Yazanlarda |
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Zülkarneyn Kelimesinin Anlamı:
Zülkarneyn
kelimesi, Arapça “ zû” ve “
el-karneyn” kelimelerinden oluşan bir
takma addır. Bu isim zülyedeyn [ iki el sahibi] , zülcenâheyn [ iki kanatlı ] gibi “ iki…
ya ” sahip olmayı ifade eder. “ İki… ya ” kelimeside
karneyn kelimesine verilecek manaya göre değişir. İkilemli/ikili bir kelime
olan “karneyn” kelimesinin tekili “karn”dır. Ve
bu kelime her kuran dışı kaynakta farklı farklı manalara getirilmiştir. Pek
çok manalara gelir. Zülkarneyn Kelimesi Kur’an kaynakları bir kelimedir. O
halde Kur’an da Zülkarneyn kelimesine benzer isimlerin kullanılış yerlerine
ve karn kelimesinin Kur’an da yüklendiği manalara bakalım. Kuran’da bu isme
benzer iki isim mevcuttur. Zünnun ve Zülkif.
Zünnun=Balık sahibi manasına gelir.
Enbiya 87. ayette
وَذَا
النُّونِ
إِذ ذَّهَبَ
مُغَاضِب 11;ا
فَظَنَّ أَن
لَّن
نَّقْدِر 14;
عَلَيْهِ
فَنَادَى
فِي
الظُّلُم 14;اتِ
أَن لَّا
إِلَهَ
إِلَّا
أَنتَ
سُبْحَان 14;كَ
إِنِّي
كُنتُ مِنَ
الظَّالِ 05;ِينَ
Zünnûn'u
da (Yunus'u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim
kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar
içinde: "Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim.
Gerçekten ben zalimlerden oldum!" diye niyaz etti.
|
Zünnun isminin açıkça Hz. Yunus için kullanıldığı görülür.
Ayrıca Kalem Suresi 48. ayette de Hz. Yunus’un “Sahib-i Hud” [ balık sahibi ]
olarak nitelendirildiğini dile getirerek Hz. Yunus için kullanılan bir lakap
olduğunu söyleyebiliriz.
Zülkif ise Hz. Zülkif’tir.
Keza peygamber olup olmadığı da tam olarak netlik kazanmamışsa da
genelde peygamber olduğu kabul edilir. Zülkif=Pay sahibi manasına gelir.
Sad 48’de
وَاذْكُر 18;
إِسْمَاع 16;يلَ
وَالْيَس 14;عَ
وَذَا
الْكِفْل 16;
وَكُلٌّ
مِّنْ
الْأَخْي 14;ارِ
İsmail'i, Elyesa'yı, Zülkifl'i de an. Hepsi de iyilerdendir.
|
Buyrulmuştur. Yani bu kelimede bir isim değil lakap olarak
kullanılır. Keza Zülkarneyn kelime sininde lakap olduğunu düşünebiliriz.
Şimdi bu kelimenin kelime kökü olan karn kelimesine bakalım:
Karn Kelimesi:
Zülkarneyn ismi dışında 19 ayette tekil olarak “ karn” ve çoğul
olarak “kurun” şeklinde geçer. Bu ayetlerdeki karn kelimesi neredeyse tümünde
‘nesil / bir devirde yaşanlar, millet’ manalarında kullanılmıştır.
Bkz [ En’âm 6,Furkan 38,Mü’minun 31 ] Yani karn kelimesi büyük
ihtimalle ‘ iki nesil sahibi, iki devir sahibi’ anlamına gelir diyebiliriz.
------------------------------------------------
Zülkarneyn
Allah’ın kendisine dünyada imkân sağlayarak uzak yerlere
gidebilmesi için “sebep” isimli vasıtayı/ilmi verdiği şahıstır.
O kendisine verilen sebeple 3 ayrı seyahate çıkmıştır:
- Güneşin battığı yere
- Güneşin doğduğu yere
- İki sedd/süd arasına
Gittiği yerlerde bazı kavimlerle karşılaşmış,3. seyahatinde
vardığı yerdeki kavmin isteği üzerine, onları Ye’cüc-Me’cüc’ten korumak için
bir sedd inşa etmiştir.
Yukarıda belirtilen Kehf Suresi 83–98 ayetleri dışında
söylenecek ve söylenen her söz bir görüşten ibarettir. Doğruluğu sadece
anlatanı bağlar ve kimse mutlak doğru olarak algılamamalıdır. Bu konuda bilfiil
ayetlerde hiçbir bilgi yoktur. Düşünmek en temel farzdır. Ve Allah’ın insana
daima düşünmesini emrettiğini göz önüne alarak ayetler üzerinde değişik
açıdan yorum yapalım.
------------------------------------------------------------ --------------------------
Zülkarneyn peygamber mi? Hükümdar mı? Veli mi? Melek
mi? Yoksa bir insan mı?
Zülkarneyn ile ilgili diğer konularda olduğu gibi bu
konudaki kuran dışı kaynaklarda yıllarca kafa bulandırmıştır:
Hz. Muhammed <s.a.v.> ‘e Zülkarneyn hakkında Tevrat tan
soru soranlar, Yahudi veya onların öğrettikleri müşrikler olduğuna göre,
Yahudi kaynaklarına bakmak gerekir. Yahudilerin Peygamberimizi imtihan
maksadıyla, çok iyi tanıdıkları Tevrat ta açıkça ve defalarca öğülen bir
hükümdar olan Kuruş hakkında soru sormaları oldukça yadırganması gereken abes
bir durumdur. Ayrıca sınav maksadıyla sorulan sorunun bile az bilindiği yahut
hiç bilinmediğine alamettir.
Zülkarneyn Kelimesi ‘ 2 boynuzlu’ anlamına geldiğine göre,
Tevrat’ta Daniel Peygamber’in rüyasındaki ‘iki boynuzlu koç’ tan kasıt
Zülkarneyn gibi gösterilmiştir. Zira bu rüyanın anlatıldığı bölümün sonunda rüyanın
yorumunu yapan Cebrail ‘iki boynuzlu koç’ tan kastın İran kralları olduğunu
söylemiştir. Kurandaki bahsedilen Zülkarneyn ile Tevrat ta geçen bu görüş
isim benzerliğinden öteye gidemez. Keza Tevrat ta geçen rüyadaki anlatılmak
istenen Medya ve Pers krallarının belirli bir süre Ortadoğu’da hâkimiyet
sağlayacakları ve sonra Yunanlıların hâkimiyetlerine son verecekleri
söylenmiştir. Ve Tevratta ki 2 boynuzlu koç sadece bir krala değil, birden
fazla İran kralına işaret etmektedir. Yani bilfiil Kuruş’a saymak yanlışa
yanlış şerre şer katmaktadır ve makul değildir. Eğer Kuruş Zülkarneyn ise
Ye’cüc-Me’cüc kavmi kimdir? Bu konuda da bazı şahıslar hiç boş durmamıştır. Bazı
sözde müfessirler Azad ve Mevdudi’nin söyledikleri gibi Türk kavmi mi? Bu
mümkün değildir. Zülkarneyn’in değil! Kuruş’un ve yaptığı iddia edilen seddin
bulunduğu bölgenin ahalisinde olan Türkleri; coğrafyanın ve tarihi
gerçeklerin zorlanması sonucu Yecüc-Mecüc ilan etmişlerdir. Ne yazık ki
günümüzde buna Müslüman kesimlerden inananlar da az değildir!
Kafkaslar da arkeolojik kazılar da bulunan sedd leri
Zülkarneyn’in yaptığını iddia etmektedirler. Bir kere Zülkarneyn seddinin
Kuranın indiği dönemde hatta kıyamete yakın zamana kadar ayakta olması gerekmektedir.
Kazılardaki bulunan seddler kuranla anlatılana yapı bakımından benzese de
aşılamayacağı konusundaki gerçekler bu saftirik tezleri bir çırpıda
çürütmektedir.
Kur’an da anlatılan Zülkarneyn’in doğuları ve batıları fethetmiş
bir hükümdar/cihangir olduğu konusunda ayetlerde bir netlik ve kesinlik
yoktur. Keza Kuruş cihangir bir kral olarak bilinir.
Hz.İdris (Hanos) Zülkarneyn Olabilir mi?
Aslında, Zülkarneyn’in Hz. İdris olabileceğine doğrudan atıfta
bulunan bir görüşe kaynaklar da rastlanmaz. Kur’an da Zülkarneyn ile Hz.İdris
hakkında söylenenlerde hiçbir benzerlik olmaması esas delildir. Keza
Zülkarneyn in göklere seyahat ettiğini düşünecek olursak Hz.İdris olma
ihtimalini pekiştirmemiz gerekir. Zülkarneyn’in göklere seyahat ettiği
düşüncesiyle Hz. İdris’in yüce bir yere yükseltilmesi paralellik arzeder.
Hz.İdrisin ve Zülkarneyn’in kıssalarını incelediğimizde de bu benzerlilik
kuran üslubuna uygun görülür. Burada dikkatinizi çekmek istediğim nokta;
her şeyden önce, Allah<c.c.> Zülkarneyn’in kimliği üzerinde değil ne
yaptığı üzerinde durmuştur. Ayete baktığınıza,’Kehf 83…Size ondan bir hatıra
okuyacağım’ diye başlar. Kehf suresinde size Zülkarneyn’i
anlatacağım denmemiş, Size ondan bir hatıra okuyacağım denmiştir. İnsanlar
Zülkarneyn kimliğinden ziyade onun ne yaptığını düşünüp taşınmalıdır.
Zülkarneyn’in yaptıklarını bırakıp kimliğiyle araştırıp doğruyu bulmaya
çalışmak önce akla ve Kurana oldukça tezat bir durumdur. Keza kesin bir sonuç
elde etmekte mümkün değildir.
------------------------------------------------------------ ---------------------------------
Zülkarneyn’in Yaptığı Sedd ve Yapmadığı Sedd
Kur’an da Zülkarneyn’in yaptığı; demirden tuğlalı,
bakırdan sıvalı bir sedd anlatılmakta, Allah’ın dilediği vakte kadar da
Ye’cüc-Me’cüc tarafından aşılamayacağı bildirilir. Tarihteki şahıslar içinde
demirden bir sedd yaptığı bilinen duyulan bir kimse var mıdır? Makedonyalı
İskender’in böyle bir sedd yaptığına dair elde hiçbir delil yoktur. Kuruş
veya I.Dara’nınsa Hazar denizi ile Karadeniz arasında birer sedd inşa
ettikleri ileri sürülmektedir. Keza bu bölge de gerçektende binlerce yıl önce
bazı seddler olduğunu arkeolojik bulgular desteklemektedir. Hatta
Zülkarneyn’in inşa ettiği sedde benzeyen demirden yapılmış sedd kalıntılarına
rastlanır. Keza bu seddin Zülkarneyn’in seddine benzediği ne kadar da
kabul edilse de <Kur’an ‘ın seddin aşılamayacağına dair olan beyanı ile
uymadığı apaçık ortadadır.>Açıkçası; Zülkarneyn’in yaptığı seddin
mahiyetine ve aşılamayacağına dair ayetlere bakılacak olursa, Böyle bir sedd
yeryüzünde Mevcut değildir. Eğer ki; yerin altında olabilir, arkeolojik
kazılarla çıkarılabilir gibi bir varsayım olursa, bu varsayıma da bu seddin
gerisinde kalan ve bu seddle yerlerinde tutulduğu sabitlendiği bildirilen
Ye’cüc-Me’cüc’ün yeraltında olduğunu da kabul etmek gerekecektir.
Kur’an’daki sedd ve vasıfları ile Çin seddi ve Demirkapı seddi de uygun
olmayacağı gibi diğer yerlerde bilinen seddlerinde hiçbirine uymayan,
yeryüzünde olmayan bir sedd söz konumuz. Böyle bir seddin yeryüzünde görülmemiş
olması ve bu seddi inşa eden bir şahsın bilinmemiş olması bütün tezleri bir
anda çürütecektir.
Ye’cüc Me’cüc Editlemesi
Kur’an da Zülkarneyn’in, bir kavmi Ye’cüc-Me’cüc’ün
saldırılarından korumak maksadıyla yaptığı bildirilmektedir. Buna göre
Zülkarneyn, Yecüc-Mecüc’le savaşmış yahut onlarla savaşan kavimle bir olup
onlara karşı sedd inşa etmiş bir kimse olmalıdır. Yecüc-Mecüc’ün hangi millet
olduğu konusu açıklık kazansa, Zülkarneyn’in kimliğini tespit etmekte kolay
olacaktır. Müfessirlerin Zülkarneyn olabileceğini düşündükleri Makedonyalı
İskender, Kuruş gibi şahsiyetlerin savaştığı veya karşılaştığı kavimlere
bakılacak olursa, bunlara Yecüc-Mecüc denilecek bir tarafına
rastlanılmamaktadır. Maalesef kaynaklarda bu konuda üzerinde durulan tek millet
Türklerdir. Kuruş ve I.Dara’nın yaşadıkları bölge ve savaştıkları milletler
açısından olaya bakılacak olursa,bu görüş gayet makul gibi
görünmektedir.Yecüc-Mecüc denen mahlukların Türkler olduğu iddia
etmek,Türklerin din tanımaksızın bütün insanlara saldıracaklarını kabul etmek
demektir.Keza Türklerin İslam’a olan bağlılık ve hizmetlerini hatırlatmaya
gerek bile yoktur.
--------------------------------------------------------
Zülkarneyn’e sağlanan Kudret ve Verilen Sebep
[KEHF suresi 84.
ayet] (Resmi:18/İniş:69/Alfabetik:54)
إِنَّا
مَكَّنَّ 75;
لَهُ فِي
الْأَرْض 16;
وَآتَيْن 14;اهُ
مِن كُلِّ
شَيْءٍ
سَبَبًا
Okunuş: İnna mekkenna lehu fil erdi ve ateynahü min
külli şey'in sebeba
Gerçekten biz onu yeryüzünde iktidar ve kudret sahibi kıldık, ona (muhtaç olduğu)
her şey için bir sebep (bir vasıta ve yol) verdik.
|
Mekkenâ>> İmkân sağladık. “ mekkene” fiili lügat ta “
imkân vermek, güçlü kılmak” gibi manalara gelir ve kullanıldığı cümleye göre
anlam kazanır. Ayetin meali bu kelimeye verilen anlama göre farklı şekillerde
ifade edilmiştir. Ancak genel olarak Zülkarneyn’e güç ve saltanat verildiği
yönündedir diyebiliriz. Allah Zülkarneyn’in kolaylıkla gitmesini sağlayacak
olan sebep’e erişmesi için çeşitli vesileler/imkânlar yaratmış, onu elde
etmesi için ortam hazırlamıştır. Yani Zülkarneyn’e Sebep’i elde etmesi için
imkânlar sağlamıştır. Tam burada bazıları “Onun sebep’i elde etmesi
için hükümdar, peygamber veya evliya olması gereklidir.” Şeklinde
kanaate varmak büyük bir yanılgıdır. Çünkü onun Sebep’i elde etmesi için
peygamber, veli veya hükümdar olması gerekiyorsa, ona verilen imkân
bunlardır.
“Gerçekten biz onu yeryüzünde iktidar ve kudret sahibi
kıldık,
Ona (muhtaç olduğu) her şey için bir sebep (bir vasıta ve yol)
verdik. /Kehf 84”
Sebep kelimesi lügat ta: ip, halat, tırmanmaya yarayan pi,
yol, çare, dostluk, başka bir şeye ulaşmaya yarayan şey gibi manalara
gelir. Sebep kelimesinin Zülkarneyn ayetlerinde dört defa kullanıldığı
görülür:
- Kehf Suresi 84: “Ona her şeyden bir sebep
verdik.”
- Kehf Suresi 85: “O da bir sebebi izledi.”
- Kehf Suresi 89: “O da bir sebebi izledi.”
- Kehf Suresi 92: “O da bir sebebi izledi.”
Kur’an’da “sebep” kelimesi tekil olarak 4 defa konumuz
olan Zülkarneyn ayetlerinde, 1 defa Hacc 15’te,4 defa da çoğul olarak
“esbab”[ sebepler] şeklinde Sad 10,Mü’min 36–37 ve bakara suresinin
166.ayetlerinde olmak üzere toplam 9 yerde geçer. Bu ayetler de
geçen sebep lerin hiçbiri Bizim Türkçede kullandığımız neden manasında
kullanılmamıştır. Kelimeyi [sebeb ve esbab] doğru anlayabilmek
için Şimdi şu diğer 5 ayetide yazarak kelimelerin nerde ve nasıl
kullanıldığına bakalım:
[MÜ'MİN
suresi 36. ayet]
|
وَقَالَ
فِرْعَوْ 06;ُ
يَا
هَامَانُ
ابْنِ لِي
صَرْحًا
لَّعَلِّ 10;
أَبْلُغُ
الْأَسْب 14;ابَ
Firavun:"
Ey Hâmân, bana yüksek bir kule yap; belki yollara erişirim."
|
[MÜ'MİN
suresi 37. ayet]
|
أَسْبَاب 14;
السَّمَا 08;َاتِ
فَأَطَّل 16;عَ
إِلَى
إِلَهِ
مُوسَى
وَإِنِّي
لَأَظُنّ 15;هُ
كَاذِبًا
وَكَذَلِ 03;َ
زُيِّنَ
لِفِرْعَ 08;ْنَ
سُوءُ
عَمَلِهِ
وَصُدَّ
عَنِ
السَّبِي 04;ِ وَمَا
كَيْدُ
فِرْعَوْ 06;َ
إِلَّا فِي
تَبَابٍ
Göklerin sebeplerine ulaşırsam, Mûsa'ın tanrısına, da
ulaşırım. Ben onun yalancı biri olduğunu düşünüyorum." Firavun'a,
yaptığı işin kötülüğü bu şekilde süslü gösterildi de yoldan saptırıldı.
Firavun'un tuzağı hep kayıptadır.
|
Bu ayetler sebeb kelimesinin manasını adeta lügat gibi ilan
etmektedir. 36. ayette yollara/sebeplere erişirim dedikten sonra 37.ayetin
hemen başında –sanki bir “yani” kelimesi varmışçasına- “göklerin
sebeplerine” şeklinde sebepler kelimesinin ne ile alakalı olduğu beyan
edilmiştir. Yani bu ayetlerde geçen esbab kelimesi “göğe ulaşmayı
sağlayan şeyler” anlamında kullanılmıştır.
