“Allah akıl fikir versin”. Halk arasında hatalı işler yapanlar için bir temenni olarak kullanılan bu söz aslında çok temel bir gerçeğe işaret etmekte. Bu özdeyiş, bir insanın doğru olanı yapması için Allahın verdiği aklı kullanması ve doğru fikirlere, doğru düşüncelere sahip olması gerektiğini ifade eder. Allahın verdiği aklın fikrin en güzeli olduğunu ifade eder.
Akıl kavramı nedir, akıl saptırıcımıdır, Kuran’da nasıl geçmektedir, vahiy açısından aklın önemi nedir bunları inceleyelim istedim.
Bakara 73: … Size ayetlerini gösteriyor ki, aklınızı işletebilesiniz.
Bakara 242: Aklınızı işletmeniz ümidiyle Allah, ayetlerini size işte böyle açıklıyor
Ali Imran 118: … Eğer aklınızı işletirseniz Allah size ayetlerini açık-seçik göstermiştir.
Nur 61: .. Allah size ayetleri işte böyle ayan-beyan bildiriyor ki, aklınızı çalıştırabilesiniz.
Bakara 44: İnsanlara iyiyi ve güzeli emredip de öz benliklerinizi unutuyor musunuz? Üstelik de Kitap'ı okuyup durmaktasınız. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?
Casiye 5: Geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde, Allah'ın gökten bir rızık indirip de onunla yerküreyi ölümünden sonra hayata kavuşturmasında, rüzgârların herbir yana sevkedilişinde de aklını çalıştıran bir topluluk için izler, işaretler vardır.
Muminun 80: O hayat veriyor, O öldürüyor. Gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişi O'nun için. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?
Kasas 60: Nasiplendirildiğiniz şeyler şu iğreti hayatın yararından ve süsünden ibarettir. Allah'ın katındaki ise daha hayırlı ve daha süreklidir. Hâlâ aklınızı işletmeyecek misiniz?
Yunus 100: … Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır.
Yusuf 109: … Hâlâ akıllarınızı kullanmayacak mısınız?"
Enbiya 10: Yemin olsun, size bir Kitap gönderdik ki, öğüt ve uyarınız/zikriniz/şerefiniz yalnız ondadır. Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız?
Enbiya 67: "Yazıklar olsun size ve Allah'ın berisinden taptıklarınıza! Siz hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?"
Nahl 12: Geceyi, gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı sizin emrinize vermiştir. Yıldızlar da O'nun emriyle bir hizmete boyun eğmiştir. Bütün bunlarda, aklını çalıştıran bir topluluk için elbette ibretler vardır.
Hadid 17: Bilin ki Allah, toprağa ölümünden sonra hayat verir. Ayetleri size açık-seçik bildiriyoruz ki, aklınızı işletebilesiniz.
Bakara 164: Şu bir gerçek ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanların yararı için denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten suyu indirip onunla, ölümünden sonra toprağı dirilterek üzerine tüm canlılardan yaymasında, rüzgarların bir düzen içinde yönden yöne çevrilmesinde, gök ve yer arasında bir hizmete memur edilen bulutlarda, aklını işleten bir topluluk için sayısız izler-işaretler-ibretler vardır.
Bakara 219: … İşte Allah, ayetleri size böyle açıklar ki, derin derin düşünebilesiniz.
Bakara 221: … Ve ayetlerini insanlara açık açık bildirir ki, düşünüp öğüt alabilsinler.
Bakara 266: … Allah size ayetleri işte bu şekilde açıklıyor ki, inceden inceye ve derinden derine düşünebilesiniz.
Nisa 82: Kur'an'ı, iyice okuyup düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başka birinin katından gelseydi, elbetteki onun içinde birçok ihtilaf bulacaklardı.
Yunus 24: … Derin derin düşünen bir topluluk için ayetleri böyle ayrıntılı olarak veriyoruz.
Ra’d 3: … Bütün bunlarda derin derin düşünecek bir topluluk için elbette ayetler vardır.
