Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selamün Aleyküm! Değerli Kardeşlerim!
Zekât bir vergidir. Devlet toplayacağı bu vergiyi, Tevbe Sûresi'nin 60. âyetinde belirtilen yerlere harcar ki, bu âyette sayılanlar, yoksul kesim ve kamu giderleridir.
Zekât, devletin giderlerini karşılayacak, bütçesini oluşturacak gelir kaynağıdır.
Peygamber Efendimizin uygulamasında zekât kişilere verilmezdi.
Fakır, zenginden para alarak ezilmezdi.
Devlet, kişilerin zekâtlarını toplar, gerekli yerlere harcardı.
Ne miktar ve nereye harcanacağı ise imamın (devlet başkanının, yöneticilerin) kararına bağlı bir şeydir.
Zekât, dilde büyümek, artmak, bollaşmak anlamına gelir. Malın bollaşmasına neden olacağı için belli bir miktar sadaka vermeğe zekât denmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de zekât, genelde salât ile birlikte anılır.
Müzzemmil 3/20:”… ve ekımusSalate ve atuzZekâte ve akridullahe kardan hasena… “
“…salatı ikame edin,zekâtı verin ve Allah'a güzel bir borç verin…”
Alemlerin Rabb’i olan Yüce Allah, kendi rızâsı için fakîr kullarına veya kamu yararına yapılan yardımları kendisine verilmiş ödünç kabul eder ve onların karşılığını kat kat fazlasıyla verir. Verilen sadaka, malı eksiltmez, bereketlendirir.
Hac: 88/78:”… ekıymusSalate ve atüz Zekate va'tesımu billah…”
“… salatı ikame edin, zekatı verin ve Allah’a ı’tisam edin …”
Bakara: 92/43,” Ve ekıymusSalate ve atuzZekate verke’u ma’arraki’ıyn;” ”Ve salat’ı ikame edin, zekat’ı verin; rüku’ edenlerle beraber rüku’ edin.”
Bakara: 92/ 83, “…ve ekıymusSalate ve atuzZekate…”
“…salatı ikame edin ve zekatı verin…”.
Bakara: 92/110” Ve ekıymus Salate ve atuzZekate, ve ma tukaddimu lienfüsiküm min hayrin teciduhu indallah innAllahe bi ma ta'melune Basıyr;” ”Ve salatı ikame edin, zekatı verin. Nefsleriniz için hayırdan ne takdim ederseniz indAllah’da onu bulursunuz. Muhakkak ki Allah amellerinizi Basıyr’dir”
Nisa 98/77 :”… ekıymusSalate ve atüzZekate…”
“…salat’ı ikame edin ve zekatı verin…”
Mücâdele 104/13:”… ekıymusSalate ve atuzZekate…”
“…salatı ikame edin ve zekatı verin…”
Meselâ:
Ahzâb: 97/33:”… ve ekımnes Salate ve atiynez Zekate…”
“… salat’ı ikame ediniz ve zekatı veriniz…”
Lokman:57/4:” Elleziyne yukıymunes Salate ve yü'tunez Zekate…”
“Onlar ki, salatı ikame ederler, zekatı verirler…”
Beyine 101/5:”… yukıymusSalate ve yü'tüzZekate…”
Mâide 110/55:”… yukıymunes Salate ve yü'tunez Zekate…”
Nisa 98/162:”…mukıymiynes Salate vel mü'tunez Zekate…”
“…O salatı ikame edenler, zekâtı verenler,…”
A'râf 39/156:”… feseektübüha lilleziyne yettekune ve yü'tunez Zekate velleziyne hüm bi ayatina yu'minun;…”
“… Onu, korunanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım…”
Fussilet 61/7:” Elleziyne la yü'tunez Zekate ve hüm bil ahireti hüm kafirun;”
“Onlar ki zekât vermezler ve onlar âhireti de inkâr ederler. “
Hac: 88/41:” Elleziyne in mekkennahüm fiyl Ardı ekamus Salate ve atevüz Zekate ve emeru bil ma'rufi ve nehev anil münker ve Lillahi akıbetül ümur;”
“Onlari yer yüzünde iktidara getirdiğimiz takdirde salatı ikame ederler, zekâtı verirler, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeğe çalışırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir.”
Nûr 102/37:” Ricalun la tülhiyhim ticaretün ve la bey'un an zikrillahi ve ikamis Salati ve iytaizZekati, yehafune yevmen tetekallebu fiyhilkulubu vel ebsar;”
“Kendilerini ne ticaretin, ne de alışverişin Allah'ı anmaktan, salatı ikame etmekten, zekât vermekten alıkoymadığı erkekler. Yüreklerin ve gözlerin ters döneceği günden korkarlar.”