-----------------------------------------------------
Sad Suresi’nin ilk ayetlerinde; müşriklerin Hz. Muhammed
<s.a.v.>’i yalancılık ve sihirbazlıkla itham edip onun peygamberliğine
inanmadıklarından, Kur’an’ı uyduruk olarak nitelendirip bahsedildikten sonra
şu ayetler gelmektedir:
[SÂD
suresi 10. ayet]
أَمْ
لَهُم
مُّلْكُ
السَّمَا 08;َاتِ
وَ الْأَرْض 16;
وَمَا
بَيْنَهُ 05;َا
فَلْيَرْ 78;َقُوا
فِي
الْأَسْب 14;ابِ
Okunuş: Em lehüm mülküs semavati vel erdi ve ma beynehüma
feyerteku fil esbab
Yoksa göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların mülk ve
saltanatı onların mı? Eğer öyleyse sebepler içinde yükselsinler.
|
Bu ayette bulunan “sebepler içinde yükselsinler” [
fe’l-yertaku fi’l-esbab ] ibaresindeki sebebler, bazı tefsir âlimlerince “göğün
yolları” olarak tefsir edilmiştir. Çoğu âlim tarafından bu ibareye “sebebe
sarılarak yükselmek” manası verilmiştir.
----------------------------
[HAC suresi 15. ayet]
مَن كَانَ
يَظُنُّ أَن
لَّن
يَنصُرَه 15;
اللَّهُ فِي
الدُّنْي 14;ا
وَالْآخِ 85;َةِ
فَلْيَمْ 83;ُدْ
بِسَبَبٍ
إِلَى
السَّمَا 69;
ثُمَّ لِيَقْطَ 93;ْ
فَلْيَنظ 15;رْ
هَلْ
يُذْهِبَ 06;َّ
كَيْدُهُ
مَا يَغِيظُ
Okunuş: Men kane yezunnü el ley yensurahüllahü fid dünya vel
ahirati felyemdüd bi sebebin iles semai sümmelyakta' felyenzur
hel yüzhibenne keydühu ma yeğiyz
Her kim, Allah'ın ona dünyada ve ahirette asla yardım
etmiyeceğini sanıyorsa, hemen yukarıya bir ip uzatsın, sonra nefesini
kessin de bir baksın, hilesi öfkesini giderecek mi?
|
Bu ayette Allah’ın dünya da ve ahirette Hz. Peygambere yardım
etmeyeceğini sanan kimselerin, güçlerinin yetmesi halinde, göğe yükselerek
Allah’tan ona gelecek yardımı/vahiyi durdurmaları teklif olunarak kendileri
ile alay edilmektedir. Keza onların ne göğe yükselmeye ne de Allah’tan gelen
nimeti engellemeye güçlerinin yetmeyeceği aşikârdır. Burada geçen sebeb
kelimesi Mü’min 36–37,Sad 10.ayetlerde olduğu gibi insanı göğe
yükseltecek ip, yol, vasıta anlamında kullanılmıştır. Bu ayete geçen [
fe’l-yemdüd bi-sebebin iles semai sümme’l-yakta ] mealciler ve
müfessirler farklı anlamlar vermişler.
http://fitratdini.sitemynet.com
Devam edecek.
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Güneş’in Battığı Yere
Seyahati
-1.Seyahat-
[KEHF suresi 85]
O da bir sebebi izledi.
[KEHF suresi 86]
Nihayet, Güneş'in battığı yere varınca onu kara balçıklı bir
gözede batar buldu. Onun yanında bir de kavim buldu. Dedik ki: "Ey
Zülkarneyn, ya bunlara azap edersin ya da haklarında güzel bir tavrı esas
alırsın."
[KEHF suresi 87]
Dedi: "Zulmedene azap edeceğiz; sonra Rabbine
döndürülecek; O da onu görülmedik bir azaba çeker."
[KEHF suresi 88]
"İman edip de iyi davranan kimseye gelince, onun için
de en güzel bir karşılık vardır. Ve buyruğumuzdan, ona kolay olanını
söyleyeceğiz."
|
فَأَتْبَ 93;َ
سَبَبًا
Fe etbea sebeba
|
حَتَّى
إِذَا
بَلَغَ
مَغْرِبَ
الشَّمْس 16; وَجَدَهَ 75;
تَغْرُبُ
فِي عَيْنٍ
حَمِئَةٍ
وَوَجَدَ
عِندَهَا
قَوْمًا
قُلْنَا يَا
ذَا
الْقَرْن 14;يْنِ
إِمَّا أَن
تُعَذِّب 14;
وَإِمَّا
أَن
تَتَّخِذ 14;
فِيهِمْ
حُسْنًا
Hatta iza belağa mağribeş şemsi vecedeha tağrubü fi aynin
hamietiv ve vecede indeha kavma kulna yazel karneyni imma en tüazzibe ve
imma en tettehize fihim husna
|
قَالَ
أَمَّا مَن
ظَلَمَ
فَسَوْفَ
نُعَذِّب 15;هُ
ثُمَّ
يُرَدُّ
إِلَى
رَبِّهِ
فَيُعَذّ 16;بُهُ
عَذَابًا
نُّكْرًا
Kale emma men zaleme fe sevfe nüazzibühu sümme yüraddü ila
rabbihi fe yüazzibühu azaben nükra
|
وَأَمَّا
مَنْ آمَنَ
وَعَمِلَ
صَالِحًا
فَلَهُ
جَزَاء
الْحُسْن 14;ى
وَسَنَقُ 08;لُ
لَهُ مِنْ
أَمْرِنَ 75;
يُسْرًا
Ve emma men amene ve amile salihan fe lehu cezaenil husna ve
senekulü lehu min emrina yüsra
|
- “O
da bir sebebi izledi.”
Zülkarneyn;
Allah’ın ona verdiği imkânlar sayesinde elde ettiği sebebi izlemiş ve bir
seyahate çıkmıştır. İşte tam bu nokta da hemen hemen bütün tefsirlerde bu
seyahat dünyada yapılmış bir seyahat olarak görülmüş ve hatta seyahatten
ziyade çoğu zaman ordu ile yapılan bir sefer olarak düşünülmüştür. Bu görüşe
göre Zülkarneyn bir seyahate değil ordu ile sefere çıkmıştır ve gittiği
yerleri fethetmiştir. Bu sabit bakış açısı sahibini, Zülkarneyn’in cihangir
bir kral olduğu sonucuna götürdüğü için. Daha önce anlattığımız gibi Allah’ın
kelamına ve beşeri akla mantığa ters düşmüş bir zanndır. Ayetlerde,
Zülkarneyn’e verilen sebepleri incelediğinde rahatlıkla onun göğe çıkmasında
vasıta olan şey olduğu görülür ve düşündürür. Böylece o kendisine verilen
sebep ile gökyüzüne yükselmiş ve Güneş’in battığı yere doğru gitmiştir.
- “Nihayet
Güneş’in battığı yere [ Mağribe’ş Şems’e ] varınca”
- Büyük Bir Sorun! Güneşin Battığı Yer Neresi?
Öncelikle
bu konudaki görüşleri ele alalım:
“Güneş’in
battığı yer” ifadesi tefsirlerde genel olarak “batı istikametinin sonu” olarak
kullanılmış. Alusi bu ibareye “Dünya’nın batı yönündeki sonu, Seyyid Kutub
“bakanların Güneş’in ufukların ötesinden kayıp olduğunu gördükleri
yer”,Mevdudi “karanın bitip okyanusun başladığı yer” manalarını vermişlerdir.
Elmalılı ise “Yerleşmiş olduğu yerin gün batı tarafından ta sonuna vardı.
Özetle uzak batıya vardığı vakit. Demiştir. Ve Ebul Kelam Azad da;”Böyle bir
şey yoktur! Diyerek, bütün dillerde” Güneş’in battığı yer ve Güneş’in doğduğu
yer tabirlerinin “batı ve doğu” anlamında kullanıldığını söylemiş ve bu
tabirlerin gerçek dışı olduğu savunmuştur. Ayetteki “Güneş’in battığı yer”
ifadesinden ilk akla gelen “dünyanın batısıdır” ve pek makul görünmektedir.
Zira Müfessirlerde Güneş’in bir yerde batmasının mümkün olmayacağını düşünmüş
ve bu kelimeye batı manası vermişlerdir. Hatta kendisine âlim denilen bir
zat-ı muhterem çok aşırıya kaçarak şunları; “Bunların gerçekle bir ilgisi
yoktur. Çoğunluğu kitap ehlinin hurafeleri ve onların yalancı ve
zındıklarının uydurduğu şeylerdir.” Demiştir. Peki ya gerçek nedir? Neye
denir? Yoksa hurafe gibi görünen hakikat midir? Bu konuda mağribe şemse
bakarak devam edelim;
- “mağrib” kelimeleri ışığında “Mağribe-ş Şems”e bakış
Ayet’te açıkça Mağribe-ş Şems [ Güneş’in battığı YER ] denilirken, yani
sadece “batıya” denilebilecekken;
“Güneş’in
battığı YER’E” denilmiştir ki, sadece “batı” demek için ayetteki “şems”
[ Güneş ] kelimesine yani “Mağribe’ş Şems” e ihtiyaç yoktur! Bu konuyu ayetler ışığında dahada! Netleştirelim: Tekil
olarak mağrib kelimesi Kehf 86’dan başka 6 yerde geçer. Ve bu 6 ayetin de hiç
birinde güneş olarak kullanılmamıştır. Hepsinde de “maşrık”
[doğu] kelimesi ile birlikte kullanılmıştır. Yani “doğu ve batı” olarak
geçer. Kehf 86. ayette ise maşrık doğru kelimesi ile beraber kullanılmakta ve
dahası birkaç ayet sonra, yani Kehf 90.ayette “Matli’a şems” [Güneşin
doğduğu yer] geçer! Ve Güneş’in battığı yerin zıttı olarak özellikle
kullanılmıştır! O halde Allah-u Teala Kur’an’da “mağrib” kelimesini
mücerred “batı” manasına defalarca kullandığına göre; “Mağribe’ş şems”
[Güneş’in battığı yer] ifadesiyle kastedilen ne olabilir?
Bir isim olan “mağrib” kelimesi her ne kadar lügat
ta “batı” anlamına gelse de, köken itibariyle “göçmek” manasına olan “garube”
fiilinden türemiştir. O halde ayette bulunan bu ibareye “Güneş’in göçtüğü
yer” dersek yanlış söylemiş olmayız. Bu kelimeden iki şeyi kastetmiş oluruz
ki, 1.si dünyanın dönmesi sebebiyle gökyüzünün gidermiş gibi ve ufukta
kaybolduğu yer, ikincisi ise; Güneşin Etrafındaki Gezegenleri ile birlikte
Galaksimiz Samanyolu içerisinde yöneldiği noktadır. Burada, dünyanın dönmesi
ile Güneş’in ufukta kaybolduğu yer değil, Güneş’in galaksi içinde yöneldiği
nokta kastediliyor gibidir.{Değerli okurlar paralel evrenden kasıt işte
budur.}
Çünkü “mağrib” kelimesi zaten Kur’an’da Güneş’in ufukta
kaybolduğu yer için defalarca kullanılmıştır.
·
Yasin38.Ayet “Mağribe’ş şems” açıklaması
Güneş’in Samanyolu içinde yol aldığı
rotaya işaret eden Yasin Suresi 38. ayet, “Güneş’in battığı yer”i adeta
tanımlamakta ve bu ifadeye açıklık getirmektedir:
YASİN
Suresi
38. ayet
|
وَالشَّم 18;سُ
تَجْرِي
لِمُسْتَ 02;َرٍّ
لَّهَا
ذَلِكَ
تَقْدِير 15;
الْعَزِي 86;ِ
الْعَلِي 05;ِ
Okunuş: Veş şemsü tecri li müstekarril leha zalike
katdiyrul aziyzil aliym
Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar (döner). İşte bu,
azîz ve alîm olan Allah'ın takdiridir.
|
Tefsirlerde bu ayette geçen müstekarril yani meallerde
geçen kendisi için belirlenen yer >> duracak, istikrar bulacak yer,
kendine
özgü bir durak noktasına, bir durma zamanına gibi anlamlarla
eşdeğerdir.[ism-i zaman, ism-i mekân veya mimli mastar şeklinde kabul
edilmesi durumlarında] gelebileceğine işarettir. Kısaca, bu ayet-i kerimenin
birden fazla manaya gelebileceği ifade edilmekte, fakat daha ziyade, Güneş’in
son bulacağı zamana doğru gittiği veya Güneş’in son bulacağı yöne doğru
yöneldiği görüşleri üzerinde durulmuştur. Güneş’in karar kılacağı, son
bulacağı noktaya doğru aktığından kastın ne olduğu hususuna astronomi
ilmi ile açıklık getirelim:
·
Güneş
Hareketleri’nin Astronomik verileri
“Bildiğiniz gibi Güneş’te Dünyamız gibi kendi ekseni etrafında
döner. Bu harekete ek olarak başka hareketleride vardır. Bu hareketler bütün
yıldızlar için söz konusudur.
- Güneş, Vega yıldızı civarında bulunan Apeks
noktasına doğru yaklaşık 19 km/sn’lik bir öz harekete sahiptir.
- Güneş, galaksi merkezinden yaklaşık 28.000 ışık
yılı uzaklıkta bulunur ve galaksi merkezi etrafında 220 km/sn’lik bir
hızla hemen hemen 250 x 10 üzeri 6 yılda bir devir yapar.
- Ayrıca Güneş, içinde bulunduğu galaksinin
hareketine uyarak galaksiyle beraber hareket eder. Keza galaksimiz 521
km/sn’lik bir hızla Virgo galaksi kümesi yönünde ilerlemektedir. Bu
hareketten konumuzla alakalı olanları 1. ve 2. hareketlerdir. “Güneş
sitemi, gökada içinde yaklaşık 250km/sn üzeri -1 hızla çembersel bir
yörünge çizer; dolayısıyla tam bir dolanım için 240 milyon yıllık bir
süre gerekir. Bütününün bu genel devinimi dışında Güneş, komşu
yıldızlara oranla özel bir devinim yapar. Bu devinim 19,5 km/sn–1 hızla
gökyüzünde Herkül Takımyıldızı’nda Vega yakınında yer alan ve Günerek [sağ
bahar açısı=18 sn; yükselim=+30° ] denilen nokta doğrultusunda
gerçekleşir.”
Güneş, gezegenleri
ile birlikte “Solar Antapeks” doğrultusundan gelmekte ve normal
yörüngesinden sapma göstererek “Solar Apeks” doğrultusunda ilerlemektedir.
|
- “Astronomi
dilinde Güneş’in saniyede [yaklaşık] 20 km.lik hızla yol aldığı bu
yörüngeye “Solar Apeks” adı verilir. Bu hız saatte 72.000 km.yi bulur
ve ekvator çevresini bir saatte yaklaşık 2 defa dolanmaya yeter. Bu
hızın 1 günde alacağı yolu bulalım: 1.728.000 km. Dünden bugüne uzayda
yaklaşık 2 milyon km.ye yakın bir yol aldık.” Güneş etrafındaki yıldızlarla
birlikte, astronomi terimi ile “Solar Apeks” [Günerek] istikametine yeni Herkül
Takımyıldızı yakınında bir yere doğru yol almaktadır. Özellikle
belirtmek gerekir ki, Güneş’in bu hareketi, Samanyolu etrafında normalde
seyrettiği yörüngesinden sapma şeklindedir. Yani Güneş normal
yörüngesinde giderken ayrıca bu yöne doğru çekilmektedir. Astronomi’de,
Güneş’in yöneldiği bu doğrultunun aksi istikameti içinse “Antapeks”
terimi kullanılır. Yine kaynaklardan öğrendiğimize göre, bu yerde
Colomba [Güvercin] Takımyıldızı’nda yer alır.
“Mağrib” kelimesi Kur’an’da “batı” manasına
defalarca kullanıldığında, Zülkarneyn ayetlerinden başka bir ayette de
“Mağribe’ş şems” tabirine rastlanmadığına göre; “Mağribe’ş şems” ile
“batı”dan başka bir yere işaret edilmiş olmalıdır. Kur’an’ın nazil olduğu
dönemde “Güneş’in battığı yer”in “batı” olarak değil
de, Güneş’in batıda bir yerde bir bataklığa gömüldüğü yer” olarak
düşünülmüş olması da, ayetten ilk anlaşılanın batı olmadığını bize
göstermektedir. Diğer bir hususta; Kehd86’daki “Mağribe’ş şems”[Güneş’in
battığı yer] Yasin38 deki “Güneş’in duracağı, son bulacağı yer [müstekarril],
Ve nihayet astronomi literatüründeki; “Solar Apeks [Günerek]” {Güneş’in son
noktası}
tabirlerinin hepsinin aynı manada olduğudur. Bu bağlamda “Solar Apeks”
tabirinin Türkçemize “Günerek” şeklinde çevrilmiş olması da boşuna değildir,
aşikârdır. Yani Zülkarneyn’in, Güneş’in Samanyolu içinde yöneldiği doğrultuda
gittiğini söylememiz mümkündür. Yani, Zülkarneyn, Herkül Burcu’nda Vega
Yıldız’ı yakınında “Solar Apeks” denen doğrultuda bir yere gitmiştir.
Sonuç olarak Zülkarneyn birinci seyahatinde, Vega Yıldız’ı
yakınında bir yere varmış, artık bizim Güneşimiz ve Dünyamız çok uzaklarda
kalmıştır.
------------------------------------------------------------ ------------------------------------
- KEHF/86: Nihayet,
Güneş'in battığı yere varınca onu kara balçıklı bir göze içinde batar
buldu…
Ayetin bu ilk cümlesinde ilk anlaşılan; Zülkarneyn’in Güneş’i
karabalçıklı bir gözenin içinde batarken bulduğudur. Güneş’in “karabalçıklı”
veya “sıcak” bir gözede battığına dair pek çok rivayetler vardır. Ancak
asrılar geçtikçe bilim ve tekniğin ilerlemesi sonucu bu anlayışın doğru olmadığını
düşündürmüş ve kaynaklardaki rivayetler tek tek tenkit edilmiştir. Örneğin;
Ehl-i Ahbar {rivayetçiler} “Güneş, suyu ve balçığı çok bir
gözede batar” demişlerdir. Her zaman ki gibi Bu son derece sağlıksız bir
beyinden çıkmış, son derece saçma ve akıl dışıdır. Keza, ayın tutulmasını
gözlemlediğimizde ve bunu araştırdığımızda, batılıların, bu tutulma işinin
gecenin evvelinde olduğunu söylediklerini; doğuluların ise bu işin, gündüzün
evvelinde vukû bulduğunu söylediklerini görüyoruz; o zaman, batılılara göre
gecenin başlangıcı olan zamanın, doğululara göre, gündüzün başlangıcı
olduğunu anlarız. Hatta bize göre gecenin başlangıcı olan o vakit, bir başka
yerde ikindi, bir başka yerde, Güneş’in doğuş vakti, bir başka yerde yani
toplam 5. E. Beldede gece yarısı olduğunu anlarız.
Evet; bu görüşler, XII. yy.’da söylenmiş olması açısından
oldukça dikkat çekicidir. Zira Güneş’in dünya yüzündeki bir bataklıkta
batmayacağını en güzel şekilde izah eder. Günümüzde haliyle Uzay ve coğrafya
bilgisinin artması ve kâinatın daha iyi tanınmasına paralel olarak ayettin
zahirinden çıkan bu pisliklerin, tezatların doğru olmadığı beyan edilmeye
başlanmıştır. Bu sebeple de müfessirler, Zülkarneyn’in, “Güneş’i,
karabalçıklı bir gözede batıyor” zannettiğini düşünmüşlerdir.