Yukarıdaki ayetler ve daha pek çok ayetin işaret ettiği gibi aklı kullanmak, ayetler üzerinde dikkatle, araştırarak, ibret alarak, derin derin/enine boyuna/kapsamlı düşünmek Kurandaki dinin olmaz ise olmazıdır. Allah Kuran’da akla hiçbir şekilde olumsuz bir fonksiyon yüklememektedir.
Lütfen dikkat ediniz. Dini konularda sorulan soruların içinde başörtüsü, zina, tesettür gibi konular yüksek rating yapmakta oysa yüzlerce ayette geçen aklı kullanma ve düşünme konularında, bu en hayati konuda, hemen hemen hiç bir soru yok. Belli ki herkes aklını çok iyi kullandığını düşünüyor. Bu konuda bir soruya ihtiyaç duyulmuyor. Herkes aklını çok iyi kullanıyor ise, bu iş bu kadar kolay ise, Allah neden ısrarla aklımızı kullanmaya, düşünmeye çağırıyor? Aklımızı gerçekten doğru kullanıyormuyuz? Aklımızı kullanma konusunda kendimizi eğitiyormuyuz?
Yoksa birileri aklını kullansın biz hazır olanı alıp kullanalım mı diyoruz? Eğer yaklaşım buysa, onların aklını kullandıklarını nereden biliyoruz? Ambalaja göre mi karar veriyoruz? İçindekinin ne olduğunu sorguluyormuyuz?
Akıl nedir? Allah bizden olmayan bir özelliği kullanmamızı istemeyeceğine göre, demek ki akıl her insana verilmiş olan bir yetenek. Yaratılıştan verilmiş olan, özümüzde var olan bir yetenek ve uygun verilerle birlikte kullanılmasının doğru yolu bulduracağı kesin ki, ısrarla Allah’ın işaret ettiği veriler ile birlikte aklın kullanımı isteniliyor. Doğru düşünce aklı kullanmakla üretilebilmektedir.
Ayetlerden açıkça görülebileceği gibi, akıl verileri işlemede ve düşünce üretmede kullanılan bir yetenektir. Bu veriler insan zihnine yansıyan her türlü veri olabilir. Örneğin bu veriler görme, işitme, koklama vb gibi dış dünyadan duyularımız yoluyla elde ettiğimiz veriler olabileceği gibi bir zihinsel aktivite, düşünme eylemi sonucunda ürettiğimiz veriler de olabilir.
Akıl doğru verileri alamadığı taktirde işlemez duruma geliyor, doğru sonuç elde edilemiyor. Aşağıdaki ayetler bunu açıkça ifade ediyor.
Bakara 171: O küfre sapanların durumu, bağırıp çağırma dışında bir şeyi işitmeyen varlıklara haykıranın durumuna benzer. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu yüzden akıllarını işletemez onlar.
Enfal 22: Çünkü yeryüzünde debelenenlerin Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır-dilsizlerdir.
Bu ayetlerde görüldüğü gibi küfre sapanlar kör sağır ve dilsiz olarak nitelendirilmektedir. Şüphesiz burada kastedilen arazlar fiziki anlamda değil, zihinsel seviyedeki algılama bozukluğuna dayalı arazlardır. Ayetler algılamadaki bu arazların aklı işlemez duruma getirdiğini belirtmektedir.
Zihin kendisine ulaşan verileri değerlendirirken kendisinde var olan bilgilere ve yeteneklere dayanarak işlemek zorundadır. Algılanan her yeni bilgi daha önce var olanlarla bağlantı kurularak ilişkilendirilir, anlamlandırılır ve değerlendirilir. Zihnin bu çalışma biçimi hiç durmaksızın devam eder. Zaman içinde pek çok bilgiyi alır, değerlendirir ve arşivleriz. Bu bilgilere bağlı olarak davranış modelleri geliştiririz, inançlarımız, değerlerimiz oluşur, karakterimiz oluşur, duygusal tepkilerimiz gelişir, belirli zihin çerçevelerine sahip oluruz vb. Sözün özü bizim dış dünya ile olsun kendimizle olsun ilişkilerimizi düzenleyen kendimize özgü bir zihin yapımız oluşur. Değerlendirmelerimizi bu zihin yapısı ile yaparız, kararlarımızı bu zihin yapısı ile veririz, davranışlarımızı bu zihin yapısı yönlendirir.
