi vel fiddati vel haylil müsevvemeti vel en'ami vel hars* zâlike metaul hayatid dünya* vAllahü ındehu husnül meab; Kadınlardan, oğullardan, kanrat kantar altın ve gümüşten, salma atlardan, davarlardan ve ekinden şehvetli bir düşkünlük insanlara süslenmiştir.Bunlar en aşağı hayatın meta’ıdır Ve Allah’a ;varılacak yerin en güzeli O’nun indindedir.
Görüldüğü gibi Âl-i İmran suresinin 14. ayetinde erkek ile kadın arasındaki çekim, her ikisinin de fıtratlarında olduğu için, sürekli bakışların bu arzuları uyandırması kuvvetle olasıdır.
Irzlarını/ eteklerini korusunlar.
Yani, zina ve zinaya uzanan hareketlerden kaçınsınlar.
Ziynetlerini -görünenler hariç- açmasınlar.
Ziynet; Kur’an dilinde, güzelleştirmeye, güzel ve çekici göstermeye, hoşlanacak hâle getirmeye yarayan süs demektir.
Nitekim dinimizde de bir takım süs eşyalarına “ziynet eşyası” denilmektedir.
Ziynet Kur’an’da hem olumlu hem de olumsuz olarak bu anlamda kullanılmıştır.
En’âm; 43:” …ve zeyyene lehümüşşeytanu ma kânu ya'melun;”
Enfal; 48:” Ve iz zeyyene lehümüş şeytanü a'malehüm…”
Bu ayetler; Şeytanın, inkârcılara, kendi kötü amellerini güzel-hoş gösterdiğini bildirmektedir.
Kasas; 79:” Feharece alâ kamihi fiy zinetih…”
Karun’un, kavminin karşısına ziyneti ile çıktığını bildiren bu ayet, “Ziynet”in olumsuz anlamda kullanılışına birer örnektir.
Alemlerin Rabb’i olan Yüce Allah:
Hucurat; 7:”… lakinnAllahe habbebe ileykümül iymane ve zeyyenehu fiy kulubiküm…”
İmanı müminlere sevdirerek kalplerini süslediğini;.
Fussılet; 12:”… ve zeyyennes Semaed dünya Bi mesabiyha ve hıfza…”
Mülk; 5:” Ve lekad zeyyennes semaeddünya bimesabiyha…”
Bu iki ayette gökyüzünün kandillerle süslendiğini;.
Ta Ha; 59:” Kale mev'ıdüküm yevmüzziyneti…”
Musa peygamberin ,Firavun’un büyücüleriyle buluşma gününün “ziynet günü” olmasını istediğini bildiriyor.
Yukarıdaki dört ayetde de “ziynet” olumlu anlamda kullanılmıştır.
Kehf; 46:”El malu vel benune ziynetül hayatid dünya…”
“Mal ve oğullar dünya hayatının süsüdür.”
Bu ayet de, hem ziynet sözcüğünün kapsamını belirtmekte ve hem de Arapların ziynet sözcüğüne nasıl bir anlam yüklediğini en iyi şekilde anlatmaktadır.
Nur;31ci ayette, kadınlardan namahrem olanlara göstermemeleri emredilen ve ayaklarını yere vurmak suretiyle belli etmemeleri istenen “ZİYNETLER”, bilezik, kolye, küpe, halhal, hızma, pazubent ve gerdanlık gibi takılar mıdır?
Bu ayetteki “ziynetin” bu çeşit takılar olduğunu varsayalım.
Allah’ın; “Ziynetlerini -görünenler hariç- açmasınlar “ifadesinden, esasında kadınların takı takmalarını uygun gördüğü bildirilmiş olmuyor mu?.
Alemlerin Rabb’ı olan Yüce Allah, hem takı takılmasını sakıncasız görecek, hem de takıların saklanmasını isteyecek.
Takı, göstermek için takılır. Görünmemesi gereken takının herhangi bir anlamı olabilir mi?.
“ziynet” sözcüğünden, takı türü eşyaların anlaşılması, ayetin bütünselliği açısından da mümkün müdür?
Kadınların taktıkları süs eşyaları, cinsel tahrik unsuru olmaktan çok gururlanmak, büyüklenmek, hava atmak amacı ile takılan eşyalar değil midir?
Bu tür gururlanmanın, büyüklenmenin, hava atmanın, böbürlenmenin, önüne geçilmek istenseydi, ziynetlerin herkesten saklanması emrinin verilmesi gerekmez miydi?
Ayette kadınların ziynetlerini diğer kadınların yanında açabilecekleri ifade edilmiyor mu?
Rabbimiz Olan Yüce Allah;
A’râf; 31: “Ya Beniy Ademe huzu ziyneteküm ınde külli mescidin ve külu veşrebu ve la tüsrifu inneHu la yuhıbbul müsrifiyn;”
A’râf; 32“Kul men harrame ziynetellahilletiy ahrece li ıbadiHi vettayyibati miner rızk kul hiye lilleziyne amenu fiyl hayatid dünya halisaten yevmel kıyameti, kezâlike nufassılul ayati li kavmin ya'lemun;”
“Ey Âdemoğulları! Tüm mescitlerde süslü, güzel giysilerinizi kuşanın. Yiyin, için fakat israf etmeyin. Allah israf edenleri sevmez.”
“ De ki: Allah’ın kulları için çıkardığı süsü, güzel ve tatlı rızıkları kim haram etmiş? ...”
diyerek,
takı türünden olan ziynetlerini, kadın-erkek herkesin mescit gibi en kalabalık yerlerde teşhir etmelerini istememiş midir?,
Burada altın ya da gümüş gibi bir istisna getirmiş midir?, Kısıtlamış mıdır?
