Yazanlarda |
|
aslan2 Newbie
Katılma Tarihi: 10 mart 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 24
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Bu konuda o kadar çok doğru veya yanlış olduğu belirsiz bilgi dolaşıyorki , üzerinde durmak istemediğim halde , yanlış ve tutarsız beklentileri ortadan kaldırmak için , bu konuyada değinmek istedim.
Bu konuda kur’an da , ahir zamanda insanları kurtaracak birinin geleceğine dair bir ayet bulunmamaktadır. Ancak bir çok hadis i şerif le böyle bir hadisenin olacağı desteklenmektedir.
Bu konuda benim şahsi görüşüm : Bin yıldır her dönem insanının beklediği ancak göremediği birini bekleyip , onunla birlikte hareket etme arzusu , kendisiyle birlikte toprağa gömülmüş milyonlarca insan bulunmaktadır. Genellikle tarikat ve cemeatlerde bu tür beklentiler daha fazladır . Kendi içlerinden çıkacağını umdukları birinin , insanlara hizmet edeceğini ve kendilerininde o kişiye yardım edeceklerini düşünürler.
Bu kişilerin beklentisi , sahip oldukları yanlış ideolojinin , genele hakim olması anlayışıdır. Haksız ve yanlış olduğu için hedef olacak olan bu sistem , amacına asla ulaşamıyacaktır.
Hatta kendini mehdi zannedip bu konuda çalışmalar yapan bir çok kişinin olduğu söylentilerinide duyuyorum. Böyle çalışmaların yapılması ve bir kurtarıcı beklentisi , ortada bir yanlışın olduğunu ve düzeltilmesi gerektiğini göstermektedir. Yanlışların düzeltilmesi için birinin gelip yardım etmesini beklemek yerine , bu yanlışın düzeltilmesi için bireysel ve toplumsal olarak çalışmalarda bulunmak en doğrusu olsa gerek .
Konuya diğer boyuttan bakılacak olunursa , madem herkesin yolu hak , neden öyleyse birisi bekleniyor ? Bu şunu gösteriyor kimsenin yolu hak değil veya çok doğru değil , kendi içinde mehdi bekleyen kimselerin yolu en doğru olandır diye düşünüldüğünü sanıyorum. Bu konuda belli beklenti içersinde olan kimselerin , mevcut durum içersinde , böyle bir kişinin çıkması durumunda inanmalarına ihtimal dahi yoktur. Çünkü gerçekler ve beklentiler birbirinden çok uzak durumdadır. İslam dünyasının ihtiyacı olan ve zaman içersinde bozulmuş olan inanç sisteminin tekrar kazandırılması bakımından , ilahi güç ile desteklenmiş birinin beklenmesi , Resulullah ın emanetine bağlı kalınmadığını göstermektedir.
Günümüzde islamiyetle yakından ilgilenenip algılayamamış kimseler ,bu kişinin çıkması durumunda birinci hedef durumundadırlar . İlk etapta meyhaneleri ve batakhaneleri kapatacak diye düşünen varsa çok büyük yanılgı içersindedir. Bu din tahribatçı zihniyetlerden temizlenmediği sürece , dinin dışında bulunan veya dinle az alakası olan kimselere hitap edilemez.
Mehdi ye adam topluyorum diye , saf ve cahil insanları Allah ın adını kullanarak kandıran kimselerde bulunmaktadır . Ha bu sene çıkacak , ha bir dahaki sene çıkacak deyip insanların samimiyetlerini kullanan , dini duygularını sömüren kişilere kesinlikle itibar edilmemelidir. Kur’an ın bizden istenildiği şekilde yaşanmayışının uzantısı , bu tür beklentileri sürekli ihtiyaç haline getirmiştir.
Tasavvuf zihniyetinde kişinin , şeyhini mehdi bilmesinin hoş olduğu savunulmaktadır . Böylelikle akıl ile hareket etmenin ve ilmin önünü tıkayıp , gereksiz anlayışların yanında, çok büyük gelişmelere , güçlü ve sağlıklı toplumların oluşmasına mani olunmuştur.
Siz deccal in elinde şarap şişesiyle , alnında kafir yazan birininmi olacağını düşünüyorsunuz ? Deccal ve ya deccaller , bu dinin sapmasına ve insanların gerçek inanç sisteminden uzaklaşmasına , en çok katkıda bulunmuş kimselerdir . Bu kimseler islam dini ile çokça alakadar olan ve çok insanı peşinden sürükleyen bazı kişilerdir.
Düşünürmüsünüz bir kez ? Hz. Meryem gibi namuslu ve saliha bir kadının , Allah tarafından babasız bir çocuk dünyaya getirmesi ve bu çocuğada peygamberlik vermesi , ne kadarda insanları çelişki içersinde bırakan bir durumdur. Bundan ziyade, okuma yazması olmayan birisine peygamberlik vermesi de aynı şekildedir.
Anlatmak istediğim , imtihan sırrı olmadan hiçbir şey açık ve her türlü beklentiye cevap verecek şekilde olmaz. Bu gibi durumlardan kazançlı çıkmanın yolu , aklı iyi kullanmak ve samimane dinini yaşamaya çalışmaktır. Böylelikle , kurtarıcı beklentisi olmayan sağlam toplumlar olunabilir.
Allah , kendi üzerindeki kötü hali değiştirmeye yönelik çalışmalarda bulunmayan hiçbir topluma yardımda bulunmaz. Bu anlayışla hareket etmek , boş heves ve hayaller peşinde koşmaktan başka bir şey değildir.
|
Yukarı dön |
|
|
Alperen Admin Group
Katılma Tarihi: 09 nisan 2005 Gönderilenler: 2974
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam
Deccal hakkında Kur'anda ne var? Hiçbir şey. Evet hiçbirşey. Pekala Kıyamete yakın dönemde sihirli güçlerle gelecek, dünyayı gülistana çevirecek, peygamberlerin bile yapamadığını(?) yapabilecek süper insan mehdi hakkında Kur'anda ne var? Yine hiçbirşey.
Adnan Oktar'a göre Deccal Darwinistler ve materyalistlerdir. Said Nursi'ye göre Atatürk'tür. İskender Evrenosoğlu'na göre ise Hintli şarlatan Sai Baba'dır. Haydar Başçılara göre Deccal Müslüman Kılıklı Dinlerarası Dilogcu tayfadır. Bülent Ayberk yine uçuşlardadır. Ona göre Deccal bir Paralel Evren yaratığıdır. Katolik Kilisesine göre ise Deccal Hz. Muhammed'dir. [666 Rakamı ile İrtibatlandırılarak]
Herkes kafasına göre uydurmuş bir Deccal.
Adnan Efendi hızını alamamış ve ayetleri anlayışına dolgu malzemesi olarak kullanmaya yeltenmiş bir de. Yüce Allah sözde Deccal'den bahsetmişmiş. Ama nedense isim vermemiş. Adnan Bey de tutmuş bu açığı(!) kapatıvermiş.
SüperMehdi
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
|
Yukarı dön |
|
|
AYKIRI YOLCU Yeni Uye
Katılma Tarihi: 21 kasim 2006 Yer: Fiji Gönderilenler: 18
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
__________________ iman bizim bünyadımız
tarihtedir hep yadımız
hizbullahtır hem adımız
biz nurluyuz imanlıyız
|
Yukarı dön |
|
|
HAKgelenek Uzman Uye
Katılma Tarihi: 05 ocak 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 611
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam aykırıyolcu
dünyada allaha iman ettiğini idda eden bir sürü fırka var,ama allah sadece inananlar içinde sadece bir fırka doğrudur diyor,diğer fırkaların birbirinden farkı yok,kurtarıcı olarak kimi beklerlerse beklesinler onların sorunu, sen kendini doğru fırka nın içinde olan biri olarak görüyormusun onu söyle.6236 ayetin kaçtanesini bire bir yaşadın da kuranı tek olarak yeterli görmeyen insanları eleştiriyor hatta alaya alıyorsun bu ne kadar doğrudur?kuran diyen biri olarak sakın ahlakını kuran dan aldığınıda söyleme.