Akıl çalıştırılmadıkça, veriler akıl süzgecinden geçirilmeden kabul edilince, zihin dış dünyadan gelen bilgileri mevcut algıları doğrultusunda kendine katacak, bir sonraki algıladığı bir önceki bilgi temelinde olacak ve iç içe geçen bu süreç boyunca, kendini yeniden ve yeniden yapılandıracaktır. Okuduğumuz ciltler dolusu kitaptaki bilgileri, geleneklerimizi, toplumsal kültürümüzü, görüp, dinlediğimiz şarkıları, izlediğimiz reklamları, seyrettiğimiz manzaraları, vb zihnimizde biriktireceğiz. Kütüphaneler dolusu bilgi biriktireceğiz. Aklın denetiminde olmayan bu biriktirme işlemi sonucunda, zihin bilgiye batmış, ancak yine de doğruyu-yanlışı ayırt edebilme yeteneğini yitirmiştir.
Yukarıda bahsedilen özellikleri ile zihin şeytanın da tam istediği çalışma alanıdır. Şeytanı uzaklarda aramaya gerek yok, şeytanın gücü zihinden, zihinde oluşturacağı etkiden geçmektedir. Şeytan her türlü eylemin zihinsel planda, düşüncede başladığını çok iyi bilmektedir. Dıştan gelen emri kolayca algılayıp direnebilirsiniz. Peki ya emir içeriden sinsice bir telkinle gelirse ?
Nisa 120: Şeytan, onlara söz verir, ümit verip hayal kurdurur, hurafeye/anlamını bilmeden okumaya iter. Ama o, onlara bir aldanıştan başka hiçbir şey vaat etmez.
Enam 43: Zorluğumuz kendilerine gelip çattığında bir sığınabilselerdi! Ne yazık ki kalpleri katılaştı; şeytan, yapmakta olduklarını onlara süslü-püslü gösterdi.
İbrahim 22: İş bitirilince şeytan onlara şöyle dedi: "Allah size hak bir vaatle vaatte bulundu, ben ise vaat ettim ama vaadimden caydım. Benim sizin üzerinizde bir sultam yoktu. Sizi davet ettim, siz de bana uydunuz. Hepsi bu. Şimdi beni kınamayı bırakın da öz benliklerinizi kınayın.
Yasin 62: Yemin olsun, şeytan, içinizden birçok nesli saptırmıştı. Aklınızı hiç işletmiyor muydunuz?
Bir müddet sonra doğru yanlış birbirine iyice karışacak, doğruyu bulmak giderek daha da zorlaşacaktır. Artık kalplerde kabuk, kulaklarda ağırlık, gözlerde perde oluşmuştur... Gerçeğe ulaşım yolları mühürlenmiştir... Ne kadar doğruya çağrılsa, söyleneni anlayacak durumda değildir… Hatta zihni şeytanlaşan insan, şeytanlaşmıştır…
Kehf 57: Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatıldığı halde, onlardan yüz çeviren ve iki elinin hazırlayıp önden gönderdiği şeyleri unutandan daha zalim kim olabilir? Şu bir gerçek ki, biz onların kalpleri üzerine onu anlamamaları için kabuklar geçirdik, kulakları içine de ağırlıklar koyduk. Onları hidayete çağırsan da bu durumda hidayete asla ulaşamazlar.
En’am 25: İçlerinden sana kulak verenler vardır; ama biz onu gereğince anlamamaları için kalplerine kılıflar geçirmiş, kulaklarına bir ağırlık koymuşuzdur. Tüm mucizeleri görseler de onlara inanmazlar. Nihayet sana gelip seninle çekişerek söyle derler küfre sapanlar: "Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir."