Mâide 110/12:”… lein ekamtümüs Salate ve ateytümüz Zekate ve amentüm Bi rusuliy ve azzertümuhüm ve akradtümullahe kardan hasenen leükeffirenne anküm seyyiatiküm…”
“…Eğer salatı ikame eder , zekâtı verirseniz; elçilerime inanır, onlara yardım eder ve Allah'a güzel borç verirseniz, elbette sizin günâhlarınızı örterim…”
Tevbe 113/5,11”… fein tabu ve ekamus Salate ve atevüz Zekate fehallu sebiylehüm…”
“…Eğer tevbe ederler, salatı ikame ederler, zekâtı verirlerse ise o vakit yollarını açın onların…”
Tevbe 113 /11:“Fein tabu ve ekamus Salate ve atevüz Zekate feıhvanüküm fiyd diyn…”
“Eğer tevbe eder, salat’ı ikame eder ve zekat’ı verirler ise, artık Din’de kardeşlerinizdirler…”
Tevbe 113/18:” …ve ekames Salate ve atezZekate ve lem yahşe illAllahe …”
“Salatı ikame eden, zekâtı veren ve Allah'tan başka kimseden haşyet duymayan...”
Zekâtın namazla beraber anılması ve emredilmesi, zekâtın da namaz gibi İslâm'ın esaslarından olduğunu gösterir.
Manen arınmak, büyümek, yücelmek anlamlarına gelen zekât, bir terim olarak zengin olan kişinin, malından belli bir miktarını fakirlere vermesi demektir ki adetâ verilen miktar, geri kalan malı temizlemekte ve onun artmasına vesîle olmaktadır.
Zekâtın Medine'de farz olduğu söylenirse de bu doğru değildir.
İniş sırasına göre 8. sırada yer alan
A'lâ 14’ de “Kad efleha men tezekkâ;” ”Arınıp tezkiye olan, gerçekten kurtulmuştur.”
zekât veren anlamındaki tezekkâ kelimesi, salât ile ikiz kardeş gibi bir arada bulunmuştur.
İniş sırasına göre 9. sûre olan
Leyl 18’de: ” ve ekames Salate ve atezZekate ve lem yahşe illAllahe feasa ülaike en yekûnu minel muhtediyn;” “En çok korunan da ondan uzak tutulur. O ki malını vererek arınır, yücelir."
buyurulmaktadır.
Yine ilk Mekke sûrelerinden olan
Kıyamet 31’de: “Fela saddeka ve la salla;” “Ne sadaka verdi, ne namaz kıldı"
Kıyamet 31/31 âyetindeki " saddeka “ ile de yine fakîre verilecek belli bir hak olan zekât kastedilmiştir. Çünkü anlamı daha geniş olmakla beraber "sadaka", "zekât" anlamında da kullanılır.
Mekke devrinin ortalarında inmiş bulunan
Meâric 79/24: ” Velleziyne fiy emvalihim hakkun ma'lum” ”Ve onlar ki, onların mallarında ma’lum bir hak vardır”
Meâric 79/25 ; “ “Lissaili velmahrum;”;” “Sail ve mahrum için.”
Ayeti ile
Yine Mekke devrinin ortalarında inen
Zâriyât 67/19:” Ve fiy emvalihim hakkun lissaili vel mahrum;
”Onların mallarında sail ve mahrum için bir hakk vardı.”
Âyetinde;
korunanların mallarında isteyene ve yoksula belli bir hisse bulunduğu anlatılmaktadır.
Belli miktar diye nitelendirilen sadaka, zekâttır.
Bu âyette çok önemli bir husus vardır:
Bu âyette zenginin malı içerisinde dilenciye ve yoksula bir hak ayrılmaktadır.
Sâil: isteyen, yani dilenen; mahrum, dilenemeyen, halini belli edemeyen fakirdir.
Zenginin fakire verdiği şey, kendi isteğine kalmış bir iyilik değil, fakîrin hakkıdır.
Allah, zenginlerin malları içerisinde fakirlere hak ayırmıştır.
Bu hakkı verirken ne zenginin övünmesi, ne de fakîrin ezilmesi gerekir.
Çünkü zengin, hak sahibine hakkını vermekte, fakır de ondan hakkini almaktadır.
Demek ki zekât, Medine devrinde değil, namaz gibi, İslâm'ın başlangıcından beri farz idi.
Allah, Kur'ân-ı Kerîm'in birçok yerinde fakirlere yardımı, onların bir hakkı olarak göstermektedir:
"Belli miktarın" ne kadar, yani yüzde kaç olduğu, ne Mekke'de ne de Medine'de inen sûrelerde açıklanmamıştır.