FECR |
21
Artık sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin. |
|
|
Yukarı dön |
|
|
hasreddin Newbie
Katılma Tarihi: 13 mart 2007 Gönderilenler: 3
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
aykırı yolcu nickli kişi...!
senin bir üstündeki kişi konuya baya güzel açıklama getirmiş ama sen alay ve aşağılama bunlar bence müslümanın ahlakının sınırları dışındadır. Nitekim sadece kuran mantığı ehli sünnet ve selefin tasvip etmediği bir şeydir. Hadisleri yok sayamayız rasul sadece o zaman ve mekana ait elbetteki değildir.
O kıyamete kadar kuranın nasıl anlaşılacağı ve yaşanacağı ile ilgili bizlere örnektir.Her insanın kendi kafalarından (6 milyar insan 6 milyar islam) yorumlarla ben kurandan bunu anladın diyerek islama zarar vermemeleri için bizlere örnektir.
Kuran da rasule itaat ve uymanın farzıyla ilgili gören gözlere bir çok ayetler vardır. Ben bu konuyla ilgili mehmet göktaş hocanın nasıl bir rasule iman ediyoruz adlı kitabını okumanızı tavsiye ederim.
Rabbim cümlemize hidayet versin.
|
Yukarı dön |
|
|
herakles79 Newbie
Katılma Tarihi: 04 temmuz 2006 Yer: Turks and Caicos Islands Gönderilenler: 28
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Hak gelenek..
Fecr 21'i yazmışsın?Düzeltme ihtiyacı hissettim:)Verdiğin ayet Ala süresi 9.ayettir.
87/9 Fezekkir in nefe'atizzikra
87/9 Eğer hatırlatmak yarar sağlarsa hatırlat/ öğüt ver.
89/21 Kella iza dükketil'ardu dekken dekken
89/21 Doğrusu, yer çarpılıp parçalandığı zaman,
Selam ve sevgiler.
__________________ O,İNSANA BİLMEDİĞİNİ ÖĞRETTİ
|
Yukarı dön |
|
|
sebemelikesi Katilimci Uye
Katılma Tarihi: 03 aralik 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 49
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selamlar, sayın arkadaşlar hanif dostlar olarak hanif müslimlerin toplandığı bu sitede hala mehti gelecekmi deccal varmı? gibi soruları tartışmamız bence zaman kaybından başka birşey değil. yanılıyormuyum?
kuran'ı yol gösteren kılavuz bir kitap olarak okursak, bütün bu soruların cevabınıda buluruz sanırım.
Allah cc bize bilmemiz gereken her şeyi bize kuran'da bildirmiş bunun dışında kalan her şey hikaye.
ALLAH'A emanet olun.
2:2 ÜZERİNDE hiçbir şüpheye yer olmayan bu ilahi kelâm Allah'a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlara bir rehber (olarak indirilmiş)tir,
__________________ "De ki: "İbadetiniz olmasa Rabbim size ne diye değer versin?"
|
Yukarı dön |
|
|
muvahhit Ayrıldı
Katılma Tarihi: 24 haziran 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 669
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam...
geçenlerde bir firmanın yönetici konumunda ki kişinin şöyle söylediğini duydum....
isa şu an yeryüzünde ve yaşı..27.. o kırk yaşına geldiğinde kendini ilan edecek.. yani 13 sene sonra....
diğer arkadaşım bu konuda ne düşünüyorsun dedi..bende onun tedaviye ihtiyacı olduğunu söyledim....bakarmısınız adama....bir hurafeye inanarak... kuranda geçen'' kıyamet saati ansızın gelecektir...ve o saate ilişkin bilgi yalnız Allah katındadır''ayetini dahi göz ardı ediyor...
kurandan nasiplenmeyen isterse cumhur olsun...boş.... onun inanışına göre 13 yıl kıyamet kopmayacak....kesin garanti yani..
__________________ Herkes kendi ameliyle Allah’ın huzuruna gider
|
Yukarı dön |
|
|
bembeyaz Uzman Uye
Katılma Tarihi: 31 temmuz 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 736
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
aslan2'ye hak veriyorum.. sebemelikesinin de endişelerine aynen katılıyorum... keşke bunlarla zaman kaybetmesek... ama bunlar toplumda görüldüğü üzere konuşuluyor... ve bu kimselere işin doğrusunun da anlatılması gerekiyor....
mehdi hakkında (dipnotta verilen kaynaklar da dikkate alınarak) şu hususların bilinmesinde yararlar görüyorum...
(مهدى) “mehdî” kelimesi Arapça’daki, (هدى) “he de ye” mastarından türeyen ism-i mef’ul olup, “doğru yolu bulan, doğru yolda olan, yol gösteren, önde giden öncü” mânâlarına gelmektedir.[1] Klasik kaynaklarda ise, “kıyâmet öncesinde zulüm ve adâletsizliğin her tarafı kapladığı bir zamanda gelip, yeryüzünü adâletle dolduracağı ve İslâm’ı hâkim kılacağı söylenen Ehl-i beytten bir kimse” şeklinde tarif edilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de “mehdî” kelimesi geçmemektedir.
Hemen hemen bütün dinlerde, hatta ilkel kavimlerde de “mehdî” düşüncesinin varlığı dikkatleri çekmekte,[2] dünya dinlerinin ortak bir objesi olduğu, temel yapı ve elementlerinin birbirine çok benzediği görülmektedir.[3] Nitekim, iyi ile kötünün mücâdelesi sürdükçe kaybeden tarafın böyle bir inanç içerisine girmesinin mümkün olabileceği ifâde edilmektedir. Çünkü böyle ortamlarda ümîde ihtiyaç olmakta, kurtarıcı bir motife bel bağlamak insanı ve toplumu rahatlatmaktadır. Hz. Peygamber döneminde böyle bir beklenti mevcut değilken, halîfelerin şehid edilmesiyle başlayan süreçte, siyâsî ve sosyal kargaşanın devam ettiği, zulüm ve ahlaksızlığın boy gösterdiği saltanat devrinde, “mehdî” bekleme inancının sosyal ve psikolojik şartlarının oluştuğu bilinmektedir. Bu problemlerden çıkış için, Kur’an ve Sünnet’in[4] rehberliğine sarılmak yerine, diğer din ve kültürlerin etkisiyle, Kitab-ı Mukaddes’te bahsedilen Yahûdîleri esaretten kurtaran ve kutsal mabedi yeniden inşa edecek olan kral “Mesîh” tipi “mehdî” beklentisine girilmesinin doğru olmadığı anlaşılmaktadır.[5]
Dînî inanç ve ibâdetlerin zayıfladığı, savaşların sürdüğü, yabancıların baskı ve hâkimiyetleri artırdıkları, ekonomik düzenin bozulduğu devirlerde “mehdî” bekleme inancının yaygınlık kazandığı görülmektedir.[6] Böyle dönemlerde insanların, zulmün yerini adâletin ve barışın, yoksulluğun yerini bolluğun aldığı, yeryüzünün cennete dönüştüğü bir dünyada yaşamayı hayal ederek günlerini geçirdikleri anlaşılmaktadır. Zaten her ferdin ve milletin en büyük arzu ve ideali altın bir çağdır. Nitekim Homer’e “Odysseus”u, Yunan şairi Hesio’da “İşler ve Günler”i, Sümerler’e “Gılgamış Destanı”nı, Fârâbî’ye “el-Medînetü’l-Fâzılâ”yı yazdıran hep aynı özlem ve inançtır.
“Mehdî”lerden beklenen görevlerin neler olduğu konusu incelendiğinde de bir takım beklentilerin arkasında yatan nedenler çok daha iyi fark edilmekte ve bir çok sorunun cevabı bulunmaktadır. Nitekim, rivâyetlerden anlaşılacağı üzere “mehdî”lerin en başta gelen vazifeleri; ülkelerini içte ve dışta sulh ve adâlete kavuşturmaları ve her yerde emniyeti sağlamalarıdır. Bütün dinlerdeki “mehdî” tasavvurlarında özellikle bu konu üzerinde durulması dikkatleri çekmektedir.