Dirayetçilere göre Zülkarneyn, Güneş’i “karabalçıklı/sıcak
bir gözenin içine batıyor” zannetmiştir.
Bu görüşün sahipleri; Zülkarneyn’in deniz ufkunda Güneş’in
batışını seyrettiği ve bu manzaranın, onu Güneş’in denizin içine battığı
zannına götürdüğü kanaatindedirler. Anlamadığına Yoğurdum kara dememek için
ve tezlerini savunmak için ayette bulunan kelimeler üzerinde Allah’ın
kelamını dillerini eğip bükerek çeşitli yorumlar ve oynamalar yapmışlardır. Hatta iza belağa
mağribeş şemsi vecedeha tağrubü fi aynin hamietiv ve vecede indeha
kavma kulna yazel karneyni imma en tüazzibe ve imma en tettehize fihim hunsa
- Ayette bulunan “ayn” [göz/göze/delik] kelimesi
“deniz” manasındadır.
Meallerde “göze” şeklinde çevrilen “ayn”
kelimesi, lügat ta; göz, pınar, iğne deliği, delik gibi anlamlara gelir.
Tekil ve çoğul olarak Kur’an’da pek çok defa geçen bu kelime, “göz” ve
“pınar” anlamında kullanılmaktadır. Fakat zat-ı muhterem müfessirlerin çoğu,
ayette geçen bu kelimeyi “okyanus” veya “deniz” manasında anlamışlar ve hatta
bu denizin hangi deniz olacağı konusunda fikir bile yürütmüşler ve yırtık
dondan rivayetler çıkarmışlardır.
Elmalılı Hamdi Yazır; “Bu pınardan maksat, okyanus ve özellikle
denizin ufkundaki batış noktasıdır”.
İbn Kesir, burada tarif edilen suyun Atlas Okyanusu olduğunu,
Nuru’l Kahh Tenvir de, Zülkarneyn’in kıyısına vardığı denizin
Karadeniz olabileceğini savunur.
Mevdudi, Ege denizine gelmiş olabileceğini söyler. Ayette
“bahr” (deniz) kelimesinin değil de,”ayn” pınar kelimesinin kullanılmasını da
bunun delili olarak sunar. Keza Ege Deniz’i gibi büyük bir denizi ifade
etmek için “pınar” kelimesini kullanıp uygun bulmak hangi mantığa sığar! Ne
derece kabul edilebilir?
Genel kanaat; Zülkarneyn’in, Güneş’i batış anında, denizin
üzerinde gördüğü yolundadır. Oysa “ayn” kelimesine lügatta “deniz” denmediği
gibi “pınar” anlamında kullanıldığında da “bir taraftan bakıldığında karşı
yakası da görülebilen bir gözeyi veya “su kaynağı”nı ifade etmektedir.
- Ayette
bulunan “gözede(göze içinde) batar” kelimesi Zülkarneyn’in zannını ifade eder
Zülkarneyn’in gördüğü güneşin “göze içinde” [fi aynin] battığı
bildirilmiştir. “gözenin üstünde” veya “gözenin yanında değil de; gözede
batar/gözenin içinde batarken” şeklinde ifade edilmiş olması, müfessirlerin
bu ayetin zan ifade ettiğine dair kanaatlerinin temelini oluşturmaktadır.
Çünkü Güneş’in yeryüzünde bir gözenin içinde batıp kaybolması insan aklına
aykırı ve saçmadır. Bazı müfessirler de, ayette geçen “içinde” [fi ] harf-i
cerrinin “yanında” [inde] anlamında kullanıldığını söylemişlerdir. Keza
müfessirlerinin çoğunun ayetten çıkardıkları ortak manayı değiştirmeyen bu
görüşün, hiçte öyle rağbet edilen bir görüş olmadığı anlaşılmaktadır.
- “ Hami’e ”
kelimesinin anlamı ve okunuştaki ihtilaf
Ayette geçen “hami’e” [karabalçıklı] kelimesi iki
şekilde okunmuştur. Buna bağlı olarak müfessirler, esasa aldıkları görüş
doğrultusunda kelimeye farklı manalar vermişlerdir.
İbn Abbas; “hami’e” {karabalçıklı} ve “hamiye” {sıcak} şeklindedir,
Ubeyy b. Ka’b, Peygamberimiz(s.a.v.) bu kelimeyi “hami’e”{karabalçıklı} şeklinde okumuştur.
Müfessirler; ayette Zülkarneyn’in karşılaştığı bildirilen gözeyi
tanımlayan “hami’e/hamiye” [karabalçıklı/sıcak] kelimesi ile bir
teşbihte bulunulduğunu düşünmüşlerdir. Buna göre Zülkarneyn; okyanusu,
“karabalçıklı bir göze” gibi görmüştür. Hemen hemen çoğu müfessir, ayeti
tefsir ederken, Zülkarneyn’in yaşadığı düşünülen bu sahneyi adeta bir tablo
gibi göz önünde canlandırmaya çalışmışlardır.
- Ayetin Zülkarneyn’in zannını ifade ettiği yorumu,
ayetten ilk bakışta anlaşılanla ne derece uymaktadır?
“Onu karabalçıklı bir göze içinde batar buldu…” [Vecedeha
tağrubu fi-aynin hami’e] cümlesi, Zülkarneyn’in zannını ifade ettiği kabul
edilecek olursa, ayetten ilk anlaşılan manadan tamamen uzaklaşmış olduğu
görülür. Nitekim bu durum, müfessirlerin ayete bakışlarında açıkça görülür:
- Zülkarneyn’in zannını ifade ettiğini
söylemektedirler. Oysa ayette, Zülkarneyn’in “zannettiğini” gösterir
şekilde hiçbir ifade yoktur! Aksine “buldu” denilmekte ve bir olaya
şahit olduğuna işaret edilmektedir.
- Ayette geçen “fi” [içinde] harf-i cerri, “inde”
[yanında] veya “ala” [üzerinde] manasında anlamışlardır.
- “Ayn” [göz/göze] kelimesine, lügat anlamı dışında
olarak, “deniz” manası verilmiştir.
- “Hami’e” [karabalçıklı/sıcak] kelimesinin bir
teşbih ifadesi olduğu kabul edilmiş ve bulutlarla kararmış veya
Güneş’ten ısınmış okyanusa denk geldiğini savunmuşlarıdır.
- Ayetin devamında gelen; “…Onun yanında
bir de kavim buldu. Dedik ki: "Ey Zülkarneyn, ya bunlara azap edersin
ya da haklarında güzel bir tavrı esas alırsın." Cümlelerindeki azap ve
güzel tavrın ne ile ilgili olduğu unutulmuş ve bu soru orta da
kalmıştır.
- “Zülkarneyn’in Solar Apeks’e gittiği” Düşüncesi ile
olaya bakış
Eğer Zülkarneyn “sebeb” vasıtasıyla uzayda seyahat ettiği ve
Güneş’in Samanyolu içinde yöneldiği noktaya gittiği düşüncesi ile meseleye
bakacak olursak, Zülkarneyn’in vardığı yerde bizim Güneş’imizi gördüğü
düşünülemez! O halde Zülkarneyn Herkül Burcu yakınında başka bir Güneş görmüş
olmalıdır. Ancak ayette; (Güneş’i), karabalçıklı bir gözede batıyor buldu.”
Buyrulmuştur. Yani Zülkarneyn’in vardığı yerde gördüğü Güneş, “onu” zamiri
ile ifade edilmiştir. Şu halde “onu” ifadesindeki Güneş kelimesinin mücerred
manası sebebiyle başka bir Güneş’e işaret edilmesi mümkündür.
Kısacası, Zülkarneyn’in sebeb vasıtasıyla göklere çıktığı ve
Herkül Burcu yakınında bir yere vardığı düşüncesiyle; “Zülkarneyn
Herkül Burcu yakınında bir Güneş sistemine vardığında, oradaki Güneş’i
karabalçıklı bir gözeye/göze batar halde bulmuştur.”
- Kur’an üslubu ışığında “fi-aynin hami’e” [karabalçıklı gözede]
Lügatta birincil anlamı “göz” olan “ayn” kelimesinin Kur’an’da
“göz” ve “pınar” anlamında kullanıldığı görülmektedir. Her ne kadar “ayn”
kelimesinin delik, çukur gibi başka karşılıkları varsa da, Kur’anda bu
anlamlara rastlanmaz, yani yoktur!
“Hami’e” kelimesinin ise, Kur’an’da, “kara toprak”
anlamında insanın yaratıldığı toprağı ifade etmek için kullanılır. O gözenin “kara
topraktan=karabalçıklı” bir göze veya Cehennem gibi “sıcak” bir göze olması
gerekmektedir. Yani bir deniz veya okyanusun bu şekilde vasıflandırılması ve
anlatılması mümkün değildir!
Sonuç olarak; “fi aynin hami’e” ibaresi, “karabalçıklı
göze/karabalçıklı göz/yakıcı göze/yakıcı göz” manalarına gelir. Güneş’inse
yeryüzünde bulunan böyle bir gözenin/gözün içinde batması mümkün değildir!
- Kur’an, Güneş’in battığı yerde [Solar Apeks’te] bir karadelik bulunduğunu bize bildiriyor
“Sebeb”e tabi olarak Solar Apeks’e varan Zülkarneyn, orada
bulduğu Güneş’i bir karadeliğin içine girerken görmüştür. Keza ayet, bu
hususu açıkça ilan etmiştir.
“(Orada) onu (Güneş’i), karabalçıklı/sıcak bir gözede/gözde
batar buldu.”
Günümüzdeki ilim ve teknoloji sayesinde biliyoruz ki; güneşlerin
battıkları yerler (içinde yok oldukları) yerler karadeliklerdir. Dolayısıyla
ayete bu açıdan bakmak için ekstradan çabaya gerek yoktur.
Güneş’in küçük bir göze/gözde battığı bildirilmektedir.
Müfessirlerin, Güneş’in büyüklüğüne dikkat çekerek akla aykırı gördükleri bu
husus, Güneş’in bir karadelikte batması düşüncesi ile oldukça makul hale
gelmektedir.
Güneş’in battığı gözenin, bir okuyuşa göre “karabalçıklı
göze/göz” olduğu bildirilmektedir. Karadeliklerin yaklaşan cisimleri
yutmaları sebebiyle, “kara bataklık” şeklinde düşünüldükleri ve ışımamamaları
sebebiyle de “karadelik” adı aldıkları bilinmektedir.
Güneş’in battığı gözenin, bir başka okuyuşa göre “sıcak
göze/göz” olduğu bildirilmektedir. Bugün, yapılan araştırmalar neticesinde
elde edilen bulgulara göre karadeliklerin aslında sıcak oldukları sonucuna
varılmıştır.
“Ayn” kelimesinin sık kullanılan bir manasının da “delik” olduğu
bilinir. Bu manadan haraketle ayette geçen ibareyi, “karabalçıklı/sıcak
delik” şeklinde anlamak da mümkündür. Böylelikle; Açıkça Güneş’in karadelikte
battığı bildirilmektedir diyebiliriz. Zira Kur’an, “ayn” kelimesine “delik”
anlamını değil, “pınar” ve “göz” anlamını yüklemektedir. Çöken yıldızlara
verilen isim karadelik tabirinin, gerçekte karadeliklerin, delik olmadığı,
kütleleri yoğun, hacimleri küçük yıldızlar olduğunu düşünürsek hakikati
yansıtmadığı görülmektedir. Bu nedenle günümüzde karadelik adı verilen çöken
yıldızları Kur’an’ın “ayn” [göze, göz] olarak tanımlamasının, gerçeği daha
iyi yansıttığı görülür. Günümüzde karadelik denen çöken yıldızlar üzerinde çalışan
ünlü fizikçilerin, “ayn” kelimesinden haraketle daha geniş
düşünülebilecekleri de hemen hatırlatayım.
Karadelikler ölen yıldızlardır. Ancak her ölen yıldız
karadelik haline gelmemektedir. “Karadelik olmaya en kuvvetli adaylar, bir süpernova
olara patlayan ve geride 3 Güneş kütlesinden büyük kütleli kor bırakan, büyük
kütleli yıldızlardır. Ölen bu yıldızlar büzülmekte, küçük bir hacim içinde
çok yoğun bir maddeyi barındırmaktadırlar. Keza Güneş’ten 3 kat büyük olan bu
yıldızlar sadece birkaç kilometre çapındadırlar. Böyle olunca çekim güçleri
müthiş derecede artmakta, ışığı, görünmez ışığı, sesi ve hatta zamanı bile
yutmaktadırlar. Kendine yakın olan yıldızları içine çekmekte ve her çektiği
yıldız ile çekim güçleri bir kat daha artmaktadırlar.
“Madde yok olmaz” inancını, karadelikler yıkmış tabiri caizse
içine çekip çürütmüştür. Binlerce yıllık bir medeniyetin mahsulü olan en
gelişmiş gözlem cihazları, koca yıldızların gözümüz önünde yok olup
gittiklerini sıcağı sıcağına kaydetmektedirler.
Zülkarneyn’in, bir kara deliğin çekim gücüne girdiğini gördüğü
Güneş, ayetten anlaşıldığı üzere Güneş’imizin Samanyolu içinde yöneldiği
istikamette bir yerde olması gerekir. Bu istikamet Solar Apeks’tir.
“…Onun yanında bir de kavim buldu…”
Müfessirlere göre, Zülkarneyn’in bulduğu kavim “göze’nin
yanındaydı”
“…onu kara balçıklı bir gözede batar buldu. Onun yanında
bir de kavim buldu.” İfadesinde bulunan “onun” zamirinin,
“göze” kelimesini işaret ettiğini söylemişlerdir. Çünkü müfessirlere göre, Güneş’in
yanında bir kavmin yaşaması mümkün değildir, Zülkarneyn olsa olsa gözenin
yanında bir kavme rastlamıştır. Fakat müfessirler, Arapça kaidelere göre
ayette bulunan bu ifadeye:
“O (Zülkarneyn), onun (Güneş’in) yanında bir kavim buldu.”
“O (Zülkarneyn), onun (karabalçıklı gözenin) yanında bir kavim
buldu.”
Gibi 2 şekilde mana verileceğini belirtmişler ve tercih yaparken
bakış açısı esas olacaktır demişlerdir.
- Zülkarneyn’in karşılaştığı kavmin Güneş’in yanında
olduğu düşünülürse, o kavimde Güneş’le beraber batmak üzeredir.
Ayette görüldüğü gibi Zülkarneyn’in gördüğü kavmin Güneş’in
yanında bulunduğu şeklinde bir anlam çıkarmakta herhangi bir mahsur yoktur.
Hatta cümlelerin Arapça üslubuna bakılırsa bu şekilde mana vermek
kaçınılmazdır. Keza müfessirlerin; Güneş’in yanında bir kavmin olmasını
mümkün görmemeleri, akli açıdan yani insanların Güneş’in yanında bir yerde
yaşamalarının imkânsızlığından kaynaklanır. Zülkarneyn, oradaki Güneş’i
“karabalçıklı bir gözede batar bulmuştur. Eğer batan bu Güneş’in yanında bir
de kavim varsa, bu kavmin de Güneş’le beraber gözeye battığını düşünmek,
mantığın basit ve temel bir kuralının kaçınılmaz sonucudur.
Zülkarneyn; Güneş’imizin Samanyolu etrafında dönerken yöneldiği
Solar Apeks doğrultusunda bir yere varmış ve oradaki Güneş’i, bir karadeliğin
çekim gücüne kapılmak üzereyken bulmuştur. Adım adım yutulma noktasına doğru
ilerleyen Güneş’in yanında da, üzerinde akıllı canlıların yaşadığı bir
gezegen vardır. Dolayısıyla, bu kavim ve üzerinde yaşadıkları gezegenleri de,
uydusu oldukları Güneş’le beraber kendilerini çeken karadeliğe batmak
üzeredir. Nitekim Allah’u Teala buyurmuştur:
- “…Dedik ki: "Ey Zülkarneyn, ya bunlara azap
edersin ya da haklarında güzel bir tavrı esas alırsın."
- Bu kelam ile Zülkarneyn’e savaştığı kavim hakkında
inisiyatif verildiği düşünülmüştür.
- Ayette Zülkarneyn’in savaştığına dair bir işaret
olmadığı için azaptan kasıt başka bir şey olmalıdır
Zülkarneyn, Allah’ın kendisine; “Onlara dilersen azap
edersin” dediği tek şahıstır. Lügatta “ceza” ve “işkence” manasına gelen
“azap” kelimesinin, Kur’an’da genel olarak 2 şekilde kullanıldığı görülür:
1.si ahiret azabı olarak, 2.si ise kavimlerin afetle helak edilmesidir. Bu
durumda, bazı müfessirlerin “azap” kelimesine sadece “öldürme” manası
vermeleri oldukça yadırganması gereken bir durumdur! Zira ayetlerde
Zülkarneyn’in savaştığına dair hiçbir kelimeye rastlanmamaktadır. Mademki
ortada bir savaş yok, Zülkarneyn’in bu kavme işkence etmesi/azap etmesi nasıl
mümkün olabilir?
Zülkarneyn’in 1. seyahatini anlatan ayetleri tekrar hatırlayacak
olursak:
“Nihayet, Güneş’in battığı yer [Solar Apeks]’e varınca, Onu
karabalçıklı/sıcak bir gözede/gözde [karadelikte] batar buldu. Onun yanında
bir de kavim buldu. Dedik ki: "Ey Zülkarneyn, ya bunlara azap edersin ya da haklarında
güzel bir tavrı esas alırsın." Buyrulmuştur.
Dikkat edilirse, Zülkarneyn’e, “Güneş’in battığı yer” {Solar
Apeks}’de karşılaştığı olay üzerine azap ruhsatı verildiği görülür. Vardığı
yerdeki kavim bir afetle helak olmak üzeredir ki, Allah Zülkarneyn’e onlardan
dilediğini kurtarma ruhsatı vermiş olsun. Bu şekildeki anlayışın Kur’an’ın
“azab” kelimesine yüklediği manaya daha uygun olduğunu görmekteyiz.
- Dedi: "Zulmedene azap edeceğiz;
sonra Rabbine döndürülecek; O da onu görülmedik bir azaba çeker." [87]
- "İman edip hayra ve barışa
yönelik iş yapana gelince, onun için ödül olarak en güzeli var. Ve ona,
buyruğumuzdan, kolay olanı söyleyeceğiz." [88]
Yukarıdaki 2 ayette “Zülkarneyn’in, Allah’ın kendisine
verdiği ruhsatı kullanırken esas aldığı prensibi gösterdiği” şeklindedir.
Müfessirler, burada bulunan “güzel bir mükâfat/ödül” kelimesi üzerinde durup
okuma farkındalığından kaynaklanan değişik manalara da temas etmişlerse de,
genel olarak bu ödülün Allah’ın ahirette vereceği mükâfat olduğu şeklindedir http://fitratdini.sitemynet.com
Devam Edecek.
