Yazanlarda |
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
BAHAİLİK
Bahai
dininin kurucusu, Bahaullah Mirza Hüseyin Ali adlı bir İran' lıdır. 12
Kasım 1871' de İran' ın Tahran kentinde dünyaya gelen Bahaullah,
sürgünde bulunduğu Akka' da (1892) yaşamın yitirdi.
Soyu, Türk kökenli Kaçkarlar' a dayanan Bahaullah, çağdaşı olan Ali
Mehmet Bab' ın öğretilerinden etkilendi; Musevilik, Hristiyanlık ve
İslamiyet' lik gibi tek tanrılı dinlerin yanısıra Budizm, Brahman ve
Zerdüşt gibi çok tanrılı dinlerin araştırdı, bilgierini artırdı. Şiraz'
da kendi görüşlerini yaymaya başladığı (1848) sırada, "Ali Mehmet Bab'
ın görüşlerini savunuyor" gerekçesiyle kovuşturuldu.1852' de Bağdat' a
sürüldü. Ancak, Ali Mehmet Bab' ın 1849' da kurşuna dizilip, sahneden
çekilmesiyle, "Babailer" olarak bilinen yandaşları, Bahaullah' a
yöneldiler. Böylece Bahaullah' ın çevresi kısa zamanda genişledi.
Ne var ki, Osmanlı yönetimi, onu İstanbul' a sonra Edirne' ye (1864)
sürgün etti. Ancak Bahaullah burada da etkinlik gösterince bu kez Akka'
ya gönderilerek (1868) orada hapsedildi.
Hapsedildiği kalede, tek ve çok tanrılı dinlere dayanan bilgilerini
birleştirip yeni bir din kurma girişiminde bulunan Bahaullah' a göre;
insan, inanma gereksinimi olan bir yaratıktır. Dinler ise, inanmayı
biçimlendiren birer araçtır.
Öyle ise din, yaşamın bir parçası olmalı ve tüm insanları kucaklamalıdır.
Oysa, süregelen peygamberlerin dinleri, belli toplulukları, kendi
tekelinde tutmayı; ya da kendi kabul ettirmeyi amaçlamaktadır. Kimileri
de, bu kabul ettirmede zorbalığa dayanmaktadır. Bunu yaparken Tanrı'
nın buyruğuna uyduklarını, yeryüzünde "Allah' ın hakimiyeti" ni esas
aldıklarını ifade etmektedirler.
Özellikle, geçmiş çağlarda görülen bir çok kanlı olayların temelinde
kendi dinini egemen kılmak isteyenlerin zorbalıkları gözlenmektedir.
Din zorbalığa dayanılarak kabul ettirilmemelidir. İnsan, kendi aklı ve vicdanıyla doğruyu bulmalı, dinin seçmelidir.
Baskısız ve dayatmasız kendi olgunluğuna kavuşan insan, özgür
iradesiyle hareket etmeli, önündeki seçeneklerden birini kendi
iradesiyle seçmelidir.
Bu olgunlukla seçilen ve yaşatılan din, insan hak ve hukukuna saygılı olur.
İşte o zaman din, insanların gereksinimlerini karşılayan yaşamsal bir kurum haline gelir.
Bu temel ilkeler doğrultusunda kendisini ifade eden Bahaullah;
kişilerin olduğu gibi görünmesi ve göründüğü gibi olmasını; yani
sözleri ile eylemlerinin birbiriyle uyumlu olmasını istemektedir.
Gerçek dostluğun ve inanç olgunluğuna ermenin, ancak eylem içinde
belli olduğuna dikkat çeken Bahaullah; uluslararası barışın, dostluğun,
sevginin ve kardeşliğin sağlanması için ortak bir dilin oluşmasını;
yargının uluslararası merkezi bir sisteme bağlanmasını; bireylerin
olduğu gibi, ulusların ve devletlerin de olumsuz eylemlerinden dolayı
yargılanmalarını, tüm insanlığın yararına görmektedir.
Elbette ki üretimde ve tüketimde adaletli paylaşım esas alınmalıdır.
Yaşadığı çağ gereği, önceki peygamberlerden daha toplumsal, daha
ekonomiksel, daha hukuksal olarak insanlara yaklaşan Bahaullah, kendi
din öğretilerini içeren Kitabul - Akdes (En Kutsal Kitap), Kitabul -
İkan (Sağlam Bilme Kitabı), Kelimat - ı Maknune (Maknu' nun Sözleri),
Tarazat, İşrakat (Işıklandırma), Tecelliyat (Görünme, Belirme), Kelimat
- ı Firdevsiye ( Firdevsi' nin Sözleri) adlı kitaplar yazdı. Prensipleri
İnsanlık alemi tek bir ailedir
Irk, din, dil, cinsiyet gibi tüm önyargılar kaldırılmalıdır
Tüm dinlerin temeli birdir (şimdilik son din İslam ya da Bahailik değildir, gelecekte de dinler gelecektir)
Din bilim ve akıl ile uyum içinde olmalıdır
Kadın ve erkek eşittir
Genel barış için çalışılmalıdır
Evrensel eğitim hedeflenmelidir
serbest düşünce ile gerçek araştırılmalıdır
Aşırı zenginlik ve yoksulluk kaldırılmalıdır.
Bahai Dininde tek evlilik (monogami) esastır, kadınlar türban takmak
zorunda değillerdir. Tüm dünya ülkelerinde değişik ırksal ve dinsel
kökenden gelme (İslam, Hıristiyan, Yahudi, Zerdüştî, Hindu vs) Bahailer
vardır. Bahai Dinine göre tüm dinlerin kaynağı ve amacı ortaktır ve
birbirine aykırı değildirler. Düşmanlık aracı haline gelmeleri tarihte
insanların dinleri güç elde etme amaçlarına alet etmelerinden
kaynaklanmıştır. Buna göre Bahailikte "eğer din sevgi ve birliğe değil,
düşmanlık ve ayrılığa neden oluyorsa dinsizlik daha iyidir". Daha
önceki dinlerde olduğu gibi bundan sonra da insanlara ahlaki ve ruhani
eğitim sağlamak amacıyla başka peygamberler geleceğine inanılır.
Bahai Dünya Merkezi İsrail´in Hayfa şehrindedir. 1868´ten itibaren
Bahaullah ve ailesinin ve beraberindeki inananlarının o tarihte Osmanlı
toprağı olan Akka Kalesine (bugün İsrail´de Akdeniz kıyısında) sürgün
edilmesi ve orada vefatına kadar yaşamaya devam etmesi sonrasında
Akka´nın hemen yanındaki Hayfa şehri, Bahai Dünya Merkezi´nin yeri
oldu. Bahailik Birleşmiş Milletler´de temsil edilmekte ve dünyadaki
gayrisiyasi alanlarda sosyoekonomik projelere katkıda bulunmak için
çalışmaktadır.
İbadet
Başlangıçta islam dininin bir mezhebini andıran Bahailik zamanla
bağımsız bir din halini almıştır. Bahailik ´te Yahudilik ve
Hıristiyanlıktan alınan esaslarda vardır. Bahailik, Allah ´ a,
kitaplarına, peygamberlerine, kıyamete ve Baha ´ya imanı emreder.
Bahailik için insan yaşamının amacı Tanrıyı tanımak O ´na tapmak ve
sürekli ilerleyen uygarlığı desteklemektir. Bahailik alemin birliğini
sağlama ve dünya barışının temelleri oluşturma gayreti içerisindedir.
Bahailik öğretilerinin en başında ;
- Bağnazlıklardan vazgeçilmesi
- Kadın erkek eşitliği
- Zorunlu eğitim
- Uluslar arası ortak bir dilin gerekliliği
- Aşırı zenginlik ve fakirliğin ortadan kaldırılmasının sağlanması gibi
öğretiler Bahai dinin temel öğretileri arasında sayılmaktadır.
Bahailik ´te namaz ve oruç gibi ilahi yasaların yanında insansı
yasalarda bulunmaktadır. Bahailik aile kurumuna önem verir ve tek eşli
evliliği emreder ve kendilerince zorunlu durumlar dışında birden fazla
kadınla evlenemezler. Cenaze namazı dışında toplu namaz kılmazlar.
Alkol kullanımı kesinlikle yasaktır. Bahailer herhangi bir siyasi ve
politik düşünceyi savunmaz veya tavır almazlar. Yaşadıkları toplumun
siyasi ve geleneksel kurallarını yorumlamaksızın kabul ederler.