Nur;31ci ayette, kadınlardan namahrem olanlara göstermemeleri emredilen ve ayaklarını yere vurmak suretiyle belli etmemeleri istenen “ZİYNETLER”, bilezik, kolye, küpe, halhal, hızma, pazubent ve gerdanlık gibi takılar mıdır? Yoksa başka şeyler midir?
Değerli Kardeşim!
Örtünme ve elbise giyme zaman içerisinde;
1. Zamana,
2. Toplumun geleneklerine,
3. İklim şartlarına göre,
4. Meslek gruplarına,
5. Makam ve mevkiye
ve daha birçok etkenlere göre değişiklik göstermiştir.
Tüm toplumlar tarih boyunca kıyafetlerinde değişiklik göstermişlerdir.
Kur’an’ın indiği dönemde inkar edilemeyecek bir gerçek, bir sosyal olgu vardır.
O da hürlük ve kölelik olgusudur.
Hürler (erkek ve kadın) başlarını örterler, hür olmayanlar( erkek ve kadın) başlarını örtemezlerdi.
Bu durum kendilerine geleneksel olarak geçmiş eski bir kültüre dayanmaktaydı.
Örtünmenin tarihi Adem peygamberimizle Havva Anamıza kadar dayanır. Onların bedenlerini fark ettikleri zaman cennet yapraklarıyla örttükleri Kur’an ‘da bildirilir.
A’raf 22:” Fedellahüma biğurur* felemma zâkaş şecerete bedet lehüma sev'atühüma ve tafika yahsifani aleyhima min verekıl cenneti, ve nadahüma Rabbühüma elem enheküma an tilkümeş şecereti ve ekul leküma inneş şeytane leküma adüvvün mübiyn; Böylece onları aldatarak aşağı sarkıttı. O ikisi, o malum şecere’den tadınca, sev’atları/ bedenleri kendilerine zahir oldu. Cennet yapraklarından üzerlerine örtmeye başladılar. Rableri onlara nida etti: “Ben size şu şecereyi nehyetmedim mi; ve ben size demedim mi muhakkak şeytan sizin için apaçık düşmandır?”.
Yine A’raf 26 da: Bedenleri örtecek elbiseden sözedilerek en güzel elbisenin takva elbisesi olduğu vurgulanır.
A’raf;26:” Ya Beniy Ademe kad enzelna aleyküm libasen yüvariy sev'atiküm ve riyşa* ve libasüt takva zâlike hayr* zâlike min ayatillahi leallehüm yezzekkerun; Ya AdemOğulları. Hakikaten size sev’at’ınızı /bedeninizi örtecek libas ve süs-zinet olan giysi inzal ettik. Takva Libası elbette en hayırlısıdır. İşte bu Allah Ayetlerindendir; ki belki düşünüp öğüt alırlar.
Nahl 80,81 de: Örtünmenin tabiat şartlarına ve her türlü dış etkilere karşı kendimizi korumak için olduğu belirtilir.
Nahl;80 VAllahu ceale leküm min buyutiküm sekenen ve ceale leküm min culudil en'ami buyuten testehıffuneha yevme za'niküm ve yevme ikametiküm, ve min asvafiha ve evbariha ve eş'ariha esasen ve metaan ila hıyn;” Allah evlerinizi sizin için seken /huzur evi kıldı. Sizin için en’am’ın /hayvanların cildlerinden, göç gününüzde ve ikamet gününüzde, kolayca taşıyıp kullanacağınız evler; ve yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından esâs /ev-giyim-kuşam eşyası ve muayyen bir süreye kadar faydalanma .
Nahl 81:” VAllahu ceale leküm mimma haleka zılalen ve ceale leküm minelcibali eknanen ve ceale leküm serabiyle tekıykümül harre ve serabiyle tekıyküm be'seküm* kezâlike yütimmu nı'metehu aleyküm lealleküm tüslimun; Allah, yarattığı şeylerden sizin için gölgeler yaptı ve sizin için dağlardan eknan /sığınıp barınılacak yerler oluşturdu ve sizin için, sizi sıcaktan koruyan serabil /gömlekler, elbiseler ve sizi be’sinizden /harpten… koruyan serabil yarattı. İşte böylece üzerinize ni’metini tamamlıyor ki müslimler olasınız.
Değerli Kardeşim!
Örtünme ile ilgili olarak getirilen esasların amacı, ilkel kanunlarda ve kültürlerdeki sosyal farklılığın gösterilmesi değildir.
İslamdaki zinet ve avretleri açığa vurmamakdan kasıt:
1. Toplumda barış ve mutluluk içerisinde bir hayat sağlansın;
2. Karşı cinsler birbirine şehvet açısından tahrikkar olmasınlar ve bu tahrik sonucu toplumda iffetsizlik ve huzursuzluk baş göstermesin.
3. Giyim ve kuşama müdahele ile toplumun namusu ve nezihliği korunsun;
4. Kadın ve erkekten olabilecek tahrik,teşvik ve meyletme eylemlerini kalksın, Şehvetin her an uyarılmadığı, kan ve et tepkilerininin her zaman tahrik edilmediği temiz bir toplum oluşsun
5. Sürekli teşvik ve tahrik eylemleri, sönmeyen ve doyulmayan bir şehvet azgınlığı meydana getirmesin.
6. Kasıtlı bir bakış, teşvik edici bir davranış,tahrik edici bir süsleniş ve çıplak bir vücutla hayvani arzular kamçılanmasın, sinir ve iradenin dizginini elden çıkarmasın.