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Zülkarneyn’in
Güneşin Doğduğu Yere Seyahati
--2.Seyahat--
Sonra bir sebebi
daha izledi. [89]
|
Bir süre sonra,
Güneş'in doğduğu yere varınca onu, ona karşı kendilerine bir siper
yapmadığımız bir topluluğun üzerine doğar buldu. [90]
|
İşte böyle! Biz
onun yanında olan her şeyi bilgimizle kuşatmıştık. [91]
|
- “Sonra
bir sebebi daha izledi.”
Zülkarneyn; birincisinin ardından ikinci bir seyahate daha
çıkmış ve bu seyahatini de, yine onu çok uzaklara götüren “sebeb” vasıtasıyla
yapmıştır.
- “Matli’a Şems’e [Güneş’in doğduğu yer’e] varınca”
“Matli’a Şems” (Güneş’in doğduğu yer) tabirinden
anlaşılan; doğuda imar edilmiş olan yerin başlangıcında ki Güneş’in doğduğu yerdir,
doğu mıntıkasındaki ufuk noktasıdır, doğuda bir ülkedir, kısacası doğudur.
- Güneş’in Doğduğu yer konusundaki görüşler
Müfessirlere göre, “Matli’a Şems” {Güneş’in
doğduğu yer} tabirinden anlaşılan; doğuda imar edilmiş olan yerin
başlangıcındaki Güneş’in doğduğu yerdir, doğu rotasındaki ufuk noktasıdır,
doğuda bir ülkedir, kısacası doğudur.
- “Güneş’in battığı yer’in zıt istikametindeki
Güneş’in doğduğu yer”
“Matli’a Şems” tabirinin sadece “doğu”yu ifade ettiğini
söylemek, Kur’an’da geçen “maşrık” (doğu) kelimeleri varken
büyük bir tezat oluşturur ve pekte öyle makul görülmemektedir. Zira “doğu”
manasına gelen Arapça “maşrık” kelimesi, Kuran da tekil olarak 6 yerde
ve mağrib ( batı ) kelimesi ile birlikte kullanılmıştır. “Matli”
[doğuş yeri] kelimesi ise, Kuranda sadece 1 defa ve şems (Güneş) kelimesiyle
tamlamalı olarak, üstelik “mağri-be’ş şems” (Güneş’in battığı
yer) tabirinin geçtiği ayetten birkaç ayet sonra kullanılmıştır. Bu haliyle
Güneş’in battığı yerin zıttını ifade ettiğinde şüphe yoktur.
Daha önce belirtildiği gibi; Güneş’in Samanyolu Galaksisi
etrafındaki yörüngesinde seyrederken yöneldiği doğrultuya Astronomi diliyle
“Apeks”, bunun zıttı olan doğrultuya ise “Antapeks” denilmektedir. Kur’an’da
ise “Apeks” (Günerek) tabiri yerine “mağrib” [batış yeri] kelimesinin “Antapeks”
tabiri yerine ise “Matli” kelimesinin kullanıldığı görülür.
Antapeks doğrultusu ise, Colomba Takımyıldızı yakınında [RA.
6/Dec. —30] yer alır. Dolayısıyla, Zülkarneyn’in uzay yolculuğuna çıktığı
görüşü ile hareket ediyorsak, onun 2. seyahatinde Colomba (Güvercin)
Takımyıldızı’ndaki bu doğrultuda bir yere gitmiş olma ihtimalini dile
getirmek durumundayız.
- “…onu öyle bir kavim üzerine doğar buldu
ki, onlar için güneşe karşı bir örtü yapmamıştık.”
- Güneş’ten başka bir örtüye/sipere sahip olmayan
kavim hakkındaki görüşler
Müfessirler, bu tanımlamayı 2 görüş etrafında toplamışlar:
- Orada Güneş’in ışığının üzerlerine düşmesine mani
olacak ne bir ağaç, ne bir dağ ne de bir yapı yoktu. Bundan ötürü Güneş
doğduğunda onlar, yaz yerin içine doğru kazılmış tünellere ya da suya
dalıyorlardı. Böylece de, Güneş doğunca, geçimlerini sağlamak için
çalışıp çabalayamıyorlardı. Diğer insanların durumunun aksine, onlar
geçimlerini Güneş’in battığı zaman sağlamakla uğraşıyorlardı.
- Onların elbiseleri yoktu ve hayvanlar çıplak
idiler. Astronomi (coğrafya) kitaplarında ileri sürüldüğüne göre,
ekseri zencilerin ve Ekvatora yakın beldelerdeki insanların durumu
böyledir.
Müfessir Fahreddin Razi’den aktarılan bu 2 görüşten birini
tercih edip savunan âlimler olduğu kadar 2 görüşü birleştirenler de vardır.
Ve pek çok rivayet hortlamışlardır.
Allah’u Te’ala, Zülkarneyn’in karşılaştığı kavmi “kendilerine
ondan bir örtü yapmadığımız topluluk” şeklinde buyurmuşken, bu tanım içinde
onların ne çıplak olduklarına dair, ne de mağaralarda yaşadıklarına dair bir
ifade bulunmama maktadır! Ele aldığım ve yazmadığım bütün bu yorumlar,
ayetten anlaşılan açık manadan, yani o kavimle Güneş arasında bir örtü
bulunmadığı fikrinden haraketle yapılmıştır. Özellikle örtü kelimesine
yüklenen bina, elbise, ağaç gibi anlamlar, zihinlerde bulunan örtü imajından
kaynaklanmıştır. Kur’an’ın üslubu ve hitabı bu konudaki mantığı ya
dikkatlerden kaçmış veya bu mantık yakalanmış ama gerçek olması imkânsız
olamayacağı düşüncesiyle hiç telaffuz edilmemiştir. Zülkarneyn’in
karşılaştığı kavmin Güneş’le arasında bir örtü yoktur. Peki, bizim Güneş’le
aramıza bir örtü var mıdır? Bu örtü Kur’an’da tanımlanmış mıdır? Evet, Kur’an
çok açık ve net olarak bu tanımı yapmıştır.
FURKÂN 47/ Sizin için geceyi örtü, uykuyu istirahat
kılan, gündüzü de dağılıp çalışma (zamanı) yapan, O'dur.
Şu halde bizimle Güneş arasındaki örtü gecedir. Zülkarneyn’in
karşılaştığı kavmin Güneş’le arasında örtü yoktur. Keza Zülkarneyn’in
karşılaştığı kavmin gecesi yoktur.
-------------------------------------------------
- Gecesi olmayan yer var mıdır?
Gökyüzüne baktığımızda gördüğümüz yıldızlardan her
birinin bir Güneş olduğunu sanırım bilmeyen yoktur. Bugün alelade bir
ansiklopediden bile, bu güneşlerin pek çoğunun çift yıldızlar halinde
bulunduğunu öğrenmek mümkündür. Zira gökyüzünde Güneş’imiz gibi tek yıldız
şeklinde olan yıldız sayısı, çift yıldız şeklinde bulunanlardan daha azdır.
Yine daha düne kadar, bu güneşlerin (yıldızların) pek çoğunun gezegenlerinin
bulunduğu ihtimali kesine yakın bir şekilde kabul görmekteydi. Bugünse bu
düşünce ispat edilmeye başlanmıştır.
Her gezegenin bir yörüngesi bulunması gerektiği fizik kaideleri
icabıdır. Eğer çift yıldızlardan birisinin etrafında bulunan bir gezegenin,
kaç farklı yörünge izleyebileceği varsayımları üzerinde düşünülecek olursa,
oldukça fazla ihtimal ortaya çıkacağı kaçınılmazdır. Aynı merkez etrafında
dönen iki Güneş’ten birinin bir gezegeninin bulunduğunu varsayalım. Bu
gezegenin bağlı olduğu Güneş etrafında dönüş süresi ile güneşlerin birbirleri
etrafındaki dönüş süreleri dikkate alınacak olursa, bu gezegen hakkında
gece-gündüz olaylarıyla ilgili olarak elde edeceğimiz sonuç, dünyada
yaşanılana göre oldukça farklı olacaktır:
Eğer hareketin başlama anında X gezegeni, B ve A
güneşlerinin (yıldızlarının) arasında bir konuma sahip ve A güneşinin B
güneşi etrafında bir tur yapması için gereken süre, X gezegeninin A güneşi
etrafındaki yörüngesini bir kez kat etmek için ihtiyaç duyduğu süreye eşitse,
bu durumda X gezegeninin bir yüzü A güneşinden, bir yüzü de B güneşinden ışık
alacağı için, gezegenin tamamında sürekli bir gündüz hali yaşanacak, yani
gezegenin gecesi olmayacaktır. Veya şu kadar saat A güneşi günü, bu kadar
saat B güneşi günü gibi farklı bir “ gün anlayışı ortaya çıkacaktır. Şu
halde, günümüz astronomi bilgileri ile uzayda gecesi olmayan gezegenlerin
bulunabileceğini söylemek bas baya mümkündür. Zülkarneyn’in 2. seyahatinde
“Güneş’in doğduğu yer”e gittiğini ve bu tanımlamadan kastın, günümüz
astronomisinin tabiriyle “Antapeks” olabileceğini, bunun da kaynaklara göre,
Colomba (güvercin) Takımyıldızı’nda bir yeri ifade ettiğini belirtmiştik. Bu
doğrultuya yakın bazı çift-yıldız sistemleri varsa da, Zülkarneyn’in
2.seyahatinde gittiği sistemin, Güneş’in Samanyolu’ndaki yörüngesinde
peşinden gelen bir çift-yıldız sistemi olması gerektiğidir. Samanyolu’nda
Güneş’in peşinden gelen böyle bir çift-yıldız sistemi var mıdır? Solar
Antapeks [RA. 6 Dec. —30] olan doğrultudur. Ancak bu doğrultunun üzerinde bir
çift-yıldız sistemi aranmalıdır.
Zülkarneyn’in ilk seyahatinin “Apeks”te bulunan karadeliğe
yaklaşmış bir Güneş’in gezegenlerinden birine, ikinci seyahatinin ise
“Antapeks”te bulunan bir çift-yıldız sistemindeki gezegene olduğunu düşünecek
olursak, bu günkü bili ve teknoloji sayesinde bile mümkün olmayacak bir uzay
yolculuğu yaptığını, bugünkü akli kapasite ve idrak seviyemizle bile kavrayıp
izah edemeyeceğimiz şeyler gördüğünü kabul etmek zorundayız. Nitekim Allah’u
Teala buyurmuştur:
KEHF
Suresi 91
|
كَذَلِكَ
وَقَدْ
أَحَطْنَ 75;
بِمَا
لَدَيْهِ
خُبْرًا
Kezalik ve kad ehatna bima ledeyhi hubra
İşte böyle! Biz onun yanında olan her şeyi bilgimizle
kuşatmıştık.
|
Zülkarneyn’in 2 seyahatini de bize kısa ama öz bir
şekilde bildiren Allah’u Teala daha sonra da; “Onun
gördüklerini/düşündüklerini/yaşadıklarını kendisinin hubr [kelime
kökü olan] {bütün inceliklerini ve hakikatini bilme} Bakımından”
kuşattığını bildirmiştir.
“Hubr” kelimesi, Kur’an’da, Kehf Suresi 91 ve 68.ayetlerinde 2 defa
geçmektedir. Ele aldığımız 91. ayetin daha iyi anlaşılması bakımından 68.
ayete de bakmak faydalı olacaktır.
Kehf suresinin 60–82 ayetleri, Hz. Musa ile kendisine “Allah
katıdan ilim verilen” bir insanın { halk tabirinde Hızır} seyahatini
anlatmaktadır. Hz. Musa bu şahıstan ilim öğrenmek istemiş, bu şahısta,
kendisi ile birlikte bulunmaya dayanamayacağını, görecekleri karşısında
açıklama yapana kadar soru sormaması şartıyla birlikte seyahat
edebileceklerini söylemiştir. Bu şahıs söz konusu seyahat esnasında bir
gemiyi deler, suçsuz bir oğlan çocuğunu öldürür, kendilerine kötü davranılan
bir köyde yılmak üzere olan bir duvarı meccanen tamir eder. Hz. Musa söz
vermesine rağmen her defasında müdahale edince, sonunda Hızır olayların iç
yüzünü açar ve; gemiyi deldiğini çünkü geminin gittiği yerde bir kralın
gemileri zorla aldığını; oğlanı öldürdüğünü çünkü anne babasının Salih amel
işleyen mümin kimseler olması sebebiyle oğlanın büyüyünce onlara zararının
dokunabileceğini; duvarı tamir ettiğini, çünkü bu duvarın altında hazine
bulduğunu, çocukların büyüyüp hazineyi çıkarabileceklerini söyler. Kur’an’da
anlatılan bu kıssadan, kendisine “Allah katından ilim verilen” bir insanın
gelecekte neler olacağını bilerek önlemler aldığı anlaşılır. Kendisine ilim
öğretmesi talebine karşılık anılan şahsın cevabı şöyle olmuştur:
KEHF
Suresi 68
|
وَكَيْفَ
تَصْبِرُ
عَلَى مَا
لَمْ تُحِطْ
بِهِ
خُبْرًا
Ve keyfe tasbiru ala ma lem tühit bihi hubra
(İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?
|
“Hubra” kelimesi kelime kökü olan “hubr” [bütün
inceliklerini bilme ve hakikatini bilme bakımından, iç yüzünü, havsalının
almadığı] gibi manalara gelir. Bu kelime ayette geçen hadiselerden
anlaşıldığına göre, insan havsalasının (aklının ve idrakinin) alamayacağı bir
ilme işaret etmektedir. Zira geleceğin bir insan tarafından önceden bilinmesi
söz konusudur.
Aynı kelime Kehf 91 de de kullanıldığına göre, Zülkarneyn’in
gördüğü ve yaşadığı şeyler, insan havsalasının almayacağı şeyler olmalıdır.
Ayette geçen “hubr” kelimesi yerine “ilim” kelimesinin kullanıldığı benzer
bir ayet daha vardır.
TALÂK suresi 12
|
اللَّهُ
الَّذِي
خَلَقَ
سَبْعَ
سَمَاوَا 78;ٍ
وَمِنَ
الْأَرْض 16;
مِثْلَهُ 06;َّ
يَتَنَزّ 14;لُ
الْأَمْر 15;
بَيْنَهُ 06;َّ
لِتَعْلَ 05;ُوا
أَنَّ
اللَّهَ
عَلَى كُلِّ
شَيْءٍ
قَدِيرٌ وَأَنَّ
اللَّهَ قَدْ
أَحَاطَ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
عِلْمًا
Allahulleziy haleka seb'a semavatin ve minel'ardi mislehunne
yetenezzelul'emru beynehunne lita'lemu ennallahe kad ehata bikulli şey'in 'ilmen.
Allah, yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır.
Ferman bunlar arasından inip durmaktadır ki, böylece Allah'ın her şeye
kadir olduğunu ve her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz.
|
TÂHÂ suresi 98
|
إِنَّمَا
إِلَهُكُ 05;ُ
اللَّهُ
الَّذِي لَا إِلَهَ
إِلَّا هُوَ
وَسِعَ
كُلَّ
شَيْءٍ عِلْمًا
İnnema ilahükümüllahüllezi la ilahe illa hu vesia külle
şey'in ilma
Sizin ilâhınız, yalnızca, kendisinden başka ilâh olmayan
Allah'tır. O'nun ilmi her şeyi kuşatmıştır.
|
Her 2 ayette de insan aklının kavramakta zorlanacağı bilgiler
verildikten sonra, bunları Allah’ın “ilim” ve “hubr”
ile kuşattığı bildirilmiştir.
http://fitratdini.sitemynet.com
Devam Edecek.
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Zülkarneyn’in İki
Sedd/Südd Arasına Seyahati
---3.Seyahat---
Kehf Suresi
[92]
Sonra yine bir sebebi izledi.
[93]
Nihayet, iki set arasında ulaştı. Setler arasında öyle bir topluluk buldu ki
neredeyse söz anlamıyorlardı.
[94]
Dediler: "Ey Zülkarneyn! Ye'cûc ve Me'cûc bu yerde bozgunculuk
yapıyorlar. Onlarla bizim aramızda bir set yapman şartıyla sana vergi
verelim mi?"
[95] Dedi:
"Rabbimin beni içinde tuttuğu imkân ve güç daha üstündür. Siz bana
bedensel gücünüzle destek verin de onlarla sizin aranıza çok muhkem bir
engel çekeyim."
[96]
"Bana demir kütleleri getirin!" İki ucu tam denkleştirince,
"Körükleyin!" dedi. Onu ateş haline koyunca da "Getirin
bana, üzerine erimiş bakır/katran dökeyim!" diye seslendi.
[97] Artık
onu ne aşabildiler ne delebildiler.
[98] Dedi:
"Bu, Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin vaadi gelince onu yerle bir
eder. Ve Rabbimin vaadi haktır."
[99] O gün
onları bırakmışızdır, birbirleri içinde dalgalanırlar. Sûra da üflenmiştir;
hepsini bir araya toplamışızdır.
|
·
“Sonra yine bir sebebi izledi.”
2. Seyahatinden sonra Zülkarneyn, “sebeb”i izleyerek, “sebeb”e
tabi olarak başka bir yere doğru yola çıkmıştır.
- “Nihayet, iki
set arasında ulaştı…”
- “Sedd” kelimesi ve okunuş farklılıkları
“Sedd/südd” kelimesi; “deliği tıkamak,
yarığı kapamak, ıslah etmek, sağlam yapmak” manalarına gelen “sedede”
fiilinden türemiş bir isim olup dağ, engel, baraj, gölge, siyah bulut vb.
manalara gelmektedir. Kur’an’ı Kerim’de tekil olarak 2 defa Yasin Suresi 9.
ayette, bir defa Kehf Suresi 94. ayette ve ikil olarak bir defa kehf 93.
ayette olmak üzere toplam 4 yerde geçmektedir. Geçtiği 4 yerde de ulemanın
okunuşunda ihtilaf ettiği kelimeyi bazıları “sedd”, bazılarıysa “südd”
şeklinde okumuşlardır. “Sedd” şeklinde okunduğunda insan yapısı engeli,
“südd” şeklinde okunduğunda ise tabi olan engeli ifade eder. Ayrıca, sedd
şeklinde okunduğunda gözle görülebilen engel manasına gelirken; südd şeklinde
okunduğunda gözle görülemeyen engel manasına geldiği, sedd şeklinde 2 şeyin
arasına ayıran, süd şeklinde ise gözü karartan şeyi ifade ettiği söylenir.
- Yasin 9. ayet ışığında “sedd/südd” kelimesi
Hemen yukarıda yazdığımız gibi sedd/südd kelimesinin
engel, baraj, dağ, siyah bulut vb. manalara geldiğini söylemiştik.
Müfessirler Seddeyn kelimesine 2 dağ anlamı vermişlerdir. Oysa sedd kelimesi
dağ anlamında kullanılmakta ve herhangi bir şeye engel olan her şey için sedd
denilebilmektedir.