Bahailer 21 mart günü başlayan her biri 19 gün süren 19 aydan oluşan
Bahai Takvimini kullanırlar. Bahai Takvimine göre Bahailerin 9 kutsal
günleri vardır ve son ay oruç tutarlar.. Günde üç vakit özel namaz
kılarlar. Namaz kılarken islam ´dan ayrılan önceleri mezhep sonra ayrı
bir din hüviyetine dönüşen inanç sistemi olmalarına karşın Kabe ´yi
kıble olarak kabul etmezler. Bahaullah ´ın oturduğu evin bulunduğu yeri
kıble sayarlar. Bahai Tapınakları
Chicago,
Wilmette´deki Bahai Mabedi Bahai Tapınakları, her dinden kimsenin
sessiz olmak koşuluyla bildikleri şekilde ibadet edebilecekleri
mekanlardır. Şimdiye dek her kıtada bir tane olacak şekilde 7 adet
tapınak inşa edilmiştir. Bu tapınakların ortak özeliği, bir kubbeleri
ve 9 girişleri olmasıdır (dünyada 9 dinin varolduğuna dair Bahai
inancını yansıtır).
İlki Aşkabat?ta 1908?de inşa edilmişti. 1938?e kadar hizmet veren bu
tapınak Sovyet rejimi tarafından ibadete kapatıldı; 1962?de bir
depremle yıkıldı. Bu ilk tapınak; hastane, okul, hostel gibi başka bir
çok birimi içeren bir kompleks idi.
1953 yılında ABD?nin Illinios eyaletinde Chicago?nun kuzeyinde bir Bahai mabedi tamamlandı. (Bakınız: resim)
Daha sonra inşa edilen tapınaklar sırasıyla şu ülkelerdedir:
Uganda(Kampala), Avustralya (Sidney yakınında), Almanya (Frankfurt?un
dışında), Panama (Panama City yakınında), Batı Samoa (Apia), Hindistan
(Yeni Delhi)
En yeni Bahai Tapınağı olan Hindistan, Yeni Delhi?deki tapınak, 1986?da tamamlandı. Pek çok mimari ödül aldı. Diğer Dinler´e Göre Bahailik
Birçok
kaynağa göre Bahai Dini, yeni dini akımlar arasında sayılmaktadır. Bazı
görüşlere göre, 19.yüzyılda doğmuş, başlıca büyük dinler ve diğer
inançları sentezlemeye çalışan hümanist ve barışçıl bir dinsel
harekettir; bazılarına göre bir din sayılmamaktadır. Bahailiği bir din
olarak kabul edenler arasında, tarihsel kökeni nedeniyle onu İbrahimî
Dinler arasında sayanlar da vardır.
Başta 3 büyük Ortadoğu dini, yani İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik
inananlarının Bahailik ile çatıştığı ve karşı olarak öne sürdüğü
noktaların başında "son din, son peygamber inanışı" sayılabilir. Çünkü
bu üç dinin mensuplarında da, doğru yolda olma, bir daha başka
peygamber gelmeyeceği inancı görülebilir. Örneğin Müslümanlık´taki son
din kavramı gibi, Hıristiyanlık´ta İncil´de geçen "Alfa benim, Omega da
Benim" -yani İlk benim, Son da benim- sözlerinden kaynaklanan sonluk
inanışı, Musevilik´te (Yahudilik) de temelini Kutsal Kitap Tevrat´tan
alan, Tanrı´nın seçilmiş tek dini olma inancı vardır. Bahailiğe göre
ise bu ifadelerin kastettiği şey, bu dinlerin peygamberlerinin aslında
aynı dini ve aynı öğretileri diriltmekte olduğu; dolayısıyla dinlerin
bu noktada birbiriyle çelişik olmadığıdır.
Bahailik, dünyada birçok ülkede resmi din olarak tanınmakla birlikte
bazı yerlerde bu söz konusu değildir. Özellikle doğduğu ülke olan
İran´da başlangıcından itibaren meydana gelen baskılar ve ölümler
sonrasında, dünyanın birçok kıtasına Bahailerin göçü yaşandı. Bugüne
kadar geçen 150 yıllık sürede bu göçler yüzbinlerle sayılabilecek
kadardır.
Günümüzde Bahailik
Günümüzde
hareketi yönlendiren Umumi Adalet Evi ilk kez 1963 yılında kurulmuştur.
Hareket islam ülkelerinde ilk yıllarda oldukça baskı altında kalmış
olmasından dolayı islam ülkelerinde fazla yayılamamıştır. Bahailik
özellikle Tanrı inancının oldukça zayıfladığı ve toplum düzeninin
bozulduğu yerlerde günümüzde taraftar sayısını arttırma eğilimindedir.
Ülkemizde dahil olmak tüm islam ülkelerinde Bahailik ayrı bir din
olarak kabul edilmemektedir. Bu nedenlede herhangi bir islam ülkesinde
Resmi ibadethaneleri yoktur. Nufüs cuzdanında Din Hanesi olan islam
ülkelerinde Bahai yazılmamaktadır. Bahailik sapkın bir mezheo olarak
tanıtılmaktadır.
İslam ülkelerindeki bu tavırlara rağmen Bahailik günümüzde içlerinde
ülkemizin de bulunduğu dünyanın hemen hemen tüm ülkelerinde Bahai
inancını taşıyan topluluklara rastlanmaktadır.Ülkemizde Bahailer
genelde istanbul,Ankara gibi büyük kentlerde yaşamaktadırlar ve
sayıları 20.000 civarındadır. Yaklaşık olarak dünyada 2.000.000
civarında Bahai bulunmaktadır
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Bogomiller
10.
Yüz yıldan başlayarak Bizans ´ta bulunan din adamları, Bulgaristan ´da
" Bogomiller " adı verilen yeni bir dinsel akımın gelişmekte olduğunu
fark ettiler. Akımın kurucusu Bogomil (Tanrı ´nın sevdiği) adında bir
köy papazıydı. Yaklaşık 930 yıllarında papaz Bogomil yoksulluk,
alçakgönüllülük, dua ve tövbe ile geçen bir yaşamı vaaz etmeye
koyulmuştu.
10. Yüz yıl ortalarında Bulgar Çariçesi Maria-Irena ´nin amcası
İstanbul Patriği Theophilaktes, damadı Bulgar Çarı Petro ´dan iki
endişe dolu mektup alır. Bu mektuplarda Çar, Bulgaristan ´da ortaya
çıkmış yeni bir dinsel, ama Kilise karşıtı akımı anlatmakta ve bu
akımla Nasıl bas edilmesi gerektiğini sormaktadır. Konuya eğilen
Patrik, bu akımın Paflikyanlar ´ın yeniden canlanması olduğuna karar
verir. 954 Tarihli yanıtında, bu akımı iyi bildiğini ve bu kişilerin
Kilise öğretisine geri çağrılmaları gerektiğini yazar. Ancak Patrik ´in
yanıtı, bu akımı alışılagelmiş bir sapkınlık olarak açıklamasına
karşın, bunun Bulgaristan ´da yeni ortaya çıkısına şaşırdığını ve
bundan pek etkilendiğini açıkça sergilemektedir.
Bogomilizm ´den ikinci kez söz eden kişi bir Ortodoks Bulgar papazı
olan Kozmas ´tır: " Çar Petro ´nun zamanında Bulgaristan ´da Bogomil
adlı bir papaz yasıyordu. O, Bulgaristan ´a sapkınlığı eken ilk kişiydi
". Kozmas, bu satırları içeren ve 977 yılında kaleme aldığı
risalesinde, Bogomilizm ´in yeşermesine olanak sağlayan Ortodoks
Kilisesinin tembellik ve savurganlığına çatmaktadır.
Bogomil ´e göre dünya kötüydü, çünkü İsa ´nın kardeşi ve Tanrı ´nın
diğer oğlu olan " Satanael " (Şeytan) tarafından yaratılmıştı; Şeytan,
Eski Ahitteki kıyıcı Tanrı " Yehova "dan başkası değildi. Büyük
olasılıkla Bogomil, 6. ile 10. yüzyıllar arasında Anadolu ´da yaygın
olan Paflikyanlar ´in ve Messalianlar ´in düalist inançlarından
etkilenmişti. Bogomil akiminin inanışlarına göre Ortodoks kilisesinin
törenleri, kutsal eşyalar ve ikonalar, Aslında Şeytan tarafından
yaratıldıkları için anlamsız ve yararsızdılar; Haçtan da nefret etmek
gerekliydi, zira İsa Haçın üzerinde işkence çekmiş ve öldürülmüştü;
Geçerli olan tek dua, gece ve gündüz dörder kez yinelenmesi gereken "
Bizim Babamız " duasıydı.
Bogomiller ´in kozmolojik ilkeleri arasında Baba ile iki oğlu önde
geliyordu. Baba süper kozmik yörelerde, İsa göklerde, Satanael adlı
büyük oğul dünyada egemendiler. Satanael adı, " Tanrı ´ya karşı gelen "
anlamına geliyordu. Çoğu Düalist topluluklar her iki oğlu da, küçüğünü
sevgiden büyüğünü ise korkudan, yüceltiyorlardı.