7.Tahrik,teşvik ve cinsel davetlere karşı direnerek bir çok sinirsel problemler oluşmasın
Tüm bunlara bağlı olarak çıkacak fitne ve fesad önlensin vb… şeyler olabilir.
Dinimiz;
İki cins arasındaki bu derin ve fıtri arzuyu sağlıklı olarak ve doğal gücünde bırakıp yapay yollarla kışkırtmadan, güvenli ve temiz konumunda kullanmayı düzenler.
Materyalist düşünceye göre (Freud):
- Normal bakışlar,
- serbestçe konuşmalar,
- kadın ve erkeğin bir arada düşüp kalkması,
- iki cins arasındaki serbestçe oynaşmalar,
sözde:
1. İçi ferahlatır,
2. Morali düzeltir,
3. Hapsedilen arzuları serbest bırakır,
4. Sinir hastalıklarını ortadan kaldırır,
5. Cinsel baskıyı azaltır,
Sonuç olarak da toplumda güvenli, hoş olmayan davranışları ortadan kaldırır.
Bu nazariyelere aldanıp fuhşiyat bataklığına düşen toplumlarda ise durum ortadadır.
Buhran üstüne buhran oluşmuştur. Bu durum dünyanın her yerinde görülmektedir.
Erkek ve kadın arasındaki cinsel eğilim yaratılıştan vardır.
Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah bu eğilimi, yeryüzünde hayatın devam etmesi ve insan oğlunun yeryüzünde halifeliğini gerçekleştirmesi için bir sebeb yaratmıştır.
Bu eğilim:
1. Süreklidir.
2. Geçici olarak sönse de sonra yeniden canlanmaktadır.
3. Onu sürekli tahrik etmek ihtirasını daha da artırmaktadır.
Bakış arzu uyandırır, hareket kamçılar,gülüş de teşvik eder. Bu gerçekleşmeyince de kamçılanmış sinirler yorulur.
En güvenlisi bu kışkırtma etkenlerini ve eğilimlerini kendi doğal sınırları içinde kalacak şekilde azaltmak ve sonra da onu meşru yollardan doyuma ulaştırmaktır.
İslamın seçtiği metot budur.
- Fıtratı terbiye etmek;
- insan gücünü hayatın diğer uğraşlarına yöneltmek.
- Sürekli olarak et ve kan tepkisine boyun eğdirmemek .
Nur 31” Ve kul lil mu'minati yağdudne min ebsarihinne ve yahfazne fürucehünne ve la yübdiyne ziynetehünne illâ ma zahere minha vel yadribne bi hümurihinne alâ cüyubihinn* ve la yübdiyne zinetehünne illâ libüuletihinne ev abaihinne ev abai büuletihinne ev ebnaihinne ev ebnai büuletihinne ev ıhvanihinne ev beniy ıhvanihinne ev beniy ehavatihinne ev nisaihinne ev ma meleket eymanühünne evittabiıyne ğayri ülil irbeti minerricali evittıflilleziyne lem yazheru alâ avratin nisa’* ve la yadribne bi ercülihinne liyu'leme ma yuhfiyne min ziynetihinn* ve tubu ilellahi cemiy’an eyyühel mu'minune lealleküm tüflihun; Mü’min kadınlara da de ki:
Gözlerini yumup sıksınlar/sakınsınlar ,bakışlarından ba’zısını aşağı indirsinler,
ferclerini /cinsiyet organlarını muhafaza etsinler ve
ziynetlerini,
ondan zahir olan müstesna
açığa vurmasınlar.
Hımarlarını /örtülerini/başörtülerini yakalarının üzerine darbetsinler.
Ziynetlerini izhar etmesinler.
Ancak :
Kocaları,
yahut babaları,
yahut kocalarının babaları,
yahut oğulları,
yahut kocalarının oğulları,
yahut erkek kardeşleri,
yahut erkek kardeşlerinin oğulları,
yahut kız kardeşlerinin oğulları,
yahut kadınları /hemcinsleri,
yahut sağ ellerinin malik oldukları ,
yahut rical’den irbet /ihtiyaç, meyil sahibinden başka tabileri
yahut kadınların avreti üzere zahir olmamış erkek çocuklar.
Ve ziynetlerinden gizledikleri şey bilinsin diye ayaklarını vurmasınlar.
Ey o mü’minler /erkek-kadın ayrımı olmaksızın iman eden insanlar,
hepiniz cemi’an Allah’a tevbe edin ki iflah edesiniz.
Mü’min kadınlara da de ki:
Gözlerini yumup sıksınlar/sakınsınlar ,bakışlarından ba’zısını aşağı indirsinler,
30. ayette mümin erkeklere de aynı talimat verilmiştir.
Dikkat edilirse, yasaklanan bakışların tamamı değil, bir kısmıdır, bazılarıdır.
Ayetin sadedinden, bu bakışların, davetkâr, tahrik edici, şehvet uyandırıcı bakışlar olduğu anlaşılmaktadır.
Yani, hem kadının hem erkeğin, fıtratlarında var olan arzuları uyandırarak şehvete dönüştürecek tarzda birbirlerine bakmamaları, iffetlerini korumaları gerekmektedir.
Bu arzuları uyandırmadan birbirlerini görmelerinde ise sakınca yoktur.
