Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
el-Müslimûn:
Her şeyden önce, bu toplantımıza katılan saygı de-ğer âlimlerimize
hoşgeldiniz diyor ve fırsatı yakalamışken ilk soruyu büyük İslâm
davetçisi Şeyh Muhammed Gazâli’ye yöneltiyoruz... Zira Şeyh Gazâli son
olarak kaleme aldığı es-Sünnet’un-Nebeviyye beyne Ehli’l-Fıkh ve
Ehli’l-Hadis adlı eserinde, birçoğu Buhâri’de geçen sahih hadislerden
elde edilen hükümlere karşı çıkmıştır. Şimdi Şeyh Gazâli’ye soruyorum;
sahih hadisleri diğerlerinden seçmek için elimizdeki ölçü ne olacak?
Bugün elimizde bulunan, sadece Hadis İlmi’nin üzerine bina edildiği
cerh ve ta’dil kaideleri ile Mustalah’ul-Hadis İlmi’nin kuralları mı?
Nebevi Sünnet’i yeniden her türlü saldırıya karşı korumak için onu bu
kurallara göre mi değerlendireceğiz, yoksa hepsini red mi edeceğiz?
Gazâli:
Bazı insanlar çıkıyor ve “Bizi Sünnet ilgilendirmez, bize Kur’an yeter”
diyorlar. Bu büyük bir hatadır, bunu söyleyenler mese-leyi
karıştırıyorlar. Zira Hz. Peygamber’in hayatı, Kur’an’ın bütün yö-nünün
ameli bir tatbikidir. Onun ibadet, ahlâk, cihad ve muamelede sireti,
yeryüzünü değiştiren ve bambaşka bir medeniyet getiren canlı bir
Kur’an’dır. Şayet kavli ve ameli sünnet olmasaydı. Kur’an hayal
âlemin-de yaşayan felsefi nazariyelere benzerdi.
Binaenaleyh
Hz. Muhammed’in sosyal, siyasal ve askeri alanlarda koymuş olduğu
sünnetleri, daha da önemlisi ibadet ve itikad ile ilgili or-taya
koyduğu prensipleri, kıyamete kadar kalacak Risalet’in bölünmez bir
parçasıdır. Nasıl ki su hidrojen ve oksijenden meydana geliyorsa, İslâm
da Kitab ve Sünnet’ten oluşmaktadır. Son yazdığım eserimde ben
yeni birşey söylemiş ve uydurmuş deği-lim, ben sadece bu konuda geçmiş
âlimlerin söylediklerini te’yid ederek onlara tâbi oldum. Tâbi olduğum
âlimlerin başında dört mezhep imamı; Ebu Hanife, Mâlik, Şâfii ve Ahmed,
daha sonra da Müslüman âlimlerin ekseriyeti gelmektedir.
Şimdi
tekrar soralım; ben ne dedim? Dedim ki; Sünnet iki kısma ayrılır. Biri
yakini (kesin) bilgi ifade eden mütevatir sünnet, diğeri de zanni bilgi
ifade eden âhad haberler... Ben henüz Ezher’de talebe iken
derslerimizde okurduk; Farz kat’i delil ile sabit olan ve hiçbir
şüpheye medar olmayan hususlardır. Vacib ise yani müekked sünnet
kendi-sinde şüphe bulunan, zanni delil ile sabit olan hususlardır. Öyleyse
itikadi meseleler sadece Kur’an ve mütevatir Sünnet’le sa-bit olabilir.
Ancak mütevatir haber ile sabit olan bir akidenin izahı için âhad
hadislerden yararlanılabilir. Mesela kabir azabı veya sevabı ile ilgili
hadisler âhad haberlerdir. Ancak Kur’an ile sabit olan ölümden sonraki
halin bir izahı olduğu için, bana göre makbuldür ve bunu kitaplarımda
zikrediyorum. Bütün söylediklerimizi şu şekilde özetleyebiliriz:
Akâidin kaynağı kesin bilgi ifade eden nasslardır. Ahad haberlere
sadece Kitab ve mütevatir Sünnet çerçevesinde yer verilebilir.
el-Müslimûn:
Söylediğiniz bu hadis âhad haber ulemanın cum-huru nezdinde kabul
görmüş Buhâri ve Müslim gibi sahih hadis kitapla-rında geçiyorsa ne
olacak?
Gazali:
Sahih hadis; adalet ve zabt sahibi birisinin, senedin sonuna kadar
yine kendisi gibi kimselerden şazz ve illetten âri olarak tefsir
etmişlerdir. Peki bu durumda herhangi bir hadis Kur’an’a muhalif ise
onu kabul mu edeceğim, yoksa ret mi edeceğim? Bu soru benden çok önceki
âlimlerin hatırına gelmiş ve cevap aramışlardır. Mesela Mâliki
mezhebi-nin kurucusu İmam Mâlik’i ele alalım; onun Medine ehlinin
ameline ters düşen hadisleri terk ettiğini görüyoruz. Bu meyanda
(Fatiha’dan önce okunan) duayı bildiren âhad haberi kabul etmemiştir. Mağrib
ülkelerinden birinde bir gün namaz kılıyordum. İmam iftitah tekbirini
alır almaz Fatiha’ya başladı. Şehrin müftüsüne sordum. “Bizim
mezhebimize göre (Fatiha’dan önce okunan dua) Subhâneke’yi bildiren
hadisler sahih değildir” dedi. Halbuki bu hadisler Buhâri’de ve
Müslim’de de var. Fakat İmam Malik Medine ehlinin ameline muhalif
olduğu için kabul etmemiş ve kesin olan ameli muhalif olduğu için kabul
etmemiş ve kesin olan ameli tercih etmiştir. Hiç kimse İmam Mâlik’i
Sünnet münkiri olarak itham etmemiştir. Bu caiz de değildir. Zira fakih
herhangi bir mü-lahazadan dolayı âhad haberi terk ederek delâlet
yönünden daha kuvvetli olanı kabul hakkına sahiptir.
el-Müslimûn:
Ancak Şeyh Gazâli bütün ümmet tarafından kayıtsız-şartsız kabul edilen
Buhâri ve Müslim’deki hadisleri reddettiği için kendi-si şazz duruma
düşmüyor mu?
Gazâli:
Bazıları beni Sünnet münkiri olarak itham etti. Ben kimim ki Sünnet’i
inkâr ya da ona muhalefet edeyim? Ancak ben daha önce de belirttiğim
gibi büyük imamlarımızın açtığı çığırda yürüyorum. Biraz önce İmam
Mâlik’i örnek olarak verdim. Ben bu konuda şazz değilim, bilakis birçok
hadisi reddeden İmam Mâlik’in metoduna tâbi oldum. Bu-nun örneklerini
çoğaltabiliriz. Mesela İmam Mâlik, imam minberde hutbe okurken,
tahiyyet’ul- mescid namazını kılmayı reddetmiştir. Aynı şekilde
Hanefiler de kabul etmemiştir. Oysa bu konuda yani kılınacağına da-ir
sahih hadis vardır. Buna rağmen İmam Mâlik “bu namaz olmaz” demiştir. Bazı
insanlar Sünnet’e hizmet ediyorum diye çırpınıp dururlar. Fakat
maalesef ne fıkhı, ne de delillerini kavrayamıyorlar. Mesela Şeyh
Nâsıruddin Elbâni zayıf hadisleri sahih olarak nitelendirdiği kitabında
“sığır eti bozulmaz...” hadisini sahih saymıştır. Daha önce de Suyûti
sahih olduğunu söylemiştir. Ben de diyorum ki, sığır eti bozulur! Benim
delilim de Allah’ın Kur’an’da beşeriyete verdiği nimetlerini sayarken
sığır etine de yer vermesidir... (En’am, 14)
Huseyni:
(Gazâli’nin sözünü keserek) Afedersiniz... Ben daha önce bu hadisi
okumuş değilim. Metnini ve nerede geçtiğini belirtir misiniz?
Gazâli:
Buhâri’nin isnadıyla rivayet ettiği hadisin metni şöyle; Havva
olmasaydı hiçbir kadın kocasına ihanet etmezdi. İsrailoğulları da
olmasaydı, (bekleyen) et bozulmazdı. (Buhâri, el-Enbiya, I/25. Bkz.:
Umdet’ul-Kâri, XV/211; Müslim, Radâ, 65; Müsned, II/30)
Şimdi
soruyorum etin kokuşması ya da bozulmasıyla Beni İsrail’in ne alâkası
var? Etin bozulması tabii, kevni bir kaidedir. Muhafaza edil-meden uzun
bir müddet kalınca bozulur. Adem’e ihanet eden Havva, nasıl ve kiminle
ihanet etmiştir? Bu söz tamamen Hıristiyan akidesine benzi-yor.
Ka’b’ul-Ahbar’ın söylediği bu sözü Kur’an reddetmiştir. Bilakis Kur’an,
Adem’i cennetten çıkaranın Havva değil, Şeytan olduğunu be-lirtmiştir.
(Maide, 45)
Size başka bir örnek vereyim; Bir kâfire karşı
Müslüman öldü-rülmez hadisi... Ebu Hanife hariç üç mezhebin imamı da
bununla amel etmiştir. Ben bu konuda Ebu Hanife’ye tâbi oldum. Zira o,
Kur’an’ın “cana can” ayeti ile “... Aralarında Allah’ın indirdikleri
ile hükmet” (Maide, 48) ayetini esas almıştır. Bu aynı zamanda Hanefi
fıkhının; âhad bir haber kat’i bir kıyas ile çelişirse, kıyas tercih
edilir prensibine bir örnektir. Öyleyse fıkhi bir mülahaza ile bu tür
haberleri terk etmeke caizdir.
Cemaluddin Mahmud: (Araya
girerek) Müsaade ederseniz (ben bu arada bir şey sormak istiyorum). Bu
tür hadisler fıkhi mülahazalardan mı, yoksa başka sahih hadislerin
mevcudiyetinden dolayı mı terkedilmiştir?
Gazâli:
Tabii ki sırf fıkhi mülahazalardan dolayı... Ben şahsen elli yıldır
İslâm daveti ile uğraşıyorum. Davet esnasında birçok müsteşrikten (ve
başkalarından) şüpheler bana arzediliyor. Bunlardan birisi “Siz (hadis
kitaplarınızda) ‘Beni İsrail olmasaydı et bozulmazdı’ diyorsunuz.
Niçin, oysa bu kevni bir kaidedir?” derse ben ne cevap vereceğim? Öyleyse
akla öncelik tanıyan ve aklı kullanarak teslim olmaya muh-taç bir
toplumda bu hadis neden dinimi üzerine bina edeceğim akidevi bir esas
olsun?
Ahmedi:
(Sözün mecrasını değiştirerek) “Kâfire karşı Müslüman öldürülmez”
hadisinde dört mezhep imamlarından hiçbiri ihtilaf etmemiş-tir. Hatta
İmam Ebu Hanife de bu hadisi reddetmemiştir. Onun bu konuda bir
anlayışı var. O bu anlayışı çerçevesinde hadisi kabul etmiştir. Rivayetin
diğer varyantları Ebu Dâvud’un Sünen’inde mevcuttur. Aynı hadis Ali b.
Ebi Talib’in Sahife’sinde de mevcuttur ve bu hadis Buhari’de geçmiştir.
Aynı hadis Şafii olan İbn Hacer tarafından olduğu gibi, Hanefi olan
Ayni tarafından da şerhedilmiştir. Ayni, Ebu Hanife’nin bu hadisi diğer
bazı hadislerle beraber mütalaa ettiğini belirterek, hadisi vürûduna
sebep olan şartlar muvacehesinde şerhetmiştir. Hadis’in İbn Hacer’in
yer verdiği başka bir şekli de şöyledir. “Zimmet akdi imzalama-yan bir
kâfire karşı Müslüman öldürülemez.” Bu şekilde anladığımız tak-dirde
hadiste birleşmiş oluruz.
el-Müslimûn: Öyleyse sayın Ahmedi Ebu’n-Nûr, siz Gazâli’nin bu tür sahih hadisleri reddeden bakış açısına karşısınız diyebilir miyiz?
Ahmedi:
Evet, kesinlikle hadisi reddetmememiz lazım. Önce bize ulaşan
rivayetlerin geneli ve şerhler doğrultusunda onu anlamaya
çalışma-lıyız. Bana göre bizden öncekiler bu konuları en ince
detaylarına kadar incelemişlerdir.
el-Müslimûn:
Öyleyse Buhâri’deki âhad haberleri nasıl değerlen-dirmek lazım? Şeyh
Gazâli bazılarının Kur’an’ın kesin nassları ile mütevatir hadislere
ters düştüğünü izah etti.
Ahmedi:
Gerçekten Buhâri’de âhad haberler olduğu gibi, mütevatir hadisler de
mevcuttur. Ancak haberler nesilden nesile üm-met tarafından kabul
edilegelmiştir. Buhâri ve Müslim durup dururken boşluktan
çıkmamışlardır. İmam Mâlik, Şâfii, Ebu Hanife ve Ahmed b. Hanbel gibi
güvenilir kimselere dayanmışlardır. Aynı şekilde Ebu Bekir b. Ebi Şeybe
ve Şafii’nin talebesi veki b. Cerrah’a dayanmışlardır. Bazı hadislerini
araştırdığımızda, Hz. Peygamber’le aralarında üç dört şahıs gibi çok az
bir rivayet halkasının mevcut olduğunu görüyoruz. Buhâri’nin üçlü
rivayetleri, ikinci asrın ortalarından günümüze kadar gelmiştir.
İster
Beyhaki gibi başka tariklerle hadislerini rivayet edenler olsun,
isterse İbn Kesir, Zehebi, İbn Teymiyye ve İbn Kayyım gibi hadislerini
şerheden ve yorumlayanlar olsun, Buhâri’yi okuyan büyük imamlardan hiç
kimse ondaki hiçbir hadisi reddetmemiştir. Hatta Buhâri’ye itiraz eden
çıkmışsa da, eleştirileri daha çok teknik ve metodik olmuştur. Onlara
da cevap verilmiştir. Ben şahsen Buhâri ve Müslim‘in şerhlerinden
istifade edildiği zaman, bunun anlaşılmaya büyük katkısı olacağına
inanıyorum. Bazı kimseler ha-disle amel etmeyi reddetmenin, hadisin
kendisini reddetmek anlamına gel-diğini zannediyorlar. Oysa ben amel
etmediğimiz bir hadisi kabul edebile-ceğimizi söylüyorum. Bu son derece
önemli bir meseledir. Zira ilk önce prensip olarak yapılacak şey;
sıhhat şartlarını haiz, yani adalet ve zabt sahi-bi râvinin muttasıl
bir isnatla şazz ve illet’ten âri olarak rivayet ettiği hadisi kabul
etmektir. Hadisin şazz olmaması şartı ihtilaflıdır. Bazen hadis
şazz olduğu halde sahih olabilir. Ben şahsen bunu tatbik ederken,
öncelikle hadisin Hz. Peygamber’den sadır olup olmadığını
araştırıyorum, şayet hadisin güvenilir bir senedle; yani daha önce
konulan hassas kaideler doğrultu-sunda Hz. Peygamber’den geldiğini
tespit edersek, onu reddetme gücüne sahip olamayız.