Bakara 7: Allah onların kalpleri, kulakları üzerine mühür basmıştır. Onların kafa gözleri üstünde de bir perde vardır. Onlar için korkunç bir azap öngörülmüştür.
Casiye 23: Kendisinin ilahı olarak kendi duygu ve arzusunu almış kişiyi gördün mü? Allah onu bir ilim üzerine saptırmış, kulağı ve kalbi üzerine mühür basmış, gözünün üstüne de bir perde çekmiştir. Allah'tan sonra ona kim kılavuzluk edecektir. Hâlâ düşünüp ibret almıyor musunuz?
Muhammed 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?
Şeytan’ın telkininden uzak kalmanın yolu, farkında olmaktan, duyarlı olabilmekten ve doğruya yönelmekten geçer. Ancak o durumda korunmamız mümkün olur.
A’raf 200: Şeytandan bir dürtük seni dürtüklediğinde, Allah'a sığın. Çünkü O, herşeyi işitir, herşeyi bilir.
A’raf 201: Korunup sakınanlar, kendilerine şeytandan bir görüntü/dürtü gelip dokunduğunda, hemen Allah'ı hatırlarlar. İşte o anda görülmesi gerekeni görürler.
Farkında olabilmek, çok basit bir öneri gibi görülüyor. Ama yaşam ne kadar zor olduğunu gösteriyor. Bırakın Şeytanın dürtüklemesini, yukarıda bahsettiğimiz nedenlerle, Şeytan kafasını kuma soksa farkında olamayanlar çoktur. Farkında olabilmek nasıl bir zihinsel faaliyettir ?
Farkında olmak, önyargıları görebilmektir. Yeryüzünde hiçbir adem oğlu/kızı yoktur ki, bu satırların yazarı dahil, önyargılara sahip olmasın. Önyargılı olmadığını söylemek bile bir önyargıdır. Zihin yukarıda belirtmiş olduğumuz gibi o ana kadar sahip olunan bilgileri yansıttığı için, o zihin yapısıyla düşünen her kişi koşullu bir düşünce yapısına sahip olacaktır. Zihnin bu yapısını, işleyiş biçimini değiştirme şansımız yoktur, ancak bu sarmaldan çıkmanın yolu düşünceyi oluşturan faktörleri göz önüne almaktan, düşünce sürecinin farkında olmaktan geçmektedir. Her yeni fikir üretmek aklı kullanmak anlamına gelmez, bu fikrin dayanaklarının iyi irdelenmesi gerekir. Bir fikir sırf zihinsel alışkanlıklardan ötürü, farkında olmadığımız çarpık mantığından ötürü, farkında olmaksızın yönlendirildiğimizden, otoriteler söylediği için, reklamı çok yapıldığından, çok duyulmuş olduğundan, genelleme hatalarından, çıkarlarımızla uyuştuğu için, yerleşik değerlerden dolayı .. vb doğru gibi görünebilir. Bu faktörleri doğru tahlil edebilme becerisine sahip olduğumuz ölçüde önyargılarımızın düşüncelerimize etkisini sınırlayabiliriz.
Zihinsel süreçte düşünceyi oluşturan faktörleri doğru tahlil edebilmek için doğru bir sorgulama metoduna ihtiyaç vardır. Her soru üretmek sorgulamak değildir. Sorgulama süreci düşüncenin ve onun ihtiva ettiği bilginin kaynağını açığa çıkaracak şekilde olmak zorundadır. Hatalı varsayımlar dikte eden sorgulamalar doğru sonuca götürmeyecektir.