Fakat Âl-i Imran suresinin 14. ayetinde bildirildiği gibi erkek ile kadın arasındaki çekim, her ikisinin de fıtratlarında olduğu için, sürekli bakışların bu arzuları uyandırması kuvvetle muhtemeldir.
ferclerini /cinsiyet organlarını muhafaza etsinler ve
Yani, zina ve zinaya uzanan hareketlerden kaçınsınlar.
ziynetlerini,
ondan zahir olan müstesna
açığa vurmasınlar.
Ziynet; Kur’an dilinde, güzelleştirmeye, güzel ve çekici göstermeye, hoşlanacak hâle getirmeye yarayan süs demektir.
Nitekim dinimizde de bir takım süs eşyalarına “ziynet eşyası” denilmektedir.
Sözcük Kur’an’da hem olumlu hem de olumsuz olarak bu anlamda kullanılmıştır.
Şeytanın, inkârcılara, kendi kötü amellerini güzel-hoş gösterdiğini bildiren
En’âm; 43:” …ve zeyyene lehümüşşeytanu ma kânu ya'melun;”
Enfal; 48:” Ve iz zeyyene lehümüş şeytanü a'malehüm…”
Bu ayetler; Şeytanın, inkârcılara, kendi kötü amellerini güzel-hoş gösterdiğini bildirmektedir.
Kasas; 79:” Feharece alâ kamihi fiy zinetih…”
Karun’un, kavminin karşısına ziyneti ile çıktığını bildiren bu ayet, “Ziynet”in olumsuz anlamda kullanılışına birer örnektir.
Alemlerin Rabb’i olan Yüce Allah:
Hucurat; 7:”… lakinnAllahe habbebe ileykümül iymane ve zeyyenehu fiy kulubiküm…”
İmanı müminlere sevdirerek kalplerini süslediğini;.
Fussılet; 12:”… ve zeyyennes Semaed dünya bi mesabiyha ve hıfza…”
.
Mülk; 5:” Ve lekad zeyyennes semaeddünya bimesabiyha…”
Bu iki ayette gökyüzünün kandillerle süslendiğini;.
Ta Ha; 59:” Kale mev'ıdüküm yevmüzziyneti…”
Musa peygamberin ,Firavun’un büyücüleriyle buluşma gününün “ziynet günü” olmasını istediğini bildiriyor.
Yukarıdaki dört ayetde de “ziynet” olumlu anlamda kullanılmıştır.
Kehf; 46:”El malu vel benune ziynetül hayatid dünya…”
“Mal ve oğullar dünya hayatının süsüdür.”
Bu ayet de, hem ziynet sözcüğünün kapsamını belirtmekte ve hem de Arapların ziynet sözcüğüne nasıl bir anlam yüklediğini en iyi şekilde anlatmaktadır.
Ancak, konumuz olan ayette, kadınlardan namahrem olanlara göstermemeleri emredilen ve ayaklarını yere vurmak suretiyle belli etmemeleri istenen ziynetler, hiç şüphesiz, bilezik, kolye, küpe, halhal, hızma, pazubent ve gerdanlık gibi takılar değildir.
Bu ayetteki ziynetin bu çeşit takılar olduğunu düşünmek, ayetin hedefi açısından son derece isabetsiz olur ve ayet hiç anlaşılamaz.
Çünkü, bir an için ziynet sözcüğü ile takıların kastedildiği düşünülecek olursa, Allah’ın bu ifadeyle kadınların takı takmalarını esasında uygun görmüş olduğu zımnen kabul edilmiş olur.
Bu takdirde ise hem takı takmanın sakıncasız görülmesi hem de takıların saklanmasının istenmesi gibi bir durum ortaya çıkmaktadır ki bu düpedüz tutarsızlıktır.
Zira takı, göstermek için takılır. Görünmemesi gereken takının herhangi bir anlamı olmaz.
Bu ayetteki “ziynet” sözcüğünden, takı türü eşyaların anlaşılması, ayetin bütünselliği açısından da mümkün değildir.
Şöyle ki: Kadınların taktıkları süs eşyaları, cinsel tahrik unsuru olmaktan çok gururlanmak, büyüklenmek, argo tabiri ile hava basmak amacı ile takılan eşyalardır.
Eğer bu ayet ile böbürlenmenin, hava basmanın önüne geçilmek istenseydi, ziynetlerin herkesten saklanması talimatı verilmesi gerekirdi.
Oysa ayette kadınların ziynetlerini diğer kadınların yanında açabilecekleri ifade edilmektedir.
Şu halde bu ayette konu edilen “ziynet”, gösterişe yönelik takılar değil, erkeklerin yanında açığa vurulmaması gereken, bu sebeple de cinsel arzu uyandırdığının düşünülmesi gereken başka “ziynet”lerdir.
Ayrıca da Rabbimiz;
A’râf 31 :” Ya Beniy Ademe huzu ziyneteküm ınde külli mescidin ve külu veşrebu ve la tüsrifu* innehu la yuhıbbul müsrifiyn Ya Adem Oğulları her mescid /secde yeri indinde ziynetinizi alın. Yeyin, için, israf etmeyin. Çünkü O, israfedenleri sevmez.