Medine'de inen Bakara: 92/177'nci âyetinde zekâtın kimlere verileceğine işaret edilmiş, daha sonra inen Tevbe Sûresi'nin 60'ncı âyetinde zekât verilecek kimseler ayrıntılı olarak anlatılmıştır.
Kur'ân-ı Kerîm, ilk muhatabı olan Arapların anlayacakları dil ve üslûb ile inmiştir.
Kur'ân'da kullanılan kelimeler, terimler Peygamber devrindeki insanların anladıkları sözcüklerdi.
Kur'ân'da zekât verenlerden övgü ile söz edildiğine göre demek ki Araplar, zekâtın ne anlama geldiğini biliyorlardı.
Bundan şu sonuca varıyoruz ki:
Malın belli bir miktarını fakirlere vermek biçimindeki sadakaya Araplar zekât diyorlar ve bunu yapanların ruhen temizleneceğine inanıyorlardı.
Bu, onlarda namaz, hac gibi köklü dinî geleneklerdendi.
Kur'ân, Arapların güzel geleneklerini ikrar veya emredip yaşatmış, kötü geleneklerini yasaklayıp kaldırmıştır.
İşte Araplarda uygulanan güzel geleneklerden biri de zekât idi.
Bu husus toplumda bilindiği için Kur'ân zekâtı emrederken onu tanımlamamıştır.
"Malın belli bir payı" tabiriyle, toplumdaki uygulamaya işaret etmiştir.
Daha sonra İslâm toplumu gelişip İslâm devleti kurulunca Peygamber Aleyhisselâm, Mekke devrinin ilk yıllarında Kur'ân'ın emriyle de desteklenip farz haline getirilen zekât geleneğini detaylandırmış, hangi tür maldan ne kadar zekât verileceğini açıklamıştır.
Verilen sadaka, malı eksiltmez, bereketlendirir.
Peygamber Efendimiz "Allah için sadaka verdiğiniz mal, sizin kendi malınızdır, geriye bıraktığınız mal, sizin değil, vârisinizin malıdır" buyurmuştur. (Buhârî, Rikâk: 12; Müslim, Zühd: 3; Tirmizî, Zühd: 31, Tefsir, Sûre: 102; İbn Hanbel, Müsned: 4/24,26.)
Tevbe 113/103:” Huz min emvalihim sadakaten tütahhiruhüm ve tüzekkiyhim biha ve salli aleyhim inne salateke sekenün lehüm vAllahu Semiy’un ‘Aliym;”
“ Onların mallarından, kendilerini temizleyeceğin, yücelteceğin bir sadaka al ve onlara du'â et; çünkü senin du'ân, onlara huzur verir. Allah işitendir, bilendir. “
Tevbe 113/103. âyette Peygamber'e, Müslümanların mallarından bir miktarını (zekât vergisi olarak) almak suretiyle onları temizleyip yüceltmesi, onlar için du'â etmesi emrediliyor ve Peygamber'in du'âsının onlara huzur vereceği belirtiliyor.
Du'ânın olduğu yerde du'âyı işitip kabul edenin de bulunması gerekir. Bunun için âyetin sonunda Allah'ın işitici ve bilici olduğu vurgulanıyor. Yani sen onlar için du'â et, Allah senin du'ânı işitir, bilir demektir.
Burada Peygamber'e, günâhlarını itiraf edenlerin sadakalarını alırken onlara du'â etmesi, du'âsının onları gönül huzuruna kavuşturacağı buyuruluyor. Peygamber Efendimiz, sadakayı, kamu giderlerini karşılamak üzere alırdı. Bu, bir çeşit yardımdı.
(Mücâdele 104/12:” Ya eyyuhelleziyne amenu iza naceytümurRasûle fekaddimu beyne yedey necvaküm sadekaten, zâlike hayrun leküm ve ather fein lem tecidu feinnAllahe Ğafurun Rahıym;”
“Ey inananlar, siz Elçi ile gizli konuşacağınız zaman bu gizli konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet bulamazsınız, Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”
Mücâdele 104/13:” Eeşfaktüm en tukaddimu beyne yedey necvaküm sadekat feiz lem tef'alu ve tabAllahu 'aleyküm feekıymusSalate ve atuzZekate ve etıy’ullahe ve RasûleHu, vAllahu Habiyrun bima ta'melun;
“Gizli konuşmanızdan önce sadaka vermenizden korktunuz mu? Çünkü yapmadınız. Allah da sizi affetti. Artık namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Elçisi'ne itâ'at edin. Allah yaptıklarınızı bilmektedir.”