Müstakbel “mehdî”nin genellikle ülkeyi dışarıdan rahatsız eden komşu milletlerle ve içeride de istenmeyen gruplarla savaştırıldığı görülmektedir. Mesela, Müslümanlar “mehdî”yi dışarda Bizans ile,[7] içerde ise Emevî saltanatının temsilcileriyle savaştırmaktadırlar ki, bu husus “mehdî” tasavvurunun doğuş ve gelişmesindeki siyâsî sebeplere ışık tutmakta ve devrin siyâsî akımlarının etkisini gözler önüne sermektedir.[8] Sosyal sarsıntılarla ümitleri kırılan insanlara mânevî güç ve ümit vermek için iyi niyetle hadis uyduranlar olduğu gibi, siyâsî çıkar için bunu yapanların da bulunduğu anlaşılmaktadır.[9]
İnsanların neden “mehdî” beklentisi içine girdikleri araştırıldığında da değişik sonuçlarla karşılaşılmaktadır. Nitekim, “mehdî” ve “Mesîh”lerin peşlerine düşen kimselerin daima bir kurtarıcı arayanlar olduğu, ruhlarının derinliklerinde bir karizma özlemi yattığı, rasyonelliği inkar ettikleri ölçüde duygularını serbest bıraktıkları,[10] böyle bir ruh hali ile de kişiliklerini her türlü dış müdâhale ve kontrole açık tuttukları belirtilmektedir.[11] İşte böyle bir beklentiyi karşılamak isteyen çıkarcı tipler de her dönemde ortaya çıkmış ve kötü emellerine insanları alet edebilmişlerdir. Bu itibarla bunlara fırsat verilmemesi için rivâyetlerin doğru değerlendirilmesi ve Hz. Peygamber’e âidiyetinin iyi tespit edilmesi gerekmektedir.
Bu konuda kaynaklarda yer alan rivâyetler incelendiğinde, “mehdî” ile ilgili farklı görüşlerin ortaya konulduğu görülmektedir. Nitekim “mehdî”nin geleceğini ve rivâyetlerde haber verilenlerin tamamını gerçekleştireceğini;[12] “mehdî” beklemenin fıtrî olduğunu dolayısıyla da bu ihtiyacın karşılanması gerektiğini;[13] bu hadislerin içerisinde sahih, zayıf ve uydurma olanların bulunabileceğini;[14] ancak, te’vilin iyi yapılması gerektiğini söyleyerek bu fikri savunanlar bulunmaktadır.[15] Buna mukâbil, “mehdî” ile ilgili rivâyetlerin çoğunluğunun tartışmalı olup tutarsızlıklarla ve çelişkilerle dolu olduğunu;[16] siyâsî olan bir meselenin zamanla dînî bir şekil aldığını;[17] bir kısım rivâyetlerin Kur’an ve Sünnet’le telifinin mümkün olmadığını;[18] bu düşüncenin İslâm toplumuna büyük zararlar verdiğini;[19] bu kurtarıcı “mehdî” inancını, İslâm’ın değil kültürün ödünç aldığını, Kur’an varken “mehdî”ye ihtiyaç bulunmadığını;[20] “mehdî” beklemenin bir inanç esası olarak benimsenmesinin mümkün olmadığını[21] belirtenler de bulunmaktadır.
“Mehdî” inancı ile ilgili bir diğer görüş ise, tartışmalı bu inancın Sünnîlik içerisine tasavvuf kanalıyla ve kıssacı vaizlerin katkılarıyla girmiş olduğu; çoğu kere bağımsız bir güç olarak kendini gösterdiği; bu hareketin toplumlar için bir emniyet sübabı olduğu ve İslâm toplumlarına dînî-ictimaî ve siyâsî bir dinamizm kattığı görüşüdür.[22]
Ancak bu görüşe katılmayanlar: “Mehdî” inancının insanların zulme karşı eyleme geçmesini sağlamak şöyle dursun, harekete geçilmesini engellediğini, kitleleri mehdî beklemeye ittiğini, zulmü mehdî dışında birinin yok edemeyeceği düşüncesini zihinlere yerleştirdiğini ve Müslümanları çözümsüzlüğe sürüklediğini” ifade etmektedirler.[23] Bununla birlikte belirtelim ki, düşman istîlasından kurtulmak için başlatılan mücâdelelere “mehdî” düşüncesinin sağladığı heyecanı ve katkıyı kabul etmekle beraber,[24] önemli olan kurtarılmaya bekleyecek bir duruma düşmeden evvel gereken çaba ve gayreti göstermek ve iyi bir konumda bulunmaya çalışmak olmalıdır. Zîra, bir milletin ilerlemesi ve gelişmesi için, “mehdî” beklemek yerine çalışmaya, ruha, inanca, kendine güven duymaya, hırsa, azime, ideale, kararlılığa, gayeye, başaracağına inanmaya ihtiyacı vardır. Gayesiz hiçbir ilerleme mukadder değildir. “Dünyayı fâni, hayatı hakir, hırsı haram görecek derecede seviyesi düşmüş, inancı bozulmuş, gayesi mahvolmuş bir cemiyetin”[25] ilerlemesi mümkün olmadığı gibi, son anda içine düştüğü bir takım sıkıntılardan kendisini kurtarmayı başarması da övünülecek ve abartılacak bir husus olmamalıdır. “İslâm’ın kıyâmete kadar yeryüzünde bekâsı için ümmeti koruyacak bir akıla, hidâyete götürecek bir îmâna ve kendini savunacak bir güce ihtiyacı vardır. Bunun için de ümmet, kendi hidâyetini kendisi bulmalı, kendi “mehdî”sini içinden kendisi çıkartmalıdır. Yoksa bir imam “mehdî” gelip ümmeti zillet ve fesattan, zevâle uğramaktan kurtaracak değildir. Böyle bir düşünce bâtıl bir kuruntudan ibârettir. Hem Kitab-ı Hakîm’in irşadına, hem de Allah’ın sünnetine aykırıdır.”[26] Bununla beraber Allah’ın, hiçbir insana beşer üstü bir kudret vermediğini, dünyayı düzeltmeyi, yeryüzünün tamamını adâletle doldurmayı ve insanları refaha ulaştırmayı peygamberlerin bile başaramadığını da unutmamak gerekmektedir.
“Mehdî” özlemini yansıtan rivâyetlere Buhârî ve Müslim’in eserlerinde hiç yer vermedikleri dikkate alınacak olursa, onların kanaatlerinin de hangi yönde olduğu anlaşılacaktır. Zîra, Hz. Peygamber’in bile bir çok sıkıntılara katlandığı göz önüne alındığında, “mehdî”nin kısa sürede dünyayı adâletle dolduracağı ve insanlar arasında refahı sağlayacağı iddiası bir ütopyadan ibârettir.[27] Böyle bir durum, “kurtarıcı”yı Hz. Peygamber’in önüne geçirmek demektir ki İslâmî bir mantıkla bunu bağdaştırmak da zor görünmektedir. Sonuç olarak, âhir zamanda gelecek ve tebliği kıyâmete kadar geçerli olacak zâtın Hz. Peygamber olduğu bilinmesine rağmen,[28] hayallerindeki olağanüstülükleri yaşatacak müstakbel bir kurtarıcı beklentilerini muhâfaza eden kimilerinin Kur’an’a aykırı da olsa, bu görüşlerini İslâm ile sentezleyerek, sürdürmeye çalışmalarının yanlışlığı bugün çok daha açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Kur’an’a göre âhir zamanda beklenen “Mesîh” veya “mehdî” gelmiştir, ismi de Hz. Muhammed Mustafa’dır.[29]
[1] İBN MANZÛR, Lisanu'l-Arab, XV, 354.
[2] WATT, W. Montgomery, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev. E. R. Fığlalı, Umran Yay., Ank., 1981, s. 69; KUTLUAY, Yaşar, İslâm ve Yahûdî Mezhepleri, Anka Yay. İst., 2001, s. 187; HANÇERLİOĞLU, Orhan, İslâm İnançları Sözlüğü, ******** Kitabevi, İst., 2000, s. 306-307; GÜNDÜZ, Şinâsî, Din ve İnanç Sözlüğü, Vadi Yay., Ank., 1998, s. 253; ATAY, Mehmet, Kütüb-i Sitte’deki Mehdî Hadislerinin Dinler Târihi Açısından İncelenmesi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, SDÜ. SBE., Isp., 2003, s. 32-33.