A’râf 32:” Kul men harrame ziynetellahilletiy ahrece li ıbadihi vettayyibati miner rızk* kul hiye lilleziyne amenu fiyl hayatid dünya halisaten yevmel kıyameti, kezâlike nufassılul ayati li kavmin ya'lemun; De ki: “Kim haram etti Allah Ziyneti’ni -ki kulları için çıkarmıştır- ve rızkın tayyibatını?”. De ki: “O, dünya hayatında iman edenlerindir, kiyamet gününde ise yalnız onlarındır. Bilen bir kavim için ayetleri işte böyle tafsil ediyoruz.
demek suretiyle, takı türünden olan ziynetlerini, kadın-erkek herkesin mescit gibi en kalabalık yerlerde teşhir etmelerini istemiş, hem de buna altın veya gümüş gibi bir istisna getirmemiş, kısıtlamamıştır.
Demek oluyor ki, bu ayetteki “ziynet” sözcüğü süs eşyası değil, sözlük anlamına uygun olan bir mecazî anlamla;
“kadının, erkekler tarafından cazibeli görülen, çekici bulunan, cinsel arzuların uyanmasına vesile olacak olan vücut organları” anlamındadır.
Ancak, ziynet olan bu organlardan sadece belli organlar anlaşılmamalı, kadının hemen hemen bütün vücudunun ziynet olduğu unutulmamalıdır.
Sonuç olarak Nur suresinin 31. ayetindeki “ziynet” sözcüğü, ayetin devamından da kolayca anlaşılacağı gibi; “kadınların cazip yerleri, yani erkekler için cinsel tahrik unsuru olan, kadınların da erkeğe kendisini beğendirebilmek için kullanabileceği organlardır.”
Kadının saçları ziynet midir?
Saçlar doğal hâlleriyle ziynet değildir. Ama erkeklerin dikkatini çekmek üzere boyanıp şekillendirilen saçlar, ziynet özelliği kazanır.
Kadının sesi ziynet midir?
Yine saçlar gibi doğal olan, konuşmada ve okumada kullanılan normal sesin ziynetliği konu edilemez.
Ama sesin, çeşitli gayretlerle (meselâ, kısık ses çıkartılarak) sahibini şuh, istekli, işveli göstermesi mümkündür ve karşı cinse âdeta mesaj veren bu tip sesler ziynet sınıfına girer.
ondan zahir olan müstesna
..... -görünenler hariç- ......
Bu istisna cümlesi ile ilgili olarak bugüne kadar bütün yazılanlar, anlatılanlar ayetin lâfzî manasını ifade etmekten uzak kalmıştır. Çünkü bu ayetin meal ve tefsirlerini (!) yazanlar, rivayetler ve hikâyeler arasında ayetin lâfzî manası ile birlikte kaybolup gitmişler, sonuçta da hiç kimseyi ikna ve tatmin edememişlerdir.
Yukarıda belirtildiği gibi, kadının hemen hemen bütün vücudu ziynettir.
Erkek için çekici, cinsel istek uyandırıcı olan bu ziynet kadının kendisi için de, karşı cinsi cezbetmeye yarayan bir silâh gibidir.
Fakat, Rabbimizin bizlere sunduğu hayat ev dışına, dünyaya çıkmayı ve sürekli çalışmayı gerektirmektedir.
Yani herkes toplum içinde bir yer edinmelidir. İnsan; ayaklarıyla yürüyecek; elleriyle çeşitli işler yapacak, yazacak; gözleriyle görecek, okuyacak; dudaklarıyla konuşacak, gülecektir ki, toplum içinde yer alabilsin, tanınsın.
Yani insanın toplum içinde yaşayabilmesi için ellerinin, ayaklarının ve yüzünün işlev görür vaziyette; açık ve serbest olması lâzımdır.
Kadınlarda ise bu uzuvların ziynet olduğu şüphesizdir.
Çünkü onların kaşlarına, gözlerine, dudaklarına, yanaklarındaki gamzelere binlerce, şiir ve gazel yazılmış, türkü ve şarkı bestelenmiştir.
İşte açıkta olan ziynetler bunlardır; eller, ayaklar ve yüz. Tabiî ki yüzde olan kaşlar, gözler, dudaklar, yanaklar da.
Ama bu ziynetler açıkta olmalıdırlar, olmazlarsa işlev göremezler.
Ayrıca, bu uzuvlar, yani yüz ve yüzdeki uzuvlar, kişilerin kimliklerinin de simgesidir. Toplumdaki bireyler yüzleri ve yüzlerindeki uzuvlarıyla birbirlerinden ayırt edilirler ve bu ayrım, yani kimin kim olduğunun bilinmesi sosyal hayatın en önemli gereğidir.
Toplum içinde yüzün saklanması, kimliğin saklanması anlamına gelir. Yüzü örtülü bir hırsız, bir cani, bir zâni tespit edilemez ve böyle bir duruma da toplum yaşamında hiçbir işlem için izin verilemez.
Dolayısıyla bu organlar ziynet olmalarına rağmen açıkta tutulmalıdır.
Bir kadının göğüsleri, kalçası, karnı, kasığı açıkta olmazsa, onun toplum içindeki yaşamında bir aksama meydana gelmez.
Ama yüz ile normal işleve engel olmayacak şekilde ellerin ve ayakların açıkta bulunmaması, kişinin çalışmasına engel olur, toplum içindeki hayatını olumsuz yönde etkiler.
Bunlar dışındaki organlar ise, mümin kadınlar tarafından açığa vurulmamalı, böylece erkekler için tahriklere ve kendileri için de tacizlere yol açılmamalıdır.
Temel kaynaklardan öğrendiğimize göre asr-ı saadet denilen dönemde peygamberimizin eşlerine yolda rastlayanlar, onlarla kim olduklarını bilerek, isimleriyle hitap ederek konuşmuşlardır.