Gazâli:
Esas tartışma bu tartışmaların tatbik edilip edilmediği ile il-gilidir.
Ben bu kaide ve kurallara itiraz etmiyorum, ancak bu kaidelerin tam
tatbik edilip edilemediğini soruyorum. Ben bir hadiste önemli bir illet
ya da hadisin şazz olduğunu gördüğüm halde, o hadisle nasıl amel
edebili-rim? Arap bir Müslüman, Amerikan bir Yahudi ya da Hıristiyan
bir mü-hendisi öldürdüğü zaman, ben “kâfire karşı Müslüman öldürülmez”
hadisi ile nasıl amel edebilirim? Kesin bilgi ifade eden nassa muhalif
olduğu halde, bundan şer’i bir kaide çıkarıp kısası uygulamayacak
mıyım?
Ahmedi:
(Gazâli’nin sözünü keserek) Ben size ikinci rivayeti oku-dum. Bu
rivayete göre öbür hadisi reddetmeden, aynı şekilde amel etmek
mümkündür. Öyleyse mevcut rivayetler ışığında öbür hadisi de kabul
edebiliriz. İmam Ayni, Ebu Hanife’nin de “bir kâfire karşı Müslüman
öldürülmez” hadisini, “zimmet akdi olmayan bir kâfire karşı Müslüman
öldürülmez” hadisi ile te’vil ettiğini belirtmiştir. Bütün âlimler de
bunun böyle olduğunu kabul etmişlerdir.
el-Müslimûn: Öyleyse rivayetler ihtilaflı olduğu halde kabul etmiş-lerdir diyebilir miyiz?
Ahmedi: Hayır, rivayetlerde ihtilaf yok, anlayışta ihtilaf etmişlerdir. Sadece bazı rivayetlerde ziyadelik var o kadar!
Gazâli: İbn Hacer rivayetlerde ihtilaf olduğunu belirtmiştir.
Ahmedi:
Hayır! İbn Hacer her iki rivayetin de hasen olduğunu söy-lemiştir.
Bizzat Ayni de bunu vurgulamıştır. Ali b. Ebi Talib’in Sahi-fe’sini
tahkik edenler her iki rivayete de yer verirler. Ebu Cafer et-Tahavi
ki o da bir Hanefidir mesele üzerinde durmuş ve bu şekilde vuzuha
kavuşturmuştur.
Şu halde İslâm âlimleri anlayışları farklı
olmasına rağmen bir noktada birleşebilirler. Fakat bu hakiki bir
birleşme olmaz. Ancak rivayet-ler araştırılır, rivayetlerin tamamı
hakkında ne söylenmişse bunlar tespite çalışılırsa, inanıyorum ki
bundan sonra bir noktada birleşebiliriz. Böylece bizim için pek çok
konu açığa kavuşur ve böylece sürtüşmeye gerek kal-maz. Tarihi
rivayetlere göre, Hz. Peygamber bu yukarıdaki sözü ilk önce Mekke Fethi
esnasında söylemiştir. Aynı hadisi Huzaa kabilesinden birisi bir
Müslümanı öldürdüğünde söylemiştir. Binaenaleyh hadisin söylendiği hal
ve şartların bilinmesi, hadisin nasıl tatbik edileceğini
belirtmektedir.
el-Müslimûn: Peki
nasıl olur da bir hadis hem Hz. Peygamber’den sadır oluyor, hem de biz
onunla amel etmeyebiliyoruz? Bu noktayı açma-nızı istiyoruz.
Ahmedi: Mesele
gayet basittir. Bunu, sözü geçen hadisle izah edebi-liriz. “Bir kâfire
karşı Müslüman öldürülmez” hadisinin mânâsı, bir Müs-lüman bir kâfiri
öldürürse buna karşı Müslümana kısas uygulanmaz de-mektir. Biz sadece
bu nassla amel etmeyiz. Aynı zamanda diğer rivayet-teki ziyadeyi de
gözönünde bulundurur, Buhâri’de geçen rivayette zımmileri istisna eden
rivayeti de ekler öyle kabul ederiz...
Gazâli:
(Yüksek sesle karşı çıkarak) Üç mezhep imamı “kafire karşı Müslümana
kısas uygulanmaz” diyor, sadece İmam Ebu Hanife uygulana-cağını
söylemiştir ki ben de bu görüşü destekliyorum.
Ahmedi: Hayır
muhterem efendim! Bu rivayetin tarihi seyrini araş-tırsaydınız, Hz.
Peygamber’in Mekke’nin fethinde kâfire karşı Müslümanı öldürmediğini
görürdünüz. Ben tekrar ediyor ve diyorum ki; birinci riva-yette
yapılacak ziyadelik, her iki rivayet ışığında hüküm koyabileceğimizi
ortaya koyuyor.
Gazâli:
(Sözün akışını değiştirip, meseleyi Hz. Havva’nın ihanetine getirerek
soruyor) Peki Buhâri’nin “Havva olmasaydı hiçbir kadın koca-sına ihanet
etmezdi. Beni İsrail olmasaydı (saklı tutulan) et bozulmazdı” hadisine
ne diyorsun?
Ahmedi:
Buhâri’nin hadislerinden birini almak istiyorsak, mutlaka şerhlerine
bakmak zorundayız. Şerhlerde yapılan açıklamaları ya kabul eder, ya da
reddederiz. Kabul edersek ne âlâ, ancak benim bu hadisi şerheden bazı
âlimlerle görüş ayrılığına düşmemem de pekâlâ mümkün-dür.
Gazâli:
Havva’nın Adem’e ihaneti kesinlikle İslami bir anlayış de-ğildir, Ahd-i
Atik’den kalma bir sözdür. Etin bozulup bozulmaması ise tamamen tabii
bir kanundur; bekletilen et bozulur. Bunun akla ve mantıka ters düştüğü
aşikârdır. Kabulü mümkün değildir.
Ahmedi: Bu mesele bizi başka bir noktaya götürür, o da rivayetleri kabul edip etmemede ölçü nedir?
Gazâli: (Yine sözünü keserek) Hadis ilminde kâdih illet nedir? Akla ve sâlih mantığa ters düşmesi değil midir?
Ahmedi: Ancak bu Kur’an’da da her akla ters düşeni reddet anla-mına gelmiş olur ki...
Gazâli: Kur’an’da akla muhalif hiçbir şey yoktur. Ahmedi: Hayır hayır, hem de pek çoktur. Kur’an’da muhkem ayetler olduğu gibi, müteşabihleri de vardır.
Gazâli:
Bir şeyin akla ters düşmesi başka, aklın bir şeyin künhüne vakıf olmaya
gücünün yetmemesi başkadır. Meselâ üç, bire eşit değildir, eşit olması
muhaldir. Ancak ışığın varlığını inkar etmem mümkün olma-dığı halde,
künhüne muttali olamıyorum. Öyleyse akla ters düşen şeylerle, aklın
almadığı şeyler farklıdır. Kur’an bana Allah arş’a istiva etti dediği
zaman, ben ne arşın ne olduğunu bilirim, ne de istivanın keyfiyetini
anla-rım, çok tartışılan bir konu, ancak Kur’an’da akla ters düşen
hiçbir şey yoktur. Ahmedi: Ben de Kur’an’da akla ters düşen
hususlar var demedim. Aklın, sırrına eremedikleri var dedim. Ne var ki
bu esası (yani aklın ere-memesini) birçok hadise tatbik ettiğimiz
zaman, kabul etmekten başka çare kalmaz.
Gazâli: Bu ölçüyü Havva’nın Adem’e İhaneti hadisine tatbik eder-sen, akıl imkânsız görecek ve reddedecektir.
Ahmedi: Peki
hadis şârihlerinin açıklamalarını ve aynı doğrultudaki rivayetleri
tetkik etmeye bir engel mi var, böylece beni rahatlatacak, akli
şüpheden uzak bir anlayışa varırım ve hadisi reddetmiş olurum.
Çelebi: (Münakaşanın
tansiyonunu düşürmek için söze karışarak) Beni İsrail olmasaydı
(bekletilen) etler bozulup (kokmazdı) hadisinden maksat; Yahudilerin
cimriliğini dile getirmektedir. Yahudiler pintilikle-rinden, eti
yemeyip saklamışlar o da bozulmuş, yoksa onlar ete bozulma özelliğini
verdiler demek değildir. Ahmedi:
Öyleyse esas mesele şerhlere yönelmek ve sair rivayetler ile güvenilir
âlimlerin yazdıkları ışığında anlama ve yorum meselesidir.
el-Müslimûn:
Şeyh Gazâli sadece iki ya da üç hadisten dolayı mı Sünnet’i yeniden bir
elemeye tâbi tutup, bir kısmını reddetmeye ve amel etmemeye davet
ediyor?
Gazâli: Hayır!
Üzerinde tartışılacak daha çok hadis var. Benim kai-dem şudur: Ben bir
hadisin kesin ilmi ya da tarihi hakikat ile çeliştiğini gördüğüm zaman
reddederim. Çünkü bu tür hadisler zan ifade ederler. Kat’i bilgi ise,
zanni bilgiden önce gelir.
Huseyni: (Karşı çıkarak) Sayın hocam, hadis Buhâri ve Müslim’de yer alsa da mı?
Gazâli:
Evet! Buhâri ve Müslim’de yer alsa da... Buhâri ve Müslim masum mudur?
Ben, yeni bir mantık geliştirmiyorum. Bu mantığın temel-lerini atan,
büyük âlimlerimizdir. Sahih hadisi bize şartlarıyla tarif edenler
onlardır. Buna göre; râvi âdil ve zâbit olacak, senedi muttasıl olacak,
met-ni de şazz ve illetten beri olacak. Şazz olması, sika bir râvinin
kendisinden daha sika bir râviye muhalefet etmesidir. Buhâri (Gaşiye
Suresinden bir ayeti) ve’z -Zekeri ve’l Unsâ diye rivayet ederse, ben
ona hayır derim. Çünkü Kur’an, ayetin Vemâ halaka’z-Zekere ve’l Unsâ
olduğunu söylü-yor. (Buhâri söz konusu ayetin Abdullah [İbn Mesud]
kıraatine göre ol-duğunu rivayet etmiştir. Bkz.: Aynî, Umde XIX/396,
Çev.)
Alimler bu rivayetin şazz olduğunu söylemiş ve hiç
iltifat etmemiş-lerdir. Diğer hususlarda da böyledir. Kesin bilgiye
muhalif olan hadisler tabii olarak itibardan düşecektir. Bir gün
adamın birisi bana Hz. Peygamber’in babası da cehennem-dedir dedi. ben
ona neden diye sordum. Bana “Müslim’deki Benim ba-bam da senin baban da
ateştedir (Müslim, İman, 347) sahih hadisinde öyle deniyor” diye
karşılık verdi.
Dedim ki, bu hadis sahih değildir. Çünkü
Kur’an’a ters düşüyor. Zi-ra Kur’an “Biz peygamber göndermeden kimseye
azap etmeyiz” (İsra, 15) diyor. Hz. Peygamber’in babasının toplumuna
peygamber gönderilmediği de Kur’an’la sabittir: “... Biz senden önce
uyarıcı göndermedik” (Sebe, 44) buyurulmuştur.
Size başka
örnek verelim; Fatıma binti Kays’ın Temim ed-Dâri’den rivayet ettiği
haberi ele alalım. Habere göre, Temim ed-Dâri Rum ya da Yemen denizinde
Deccal’ı ve Dabbe (t’ul-Arz)ı gördüğünü söylemiştir. İşin ilginç yanı,
insanlar bütün bu deniz ve adalara muttali oldukları halde ne Deccal’i
ne de Dabbe’yi göremediler.
Ben şahsen Ebu Hanife’nin de, İmam
Mâlik’in de reddettiği âhad bir haberden dolayı, ne Hz. Peygamber’in
bütün Sünneti’nin ve ne de İs-lâm’ın mesajının değerini düşüremem. el-Müslimûn:
Peki öyleyse neden özellikle bugünlerde hadisleri ye-niden elemeye tabi
tutmak meselesi gündeme getirildi? Oysa ümmet asır-lardır bu hadislerin
kabulünde ittifak etmiştir.
Gazâli:
Ben şahsen bazı hâdislerle karşılaştığım için, bunların etki-sinde
kalarak Ehl-i Fıkıh ve Ehl-i Hadis Arasında Nebevi Sünnet adlı
ki-tabımı kaleme aldım. Bu sebeplerden bir kısmını sıralamak istiyorum;
Ben İslâm âleminin hangi beldesine gitsem insanlar karşıma çıkıyor
ve Hz. Musa ölüm meleğinin gözünü çıkardı mı? diye soruyorlar.
İki
yıl önce bu soruyu bana Cezayir’de sordular, başka yerlerde de soruldu.
Ben hadisin Buhâri’de sabit olduğunu biliyordum. Ancak bu akideyi
ilgilendiren bir şey değil, öyleyse ümmet ne diye böyle şeylerle
uğraşsın diye düşünüyorum. Bana soruyu sorana; Bırak böyle şeyleri
uğ-raşma, akideyi ilgilendirmediği gibi yakini bir bilgi de ifade etmez
dedim. Konstantin kentinde usûl dersi veriyordum, birisi bana aynı
soruyu sordu: Hz. Musa ölüm meleğinin gözünü çıkardı mı? diye.
İyice inandım ki bu tür sorular, ümmeti dinin yüce hakikatlerinden uzaklaştırmak için sömürge bürolarında üretilip yayılıyor.
Bir
başka örnek vereyim: Almanya’da açık havada genel bir konfe-rans
veriyordum. Son derece kalabalık bir dinleyici kitlesi vardı. Polis
bizi kordona almıştı. Orada hazır bulunan sakallı, gençlerle polis
arasında kargaşa çıkmasına mâni olmak için serbest soru sormak için
ısrar ediyor ve kordonu yarmaya çalışıyordu. Yasak kalktıktan sonra
buyur sor dedim. Bana Sirke helâl mi haram mı? diye sordu.
Bu
kadar ısrardan sonra gelen soru karşısında şaşırmıştım. Kendisine
Alkollü alınan içkiden mi söz ediyorsun? dedim. Hayır ben sirkeyi
kaste-diyorum dedi. Sirke helâldir deyince, bu sefer benden delil
istedi. Kendi-sine; Helâlin delili olmaz; zira eşyada aslolan ibahadır,
şayet sana ha-ramdır deseydim, o zaman delil istemeye hakkın vardı
dedim. Ben aslında kendisine delil de getirebilirdim. Ancak bu konuda
usûlü öğretmek iste-dim. Daha da önemlisi Abudabi’ye gittim. Orada
da bir mescitte konfe-rans verdim. Aynı soru ile karşılaştım: Sirke
helâl mi haram mı?
Şimdi soruyorum! Bu sorular nasıl İslâm
âleminin bütün beldelerine yayılır? Daha önce de belirttiğim gibi bu
beni, bu tür soruların belli gaye-leri olan sömürge ya da misyoner
bürolarından yayıldığı düşüncesine sevketti.