Paflikyanlar ´in Şeytanı Tanrı ´nın büyük oğlu olarak gördüklerine
dair bir kanıt yoktur. Bu nedenle söz konusu öğretinin kökeni doğrudan
Bogomiller´e dayandırılır. Doğal olarak Bogomiller, hiç kuskusuz
Şeytanin kötülük ortakları olarak toprak ağalarını ve soyluları
görüyorlar; yeryüzünün tüm mallarını ve zenginliklerini
reddediyorlardı. " Eğer iyi bir Tanrı varsa, kötülükler nereden
geliyor? " İste Bogomiller´in yanıt bulmaya çabaladıkları soru buydu.
9. ve 10. yüz yıllarda Trakya ´daki koşullar feodalitenin
gelişmesine elverişliydi. Küçük toprak sahibi köylülerin aleyhine güçlü
bir feodalitenin boy vermesi, köylü sınıfının sefaletine neden
olmaktaydı. Bölgenin sahne olduğu sürekli savaş durumu halkın
omuzlarına her gün artan vergiler yüklemekte, yoksulluğa düsen köylüler
bir koruyucu (prostasia) aramak zorunda kalmaktaydılar. Aşırı ölçüde
sert geçen 927-928 yılı kişini izleyen korkunç bir kıtlık ve veba ile
birkaç yıl yinelenen kötü hasat, feodal sınıfa halka ait toprakları
olabildiğince düşük fiyatlarla ya da birkaç besin maddesi karşılığında
satın alma olanağını vermişti. Bu ekonomik koşullar hiç kuskusuz
Bogomil propagandasının yayılmasına yardımcı olmaktaydı. yaygın
sefalet, bir yandan Bogomiller ´in çağrısına uygun zemin hazırlarken,
diğer yandan gelişen bir feodalitenin oluşmasını hızlandırıyordu. Tüm
kudret ve zenginlikler bir azınlığın elinde toplanıyordu. Bu sosyal
dengesizlik Bogomiller ´in sert karşı çıkışlarına yol açmaktaydı.
Bogomil inancının sosyo-politik temeli, Bulgar köylüsünün toprak
ağalarına karsı gelişen tepkisi olmuştur. Bu tepki yadsıyıcı, olumsuz,
bozguncu bir tepkiydi ve hiç kuskusuz Çar Petro ve oğullarının
dönemlerinde Bulgaristan ´ın gerilemesine yol açmıştı. Kozmas ´ın
risalesini yazdığı dönemde Bogomilizm yeni gelişen bir akımdı ve kısa
süre önce Bizans İmparatoru Yohan Tzimises, Philippopolis (Filibe)
civarındaki yörelere Paflikyanlar ´ı göçe zorlamıştı. Bu bağlamda,
hoşnutsuzluk yaratan ekonomik durumun ve yörede aniden ortaya çıkan
düalist Paflikyan inançlarının Bogomilizm ´in temelini oluşturduğu
düşünülebilir. Genel kural olarak Bogomil öğretisi, Gnostik akımlardan
aktarılmış düalizm ile olabildiğince tam uygulanması istenen Hıristiyan
öğretisinin arasındaki gizli ya da açık karsılaştırmalarda
belirginleşiyor. Bir akımın ilerleyip gelişmesi, yalnızca diş etkiler
ve üyelerinin ateşli çabalarıyla açıklanamaz. Ortam elverişli, insanlar
etkilenmeye hazır olmalıdır. Bu koşullar, o dönemde Bulgaristan ve
Bosna ´da yeterince bulunuyordu.
Bogomiller ne et yiyorlar, ne de şarap içiyorlardı; evliliğe de
karsıydılar. Topluluklarında hiyerarşik bir düzen yoktu. Birbirlerine
günah çıkartıyorlar, birbirlerini affediyorlardı. Zenginleri
eleştiriyorlar, soyluları aşağılıyorlar ve sıradan insanları, edilgin
bir direniş göstererek, efendilerine bas kaldırmaya davet ediyorlardı.
Bogomil akiminin basarisi, Kilisenin zenginlik ve ihtişamı ile
papazların değersizliklerinin yarattığı düş kırıklığından kaynaklanan
toplu bir adanmışlıkla açıklanabilir. Ancak asil etken, giderek
yoksullaşan ve toprak köleliğine bile razı olan Bulgar köylülerinin,
toprak sahiplerine ve Bizans işbirlikçilerine duydukları nefretti.
Ortodoks inançlarına bu denli karsı çıkan bir öğretinin, ister
istemez bölgenin sosyal yaşamının tüm öğeleri üzerinde önemli yankıları
olmuştu. Özellikle Kilise ile Devlet çıkarlarının böylesine iç içe
olduğu bir dönemde Ortodoks inancının reddi, kaçınılmaz olarak yasalara
bir başkaldırı ve toplumsal düzenin tümüne yöneltilmiş bir meydan
okumaydı. Bogomiller halkı sivil itaatsizliğe çağırıyorlardı:
efendilerine itaat etmemeyi, zenginleri hor görmeyi, Çardan nefret
etmeyi, Çar ´a hizmet edenleri alçak olarak değerlendirmeyi, soyluları
gülünç duruma düşürmeyi, her ırgata ağası için çalışmayı reddetmeyi
öğütlüyorlardı. Bu sosyal anarşizme karsı Kilise, siyasi yetkenin
kutsallığını ileri sürerek karsı çıkmaya çabalıyor, Çar ve soyluların
Tanrı tarafından görevlendirildiklerini ileri sürüyordu.
Ancak bu toplumsal anarşizmin rolü abartılarak, Bogomiller Ortaçağın
komünistleri gibi değerlendirilmemelidir. Bogomilizm ´in eşitlik
ilkesi, yoksulluk ve ahlaki saflık arayışlarından türemiştir.
Feodaliteye karsı savaşımları adeta Yılık ve Kötülük arasındaki kozmik
savasın toplumsal düzeye oturtulması gibidir. yalnızca bu anlamıyla
bile Bogomilizm, feodalitenin gelişimine karsı koymuştur ama, esas
olarak hiçbir zaman bir politik akım biçimine dönüşmemiştir. Bogomiller
her şeyin üstünde dinsel vaizler olarak kalmışlar, sivil işlevlere ilgi
duymamışlardır.
Gönüllü yoksullukla birlikte, çalışmanın Bogomiller tarafından hor
görülmesi, gezgin keşiş tipini ortaya çıkarmıştır. Bu nitelik,
Paflikyanlar ´dan çok Messalianlar ´a özgüdür. Bogomiller ´in edilgin
tutumları, onları Paflikyanlar ´dan ayıran en önemli özellikleridir.
Bogomiller ´e verilen diğer bir ad olan ve Türkçe " torba " sözcüğünden
türemiş olan " Torbeshi ", gezgin Bogomil keşişlerinin omuzlarına
astıkları ve içine aldıkları sadakaları koydukları torbadan
kaynaklanmaktadır.
Günümüzde Torbeshi adı, Makedonya ´nın Müslüman Bulgarları olan
Pomak ´lara verilen bir addır. Bizans İmparatoru II. Basil ´in 1018
yılında Bulgaristan ´ı fethinden sonra, birçok Bulgar soylusu zorla
İstanbul ´a yerleştirilmişti. Bu soylular ve hatta Bazı Bizanslı
papazlar tarafından kabul edilen Bogomilizm kendi teolojisini
geliştirme çabasını sürdürdü. Ne var ki, bu teolojik çabalar sonunda
Bogomil akımı ikiye bölündü. Şeytanin yetkesini kabul ederek, onu ezeli
ve mutlak bir Tanrı olarak görenler " Dragovitsa Kilisesi " adıyla
örgütlendiler (Dragovitsa, Trakya ile Makedonya sınırı üzerinde bulunan
bir köyün adıydı). Şeytani İsa ´nın kötü kardeşi olarak gören eski
Bogomiller ise " Bulgarlar " adını aldılar. Dragovitsa kolunun mutlak
bir düalizmi, Bulgarların ise ilimli bir düalizmi savunmalarına karşın,
iki grup birbirine hoşgörü ile bakmaktaydı. Bu dönemde Bogomilizm hızlı
bir atılım gösterdi ; üyelerinin sayısı artarken, Anadolu ve Balkanlar
´da yeni topluluklar oluştu.
10. Yüz yıl sonlarına doğru Bogomil toplulukları içinde hiyerarşik
bir yapı gelişmeye başladı: rahipler ve inananlar birbirinden ayrıldı.
Dua ve oruç, kesinlikle uyulması zorunlu uygulamalar haline geldiler;
giderek törenlerin sayısı ve ayrıntısı arttı. Bir köylü hareketi olarak
başlayan akım, 12. yüz yıl sonlarında, ayrıntılı törenleri ve
Hıristiyanlıktan giderek uzaklaşan düalist eğilimleri olan bir manastır
tarikatı biçimine dönüştü.