Onların yüzleri kapalı olup da elbiselerinin önünde ve arkasında, bugünkü araç plâkaları gibi, tanıtıcı yazılar olmadığına göre, müminlerin anneleri olan peygamberimizin eşleri de yüzlerinden tanınmıştır.
Bu konuda üzerinde durulması gereken diğer bir husus da erkeklerin durumudur.
Zannedildiği gibi toplumun iffetini sağlamak sadece kadınların görevi değildir.
30. ayette kendilerine “bakışlarının bir kısmını kıssınlar” diye emir verilmiş olan erkekler de toplumda iffetin sağlanmasına mecburen katılacaklardır.
Onlara düşen görev, kadınların örtmek zorunda olmadıkları ziynetlerine arzu uyandırmadan, davetkâr olmadan, “bakışlarını kısarak” bakmaktır.
Böylece toplumun iffeti her iki cins tarafından ortaklaşa gerçekleştirilecektir.
Ayette kadınlara, görünenler hariç ziynetlerini örtüyle örtmeleri söylenmemiş, açığa vurmamaları söylenmiştir.
Yani kastedilen cildin görünmemesi, üzerlerinin elbiseyle örtülmesi değil, ziynetlerin belli edilmemesidir.
Gerçekten de çok dar kıyafetlerle belin inceliğinin, kalçanın ve kasıkların yapısının, göğüslerin büyüklüğünün, başkaları tarafından, çıplak olunmasından farksız biçimde anlaşılması, görülmesi mümkündür.
İşte “açığa vurmak” tabiri böyle durumları kapsamaktadır.
Allah’ın bu kurallarla kastı açıktır:
İffet korunacak, dişilik dışa vurulmayacaktır.
Günümüzde tesettür adı altında giyilen model model elbiseler, kadınların ziynetlerini daha da belirginleştirmekte, kapalıymış gibi gösterip daha da açmaktadır.
Tesettür artık bir kazanç sektörü hâline gelmiştir ve modaya kurban gitmiştir.
Bir başka ifade ile tesettür, kadını örtmekte ama aslında daha çekici hâle getirmekte, yani yeni bir “örtülü çıplaklar” kitlesi oluşturmaktadır.
Hımarlarını /örtülerini/başörtülerini yakalarının üzerine darbetsinler.
Ayetin bu kısmının iyi anlaşılabilmesi, “humur” sözcüğünün anlamının iyi bilinmesine bağlıdır.
“Humur” sözcüğü, “örtmek” anlamındaki “hamr” kökünden türetilmiş ve “örtü” demek olan “himar” sözcüğünün çoğuludur.
Lisan-ül Arab, el-Mu’cem ül-Vasıf, el- Müncid, Tac ül-Arus gibi temel kaynak niteliğindeki lügatlerde “himar”ın özel olarak başörtüsü anlamında olmayıp, genel “örtü” anlamında olduğu yer almakta ve başörtüsü anlamında da “mikna’” ve “nasıyf” sözcükleri gösterilmektedir.
Örfte ise kadının başörtüsünün adı olan “himar” sözcüğünün, Kur’an’ın indiği dönemde de bu örfî anlamı taşıyıp taşımadığı kesin olarak tespit edilememektedir.
“Ceyb”, yaka, gömleğin göğüs yırtmacıdır. “Örtülerini yakalarının üstüne koysunlar.” cümlesinde, “himar” sözcüğü genel anlamı olan “örtü” olarak değerlendirilirse, ayette kadınlara örtülerini yaka yırtmaçlarının üstüne koymalarının emredildiği söylenebilir ki bu durumda başörtüsü söz konusu değildir.
Yani ayette başın değil, göğsün örtülmesi emredilmiş olur.
Ama “himar” sözcüğü özel anlamı olan “başörtüsü” olarak değerlendirilir ve Kur’an’da da bu anlamda kullanıldığı kabul edilirse, ayette kadınlara, başörtülerini yakalarının üstüne koyup gerdanlarını kapatmalarının emredildiği söylenebilir.
Bu takdirde “himar”, saçları kapatan başörtüsü olmaktadır.
Kur’an’ın indiği dönemde hür kadınların başörtüsü kullandıkları bir gerçek olduğuna göre sözcüğün Kur’an’da bu anlamda kullanılmış olma ihtimali de vardır.
“Himar” sözcüğü üzerinde bugüne kadar bir çok yorum yapılmış ve bu yorumlar sonucunda olur olmaz bir çok görüş ortaya çıkmıştır.
Ama maalesef sağlam bir ortak görüş belirlenememiştir.
Bu durum, kesinlikle, toplumda yerleşmiş olan hataları, yanlışları açıklama ve düzeltme çabası ve cesareti gösteremeyen “din bilgini” denilen kesimin suçudur.
Arap kadınlarının göğüs kısmı yırtmaçlı elbiseler giydiği mütevatir bilgilerle sabit olduğuna göre bizim görüşümüz; göğüsleri açık kadınlara, başlarına örttükleri örtüleri göğüslerinin üzerine indirerek göğüslerini de örtmelerinin emredildiği yolundadır.
Dikkat edilirse Kur’an’da açıkça “başlarını örtsünler” şeklinde bir ifade bulunmamakta, “başörtülerini salsınlar” ifadesi yer almaktadır.
Bu durumda ayetten, mantıken, başların örtülü olarak kabul edildiği ve var olan bu fiilî durumun problem teşkil etmediği sonuçlarını çıkarmak mümkündür.