[3] SARIKÇIOĞLU, E., Dinlerde Mehdî, s. 111; FIĞLALI, E. R., İtikâdî İslâm Mezhepleri, s. 267-269.
[4] Vedâ Haccında ortaya konulan temel prensiplere bağlanılması gerekirken işin kolayına kaçılarak “mehdî” beklemek tercih edilmiştir. Bkz. EBÛ DÂVUD, 11/Menâsik, 56 (II, 459-464); İBN MÂCE, 25/Menâsik, 84 (II, 1022-1027); DÂRİMÎ, Mukaddime, 16, 17 (I, 43-47).
[5] SARIKÇIOĞLU, E., Dinlerde Mehdî Tasavvurları, s. 116; ÇELEBİ, İ., Uzak ve Yakın Gelecek, s. 95. Paçacı, Apokaliptik Edebiyat’ın dünyanın sonunda Allah’ın göndereceği bir kurtarıcı “Mesîh” kişiliği geliştirdiğini, bu anlamdaki “Mesîhlik” mefhumunun Hıristiyan teolojisinde önemli bir yere sahip olduğunu ifâde etmektedir. Bkz. PAÇACI, M., Kur’an ve Ne Kadar Tarihseliz?, s. 140.
[6] SARIKÇIOĞLU, Ekrem, “Mehdî”, DİA, XXVIII, 369, İst., 2003.
[7] SARIKÇIOĞLU, E., Dinlerde Mehdî Tasavvurları s. 94.
[8] SARIKÇIOĞLU, E., s. 114.
[9] İLHAN, Avni, Mehdîlik, Beyan Yay. İst., 1993, s. 141.
[10] İbn Haldun’a göre “Mehdîlik” iddiasında bulunanların peşinden ancak, ahmak, tecrübesiz, akılsız ve bilgisiz kimseler gitmektedirler ve bunlar genellikle, merkezlerden ve mamur olan yerlerden uzaklarda yaşayan aklı kıt kimselerdir. Bkz. İBN HALDUN, Mukaddime, II, 179-180.
[11] BULAÇ, Ali, Din ve Modernizm, İz Yay. İst., 1995, s. 316; SAYGILI, Sefa, Dünyayı Aldatanlar, Türdav Yay., İst., 1999, s. 133-134, 140-141. Saygılı, yalancı “mehdî”leri teşhis edip aldanmamak için, “mistik paranoya” denilen akıl hastalığının bilinmesi gerektiğini söylemekte ve bu kişilerin özelliklerinden bahsetmektedir. Bkz. s. 232-236.
[12] KARDÂVÎ, Y., Sünneti Anlamada Yöntem, s. 161-162.
[13] KUZU, Selman, Mehdî, Deccâl, Mesîh, Merkur Yay., İst., 2001, s. 207.
[15] BAYRAKTAR, İbrâhim, Edebi ve İlmi Açıdan Hadis, Işık Yay., İzmir, 1993, s. 111-115.
[16] İBN HALDUN, Mukaddime, trc. Z. V. Togan, II, 165, 177; REŞİD RIZÂ, Menar, IX, 499-504; SIDDIKÎ, Z., s. 174; FIĞLALI, Kadıyânîlik (Ahmediyye Mezhebi), DEÜ. Yay., İzmir, 1986, s. 16; Çağımızda İtikâdî İslâm Mezhepleri, s. 274; İLHAN, Avni, Mehdîlik, s. 146, 149-150; GÜNDÜZ, Şinâsi, s. 253; ATAY, Mehmet, s. 112, 113.
[17] TOGAN, Z. Velîdî, İbn Haldun’un Mukaddimesi, II, 617, 18 no’lu dipnotta kanaatlerini ortaya koymaktadır. Ayrıca bkz. AĞIRAKÇA, Ahmet, “Mehdî”, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, (I-IV), Risale Yay., İst., 1990, II, 497; İLHAN, A., s. 141.
[18] ÇELEBİ, İ., Uzak ve Yakın Gelecek, s. 91-92; AĞIRAKÇA, II, 497.
[19] FAZLUR RAHMÂN, İslâm, Ank., 1993, s. 341.
[20] ATAY, Hüseyin, Cehâletin Tahsîli, Atay ve Atay Yay., Ank., 2004, s. 54. Atay: “Kur’an-ı olan kimsenin Mehdîye, Anayasası olan devletin ise, ihtilâle ve kurtarıcıya ihtiyacı olmaz” demektedir. Bkz. s. 56. S. Ateş’de “mehdî” beklemenin doğru olmadığını, eğer “mehdî” varsa, onun her çağda İslâm uğrunda mücadele veren ihlaslı liderler veya insanları doğru yola sevk eden Müslüman âlimler olduğunu söylemektedir. Bkz. ATEŞ, S., Çağdaş Tefsîr, II, 406-407, Kur’an Ansiklopedisi, X, 219-220. Ayrıca bkz. KIRBAŞOĞLU, İslâm Düşüncesinde Sünnet, s. 291.
[21] İLHAN, A., s. 140-141; ÖZ, Mustafa, İmamiyye Şiasında Onikinci İmam ve Mehdî İnancı, İFAV. Yay., İst., 1995, s. 89-90; FATİŞ, Emrullah, s. 236-238.
[22] ÇOŞKUN, Ali, Mehdîlik Fenomeni, Osmanlı Dönemi Dînî Kurtuluş Hareketleri Üzerine Bir Din Bilimi Araştırması, İz Yay. İst., 2004, s. 554, 556.
[23] YAVUZ, Yusuf Şevki, “Mehdî”, DİA, XXVIII, 373, İst., 2003.
[24] ÖZ, Mustafa, “Mehdîlik”, DİA, XXVIII, 385-386, İst., 2003.
[25] BALTACIOĞLU, İsmail Hakkı, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İslâm Düşüncesinde Arayışlar, Haz. İ. Çelebi-Ziya Yılmazer, Rağbet Yay., İst., 1999, s. 411-412. Siyâsî kargaşayı takip eden ekonomik ve ahlâkî çöküntüyü düzeltebilmek için, güçlü bir lider beklentisinden ziyâde, doğru sosyal ve ahlâkî sistemlere ihtiyaç vardır. Bu noksanlık tespit edilerek, yapısal nedenlerine inilmedikçe ve doğru analizler yapılmadıkça mesafe kat edilemeyecektir. Doğru adam değil, doğru sistem ve bu sistemi ortaya koyacak doğru yöntem aranmalıdır. Bilimsel gerçekler göstermektedir ki, bir ülkenin târihi, dînî, ahlâkî ve kültürel yapısı, doğru bir devlet yapısını yanlış yönde etkilememiştir. Aynı değerlere sahip bir devlet ikiye bölündüğünde, doğru yapıyı kuranlar başarılı olmuşlardır. Doğu/Batı Almanya, Kuzey/Güney Kore, Kuzey/Güney Vietnam, Kuzey/Güney Amerika, Çin/Tayvan, Singapur/Malezya, II. Dünya savaşı öncesi ve sonrası Japonya ve daha niceleri çağımızın canlı örnekleridir. Kalıcı ve yararlı hizmetler sunabilmenin, kusursuz mal ve bilgi üretebilmenin yolu, kaliteli insanların sayılarını artırmaktan ve doğru yapılar kurmaktan geçmektedir. Amerikan anayasasını hazırlayanlardan Thomas Jefferson: “Anayasamızda öyle bir devlet sistemi tarif edelim ki, kurtarıcı, harika adamlara hiç ihtiyaç duyulmasın. Sokaktaki bir adam gelip bu ülkeyi yönetebilsin” demektedir. Netice îtibârıyla, doğru sistemi uzun dönemde ortaya çıkaracak, doğru sosyal ve ahlâkî sistemler ortaya konulmadıkça, istenilen hedeflere ulaşılması mümkün olamayacaktır.