12. Yüz yılın başlarında, Bogomiller ´i baskı altına almak amacıyla
Kilise örgütlenmeye koyuldu. Bunun üzerine Bogomiller Balkanların
kuzeyine çekildiler. Buradan yola çıkan Bogomil misyonerleri Dalmaçya,
İtalya ve Fransa ´ya kadar yayıldılar. Bazı dönemlerde Bogomilizm,
devlet düzeyinde de başarılar kazandı. Örneğin; 13. Yüz yılın ilk
yarısında Ban Kulin (1180-1214) yönetimi sırasında Bulgaristan ve Bosna
´da resmi din olarak kabul gördü.
Bogomilizm ´in tüm tarihi boyunca sürdürdüğü bir başka belirgin
özelliği ise, değişkenlik ve koşullara uyum sağlama yeteneğidir. Bu
bağdaştırmacı nitelik, onlara çağrı etkinliklerini sürdürebilme ya da
baskıları atlatabilme fırsatını tanımaktaydı. Bogomiller, diğer
dinlerle ya da din dışı akımlarla bağdaşmaktan çekinmezlerdi. Bu eğilim
zamanla daha belirgin biçime dönüştü ve 13. Yüz yıldan başlayarak
Bogomilizm daha sik olarak Paganizm, büyü ve batıl inançlar ile iç içe
geçti. Bu durum, herhangi bir sapkınlığı Bogomilizm olarak damgalayan
Ortodoks eğilimini haklı duruma getirdi.
14. Yüz yılda Bogomilizm giderek etkisini yitirdi ve Osmanlıların
Bulgaristan ´ı (1393) ve Bosna ´yı fethetmelerinden sonra (1463)
Bogomiller ´in büyük çoğunluğu İslam dinine geçti.
Oysa Bogomilizm ´in dinsel etkileri uzun süre devam etti. Güneydoğu
Avrupa ´da Bazı Bogomil inanç ve kavramları " Apokrifalar " (gizli ya
da aslı olmayan İnciller) aracılığı ile yayılmayı sürdürdü. Ortaçağ
süresince bu bölgede bir kaç Apokrifa, Jeremias adında bir Bogomil
papazının adı ile bağlantılı biçimde elden ele dolaşmaktaydı. Ne var
ki, bu kitapların hiçbiri Aslında Jeremias ´a ait değildi. Örneğin; tüm
Ortaçağ Avrupa ´sında iyi tanınan " The Wood of the Cross " (Haçın
Tahtası) adlı Apokrifa, Gnostik kökenli " Nicodemus İncili "nden
alınmaydı. " İsa Nasıl Rahip Oldu " adındaki bir diğer Apokrifa,
Bizanslılarca uzun zamandan beri biliniyordu. Bogomiller, bu eski
metinlere düalist unsurlar eklemişlerdi. " Haçın Tahtası " adlı
Apokrifanin Slovence çevirisi " Tanrı dünyayı yarattığı zaman, yalnızca
kendisi ve Satanael vardı? " diye başlamaktaydı. Bu kozmogonik motifin
çok yaygın olduğu bilinmektedir, ancak Güneydoğu Avrupa ´daki Slavca
uyarlamalarda Şeytanın rolü alabildiğine abartılmıştı. Kimi Gnostik
tarikatların modelini izleyen Bogomiller, Şeytana verdikleri önemi
abartarak, düalist yaklaşımlarını güçlendirme yolunu seçmişlerdi.
Benzer biçimde " Adem ve Havva " adındaki Apokrifaya da Bogomiller,
Adem ve Şeytan arasında gerçekleştirilen bir anlaşma hakkında bir bölüm
eklemişlerdi. Bu anlaşma uyarınca, dünyayı yaratan Şeytan olduğu için,
Adem ve soyundan gelenler, İsa ´nın gelişine kadar Şeytana ait
olacaklardır. Bu temaya bugün bile Balkan folklorunda rastlanmaktadır.
Bu Apokrifaları yorumlama yöntemi " Interrogatio Iohannis " adlı tek
otantik Bogomil metninde açıklanmaktadır. İsa ile İncilci Yahya
arasında geçen bir konuşmayı içeren söz konusu metin engizisyon
görevlileri tarafından Güney Fransa ´da Latince ´ye çevrilmiştir.
Konuşmanın konusu dünyanın yaratılısı, Şeytanin düşüşü, Enoch ´un göğe
yükselişi çevresinde geçer. Aslında metinde yer alan bir çok bölüm
diğer Apokrifalardan ve " İncilci Yahya ´nın Soruları " adında 12. yüz
yıla ait Slavca bir yapıttan alınmıştır. Halbuki, anlatının özündeki
teoloji tümüyle Bogomil inançlarını yansıtmaktadır. Yine de bu metnin
özgün bir Bogomil yapıtı mi, yoksa Yunanca ´dan bir çeviri mi olduğu
hakkında kesin bir yargıya varılamaz. Öğreti açısından bu yapıtın büyük
olasılıkla eski Apokrifalardan yola çıkılarak Bogomiller tarafından
derlendiği söylenebilir.
Önemli olan Bogomil Apokrifalarının birkaç yüz yıl boyunca halkın
dinsel inançları üzerinde oynadığı roldür. Bogomilizm ´le Şeytana
verilen önem, Tanri ´nin edilgenligi ve anlaşılmaz aldırışsızlığı ? tüm
bu unsurlar ilkel dinlerde de sıkça görülen " Deus Otiosus " motifinin
ifadesi olarak düşünülmelidir. Bu inanışlara göre, dünyayı ve insani
yaratan Tanrı, Yaratılısın sonuçları ile ilgilenmez, cennete çekilir ve
yapıtının tamamlanmasını bir doğaüstü varlığa, yani " Demiurgos "a
bırakır
11. Yüz yılın başlarından itibaren İtalya, Fransa ve Güney Almanya
´da Bogomil misyonerlerinin etkinlik gösterdikleri biliniyor. Örneğin,
bu misyonerlerin Orleans ´ta birçok soyluyu ve hatta rahipleri bile
kendi inançlarına çekmeyi başardıkları tarih belgelerinde yer alıyor.
Ne var ki, Fransa kralı Robert bunları ortaya çıkarmakta ve
yargılamakta gecikmedi. Batının ilk düalistleri (sapkınlıkla
suçlananlar) 28 Aralık 1022 tarihinde ateşte can verdiler. Yine de akım
yayılmasını sürdürdü. Bu kez İtalya ´da yerleşmiş olan Bogomil temelli
Katlar (Yunanca Katharos ?saf, temiz- anlamına gelen bu isim 1163
yılından itibaren kullanılmaya başlandı) inancı Provence ve Languedoc
yörelerine, hatta Pireneler ´e kadar misyonerler göndermeye başladı.
Provence bölgesindeki topluluklar dört piskoposluk altında
örgütlendiler ve 1167 yılında Toulouse ´da bir konsül toplandı. Bu
konsüle İstanbul Bogomil piskoposunun katıldığı ve bu fırsattan
yararlanarak Güney Fransa ´da birçok kişiyi kendi kökten düalizmine
yönelttiği biliniyor. İşte böylelikle Bogomil öğretisi zaman içinde
benzer düalist öğeleri içeren Katlar öğretisine dönüştü.
Kaynaklar:
(1)Burhan Oğuz, Türk Halk Düşüncesi ve Hareketlerinin İdeolojik
Kökenleri, Cilt II. / (2)Mirce Eliade, A History of Religious Ideas,
Volume III. / (3)Balkanlar´da Farklı Bir Dinsel Yaklaşım. Thamos
(Geometri)
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Branch Davidians
"Waco"
Branch Davidians kültü taraftarları 50 günlük trajik kuşatmanın
ardından 1993 Texas Waco´daki yangında 82 kişinin ölümünden sonra
kendilerini gizlediler. Davidciler Yedinci Gün Adventistleri´ nin bir
koluydu SDA (Yedinci Gün Adventistleri) lar gibi İsa Mesih´in ikinci
kez gelişine inanmışlardı. Fakat 1959 da İsa´nın geleceğini
söylemelerine karşılık İsa geşmeyince başarısız olup, güçsüz
düşmüşlerdir. SDA cılar 1844, 1845, 1854, 1873 deki İsa´nın gelişiyle
ilgili yanlış bilgilendirmelerden doğan sıkıntılarla baş edebilmişler
dir.