Mesele sirke ya
da yağ meselesi değildir. Mesele daha büyüktür. İn-sanları susturmak ve
onlara hâkim olmak meselesidir. Evet esas hikaye Hz. Musa’nın ölüm
meleğinin gözünü çıkarması da değildir. Akl-ı selimin bunu kabul etmesi
de mümkün değildir. Musa, Allah’ın peygamberi ve kelimidir. O bir
nefsin eceli geldiği zaman bunun ertelenemeyeceğini gayet iyi bilir.
Allah ile mülaki olmak için can atar. Ölüm meleğini nasıl geri
çevirebilir? Sonra Hz. Musa Allah’ın değerli meleklerinden birisinin
gözünü nasıl kör edebilir?
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
el-Müslimûn:
Birçok kimsenin ağzında sakız gibi çiğnediği mesele-lerden birisi de
Hz. Peygambere sihir yapıldığını söyleyen, Buhâri’deki bir hadistir.
Gerçekten bu, İslâm davetinin önüne çıkan bir engel olduğu gibi
şüphecilerin sapmasına da sebep olur. Hz. Peygamber altı ay sihrin
etkisinde kalmışsa, bunu nasıl anlamamız gerekir? Yoksa biz de
bazıları-nın yaptığı gibi bu tür hadisleri de ret mi edeceğiz?
Safî:
Hz. Peygamber’e sihir yapıldığını bildiren hadis Buhâri’de sa-bittir.
İnkârı mümkün değildir. Bize öğretmek için namazda unutması nasıl caiz
ise, sihirden de etkilenmesi öylece caizdir. Ancak sadece cinsel yönden
etkilenmiştir. Rivayete göre hanımlarına yaklaşmadığı halde
yak-laştığını zannetmiştir. Akıl ve risalet yönü kesinlikle bundan
etkilenme-miştir.
Gazâli:
(es-Sâfi’nin sözlerini keserek) Hayır bu söz asla doğru ola-maz.
Allah’ın emriyle insanlardan korunmuş olan bir peygambere sihir tesir
etmez. Risalet sahibi bir peygamber nasıl olur da altı ay beş para
etmez bir Yahudinin yaptığı sihrin etkisinde kalır? Sâfi: Lakin muhterem! Buhâri bu hadisi rivayet etmiş ve kendisin-den sonra gelen hiçbir muhaddis de ona karşı çıkmamıştır.
Gazâli:
Buhâri dahi rivayet etse, bu doğru değildir. Buhâri’nin riva-yetine
göre; Lebid b. Asam, Hz. Peygamber’e sihir yapmış ve bunun üze-rine
Muavvizeteyn sûreleri nazil olmuştur. Şimdi soruyorum, elimizdeki
mushaf Muavvizetey’in Mekke’de nazil olduğunu söylüyor. Sihir hâdisesi
ise Medine’de vuku bulmuştur. Kime inanalım; Buhâri’ye mi, mushafa mı?
Sonra
normal bir beşer bile sihirden uzaklaşmak ve Allah’ın zikri ile beraber
olmak ister ki bu şekilde şeytanların şerriden korunmuş olur. Zira
abdeste elde edilen maddi temizlik ile zikir ile elde edilen manevi
temiz-lik bir araya geldiği zaman, cin ve insanların şeytanlarının
tasallutundan kurtulursun, peki uyuduğu halde kalbi sürekli Allah ile
beraber olan bir peygamber, nasıl olur da bir Yahudinin sihrinden
etkilenir? Bu aklın ka-bul edebileceği bir söz değildir.
Rızk Tavil:
Problem şu, bazı kimseler Buhâri’yi Kur’an makamına koyuyor. Hatta
bazıları Kur’an’a yemin içtiği gibi Buhâri üzerine de ye-min içiyor.
Buhâri Allah ondan razı olsun Sünnet’e hizmet etmiştir. Müslim de
Sünnet’e hizmet etmiştir. Hadis ve fıkıh ile uğraşan tüm imam-larımız
Sünnet’e hizmet ettiler. Bunların çok değerli çalışmalarını takdir
etmek ve Sünnet’e hizmet hususunda onları takip etmek gerek. Onlarda
kendi aralarında birbirine dil uzatmak ve ithamlar olmamıştır.
Biz
şahsen hadislerden birinin inkârını doğru bulmuyoruz, tevakkuf metoduna
başvuruyoruz. Meselâ sihir hadisini ele alalım, ben işitince te-vakkuf
ediyorum (yani ne sahihtir ne de sahih değildir demiyorum); zira
Kur’an’ın bu konuda Hz. Peygamber’in düşmanlarını reddederek
“...Zâlimler ‘Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz’
dedi-ler. Bak nasıl misaller verdiler de saptılar, artık doğru yolu da
bulamaz-lar” (İsra, 47-48) diyor. Ayrıca “Allah seni insanlardan
koruyor” (Maide, 67) buyurmuştur. Lebid b. Asım da bu insanlardan
biridir...
Cemaleddin Mahmud: Affedersiniz
sayın Rızk, eğer müsaade ederseniz sözünüzü kesip bir şey anlatmak
istiyorum; bu sene, bir gün İskenderiye’de idim. Cumayı orada kıldım.
Hutbenin konusu sihirdi. Hatip Buhâri hadisini delil getirerek Hz.
Peygamber’e de sihir yapıldı-ğını anlattı. Namazdan sonra adamın biri
bana bu sihrin hakikat olup olmadığını sordu. Ben ayetlerin zahiri
anlamlarıyla tartışmadım. Ancak ona şunu sordum: Sen Hz. Peygamber’in
Hz. Musa’dan daha efdal ol-duğuna inanıyor musun? Bana; Tabii ki daha
efdaldir cevabını verdi. Ben ona “Allah Kur’an’da Firavun’un
sihirbazları ve ordusunun küçük bir ürpertiden başka Hz. Musa’ya tesir
etmediklerini bildiriyor: ‘Bu yüzden Musa içinde bir ürperti hissetti.’
(Tâhâ, 67) Allah’ın buna karşı tutumu ise; ‘...Korkma çünkü sen
yücesin’ (Tâhâ, 68) olmuştur. Sadece bir ürperti karşısında Hz. Musa’ya
böyle muamele eden Allah, bizim peygamberimiz Hz. Muhammed’i ki
katında derecesi bellidir Ya-hudi Lebid’in sihrinin etkisinde nasıl
olur da altı ay bırakır?”
Çelebi: Bana öyle geliyor ki, bu sihir ameliyesi sadece hanımlarla ilişkisini etkileyen bir durumdur.
Sâfi: Evet,
neden her beşere sihrin yapılabileceğini öğretmek için sihre maruz
olmasın. Her şeyden önce peygamber de bir beşerdir. Biz sihri ve
etkisini inkâr edemeyiz, zira Kur’an da sihrin varlığını kabul
et-miştir.
Rızık Tavil:
Hz. Peygamber’in görevi risalet’i tebliğ etmektir. Bina-enaleyh Allah
onu korumuştur. Abdullahoğlu Muhammed olduğu için değil, yüklendiği
misyonu gereği korunmuştur. Risaletini tebliğ edinceye kadar, kendisine
vahyin gelmesi lazım. Sihre maruz kaldığı altı ay içinde vahy kesildi
mi?
Sâfi: Tabii ki hayır!
Rızk Tavil: Öyleyse
İsmet’in daima devam ettiğini, bu dönemde de aklını ve durumunu
muhafaza ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Aynı şe-kilde sihrin
sadece hanımlarla ilişkisini etkilediği şeklindeki yorum da makbul bir
yorum değildir.
Gazâli:
Kısaca hâdise şu: Bir zan var, bir de yakin! Bizde fıkhî bir kaide
vardır; şöyle ki: “İki yakin kesinlikle çatışmaz; biri ilmi yakîn,
diğe-ri dini yakîn.” Ahad haberler zann ifade ederler. Yakin ile ters
düştüğü zaman sahih de olsa, hadis itibardan düşer.
Birinci oturum sonu..
İKİNCİ OTURUM
el-Müslimûn: (Gazâli’ye
yönelerek) Daha önce, İslâm davetinin önünde engel teşkil eden bazı
hadislerin, kitaplardan arındırılması üzerin-de durduk. Muhammed
Gazâli, kitabında; kadınların şahitliği, kendi ken-dilerine
evlenebilecekleri, yargı ve diğer bazı makamlara atanmaları vb. ile
kadınları ilgilendiren peçe, hicab ile kadının sesi gibi konular
üzerinde de durmuştur. Şimdi sayın Gazâli’ye soruyoruz. Bunlar da mı
Sünnet’i arındırma çerçevesinde ele alınmalı, yoksa bunlar şahsi
içtihatlarınız mı-dır?
Gazâli:
Öncelikle bir hususu tekrarlamak istiyorum: Sünnet dinin ikinci
yarısıdır. Hiç kimse Sünnet’in dinden olmadığını söyleyemez. Hâdislerin
âhad ve mütevatir diye ikiye ayrılması bilinen bir hakikattir.
Mütevatirin kesin bilgi, âhad haberlerin de zan ifade ettiği de yine
âlim-lerimizin tasniflerinden alınmalıdır. İslâm akidesinin âhad
haberler üze-rine bina edilemeyeceği prensibi de mevcuttur. Zira akide
ile ilgili esas-lar, ancak kesin bilgiden alınır. Akidevi bir meselenin
tamamen âhad bir habere dayanması doğru değildir. Şayet âhad bir hadis,
kendisinden da-ha kuvvetli bir nass’a muhalif düşerse, şazz kabul
edilir. Şazz ya Kitab’a ya da Sünnet’e muhalif olabilir, fakat her
halukârda reddedil-miştir. İşte benim kitabımın tamamının özeti budur.
Muhtemelen başka-larınca zayıf kabul edilen bir görüşü ortaya koymuş ve
kuvvetlendirmiş olabilirim. Fıkhi zevki olanlara burada bazı örnekler
verebilirim:
Mesela ben, kadınların şahadetlerinin gerek
haddlerde, gerek kısas-ta ve gerekse diğer hususlarda kabul
edilebileceğini söyledim. Yine mesleki vazifelerde, kadınların da
idareci olabileceği üzerinde söz et-meye bile gerek duymadan savundum.
Aslında bu konuda, devlet baş-kanlığı dışında kadınların her türlü
idari görev alabileceğini söyleyen İbn Hazm’a tâbi oldum. Bu meyanda
Hz. Peygamber’in Farslarla ilgili olarak Başlarına bir kadın getiren
topluluk helâk olmuştur hadisini te’vil ettim ve dedim ki: O günkü Fars
toplumu putperest bir toplumdu. Monarşik ve müstebid bir sistemleri
vardı. Hz. Peygamber bu devletin günden güne çöktüğünü görüyordu. Bu
durumdan kurtulmak için vera-set yoluyla başlarına tecrübeli bir asker
getirmeleri gerekirken bir kadını kral seçtiler...
Yemen
Melikesi Belkıs’a gelince, Kur’an ondan sitayişle söz etmiş, ancak
zayıf ve cılız olduğu ya da kavminin iflah etmediği ile ilgili
her-hangi bir yorum yapmamıştır. Bilakis iyi bir istişare ile kavmini
kurtuluşa sevkettiğinden söz edilmiştir.
Kadınların, kadılık
(hâkimlik) yapabileceği hususu sadece Taberi, devlet başkanlığı
yapabileceği hususu ise hem Taberi hem de İbn Hazm tarafından
benimsenmiştir. Kadının, diyeti hususunda, ben de Şeyh Şeltut ve
Ebu Zehra gibi, erkeğin diyetine eşit olduğunu söyledim. Bu konuda bazı
hadisler de mevcuttur. Zımmi ve kadının diyeti konusu ihtilaflı bir
konudur. Zira Hz. Osman, bir Mısırlının öldürdüğü zımmînin diyetini tam
olarak vermiştir. Zımmîler de toplumun birer üyesi oldukları için Hz.
Osman, İslâm’ın onları bu toplumdan reddetmediğini göstermek
istemiştir.
Kur’an’da diyet konusuna baktığımız zaman mutlak
olduğunu görü-rüz. Zımmî’nin diyeti, kadının diyeti diye bir ayırım söz
konusu değildir. Ben şahsen bu konularda Kur’an’ın zahirini esas aldım.
Bununla İslâm’ın kadın haklarına bakış açısının geniş olduğunu izah
etmek istedim. Zira çağımızda İslâm, kadınları hakir görmek, hukukuna
riayet etmemek ve ona dil uzatmakla itham edilmektedir.
Daha
sonra esas yaygaraya sebep olan konuya değindim. O da “ka-dının yüzü
avret mi, değil mi” meselesidir. Bana göre avret değildir. Bu konuda
yeni kitabımda on tane delil zikrettim.
el-Müslimûn: Şayet
Sünnet’in bu gibi şeylerden arındırılması gerek-tiğini kabul etsek
bile, bu asırda bu işi kimler yapabilir? Açıkça sormak gerekirse,
şahsınızın yaptığı iş de bu kategoriye girer mi?
Gazâli:
Daha önce de söylediğim gibi ben yeni bir şey ortaya atma-dım. Bu
konularda büyük imamlara tâbi oldum. Ben sadece İmam Mâlik, Ebu Hanife,
İbn Hazm, İbn Teymiyye gibi âlimlerin yaptıklarını yapıyo-rum.
Kitabımda geçen her şey daha önce de söylenmiştir. Hatta benim Kadın
devlet başkanı da olur sözümü daha önce İbn Hazm da söylemiştir. Ancak
halifelik bundan müstesnadır. İmamlardan hiçbirisi, fıkhi bir usul
kaidesine ters düşen bir ya da daha fazla hadisi reddettiğinde, hiç de
Sünnet inkarcısı diye ilan edil-memiştir. Mesala Buhâri’nin 2700 kûsur
hadisi kaydettiğini farzedelim...
Ahmedi: Buhâri’de mükerrerler ile birlikte yedibin, mükerrerler ha-riç dörtbin hadis vardır.
Gazâli:
(Sözünü tamamlayarak) sayısı ne olursa olsun, şayet ister Buhâri’de
olsun siter Müslim’de bu kadar hadisten küçük bir azınlığı te-mizlersek
ne olur? Mesala bir irdebb (150 kg) buğdayın içinde mevcut olan
çamur par-çalarını ayıklarsak, bu o buğdayın değerini düşürür mü?
Bilakis temiz ve iyi bir hale geldiği için, buğdayın değeri yükseleceği
gibi fiatı da artar.
el-Müslimûn: Yani Buhâri’de hata ve küçük yanlışların olduğunu mu söylüyorsunuz?
Gazâli: Buhâri
masum değildir. Buhâri, Allah (peygambere) yak-laştı ve ona yakın olmak
istedi... (Buhâri, Tevhid, 37, Umde, XXV/170) gibi bir haberi rivayet
ederse musum olur mu? Allah hiç peygamberin yanına iner mi? Bir gün
eski Ezher şeyhlerinden Abdul-hâlim Mahmud’a Bu söz doğru değildir
dedim. Hadis Buhâri’de geçse bile, talebesi Müslim hatalı görmüştür.
Buhâri dahi söylese Allah’ın dünya semasına (fiziki anlamda) inmesi
doğru değildir.