[26] MÛSÂ CÂRULLAH, Kur’an ve Sünnet İlişkisine Farklı Bir Yaklaşım Kitabü’s-Sünne, s. 77. Paçacı da “mehdî” beklemek yerine yapılması gerekenlerle ilgili şunları söylemektedir: “Günümüz Müslümanlığı, dînîn öncelikli amaçlarını kaybettiği, dînîn doğru biçimini unuttuğu için bugünkü acı duruma düşmüş ve Batı’dan gelen saldırılara karşı bilinçli, özgün bir karşılıkta bulunamamıştır. Bu saldırılara karşı iki bin yıl önce benzeri durumda olan Yahûdîler’in verdiği tepkilerin bir benzerini vermiştir. Yeryüzündeki İslâm cemaati, mensûbu olduğu dine yakışır, onurlu bir kimlik kazanmak, insanlığa bir “hayır”da bulunmak ve ona iki cihanda mutluluk getirecek bir medeniyet sunmak istiyorsa heyecanlı siyâsî egemenlik çağrılarından önce, kendi din anlayışındaki “ahlâkî alanı” hak ettiği yerine oturtmalıdır.” Bkz. PAÇACI, M., Kur’an ve Ben Ne Kadar Tarihseliz? s. 29.
[27] YAVUZ, Y. Ş., “Kıyâmet Alâmetleri”, DİA, XXV, 526, İst., 2002.
[28] Bakara, 2/146-147; “Daha önce kendilerine vahiy verdiklerimiz, onu kendi çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar: Ancak bilin ki, onların bazısı hakîkati bile bile örtbas eder: Rablerinden gelen hakîkati! O halde sen şüphe edenlerden olma”. Krş, Tekvin, 21/13, 18, s. 18; Tensiye, 18/15, 18, s. 195.
Saf, 61/6; “Ve vaktiyle Meryem oğlu Îsâ: “Ey İsrailoğulları! Şüphesiz, ben, Tevrat’tan geriye kalmış hakîkat adına ne varsa hepsini doğrulamak ve benden sonra gelecek olan Ahmed adındaki bir elçiyi müjdelemek için size gönderilmiş olan Allah’ın elçisiyim” dedi(ğinde de aynı şey geçerliydi.) Ama, (gelişini Îsâ’nın önceden haber verdiği) elçi hakîkatin bütün kanıtlarıyla onlara geldiğinde: “Bu (doğruluğunu iddia ettiğin mesaj), göz boyayan bir büyü(den başka bir şey değil)!” demişlerdi”. Ayrıca bkz. Bakara, 2/40-42; A’râf, 7/157.
[29] SARIKÇIOĞLU, E., s. 117.
__________________ Rabbim! ilmimi ve anlayisimi artir!
www.ahmeteminseyhan.blogcu.com/
selam ve dua ile...
|
Yukarı dön |
|
|
bembeyaz Uzman Uye
Katılma Tarihi: 31 temmuz 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 736
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Deccâl ile ilgili de şunları kaydedebiliriz...
(دجال) “Deccâl”; sözlükte “bir şeyi örtmek, yaldızlamak, boyamak, kandırmak, karıştırmak, yalan söylemek, aldatmak” anlamındaki (دجل) “de ce le” kökünden türeyen bir kelimedir. “Hakkı batılla karıştıran, sözü süsleyip batılı hak gösteren, çok aldatan, çok yalancı kimse” demektir.[1] Klasik kaynaklarda ise, “âhir zamanda ortaya çıkıp göstereceği hârikulade olaylar sayesinde bazı insanları dalâlete sürükleyeceğine inanılan kişi” şeklinde tarif edilmektedir.
“Deccâl” kelimesi Kur’an-ı Kerim’de geçmemektedir. Kitâb-ı Mukaddes’te ise, âhir zamanda gelecek olan, “küçük boynuz, canavar” gibi sembollerle tasvir edilen, Allah’ın mâbedini tahrip eden ve O’na karşı gelen güçlü bir varlık olarak tanıtılmaktadır.[2] Yahûdîler “deccâl”i, kendilerini kurtaracağına inandıkları “Mesîh”in muhalifi olarak görmektedirler. Onlara göre “deccâl”, “Mesîh”in semavî ve ebedi krallığına karşın, geçici dünyevi şeytanî gücü ve şeytanın krallığını temsil etmektedir ve Dâvud’un neslinden gelecek bir “Mesîh” tarafından öldürülecektir.[3] Hıristiyanlık’ta ise, “âhir zamanda zuhûr edecek düşman”,[4] “fesat adamı, helak oğlu”[5] şeklinde tanıtılmakta olup, kıyâmetin bir alâmeti olduğuna inanılmaktadır.
Yahudî ve Hıristiyan tarihlerinin incelenmesi sonucu, “deccâl” inancının yayılmasına eski efsânelerin mevcut siyasî durumlara göre yorumlanmasının yol açtığı, Yahudî ve Hıristiyanlara zulmedenlere zamanla efsânevî bir hüviyet kazandırıldığı ve böylece menkıbeler oluşturulduğu anlaşılmaktadır.[6] “Deccâl” konusu ile ilgilenen müsteşriklerin bazıları, İslâm’daki “deccâl” telakkîsini tamamen Ehl-i kitâb’a dayandırmışlarsa da, bu iddiaların isabetli olmadığı, benzerlikler bulunduğu, ancak bunun da mutlaka birinin diğerinden aldığı anlamına gelmeyeceği ifâde edilmektedir.[7]
Fakat buna rağmen ciddî bir etkilenmenin olduğu da gözlerden kaçmamaktadır. Zîra, Kur’an’ın “karanlık” olarak nitelendirdiği cahiliyye aklının “mâkul” olana değil, “mahsus” olana, akleden kalbe değil, efsâneye dayandığının en güzel delilinin cahiliyye edebiyatı olduğu ve sözlü olan bu edebiyatın kâhinler, arraflar, şairler ve kıssacılar tarafından temsil edildiği bilinmektedir. Toplumun ortak hafızasını temsil eden bu zümrelerin sözlerini “anlam öncelikli” değil, “etki öncelikli” kullandıkları ise mâlumdur. O dönemde gerek manzum, gerekse mensur olsun tüm ürünlerin, bilgi taşımaktan ziyâde dinleyenler üzerinde etki uyandırmak maksadıyla “icrâ” edildiği[8] ve akıldan ziyâde duyguların ön plana çıkartıldığı görülmektedir.
Duygulara hitap edilirken insanlara daha kolay tesir edebilmek ve onları etki altına alabilmek maksadıyla, efsânelerin kullanıldığı ve sembollere de yoğun bir şekilde baş vurulduğu ortadadır. Çünkü mitolojik düşünce, temelde sembolleştirici bir düşüncedir. Çoğu zaman bu mitolojik düşüncede olaylar gizemli, çözülmeye muhtaç bir biçimde kılık değiştirerek ve mantık ötesi bir özellik taşıyarak anlatılmaktadır.[9] İnsanın ruhunun tâ derinliklerinden fışkırarak gelen oluşumlar, korkular, hayaller ve tasavvurlar, sembolik bir dille diğer insanlara ulaştırılmaktadır.[10] Bu nedenle sembolik anlatım, dinleyenin zihninde hayallerle canlanarak daha net bir şekilde belirmekte ve akılda daha kalıcı olmaktadır.
Bununla beraber, düşüncelerin anlatımı esnasında tesiri artırmak maksadıyla mecaz ve teşbihte aşırıya gidilmesinin yanlış inanç ve tasavvurların doğmasına yol açtığı gerçeği de göz ardı edilmemelidir. Nitekim, Budizm ve Hinduizm’de sembolleştirme ve teşbihte aşırıya kaçılmasının doğal bir sonucu olarak adeta yitmiş olsa da, içten içe bir öz halinde tevhîd düşüncesinin yattığı, antropomorfik unsurların ayıklanmasıyla tevhîd pırıltılarının daha iyi müşahede edilebileceği ifâde edilmektedir.[11]
Görüleceği üzere, insanların algılamalarını kolaylaştırmak maksadıyla sembollerle anlatılan bazı hakikatlerin zaman içerisinde yanlış anlaşılıp aktarılması, verilmek istenen esas mesajın tam kavranamayıp unutulması veya değiştirilmesi mümkün olabilmektedir. Teferruatla uğraşıldığında bütün göz ardı edilmekte ve parçacı yaklaşımlar esas yörüngeden sapmaya neden olabilmektedir. Dolayısıyla, tekrar doğru rotaya dönebilmek için sapmanın olduğu yere varılması ve hataların bulunup düzeltilmesi gerekmektedir. Bu arada istikametten ayrılmamak için ise, Kur’an-ı Kerim’in ve Sünnet’in ortaya koyduğu ölçülere göre hareket edilmesi icap etmektedir.