İsa´nın ikinci gelişine inananlar ise Texas da büyük bir alanı satın
alıp devasa bir cephaneliği de olan büyük bir çiftliğe kapanmışlar,
elektrik dahil, tüm ihtiyaçlarını kendileri karşılıyorlardı. Devletten
bütünüyle bağımsızdılar, hiçbir müdahale kabul etmiyorlardı. Vaiz
Gray´in 1993 yılında bir polis memuruyla takışması sonucu çıkan
olaylarda, Birleşik Devletler Savunma Bakanlığı, Hazine Bakanlığı ve
FBI´ya bağlı özel timlere elli gün direnmişlerdir.Çıkan olaylar sonunda
kadın, erkek ve çocuklardan oluşan sekseniki kişi yanarak hayatını
kaybetmiştir.
15 yaşındaki annesinden evlilik dışı doğmuş ve üvey babasının kötü
muamelesiyle büyümüş ve 19 yaşında Adventistlerle tanışıp onlara
katılan Vernon Howell ; ismini " David Koresh " olarak değiştirdikten
sonra George Roden´in liderliğinin saf dışı bırakılmasıyla 1986 yılında
Davidcilerin başına geçmiştir. Kendisini 1985 yılında "Günahkar Mesih"
olarak deklare etmiştir. İsa´nın yakın bir zamanda geleceğini umarak
kendilerini İsanın Krallığı´nı kurmak için milenyuma kadar İsa´nın
takipçileri olarak görüyorlardı.
"Branch Davidians" inananları Avustralya , İsrail ve Britanya´ya
giderek oralarda akımın görüşlerini yaymaya çalışmışlar ve belli bir
taraftar sayısına ulaşmışlardır.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Budizm
Budizm
´in kurucusu Buda (Guatama, Gotama) ( MÖ.563 - 483 ) Kuzey Hindistan
´da Lumbini koruluğunda doğmuş bir filozoftur. Buda ?aydınlanmış?
anlamına gelir. Budizm ´ in en güçlü yayılma dönemi Hint
Hükümdarlarından Aşoka (MÖ. 273 - 236) zamanına rastlar. Aşoka
zamanında Budizm ´ Hindistan, Seylan,Suriye,Mısır,Makedonya ve
Yunanistan ´a kadar yayılmıştır. Aşoka ´dan sonrada yeni Krallar Budizm
´e girmiş yayılmasını sağlamış hatta Çin,Moğolistan ve Japonya ´nın
ileri gelen devlet adamlarının Budizm ´e hizmet etmesini sağlamışlardır.
Budizm ´ MS 1.yy Türkistan , 4. yy da Kore , 6.yy da Japonya ve 7.yy
da ise Tibet ´te yayılmaya başlamıştır. Günümüzde Güney,Doğu;Güneybatı
ve Orta Asya ´da çok sayıda taraftarı olan Budizm ´ Avrupa ve Amerika
´da da yayılmaya ve taraftar bulmaya başlamıştır.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
BUDA VE ÖĞRETiSi
Buda
´nın öğretisinin baslıca özelliği; Buda ´nın aydınlanma sonucu bulmuş
olduğu gerçekleri birer dogma olarak sunacak yerde aydınlanma yöntemini
öğretmeyi ve böylelikle yöntemi öğrenen kimselerin kendi çabalarıyla bu
gerçekleri kendilerinin bulup yasantısal deneyimle doğrulamalarını
öngörmesi, Budalık yolunu herkese açık tutmasıdır. Buda ´nın yasadığı
dönemde Budizm ´ bir din, Buda da bir peygamber değildi.
Şimdiye dek her geliş gidişsimde, içinde hapis olduğum, Duyularla
duvaklan mis bu evin, Yapıcısını aradım durdum. Ey yapıcı! Simdi seni
buldum. Bir daha bana ev yapmayacaksın, Bütün kirişlerin kirildi,
payandaların çöktü. içimde Nirvana ´nın suskunluğundan başka bir şey
kalmadı Tutkuların, isteklerin biçimlediği yanılgıdan kurtardım kendimi.
Öğretide 4 temel gerçek vardır: Yaşamda ıstırap vardır; ıstırabın
bir nedeni vardır; bu neden yok edilirse ıstırapta yok edilmiş olur; bu
nedeni yok etmeyi sağlayan bir yol, bir yöntem vardır.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
1. Istırap (DUKKHA) ve Yaşamın 3 özelliği
Dört
okyanusun suyu mu daha çoktur, yoksa sizlerin inleye sızlaya
sürdürdüğünüz bu yolculukta sevdiğiniz istediğiniz şeyleri elde
edememek, sevmediğiniz istemediğiniz şeylerden kaçınamamak, istediğiniz
şeylerin istediğiniz gibi olmaması, istemediğiniz şeylerin
istemediğiniz biçimde olması yüzünden akıttığınız göz yaşları mi daha
çoktur? Ananızı, babanızı yitirmek, kardeşlerinizi, kızınızı yitirmek,
malinizi, mülkünüzü yitirmek... Bu uzun yolculukta tüm bunlara
katlandınız ve dört okyanusun suyundan daha çok göz yaşı akıttınız.
Buda ıstırap için dukkha sözcüğünü kullanıyordu. Anlamı; ıstırap,
üzüntü, tasa, keder, maddesel veya ruhsal sağlıksızlık, uyumsuzluk,
tedirginlik, doyumsuzluk, yetersizlik, sürtüşme, çelişki yani olumsuz
ruh durumları... Buda ´nın gözlerimizi açmaya çalıştığı gerçek daha çok
ıstıraptan korunmak, kurtulmak için izlediğimiz tutumdaki
yanlışlarımız, yanılgılarımız. Herkes yaşamda Istırabın olduğunu
biliyor, ama yaşamda Tatlı anlar, hoş ve zevkli olan şeyler olduğunu,
haz ve zevkin ıstırabı dengeleyebileceğini düşünüp bu anların
beklentisi içinde ıstıraba katlanabiliyor. Buda ´ya göre yanılgı işte
burada. Buda kaynağı dışımızda olan şeylerden elde ettiğimiz haz ve
zevkin ıstırabın asil nedeni olduğunu göstermeye çalışıyordu.
Yanılgının dünyanın bu geçiciliğine gözlerimizi kapamak, geçici olan,
kalıcı olmayan şeylere tutunmaya çalışmaktan geldiğini, dünyayı gerçek
böylesiliği, yapısıyla görememekten kaynaklandığını söylüyordu.
?Sevdiğimiz hiç bir şey yok ki, bir gün gelip ya onlar bizden, ya biz
onlardan ayrılmayalım.?
Buda yaşamı gerçek boyutları içinde kavrayabilmemiz için yaşamın
birbiriyle ilgili 3 özelliğinin üzerinde ısrarla duruyordu: Dukkha -
Istırap Bir arada bütünleşmiş, bileşmiş, oluşmuş hiç bir şey
değişimden, çözülüp dağılmaktan kurtulamaz. Yanılgı değişim içinde
olan, geçici olan şeylere sanki hiç değişmeyeceklermiş, sanki kalıcı
şeylermiş gibi tutunmaya, sarılmaya çabalamaktan geçiyor. Oysa elde
etmek istediğimiz şeyi elde edene kadar o şey değişiyor, koşullar
değişiyor, bu arada biz kendimiz de değişiyoruz.
Buda ´nın amacı dünyayı ne olduğundan daha kötü ne de daha iyi
göstermekti. Onu olduğu gibi iyi ve kötü yanlarıyla, kendimizi hiç bir
yanılgıya, yanılsamaya kaptırmadan bütünlüğü içinde gerçek
böylesiliğiyle görmemizi sağlamaya çalışıyordu. Istırabın dünyayı
olduğu gibi içimize sindirememekten, dünyadan verebileceklerini değil
de daha çoğunu beklememizden, istememizden kaynaklandığını anlatma
çabası içindeydi. Kötü olan yaşam değil, ona arsızca yapışmaya
çabalamaktan, ondan verebileceğinden çoğunu istemekten gelen
ıstıraptır. akıp giden yasamla birlikte karşı koymadan, direnmeden akıp
gitmesini öğrenmek, dönüsü olmayan bir akis içinde olduğumuzun, yaşamın
tek bir aninin bile ikinci kez yaşanmasının olanaksızlığını içten içe
kavramak, her saniyenin tadını bilecek biçimde yaşamın sevinçle,
kıvançla, coşkuyla kucaklanmasına yol açabilir.
Mutluluğun ertelenmesinin de, para biriktirir gibi haz ve zevk
biriktirmenin de olanaksızlığı iyice anlaşılabilir. Acaba yaşamda
kendimize sığınak yapabileceğimiz Istırabın güçsüz kaldığı, etkisinin
azaldığı bir yer, bir zaman var mi? Budizm ´ olduğunu savunuyor. Bu an
ve burası... Hiç bir şeyin öteki şeylerden ayrı bir kendiliği, ayrı
kalıcı bir benliği olamaz. Istırabın asil nedenini aradığımız, kökenine
indiğimiz zaman hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde karşımıza
çıkan sorumlunun, bir yandan istek ve tutkularımızı besleyip kışkırtan
den Başka birisi olmadığını görüyoruz. ?Benim güvenim? ?Benim görevim?