Bu tür hadislerin aslı ve sıhhatı olmayıp,
İsrailiyyat’tan alınmadır. Bunları tekrarlayıp duranların ise ne İslâm
kültüründen, ne de doğru dü-şünceden nasipleri yoktur.
Cemaleddin Mahmud:
(Söze karışarak) Gerçekten sayın Gazâli’nin üzerinde durduğu bu
hadisler; yani kadının şahitliği, kısasta diyeti, kâfire karşılık bir
Müslümana kısasın uygulanıp uygulanamayacağı gibi mesele-ler İslâm
hukukunun en zor meseleleridir. Ben 1972 yılından 1975’e ka-dar
Libya’da İslâm Hukuk Konseyi başkanıydım. 1976’da Mısır Millet
Meclisi’nde görev yaptım. Daha önce de söylediğim gibi bu hadisler bizi
oldukça fazla uğraştırıyordu. Öyle ki, biz görüşlerin en zayıfına dahi
sa-rılma ihtiyacı hissediyorduk. Hatta hırsızlık cezasında önce sağ,
sonra sol elin kesilip bir şeyinin kalmaması gerektiğini savunan bazı
fakihlerin ka-villerini dahi kabul ediyorduk. Ata’nın görüşlerine bile
sarılıyorduk. Oysa bir kitapta Ata’nın sözlerinin örtüsü kapağı yoktur;
yani hatalıdır denil-miştir. Buna rağmen alıyorduk.
Bu ve buna
benzer birçok hadisin tatbiki, bazı müşkülleri de bera-berinde
getiriyor. İnsanlar arasında eşitliği ilke edinen bugünkü top-lumda ki
İslâm’ın da bir esasıdır zımmînin diyeti şu kadardır, ka-dının ki de
bu kadardır demek mümkün değildir. Yine irtidad (dinden dönme) ile
ilgili hadisler de bu kabildendir. Bir gün Ebu Zehra ile ara-mızda
konuşurken bana İslâm’ın en ağır cezasının âhad bir habere dayanması ne
şaşırtıcıdır, değil mi? demişti. Şeyh Şeltut da bir gün bu konuyu
işlerken ben “Dinini değiştireni öldürün” (Buhâri, Itk, bkz.: Umde
XIII/101) hadisini kastederek Hıristiyan biri Yahudi dinine geçer yahut
tersi vuku bulursa bu hüküm kendisine tatbik edilir mi? diye sor-dum,
bana hayır cevabını verdi. Herhalükârda bütün bunları yeniden
anlamanız gerekiyor. Ben şah-sen buna Sünnet’i elemeye tâbi tutmak
yerine, yeni bir anlayış demeyi daha uygun görüyorum.
el-Müslimûn: Son
zamanlarda bazı yazarlar Şeyh Gazâli’yi, Mâlik ve Nâfi kanalından gelen
ve bu yüzden hadis ilminde altın silsile olarak şöhret bulan isnat ile
gelen hadislere bile hücum etmekle suçladılar. Siz gerçekten bu
kabilden bazı hadisleri açıkça reddettiniz. Bunu nasıl izah
edebilirsiniz?
Gazâli:
Her şeyden önce belirteyim ki bana karşı sataşmalara ve ağır
suçlamalara yol açan hadis Ata, Nâfi ve Mâlik kanalıyla rivayet
edilmiş-tir. Aynı mevzuda iki hadis mevcuttur. Birini çok önceleri
Fıkh’us-Sîre adlı kitabımda yazmıştım. Özet olarak hadis, Resulullah’ın
Beni Mustalık’ı gafil avlayarak üzerine hücum ettiğini bildiren
hadistir. (Buhâri, Cihad, 149, İ’tısâm, 28 Estatâbe, 2, Hudûd, 1;
Tirmizi Hudud, 25)
Nâsıruddin Elbâni birgün bana “Sayın müellif
sen neden sahih hadis kitaplarındaki rivayeti bırakıp, (Fıkh’us-Sîre
kitabında) İbn Hişam’ın za-yıf olan haberine yer verdin?” diye sordu.
Oysa bana göre İbn Hişam’ın rivayeti daha makuldür. Zira buna göre Hz.
Peygamber önce onlara İs-lâm’ı teklif etmiş, fakat onlar savaşmak üzere
toplanmaya başlayınca, Hz. Peygamber de habersizce üzerlerine hücum
etmiştir. Bu gayet tabiidir. Zira harp hileden ibarettir. Onlar teslim
olmayı kabul etmeyince, Müslü-manlar tarafından gafil avlanmışlardır.
Sahih-i Buhâri’deki rivayet ise sadece Hz. Peygamber’in geceleyin
habersizce baskın düzenlediği şeklin-dedir. Nitekim hadisin
râvilerinden Nâfi’ye bu durum sorulunca o “Savaş-tan önce İslâm’a davet
etmek, İslâmiyet’in bidayetinde vardı. Sonra bu husus, kalktı” cevabını
vermiştir. Buhâri’nin bu rivayeti ve Nâfi’nin açık-lamasının yanlış
olduğu kanaatindeyim.
Bureyde hadisinde ise Hz. Peygamber
onları üç şey arasında mu-hayyer bırakmıştır (İslâm, cizye, savaş ki
bunların ilki İslâm’a davettir). Bu husus Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in
rivayetleriyle de sabittir. Râşid Halifelerin tamamı savaştan önce
İslâm’a davet etmeyi teşvik etmişlerdir. Sonra, Rasûlullah’ın onları
birden kuşatarak hücum ettiğini nasıl anlaya-biliriz? Bir an, öbür
rivayete güvenmekle hata ettiğimi farzedelim; Hz. Peygamber’i
başkalarını aldatmaktan, kandırmaktan ve gafil avlamaktan tenzih
etmeyeyim mi? Yol kesici olmaktan münezzeh olduğunu söyleme-yeyim mi?
Bunun için mi suçlanıyor, kınanıyorum?
(Altın silsile ile
rivayet edilen) ikinci hadis ise şöyledir: ‘Abdullah b. Ömer, Nâfi’ye
Kur’an okuyordu. Kendisine “Kadınlarınız tarlalarınızdır. Öyleyse
tarlalarınızı dilediğiniz şekilde ekin...” (Bakara, 223) ayetinin
mânâsını biliyor musun diye sordu. Nâfi, kadınlara arkadan da
yaklaşıla-bileceğini söyledi.” (Umde XVIII/ 16) Ben bu rivayetten sonra
Nâfi’nin sözü çirkindir dedim. Nitekim Abdullah b. Sâlim de Köle (Nâfi
azadlı köledir) hata etti demiştir. İşte bu iki hadisten dolayı,
altın silsile ile nakledilen isnadı ve bu is-natla gelen haberleri
reddettiğimi yazdılar. Peki bu, Nâfi’nin hatasını giz-lemek değil
midir? Bence böyle düşünenler, İslâm’a zarar veriyor. Onu
gözlerden düşü-rüyorlar. Ben şahsen kitabımda, Müslümanların cumhuru
ile beraber ha-reket ettim. Bazı Hanbelilerin çok darıldıkları
muhakkaktır. Ama ben hak-lıyım!
Huseynî: Önce
bir hususu belirtmek istiyorum; Şeyh Muhammed Gazâli, hayatımın ilk
yıllarında kendisinden ilim tahsil ettiğim çok değerli hocalarımızdan
birisidir. Şahsen ilminden çok istifade ettim. Hâlâ genç, yaşlı, âlim,
herkesin kalbinde özel bir yeri vardır. Hepimizden çok İs-lâm’a hizmet
edip, (İslâm’ı) savunduğu bir gerçektir.
Ben bütün bunlara
inanıyorum. Ancak kendisi önceki birçok imam ve âlimlere muhalefet
ettiği gibi, bizim de kendisine muhalif düşüncemizi dinlemek için
lütfen gönlünü geniş tutsun. Selef âlimlerinin metodu da bu olmuştur.
Herkes hakkı arayıp araştırdığı için aralarında husumet olma-mıştır.
Bana
göre imamların ihtilafı, tamamen Sünnet’in nasslarından anla-dıklarının
farklılığına bağlıdır. Herkes kendisine göre sahih olan nasslardan
anladıklarına yapışmıştır. (Mesela) Medine ehlinin ameli
Sün-net’tendir. Şayet bu tatbikat, rivayet edilen bir hadise ters
düşerse bunun zararı olmaz. Zira Medine ehlinin tatbikatı da
yaşayagelmiştir. O da Sünnet’in kendisinden kaynaklanmıştır. Hükmü nesh
edilen birçok ha-dis vardır. Ben size kabir ziyaretini yasaklamıştım,
bundan böyle ziyaret edebilirsiniz, zira ölümü hatırlatır hadisinde
olduğu gibi...
Büyük insanlardan hiçbiri, fıkhi bir mülahazadan
dolayı peygamber-den sabit olmuş nebevi bir nassa muhalefet etmemiştir.
Ancak bakış açıla-rı farklı olduğu için farklı farklı anlamış
olabilirler. Fikri veya fıkhî müla-hazalardan dolayı sabit olmuş bir
Sünnet’ e muhalefet edip terk ettiklerini ben kabul edemem. Zaten bu,
herkes tarafından da reddedilmiştir. Bütün mezhep imamları: Nerede
sahih bir hadis görürseniz o mezhebimdir de-miştir. Öyleyse Şeyh Gazâli (nin iddia ettiği) gibi onlardan hiçbiri, fıkhi bir mülahazadan dolayı sahih bir hadisi terk etmemiştir.
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Huseynî:
Ona geleceğim... Belirtmekte yarar gördüğüm ikinci nokta şudur: Bütün
âlimler ki hadisçileri kastediyorum mütevatir hadis-lerin kesin bilgi
ifade ettiğini söylemişlerdir. Aynı şekilde hadis âlimleri-nin
öncüleri, Buhâri ve Müslim’in rivayet ettikleri âhad haberlerin sahih
olduklarının kesin olduğunu da belirtmişlerdir. Bunu söylemelerinin
se-bebi Buhâri ve Müslim’in yüksek değerleri ve başkalarına nispeten bu
ilimde büyük mesafeler kat etmelerindendir. Bu iki kitabın hadisleri
üm-metin genelinde hüsn-ü kabul görmüştür ki Hz. Peygamber de Benim
ümmetin hata üzere icma etmez buyurmuştur.
Yine onların
açıklamalarına göre, Buhâri ve Müslim’ in hadislerine gelen tenkitler
mahduddur. Kaldı ki bunları da İbn Hacer Feth’ul-Bârî’ye yazdığı
mukaddimede reddetmiştir. Alimler, İbn Hacer’in bu eseri hak-kında
“Fetih’ten sonra hicret yoktur” (Yani Feth’ul-Bârî’nin üstüne şerh
yoktur) demişlerdir. (Mekke’nin fethinden sonra hicretin yokluğunu
ifade eden bu hadis, güzel bir ebedi üslûpla Feth’ul-Bârî için
uyarlanmakla, bu şerhe baktıktan sonra başkasına müracaat etmeye gerek
kalmayacağını söylemek istenmiştir).
İbn Hacer bu
mukaddimesinde, Buhâri ile Müslim’e gelen her eleşti-riye ayrıntılı
cevap vermiş, başkalarının da dile getirdiği gibi bu iki Sa-hih’de
tenkide uğrayan hadislerin, onların koymuş oldukları sıhhat
dere-cesinden aşağı düştüğü için değil, hadis ıslahatları ilminde sahih
hadisin beş dereceye ayrılmasından kaynaklandığını belirtmiştir.
Buhâri, kitabın-da sadece birinci dereceden sahih olanları almayı
prensip edinmiştir. Ba-zen bir konuda birinci dereceden hadis
bulunmadığı takdirde ise, ikinci dereceden bir hadisi alabilmiştir. Her
ikisi de söylediğine uymuştur. Buhâri, genel olarak kitabına,
sahihlerin de en sahihlerini tercih etmiştir. Birinci derecenin altında
bir hadis varsa, bu zarurete binaendir ki o da bir konuda birinci
dereceden hadisin olmamasıdır. Öyleyse ta’likler hariç Buhâri’de
muttasıl bir senedle gelen sahih hadisler hasen derecesinden aşağı
inmez.
Binaenaleyh Hz. Peygamber’in Ümmetim hata üzere ittifak
etmez hadisini de göz önünde bulundurarak, ümmetin tamamı bu iki kitabı
sahih kabul ettiğinden; ilim, fazilet ve gayret sahibi bir insanın
Buhâri ve Müs-lim’de geçen bir hadisi reddetmesini ben kabul
edemiyorum.
Böylece sıhhati kesin olan mütevatir hadislere,
Buhâri ve Müslim’in ha-dislerini ben de ekliyorum. Bunu ilk defa ben
söylemiyorum. Hadis âlimleri de, Buhâri ve Müslim’deki hadislerin
sıhhatlerinin kesin olduklarını ifade etmişlerdir.
Buhâri ve
Müslim’deki, aklımın idrak edemediği ya da anlayamadı-ğım bir hadisi
okuduğum zaman, kusur beşerin aklındadır derim. Yoksa kusur bu büyük
iki imamın Hz. Peygamber’den naklettikleri hadislerde değildir.
Şeyh
Gazâli, Buhâri ve Müslim’deki bazı hadisleri illetli (muallel) görerek
reddetmiştir. Ona göre hadisin akla uymaması da illettir.
Benim
anlayışıma göre, illet birinci dereceden senedi ilgilendiren bir
husustur. Sonra, hadislerde ârız olan illetleri, ancak hadis ve sünnet
il-minde derinleşmiş âlimler anlayabilirler. Bu konuda muhaddislerin
sözle-rinden başka bir şeyin kabul edileceğini zannetmiyorum.
Muhaddis’de, en az on bin hadisi metin ve senediyle ezbere bilendir.
Bilindiği gibi hafız ise, yüz bin hadisin metnini ve senedini
ezberleyene denir. Hadis’de Emir’ul-Müminîn’e gelince, Sünnet ve
Hadis’in tamamını bilgisiyle ihâta eden kimseye denir. İşte hadisin
sıhhat derecesini düşürecek gizli illeti ancak bunlar idrak edebilir.
el-Müslimûn: Peki, Şeyh Gazâli’nin reddettiği hadisler hususunda ne düşünüyorsunuz?
Huseyni:
Hz. Havva, etin çürüyüp kokması, Adem’in Rahman sûre-tinde yaratılması
vs. gibi hadisler hususunda Gazâli’nin zaman zaman kendisine sorulan
sorulara verdiği cevabın aynısını, kendisine tevcih et-mek istiyorum ve
diyorum ki bu gibi nassları sen anlayamazsın!
Gazâli: Öyleyse cehalet nûrdur?
Huseynî:
Ben sadece Şeyh Gazâli’nin söylediklerine cevap veriyo-rum ve diyorum
ki, bizim ilmimiz sınırlıdır. İlmi engin, geniş birisi varsa o da
Allah’tır. Ben ümmetin asırlarca kabul ettiği bu büyük iki imamın
kitaplarında geçen nasslara neden kâmil imanla yaklaşmayayım?