Fakat Arap kadınları başörtülerini sırtlarına sarkıtıyor olmalılar ki, gerdan ve göğüs kısımları açıkta kalmakta ve ayette de bu kısmın, başörtüsünün göğüs yırtmacının üzerine salınması suretiyle kapatılması istenmektedir.
O çağda sutyen tipi iç çamaşırlarının henüz keşfedilmediği gerçeği göz önüne alındığında, Arap kadınlarının göğüslerinin görülebilmekte olduğu ama onların bunu umursamadıkları anlaşılmaktadır.
Başörtüsünün göğüs üzerine indirilmesi de bu gerekçe ile istenmektedir.
Eğer başlardaki örtü Rabbimizin tasvip etmediği bir şey olsaydı, baştaki örtüden hiç bahsedilmeden sadece göğüslerin kapatılması üzerinde durulur ve “yırtmaçsız elbise giysinler” veya “yırtmaçlarını diksinler” türünden emirler verilirdi.
Bu durum da göstermektedir ki, Yüce Allah toplumun başörtüsü geleneğine müdahale etmemiştir.
Sonuç olarak ayetin bu kısmında başların örtüleceğine dair bir anlam yoktur.
Kocaları,
yahut babaları,
yahut kocalarının babaları,
yahut oğulları,
yahut kocalarının oğulları,
yahut erkek kardeşleri,
yahut erkek kardeşlerinin oğulları,
yahut kız kardeşlerinin oğulları,
yahut kadınları /hemcinsleri,
Burada sayılan kişilerin ayrıca açıklanmasına gerek yoktur, herkes tarafından anlaşılmaktadır.
yahut kadınlar,
Buradaki “nisâihinne” sözcüğü Ahzab suresinin 55. ayetinde de geçmekte olup, “o kadınların kadınları” demektir.
Ancak bu sözcüğün sonundaki “hinne” cem’i müennes zamiri, ayetin icaz ve edebî yapısından, armonik özellik sebebiyle burada yer almıştır. Yani bu zamirin, sözcüğün sonunda yer alması Üslûp birliği ve galip ihtimale göredir (ilm-i meânî).
Dolayısıyla sözcük anlamlandırılırken bu zamir ihmal edilmeli, “nisâihinne” ifadesi “o kadınların kadınları” olarak değil, “kadınlar” olarak değerlendirilmelidir.
Bu hususu dikkate almayan bir çok tefsir (!) ve fıkıh bilgini, kadınların kadınlarının kimler olacağı hakkında çıkmaza girmişler, olur olmaz fetvalar üretmişlerdir.
Ayetteki ifade ile tüm kadınlar, kadın cinsi kastedilmiştir.
Dünyadaki tüm kadınlar (Müslim veya gayrimüslim) birbirlerinin mahremidirler yani birbirleriyle evlenemezler.
Dolayısıyla kadının, kadına haram kılınmasının mantığı yoktur.
Kadınlar, ziynetlerin açığa vurulmaması emrinin istisnaları arasında yer almıştır.
Ender karşılaşılan lezbiyenlik ise, bir sapkınlık, bir sapıklık olduğu için, hiç kale alınmamış, ihmal edilmiştir.
yahut sağ ellerinin malik oldukları,
Bu ifade, o günkü yasalara göre kişilerin, üzerinde hak sahibi olduklarını ifade etmektedir.
Ayetteki ifade geneldir ve kadın-erkek tümünü kapsar.
Gerçekten de üzerlerinde hak sahibi olunan kişilerle sürekli beraber olunduğundan bunlar aile bireyleri gibi olmuşlardır.
Onlardan gizlenmek ve bir şeyleri gizlemek çok zordur.
yahut kadınların avretlerini/ cinsel organlarını henüz anlayacak yaşa gelmemiş çocuklar.
“Avret” sözcüğü, kavram olarak “ziynet” sözcüğü ile karıştırılmış ve aynı anlamda kullanılmıştır.
Bu yanlış sonucunda da “kadının her tarafı avrettir” görüşü ortaya çıkmıştır.
Hatta ülkemizin bazı yörelerinde bu yanlış görüşün bir uzantısı olarak hanımlara “avrat” denmektedir.
Bu yanlış ve ilkel anlayış Kur’an’ın ruhuna da aykırı olup, ne yazık ki çok uzun yıllardan bugüne kadar gelmiştir.
Dikkat edilecek olursa Kur’an’da “kadınları henüz anlayacak yaşa gelmemiş çocuklar” denmeyip,
“kadınların avretlerini henüz anlayacak yaşa gelmemiş çocuklar” denmiştir.
Bu ifadeden ise, kadınların her yerlerinin avret olmayıp, kadınlarda avret yerlerinin bulunduğu, yani kadınların bazı yerlerinin avret olduğu anlaşılmaktadır.
“Avret” sözcüğü, “ar” sözcüğünden türemiş olup, sözlük anlamı;
“yarık, yırtık, açık, korumasız” demektir.
Sözcüğün çoğulu da “avrât” diye söylenir.
Bu sözcüğün Kur’an’da hangi anlamda kullanıldığını görmek için, sözcüğün geçtiği diğer ayetlere de bakmak gerekir:
Ahzab; 13: Ve iz kalet taifetün minhüm ya ehle yesribe la mükame leküm ferciu* ve yeste'zinü feriykun minhümün Nebîyye yekulune inne buyutena avretün ve ma hiye bi avretin, in yüriydune illâ firara; Ve hani onlardan bir taife dedi ki: “Ey Ehl-i Yesrib Sizin için mukam /makam, kalınacak yer yoktur; rücu’ edin/ geri dönün!” Onlardan bir fırka ise: “Muhakkak ki evlerimiz avret/ muhafazasız, açık’tir” diyerek O Nebî’den izin istiyordu. Halbuki onlar avret/ muhafazasız, açık değildir. Onlar firardan /kaçmaktan) başka bir şey irade etmiyorlardı.