?Benim sorumluluğum? ?Benim başarım? ?Benim param? ?Benim isteklerim?
?Benim heveslerim? ?Benim öldükten sonra ne olacağım? ?Benim öldükten
sonra da var olma doyumsuzluğumdan gelen sorunlarım? Nedir bu ben?
Buda insan varlığında geçici olmayan değişmeden kalan, dayanıklı bir
öz, tözel bir nitelik olmadığını göstermeye çalışıyordu. Bir gövde
doğar, büyür, yaşlanır, ölür, çözülür, sürekli değişim içindedir. Bir
kimse kolunu, bacağını yitirse de ne azalır, ne de küçülür. Öyleyse
insanin gövdesinde olamaz. duygularımızda da olamaz. Çünkü onlar
değişse de gene olduğu gibi kalır. duyu organlarımızdan gelen
algılarımız da olamaz. önceki düşüncelerimiz, kararlarımız,
eylemlerimizle biçim almış eğilimlerimiz de olamaz. ayırt edici
bilincimizde de olamaz. Bu beş kümede toplanan bedensel ve ruhsal
varlığımız gövdemiz, duygularımız, duyu organlarımızdan gelen
algılarımız, önceki düşüncelerimiz, kararlarımız ve eylemlerimizle
biçim almış eğilimlerimiz, karakter özelliklerimiz, ayırt edici
bilincimizin bir araya gelmiş olmasından da oluşmuş olamaz. Çünkü
bunlardan hiçbirisi i içermiyorsa o zaman besinin bir araya gelmesi de
beni oluşturmaz. O zaman geriye değişmeden kalan tek bir şey kalıyor.
Ad... Ben ´e verilen özel ad.
Milanda Panha adli kitaptan: Kral Bilge Nagasena ´ya seslenmiş:
?Ustam kimsin, adini söyler misin?? ?Bana Nagasena diyorlar. Ama bu
yalnızca bir ad, adlandırmaktan, belirtmekten Başka şeye yaramayan, bir
deyim, bir sözcük, içinde bir kimlik, bir benlik yok. Bir ad, bir
lakap, bir işaret, yalın bir sözden Başka bir şey değil. Kral inanmaz
ve sorular sorar. ?Nagasena bu saçlar midir?? ?Hayır büyük kral? ...
?Duygu ve coşkular midir Nagasena?? ?Hayır büyük kral? Nagasena kraldan
arabayı tanımlamasını ister. ?Tekerlek, dingil, ok, sandık ve kollar
bir arada olunca arabadan söz edilir. Araba yalnızca bir ad,
adlandırmaktan, belirtmekten Başka bir ise yaramayan bir deyimden Başka
bir şey değil.? ?Evet kralım. Benim de saçlarım, derim, ... ad ve
bedenim, duygularım, algılarım, geçmiş eylemlerimle biçim almış
karakter özelliklerim, ayırt edici bilincim bir araya gelince Nagasena
adi veriliyor. Ama kimlik, benlik söz konusu olunca burada öyle bir şey
yok. Nasıl arabanın beş bölümü bir araya gelince araba diyorlarsa, beş
katışmaç bir araya gelince de bir kimden bir den bir özneden söz
ediliyor. Buda diyor ki: Ne ben ´in, ne de ben ´e ilişkin kalıcı bir
şeyin varlığından söz edilebilir. Ben, ben olarak gelecekte de var
olacağım, benim sürekli değişmez bir benliğim var, savında bulunmak
hatalıdır. Ben düşüncesini yok etmeli, benlikle kurumlanmak yanılgısını
yenmelidir. Buda ´nın görüsüne göre ?ben?, insanin hem bedensel hem de
ruhsal varlığını oluşturan bu beş kümenin bir arada ve birlikte,
sürekli bir akis, sürekli bir değişim içinde olusunun ortaya çıkardığı
bir görüngü, bir olgu, insani çevresinden ayrı bir varlık olarak ayırt
etme, özerk bir biçimde hareket etme durumundan köklenen bir yanılgı,
bir yanılsamadan Başka bir şey değil. ayırt edici bilinç ise karışıp
dünyayı ben ve ben olmayan diye ikiye bölünce bu ben yanılgısı
kendiliğinden ortaya çıkıyor. Aslında bilincin ayırt etmeden, seçmeden,
bölmeden bütünü kavrama olanağı da var.
Ben ´in var olma doyumsuzluğundan kaynaklanan ve ölümün sinirini
aştığına inanılan uzantısına verilen ad ´sa ruhtur. Budizm ´de Öz
varlık yoktur. Buda ben-ruh yanılgısını sergilemek istiyor. Bir kez
ben-ruh yanılgısı oluştu mu bütün varlığımızı sarıyor, bilincimizin
özgürce çalışma etkinliği engelleniyor, onun bitmez tükenmez istekleri
nasıl yaşamı çekilmez bir hale koyuyor, sorunlarımız yaşamla bile
sınırlı kalmıyor, ölümden sonrası ile ilgili sorunlar da gündeme
girdiğinden onlar da kaygı ve üzüntü konusu olmaya başlıyor. Buda ben
´i kurtarmaya değil, bizi ben ´den kurtarmaya çalışıyordu. Ölümsüzlüğe
erişmek için tek bir yol olduğunu savunuyordu. Öncesizden sonsuza
uzanıp giden varoluş zincirinin içindeki yerimizi bulmak, evrensel
yaşam ırmağının içimizden aktığının, yaşam gücünün bizim burun
deliklerimizde, bizim ciğerlerimizde nefes alıp verdiğinin bilincine
erişmek....
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
2. Nedensellik Çemberi- bağımlılık ve Özgürlük- Ka
Buda
´ya göre varolan her şey nedenselliğin bir sonucu olarak vardır,
boşluktan yokluktan oluşan bir evrende nedenselliğin döngüsüne takılan
yokluk varlığa dönülür, her neden bir sonucu, her etki bir tepkiyi
zorlar. Evrenin değişmez yasası nedensellik (Karma) yasasıdır. Ne
başlangıcı ne de sonu olan evrende egemen olan yalnız doğa yasalarıdır.
Buda böylelikle tanrıların görevini yasalara yüklemiş, tanrıları
gereksizleştirmişti. Değil mi ki insanin geleceğini belirleyen
nedenlerin zorladığını sonuçlardır, öyleyse insanin kendi eylemlerinin
sonuçlarından kaçıp kurtulması olanaksızdır. Bir çocuğun anasından
beklediği gibi tanrıların bize sevecenlik göstermelerini, bizi
bağışlamalarını bekleyemeyiz. Eylemlerimizin sonuçlarından kurtulmanın
bir yolu varsa, onu ancak kendi çabamızla kendimiz bulmalıyız.
On iki halkalı kapalı bir zincir olarak temsil edilen nedensellik yasası:
1. Yanılgı yanlış düşüncelere yol açıyor.
2. Bu düşünceler eğilimlere, karakter özelliklerinin biçimlenmesine ortam hazırlıyor.
3. Buradan da bilinç oluşuyor.
4. Bilincin bentle ben olmayanı ayırt etmesinden özne nesne ikiliği, ad ve beden ortaya çıkıyor.
5. Bundan altı duyu alanı gelişiyor.
6. Bu altı duyudan dolayı duyularla nesneler karşılaşıyor.
7. Bu karşılaşmadan hoşlanma, hoşlanmama gibi duygular oluşuyor.
8. Bu duygular isteklere, tutkulara dönüşüyor.
9. istekler, tutkular bağımlılığa, insanin isteklerinin, tutkularının tutsağı olmasına, bireysel yaşam isteğine yol açıyor.
10. Bundan da oluşuma bağımlılık ortaya çıkıyor.
11. Oluşum doğuşa
12. Doğuşsa ihtiyarlık ve ölüme, ıstıraba, tedirginlik ve umutsuzluğa
yol açıyor. Buradan da gene yanılgı çıkıyor ortaya. Buda ´nın yanılgıyı
dizinin en başına koymasının nedeni olasılıkla bu döngüden tek çıkış
yolunun bu halka olmasıyla açıklanabilir.
istekleri, tutkuları kışkırtan yanılgıdır ana yanılgıyı besleyen de
gene istekler ve tutkulardır. Kökünü yanılgıdan alan düşünceler, karar
ve eylemlere dönüşüyor. Düşüncelerimiz kararlarımızı, kararlarımız
Eylemlerimizi belirlerken, eylemlerimiz de kararlarımızı etkileyip
zorluyor. Her düşünce sonrakileri sınırlıyor. Biz kez tam bir özgürlük
içinde bir şey düşünmüş olabileceğimizi varsaysak bile, ondan sonraki
düşüncelerimizde ayni oranda özgür olamayacağımız açık. Giderek
özgürlük alanı kısıtlanıp daralıyor... Şu anda ne olduğumuzu belirleyen
dünkü düşüncelerimizdir.