Gazâli: (Yüksek sesle gülerek) Öyleyse sen her şeyi illeti ile birlikte kabul etmemi istiyorsun?
Huseynî: Bunu
şunun için söylüyorum: Buhâri ve Müslim’in hadis-lerini reddetmenin
kapısını açarsanız, bu asla bitmeyecektir. Şeyh Gazâli aklına yatmadığı
için birkaç hadisi reddedecek, ben anlayamadığım bazı-larını
reddedeceğim, başkası da bunu yapacak. O zaman İslâm risaletinin yarısı
olan Sünnet’ten ne kalacak?
Şeyh Gazâli, Müslim’in rivayet
ettiği Temim ed-Dâri’nin Deccal hakkındaki hadisini reddediyor,
gerekçesi de bütün denizleri ve adaları keşfetmiş de, hadiste geçen
yaratıkları bulamamış... Subhanallah! Bütün denizlerin gezilip tespit
edildiğini hangi âlim söylemiş?
Rızk Tavil: Hadis Deccal’in Rum veya Yemen denizlerinde olduğu-nu söylüyor? Gazâli: Rum ve Yemen denizleri tamamen taranmıştır, ancak bilgin-ler hiçbir şey görememişlerdir.
Huseynî: Sayın
hocam, bugünkü Rum veya Yemen denizlerinin Hz. Peygamber’in hadisindeki
denizleri içerisine alıp almadığını biliyor mu-sunuz? Ben size
soruyorum; âdil râvilerin sahabe kanalıyla Hz. Peygam-ber’den rivayet
ettikleri bir sözü sen nasıl reddedebiliyorsun? Ümmet’in cumhuru kabul
ettiği halde, sen şimdi çıkıp bunları bir tarafa atabiliyor-sun?
(Sözlerine
devamla) Şeyh Gazâli’nin de ifade ettiği gibi, kitabında mevcut olan
her şey önceki ilmi kitaplarda da mevcuttur. Ancak benim razı olmadığım
husus, imamlar nezdinde zayıf addedilen görüşlere yer vermesi ve üç
imamın da muhalefet ettiği düşünceleri desteklemesidir. Kendisine bunun
sırrını sorduğumda, bana kaçamak bir cevap veriyor. Ancak ben bunu
kabul etmem. (Güya) bu, İslâm’ı gayrimüslimlere sevdi-riyormuş...
Müsteşrikler ve felsefeciler bu imamların bazı rivayetlerini kabul
etmiyormuş da, Şeyh Gazâli onun için zayıf görüşlere sarılıyormuş.
Kadının idareciliği hususunda İbn Hazm’ın görüşüne sarıldığı gibi...
el-Müslimûn:
(Muhammed Ammâra’ya dönerek) Bu dava, yani Sünnet’in yeniden bir
elemeye tâbi tutulması meselesinin yaygınlaşması, sizce Sünnet’ten
şüphe etmeye yol açmayacak mıdır? Dolayısıyla Sün-net’in etrafındaki
kaleyi yıkmış olmaz mıyız?
Ammâra: Ben
Mısır’da ortaya çıkan ihya ve tecdît hareketinden bir nebze söz etmek
istiyorum. Aslında bu hareket aynı zamanda Pan-İslamist bir harekettir.
Muhammed Gazâli de bu hareketin öncülerinden sayılır. Kendisinden önce
de Muhammed Abduh, Kevâkibi ve Meraği gibi birçok saygı değer âlim bu
hareketin bayraktarlığını yaptılar. Bu hareketin öncüleri olan âlimler
bize aslında yeni olmayan, çok belirgin İslâmi bir metot sundular. Buna
göre, akla başvurmadan nakli değerlendirmek yanlış olduğu gibi, nakle
müracaat etmeden salt akılla bir yere varılamaz. Yani bu metotta, aklı
kullanmadan nassların zahirine bağlı kalmak yoktur. Aynı şekilde
vahiyden ve nakilden uzak olarak, Batı’da ortaya çıkıp yaygınla-şan
Yunan akliliği de yoktur! Zira bu mektebin öncülerine göre, naklin
kendisi de akli bir mucizedir, akıl heva değildir. Nitekim bir insanın
mü-kellef olması için akıl şarttır. Akıl ancak sûbût ve delâlet yönüyle
kesin olan nassların çerçevesinde mahkumdur. Ne tuhaftır ki bugün
hâlâ naklin karşısında aklın fonksiyonunu ta-mamen ilga eden bir akım
mevcuttur. Bu doğru değildir. Mesela Mu-hammed Gazâli, Buhâri’de yer
aldığı halde Kur’an’a ters düştüğü için sihir hadisini reddederken —ki
daha önce de reddedenler olmuştur— sadece fıkhî bir mülahazadan dolayı
reddetmiyor, burada aklını kullanı-yor. Ben diyorum ki, sübûtu zannî
olan haberleri, sübûtu kat’i olan haber-ler doğrultusunda anlayalım.
Aslında rical kitaplarının özü de buna da-yanmaktadır. Hiç kimse kendi
görüşüne, aklına ya da arzusuna ters düştü-ğü için âhad bir haberi
reddetmemiştir. Bilakis reddedenler, sübûtu kat’i bir Kur’an ayetine ya
da peygamber açıklamasına ters düştüğü için karşı çıkmışlardır.
Ben
şahsen sihir ve garanik gibi hadisleri reddederken, tıpkı Mu-hammed
Abduh gibi Kur’an’da (müşriklere atfedilen) Siz ancak sihir ya-pılmış
birine tâbi oluyorsunuz ayetine dayanıyorum.
Kendim birçok
hadisten istifade ediyorum. Sünnet’e dayanıyor ve onu kendime kaynak
olarak kabul ediyorum. Hatta bazen uydurma hadis-lerden dahi istifade
ediyor ve onları söylendiği asrın fikri bir uzantısı ola-rak görüyorum.
Bu asırlarda yalancıların sözlerine bile kulak asıldığını anlıyorum.
Tarihi açıdan hadislerin tamamından, illetli ve zayıf olanların-dan
dahi bir malzeme olarak yararlanılabilir. Ancak bu noktada sübûtu kat’î
olan mütevatir ile sübûtu zanni olan âhad haberleri ayırmak
zorun-dayım. Alimlerimizin de söyledikleri gibi ameli noktalarda âhad
haberlere başvurabiliyorum. Peki ilmi durumlarda neden aynı metoda
başvurulma-sın, neden İmam Mâlik Medine ehlinin amelini âhad hadislere
tercih et-miştir? Çünkü ameli Sünnet mücerred bir rivayetten ibaret
olmayıp, pratik hayatta yaşanır bir hale geçmiştir de ondan...
Bütün
bunlardan hareketle, Kur’an’ı bırakıp âhad hadisleri her şey
zannedenleri, aklın ve kültür mirasının hakemliğine, her şeyden önce
Kur’an’a, sonra da kesin bilgi ifade eden mütevatir hadislere önem
ver-meye davet ediyorum. Daha sonra bazı ameli hususlarda âhad
haberlere başvurulabilir. Fakat yasama yönünde bunlar kullanılmaz,
çünkü zanni bilgi ifade etmektedirler.
Bugün İslâm âleminde
ortaya çıkan birçok aşırı akımlar var ki, bü-tün düşünce ve inançları,
fikir ve mezhepleri âhir zaman fitneleri ile ilgili hadisler üzerine
bina edilmiştir. Oysa Kur’an kat’i nasslarla, Hz. Peygamber’in gaybı
bilemeyeceğini açıkça ortaya koymuştur. Bazılarının söylediği
gibi, ben şahsen muhaddislerin nezdinde hadis-leri anlama ve
değerlendirmede, kehânete benzer bir vasıf olduğunu söy-lemenin mümkün
olmadığına kâniim.
Huseynî: (M.
Ammâra’nın sözlerini keserek) Bu söz ilk defa benden sudur etmiş bir
söz değildir. Istılah kitaplarında mevcuttur. Buradaki ke-hânetin
anlamı ise, tahmin etmek değildir. Ancak âlimlerin bir haberi an-lamak
için başvurdukları ince ve titiz metod, âdeta kehânete benzemekte-dir
deniliyor.
Ammâra:
(Öfkeyle) İslâm, hadis ilminde de olsa, bu tür terimleri kullanmaya
karşıdır. Oysa birçok İsrailiyyat, tefsir ilmine girdiği gibi, hadis
ilmine de bulaşmıştır. Nitekim hadis uzmanlarınca, hadislere beşer
elinin karıştığı kabul edilmiş ve Hz. Peygamber de birtakım kimselerin
çıkıp kendisine yalan atfedeceklerini haber vermiş ve onları cehennemle
tehdit etmiştir.
Öyleyse önce her şeyi aklımızla idrak edelim,
daha sonra pey-gamberimizin Sünneti’ne hizmet olarak ortaya çıkan
rical, cerh ve ta’dil gibi ilimlerle başka ümmetlere istediğimiz kadar
övünelim.
Muhaddislerin imamı Ahmed b. Hanbel bazı râvilerden
söz ederken, onların yalan söylediklerini, yahut yalancılardan hadis
aldıklarını ve bun-ları da âdil râvilere nisbet ettiklerini belirtir.
Öyleyse iş sened ile bitmiyor. Zira İmam Ahmed’in belirttiği gibi
ortada bir yalan ve uydurulan sözü âdil râvilere nispet eden bir
yalancı vardır.
Binaenaleyh âdil râviler tarafından rivayet
edilen bir hadisi gördü-ğüm zaman, sened her şeydir zehabına kapılarak
aklıma gem vurup araş-tırmaktan geri durmam, metni değerlendirirken de
mutlaka aklımı kullanı-rım. Sübûtu zanni olan şeyleri, sûbûtu kat’i
olan Allah’ın Kitabı ve ilmi hakikatlere arzetmem ve ona göre almam
gerekir.
el-Müslimûn: Peki hadisleri
kabul ve reddederken bu derece cesur olmak, Sünnet’ in değerini
düşürmez mi, onun güvenirliğini ortadan kal-dırmaz mı?
Ammâra: Hayır,
kesinlikle! Kelâm âlimleri Allah’ın varlığını isbat ederken,
yaşadıkları asrın bilgi ve öğretilerinden deliller getirmişlerdir.
Öyleyse bugün bizim de yaşadığımız asrın büyük ilmi hakikatlerini
kul-lanmamız gerekmez mi? Peki Allah’ın varlığına bile bu ilmi
hakikatler delil teşkil ederken, bir rivayetin sahih ya da zayıflığında
delil olamaz mı? Rivayet ilminin kültür mirasımızın içinde büyük bir
hizmeti gerçek-leştirdiğini kabul edersek, ilk (selef) âlimleri bu
sahada kendilerinden sonrakilere bir şey bırakmamışlardır. Ancak
Sünnet’e hizmet için eksik bir saha kalmıştır. O da dirayet ilmidir. Bu
saha henüz birçok inceleme ve araştırmaya muhtaçtır. Allah’a hamd
olsun, Allah’ın nûruyla aydınlanmış âlimlerimiz, fakihlerimiz ve
mütehassıslarımız var. Öyleyse onlar bu sa-hada neden çalışıp gayret
etmesinler. (Dirayet ilmini de) ancak bir hadis ile ilgili tüm
rivayetleri, ilgili şartlar ve vürûd sebebi ışığında değerlen-dirmekle
geliştiririz. Kur’an’ı anlamak için Esbab-ı Nüzûl ilmini kullan-dığımız
gibi, hadisler için de Esbab-ı Vürûd ilmini geliştirirsek büyük bir
hizmet etmiş oluruz.
Son olarak bir hususa daha dikkatlerinizi
çekmek istiyorum. Biz hayatımızda, düşüncemizde, ilmi müesseselerimizde
ve konferansları-mızda Kur’an’a çok önem vermeliyiz. Muhammed Fuad
Abdulbâki el-Mu’cem’ul-Mufehres Li’l Elfâz’il-Kur’an (Kur’an İndeksi)
hazırlama-saydı, Mısır Arap Dil Kurumu Mu’cem’ul-Kur’an (Kur’an
Sözlüğü) hazırlamasaydı, Kur’an’a tam olarak hizmet mümkün olur muydu?
Amerika’daki birçok kütüphanede, Kitab-ı Mukaddes’e yönelik müthiş
çalışmalar gördüm. Biz neden gayrete gelip akaid ve hukuk açısından pek
bir şey ifade etmeyen âhad haberler yerine, dinimizin ve anayasamızın
te-mel kaynağı Kur’an’a önem vermiyoruz?
Sâfi:
Ben Muhammed Ammâra’nın söylediklerine katılmıyorum. Bu konuda Huseyni
Ebu Ferhe ile aynı düşünüyorum. Ben tekrar Buhâri ve Müslim konusuna
dönüp, asırlar boyu ümmetin bu eserleri ne derece be-nimsediğini
anlatacak değilim. Ancak bir hadis Buhâri ve Müslim‘de yer alıyorsa,
onu kabul etmemek için hiçbir engel yoktur diyorum. Ben bu konuda
Huccet’ul-İslâm Ebu Hamid el-Gazâli’ye hayranım; o kendi ki-taplarında
güzel âhlak ve faziletler ile ilgili zayıf hadislerden dahi çok güzel
deliller getirmiştir. el-Muhkızu min’ed-Dalâl adlı eserinde nübüvvet ve
hakikati ile ilgili olarak çok güzel bir sözü var, şöyle diyor:
“Mucizele-re bakarak peygamberin doğruluğuna delil bulmak, akla şeref
olarak ye-ter. Onun peygamber olduğunu anlayınca artık kişi nefsini ve
aklını teslim ederek, peygamberin Allah’tan getirip söylediği her şeye
inanmak zorun-dadır.” el-Gazâli daha güzel bir örnek verir ve der ki:
“İnsan hastalanınca doktora gider. Önce doktorun yanında kendisini
tamamen iyileştirecek bilgi ve ilaçların varolduğuna inanır. Doktora
gidip muayene olunca, dok-tor ona bir reçete yazar. Doktorun bildiğini
bilmediği için onun reçetesine asla itiraz etmez. Aynı şekilde
peygamberler de bir ilaç sundukları zaman ondan sabit olduğunu bildiğin
müddetçe itiraz etme.”
Gazâli: Lakin sayın profesör! Bu reçeteyi doktor değil de, oduncu yazdıysa?! (Gazâli’nin
bu nüktesi üzerine herkes katıla katıla gülüyor. Sonra Gazâli sözlerine
devamla) Kardeşlerim! Benim söylediğim de bundan başka bir şey mi? Ben
de önce bir sözün peygamberden geldiğine emin ol, sonra ona sarıl
diyorum. Lakin hasta, reçetenin doktor tarafından yazıldı-ğından şüphe
ediyorsa o zaman ilacı kullanmaz.
Sâfi:
Ben görüşümde ısrar ediyor ve diyorum ki; bir hadisin senedi sahihse
onu reddetmek mümkün değildir. Ebu Ferhe’nin de dediği gibi Buhâri ve
Müslim’de yer alan her hadis sahihtir, reddi mümkün değildir!