Türkçe’deki “dağ” kelimesine Arapça’da gerçek manası ile karşılık
gelen kelime “cebel” dir. Bu kelime Kur’an’da 39 yerde geçer. O halde “sedd”
kelimesi Kur’an’da hangi manalarda kullanılmıştır?
“Sedd/südd” kelimesi; 2 si Zülkarneyn ayetlerinde, diğer ikisi
de Yasin 9. ayette olmak üzere 4 yerde kullanılır.
Yasin Suresi 9. Ayet
وَجَعَلْ 06;َا
مِن بَيْنِ
أَيْدِيه 16;مْ
سَدًّا
وَمِنْ
خَلْفِهِ 05;ْ
سَدًّا
فَأَغْشَ 10;ْنَاهُمْ
فَهُمْ لاَ
يُبْصِرُ 08;نَ
Ve cealna mim beyni eydihim seddev ve min halfihim sedden fe
ağşeynahüm fehüm la yübsirun
Hem önlerinden bir sedd ve arkalarından bir
sedd çekmişiz, kendilerini sarmışızdır da baksalar da
görmezler.
|
Ayette açıkça görüldüğü gibi sedd kelimeleri ile ifade
edilen engel; elle tutulur nitelikte olmayıp, gözün görüşünü engelleyen, ne
yöne dönülürse dönülsün gözünün önünde bulunan ve insanı her yanından saran
bir sedd ten bir mahiyetten bahsedilmektedir. Bu engel maddi değil, manevi
bir engeldir. Peki, Allah böyle manevi bir engele, hangi maddi engelle işaret
etmektedir? Acaba “sedd/südd” kelimesi lügatta insanı her yönden saran
manasında mı gelmektedir?
İki
de bir de “sedd/südd” deyip durduğumuz mevzuda, Yasin 9’ da geçen
kelimeyi “südd” şeklinde kabul edersek veya sedd ve südd’ün birbiri
yerine kullanılabileceğini düşünürsek, südd kelimesinin lügatta ki
manasını dikkate almamız gerekir. Bu anlam “sis/bulut”tur. Bu açıdan bakılırsa ayetin
mealini şöyle vermek mümkündür:
“Önlerine bir sis bulutu, arkalarına da bir sis bulutu
oluşturduk. Onları sardık, artık onlar göremezler.”
Görüldüğü gibi südd kelimelerini bulut şeklinde manalandırarak ayeti
anlamaya çalıştığımızda, ayetin bütünlüğü açısından en isabetli anlayışı
yakalamış oluruz. Velkelev müfessirlerin düşündükleri gibi insanın
arkasına ve önüne iki büyük engel, baraj, set çekilmiş olsa, insanın
gözlerinin böyle iki engelle her yönde kararması, perdelenmesi mümkün olamaz,
İnsanın görmemeside mümkün olmadığı gibi son derece saçma bir zihniyettir!
·
İki
“sedd/südd” [iki bulut {iki nebula}]
Astronomi literatüründe, ayette geçen “südd” kelimesini
tamı tamına karşılayan bir terim mevcuttur: Nebula…
Bu kelime lügatta “bulut/sis” demektir. Nebulous
{nebülöz} şeklinde ise “sisli” manasında olup, dilimize “bulutsu” şeklinde
çevrilmiştir. Bulutsular Samanyolu’ndaki ya da öteki gökadalardaki yıldızlar
arası ortamın gaz ve toz bulutlarıdır. Bunlardan, yakınlarında birkaç parlak
yıldız bulunan ve o yıldızlardan aldıkları ışıkla parıldayanlara Parlak
Bulutsu denir. Böyle bir konumda olmayan, dolayısıyla parıldamayanlar ise
Karanlık Bulutsu adını alırlar. Zülkarneyn iki bulut arasına
gitmiştir. Bu şekilde birbirine yakın ayetteki ifadeye nazaran koordinat
teşkil edecek bulutsu sayısı ise oldukça da azdır. ( Bu bulutsular,
elbette birbirlerinden belki de binlerce ışık yılı uzaklıktadır. Keza
yakından kastım, gökyüzüne baktığımızda koordinat teşkil edebilecek şekilde
birbirlerine yakın görünen manasındadır.) Hangi iki bulutsu arasına
gitti? Sorusuna ilk olarak bir ihtimal vererek, cevap bulmaya çalışalım. Bu
açıdan Saggitarius [Yay] Takımyıldızında yer alan iki bulutsu
oldukça dikkat çekicidir. Lagoon ve Trifid bulutsuları. Bu
bulutsular, astronomi il ilgilenen herkesin tanıdığı bulutsulardır.
Lagoon Bulutsusu; Dünya’dan 400 ışık
yılı uzaklıkta, 30 ışık yılı genişliğinde, 2 milyon yaşında bir bulutsudur.
Trifid Bulutsusu’nun Dünya’dan
uzaklığı ise 3200 ışık yılıdır ve bulutsu 12 ışık yılı genişliğinde, 7 milyon
yaşındadır.
Orion [Avcı] Takımyıldızı’nda bulunan ve Büyük Orion
Bulutsusu olarak bilinen M42 ve M43 bulutsuları, aslında ayrı ayrı bulutsular
olmalarına rağmen tek bulutsu şeklinde görünmektedirler. Orion Bulutsusu {M42+M43}
Dünya’dan 1500 ışık yılı uzaklıkta, 30 ışık yılı genişliğinde, 2 milyon
yaşından genç bir bulutsudur. Öte yandan bu bulutsulara yakın başka bir
bulutsu daha vardır ki, Atbaşı bulutsusu olarak da bilinen IC434
bulutsusudur.
Bilim ve Teknik Dergisinin Nisan 2000 sayısında
yayınlanan şu haber bu konuda oldukça dikkat çekicidir:
“Hawai’de İngiltere’ye ait Kızılötesi
Teleskop’u kullanan İngiliz gökbilimciler, Orion (Avcı) Bulutsusu’nu konu
alan en kapsamlı araştırmayı yürütüyorlar. Bulutsuyu inceleyen gökbilimciler
geçen ayın sonlarında 13 gezegen keşfettiklerini açıkladılar. Araştırma
sırasında ortaya çıkan gezegenlerin ilginç bir özelliği var. Araştırmayı
yürüten bilim adamları Hertfordshire Üniv. den Dr. Philip Lucas ve Oxford
Üniv. den Dr. Patrick Roche, bulunan gökcisimlerinin herhangi bir yörüngeye
sahip olmadıklarını, başı boş dolaştıklarını bildirdiler. Bugüne kadar benzer
özellik gösteren yalnızca 2 cisim gözlenmişti. 13 gezegenin keşfi, küçük
yıldızlarla büyük gezegenler arasında sanılandan daha çok ortak özellik
olabileceğini düşündürüyor. Orion Bulutsusu’ndaki Trapezium kümesinde bulunan
gezegenlerin en büyüğü Jüpiter’in 8 katı kadar.”
Kim bilir Orion Bulutsuları veya Lagoon-Trifid
bulutsuları gibi daha kaç ihtimalden bahsedilebilir? Ancak, bu konuda daha
ilmî, daha tutarlı fikirlerin yine işin ehli olan kimseler tarafından ortaya
konulabileceği inancını taşıyoruz. Bizim tespitimiz sadece; ayette geçen “Süddeyn”
kelimesi ile uzayda bulunan “iki bulutsu”nun
kastedildiğidir. Bu açıdan Zülkarneyn “iki nebula” arasına
gitmiş olmalıdır.
·
“…Setler arasında öyle bir topluluk buldu ki
neredeyse söz anlamıyorlardı. “
Bu kavim hemen hemen bütün âlimler tarafından ilkel bir
kavim olarak vasıflandırılmıştır. Kavim; “Neredeyse söz anlamıyorlardı”
şeklinde tavsif edilen ayette geçen “yufkıhune” şeklinde okunması
sebebiyle, müfessirler, bu insanların ya hiç konuşma kabiliyetine sahip
olmadıkları ya da kendi dillerinden başka dil anlamadıkları kanaatine
varmışlardır. Ayrıca, “Neredeyse söz anlamıyorlardı” ibaresinden ya zorlukla
anlayabildikleri veya hiçbir şey anlamadıkları, ancak işaretle
anlaşabildikleri sonucu çıkmıştır.
“Süddeyn” kelimesinin “iki nebula” manasına geldiği
düşüncesinden haraketle, ayetten; “Zülkarneyn’in iki bulutsu
arasındaki bir gezegen üstünde yaşayan bir kavimle karşılaştığı”nın
anlaşıldığını söyleyebiliriz.
- Dediler: "Ey Zülkarneyn! Ye'cûc ve Me'cûc bu yerde bozgunculuk
yapıyorlar. Onlarla bizim
aramızda bir set yapman şartıyla sana vergi verelim mi?"
3. Seyahatinde iki dağın arasında gördüğü kavim,
Zülkarneyn’le konuşmaktadır. Bir önceki ayette bu kavmin anlaşmakta zorluk
çekilen bir kavim olduğu bildirildiğine göre; acaba Zülkarneyn bu kavmin
söylediklerini nasıl anlamıştı? İşte, müfessirler öncelikle bu konu üzerinde
durmuşlardır. Bir kısmı “Tercümanları vasıtasıyla konuştular.” Derken bir
kısmı “işaret vb. şeylerin yardımı ile” konuştuklarını söylemişlerdir.
Bazıları da; onların anlatma kabiliyetlerinin olmadıkları, bununla beraber,
Zülkarneyn’in kendisine verilen “sebeb” ile ne demek istediğini anladığını
düşünmüşlerdir. Sonuç olarak o kavme mensup olanlar, şu veya bu şekilde
Zülkarneyn’e dertlerini anlatmışlar, Ye’cüc-Me’cüc denilen kavimden şikâyetçi
olmuşlardır.
“Kur’an’da işaret edilen Ye'cûc ve Me'cûc, rivayetlerde olduğu gibi Türk
boylarından Tatarlar veya Türklerle soy birliği olan Moğollar olamaz! Çünkü
Kur’an-ı Kerim indiği zaman Arapların ve bölgede yaşayan Yahudilerin Türk
boylarıyla bir münasebeti yoktu. Hatta onların varlığından bile haberdar
değildiler. Onlar arasında Türkler aleyhinde böyle olumsuz bir propagandanın
yayılmış olmasıda düşünülemez. Ortadoğu’yu tedirgin eden, Cengiz ve Hülagü
akınlarıdır. Bunlar peygamberde birkaç asır sonra olmuştur. İşte Cengiz ve
Hülagü akınlarında saldırgan askerlerin yaptıkları dehşet koparan zulümler,
hunharlıklar bölgede bütün bir millete karşı nefret uyandırmış ve Türkler
aleyhinde böyle olumsuz riyakâr propagandalar yayılmasına neden olmuştur.
Bunların Türklerle bir ilgisi yoktur. Cengiz ve Hülagü Müslüman değillerdi
ama onların torunları Müslüman olmuşlar, Hindistan’da büyük bir İslam
imparatorluğu kurmuşlar ve İslami yaymışlardır. Her halde İslam’ı yayan
bir millet Ye'cûc ve Me'cûc olamaz!
Bu olay Zülkarneyn seddinin nerede olduğu mevzusu ile
iç içedir. Zülkarneyn seddinin Kafkasya’da veya Türkistan’ın sonunda olduğunu
savunan bütün müfessirler, ister istemez Türklerin Ye'cûc ve Me'cûc olduğu
kanaatini taşımıştır. { Her ne kadar günümüzde bazı yazarlar Ye'cûc ve
Me'cûc’ün Çinliler ve Ruslar olabileceği gibi fikirler ortaya atıyorlarsa da,
bu düşüncenin hiçbir delili ve dayanağı yoktur.}
- Zülkarneyn’in iki bulutsu arasına
gittiği düşüncesi ile meseleye bakış
Ye'cûc ve Me'cûc kelimelerinin manası, tek millet mi
yoksa iki ayrı millet mi olduğu, yeryüzünde ki hangi milletler olabileceği,
dünyanın neresinde bulundukları, insan olup olmadıkları vb. konularında
bulunan görüşler, bizi
Sonuca, neticeye ulaştırmaktan çok uzaklaştırmıştır ve bizi
sonuca götürmeyecek kadar çok ve mesnetsiz dir.
Keza olayın aydınlanması konusunda dinin tek kaynağı olan
Kur’an’da bu hususta ayrıntılı bilgi yoktur. Zülkarneyn
‘in “iki nebula” arasında bir gezegene gittiği düşüncesi
çerçevesinde ayete bakacak olursak; Zülkarneyn’in orada karşılaştığı ve
konuşarak anlaşmakta zorluk çektiği akıllı mahlûklar, bir yolunu bularak
ondan yardım istemişlerdir. Gezegenlerine yakında bulunan bir diğer gezegende
yaşayan Ye'cûc ve Me'cûc
tarafından saldırıldığını, ücret karşılığı Zülkarneyn’in onlarla aralarına
bir engel yapmasını istemişlerdir. [Ayette iki gezegene işaret eden bir ibare
olmadığı görülür, ancak aşağıda gelecek olan “sadefeyn”
kelimesi bu manayı vermeyi gerekli kılmaktadır.]
Bu engel ayette “sis/bulut” manası verdiğimiz “sedd/südd”
kelimesi ile ifade edilmiştir. Buluttan bir engel nasıl yapılabilir?
- Dedi: "Rabbimin beni içinde tuttuğu imkân ve güç daha üstündür. Siz bana bedensel gücünüzle destek verin de onlarla
sizin aranıza çok muhkem bir engel çekeyim."
- Kale ma mekkenni fihi rabbi hayrun fe
eiynuni bi kuvvetin ec'al beyneküm ve beynehüm redma
Zülkarneyn’in cevabı niteliğindeki bu ayette geçen; “ma mekkeni fihi
rabbi” [=Rabbimin bana kendisinde imkân sağladığı şey] ibaresi; makam,
saltanat, mali kuvvet, nimet, geniş zenginlik manaları ile açıklanmaya
çalışılmıştır. O kavim Zülkarneyn’e yardım ettiği takdirde Ye'cûc- Me'cûc’le o kavmin arasına
bir sedd “redm” [kat kat engel] yapacağını söylemiştir. Çoğu
müfessirin “sedden büyük engel, sağlam engel” anlamını verdiği “redm”
kelimesi sedd kelimesinden daha fazla kullanılır.
“Redm” kelimesine lügatta; “engel,
perde, sedd, duvar” gibi anlamlar verildiği gibi ayrıca “kesintisiz/deliksiz”
anlamına geldiğide söylenmektedir. Ayrıca müfessirlerin işaret ettiği
“redeme” fiilinin “yamamak” anlamından haraketle “redm”e kat
kat manasını vermek mümkündür.
- "Bana demir kütleleri getirin!" İki ucu tam
denkleştirince, "Körükleyin!" dedi. Onu ateş haline koyunca da "Getirin
bana, üzerine erimiş bakır/katran dökeyim!" diye seslendi.
- Atuni züberal hadid hatta iza sava
beynes sadafeyni kalenfühu hatta iza cealehu naran kale atuni üfriğ
aleyhi kidra
·
آتُونِي
زُبَرَ
الْحَدِي 83;ِ
حَتَّى
إِذَا سَاوَى
بَيْنَ
الصَّدَف 14;يْنِ
قَالَ
انفُخُوا
حَتَّى
إِذَا
جَعَلَهُ
نَارًا
قَالَ آتُونِي
أُفْرِغْ
عَلَيْهِ
قِطْرًا
“hadid” kelimesi lügatta “demir”;
çoğul olan “züber” kelimesinin tekili “zübre” ise,
“omuz, yele, büyük parça, demir parçası” anlamlarına gelir.
Ayette geçen ve okunuşunda ihtilaf bulunan züber, kelimesinin “büyük
parçalar, büyük kütleler” anlamında olduğu yönündedir. Böylece ”züberal hadid” e “demir kütleleri,
demir blokları” denilmiştir. Okunuşundaki ihtilaf göz önüne alınarak ” zübrel hadid” şeklinde kabul
edilecek olursa, “büyük demir blok” manası vermekte mümkündür.
Diğer bir husus da; Atuni züberal hadid
[Bana demir kütlelerini verin] “atuni” [bana verin]
kelimesinin, bazı âlimlerce “i’tuni” [bana getirin]
şeklinde okumuş olmasıdır. İki okunuş şeklininde birbirine yakın manayı ifade
etmesi sebebi ile ayetin anlaşılmasında önemli bir farklılık meydana gelmez.
Herhalde o zatlar farklı olmak istemişler kanaatindeyim.
”Sava” [eşit oldu] kelimesini, “seva” [eşit
kıldı] şeklinde okuyanlarda mevcuttur. Müfessirlerin; Zülkarneyn’in iki dağın
arasını demir bloklarla doldurarak tesviye ettiği düşüncesinde oldukları
dikkate alınırsa, bu anlayış için “seva” [eşit kıldı] okunuşu daha uygundur.
Fakat bu kelime çoğunluk tarafından “sava” şeklinde okunmuştur.
Diğer bir kelime de; “sadafeyni” [iki uç/iki
taraf/birbirine meyl eden iki şey] kelimesidir. Bu kelimesinin manasında
müfessirler kesin bir kanaate varmamışlardır. Mesela, Elmalılı, bu kelime
hakkında şunları söyler:
“iki sadef, karşılıklı iki baş veya iki yanı meydana
getiren iki eğik ki; buna iki dağ, iki dağın tepeleri veya tepeleriyle
kenarları arasındaki yanları, yani yamaçları demişlerse de, o kavim ile
Ye’cüc-Me’cüc veya sedde konulan kütlelerin birleştirilecek yanları demek de
olabilir.”
“Sadefeyni” kelimesinin tekili olan “sadef”
kelimesinin, esas itibariyle “meyl” [eğilmek/dönmek/sapmak] manasına geldiğine
işaret eden Beydavi ise, iki cismin birbirine meyl etmesi için aralarında
mesafe olması gerektiğini, “sadef”in karşı karşıya geliş
için tesadüfü ifade ettiğini söyler. Fakat Beydavi, ayete verdiği ilk manada, “sadafeyni”
kelimesinin “iki dağın aynı yanı”nı ifade ettiğini
belirtir. Kelimeye verilen bu mana tüm müfessirler tarafından
benimsenmişse de, ayetin anlaşılmasında bir problemi de beraberinde
getirmiştir! İki dağın arasının eşit olması mümkün müdür? Mümkünse nasıl?
Müfessirler bu sorunun cevabını; “iki dağın
arası eşit olunca” ibaresinden önce bir hafz cümlesi, yani
söylenmemiş bir cümle olduğunu kabul ederek vermeye çalışmışlardır. Buna göre
bu iki cümle, bir ara cümle ile şöyle anlaşılmaktadır:
“Bana demir kütleleri getirin! (dedi, onlar da getirdiler,
Zülkarneyn onları iki dağın arası doluncaya kadar üst üste koydu) iki
dağın arası eşit olunca, ‘körükleyin’ dedi.