Bu gün kafamızdan geçen düşüncelerse yarinki yaşamımızı biçimliyor. Yaşamımız
kesinlikle zihnimizin yaratısıdır. Budist metinler dört tür bağımlılıktan söz ediyorlar.
1. isteklerden, tutkulardan gelen bağımlılık
2. Yanlış görüşler, kanılardan kaynaklanan bağımlılık
3. Erdemli bir yaşamla ve kurallara tıpatıp uygun davranmakla kurtuluşa erişilebileceğini sanmaktan gelen bağımlılık
4. Sürekli ve değişmez bir ben ´in varlığına inanmaktan gelen bağımlılık isteklerimizin tümüne
yakın bir bölümü toplumun yapay olarak yarattığı gereksiz şeyler.
Örneğin toplum bizi zeki bir adam gibi görünmeye isteklendiriyor.
Çevremizde beğenilen bir kimse olmak bize nelere mal oluyor ? Bunun
karşılaştırmalı bir hesabini yapabilmiş olsak, harcadığımız bunca çaba,
üzüntü, sıkıntıya değmeyeceğini anlayacaktık. Başka insanların önüne
geçememek, Başka insanlara üstün olamamaktan gelen ezikliklerin ardında
hep ben yanılgısı yatıyor ama bu ben yanılgısını besleyen de toplumun
özendirici etkisi. Bir kere gözümüzü açıp ta bu koşturmacanın
amaçsızlığını, anlamsızlığını görebilsek, bu koşullanmalar,
biçimlenmeler etkisini yitirecek, ve bağımlılık da ortadan kalkacak. O
zaman ıstırap yerini özgürlüğümüzü yeni bastan kazanmış olmaktan gelen
aşkın bir mutluluk duygusuna bırakacak, nedensellik döngüsünden
kendimizi kurtarmış, daha doğrusu döngüyü ters yöne çevirmeyi başarmış
olacağız insan kendini yanılgıdan nasıl kurtarır? Bu sekiz basamaklı
yolla mümkündür. Yanılgıdan kurtaran bilgiye çıkarımcı düşünceyle
varılamaz. Çünkü bu tür düşüncede özgürlük yoktur. Budizm ´ görüsüne
göre, bizi yanılgıdan kurtaracak bilgiye ancak sezgiyle erişilebilir.
insan yanıldığını, yanilmadigini; aldatılmadığını, aldatılmadığını;
sevildiğini, sevilmediğini ancak sezgiyle anlayabilir. Uyanan kimse
karmanın elinde eli kolu bağlı bir oyuncak olmaktan kendini kurtarmış
olur. Koşullanmaya, biçimlenmeye bütünüyle karşı koyabilecek bir insan
yok bu dünyada. Yanında yada karşısında tutum almakla her zihnini
sınırlamış oluyor. Bizi düşündüğümüz gibi düşünmeye, davrandığımız gibi
davranmaya iten ön koşullar, düşünsel yada duygusal zorunluluklar var.
Uyanınca bu zorunluluğu fark etmiş oluyoruz ve zorunluluk olmaktan
çıkıyor. Bu yüzden de karma değiştirilemez bir alın yazısı sayılmaz,
uyanan kimse karmanın bağlarını da koparmış olur. Eylemlerimiz er geç
bize geri döner.
Her eylemin iyi yada kötü sonuçları eninde sonunda eylemi yapana
ulaşır. Buda, kalıcı olan bir yaşamdan öbürüne aktarabileceğimiz, şu
gövdemiz içinde saklanan bir şey olamayacağını anlatmaya çalışmıştı
Öyleyse gene doğumla söz edilmek istenen neydi? Buda ´ya göre bir
yaşamdan ötekine aktarılan ben yada ruh değil, yalnızca eylemlerimizin
zorladığını nedensel sonuçlardır. Bu senin gövden de değil, Başka
birisinin gövdesi de değil. Ona geçmiş eylemlerin (karma) ürünü gözüyle
bakmak daha doğru olur. Önceki bir yaşamda yaptıklarımın ödülü ya da
cezası da değil. Ben nedensellik zincirinin bir zorunluluğu olarak
varım. Eylemlerin bir sürekliliği var ama ben ´in de bilincin de
sürekliliği yok. Buda ´nın dilinde doğum ölüm döngüsü, yaşamların
önceki yaşamların etkisiyle biçimlendiğini anlatmaktan öte bir anlam
taşımıyordu.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
3. Nirvana
Nirvana,
Batı ´da genelde anlaşıldığı gibi ölümden sonra değil, burada ve şu
anda gerçekleştirilebilecek bir ruhsal durumdur. istek ve tutkuların
yok olması, Istırabın etkili olmayacağı bir iç barışa, iç suskunluğa,
aşkın bir Mutluluğa erişmektir. Nirvana ´ya erişme isteği de dahil
olmak üzere tüm istek ve tutkular bırakılmadan, olanla, gelenle
yetinmekten gelen iyimser bir yetingenlik kazanılmadan Nirvana
gerçekleştirilemez. Nirvana ´yı gerçekleştiren kimse bir yandan da
günlük yaşamını normal haliyle sürdürüyor. Eylemlerinin bir takım
nedensel zorunluluklar (karma) yaratmaması da olanaksız elbette.
Nirvana ´ya erişen kimselerin tek farkı, bu zorunlulukların dışında
kalmayı başarabilmesi. Eylemlerinde beğenilmek, beğenilmemek gibi bir
güdü etkin olmuyor, yaptığı islerden alkış beklemiyor, basarı ya da
kazanç onu fazla sevindirmediği gibi başarısızlık ya da yitim de fazla
üzmüyor. Kuskusuz acı da çekiyor ama bunlara bilgece katlanmasını,
olayların doğal akımına boyun eğmesini de biliyor. Ben ´i aşınca
bütünle bütünleşiyor.. Yarinin getireceklerine kaygısız, ben ´in
doyumsuzluğundan gelen bütün sorunlara sırtını çevirmiş, şu yaşam nasıl
yaşanmalıysa öyle yaşamaya başlıyor. Özgürlük, coşku, aşkın mutluluk
içinde, akıp gitmekte olan yaşam ırmağı içindeki yerinin bilincine
erişiyor.
Buda ´nın öğretisi, bir yandan ben ´i yokumsarken öbür yandan da
bireyciliği en ileri götürmüş olan öğretidir. insanin toplumun
kendisine giydirdiği kişiliksiz kişilikten soyunup gerçek varlığıyla
baş başa kalınca gerçeği olduğu gibi özümleyecek bir yeteneğe sahip
olabileceğine inanıyordu. Buda ölümden sonra ne olduğuyla ilgili
sorulara yanıt vermek istemiyordu. Böyle bir soruyla karşılaşınca ya
susuyor, ya da söyle diyordu: Göğsünüze zehirli bir ok saplanmış olsa,
oku çıkartmaya çalışacak yerde, oku atanın kim olduğunu, hangi kasttan,
hangi soydan geldiğini, boyunu boşunu, oku atmaktaki amalini falan mi
araştırmaya kalkardınız? Ben bir şeyi açıklamıyorsam bırakın
açıklanmamış olarak kalsın. Peki neden açıklamıyorum? Çünkü o şeyin
açıklanması size hiç bir yarar sağlamayacaktır da ondan. Çünkü bu
sorulara yanıt aramak ne aydınlanmanıza, ne bağımlılıktan kurtulup
özgürlüğünüzü kazanmanıza, iç suskunluğuna, gerçeğe ermenize, Nirvana
´ya erişmenize katkıda bulunabilir. Buda öğretisinde hiç bir dogma, iç
yaşantıyla doğrulanamayacak hiç bir inanç getirmemeye özen
göstermiştir. Varoluş, devingen gücünü nedensellikten alan sürekli bir
oluşum, değişim sürecinden Başka bir şey değildir; varoluşun ardında
Durağan bir öz, tözel bir nitelik yoktur. Budizm ´de tözsüz, öz varlıksız bir nedensellik vardır.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
4. Sekiz basamaklı yüce yol
-Tam görüş
-Tam anlayış Bu basamaklar kendimizi de, dünyayı da olduğu gibi,
gerçek böylesiliğiyle görmeyi, adların biçimlerin gizlediği temel
gerçeğin, her şeyin ıstırap, her şeyin oluşum, değişim içinde olduğu,
kalıcı bir ben ´in, değişmeyen bir tözün olmadığını anlayışına ulaşmayı
amaçlıyor.
-Doğru sözlülük
-Tam davranış Bu basamak, özgür istencinizin ürünü olan, içten geldiği için, hiç bir amaç gütmeden yapılan davranıştır.