Temel esaslar yanlış algılanıp aktarıldığında tevhîd inancında bile, asıldan uzaklaşıp ârizî olanın etkisine girilmesi söz konusu olduğuna göre, “deccâl” hususunda da Yahûdî ve Hıristiyan kültürlerinden bir etkileşimin olması mümkündür. Bu bakımdan, “deccâl” ile ilgili anlayışların arkasında yatan nedenler iyice araştırılmadan, yabancı unsurların etkileri doğru tespit edilmeden, sağlam bir muhakemeyle problemler çözüme kavuşturulmadan, sağlıklı bir din anlayışına ve istenilen hedeflere ulaşmanın mümkün olamayacağı açıktır.
Bu itibarla, kaynaklarda sembolik bir dille anlatılan “deccâl” ile ilgili rivâyetlere bu açılardan bakılmasının önemi bir kez daha ortaya çıkmış olmaktadır. Bir başka ifâdeyle, sembolik olarak anlatılan bir hususun müşahhas hale getirilmesi ve buradan yanlış tevillere sapılması doğru neticeler doğurmamaktadır. Bu sebeple gerçeklerden uzaklaşılmaması için kastedilen anlamın ne olduğunun büyük bir dikkat ve özenle tespit edilmesi gerekmektedir.
Hadis mecmûalarındaki bazı rivâyetlerde “deccâl”in âhir zamanda geleceği, yeryüzünde kırk gün kalacağı, ilahlık iddiasında bulunacağı, sonunda Hz. Îsâ tarafından öldürüleceği;[12] gözünün birinin kör olup ve alnında “kâfir” yazılı olacağı;[13] Yahûdî asıllı İbn Sayyâd’ın da “deccâl” olabileceği;[14] Temim ed-Dârî’nin ıssız bir adada “Cessâse” adındaki bir hayvanın yardımıyla “deccâl” ile görüştüğü;[15] “deccâl”in İstanbul’un fethinden sonra ortaya çıkacağı;[16] “deccâl”in şerrinden emin olmak için Kehf sûresinin ilk âyetlerinin okunmasının tavsiye edildiği;[17] otuz civarında “deccâl”in ortaya çıkacağı[18] gibi farklı “deccâl” portrelerinin çizildiği görülmektedir. Bu rivâyetler arasında çelişki olmadığını iddia edip savunmaya çalışan İslâm âlimleri olduğu gibi,[19] çelişkiler bulunduğunu söyleyenler de mevcuttur.[20]
Diğer taraftan orta yolu takip ederek isnâd açısından sahih kabul edilen rivâyetlerdeki ifadelerin mecâzî ifadeler olduğu ve güçlü bâtılın zaman zaman hakka galip olacağı şeklinde yorumlayanlar da vardır. Bununla birlikte, bu yorumların zaman içerisinde farklı anlayışlar kazanacağını söyleyerek tevakkuf edilmesi gerektiğini belirtenler de bulunmaktadır.[21] Bazı İslâm âlimleri ise, bu konudaki bir takım rivâyetlerin Kur’an-ı Kerim ve Sünnet ile telif edilmelerinin mümkün olmadığı kanaatindedirler.[22] Onlar, “mehdî”, “deccâl” ve ““Mesîh” beklentilerinin hasta akılların ürünü olduğunu, yeryüzünde bu tür efsânelere yer olmadığını, mitolojik “deccâl” inancının Yahûdî ve Hıristiyanlara ait olup bu kültürlerden İslâm’a intikal ettiğini ileri sürmektedirler.[23]
Netice îtibârıyla, isnâd açısından sahih görülerek Hz. Peygamber’e nispet edilen rivâyetlerin bir kısmında birbirleriyle bağdaştırılamayacak derecede çelişkiler olduğu görülmektedir.[24] Zîra, araştırmalar sonunda bazı rivâyetlerde “sika” olmayan râvîlerin olduğu, bunların şahsî ictihadlarını metinlere karıştırma ihtimallerinin bulunduğu ve bazı rivâyetlerde İsrâiliyyât belirtilerinin sezildiği sonucuna varılmaktadır.[25] Nitekim, bir rivâyette Hz. Peygamber zamanında yaşayan İbn Sayyad’ın “deccâl” olduğu söylenirken, diğer rivâyette, bir adada zincirlere bağlı bir halde beklediği,[26] bir diğer rivâyette ise, İstanbul’un fethinden sonra ortaya çıkacağının belirtilmesi, bu tenâkuzlara verilebilecek örneklerdir. İstanbul fethedildiğine ve tasvir edilen böyle bir “deccâl” de ortaya çıkmadığına göre, bu rivâyetin isnâdında ve metninde problemler olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca “deccâl”in şahsına ait özellikleri açıklayan rivâyetlerde de çelişkiler bulunmaktadır. Kızıl veya beyaz tenli, kısa boylu veya cüsseli, heybetli[27] şeklinde tanıtılması bunun göstergesidir. Bunlardan başka, bir taraftan “deccâl”in ilahlık iddiasında bulunacağı belirtilirken, öte yandan alnında “kâfir” yazısının mevcut olacağı ve herkes tarafından okunacağının ifâde edilmesini de akılla bağdaştırmak mümkün görünmemektedir. Allah’a îmân etmekle sorumlu tutulan insanoğlunu saptırması için “deccâl”e peygamberlerden çok üstün özellikler verilmesinin, hem ilâhî hikmete, hem de kıyâmete kadar kainatta sürüp gidecek Allah’ın koyduğu yol ve yönteme[28] aykırı olduğu ortadadır. Zîra, böyle bir şeyi koyduğu kurallara öncelikle kendisinin uyduğu bilinen[29] Yüce Allah’ın yapması söz konusu değildir. Dolayısıyla bu rivâyetlere ihtiyatla yaklaşılması ve “deccâl” ile ilgili yorum yapılmaya çalışılırken bütün bu hususların göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Mûtezilî İmam Kâdı Abdülcebbâr, (415/1024) “akla muhalif bir şey Rasûlullah’a isnâd edilirse, onun böyle bir şey söylemediğine hükmetmek gerekir. Şâyet söylemişse, başkasından hikâye yoluyla söylemiştir. Bu takdirde de alınmayabilir. Eğer bu sözün te’vil imkanı varsa te’vil edilir” demektedir.[30] Buradan hareketle bir kısım İslâm âlimi de, senedi sahih gaybî hadislerde geçen ifâdelerin Arap edebiyatının teşbih ve temsil sanatının bir gereği olduğunu belirterek bunların yorumlanabileceğini ifâde etmişlerdir.[31] Kelam âlimlerinin çoğunluğu, “deccâl”in çıkışını mitolojik bir üslupla ifâde eden rivâyetleri yorumlamaya yanaşmazken, Sünnî kelam ekolünün seçkin sîmalarından Taftazânî, (793/1390) ilgili rivâyetleri zâhirî mânâda anlamayı mümkün görmekle birlikte, “deccâl”i “şer ve fesadın yayılması” şeklinde tevil etmiştir.[32] Onun “deccâl” kavramına bu şekilde bir yorum getirmesi, çağdaş âlimlerin te’vil kapılarını açmalarına ve değişik yorumlar yapmalarına imkan sağlamıştır. Nitekim, Muhammed Abduh “deccâl”i, “İslâm dînînin ortadan kaldırmaya çalıştığı bütün hurafe, yalancılık ve kötülüklerin sembolü”,[33] Reşid Rızâ, “maddî şehvetlerin ön plana çıkması”, “Yahûdîlerin gerçekleştireceği şerrin ve inkarcılığın yaygınlık kazanması”,[34] Elmalılı Hamdi Yazır, “Filistin’de Yahûdîler’e devlet kurmak isteyen İngiltere”,[35] Kâmil Mîras, “küfrü yayan ve cemiyetin nizamına bozan şey”,[36] Muhammed Esed, “Avrupa Medeniyeti”[37] Muhammed Selâme Cebr, “şeytan”,[38] Ömer Rıza Doğrul, “Hz. Îsâ’nın Allah’ın oğlu olduğunu iddiâsını seslendiren Hıristiyanlık akîdelerinin yayılması”[39] Yavuz, “ulûhiyet niteliklerine sahip hârikulâde bir insan değil, kötülüğü temsil eden bir tip”,[40] şeklinde yorumlamaktadırlar.