Hâlbuki ayette Zülkarneyn’in demir blokları üst üste koyduğuna,
iki dağın arasına yığdığına dair bir ibare yoktur. Cümle yapısı bakımından
da, söylenmemiş bir hafz cümlesinin bulunduğuna işaret edecek, zamir gibi bir
emare veya benzeri şey de bulunmamaktadır. Ancak, müfessirlerin görüşleri, yani
Zülkarneyn’in iki dağın arasına demirden bir duvar inşa ettiği düşüncesi,
böyle bir hafz cümlesini gerekli kılmıştır.
·
“…Onu ateş haline
koyunca da "Getirin bana, üzerine erimiş
bakır/katran dökeyim!" diye
seslendi.”
”Atuni” [bana verin] kelimesi okunuşta
ihtilaf edilmektedir. Bu sebeple söz konusu kelimeyi “bana getirin veya “bana
verin” şeklinde anlamak mümkündür.
Bir
diğer hususta, Zülkarneyn’in kızgın demir üzerine döktüğü maddeyi ifade eden
“kıtr” [eriyik/erimiş bakır/katran] kelimesine verilen mana ile alakalıdır.
Bazıları, “kıtr”ın bakır olduğunu söylerlerken; kök manası “damlayan/akıcı/eriyik”
olan bu kelimenin, “bakır eriyiği/kurşun eriyiği/demir eriyiği” manalarına
geldiğine de işaret edilmiştir. Müfessirler genelde bu ayette “bakır eriyiği”
anlamında kullanıldığını düşünmektedirler. Ayrıca Prof. Dr. Süleyman Ateş
mealinde doğrudan “erimiş katran”, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’de “erimiş
bakır/katran” şeklinde ifade ederek, “kıtr” kelimesinin diğer bir manası
üzerinde durmuşlardır.
Kısacası
müfessirlere göre; Zülkarneyn, iki dağın arasında demir kütlelerini üst üste
yığmış, demir bloklar dağların zirvesi ile eşit olunca da, demir kütlelerin
arasına veya kenarlarına yığdığı yakmış ve kendisine yardım edenlerden ateşi
körüklemelerini istemiştir. Körüklenen ateş, demir kütlelerini kor haline
getirince de Zülkarneyn, üzerine erimiş bakır dökerek seddin inşasını
tamamlamıştır. Müfessirler bu şekilde demirle bakır karışımından (tunç)
yapılan duvarın akıbetinin daha güçlü olduğunu ileri sürerek aşılmaz sedd”
anlayışına açıklık getirmeye çalışmışlardır. Ayrıca bu mahiyetteki bir seddin
insan aklının almadığı da düşünülmüş, dolayısıyla seddin demir tuğlalardan
yapılmadığını, kayalarla inşa edilerek, demirlerle perçinlendiğini, aradaki
boşlukların kapatılabilmesi içinde üzerine erimiş bakır döküldüğünü
söyleyenler de olmuştur.
Müfessirler,
Zülkarneyn’in seddine mucize olarak bakmaktadırlar. O seddi klasik anlayış
içinde, demir tuğlalı, bakır sıvalı, kilometrelerce uzunlukta, metrelerce
yükseklik ve genişlikte bir duvar olarak düşünmeleri sebebiyle böyle bir
kanaate varmışlardır. Şayet seddin yapısı onların tasavvurlarındaki gibi bir
şey değilse, o takdirde bu seddi mucize eseri olarak değil, ilim eseri olarak
düşünmek zorundayız.
- Zülkarneyn’in
seddi dünyadaki seddlerden hangisine uymaktadır?
- Daryal
(Darial, Dariel) Seddi
Bu sedd, Kafkas Dağları’nda bulunan ve en büyük geçit olarak tarif
edilen Daryal Geçidi’nde, Kazbek dağının doğusunda, Terek Nehri’nin doğduğu
yerin yakınındadır. Eskiler bu geçide; Kafkas kapıları adını vermişlerdir.
Bu
görüşü savunan Ebu’l Kelam Azad; Kuruş tarafından demirden inşa edilen bu
seddin, günümüz atlaslarında Viladi Kiyokz ile Tiflis kentleri arasında
gösterildiğini söyler. “Kuruş Deresi” veya “Kuruş Güzergâhı” şeklinde
adlandırılan bu sedde; Ermeniler “Behak Gurai” veya “Kaban
Gurai”, Gürcüler ise “Demirkapı” demişlerdir. Miladi ilk asırda
yaşayan Yahudi Seyyah Yusuf, 6. asırda yaşayan tarihçi Procopius ve ayrıca M.
528 yılında yaşayan Romalı komutan Bolisarius bu seddi görenlerdendir. M.
1557’de bölgeye gelen Anthonie Jenkinson’un bu hususu teyit etmesi gibi, XVII.
Asırda yapılan haritalarda bunu göstermektedir. Daryal geçidinde bulunan
demir sedd kalıntılarının, Zülkarneyn seddi olduğunu ispata çalışan Azad, bu
hususta başkaca detay da vermektedir. Ona göre, demirden yapılmış olan Daryal
seddi, Kur’an’da anlatılan Zülkarneyn seddine, bu seddin yakınındaki taştan
yapılmış Derben Seddinden daha çok benzemektedir.
Keza
bu sedd de; Kur’an’daki sedde uyum bakımından benzese de, aşılamayacağı konusundaki görüş açısından benzememektedir.
Çünkü asılar önce harab olup gitmiştir!
Müfessirlerin
Çin seddi üzerinde durmaları, tarih kitaplarındaki Zülkarneyn seddinin
tariflerinden kaynaklanır. Mesela
seddin boyutları konusundaki bir rivayette; Seddin uzunluğunun 100
fersah (500 km.) genişliğinin 50 zira’ (yaklaşık 37 km.) yüksekliğinin
100 zira! (yaklaşık 74m.) olduğu söylenmektedir. Bu ve buna benzer
hadisleri doğru kabul etmek ebetteki makul değildir ve yanlıştır, zira
müfessirlerin bakış açılarının zaten bu boyutlarda bir seddi zorunlu
kıldığını da işaret etmeden geçmeyelim. Çünkü müfessirlere göre bu sedd
bozguncu bir kavim üzerine/önüne ve ya değişik bir ifade ile ülkenin
sınırına boydan boya çekilmiş çok büyük bir sedd olmalı, hemde günümüze
kadar ayakta kalmalıdır. Böyle tek sedd görülmüştür o da, Çin
Seddi’dir. Ansiklopediler 600 km.lik bu seddin ilk inşa edilen 200
km.lik bölümünün Çin İmparatoru Şi Huangdi (M.Ö. 221–210) tarafından
yapıldığını kaydetmektedir. Alusi
de; İbn Said’in yeryüzünde bir yer tarif ettiğini, bu yerin de Çin’de
bulunduğunu (Çin Seddi olduğunu) söyler. Ancak bu seddin, iki dağ arasında
bulunmaması, Zülkarneyn tarafından inşa edilmemiş olması ve Kur’an’da
anlatılan vasıflara uymaması sebepleri ile Zülkarneyn’in inşa ettiği sedd
olmayacağını belirtir.
- Dünya da Zülkarneyn Seddi’nin Vasıflarını Taşıyan Bir Sedd Yoktur.
Müfessirlere göre ifade ile Zülkarneyn seddi; demir tuğlalı,
bakır sıvalı, metrelerce yükseklikte
Kilometrelerce uzunluğunda bir sedd olmalıdır. Böyle bir
seddin varlığı ise ne duyulmuştur ne de görülmüştür. Elmalılı H.Yazır
bu konudaki görüşlerini şöyle açıklar: “Doğrusu Kur’an’daki vasıflar,
ikisine(Çin seddi ve Derbent Seddi) de uygun olmadığı gibi, diğer yerlerde
bilinebilen seddlerin de hiç birine uymuyor.
- Yeni
bir bakış açısıyla Zülkarneyn Seddi
9 “’Bana büyük demir blok getirin!’ (dedi).”
Zülkarneyn, süddün/duvarın/kalkanın inşasına başlarken
ilk önce ”züberal hadid” [demir bloklar] veya okunuşundaki
ihtilaf dikkate alınırsa ”züberal hadid” [büyük bir demir blok] istemektedir.
Zülkarneyn’in yapacağı işe başlamadan önce bir hazırlık safhasını ifade eden
bu ibare, her ne kadar Kehf Suresi 96. ayetin ilk cümlesi ise de, 95.
ayetteki Zülkarneyn’in sözünün devamı olması nedeniyle, birlikte
düşünülmelidir.
"Rabbimin beni içinde tuttuğu imkân ve
güç daha üstündür. Siz bana bedensel gücünüzle destek verin de onlarla sizin
aranıza çok muhkem bir engel çekeyim." (Haydi) bana büyük
demir blokları getirin!’ dedi.”
Burada dikkat edilecek nokta Zülkarneyn’in
müfessirlerin düşündüklerinin aksine demir blokları üst üste yığdığının
değil, hazırlattığının, ortaya getirttirdiğinin bildirildiğidir.
9 “İki sadefin arası eşit olunca; ‘Körükleyin’
dedi.”
Metnin zahirinden anlaşıldığı üzere Zülkarneyn büyük
bir demir blok veya bloklar hazırlattıktan sonra beklemiştir. Bu
bekleyiş,”iki sadefin arası eşit olana kadar sürmüştür. Bu eşit oluştan kasır
ne olabilir; bunu belirleyebilmek için ilk önce “iki sadef”in ne anlama
gelebileceği üzerinde durmak gerekecektir.
Tekili “sadef” olan ve müfessirler tarafından “iki dağın iki
yanı” şeklinde mana verilen “sadefeyn” [iki sadef] ;
- “Sadef” kelimesinin türediği sadefe fiilinin,
Kur’an’da, En’am Suresi 46. ayette 1 ve 157. ayette 3 defa geçtiği ve
“yüz çevirmek, dönmek” anlamlarında kullanıldığı görülür:
EN'ÂM
suresi 157. ayette:
Ev tekulu lev enna ünzile aleynel kitabü le künna ehda minhüm
fe kad caeküm beyyinetüm mir rabiküm ve hüdev ve rahmeh fe min azlemü
mimmen kezzebe bi ayatillahi ve sadefe anha seneczillezine yasdifune an
ayatina suel azabi bi ma kanu yasdifun
Şunu da söylemelisiniz: "Eğer bize Kitap indirilmiş
olsaydı, onlardan daha doğru yürüyüşlü olurduk." Artık size
Rabbinizden bir beyyine, bir kılavuz ve bir rahmet gelmiş bulunuyor. Allah'ın ayetlerini
yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha zalim kim var? Ayetlerimize sırt
dönenleri, yüz çevirmeleri yüzünden azabın en acıklısıyla cezalandıracağız.
|
Şu halde ”sadefe” fiili esas itibariyle “dönüşü” ifade eder. Bu
açıdan, ikil bir kelime olan “sadefeyn” kelimesinin dönen iki cisme işaret
ettiği söylenebilir. Ancak, “sadefe” fiilinin bir oluş ifade ettiği
düşünülecek olursa, “sadefeyn”in doğrudan bu iki cismin kendisini değil,
dönüşleri esnasında meydana gelen durumu anlattığı ortaya çıkar. Yani,
birbirine bakan iki cisimden birinin, diğerinden yüzünü çevirmesi ile oluşan
yeni konumu ile eski konumu arasındaki sapmayı, açıyı, eğimi ifade eder. Bu
bağlamda, Lisanu’l Arab’da “sadef” kelimesine eğik manasını belirtebiliriz.
Bu sebeple de müfessirler de, “sadefeyn”e sadece “iki dağ” dememişler, “iki
dağın birbirine tesadüf eden yüzlerindeki eğik” demişlerdir.
- “Sadef” kelimesi lügatta müfessirlerinde işaret
ettikleri gibi “meyl” [eğilmek/sapmak/dönmek] manasına gelir. “Meyl”
kelimesinin ise Arapça’da özel bir terim olarak hem günümüz modern
astronomisinde, hemde eski astronomi de “declination” anlamında
kullanıldığı anlaşılmaktadır.
- Kaynaklarda bir gök cisminin deklinasyonu; “Bu
cismin gök ekvatorundan kuzeye (pozitif) veya güneye (negatif) doğru
olan açısal uzaklığıdır.” Şeklinde tarif edilir. Kısacası bir gök
cisminin, gök ekvatorundan yüksekliğini ifade eder. İki gök cisminin
deklinasyonunun eşit olması demek, aynı yükseklikte, aynı seviyede
bulunmaları demektir.
- Bütün bunlar göz önüne alınacak olursa, “iki
sadefin arası eşit olunca” ibaresini şu şekillerde ifade edebiliriz:
- Dönen iki cismin aynı düzleme (karşı karşıya)
gelmesi
- Birbirine meyl eden, yani birbirinden
uzaklaşabilen ve yakınlaşabilen iki cismin, karşı karşıya gelmesi, aynı
düzlemde bulunmaları.
- Birbirine meyl eden iki cismin, birbirine tesadüf
eden yüzlerindeki eğimlerinin çakışması, aynı düzleme gelmesi.
- İki gök cisminin deklinasyonlarının eşit hale
gelmesi.
Şu halde “sadefeyn” kelimesi, “dönen”, “meyl eden (yaklaşıp
uzaklaşabilen)”, “birbirine tesadüf eden yüzlerinde eğim bulunan”, “önceki
konumu ile sonraki konumu arasında açı/eğim/mesafe olan” iki cismi ifade
etmektedir. Bütün bunlar göz önüne alındığında ; “iki sadef”ten kastedilenin,
esas itibariyle “iki gezegen” olduğunu söylememiz mümkündür. Peki, bu şekilde
iki gezegenin aynı düzleme, karşı karşıya gelmeleri mümkün müdür?
Aynı
merkez etrafında dönen A ve B güneşlerinden oluşan bir çift yıldız sistemi
düşünecek olursak, A güneşi etrafında dönen X gezegeni ile B güneşi etrafında
dönen Y gezegeninin birbirine yaklaşacakları ve birbirinden uzaklaşacaklarını
söyleyebiliriz. Gezegenlerin bu dönüşleri esnasında belirli periyotlarla
karşı karşıya gelmeleri, aynı düzlemde bulunmaları güneşleri etrafındaki
dönüş sürelerine bağlı olarak imkân dâhilindedir. Şu
halde “iki sadefin arası eşit olunca” ifadesine, “iki gezegen aynı
düzleme (karşı karşıya) gelince” şeklinde mana
verebiliriz.
Bu
durumda; “Zülkarneyn’in seddi inşa etmek
için demir blokları hazırlattıktan sonra bekleyişi, iki gezegen karşı karşıya/aynı düzleme gelene kadar sürmüş,
bu hal vuku bulunca da demir blokları kızdırmaları için onlardan
körüklemelerini isteyerek işe başlamıştır.” Diyebiliriz.
9 “…Onu ateş haline koyunca da
"Getirin bana, üzerine erimiş bakır/katran dökeyim!" diye seslendi.
Zülkarneyn,
demir blok (veya bloklar) kor haline gelince, üzerine kıtr dökerek seddin
inşasını tamamlamıştır.
Müfessirler
tarafından bakır eriği şeklinde anlaşılan “kıtr” kelimesi lügatta; damla, su
damlası, göz yaşı damlası, eriyik manalarına gelen bir kelimedir. Özel mana
da bakır, demir gibi madenlerin eriyiğini ifade ettiği bilindiğine göre,
akıcı bir maden olan ham petrol için de kullanılabileceği anlaşılmaktadır.
Ayrıca “katran” şeklinde zaten bu manada olduğu malumdur.
Diğer
ayetlerde geçen “kıtr” kelimelerinin hangi manalarda kullanıldığını
inceleyerek, Zülkarneyn’in kızgın demir üzerine döktüğü maddeye Kur’an
ışığında bakabiliriz:
Kur’an’da
“kıtr” kelimesi, konumuz olan Kehf 96. ayet dışında;
İbrahim 50 ve Sebe 12. ayetlerde geçer.
İbrahim
50’de Cehennemliklerin kıyamet günündeki elbiselerinin sıfatı olarak
“kıtranın” şeklinde kullanılmıştır. Müfessirler tarafından “bakır eriyiği”
veya “katran” manasına olabileceği söylenmişse de, çoğunluğun katran anlamını
tercih ettiği görülür.
Sebe
suresi12: Bu ayette Hz. Süleyman (a.s.) için; “Ona kıtr pınarı attık!”
buyrulmaktadır. Müfessirlerin genel kanaati “kıtr” kelimesinin burada bakır
eriyiği olduğu yönündedir. Oysa günümüzde bazı âlimlerin düşündükleri gibi,
Hz. Süleyman’a bakır eriyiğinden bir pınar değil, katran pınarı verilmiş
olması daha makuldür. Çünkü ham petrolün günümüzde petrol rezervi yüksek olan
Arap ülkelerinde toprağa çok yakın bulunduğu, bazı dağların altındaki
mağaralarda ise açıkta aktığı bilinmektedir. Ürdün vadisi katran yataklarının
en tanınan katran yatakları olduğu ve Lut Gölü kenarında Katran Gölü
bulunduğu da kaynaklarda yer alır.
Şu
halde “kıtr” kelimesinin lügatteki anlamı itibariyle ve Kur’an’ın ona
yüklediği manaya göre, “katran” olarak manalandırılması daha uygundur.
Dolayısıyla Zülkarneyn’in kızgın demir üzerine “katran” döktüğü
anlaşılmaktadır.
Bu
seddin inşasını günümüzde nasıl anlayabiliriz?
Kor
halindeki demir üzerine katran dökülmesi ile oluşacak engelin, mimari bir
engel olması doğrusu çok mantıklı değildir! Bu tarif, daha ziyade kimyevi bir
araştırmaya işaret eder gibidir. Çünkü kor halindeki demir üzerine dökülen
katranın yanacağı ve kaba tabriyle bir duman yükseleceği aşikârdır.
1535
C°’de eridiği bilinen demirin, 800–1500 C°’de kor haline geldiği
anlaşılmaktadır. Demir, kimyada, bilhassa kızıl dereceye getirildiğinde en
iyi katalizörlerden biri olarak kabul edilir. Yani bazı bileşikleri
ayrıştırma da kullanılır.
Katran’ın
lügatta; ham neft, akıcı bitüm şeklinde tanımlandığı görülür. Bitüm ise
kaynaklarda; “Yüksek molekül kütleli hidrokarbonlar ile hidrojen ve
karbonca çok zengin organik maddelerin doğal ya da yapay karışımı.” Şeklinde
tarif edilir. Kısaca katran; hidrojen ve karbonca zengin hidrokarbon olarak
tanımlanabilir. Kaynaklar hidrokarbonlardan yanıcı gazların üretilebileceğini
söylemektedir. Bu işleme “Gazlaştırma” adı verilir. Aslında gazlaştırma,
sadece hidrokarbonlardan değil, karbon içeren madenlerden yanıcı gaz elde
etme yöntemi olarak bilinir. Hidrokarbonlardan yüksek sıcaklıkta karbon
monoksit, metan, hidrojen gibi gazlar elde edilir. Ancak, bu gazların
yoğunluğu ayrıştırma anında ortama etki eden faktörlere göre değişir. Yapılan
işlem sırasında doğrudan hava körüklenmesi ile karbon monoksit oranı
artarken, saf oksijen körüklenmesi ile ise metan gazı yoğunlukla üretilebilir.