-Doğru yaşam biçimi Yaşamını sağlamakta doğruluktan ayrılmamak, kendine yetecek olandan çoğunu elde etmeye çalışmamaktır.
-Tam çaba, tam uygulama Her şeyin tam bir özenle, eksiksiz
yapılmasıdır. Bir Budist ´in oturması, kalkması bile büyük bir dikkatle
yapılmalıdır. Zihnini bencil düşüncelerden arıtmak sürekli bir uğraş
olmalıdır. Zihnin arıtılması, bencil düşüncelerden ayıklanması dört
yüce duygunun yüzeye çıkmasına olacak sağlar: Sevecenlik, acıma, sevgi,
yan tutmama.
-Tam bilinçlilik
-Tam uyanıklık
Bu basamaklar meditasyonla ilgilidir. Meditasyon Batı ´da
anlaşıldığı gibi derin derin düşünme değil, düşüncenin aşılmasını,
çıkarımcı düşünceden arıtılmış bir zihinle, salt bilinçli olmayı
amaçlayan bir yöntem. Tam bilinçlilik, tüm duyumların, duyguların,
düşüncelerin ruhsal durumların ardında olacak biçimde bir alicilik, bir
uyanıklık durumunu sürdürmektir. Algının kapıları öylesine temizlensin
ki, her algı hiç bir engelle karşılaşmadan bilince ulaşabilsin.
Sözcükler de bilinçle yaşantı arasına giren bir engel oluyor çoğu kez.
Sözcüklerden oluşan düşünceler durmadan bizi, iyi kötü, hoşa giden hoşa
gitmeyen gibi ayrımlar yapmaya, yargılara varmaya kışkırtıyor. Artık
dünyayı olduğu gibi değil, kurgularla, soyutla, soyutlamalarla yani
sözcüklerle dünyayı kavrıyoruz. Gerçeğin sözcüklerle kavramlarla değil,
ancak yaşantıyla kavranabileceğini savunan Budizm ´ sözcüklere,
kavramlara tutsak olmak yerine onları tam olarak denetim altına almak
istiyor.
Budist meditasyonun özü nefes alıp verdiğinin ayırdında olmakla
başlayan yaygın dikkattir. insan nefes alıp verdiğine duyarlı olunca
yaşadığının da farkında oluyor, geleceğe ya da geçmişse değil, kendini
şu ana ayarlıyor, şimdide yaşamaya başlıyor, duyulara daha duyumlu,
duygulara daha duyarlı oluyor; kendinden kopuk, kendinden habersiz
yaşamaktan kurtarıyor kendini, yaşamla da kendiyle de bütünleşiyor. Bu
uygulamada yol almış kimse gövdesinde kendi istencine bağlı olmadan bir
nefes alıp verme işleminin sürüp gittiğine duyarlı olmaya başlıyor. Bu
yaşamsal bir yaşantı olarak kendini açığa vuruyor, ve bu izlenim
insanda iç barış, esenlik ve Mutluluğun oluşmasına yol açıyor. Artık
zihindeki karmasa yatışmıstır.
Buda ´nın meditasyon yöntemi öyle dalıp gitmeyi kendinden geçmeyi
değil, tersine sürekli uyanıklılığı, sürekli bilinçli kalmayı
gerektiriyor. Tam bilinçlilik gerçekleşince tam uyanıklık kendiliğinden
gelir. Burada tüm ikilikler yok olur; düşünenin düşünceden, bilenin
bilinişten, öznenin nesneden kopukluğu diye bir şey kalmıyor; zihinle
yaşantı arasındaki bölüntü kalkıyor. Bütün bu ayrımların yaşantıyla
ayırt edilecek somut bir gerçekliği olmadığını, bunların akıl yoluyla
varılmış çıkarımlar olduğunu fark ediyorsunuz. Size ?bu benim, bu da
benim düşüncem? yada ?gören benim, bu da gördüğüm şey? diye ayrım
yapmanıza olanak veren şeyin bir gözlemden daha çok, sözcüklerin ve
mantığın aracılığıyla elde edilmiş bir kuramdan Başka bir şey
olmadığını anlıyorsunuz.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Budizm ´de Mezhepler
Budizm ´ başlıca iki büyük mezhebe ayrılır: 1- Hianayana , 2- Mahayana
1 - Hinayana (Küçük Araba)
Kişinin kendisini kurtarmasını esas aldığı için böyle
isimlendirilmiştir. Bu mezhep Seylan ve Güney Asya ´da yayılmıştır.
Mensupları saf Budizm ´e yani Budanın asıl telkinlerine kendilerinin
muhatap olduklarını iddia ederek Mahayana koluna bağlı olanları
sapkınlıkla suçlarlar
2 - Mahayana ( Büyük Araba)
Toplumu bir bütün halinde ele alarak herkesin kurtuluşa ermesini
amaç edinmişlerdir. Onlara göre Budizm ´, herkese cevap vermeli,
herkesin ihtiyaçlarını gidermeli, doktrinleri basitleştirerek halkın
anlayacağı bir seviyeye getirilmelidir. Budizm ´in bu kolu başka din ve
doktrinlerden yararlanmakta sakınca görmez. Bu mezhebe göre Nirvanayı
gerçekleştiren herkes Buda unvanını alır. Ve ihtiraslarının esiri
olarak dünya zevklerinin arkasından koşmaz. Mahayana mensupları,?hata
yapabilirim? diye faaliyetleri askıya almanın karşısındadır. ?Bu yüzden
pişmanlık duymaya lüzum yoktur? derler Mahayana ´ya bağlı kişi kendini
kurtuluşa hazırlayabilmek için şü hususlara dikkat etmek zorundadır:
Cömertlik
Olgun manada bilgelik
Budizm ´in ahlak kurallarına bağlılık
Meditasyon
Karşılaştığı olumsuzluklara sabır göstermek
Hiç usanmadan sürekli bir gayret içinde olmak
Bu sayılan özellikleriyle Mayayana Budizm ´i dünyanın bir çok
bölgesinde yayılma imkanı bulmuş,adeta misyonerli bir hüviyet
kazanmıştır Budizm ´de inanç ve ibadet
Budizm
´de inancın temeli ? Buda ´ya sığınırım, Dhamma ´ya (dine,doktrine)
sığınırım, Sangha ´ya sığınırım (Rahipler Cemaati,dünyanın en eski
bekar rahipler topluluğu)? cümlesi oluşturur.Bunlardan birini inkar
eden kişi budist sayılmaz ve Budizm ´e girmek için yukarıdaki cümleyi
söylemek gerekir. Sangha ´ya giren rahip ve rahibeler evlenemezler.
Budizm ´ de mabetlere ?Vihara? denir. Budistler Karma- Ruhgöçü ´ne
inanırlar. Vihara da ayda 2 kez bir araya gelen rahipler yaptıkları
hataları itiraf ederek benliklerini öldürürler. Bazı dinlerde olduğu
gibi Budizm ´de de bir kurtarıcı bekleme inancı vardır. Kurtarıcının
isma Metteya veya Maitreye ´ dir. inançlarına göre Metteya tüm dünyayı
düzeltmek olarak gelecek ve Buda ´ nın tamamlayamadığı dini
tamamlayacaktır.
ibadet Stupa denilen mabetlerde yapılır. Stupalar helezoni yapıda
inşa edilmiştir. ibadet için Stupaya giren Budist önce Buda ´nın
heykeline saygı gösterisi yapar; O ´na çiçek ve tütsü sunar, Budistler
kendi evlerinde de bir köşede korudukları Buda heykeline tazimde
bulunarak,ibadet ederler. ibadetlerinde klişeleşmiş dua ve söz yoktur.
Budizm ´in kutsal ziyaret yerleri ;
Budanın doğum yeri( Lumbin)
Aydınlanma yeri (Bodhi Gaya)
Buda ´ nın ilk vaaz verdiği geyik parkı (Sarnarth ´da)
Buda ´nın öldüğü Uttar_Prades şehri,
Ganj nehri
Kutsal Kitapları
Budistler Buda ´nın vaazlarının Pali - Kanon adlı bir kitapta
toplandığına ve 400 yıl kadar sözlü olarak nesilden nesile
aktarıldığına inanırlar. Budizm ´in kutsal kitabı üç sepet anlamına
gelen ?Tripitaka veya Tipitaka ´dır?.Tripitaka da;
Vinaya Pitaka
Sutta Pitaka
Abhidhamma adlı bölümler bulunur.
Bu kitaplarda rahip ve rahibelerle ilgili kurallar, ayin usulleri,
beslenme,giyinme, Buda ´nın hayatı,konuşmaları,vaazların yorumu,Budizm
´ felsefesi vb ayrıntılı bir şekilde anlatılır.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
|
|