Farkında olmak, duyarlık gerektirir. Tıpkı durgun, temiz bir su gibi. Yüzeyine vuran görüntüyü yansıtır, içindekini gösterir. Akla temiz veri sağlar. Diğer taraftan binbir düşünceyle karışmış, heyecanlanan, sevinen, öfke duyan, seven, nefret eden, kavga eden, yargılayan, arzu eden, sonuca ulaşmış olan, kendini üstün gören, kendini aşağı gören, ispatlamaya çalışan bir zihin, dalgalı çamurlu bir suya benzer. Ne içindekini gösterir, ne yüzeyine vuran görüntüyü yansıtır. Akla yol vermez.
Ali İmran 24: Bunun sebebi onların, "Ateş bize sayılı birkaç gün dışında asla dokunmayacaktır" demeleridir. Uydurmuş oldukları yalanlar, dinlerinde kendilerini aldatmaktadır.
Ali İmran 69: Kitap ehlinden bir zümre, sizi bir saptırabilseler diye arzu ettiler. Oysaki onlar, kendilerinden başkasını saptırmazlar. Ama bunu fark etmiyorlar.
Mülk 9: Derler ki: "Gelmedi olur mu? Bize uyarıcı geldi. Fakat biz yalanladık. Ve: 'Allah bir şey indirmemiştir, siz büyük bir sapıklık içindesiniz, başka değil!' şeklinde konuştuk."
Mü’min 75: Bütün bunlar, yeryüzünde haksız yere sevinç şımarıklığına düşmeniz, kasılıp kabarmanız yüzündendir.
Farkında olmak, duyarlı olmak, bir anlamda dikkatli olmak, suyun yüzeyine düşen küçücük bir damlaya tepki gösterebilmesi, dalgalanması gibidir. Bir anlamda hiçbir şey düşünmeden “seyredebilme” becerisidir diyebiliriz. “Damla göle düştüğü” anda zihin onu fark eder ve ona odaklanır, fenomeni daha kapsamlı incelemek için gerekli hazırlıkları yapar. Artık detaylarıyla, bağlantılarıyla, iç ve dış dinamikleriyle kapsamlı, derin derin düşünmenin, ibret almanın, değerlendirmenin zamanıdır. Ağacı da ormanı da görmenin zamanıdır.
Farkında olan zihnin fark ettiğini doğru anlamlandırması gerekmektedir. İşte bu noktada akıl kullanılmalı ve elde edilen veri doğru değerlendirilmelidir. Bunun için de elde mukayese edilecek doğru bilgiler olmalıdır. Farabi’nin dediği gibi “Önce doğruyu bilmek gerekir. Doğru bilinirse yanlış da bilinir, ama önce yanlış bilinirse, doğruya ulaşılamaz.”
Peki,dini açıdan baktığımızda, doğru bilginin kaynağı nedir. Tabii ki en temeldeki kaynak, mutlak bilginin sahibinden gelen vahiy olmalıdır. Yani Kuran temelinde bir farkındalığa sahip olmalıyız. Bu kaynağı temel alarak ürettiğimiz her türlü bilgi ise ne kadar akıl kullanılarak üretilirse üretilsin, sorgulanabilirlik özelliğini korur. Bu sorgulanabilirliğin nedeni bu bilgilerin mutlaka hatalı olması gerektiğinden değil, yukarıda da belirttiğimiz gibi zihnin koşullu bir yapıda olmasındandır. Bu koşullu yapı vahyin de koşullu olarak algılanması demektir.
Ancak aklın, vahiy doğrultusunda sürekli kullanımı zihnin sürekli olarak temiz bilgi doğrultusunda tekamül etmesini sağlayacaktır. Bir benzetme yaparsak, büyük kirli bir havuzun küçük bir filtre ile zamanla temizlenmesi gibi. Başlangıçta balçık halindeki bir havuzda aklın çalışması zor olacak ama akıl çalışıp havuzu temizledikçe kendiside daha iyi çalışmak için ortam bulacaktır. Çamurdan özgürleştiği oranda başarılı olacaktır.
Sad 29: Kutsal/bereketli bir Kitap bu; sana indirdik ki onu, ayetlerini derin derin düşünsünler ve öğüt alabilsin temiz özlüler.