Fakat şu kaçınılmaz ki, karbon ve hidrojenden oluşan katranın yüksek
sıcaklığa uğratılması ile karbonun yanarak bol miktarda hidrojen üreteceği
görülür.
Zülkarneyn’in
hazırlamış olduğu düzenek bunlardan hangisini üretmek için kurulmuştur; aynı
anda birden fazla gaz ortaya çıkarmak için mi; bu konuda bir şey söylemek
oldukça zordur. Ancak, Zülkarneyn’in “südd” (bulut, sis) yapacağını değilde, “redm”
(kat kat bulut) yapacağını söylemesi, birden fazla gaz çeşidinden
katmanlar oluşturduğuna işaret gibidir. Böylece “südd” (gazdan engel)
oluşturmuştur.
9
Gaz katmalarının aşılmaz
bir engel oluşturması
Zülkarneyn,
saldırıya uğrayan kavmin gezegeni üzerinde mi; yoksa Ye’cüc-Me’cüc kavminin
gezegeni üzerinde mi gazdan bir tabaka oluşturmuştur?
Bir
sonraki ayette, Ye’cüc-Me’cüc’ün, Zülkarneyn’in inşa ettiği seddi
delemedikleri ve aşamadıkları bildirildiğine göre, bu gazdan engelin onların
yaşadıkları gezegen üzerinde olması gerekmektedir.
Öyleyse,
Zülkarneyn’in, saldırıya uğrayan kavmin üzerinde yaşadığı gezegenin üzerinde
ürettiği havadan hafif anıcı gazlar, nasıl olurda Ye’cüc-Me’cüc kavminin yaşadığı
gezegenin üzerinde tabaka oluşturabilir. Acaba bir gezegende üretilen
hidrojenin, o gezegenden daha büyük yakındaki diğer gezegen etrafında katman
oluşturması mümkün müdür?
Bilinen en hafif gaz olan hidrojenin özgül kütlesi, 0.071 gr/cm küp
iken, diğer hafif bir gaz olan Metan’ın özgül kütlesi 0.554 gr/cm küp’tür.
Söz konusu iki gaz hafif gazlara, atmosfer içinde doğal ortamlarda rastlanır.
Çünkü bu gazlar, özgül kütlelerinin havadan hafif olması sebebiyle atmosferin
üst katmanlarına doğru yükselir, hatta üzerinde bulunduğu gezegenin kaçış
hızı küçükse, atmosferden de kurtularak gezegenler arası atmosfere yayılır.
Şayet çekim gücünden kurtuldukları gezegene yakın daha büyük bir gezegen veya
bir yıldız varsa, onun etrafında toplanırlar. Böyle bir durum, pek çok
etkenin mevcudiyetine bağlı olarak ortaya çıkabilecek bir sonuçsa da,
olabilirlikten uzak değildir.
Yukarıda
“iki sadefin arası eşit olunca; ‘Körükleyin’ dedi.” İfadesinin açıklaması
sırasında verdiğim örneği hatırlarsak:
A
Güneş’i ve B Güneşi’nden müteşekkil, aynı merkez etrafında dönen bir çift
yıldız düşünmüştük. Şimdi, A Güneş’inin çekimindeki X gezegeni saldırıya
uğrayan gezegenin kavmi olarak ve B Güneşi’nin çekimindeki Y gezegenini de
Ye’cüc-Me’cüc’ün yaşadığı gezegen olarak kabul edelim. Bu iki gezegenin kendi
güneşleri etrafında dönerken belirli bir süre birbirlerine en yakın konumdan
geçmeleri imkân dâhilindedir. İki gezegen arasındaki mesafenin; küçük gezegen
olan X gezegeninde üretilecek olan hafif gazların, büyük gezegen olan Y
gezegeni üzerine akmasını sağlayacak kadar yakın; küçük gezegende bulunan
atmosferin tamamının büyük gezegen üzerinde toplanmasına etmeyecek kadar uzak
olması gerekir. İki gezegenin kaçış hızları da, küçük gezegenden büyük
gezegene sadece hafif gazların akmasını sağlayacak oranda bulunmalıdırlar.
Ayrıca gezegenlerin güneşlerinin de olaya etki etmeyecek kadar uzakta
olmaları veya uygun uzaklıkta bulunmaları zaruri görünür. Kısacası bu şekilde
havadan hafif yanıcı gazların Y gezegeninin etrafında katman oluşturması
mümkün görünüyorsa da, burada zikrettiğimiz şartların dışında pek çok şarta
bağlı olduğu da kesindir.
Konuyu
baştan itibaren kısaca şöyle özetleyebiliriz: Zülkarneyn, iki nebula
arasında bulunan gezegenden birine gitmiş, oradakiler, diğer gezegen de
bulunan Ye’cüc-Me’cüc’ün kendilerine saldırdıklarını söyleyerek,
Zülkarneyn’den o gezegenle kendi gezegenleri arasında para karşılığında
gazdan bir engel yapmasını istemişlerdir. O da onlara; “Allah’ın kendisine
nasip ettiği şeyin onların vereceği paradan üstün olduğunu, kendisine
bedensel güçle yardım etmeleri şartıyla iki gezegen arasına kat kat engel
yapacağını” söyleyerek, onlardan büyük bir demir blok veya bloklar
hazırlamalarını istemiştir. İki gezegen karşı karşıya gelince de, demir
blokları kızdırmış, üzerine katran dökerek, yoğun şekilde hidrojen, metan
gibi veya oradaki gezegenin şartlarına göre bilemediğimiz başka türde havadan
hafif yanıcı gazlar üretmeye başlamışlardır. Beklide bu üretim yüzlerce
demir blok üzerinde aynı anda günlerce sürmüştür. Üretilen bu gazlar
atmosferin üst tabakalarına doğru yükselmeye başlamış, niyahet gezegenin
atmosferinin üst tabakalarından da ayrılarak, Ye’cüc-Me’cüc’ün yaşadığı
gezegenin etrafında bir katman oluşturmuştur. Bu işlemin ne kadar sürdüğü;
iki gezegenin arasındaki mesafeye, çekimlerine, kurtulma hızlarına v.s. gibi
birçok etkene bağlıdır.
Bu
şeklide bir gezegen etrafında havadan hafif yanıcı gazlarla oluşturulan
katman, o gezegenden çıkmaya engel midir; bu hususta sadece dünyamızda
bulunan şartları göz önüne alarak bir şeyler söylemek oldukça zordur. Yalnız
şunu söyleyebilirim ki: O gezegen de bulunan şartlar, Zülkarneyn’in yapmış
olduğu bu gazdan katmanı orada yaşanların aşmasına müsaade etmemiştir.
Nitekim Allah’u Teala buyurmuştur:
9 Artık onu ne
aşabildiler ne delebildiler.
Hadislere
boğulmadan şunu söylemek mümkündür ki; bu ayet konusunda müfessirler,
Ye’cüc-Me’cüc’ün, Zülkarneyn seddini yüksek olması sebebiyle aşamadıkları,
sağlam ve kalın olması sebebiyle delemedikleri kanaatindedirler.
- Dünyada
aşılamayan ve delinemeyen sedd kalmamıştır.
Dünyamızda
bulunan aşılamaz ve delinemez bir sedd! Bu mümkün mü? Bu soruya en güzel
cevabı veren Elmalılı, klasik anlayışı tenkit edercesine, ayete adeta yeni
bir gözle bakmaktadır:
“Hâlbuki
ne yüksek dağlar aşılmış, ne sağlam istihkâmlar delinmiştir.”
Bu
cevap ayete karşı söylenmiş bir söz değil; Zülkarneyn’in seddi konusunda
bulunan klasik bakış açısında karşı aklın yetmezliğinin ifadesidir. Bunu da
şöyle vurgulamaktadır:
“Demek
ki bunun sırrı, Zülkarneyn’in döktüğü akıcı maddeydi. Demek ki o, normal bir
madde değil, ilahi bir kuvvetti.”
Elmalılı’nın bu sözleri
Zülkarneyn seddinin gaz ve katman şeklinde olduğu anlayışını bir kat daha
güçlendirmiştir. Ayette; ”Artık onu ne aşabildiler ne delebildiler.” Buyrulmuştur. O halde
Ye’cüc-Me’cüc gezegenleri etrafındaki bu gaz katmanının bir yanında delik
bulamadıklarından oradan çıkmaya vakıf olamamışlardır. Daha sonra da, içinden
geçmeyi denemişler, bu denemelerinde de başarıya ulaşamamışlardır. Fakat bir
gün gelip, bu seddin tabii bir sebeple ortadan kalkacağına bir sonraki ayette
işaret edilir!
9 Dedi:
"Bu, Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin
vaadi gelince onu yerle bir eder. Ve Rabbimin vaadi
haktır."
- "Bu, Rabbimden bir rahmettir."
Zülkarneyn, Ye’cüc-Me’cüc tarafında aşılamayan ve
delinemeyen bu seddi “Allah’ın bir rahmeti” olarak tanımlamaktadır. “Rahmet”
kelimesi lügatte, “esirgeme” ve “merhamet” manalarında gelmektedir. Kur’an’da
defalarca kullanılan bu kelime, Allah’ın inananlara bu dünyada veya ahirette
merhametini ifade ettiği gibi, bu dünyada insanların istifadesine sunulan
şeyler manasına da kullanılmıştır. Mesela ayetlerde Kur’an bir rahmet olarak
tanımlamakta, insanların doğru yolu bulmaları için indirildikleri
bildirilmektedir. Bilhassa; gece, yağmur, bitkilerin yeşermesi, toprağın
canlanması gibi kâinat düzeni içinde cereyan eden ve insanların istifadesine
sunulan şeylerin Kur’an tarafından “rahmet” olarak tanımlandığı görülür.
Zülkarneyn’in o gezegen etrafında gazdan bir katman
oluşturmasından sonra; “Bu rabbimden bir rahmettir!” demesi de, seddin
aşılamamasını sağlayan fizik kaidelerinin bulunduğuna işarettir. Kısacası bu
sedd, insanları Ye’cüc-Me’cüc’ün şerrinden bir süre koruyacak olması sebebi
ile “rahmet” şeklinde ifade edilmiş olabileceği gibi, Allah’ın insanların
hizmetine sunduğu tabiat kaidelerine işaret etmek maksadıyla da “rahmet”
şeklinde tanımlanmış olabilir. Ayete bu açıdan bakarsak, seddin
aşılamamasının temel sebebinin tabiat kaideleri olduğunu, seddin fizik
kaideler üzerine bina edildiğini söyleyebiliriz.
- “Rabbimin
vaadi gelince onu yerle bir eder. Ve Rabbimin vaadi haktır.”
Burada,
ayette “vaadi” kelimesini “kıyametin yaklaşması” olarak algılayan
müfessirlerin görüşleri doğrultusunda bir hususa dikkat çekelim. Enbiya 96 ve
97. ayetler üzerinde düşünüldüğünde, konumuz olan ayetimizdeki “vaad”i pekte
kıyamet günü olarak tanımlamak mümkün görünmez. Zira peş peşe gelen bu ayetlerde,
seddin açıklamasının kıyamet yaklaştığında gerçekleşeceği bildirilmektedir.
Üzerinde
durulması gereken bir başka hususta; “yerle bir eder”, “yerle aynı seviyeye
getirir” şeklinde mana verilen “deke” kelimesidir. Bu kelime lügatta;
“ufaltmak, yok etmek, yerle bir etmek, zayıflatmak, üstünü düzenlemek”
manalarına gelir. Ayrıca müfessirler tarafından bilhassa örnek verilen
“devenin hörgücünün yok olması” anlamında kullanıldığı bildirilmektedir.
Kur’an’da
“deke” kelimesi ve bu kelimeden türeyen kelimelerin, 4 ayette, 7 defa
kullanıldığı görülür. Bu ayetlerdeki “deke” kelimelerinde de müfessirler
tarafından “parça parça olmak, darma dağın olmak, birbirine çarpmak, dümdüz
olmak” gibi manalar verilmekle birlikte, “dekk” olunan şeyin
ortadan kalktığı kabul edilmektedir.
Bilhassa
Elmalılı’nın kelime üzerinde durduğu “dekk” olunan şeyden geriye bir şey
kalmadığını söylemesi, ayetimize şöyle mana vermenin de mümkün olacağını bize
göstermektedir.
“Rabbimin
vaadi gelince onu yok eder.”
Bu
kelime ile ilgili önemli bir görüş daha vardır. Kur’an’da geçen bütün “dekk”
kelimelerinin kullanılışına uymakta ve ayrıca Zülkarneyn ayetleri üzerindeki
bizim düşüncemizi kuvvetlendirmektedir. İbn Atiyye’den rivayet edildiğine
göre “dekk” kelimesi, “yaratılış eseri gerçekleşen, dışardan bir tesirle
olmayan” yok oluş için kullanılır.
Buna
göre Zülkarneyn’in, Ye’cüc-Me’cüc’ün bulunduğu gezegeninin atmosferinin üst
katmanlarında hidrojen gibi yanıcı ve hafif gazlardan oluşturulduğu duvarın,
kâinattaki bir takım değişiklerle bir gün kendiliğinden ortadan kalkacağı,
yok olacağı bize bildirilmektedir.” Diyebiliriz. Bunun zamanının mutlaka
geleceği, Allah’ın sözünün mutlaka gerçekleşeceğide vurgulanmıştır.
Bilinen
en hafif gaz olan hidrojen ve benzeri hafif gazların, gezegenlerin atmosferlerinin
en üst katmanlarında bulunduğunu daha önce belirtmiştik. Kaynaklar, bu tür
gazların, “kaçış hızı” küçük olan gezegenlerin atmosferinden uzay boşluğuna
daldığını söylemektedir. Ayrıca, yüksek ekim gücü ile bu gazları atmosferinin
üst katmanlarında tutabilen gezegenlerin, çekim güçleri daha büyük olan başka
gök cisimlerine yaklaşması halinde de, bu gazların o gezegenden
ayrılabilecekleri bildirilmektedir. Şu halde Ye’cüc-Me’cüc’ün gezegeni
üzerinde bulanan gaz katmanlarının, binyıllar içinde gezegenin veya bağlı
bulunduğu güneş sisteminin konumunun değişmesi sebebiyle uzay boşluğuna
dağılması ve yaklaşan büyük bir gök cisminin etrafına toplanmaya başlaması
mümkündür.
Böylelikle
de, “Rabbimin vaadi gelince onu yok eder!” ayetinde belirtildiği üzere, Allahu
Te’ala kâinatındaki tecellisi ile yarattığı sebepler zinciri içinde o seddi
yok edecektir.
9 “O gün onları bırakmışızdır, birbirleri içinde
dalgalanırlar. Sûra da üflenmiştir; hepsini bir araya toplamışızdır.”
Ayette
bulunan “yevme’izin” (o gün) kelimesinin, hangi güne
işaret ettiği ve birbiri içinde dalgalananların kimler olduğu konularında
müfessirler farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Bir kısım müfessirlere göre
“o gün”den kasıt, kıyamet günüdür. Bu görüşü savunan müfessirler genellikle,
ayette kıyamet günü insanların birbiri içinde dalgalandıklarının
anlatıldığını söylerler. Diğer görüşe göre ise, “o gün”den kasıt,
Ye’cüc-Me’cüc’ün seddinin yerle bir edildiği gün”dür. Bu düşünceye göre,
Ye’cüc-Me’cüc seddinin yok olması ile birlikte, bulundukları yerden dalgalar
halinde çıkmaktadırlar. Bu görüşlerden başka “o gün”den kastın seddin
yapıldığı gün olduğunu, Ye’cüc-Me’cüc’ün seddin gerisinde dalgalandıklarını
söyleyenler de bulunmakla birlikte, tercih edilmediği görülmektedir.
Daha
sonra ayette sura üflendiği bildirilmiştir. İslam literatüründe Sur;
meleklerden İsrafil tarafından birinci üflenişte göklerde ve yerde olanların
korku ile Allah’a yöneleceği veya bayılacağı; ikinci üflenişte ise Allah’ın
dileklerinin dışında göklerde ve yerde olanların hepsinin öleceği; üçüncü
üflenişte ise ölülerin dirileceği bir boru olarak kabul edilmektedir.
Ayetimizde
bulunan “Sur’a üflenir” ifadesini, bir kısım müfessir 2. üfleniş olarak kabul
ederken, bir kısmı da 3. üfleniş olarak kabul eder. “O gün birbirleri içinde
dalgalanırlar” ifadesindeki “O gün”ü kıyamet günü olarak kıyamet günü olarak
kabul edenler, “Sur’a üflenir” ibaresini 3. üfleniş, yani diriliş olarak
anlamaktadırlar. “O gün”ü Ye’cüc-Me’cüc’ün seddinin yıkıldığı gün olarak
kabul edenler ise, “Sur’a üflenir”i 2. üfleniş, yani kıyametin kopuşu olarak
ele alırlar.
Bu
ayet konusunda özetle şunu söyleyebiliriz: Kıyamete yakın seddin yıkılması
ile Ye’cüc-Me’cüc’ün birbirleri içinde dalgalanarak oradan çıkmaları akla
uygundur. Onların saldırmalarının ardında da fazla zaman geçmeden, Sur’a
üfleneceği ve kıyametin kopacağı Enbiya Suresi 96. ayette görülmektedir.
Diriliş gününde insanlar ve diğer akıllı yaratıkların bir araya toplanmaları
da bizim düşüncemiz içinde ayrı bir anlam ifade eder; o gün insanlarla birlikte,
cinlerin veya dünya dışında yaşayan canlıların hesap vermek üzere bir araya
toplanacakları Zülkarneyn ayetlerine de uygun düşer. Zira Zülkarneyn’in uzaya
seyahat ettiği görüşünden haraketle, oradaki akıllı mahlûkların Zülkarneyn
tarafından imana davet edildiği düşünülürse, dünya dışı varlıklarında
insanlar gibi kıyamet günüde hesaba çekilecekleri sonucunu kendiliğinden
ortaya çıkarır.
http://fitratdini.sitemynet.com
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Sonuç Olarak
- Kur’an’da
ona sebeb verildiği bildirilmiştir. “sebeb”
kelimesi, gerek lügat anlamı gerekse Kur’an’daki diğer ayetlerde
kelimeye yüklediği manaya göre, “göğe
çıkmaya vasıta olan şey”i ifade eder.