Nur; 58: Ya eyyühelleziyne amenu li yeste'zinkümülleziyne meleket eymanüküm velleziyne lem yeblüğul hulüme minküm selâse merrat* min kabli Salatil Fecri ve hıyne tedaune siyabeküm minez zahıreti ve min ba'di Salatil ışa'* selasü avratin leküm* leyse aleyküm ve la aleyhim cünahun ba'dehünn* tavvafune aleyküm ba'duküm alâ ba'd* kezâlike yübeyyinullahu lekümül ayat* vAllahu Aliymun Hakiym; Ey iman edenler! Sağ ellerinizin malik olduğu kimseler ve sizden akil-baliğ olmayanlarınız, sizden üç defa izin istesinler. Salat-ı Fecir’den önce, öğlen elbiselerinizi çıkarıp koyduğunuz vakit ve Salat-ı Işa’dan sonra. sizin için üç avret/ muhafazasız, açık tir. Bunlardan sonra sizin ve onların üzerine bir günah yoktur. yanınızda dolaşırlar; yani birbirinizin yanında dolaşırsınız. İşte böylece Allah ayetleri size açıklıyor. Allah Aliym’dir, Hakiym’dir
Görüldüğü gibi “avret” sözcüğü Ahzab suresinin 13. ayetinde iki kez geçmektedir ve her ikisinde de “açık, korumasız” anlamındadır.
Nur suresinin 58. ayetinde ise çoğul hâliyle “avrât” olarak geçen sözcük, bu kez insanların korumasız, savunmasız pozisyonunu anlatmak için kullanılmış ve sabah namazı öncesi, öğle vakti gaylûle denilen uyku zamanı ve yatsı namazı sonrası, üç avret olarak nitelenmiştir.
Gerçekten de insanın kendisine ait, kişisel olan bu zamanlar, korunma, savunma, kendine çeki düzen verme imkânının olmadığı zamanlardır.
Yukarıdaki ayetlerden “avret” sözcüğünün, “muhkem olmayan, sağlam olmayan, kendini koruyamayan” anlamlarında kullanıldığı kesin olarak öğrenildikten sonra konumuz olan Nur suresindeki “avrâtünnisa/ kadınların avretleri” tamlamasının daha kolay anlaşılması mümkündür.
“Avrâtünnisa” tamlamasındaki “avret” sözcüğü de yine aynı anlamda olup, kadınların korunmasız, karşı koyamayan, savunma yapamayan yerleri için kullanılmıştır.
Kadınların bu nitelikli organları, yani pasif organları ise, cinsel organı ile makatıdır.
Çünkü bu organlar el gibi, ayak gibi, göz gibi kendisini dış etkilere karşı koruyamaz, savunma yapamaz, haricî etkilere tepki veremez.
Ve ziynetlerinden gizledikleri şey bilinsin diye ayaklarını vurmasınlar.
Burada örtünmüş, ziynetini gizlemiş kadınların ayak oyunlarıylazinetlerini dışa vurmamaları emredilmektedir.
Kırıtmak, kalça ve göbek sallamak vb. yollarla memelerin,göğüslerin, kalçaların karşı cinsi tahrik ve teşvik edici bir tarzda davetkar bir biçimde kullanılması, belirginleştirilmesi yasaklanıyor.
Ey o mü’minler /erkek-kadın ayrımı olmaksızın iman eden insanlar,
hepiniz cemi’an Allah’a tevbe edin ki iflah edesiniz.
Geçmişte bu konuyla ilgili yapılan hatalar Allah’a havale edilecek gelecek için elbirliğiyle Rabbimizin bu buyruklarına uyulacaktır.
Bu ayetteki kurallar toplumsal yaşamımızın huzurlu olması için gerekli olan kurallardır.
Dinimizin getirdiği belli bir kıyafet modeli yoktur. Kıyafet zamana göre değişebilir. Önemli olan Kur’an’ın getirdiğiölçülerde bedenin zinet olan bölümlerini gizlemektir.
Örtünmenin / zinet saklamanın Allah’a karşı yapılması anlayışı dinin dışında bir anlayıştır.
Kadın ve erkek toplumun bir parçasıdır. Her yerde beraber olmak konumundadır. İslam dini kolaylık dinidir. İnsanı zora ve tabiatının aksi şeylere zorlamaz.
Unutulmamalıdır ki Kadın evinin içinde:
1. Ya annedir.
2. Ya eştir.
3. Ya gelindir,
4. Ya kızdır,
5. ya da kızkardeştir.
Ama aynı kadın evinin dışında artık bir kadındır, karşı cinsi olan bir varlıktır.
Örtünme Allah’a karşı değil kullara karşıdır.
Son zamanlarda sıkça görülen ve duyulan kadının kendi evi içinde anasının, babasının,amcası,dayısı gibi mahremlerinin yanında dahi başını örtmesi gerektiği inancı dine aykırıdır. Bu dini zorlaştırmadan başka bir şey değildir. Dinin yararına değil zararınadır.
Hiç kimsenin din hükmü koymaya hakkı yoktur.
Kusursuzluk sadece Allah’a mahsusdur.
En doğrusunu bilen Allah’tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah’a emanet olunuz.
|