Kardâvî ise “deccâl”i, “karanlık batı medeniyeti” şeklinde te’vil edenlerin görüşlerine katılmayarak tevâtür derecesine ulaşmış sahih hadislerde, “deccâl”in bozgunculuk yapan, tahrik ve tehdit eden bir fert, şahıs veya insan olarak tavsif edildiğini, dolayısıyla, “kör bir medeniyet” şeklindeki yorumlanmasının uygun olamayacağını söylemektedir.[41] Oysa rivâyetlerin geneline bakıldığında böyle bir yorumun yapılmasının mümkün olabileceği anlaşılmaktadır. Nitekim bazen lafızlara bağlı kalmanın bir takım sembollerin gerektiği şekillerde yorumlanmasına engel teşkil edebildiği ve anlamayı zorlaştırdığı görülmektedir. Öte yandan burada hatırlatılması gereken bir diğer nokta da, “deccâl”e hizmet edenlerin “şeytanca niyetler taşıyan kötü insanlar” olduğudur. Yoksa başka bir âlemde yaşayan cin ve şeytanlar değildir. Zîra, onların aslî hüviyetleri ile insanlara görünemeyecekleri bilinmektedir.[42]
Görüleceği üzere İslâm âlimlerinin çoğunluğu, isnâd açısından sahih kabul edilen hadislere dayanarak âhir zamanda “deccâl”in ortaya çıkacağına, insanları saptırmaya çalışacağına inanmakta ve bu rivâyetleri farklı şekillerde te’vil etmektedirler. Bu âlimlerin bir kısmı görüşlerini desteklemek maksadıyla Kur’an-ı Kerim’den deliller bulmaya çalışmışlarsa da, “deccâl”e işaret ettiği iddia edilen âyetler[43] incelendiğinde ileri sürdükleri bu tezlerinin ilmî dayanaktan yoksun olduğu görülmektedir.[44]
Özetle Kur’an-ı Kerim’de “deccâl” ile ilgili hiçbir sarih ifâde bulunmamaktadır. Ancak bazı rivâyetlerden çıkartılacak en belirgin hususlar sonucu “deccâl”i şu şekilde açıklamamız mümkündür. “Deccâl” bir “kıyâmet alâmeti” olmamakla beraber her zamanda ve her bölgede inkarcılığı yaymaya çalışan, ahlâkî değerleri yok etmeyi amaçlayan ve her türlü terörist faaliyetleri destekleyen kimselerdir. Kendi kurdukları düzenin yıkılmasını istemeyen, bunun için her yolu mübâh gören, nefislerinin esîri olmuş, kötü niyetli, negatif düşünceli, ikiyüzlü, bencil ve azgın bütün hakîkat inkarcılarıdır. Maddî yönden gelişmiş olmaları sebebiyle teknik imkan ve kapasitelerini sürekli artıran, bilimsel ve teknolojik gelişmeleri kendi çıkarları için keyfî olarak kullanmaktan çekinmeyen ve “güçleri” sayesinde mazlumları kısa sürede etkisiz hâle getirenlerdir. Bu üstün maddî özelliklere sahip olmaları nedeniyle çok daha “hızlı” hareket edenlerdir. Dünyevî zevkleri önceleyen, serveti ve makamı baş tacı eden, doğayı kirleten ve yoksul insanları dışlayan, hayırlı faaliyetleri engelleyen her türlü olumsuz bakış açılarını, “dünyanın en ücra köşelerine kadar” iletişim vasıtalarıyla yayarak çıkarcılığı özendirenler ve insanların duygularını istismar edenlerdir. Çirkin olan şeyleri “güzel”, güzel olan mânevî-ahlâkî değerleri ise “çirkin gösteren”, bütün bunları yaparken hiçbir masraftan kaçınmayan ve gidilmedik de çok az yer bırakanlardır.
Sonuç îtibârıyla, sembollerle anlatılan “deccâl” tasvirleri müşahhaslaştırılmadan doğru anlaşılıp yorumlanabilirse, düşünen ve sorgulayan insanlar için önemli ipuçları içerdiği görülmektedir. Ayrıca “deccâl” ile ilgili rivâyetlerin tevâtür derecesine ulaşmaması, mecâzî mânâlarına yorumlanmalarının da mümkün olması nedeniyle,[45] maddî bir “deccâl”in varlığına inanmayanlara küfür isnâd etmek doğru değildir.[46]
[1] İBN MANZÛR, XI, 236-237; İBN HACER, Feth, Beyrut, 1988, XIII, 76.
[2] Daniel, 7/8, 25, s. 849, 11/40, s. 855.
[3] DEMİRCİ, Kürşat, “Deccâl”, DİA, IX, 67, İst., 1994.
[4] Matta, 12/28, s. 13; Luka, 11/20, s. 72; Vahiy, 12/8, s. 266, 12/13, s. 266-267.
[5] Selânikliler’e II. Mektup, 2/3-12, s. 216-217.
[7] SARITOPRAK, Zeki, İslâm’a ve Diğer Dinlere Göre Deccâl, Yeni Asya Yay., İst., 1992, s. 126.
[8] İSLÂMOĞLU, M., Üç Muhammed İki Tasavvur Bir Gerçek, Denge Yay., İst., 2002, s.38.
[9] KANAR, Yüksel, “Mitoloji”, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risâle Yay. İst., 1990, III, 44.
[10] KILIÇ, Sadık, Mitoloji, Kitab-ı Mukaddes ve Kur’an-ı Kerim, Nil Yay. İzmir, 1993, s. 61.
[12] İBN MES’UD, Abdullah, Tefsîr-u İbn Mes’ud, (Dirâsetü an İbn Mes’ud ve Tefsîrihî, Mecmu’ut-Tefsîr), thk. Muhammed Ahmed Îsevî, (I-II), Riyad, 1985, II, 305; BUHÂRÎ, 92/Fiten, 26, 27 (VIII, 102-103); MÜSLİM, 52/Fiten, 20 (III, 2247-2255); İBN MÂCE, 36/Fiten, 33 (II, 1357-1365).
[13] BUHÂRÎ, 92/Fiten, 26 (VIII, 102-103); TİRMİZİ, 31/Fiten, 56, 60, 61 (IV, 508, 514, 516); İBN HANBEL, I, 176, 182, 240; II, 27, 33, 124, 149; III, 115, 228, 250; IV, 456; V, 38; VI, 140.
[14] BUHÂRÎ, 78/Edeb, 97 (VII, 113-114); MÜSLİM, 52/Fiten, 19 (III, 2240, 2243-2246); EBÛ DÂVUD, 36/Melâhim, 16 (IV, 503-506); TİRMÎZÎ, 31/Fiten, 63 (IV, 516-519); İBN HANBEL, II, 149; V, 213. M. İslâmoğlu, İbn Sayyad’ın ya cezaî ehliyeti olmayan bir çocuk, ya da aklî dengesi yerinde olmayan bir kimse olduğu kanaatindedir. Bkz. İSLÂMOĞLU, Mustafa, Üç Muhammed İki Tasavvur Bir Gerçek, s. 31. A. Yıldırım, Müslim’in rivâyet ettiği (19/Fiten, III, 2241 no:2925) hadisin subût için yeterli olmaması sebebiyle ihtiyatla karşılanması gerektiği kanaatindedir. Bkz. YILDIRIM, A., Tasavvufun Temel Öğretileri, s. 319.
[15] MÜSLİM, 52/Fiten, 24 (III, 2261-2265); EBÛ DÂVUD, 36/Melâhim, 15 (IV, 499-502).
[16] MÜSLİM, 52/Fiten, 9 (III, 2221); TİRMÎZÎ, 31/Fiten, 58 (IV, 510); EBÛ DÂVUD, 36/Melâhim, 4 (IV, 483).
[17] BUHÂRÎ, 60/Enbiyâ, 3 (IV, 105); 92/Fiten, 26 (VIII, 102); İBN HANBEL, II, 446, 449; İBN MÂCE, 36/Fiten, 33 (II, 1356).