- Zülkarneyn’in Seyahatleri
Zülkarneyn’e
sebeb verilmiştir. Kur’an’da bu kelime “göğe çıkmaya vasıta olan
şey” anlamında kullanılır. Zülkarneyn’i belki de binlerce ışık yılı
ötelere götüren bu sebeb bu sebeb nasıl bir şeydir; bu konuda yorum yapmak
bugün için mümkün değildir. Zira hiçbir zamanda mümkün olmayacak gibidir.
Keza Allah Zülkarneyn’e her şeyden bir sebeb vermiştir.
Zülkarneyn’in
bu vasıtayı nasıl elde ettiği meselesine gelince; Allah’u Teala; “Ona
yeryüzünde imkan sağladık ve her şeyden bir sebeb verdik.” Buyurmuş, onun sebebi elde etmesi için kendisine imkan sağladığını
bildirmiştir. Bu anlamda sebeb ona, Allah tarafından verilen bir
mucize şeklinde nitelendirilebilir. Ancak “ona imkan sağladık”
ifadesi, onun sebebi elde etmesi için çeşitli
vesileler yaratıldığına işaret etmektedir. Bu durumda Zülkarneyn’in
kendisini göklere yükseltecek bir vasıta ile karşılaşma ihtimali akla gelir. Zülkarneyn’in
başka dünyadaki canlılarla karşılaşmış, onlara ait bir araç ile uzayda
seyahat etmiş olması başta (ve yazının sonunda) biraz garip gelebilir. Ancak,
her şeyi sebepler zinciri içinde yaratan Yüce Allah Zülkarneyn’e böyle bir
imkan sağlaması garip olmasa gerek.
- Seyahatinde
Zülkarneyn, “Güneş’in battığı yer”
[=Solar Apeks=Günerek; Güneşin Samanyolu içinde
yol alırken yöneldiği yer]’e gitmiştir. Burada bulunan
Güneş’in bir karadeliğe batmak üzere olduğunu görmüştür. Bu Güneş’in bir
gezegeninde akıllı canlılar yaşamaktadır ve tabii olarak Güneş ile
birlikte o gezegen de karadeliğe yönelmiştir. Belki 10 yıl, belki 50 yıl
sonra bu Güneş sistemi karadeliğin olay ufkuna girecektir. Yani
karadelikten etkilenmeye başlayacaktır. Oradakilerin bunda haberleri
yoktur. Allah, Zülkarneyn’e o gezegende yaşayanlardan dilediği kimseleri
kurtarabileceğini bildirmiştir. Zülkarneyn’de onları, gezegenlerinin bir
süre sonra yok olacağını söyleyerek uyarmış, bu bilginin kendisine Allah
tarafından verildiğini, Allah’a inananları o gezegenden götürerek
kurtaracağını, inanmayarak o gezegende kalanları ise karadeliğin
dehşetli azabının beklediğini söylemiştir.
Zülkarneyn’in 1. seyahatinin anlatıldığı Kehf 86 ve
Yasin 38. ayetten bu iki ayetin mecz edilmesinin bizde oluşan kanaate
göre; “Güneş’in son bulacağı yer”de, astronomi tabiri ile Solar Apeks’te bir
karadelik bulunmaktadır. Bu koordinatlardaki bir gezegende, bundan 1000 yıl
önce yaşayanlar bulunduğunu da yine Kehf 86. ayetten öğreniyoruz.
- Seyahatinde
Zülkarneyn, “Güneş’in doğduğu yer” [=Solar Antapeks; Güneş’in
Samanyolu’ndaki yörüngesinde geldiği doğrultu]’da bir yere gitmiştir.
Burada iki Güneş’li bir gezegenle karşılaşmış, iki Güneş ten’de ışık
alan bu gezegende gece olmadığını görmüştür. “Güneş’in doğduğu yer”de
(Antapeks’te) iki güneşli bir gezegende yaşayanlar bulunur. Bu konuyu
araştıracak olanların, Güneş’imizin Samanyolu içindeki yörüngesinde
geldiği yönde Güneş’imizi takip eden bir çift yıldız sistemi olup
olmadığını araştırmalarının doğru olacağını sanıyorum.
- Seyahatinde
Zülkarneyn, “Süddeyn/Seddeyn” [=iki bulutsu=iki nebula] arasında, iki
gezegenden birine gitmiştir. Oradakiler diğer gezegende bulunan Ye’cüc-Me’cüc
denen yaratıklardan şikayetçidir. Zülkarneyn’e ücret karşılığı kendileri
ile onların arasına gazdan bir engel çekmesini istemişlerdir. Zülkarneyn
de, Allah’ın kendisini içine yerleştirdiği vasıtanın onların verecekleri
ücretten daha üstün olduğunu, kendisine beden güçleri ile yardım
etmeleri şartıyla, Ye’cüc-Mecüc’le onlar arasına kat kat engel çekeceğini
söylemiştir. Onlardan demir blok/lar istemiş, demir blokları kızıl
dereceye gelene kadar kızdırdıktan sonra da getirttiği katranı üzerine
dökmüştür. Kızıl gezegendeki demiri katalizör olarak kullanan
Zülkarneyn, oradaki atmosferden daha hafif yanıcı gaz/lar üretmiş, bu
gazlar o gezegenin atmosferinden çıkarak çekim gücü daha fazla olan
Ye’cüc-Me’cüc gezegenin etrafında bir katman oluşturmuştur. Böylece
Ye’cüc-Me’cüc gezegenlerinin yanıcı gazlarla çevrilmiş olan
atmosferlerinden dışarı çıkamamışlardır. Allah bu gaz katmanının bir gün
gelip ortadan kalkacağını bizlere bildirmiştir. Ye’cüc-Me’cüc’ün
yaşadığı gezegen, “iki nebula arasında” bulunmaktadır. Bu gezegenin
atmosferinin üst katmanlarında hidrojen, metan gibi yanıcı gazlardan
oluşan bir tabaka bulunmaktadır.
Zülkarneyn
ayetleri, genelin kanaati üzere Peygamberimiz(s.a.v.)’e imtihan maksadı ile
Yahudiler veya onların öğrettikleri müşrikler tarafından soru sorulması
neticesinde nazil olmuştur. Herkes tarafından çok iyi bilinen bir kişi
hakkında imtihan maksadıyla soru sorulması mantıksız olacağına göre;
müfessirlerin Zülkarneyn olma ihtimali üzerinde durdukları cihangir kralların
hiç birisinin Zülkarneyn olamayacağını yenilemeden geçmeyim.
Kısaca
diyebiliriz ki, Zülkarneyn muhtemelen ilk çağlarda yaşamış, peygamber olma
ihtimali kuvvetli, göklere seyahat etmesini sağlayan “sebeb” isimli vasıtayı
elde etmesi için, kendisine Allah tarafından imkanlar sağlanmış, yaşadığı
olaylar şuan ki ilimle bile kavranamayacak Salih bir kuldur. Ebetteki,
gerçeği ancak Allah bilir.
eKaynakça
- İslam
Ansiklopedisi, M.E. B.
- Hawking,
Stephen, Evreni kucaklayan karınca, Aklım Kitapçılık, Ankara basım
tarihi 1993
- Raymond,
Furon, İran, (Çev: Galib Kemali), Ankara 1943
- Gılgameş
Destanı, Albert Schott’un metninden Türkçeye çeviren, Muzaffer
Ramazanoğlu, M.E. B. İstanbul 1993
- Alusi,
Ebu’s Sena Şihabuddin Mahmud el-Haseni el-Hüseyni el-Bağdadi
- Asım
efendi, Mütercim, Kamus-i Asım efendi, Beyazıt Ktp. nr. K. 20704
- Azad,
Ebu’l Kelam, “Şaysiyyetü Zülkarneyn el-Mezkûr fi’l Kur’an”,
Sekafetü’l-Hind, (Yeni Delhi 1950)
- Cerrahoğlu,
İsmail, Tefsir Usulü, Ankara 1983
- Çığ,
Muazzez ilmiye, İbrahim peygamber (Sümer yazılarına ve arkeolojik
buluntulara göre)
- İbn
Kesir, Tefsirü Kur’ani’l Azim, (Hadislerle Kur’an’ı Kerim Tefsiri),
(Çev. Dr. Bekir Karlığa, Dr. Bedreddin Çetiner), Çağrı yay. İstanbul
1993
- Kütüb-i
Sitte, (Hadis Ansiklopedisi), Haz. İbrahim Canan Akçay yay. İstanbul.
- El-Mevdudi,
Ebu’l A’la, Tefhimu’l Kur’an (Çev. Kurul), İnsan Yay. İstanbul 1996
- Seyyid
Kutub, Fizilali’l Kur’an, Merve Yayınları
- Elmalılı
Hamdi Yazır, Hak Dili Kur’an Dili, Zaman Yay. İstanbul
- Türkiye
Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi
- Uzay
Ansiklopedisi, Milliyet yayınları
- İskender
Türe, Zülkarneyn
http://fitratdini.sitemynet.com
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İlgili Konu: ZÜLKARNEYN VE YECUC MECUC
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
elmuh Uzman Uye
Katılma Tarihi: 07 eylul 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 435
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam Dostlar,
Şimdiye kadar okuduğum Zülkarneyn yorumları içinde, bazı noktalarda ayetlerle uyuşma açısından en iyisi diyebilirim.
- Birinci seyahatte Güneşin bir karadelikte batması iyi bir açıklama, ancak sonuç bölümünde, Kehf 86'dan 1000 sene önce orada bir kavim yaşadığı sonucuna nereden varıldığını anlayamadım. Olsa olsa orada bir zaman dilimi içinde bir kavim yaşadığını anlayabiliyoruz.
- Zülkarneyn ikinci seyahate niçin çıkıyor ? Birinci seyahatte bir kavme yardım ediyordu, üçüncü seyahatte de bir başka kavme yardım ediyor. İkinci seyahatte ne yapıyor ? Oraya da bir kavme yardım için gitmiş olmalı diye tahmin ederek farklı bir yorumda bulunmak ta mümkün
Bir süre sonra, Güneş'in doğduğu yere varınca onu, ona karşı kendilerine bir siper yapmadığımız bir topluluğun üzerine doğar buldu. [90]
Burada üzerlerinde sürekli olarak güneş ışını olan bir gezegen değil de, oluşmakta olan bir yıldızın yakınındaki bir gezegeni tehdit ettiğini de söylemek mümkün, ayette tek bir güneşten bahsediliyor.
Daha önce uzaydaki kozmik ışınlara karşı yeterli korumayı sağlayan gezegenin atmosferi, bu yeni oluşan yıldızın güçlü radyasyon etkisine karşı korunmasız olabilir. Bu durumda gezegendekilerin yardıma ihtiyacı olmuş olmalı. Bu da bu yazıyı okurken aklıma gelen bir başka ihtimal.
Selam ile,
|
Yukarı dön |
|
|
tr.explorer Newbie
Katılma Tarihi: 03 subat 2007 Gönderilenler: 2
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam forum sakinlerine,
bu yazıyı nasıl ve nereden bulup okuduğuma haala inanamıyorum. Ama çok güzeldi.çok uzun du ama okudukça beni çekti ve bana kısa geldi doğrusu. yazandan Allah razı olsun. herşey bir tarafa bırakılsa bile zülkarneynin kimliği ön plana çıkarılırdı. Ama Allah ondan sadece 1 hatıra okuyacağım diye başlamış ve icraatini anlatmış. KuvvetMira arkadaş, biri bana sanal bi sohbette anın içinden zamanı çıkarabilenlere zülkarneynler karn lar denir demişti. yoksa o sen misin?
|
Yukarı dön |
|
|
ibrahimim Uzman Uye
Katılma Tarihi: 17 ekim 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 506
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam dostlar aşağıdaki adreslerde, bu form kapalıyken asmıştım, şimdi açıldığını gördüm, buranın adresini oraya, oranın adresinide buraya alıntıladım.
saygılar sunarım.
http://www.hanifdostlar.com/forum_posts.asp?TID=2901&KW= ibrahimim&PN=0&TPN=1
http://www.hanifdostlar.com/forum_posts.asp?TID=2901&KW= ibrahimim&PN=0&TPN=2
__________________ Ey inananlar, Allah'tan korkarsanız O size iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allâh büyük lutuf sâhibidir
|
Yukarı dön |
|
|
aliaksoy Uzman Uye
Katılma Tarihi: 05 subat 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 989
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam kardeşlerim...
Aranıza yenice gelip, anlamaya çalışan biri olarak öteden beri düşünüp durduğum bir meselenin, benim düşündüğümdan çok daha tafsilatlı olan yorumunu okumak beni ziyadesi ile mutlu etti.
Ben arapça bilmiyorum. Sürekli olarak meal okurum (üslubu nedeni ile çoğunlukla Hasan Basri Çantay mealini) ve dinlerim. Kuran ve bugünün insanının "bilimkurgu" olarak adlandırdığı meseleler hakkında uzun bir geçmişe (düşünme sürecine) dayanan görüşlerim var. Belki düşünenlere / salim akıl sahiplerine bir hakikati hatırlatır diye arasıra böyle müdahil olucam inşallah.
Zülkarneyn kıssası sadece, ilgili ayetleri ile değil, Kehf suresinin bir bütünü ile de değerlendirilmeli bence... Mesela, Ashab-ı Kehf, bence insanların gelecekte uzaya yapacağı yolculuk için enteresan detaylar veren bir kıssadır. Uzun bir yolculuk yapacak olanların uzun bir uykuya dalmaları gereği bunun nasıl olabileceği, güneş ışınlarından korunma, bir sağa bir sola döndürülme, kıssa içerisinde detay gibi görünen gümüş paranın / gümüşün yanlarında olması, uyandıklarında zaman yanılgısına düşmeleri, acıkmış olmaları, ama görünümlerinin değişmemiş olması, uyuma sırasındaki görünümlerinin ise korku verici olması, perdeler vurulması / strarilize edilmeleri, uyandıklarında hafızalarından hiç bir şey kaybetmemiş olmaları, kopeklerinin yanında olması ile ilgili bir detayın verilmiş olması, onların uykuda geçirdikleri süre,26. ayette göklerin ve yerin gizli bilgisinden bahsedilmesi , 27. ayette "kelimelere" / Allah'ın kelimelerini kimsenin değiştiremeyeceğine dikkat çekilmesi ve nihayet tüm bu kıssaların bence sadece "Evet Hakikaten Rabbimiz her şeye kadir" dememiz için değil, bizim faydamıza işaretler/misaller/ipuçları olarak vahyedilmiş olması düşünülecek işlerdendir.
Yine, Musa peygamberin genç arkadaşı ile yaptığı yolculuktaki "balık" meselesi, kendisine gizli ilimler verilmiş bir kimse karşılaşması da aynı mantıkla birlikte değerlendirilmelidir. Bunların hiç birisi boş kelimeler / hikayeler değildir.
Bir tefsir kitabında, Zülkarneyn'in İbrahim Peygamber ile görüştüğüne dair bir rivayet okumuştum. İbrahim peygambere göklerin ve yerin melekutunun öylece gösterilmiş olduğu bilgisi, aya, yıldıza, güneşe bakarak Allah'ı Rabb olarak tanıtması, sonra göklere bakıp "Rabbim. Sen bunları boş yere yaratmadın" demesi birlikte değerlendirildiğinde Zülkarneyn'in yolculuğunun dünya üzerinde olmadığına ve bize anlatılmış olmasının sadece bir kıssa olmasından ibaret olmadığına işaretlerdir.
Yine bir tefsir kitabında, "Zülkarneyn" kelimesinin bazı müfessirlerce "Çift Zamanlı" "İki asır / iki zaman insanı" olarak anlamlandırılması, bunun "iki boyut insanı" olabileceğini çağrıştırmaktadır.
Ben, düşüncede biraz daha ileri giderek "iki zaman" insanı tanımlaması ile ilgili olarak, Zülkarneyn kıssasında anlatılanların bizden önce yaşanıp bitmiş olduğunun kesin delili olup olmadığını soruyorum. Bu seyahet bize göre / Kur'an'ın indirildiği zamana göre geçmişte başlayıp, sonucunun gelecekte zuhur etmesi mümkün olabilir mi? Yoksa, Zülkarneyn, insanların gelecekte yapacağı bir gökler yolculuğunun geçmişteki bir sembolü müdür ? Bunlar hep başka değil, hakiki bir zikir kabilinden Hakk'ın rızası için düşünülecek işlerdir.
Kardeşimizin tefsiri / yorumu çok güzel. Düşünen insanların/kavmin işlerinden elbette... Bu yoruma, iki gezegenden birindeki canlıların diğerine nasıl saldırmış olabileceği hususunu da ilave etmelidir.
Bir de, bu gidiş geliş bir zaman tünelinden / hareli yollardan olası ihtimaline binaen seddin buraya / bu iş için kullanılan bir yere çekilmiş olma ihtimalini de değerlendirmelidir. Demir bloklar meselesinde de demirin göklerden indirilmiş olduğu, kaynağının da göklerde olacağı meselesini çok güzel tespit etmiş.
Seddin yıkılışı ile ilgili olarak Enbiya 96 ve 97 de yer ahalisinin gözlerinin belermesini / dona kalmasını ve biz bundan evvel bundan gaflet içerisindeydik demelerini de düşünmek gerekir. Yani bu saldırı belki uzaydan, bilinmeyen bir teknoloji ile ansız ve şaşırtıcı bir saldırıdır. Şimdi siz hadisleri bir kaynak olarak görmüyorsunuz ama, hepsinin tam bir uydurma olduğunu da iddia ediyor değilsiniz. Buna dayanarak, Uzay Ayetleri Tefsiri kitabında emsal alınan hadislerde , Yecüc ve Mecüc ün dünya ahalisine saldıracağı, sayılarının çok olduğu belirtilmektedir. İşin en ilginç olan yönü, bu saldırıdan sonra Yecüc ve Mecüc'ün "Yer ehlini hallettik, şimdi sıra gök ehlinde" demeleri ve göğe ok fırlatmaları, bu okun kan bulaşmış olarak geri dönmesi meselesidir. Prof. Dr. Celal Yeniçeri, bu olayda "ok" diye bahsedilen şeyin bir uzay aracı olabileceğini, bu aracın bu saldırı sırasında göklerde bir yerde meskun olmuş bir takım insanlar veya başkaca canlılara gönderilmiş olabilceğini, orada yapılan bir mücadele sonunda yaralı / esir kimselerle geri gelebileceğini örneklemektedir. Bunlar hep düşünülecek işlerdir.
Yine, bazı hadislerde insanlara karşı nerdeyse galibiyet elde edecek olan yecüc ve mecüc kavminin Allah'ın bir rahmeti sayesinde bir rüzgarla yok olacakları anlatılmaktadır. Bu sanki, onların biyolojik yapılarına / genlerine zarar verici bir gazdır da nesilleri kuruyup gitmiştir.
Dostlarım, düşünen ve araştıran insanlar, Allah sizden razı olsun, iyi işlerinizde size yardım etsin. O, kime yardım ederse onu yenebilecek / ona zarar verebilecek yoktur. İnsana bilmediğini öğreten ancak Allah'tır. O'na iman eder, O'ndan dileriz.
Selam ile...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
|
Yukarı dön |
|
|
|
|