Gazâli:
Daha önce sorduğum bir soruyu tekrarlamak istiyorum. Buhâri’nin
Kur’an’ın sarih ayetine ters düşen “ve’l-leyli izâ yağşâ” ile ilgili
haberine ne diyorsun? İmam Kurtubi gelip bu hadisi yalanlayarak bunun
kabul edilemez bir söz olduğunu söylemiştir. Aynı şekilde Kurtubi’den
başkaları da bu hadisin şazz olduğunu söylemişlerdir. Yine Buhâri’de
olduğu halde “Allah (peygamberine) yaklaştı” hadisini de o
yalanlamıştır.
Sâfi: Efendim İbn Fûrek’in Te’vilu Müşkil’il Hadis adlı bir kitabı vardır ki, bu tür (müşkül) meselelerin çoğunu bize çözümleyebilir. Gazâli: (Hiddetlenerek)
İbn Fûrek de kim oluyor, onun anlayışı var da benim yok mu? Sihir
hadisine bak! Hz. Peygamber altı ay peygamber-liğe ara mı verdi, yoksa
insanlara dinlerini öğretirken sihrin etkisinde miydi?
Sâfi:
Biz bu konuyu daha önce de tartıştık. Ben görüşümü söyledim. Bana göre
bu sihir, sadece hanımları ile olan ilişkisini etkilemiştir,
pey-gamberliğini değil!
Gazâli: Akıl bu açıklamayı kabul etmez. Sihir tabii olarak başta akıl olmak üzere bütün melekleri etkisi altına alır.
Sâfi: Vallahi ben öyle inanıyorum ve sözü başka arkadaşlara bırak-mak istiyorum.
Cemaluddin Mahmud:
Hiç kimse hayattaki bütün meselelerin bu tür haberlere bağlı olması,
dayanması gibi basit bir sebepten dolayı âhad haberlere kastetmeye
kalkışmaz. Öyleyse biz ne âhad haberleri ve ne de başka haberleri
reddetmeyiz. Fakat birisinin böylesi bir hadi-se akıl veya kat’i kıyası
kullanarak zan ile itiraz etmesi durumunda ise onu terk etmemiz doğru
olmaz.
Sâfi: Öyleyse,
bizzat akaid âlimlerine göre bile âhad haberlerin çe-şitli yorumlarının
varlığı bilindiği halde, niçin âhad hadislere tekrar bakıp
(araştırmıyoruz)?
Acemi:
Ahad haberler konusu, tehlikeli ve riskli bir konudur. Bu konuda
konuşan her araştırmacının son derece dikkatli olması lazım. Buhâri ve
Müslim’deki âhad hadisler konusunda aceleci davranıp, bazı-ları
hatalıdır, yahut bazıları uydurmadır gibi bir yargıya varmak yanlış
olur. Biraz durup düşünmemiz lazım. Ben şahsen bazı kardeşlerimin bu
konudaki cüretkâr sözlerini işitince, ister istemez Allah’ın “Hayır,
bilgi-sini kavrayamadıkları, yorumu kendilerine gelmemiş olan bir şeyi
ya-lanladılar...” (Yunus, 39) ayetini hatırlamadan edemiyorum. Birçok
kimsenin Kur’an’a muhalif zannettiği hadislerin varlığı bir gerçektir.
Ancak aynı kimseler daha sonra bu hadisleri araştırdılar, Ehl-i Sünnet
âlimlerinin söylediklerini okudular ve sonunda bu hadisleri kabul etmek
zorunda kaldılar. Bir daha da bunlar Kur’an’a terstir demediler. Mesela
hiç kimse sözü geçen sihir hadisinin Kur’an’a muhalif olduğunu
söyle-memiştir. Kur’an’a öncelik vermek konusunda acele etmemek,
gerçek-ten bir çelişki olup olmadığını iyice araştırmamız şarttır.
Aynı
şekilde akıl ile çelişiyor gibi görünen hadisler hususunda da te-enni
ile hareket etmek gerekiyor. Birçok kimse bazı hadislerin ilmi
haki-katlere ve kevni kanunlara ters düştüğü iddiasında aceleci
davranıyor. Mesela Temim ed-Dâri’nin rivayet ettiği hadisi ele alalım;
sözünü ettiği ada bugün varolabilir, suların altında kalmış da
olabilir, bu da bir ihtimal-dir.
Gazâli: (Sözünü keserek) Öyleyse, ada suların altında kaldığına göre Deccal de dahil üzerindekiler boğulup gitmiştir...
Acemi:
Ben sözlerimi sürdürmek istiyorum. Şahsen hiçbirinizin sözlerini
kesmedim, lütfen siz de benim sözlerimi kesmeyin. Ben önce-likle
Ammâra’nın söylediklerini şiddetle kınıyorum. Neredeyse söyledi-ği her
kelimeye muhalif düşünüyorum. Özür dilerim, o konuşurken ga-yet
öfkeliydi, ben de aynı öfke ile cevap vermek istiyorum. Biraz önce dedi
ki, hadisler arasında birçok gaybi haberler var, oysa Hz. Peygam-ber
gaybı bilmez... Gerçekten bu hakikat, Kur’an nassı ile mevcuttur. Ayet
şöyle: O (Allah) gaybı bilendir. Gayb (bilgisi) ına kimseyi muttali
kılmaz. Sayın Prof. Ammâra müsaade ederse, şimdi ayetin geri kalan
kısmını okumak istiyorum.
M. Ammâra:
(Hemen atılarak) “... Ancak peygamberlerden bildir-mek istediği bunun
dışındadır. Rabblerinin bildirilerin tebliğ etmelerini ortaya
koyabilmek için her peygamberin önünden ve ardından gözcüler salar;
onların yaptıklarını ilmiyle kuşatır ve her şeyi bir bir sayar.” (Cin,
27-28)
Acemi: Tamam
sadakallahu’l-azim. Ayet gayet açıktır. Tefsire ve te’vile gerek
yoktur. Binaenaleyh Hz. peygamber birçok gaybi meseleyi haber
vermiştir. Hz. Hasan’a minber üzerinden bakıp Bu benim oğlum efendidir.
Allah iki büyük Müslüman cemaatin arasını onunla düzeltecek-tir sözü
bunların en meşhurlarındandır. Bunun örnekleri çoktur. Ben bu-rada
sadece Ezher’in Usûl’ud-Din Fakültesi’nde Hz. Peygamber’in gaybi
haberlerini konu alan bir doktora tezinin varlığını hatırlatmakla
yetinmek istiyorum.
Ammâra:
Ancak Hz. Peygamber kendisi hakkında ‘gaybı bilir’ de-meyi
yasaklamıştır. Sizin sözünü ettiğiniz gaybi hususlar mucizelerden-dir.
Acemi: Sayın
Ammâra! Hz. Peygamber, sadece Allah kendisine bil-dirmeden, yarın ne
olacağını bilir dememizi yasaklamıştır. Allah dilediği zaman hadisle
de sabit olduğu gibi Onu mele-i âlâ4ya da muttali kılar. O istemezse,
divanın altındakini de göremez. Bunda herkes mütte-fiktir.
Şimdi
müsaade ederseniz, bu konuları bırakıp esas mevzumuza döne-lim; Buhâri
ve Müslim‘in hadisleri bütün dereceleriyle kesin bilgi ifade ederler
mi? Bu konuda üç ayrı görüş vardır:
1. Muhaddislerin cumhuruna göre; kesin bilgi ifade ederler. 2. Nevevi’nin görüşü: Mütevatir olmayanlar, zanni bilgi ifade eder-ler. 3. İbn Hacer bu ikisinin ortasını bularak, bir kısmının zanni bilgi ifa-de ettiğini söylemiştir.
Bunlar
da özellikle tenkitlere medar olan hadisler-dir. Mesela sözü geçen
Allah peygambere yaklaştı hadisi bunlardandır. Prof. Ebu Şehbe’nin
belirttiğine göre, Buhâri’nin kendisi de bu rivayet sahih olsa da sabit
olmadığına işaret etmiştir.
Öyleyse kıymetli kardeşim sahih
hadis, ehli tarafından da târif edildiği gibi sıhhat şartlarını taşıyan
hadistir, yoksa bilgi yönünden kesin-lik arzeden hadis değildir.
Bilindiği gibi sıhhat şartları da beştir. Beş şartı taşıyan her hadis,
kat’i bilgi arzetmez. Buhâri ve Müslim’ in hadislerine gelince, bunlar
apayrı bir özelliğe sahiptirler. Zira bunların delâletleri kesindir.
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Gazâli: (Reddederek) Kim diyor bunu? İbn Salah, Nevevi’den nak-len (bunun tersini) söylüyor.
Acemi:
Oraya geleceğim sayın hocam! Yalnız bazı şeyleri söyleyip tercihi size
bırakacağım. İmam Nevevi benim nazarımda büyük bir imamdır. İbn
Salah’tan da daha çok takva sahibidir. Nevevi gelmiş ve Buhâri ile
Müslim’de mütevatir olmayan hadisler kat’i değil demiştir. Öbür
taraftan İbn Hacer gelmiş, fakat aralarında büyük bir çelişki
olma-mıştır. Mi’rac ile ilgili Şerik’in Hz. Enes’ten rivayetleri
farklılık arzetmiştir. Buhâri bütün rivayetleri sıraladıktan sonra
seçimi okuyu-culara bırakmıştır. Biz diyoruz ki bir hadisin sahih
olması, onun kat’i ol-ması demek değildir. Sadece sıhhat şartlarını
haiz olduğu için sahih denir. Müslim kendi kendisini bazen tenkit
etmiştir. Şerik hadisine yer ver-dikten sonra Bazı cümleler takdim
tehir, bazıları da fazla oldu demiştir.
Öyleyse muhaddislerin
gayesi, hadisleri seçip önümüze koymaktır. Sened yönünden hepsi
araştırılmıştır. Aynı lafızlarla muhafaza edilip edilmediği de açığa
çıkmıştır. Lafzın aynen korunduğunu; mesela Hz. Enes’ten aynı hadisi
Tabiin’den beş ya da altı kişi rivayet etmiştir. Hepsi-nin üzerinde
ittifak ettiği lafızları kabul ederiz. Fakat birisi sika râvilere
muhalif olarak bir şey söylemişse bu tartışılır. Çünkü sika demek,
masum demek değildir. Sika demek, kişinin az hataya düşmesi demektir.
Gaybi
ve diğer bazı hususlarda aklın seviyesini aşan hadislerin varlığı bir
gerçektir. Kur’an ayetlerinde de olduğu gibi... Ancak bizi ilk
ilgilendiren, senedini araştırmaktır. Ahad’ın hadisçiler nezdindeki
târi-fi: Mutevatir olmayan haberlerdir. Fakat öyle âhad haberler vardır
ki üç kişiden rivayet etmiştir. Genel olarak bu tür haberleri almaktan
geri duramayız, ancak bu üç râviden birisi, rivayetinin bir kısmında
tek kalmışsa (teferrüd), şazz durumuna düşmüş olur. Binaenaleyh, Buhâri
ve Müslim’de yer alsa reddetmemiz mümkün olur. Bu söz benim değil, İbn
Salah’ın kendisine aittir. İşte bunlar bizim selefimizden öğrenip,
kendi neslimize de öğrettiğimiz hadis ıstılahı ilminin hakikatleridir.
el-Müslimûn:
Prof. el-Acemi’nin sözleri aslında genel olarak İslam âlimlerinin
Sünnet’ e bakış açılarının bir özetidir. Ümmetin eskiden de kabul
ettiği metot budur. Şimdi Şeyh Gazâli’ye soruyorum: Bu metoda
itirazınız nedir?
Gazâli:
Biz dünyada tek başımıza yaşamıyoruz. Hz. Muhammed’i bizatihi reddeden,
Kur’an ve Sünnet’in tamamına karşı çıkan insanlarla beraber yaşıyoruz.
Ben şahsen davetçiyim. Daha önce de belirttiğim gibi davetim esnasında
birçok engellerle karşılaşıyorum. Üniversitelerin gerek talebelerinden,
gerekse hocalarından birbirinden farklı akli sorular yönel-tiliyor.
Bunlar bir taraftan müsteşriklere kulak verirken, diğer taraftan
misyonerlerin yazılarını da okuyorlar, bazen onların söylediklerine
inanı-yorlar. Şimdi soruyorum, ben böyleleri ile konuşurken bizim
muhaddisle-rin kalpleri iman nûru ile aydınlandığı için hadisleri bu
meleke ile değer-lendirirler diyebilir miyim? Tabii ki böyle demek
makul değildir. Ben dinimi müdafaa ederken, Allah’a inanan ya da
Allah’a inanmaya davet ettiğim kimselerin anlayabileceği sabit
delillerle konuşmak zorundayım. Özellikle imana davet ettiğim kimseye
akil deliller sunmak mecburiyetin-deyim. Ben şu anda siyasi ve
askeri yönden hezimete uğramış, itham kefe-sinde yargılanan bir dinin
mensubuyum. Onu bu durumdan nasıl kurtara-bilirim?
Sâfi: Hayır efendim, din hezimete uğramamıştır. Hezimete uğrayan-lar Müslümanlardır. Allah’ın dini asla hezimete uğramaz.
Gazâli: Sayın
hocam, İslâm ümmeti bugün yeryüzüne İslâm’ı öyle sunmuştur ki, bunu
duyan Avustralyalı da reddediyor, Amerikalı da.. Bu, dinin hezimeti
değil midir?
Sâfi: Hak mevcuttur, hakşinaslar da vardır. Kur’an mahfuzdur, asla hezimete uğramaz! Gazâli:
Hz. Peygamber, dini bir hayat sistemi, bir medeniyet olarak yeryüzüne
takdim etmiştir. Küçük çocukların hafızalarında ezberledikleri Kur’an,
medeniyet midir? Ben bütün Kur’an’ı ezberlesem, yanımda bin tane de
Kur’an olsa yeterli mi?
Ben İslâm’a ve peygamberine inanmayan
toplumlara da hayat vere-cek canlı bir daveti kastediyorum. Mesela din
hürriyetinden söz ettiğimiz zaman, bazıları hemen atılarak dinde
zorlama yoktur ayetinin mensuh olduğunu ileri sürerler...
Cemaluddin Mahmud: Bunu ben de kulaklarımla işittim ve şaşır-dım.
Huseynî: Oysa bu ayet Kur’an’da yüce gayelere matuf bir ayettir.
Ammâra: Rahmet ve hidayeti teşvik eden daha nice ayeti mensuh saydılar.
Sâfi: Böyle diyenler, dini tanımayan ve bir şey bilmeyen cahillerdir.
Gazâli: Neval
es-Sâdavi adındaki komünist (ve feminist) kadının ön-cülüğünde aile
hukuku ile ilgili kanunların iskatını istediklerinde ki sebep gayet
açıktır birisi çıktı dedi ki; kadınlar erkekleri doğurmak için
yaratıl-dılar. Ne acayip, ne garip bir söz! Sünen sahiplerinin rivayet
ettikleri; ka-dınların orduyla beraber savaştıklarını, toplumun
teşekkülünde rol aldıkla-rını, beş vakit namaz için camiye gittiklerini
bildiren hadisler nerede? Bütün bunlar kayboldu. Doğu Avrupa şu
anda komünizmden kurtuluyor. Fakat döndükleri nizam İslâm değildir.