[18] BUHÂRÎ, 92/Fiten, 25 (VIII, 101); MÜSLİM, 52/Fiten, 18 (III, 2239-2240); EBÛ DÂVUD, 36/Melâhim, 16 (IV, 507); İBN HANBEL, V, 16.
[19] SARITOPRAK, Zeki, “Deccâl”, DİA, IX, 70, İst., 1994. Ayrıca bkz. BİLMEN, Muvazzah İlm-i Kelam, s. 326; EBÛ ŞEHBE, Sünnet Müdafaası, I, 328.
[20] REŞİD RIZÂ, Menâr, IX, 454-455, 460; ATEŞ, S., Çağdaş Tefsîr, VIII, 89-90; ATEŞ, S., Kur’an Ansiklopedisi, V, 48-49. Ateş’e göre bu tür rivâyetler, İslâm’ı zayıf düşüren katma rivâyetlerdir ve ayıklanmalıdır.
[21] ÇELİK, Ali, Hz. Peygamber’in Hadislerinde Fitne, (Sebepleri, Özellikleri, Çareleri), s. 49.
[22] EBÛ REYYE, Muhammed, Edvâ’ ‘ale’s-Sünneti’l-Muhammediyye, s. 40. (Ebû Reyye, bu tür rivâyetleri, Müslümanların inancını bozmak gayesi ile İslâm’a sokulmuş rivâyetler olarak görmektedir). Ayrıca bkz. ÇELEBİ, İ., Uzak ve Yakın Gelecek, s. 91-92.
[23] ABDÜLKERİM el-HATİP, el-Mehdîyyü’l-Muntazar ve Men Yentazirûneh, Kâhire, 1980, s. 112. Ayrıca bkz. İBN HALDUN, Mukaddime, Beyrut, 1992, s. 439; MEVDÛDÎ, Meseleler ve Çözümleri, trc. Yûsuf Karaca, (I-III), İst., 1990, I, 36-40; III, 127-132. Paçacı, “deccâl”in hem Apokaliptik hem de Fiten Edebiyatında olağanüstü güçleri olan biri olarak tanıtıldığını, üslup bakımından da inkar edilemez benzerlikler olduğunu ifâde etmektedir. Bkz. PAÇACI, Kur’an ve Ben, s. 143-145.
[24] REŞİD RIZÂ, Menar, IX, 451-453.
[25] SARITOPRAK, Z., s. 148-150; ÇELEBİ, İlyas, İslâm’da İnanç Esasları, s. 285.
[26] Yıldırım, “cessâse” hadisiyle ilgili yaptığı araştırmanın sonucunda “Rasûlullah ile irtibatı olmayan İsrâilî bir haber olduğu” kanaatine varmıştır. Bkz. YILDIRIM, Enbiyâ, Hadis Problemleri, s. 247. Oysa bu hikayeyi Temim ed-Dârî Hz. Peygamber’e değil, Hz. Peygamber Temim’e isnad ederek anlatmıştır. Bkz. Tezimizin Giriş kısmı “Kıssacılığın Târihî Gelişimi” bölümü.
[27] İBN HACER, Fethu’l-Bârî, XIII, 82.
[28] İsrâ’, 17/77; Ahzâb, 33/38, 62; Fâtır, 35/43; Feth, 48/23. Ayrıca bkz. Âl-i İmrân, 3/137; Nisâ, 4/26.
[29] En’âm, 6/12, 54; A’râf, 7/156; Tâhâ, 20/15. (Nitekim, bu son âyette belirtildiği üzere Allah Teala, neredeyse kendisinden bile gizleyecek olduğu kıyâmetin ne zaman kopacağı hususunu kimseye bildirmemekte ve koyduğu kurala öncelikle kendisi uymaktadır.) Aynı şekilde bu dünyada yaptıkları kötülükler sebebiyle insanları hemen cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde bir tek canlı bırakmayacağını, ama katından verilmiş bir söz olduğunu ve bu süre doluncaya kadar onlara mühlet verdiğini belirtmesi de koyduğu kurala uyduğunun bir göstergesidir. Bkz. Nahl, 16/61; Kehf, 18/58-59; Fâtır, 35/45.
[30] KÂDI ABDÜLCEBBÂR, Ebu’l-Hasan Abdülcebbâr b. Ahmed el-Hemedânî, Şerhu’l-Usuli’l-Hamse, nşr. Abdülkerim Osman, Kâhire, 1965, s. 768.
[31] MAHMÛD ŞELTÛT, el-İslâmu Akîde ve’ş-Şerîa, Kâhire, 1959, s. 61.
[32] TAFTAZÂNÎ, Mesud b. Ömer b. Abdillah, Şerhu’l-Mekâsıd, (I-V), nşr. Abdurrahmân Umeyre, Beyrut, 1989, V, 317.
[33] REŞİD RIZÂ, Menar, III, 317.
[34] REŞİD RIZÂ, Menar, IX, 490-505.
[35] YAZIR, VI, 4172-4173.
[36] AHMED NAİM, Tecrid, IX, 184.
[37] ESED, Muhammed, Mekke’ye Giden Yol, çev. Cahit Koytak, İnsan Yay., İst., 1984, s. 13-17.
[38] MUHAMMED b. SELÂME CEBR, “Eşrâtü’s-Sâa ve Esrâruhâ”, Kâhire, 1993, s. 34.
[39] DOĞRUL, Ömer Rıza, Tanrı Buyruğu, İst., 1980, s. 351.
[40] YAVUZ, Y. Ş., “Kıyâmet Alâmetleri”, DİA, XXV, 524, İst., 2002.
[41] KARDAVÎ, Yûsuf, Sünnet’i Anlamada Yöntem, s. 246-247.
[42] ATEŞ, Ali Osman, Kur’an ve Hadislere Göre Şeytan, Beyan Yay., İst., 1995, s. 390.
[43] (Âl-i İmrân, 3/55; Nisâ, 4/157-159). Bu âyetlerden dolaylı olarak çıkartılan işaretin aksine, Hz. Îsâ, bedenen ölmüş (Mâide, 5/117) ve ruhu Allah katına yükseltilmiştir. (Zuhruf, 43/61). Bu âyeti delil getirerek Hz. Îsâ’nın tekrar dünyaya döneceğini ileri sürmek de isâbetli değildir. Zîra âyetin devamında Hz. Muhammed’e uyulması istenmektedir. (Âl-i İmrân, 3/46). Buradan da Hz. Îsâ’nın tekrar dünyaya döneceği sonucunu çıkarmak mümkün gözükmemektedir. (En’âm, 6/158). Bu âyette de “deccâl”e işaret olmayıp, “küresel kıyâmet” başladığı anda yaşanılacak fiziksel değişimler kastedilmektedir. (Muhammed, 47/18). Bu âyette ise alâmetlerin geleceği değil, aksine geldiği bildirilmektedir. Sonuç îtibârıyla; mezkur âyetlerden dolaylı da olsa “deccâl”e işaret edildiği sonucunu çıkarmanın, ilmî açıdan mümkün olmadığı görülmektedir.
[44] Bu konuda geniş bilgi için bkz. SARITOPRAK, Z., “Deccâl”, DİA, IX, 71.
[45] SAKALLI, Talat, Cârî Kültürün Hadis Rivâyetine Tesiri, s. 297.
[46] SARITOPTAK, Z., İslâm’a ve Diğer Dinlere Göre Deccâl, s. 144. Bu konuda hadis diye rivâyet edilen, “Mehdî’nin çıkışını, Îsâ’nın nuzûlünü, deccâl’in zuhûrunu inkar eden kâfir olur” şeklindeki metnin uydurma olduğunu İbn Hacer ifâde etmektedir. Bkz. İBN HACER, Lisânu’l-Mîzân, (I-VII) Haydarabad, 1329, V,130. Ayrıca bkz. ŞELTÛT, Mahmud, el-İslâmu Akîdetün ve’ş-Şerîa, Kahire, 1379/1959, s. 49-59.
herkese en derin selam ve saygılarımla....
__________________ Rabbim! ilmimi ve anlayisimi artir!
www.ahmeteminseyhan.blogcu.com/
selam ve dua ile...
|
Yukarı dön |
|
|
|
|