Mücâdele: 104/12-13. âyetlerden de anlaşıldığı üzere yapılan bir hatânın ardından sadaka verip af dilemek Kur'ân'ın emirlerindendir. Demek ki sahâbîler, hatâlarının ardından, kamu işlerine harcanmak üzere Peygamber'e sadaka veriyorlardı. İşte burada da emredilen, yapılmış olan hatânın keffâreti olarak verilen sadakanın alınmasıdır. Burada sadakadan kasıt zekât değildir.
İsrâ 50/26 :"Akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver"
Hadîd 112/7:"Allah'a ve Elçisi'ne inamın ve Allah'ın, sizi hakim kıldığı, sizin yönetiminize verdiği şeylerden harcayın",
Nûr 102/33:"Allah'ın size verdiği malından onlara verin."
Mü'minûn 74/1:” Kad eflehal mu'minun;” “Felaha ulaştı o mü'minler.”
Mü'minûn 74/2:” Elleziyne hüm fiy Salatihim haşiun;” “Ki onlar, namazlarında saygılıdırlar”
Mü'minûn 74/ 4:” Vellezine hüm liz Zekati faılun;” “ Onlar zekâtı verirler.”
Mü'minûn 74/1,2,4 âyetlerinde de zekât, salatla birlikte anılmıştır. Bunlar hep Mekke sûreleridir.
Zekât, sanıldığı gibi hicretin ikinci yılında Medine'de değil, namaz gibi Mekke'de ve nübüvvetin başlangıcında farz olmuştur.
Bu tür ibâdetler Peygamber'in yetiştiği toplumda ve İlâhî dinlerde vardı.
Bütün peygamberler namazla beraber zekâtı da emretmişlerdi.
Enbiyâ Sûresi'nde peygamberlerin atası Hz.İbrâhîm, oğlu İshâk, torunuYa'kûb anıldıktan sonra gelen:
Enbiyâ 73/73:” Ve cealnahüm eimmeten yehdune bi emrina ve evhayna ileyhim fi'lel hayrati ve ikamas Salati ve iytaez Zekati, ve kânu lena abidiyn;”
”Onları, emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık ve onlara hayırlı işler yapmayı, salatı ikame etmeyi ve zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize kulluk edenlerdı."
âyeti, bu peygamberlere namaz kılmanın, zekât vermenin emredildiğini belirtmektedir.
Salat, zekât, hac, oruç gibi ibâdetler, daha önce hiç yok iken, İslâmın orijinal olarak getirdiği yeni şeyler değildir. Bunlar, daha önceki İlâhî dinlerde de vardı.
A'râf 39/170:” Velleziyne yümessiküne bil Kitabi ve ekamüs Salate, inna la nudıy'u ecral muslihıyn;”
“Onlar ki Kitaba sımsıkı sarılırlar ve namazı kılarlar; elbette biz, iyiliğe çalışanların ecrini zayi etmeyiz”
Fâtır 43/29:” İnnelleziyne yetlune KitabAllahi ve ekamus Salete ve enfeku mimma razaknahüm sirran va alaniyeten yercune ticaraten len tebur;”
“Allah’ın Kitâb 'ını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır için gizli ve açık harcayanlar, asla batmayacak bir ticaret umarlar."
âyetleri, Kitabı uygulayan, namazı kılan Kitâb ehlini övmekte; Allah'ın, uslu, sâlih insanların eylemlerini zayi etmeyeceğini vurgulamaktadır.
Meryem 44/31:” Ve cealeniy mübareken eyne ma küntü, ve evsaniy Bis Salati vez Zekati ma dümtü hayya;”
“ Sağ olduğum sürece bana namaz kılmayı, zekât vermeyi emretti!"
âyeti Hz. îsâ'ya namazın ve zekâtın emredildiğini,
Meryem 44/55:” Ve kâne ye'muru ehlehu bis Salati vez Zekati, ve kâne ınde Rabbihi mardıyya;”
“Ailesine namaz kılmayı, zekât vermeyi emrederdi. Rabbi yanında beğenilmişti."
âyetleri,
Peygamberlerin namazla beraber zekâtı da emrettiklerini anlatmaktadır.
Bütün bunlar namaz gibi zekâtın da eski İlâhî dinlerde de var olduğunu, Kureyşlilerin atası İbrâhîm ve İsmâ'îl peygamberlerin bunu emrettiklerini, onlardan beri de Araplar arasında uygulanan bir ibâdet olduğunu kanıtlar.
Alemlerin Rabb’i olan Yüce Allah: Zamanla savsaklanan, gevşetilen bu mâlî ibâdetin yerine getirilmesini -Kur’ân’ın ilk ayetlerinden itibaren vurgulama yaparak- istemiştir.
Kusursuz olan Allah'tır.
Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
|