İslâm’ın nizamında şûraya yer yoktur dediler. Buna sebep olan da, bu
konudaki ayetleri mensuh sayarak, şûranın zorunlu ol-mayıp, sadece
fikir edinmek için varolduğunu söyleyen zihniyettir.
Kadının,
velisinin izni olmadan evlenmesi ki İmam Ebu Hani-fe’nin görüşüdür
İslâm’a yabancı olan toplumların gözetilmesi için gerekmiştir.
Ammâra: Farzedelim ki Ebu Hanife bunu söylememiş olsun. Bu gö-rüşü bizim de ortaya atmak hakkımız olmaz mı?
Gazâli:
Kur’an nikah akdini kadına nispet etmiştir: “... Başka bir koca ile
nikahlanıncaya kadar...” (Bakara, 230) ayetindeki ifade ile eşleri ölen
hanımlara süreleri (iddet) bitince “Artık kendileri için uygun olanı
yapmalarında size bir günah yoktur...” (Bakara, 234) diyen ayet bunu
açıkça ortaya koymuştur.
Bunlar boş sözler midir? Ben insanlar
için Allah’ın dinine girsinler diye Kur’an’ın bu açık ifadesine
dayanarak fıkhi bir görüşü benimsemek zorundayım. Hâkim’in
Müstedrek’inde mevcut olan bir hadisten dolayı kadın on asır evine
hapsedilmiş, ne öğrenim için, ne de namaz için dışarı çıkmamıştır.
Neden dinin aslını öğrenip öğretmesin? Kat’i nass Kur’an ve Mütevatir Sünnet’tir. Ben böyle diyorum...
el-Müslimûn:
Oturumumuza hâkim olan hava, âhad hadislerin ka-bulü veya inkârı
meselesi olduğu halde aramızda bulunan hadis mütehas-sısı Ahmet Ömer
Haşim’den bu konuda bir şey gelmedi. Kendisi bu ko-nuda ne diyor?
Ahmed Ömer Haşim:
Öncelikle içtihadi meselelerde birbirlerimizin görüşlerine karşı geniş
görüşlü ve müsamahalı olmamızı rica ediyorum, ta ki Allah’ın izniyle
hak ortaya çıksın! Alimler sahih hadis için belirli şartlar
koştukları gibi, sahih hadisi de kendi içinde derecelendirmişlerdir.
Buhâri ve Müslim’in ittifak ettikleri hadisler birinci mertebede,
Buhâri’nin tek başına rivayetleri ikinci merte-bede, Müslim’in
rivayetleri de tek başına üçüncü mertebede yer almışlar-dır...
Bu
tasnifin onlara göre şöyle bir faydası var; bir hadis başka bir ha-dise
muhalif olunca, birinci derecede yer alan muttefekun aleyh bir hadisi,
ikinci derecede yer alan hadise tercih ederiz. Yalnız bu, tercih
etmediği-miz ikinci derecedeki hadisin sahih olmadığı anlamına gelmez.
Ancak çelişki anında birincisi tercih edilir. Aynı şekilde hadisçiler,
iki hadis çe-liştiği zaman Buhâri’nin tek başına rivayetini Müslim’in
hadislerine, Müs-lim’in hadislerini de onun şartlarına uyan diğer
hadislere tercih etmişler-dir.
Ancak bunu, çelişkili iki hadis
arasında nesih yoksa söylemişlerdir. Bu onların hadisleri alırken ne
derece müsamahakâr ve geniş ufuklu hare-ket ettiklerine bir delildir. Şu
kadar var ki, burada bir noktanın muhakkak izah edilmesi lazım-dır, o
da şudur: Şayet bu şekilde âhad hadisleri reddetme kapısını açarsak,
İslâm şeriatının hükümlerinin büyük bir kısmını da reddetmek zorunda
kalırız. Oysa Allah’a hamd olsun ki hepimiz sıhhati sabit bir hadisi
kabul etmede bu şekilde ittifak ediyoruz. Gazâli: Bana ittifak ettiğimiz bu şekli biraz izah edin!
Ahmed Ömer Haşim:
Yani hepimizin bir görüşte ittifak ettiğimizi kastediyorum, o da bir
hadis sıhhati kesin bilgi ifade edecek tarzda sabit olursa asla
reddetmeyiz.
Gazâli: Şazz ve illetli hadislerin sıhhatleri de sabit olur mu?
Ahmed Ömer Haşim: Tabii
ki şazz, illetli ve senedi kopuk hadisler sahih değildir. Ancak aklın
hakemliğinde hüküm verirken biraz düşünme-liyiz. Zira akıllar eşit
olmadığı gibi, hepsi aynı derecede de değildir. İşte burada ihtilaf
ederiz. Bu gibi durumlarda nihai görüşe varabilmek için daha geniş
bilgiye sahip olanlara ve çoğunluğa da başvurmalıyız. Birimiz kesin
bilgi ifade eden bir hadise, diğerimiz zanna dayanan bir hadise
sarı-lırsa, sahih oldukları müddetçe çelişmiş sayılmayız.
Hz.
Peygamber’e sihir yapıldığını bildiren hadis üzerinde çok
tartı-şıldığını gördüm. Ben de el-Huseyni gibi bunun sadece kadınlarla
ilişkisi-ni etkilediğine inanıyorum, peygamberlik yönü etkilenmemiştir.
Allah kendisine Allah seni insanlardan koruyor buyurmuştur. Nitekim
hadiste de bana öyle geliyordu ki... ifadesi vardır. Aynı ifa-de
Kur’an’da da Hz. Musa için geçmiştir: “... Büyülerinden ötürü onların
ipleri ve değnekleri sanki koşuyor gibi görünmüştü.” (Tâhâ, 66)
Öyleyse
ihtilaftan uzaklaşalım! Anlayış dairemiz son derece geniş olsun! Bizim,
Sünnet’i sonradan karışan şeylerden arındırmaya ihtiyacı-mız var,
sahihlerden değil! Eskiden beri Sünnet’e karşı düşmanca bir tu-tum
sergileyenlere hep beraber karşı durmamıza ihtiyaç var. Açıkça
Sün-net’i bırakmaya ve Kur’an’la yetinmeye davet edenlere karşı
çıkmalıyız. Netice olarak ben Muhammed Gazâli’nin son kitabında
yer verdiği görüş ve içtihatlarına katılıyorum ve diyorum ki, o
müçtehid ve mücahid bir insandır. Hiç kimse onun İslâm davetindeki
rolünü inkâr edemez. Kendisi bütün görüşlere açık olduğu gibi,
başkalarını da kendisi gibi düşünmeye zorlamaz.
Allah Ahmed b.
Hanbel’e rahmet etsin. Bilindiği gibi o kitabında zayıf hadislere de
yer vermiştir. Kendisine bunun sebebi sorulunca başka bir tarikle sahih
olarak rivayet edilmiş olur da, Hz. Peygamber’in bir sünnetini
terketmiş olurum diye korktuğum için... cevabını verir.
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
el-Cündi: Ben İmam Şâfii’in
er-Risale’ sini ezberlemiş sayılırım. Otuz sene aralıksız okuttum.
Şâfii’nin bu kitabında en büyük keşfi, âhad haberler hakkında ortaya
koyduğu usûldür. Dileyen kabul eder, dileyen etmez.
Prof.
el-Acemi’nin sözlerinden anladığıma göre, o bu usûlü tama-men kabul
etmiştir. Ancak şunu da belirteyim ki, sürekli bir şeyi okumak ve
okutmak kişide bir kusur oluşturuyor, o da; insan başkalarına öğrettiği
hususlara o derecece inanıyor ki, kendi görüş ve ihtiyarından tamamen
vazgeçiyor.
Özetle şunu demek istiyorum: Ben şahsen sürekli
bağlı kalacağım bazı kurallar koymayı isterim. İşte bunlardan birisi;
külli bir usûl kaidesi-ne veya daha sahih bir nakle ya da akla muhalif
olmadan herhangi bir hadis reddedilmez! Prof. el-Acemi’nin de
belirttiği gibi Nevevi Buhari ve Müslim’de yeralan hadislerde hiçbir
hata yoktur dememiştir. Aynı şekil-de delâlet yönünden kat’i
olduklarını da söylememiştir.
Buhâri ve Müslim’in başımız ile
gözümüz üstünde yerleri var. An-cak hadislerin kesin bilgi ifade etmesi
mümkün değildir. İsnat ve râvileri açısından kesin olarak sahih
olabilirler. Metin ve mânâya gelince, bu tartı-şılır. Mâna açısından
sahih olmasının şartlarına, neden akla muhalif ol-mamasını şart
koşmayalım?
Öyleyse bu maddeyi de uygulamamız bir eksiklik
değildir. Bir taraf-tan bu kaideye bağlı kalırken, öbür taraftan bütün
yönleriyle hadisten isti-fade etmeye çalışalım. Böylece aklımızı
kullanmış ve hür bir düşünceyle hareket etmiş oluruz. Aksi takdirde
-büyük de olsalar- ölüler bize hükme-decektir. Oysa sen de tıpkı Hz.
Peygamber asrında olduğu gibi dinini sa-vunmak mecburiyetindesin. Hatta
bugün bu dava daha zordur. İlimle ha-reket etmezsek hiçbir yere
varamayız. Binaenaleyh ben nakli değerlendi-rirken, aklımızı
kullanmamız gerektiğine inanıyorum.
el-Müslimûn: Bilindiği
gibi Sünnet’e dil uzatan birçok müsteşrikler olmuştur. Zayıf ve mevzû
hadislerin varlığını fırsat bilerek, Sünnet’ in hürmetine şüphe
düşürmeye çalışmışlardır. Biz Sünnet’i yeniden elemeye tâbi tutma
işleminin müsteşriklerin ekmeğine yağ sürmeye ve yeniden Sünnet’e hücum
etmelerine yol açacağından korkuyoruz. Bu konuda neler
söyleyebilirsiniz?
Çelebi:
Sünnet’e hücum meselesi, Gazâli’nin kitabından çok önce-lere uzanır.
İlk önce müsteşrikler bu çığırı açtılar. Daha sonra ilmine, geniş
anlayışına ve çalışmalarına hürmet duyduğum Ahmed Emin geldi,
Fecr’ul-İslâm ve Duhâ’l-İslâm adlı iki kitabını, Arapça kaynaklardan
ziyade müsteşriklerin görüşleri üzerine bina etti. Fecr’ul-İslâm adlı
ki-tabında bir yönden Montgomery Watt, öbür taraftan Wells’in metodunu
esas aldı. Watt, İslâm’a hücum ederken dolambaçlı yollara
başvurmuş-tur. Ona göre İslâm öncesi Arap yarımadasında Hıristiyan ve
Yahudi kültürü oldukça yaygındı. Doğuda ve kuzeyde oturan Gassaniler
ile Münzirîler Hıristiyandı. Umeyye b. Ebî Salt da Hıristiyandı.
Hıristiyan düşüncesi yarımadanın buralarından merkeze doğru kaymıştır.
Ukaz pa-nayırında bu düşünceler anlatılmıştır. İşte ona göre Hz.
Muhammed de fikirlerini buradan almıştır.
Montgomery Watt
buradan başka bir yöne atlayarak, Hz. Peygam-ber’in tevhid akidesini de
Yahudilerden alarak kendisine yeni bir şekil verdiğini iddia eder.
Zaman zaman kendisinden geçerek batıni aklı ile tevhidî bazı şekiller
çiziyor, uyanınca da kendisine vahiy geldi zannedi-yordu. Bunu
etrafındakilere anlatınca onlar da inandılar. İşte müsteşrikle-rin Hz.
Peygamber’e ve risaletine bakış açıları budur. Onlar her şeyden önce
vahy’e ve risalet’e şüphe düşürmeye çalışmışlardır.
Bu saldırı
Macar asıllı Yahudi Goldziher’in hücumlarıyla zirveye ulaşmıştır.
Goldziher Mısır’a gelmiş, Ezher’de okumuş ve ve Müslü-manların sarığı
ile dolaşmıştır. Daha önce L. Massignon da aynı şeyi yapmıştı.
Goldziher Sünnet’i tenkit ederken temelinden hücum etmiş-tir. Ona göre
İbn Şihab ez-Zührî, Halife Abdulmelik’in dostudur. Emevilerle
düşmanları arasında hilafet kavgası başlayınca Abdulmelik, İbn Şihab’a
Şia’nın aleyhine, Emevilerin lehine hadis uydurmasını sa-lık vermiştir.
Buna delil olarak da güya Emevilerden İbrahim b. Hişam bir gün Zühri’ye
gelip bir sayfa uzatarak buradaki hadisleri senden rivayet ettiğime
dair bir imza at demiş, oysa hadisleri ondan almamış-tır. Daha sonra
İbrahim b. Hişam halk arasında dolaşarak, İbn Şihab’ın aslında rivayet
etmediği hadisleri ondan rivayet ederek yaymaya çalış-mıştır.
Goldziher
öbür taraftan, Velid b. Abdulmelik ile Said b. Müseyyeb’in arasının iyi
olmadığından hareketle, Şia ve Emevilerin karşı-lıklı birbirlerinin
aleyhine hadis uydurduklarını yazmıştır. Maalesef Ahmed Emin bütün bu
konularda bu müsteşrike tâbi olmuştur. Oysa Goldziher’i bilmem ama,
Ahmed Emin’in hadis âlimlerinin ikinci ve üçüncü asırda dini korumak,
metin ve sened yönünden hadisleri her türlü şaibeden arındırmak için
yaptıkları çalışmaları hatırlaması gerekiyordu. Hadisçiler bu
çalışmalarla mütevatir, sahih, zayıf ve mevzû hadislerin tamamını
birbirinden ayırmışlardır.
İşte İslâm ümmetinin zayıfladığı bir noktada İslâm’a şüphe sokmak isteyen bu saldırganlar bu kapıdan hücuma geçmişlerdir.
el-Müslimûn: Bu
izahlar için teşekkür ederiz. Peki Şeyh Gazâli’nin durumu ve Sünnet’i
yeniden elemeye tâbi tutmaya davet etmesinin bu anlattıklarımızla bir
ilişkisi var mıdır?
Çelebi:
Ben Şeyh Gazâli’ye hücum edemem, bilakis onun davasını destekliyorum.
Yeniden ayrıştırmaya ihtiyacımızın olduğunu ben de söy-lüyorum. Bir
görüşe veya bir tek mezhebe bağlı kalmayıp, bütün imam-lardan istifade
etmemiz şarttır. Ancak bir hadis, sened ve metin yönünden sahih olduğu
takdirde alırız. Bazılarının şiddetle karşı çıkmalarına gerek yoktur.
Mesela kadının dışarı çıkması neden tartışılıyor? Oysa biz Hz.
Pey-gamber döneminde de kadınların dışarı çıktıklarını, Müslümanlarla
bera-ber savaşlara iştirak ettiklerini biliyoruz. Ümmü Seleme, Nesibe
el-Ensariyye ve daha birçok kadının kıssalarını hepimiz biliyoruz.
Müsteşriklerin
hile ve tuzaklarına karşı çok dikkatli olmak ve aklı-mızı kullanmak
zorundayız. Mesela Goldziher’in dediği gibi farzedelim ki Abdulmelik
b. Mervan ve bazı Emeviler Medine’deki imamlara hadis uydurmayı
emretmiş olsunlar, başta Kûfe ve Basra olmak üzere sair İslâm diyarında
yaşayan imamlar neredeydiler? Oysa bu şehir-ler Emevilere karşı bir
tutum içindeydiler. Bunların yalanlarına karşı nasıl sükût edebilirler?
Mısır âlimleri bu cereyana karşı nasıl susabilir?
Son olarak
şunu söylemek istiyorum: İslâm ümmeti bugün tıpkı on üçüncü asırdaki
durumuyla karşı karşıyadır. O zaman da bir taraftan haç-lılar
saldırmış, bir taraftan da Moğollar hücum etmiş ve bir kıskaç
içeri-sinde kalmışlardır. Ancak asır sona ermeden Moğollar teslim
olmuş, haç-lılar da gitmek zorunda kalmışlardır.
Gerçekten
haçlılar bu savaşlardan hezimetle geri dönmüşlerdir. An-cak bunlar
arasında Thomas Aquino (Aquino’lu Thomas) gibiler çıkmış ve
Müslümanlara karşı en etkili savaşın silah değil, fikirle yapılacağını
savunmuştur. İşte bu tarihten itibaren başka bir haçlı savaşı ilan
edilmiş-tir. Bütün İslâmi eserlerimizi imha etmeye yönelik bu savaşta,
dinin mün-tesiplerini onlardan uzaklaştırmak için her vesileyle
saldırmıştır. Bunların hedefleri arasında sadece Sünnet değil, Kur’an
‘a da şüphe düşürmek var-dır.
el-Müslimûn: Öyleyse siz de Şeyh Gazâli gibi düşünüyor ve Sünnet’ in yeniden değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorsunuz!
Çelebi: Evet daha önceki konuşmamda da işaret ettiğim gibi Gazâ-li’yi bu yönden destekliyorum. el-Müslimûn: Hadisleri yeniden anlamak ile yeniden elemeye tâbi tutmak aynı şey midir? bu sorumuzu Prof. Rızk Tavil’e yöneltiyoruz.
Rızk Tavil:
Benim bu konu ile ilgim 17 yıl öncesine uzanır. Asyut’ta bir
Hıristiyan’ın kaleme aldığı bir kitap Ezher’e getirilmişti. Aslında
yazar Hıristiyan olarak da görünmüyordu. Bütün dinleri inkâr ediyordu.
Kitab’ın adı Muhammed’in Peygamberliğinin Tenkidi idi. Kitapta zaman
zaman Yahudilik ve Hıristiyanlığı da tenkid ediyor ve semavi hiçbir
dine bağlı olmadığını ortaya koyuyordu. Kur’an’dan bazı ayetlerle, bazı
hadisleri hedef seçmişti. Özellikle Hz. Süleyman’ın bir gecede 99
hanımını dolaşıp, her birisini savaşacak birer mücahide hami-le
bıraktığını söyleyen hadis üzerinde duruyordu. Yazar güneşin
batı-şından doğuşuna kadar geceyi 99’a bölmüş ve neticede hepsini
reddet-mişti. Yazar bundan sonra Hz. Peygamber’e sihir yapıldığını
söyleyen rivayet üzerinde durmuş ve kafayı, sihrin etkisinde geçen altı
aya taka-rak Bu dönemde gelen hükümler hakkında ne diyorsunuz! diye
soruyor-du.
Kitabı okuduktan sonra bir gazetede kaleme aldığım
makalede, hâdis âlimlerini ya şüphelere cevap vererek, yahut hadisleri
yeniden yorumlaya-rak doğru bir bakış açısı getirmeye ve bu gibi
meselelere eğilmeye teşvik etmiştim. Durum tehlikeliydi. İçinde
yaşadığımız asır farklı fikir ve dü-şüncelerin çatıştığı bir asırdı.
İslâmi uyanış hareketi bu gibi birçok olayla karşılaşıyordu. Bütün
bunlardan kendimizi korumak zorundaydık.
el-Müslimûn: Buna Sünnet’in zayi olmasından korkmak diyebilir miyiz?
Rızk Tavil:
Önceki dinlerin de sünnetleri vardı. Şimdi bunlar nere-de? Mesela Hz.
İsa’nın İncil’i tatbiki onun Sünneti’ydi. Öyleyse nerede bu Sünnet? Hz.
Musa’nın Tevrat’ı tatbiki de onun Sünneti’ydi. Şimdi görebiliyor muyuz?
Ancak Hz. Muhammed’in Sünneti korumak için yap-tıkları çalışmalar,
ortaya çıkardıkları rical, cerh ve ta’dil ile mustalah’ul-hadis gibi
ilimlerle ne kadar övünsek azdır!
Sünnet’in zayi olmasından
korkmak beyhudedir. Bütün dünya bir-leşse buna gücü yetmeyecektir.
Ancak esas korktuğum, yanlış değerlendi-rip, hatalı anlamaktır. Bu
yanlış anlamaktan dolayı, ihtilaflı meselelerin bizi kuşatıp, ümmetin
bölünmesine sebep olmasından korkulur.
Alimlerimizin koyduğu
kaideler onu korumaya kâfidir. Sahih hadis-leri tespit için bunlara
bazı yeni esaslar eklemeye mâni hiçbir durum yok-tur. Hz. Aişe’nin
Kimse kimsenin günahını yüklenmez ayetinden hareketle Ölü, ehlinin
üzerinde ağlamasıyla azap duyar hadisini reddetmesi, aklı kullanmaya,
yakini bilgi ifade eden nassı, zann ifade eden nassa takdim etmeye bir
delildir. el-Müslimûn:
Oturumumuzun son sorusunu Prof. Abdullah Abduşşekur’a yöneltmek
istiyoruz. İslâm âlimlerinin yaptıkları çalışma-lardan sonra Sünnet’i
yeniden elemek ve arındırmak doğru mudur?
NOT: Kaynak burada sona eriyor. Ötesini bilmiyorum.
Muhabbetlerimle...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Sayın bembeyaz bir iletisinde Kuran hafızlarına atıfta bulunarak mealen, "Kuran da hadisler de sözel yollardan geçip geldi," gibi bir şey söyledi. Kolay anlaşılır hale gelmesi için buna da somut bir örnek vermek istiyorum.
Sözel nakil özellikle benzer çıkaklı sesleri kolaylıkla değiştirir; örneğin Mekke’yi Bekke yapar çünkü bu iki harfin ikisini de alt ve üst dudaklarımızı birleştirip sonra birbirinden uzaklaştırarak çıkarırız. İsterseniz bir deneyin. B deyin, sonra M deyin. Anlayacsaksınız.
Bir cami imamı bana cemaatinden bazı kimselerin besmeleyi dahi yanlış söylediğinden yakındı. Mismillah diyorlarmış. İlginç değil mi?
Bir bakıma vav ile fé harfleri de öyle. Örneğin Şems sûresinin 15. ayeti HAFS mushafında vav ile başlıyor. WARSH mushafında ise fé ile*.
Hafs –---------Warsh Ve la yehâfu -Fe la yehâfu
Anlamlara da yansır bu durum. Çünkü VE bağlacı genellikle ARTI demektir yani ek olarak. FE ise DOLAYISIYLA yani o halde. Şimdi bunu Nisa 3’teki FENKİHU bağlamında ele alınca ne görüyoruz?
Hz Peygamber zamanında Nisâ 3'ün ilk iki kelimesi muhtemelenve enkihu okunacak şekilde yazılıyordu. Bu bize yazılı olarak ulaşsaydı emin olurduk. Ama sonradan yazıya geçirilmiş olan, müzelik, bir iki mushaf dışında Miladî 8. yüzyıla kadar sözlü olarak ve muhtemelen değişerek ulaştı.
ve enkihu --> fe enkihu --> fe inkihu -->fenkihu
Nisâ 3'teki "Nun-Kef-Ha"nın bu harekeleri yüzünden FENKİHU diye okunmak zorunda olması ilahî iletiye inanılmaz çelişkiler boca ediyor; oysa eğer Nûr 32'deki Nun-Kef-Ha gibi VE ENKİHU diye okunacak şekilde harekelenmiş olsaydı her şey yerli yerine oturacaktı ve Kuran'da hiç kimsenin çelişki bulamıyacağını belirten Nisâ 82'ye herkes amenna diyecekti. ve enkihu: ve evlendirin (Nûr 32) fenkihu: o halde evlenin (Nisâ 3)
Nisâ 3'ün ikinci kelimesi Hz Peygamber zamanında Nun-Kef-Ha idi. Harekesiz. Tıpkı Nûr 32'nin ikinci kelimesi gibi. Ya ilk kelime? Ve mi idi Fe mi?
Topkapı müzesinde sergilenen "Osman Mushafı" harekesiz. Bu kelimeleri orda görmek istedim. Bir yetkili imakansız dedi. Neden imklansız? Harekesiz mushafı çoğaltıp isteyene verseler güzel bir iş yapmış olmazlar mı?
Hz Peygamber'in yazdırdığı harekesiz kelimelere Miladî 8. yüzyılın başlarında harekeler yamandı ve Haccac bin Zalim tarafından 1000 (bin)i aşkın elifharfi mushafa boca edildi.
Müdahaledir bu. Görmemek için istediğimiz kadar başımızı kuma gömelim. Gerçek orda öyle duruyor.
Katılma Tarihi: 31 temmuz 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 736
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
ali kardeşim,
alıntılar yaptığınız, gazâli'nin görüşlerine büyük ölçüde katılıyorum..
çoğu konuda onun gibi düşünüyorum... size de ısrarla tavsiye ederim...
bakınız ne de güzel söylüyor...
Gazâli: Bazı insanlar çıkıyor ve “Bizi Sünnet ilgilendirmez, bize Kur’an yeter” diyorlar. Bu büyük bir hatadır, bunu söyleyenler meseleyi karıştırıyorlar. Zira Hz. Peygamber’in hayatı, Kur’an’ın bütün yönünün ameli bir tatbikidir. Onun ibadet, ahlâk, cihad ve muamelede sireti, yeryüzünü değiştiren ve bambaşka bir medeniyet getiren canlı bir Kur’an’dır. Şayet kavli ve ameli sünnet olmasaydı. Kur’an hayal âleminde yaşayan felsefi nazariyelere benzerdi.
Binaenaleyh Hz. Muhammed’in sosyal, siyasal ve askeri alanlarda koymuş olduğu sünnetleri, daha da önemlisi ibadet ve itikad ile ilgili ortaya koyduğu prensipleri, kıyamete kadar kalacak Risalet’in bölünmez bir parçasıdır. Nasıl ki su hidrojen ve oksijenden meydana geliyorsa, İslâm da Kitab ve Sünnet’ten oluşmaktadır.
Allah razı olsun.... senden de ondan da...
ben de aynen bu kanaatteyim işte.....
muhabbetle....
__________________ Rabbim! ilmimi ve anlayisimi artir!
Katılma Tarihi: 31 temmuz 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 736
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
hasan kardeş,
verdiğin linki tıkladım...
yazıyı okudum... yapılan araştırmada ve ortaya konulan örneklerde de belirtildiği üzere; hafs ve warsh kıraatları arasındaki farklılıkların anlamı hiç bir şekilde etkilemediği ve bunun da Rahman olan Allah tarafından indilen Kur an ın korunduğunun bir işareti olduğu ortaya açıkça konulmaktadır...
orijinal metne bakacak olursak bunu görebiliriz......
--------------------
We agree with the scholarly understanding that none of the differences, whether vocal (vowel and diacritical points) or graphic (basic letter), between the transmission of Hafs and the transmission of Warsh has any great effect on the meaning. However, the Mathematical Miracle of the Quran supports ONLY one version, the Hafs transmission which is the most commonly used version of transmission. The Rasm (Orthography) of Hafs follows the pattern of the mathematical structure of the Quran as well as the numbering of the suras and verses. In reality it shows how the Mathematical miracle of the Quran is working to confirm the preserved Quran as promised by God.
CONCLUSION.
There are various versions of the Arabic Quran that are still in print. They differ in many aspects although they convey the same meaning. God has provided us with the tool to verify the correct version and confirm His preservation of the Quran. The Mathematical miracle of the Quran has proved that the Hafs transmission maintained the built in mathematical structure of the Quran."
-----------------
özetle ifade edecek olursak; ayrıntıyı bırakalım da öze inelim artık...
kabukta dolaşmayalım... ruhu kavrayalım..
ne mutlu kur an ve sahih sünnete sarılanlara....
selam ve dua ile...
__________________ Rabbim! ilmimi ve anlayisimi artir!
Katılma Tarihi: 22 mart 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 131
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
slm...
Bizi Sünnet ilgilendirmez, bize Kur�an yeter....diyorlar. sünnet canlı bir Kur�an�dır. kavli ve ameli sünnet olmasaydı. Kur�an hayal âleminde yaşayan felsefi nazariyelere benzerdi
peki madem öyle
yaşayan kuran olan muhammed resul, nasıl eğitildi... kitabın bir çoğu kıssalar değilde nedir... anlatıldı anlatıldı bunların yoluna uy dendi... ibrahim ve beraberindekıler ornek gosterıldı...
bu anlatım (kalbe ) sonra yazı yoluyla (kitabi) degılde nasıl oldu.. vıdeo mu seyrettırıldı üç boyutlu resule..ve resullere... sünnet kuranın içinde degılde nerdedır..nereleri okudu muhammed resul kuran dan.. yasayan elçi nin uydugu ,yasadıgı, kuran sa niye su kaynagından içilmiyorrr..bu yonune kim uyacak..
vahy i anlamak muhammed resul un tekelındemı... kimdir diyor bunu...??
Katılma Tarihi: 31 temmuz 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 736
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
gazali ye burada da aynen katılırım.... Allah razı olsun
Gazâli: Buhâri dahi rivayet etse, bu doğru değildir. Buhâri’nin riva-yetine göre; Lebid b. Asam, Hz. Peygamber’e sihir yapmış ve bunun üze-rine Muavvizeteyn sûreleri nazil olmuştur. Şimdi soruyorum, elimizdeki mushaf Muavvizetey’in Mekke’de nazil olduğunu söylüyor. Sihir hâdisesi ise Medine’de vuku bulmuştur. Kime inanalım; Buhâri’ye mi, mushafa mı?
Sonra normal bir beşer bile sihirden uzaklaşmak ve Allah’ın zikri ile beraber olmak ister ki bu şekilde şeytanların şerriden korunmuş olur. Zira abdeste elde edilen maddi temizlik ile zikir ile elde edilen manevi temizlik bir araya geldiği zaman, cin ve insanların şeytanlarının tasallutundan kurtulursun, peki uyuduğu halde kalbi sürekli Allah ile beraber olan bir peygamber, nasıl olur da bir Yahudinin sihrinden etkilenir? Bu aklın kabul edebileceği bir söz değildir.
gazali gibi islam bilginlerinin sayılarının artması temennisiyle....
selam ve dua ile.....
__________________ Rabbim! ilmimi ve anlayisimi artir!
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma