Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Osho Hindistan?ın Madhya Pradesh eyaletinindeki Kuchwada?da, 1931
yılının 11 Aralık günü dünyaya gelmiştir. İlk çocukluk yıllarından
itibaren, başkaları tarafından verilen bilgiler ve inançları
edinmektense gerçekliği kendisi deneyimlemekte ısrarcı olan asi bir
ruhu vardı.
Yirmi bir yaşında üniversite öğrenimini tamamladı ve Jabalpur
Üniversitesinde yıllarca felsefe dersleri verdi. Aynı zamanda da tüm
Hindistan?ı dolaşıp konuşmalar yaptı, halka açık tartışmalarda tutucu
dini liderlere meydan okudu, geleneksel inanışları sorguladı ve hayatın
tüm alanlarından insanlarla bir araya geldi.
Osho kendi hayatını anın zamansız boyutunda yaşamanın kapısını
keşfetmiş birisidir. O kendisi ?gerçek bir varoluşçu? olarak
adlandırmıştır.
İnanç sistemlerini ve çağdaş insanın psikolojisini anlamasında
ufkunu genişletecek bulabildiği herşeyi, ama herşeyi okudu. 1960'ların
sonlarına doğru Osho, artık kendi dinamik meditasyonlarını geliştirmeye
balamıştı. Meditasyonun o rahat, düşüncelerden arınmış durumunu
keşfetmeyi umut edebilmesi için öncelikle geçmişin modası geçmiş
yöntemlerinin ve günümüz modern hayatının getirdiği sıkıntıların
ağırlığı altında ezilen çağdaş insanın çok derin bir ruhsal temizlenme
sürecinden geçmesinin şart olduğunu söylemişti Osho.
1970?lerin başlarında ilk olarak bazı Batılılar Osho?dan haberdar
olmaya başladılar. 1974?te Hindistan?ın Pune şehrinde onun çevresinde
bir komün kuruldu ve başlangıçta Batı?dan tek tük gelen ziyaretçiler,
sonradan gittikçe çoğaldı.
Osho insan bilincininin gelişiminin tüm yönleri hakkında konuşmalar
yaptı. Çağdaş insanın ruhsal arayışı için önemli olan şeylerin özünü,
entellektüel anlayış ile değil, kendi varoluşsal deneyimiyle süzdü.
O hiçbir geleneğe ait olmadığını açıklamıştır. ?Ben tamamıyla
yepyeni bir dinsel bilinçliliğin başlangıcıyım? demiştir. Ayrıca,
?Lütfen beni geçmiş ile bağlantılandırmayın, onu anımsamaya bile
değmez? der.
Yakın öğrencilerine ve dünyanın her yerinden izleyenlerine yaptığı
konuşmalar otuzdan fazla dile çevrilmiş ve altı yüzden fazla cilt
halinde yayınlanmıştır.
Türkiyedeki Osho "KUN" Merkezi
Osho 1985 yılında göçmenlik yasalarını ihlal etmek suçlamasıyla
gözaltında olduğu sırada 19 Ocak 1990 tarihinde bedenini terk etti.
Osho taraftarları Oshonu Amerikan hükümet ajanlarınca zehirlenerek
öldürüldüğünü iddia etmektedirler.Onun Hindistan?daki komünü,
meditasyon, terapi, beden çalışmaları ve yaratıcılık programlarına
katılmak için ya da sadece bir Buda Alanının içinde olmayı deneyimlemek
isteyen binlerce uluslararası ziyaretçiyi çekerek, dünyanın en büyük
ruhsal gelişim merkezi olmaya devam etmektedir.
Ülkemizdede Osho Meditasyon Merkezi bulunmaktadır.."Kendini tanı"
anlamına gelen KUN adındaki bu merkez İstanbul Beyoğlu-Tünel´de
açıldı..Günlük olarak Dinamik ve Kundalini Meditasyonları´nın yapıldığı
merkezde, dünyanın pek çok farklı yerlerinden gelen ve hepsi Hindistan
Puna´daki Uluslararası Osho Komünü´nün terapistleri olan grup liderleri
eşliğinde "workshoplar", grup çalışmaları yapılıyor.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
(Çift kutuplu Kamu-Tanrıcılık ya da Diyalektik Tanrıcılık)
Spinoza ağırlıklı Panteizm algılayışına göre, Tanrı her şeydir ve
her şey Tanrı ´dır. Tanrı-Evren-İnsan ayırımı yoktur, böyle bir ayrım
aklın yanılsamasıdır. tanrıbilimsel olarak Tanrı, Evren, İnsan bir ve
aynıdır. Aşkın bir Tanrı var olmadığı gibi, her hangi bir yaratmadan da
söz edilemez. Spinoza ´nın bu görüşü, ailesinin göç ederek ayrıldığı
Endülüs İspanya ´sındaki ünlü mutasavvıf Muhiddin-i Arabî ´nin
etkisiyle oluşmuştur. Bilindiği gibi Arabî ´nin görüşü "Vahdet-i Vücut"
olarak ileri sürülmüştü. Ancak bir çoklarının sandığının aksine,
Spinoza ´nın Panteizmi ile Arabî ´nin Vahdet-i Vücut anlayışı
birbirinin aynı değildir. Spinoza ´da Tanrı evrendedir ve evren
kadardır. Arabî ´de ise Evren Tanrı ´dadır ve bu durum Tanrı ´yı
sınırlamamaktadır.
İngiliz düşünürü White Head ´e göre, Tanrı ´nın her türlü değişmenin
ötesinde değişmez bir niteliği ve bunun yanında bir de değişen ve
oluşan bir niteliği vardır. Tanrı değişmeyen yanıyla devinimi
başlatmıştır ve Evrenin bilincindedir. Ancak Tanrı bu konumda kalmış
olsaydı, ilk devindirici, özgür, öncesiz ve yetkin olarak kalacak ama
varoluşa katılmamış olacaktı. Diğer niteliği ile ise Tanrı, değişme ve
oluşma sürecinin içinde ve bilincindedir. Bu nedenle Tanrı ´nın evrende
içkin (evrenin maddesine karışmış-içinde bulunan) olduğunu söylemek de
doğrudur. Evrenin Tanrı ´da içkin olduğunu söylemek, Tanrı-Evren
ilişkisinin karşılıklı olduğunun farkına varışın göstergesidir.
Süreç felsefesi olarak da ifade edilen ve White Head ´le başlayan bu
akıma Pan-enteizm ya da Diyalektik teizm denir. Pan-enteizme göre
Tanrı, hem değişmeyen (mutlak), hem de değişen (göreli) dir. Hem
zamanın içinde, hem dışında, hem sonlu, hem de sonsuzdur. Aynı zamanda
hem tikel hem tümel, hem neden hem sonuçtur.
Hartshorne Tanrı ´nın bir soyut bir de somut iki yüzü olduğunu
söyler. Soyut niteliğiyle Tanrı, mutlak, etkilenmez, erişilmez ve
değişmezdir. Somut yanıyla ise etkilenir ve değişir. Tanrı bu iki
niteliğinde de yetkindir. Ancak bu yetkinlik klâsik Teizmdeki gibi
değildir. Oradaki yetkinlik değişmeyen donmuş bir yetkinliktir.
Buradaki yetkinlik değişir, ancak bu değişme tanrısal bir değişmedir.
Yani yetkinliğe doğru değil, yetkinlik içinde bir değişmedir. Bu
tanımla Pan-enteizm, hem Deizmden hem de Panteizmden ayrılır.
Özet olarak; Panteizm ile Pan-enteizm arasında önemli bir fark
vardır. Panteizmde her şey tanrıdır. Pan-entezimde ise, her şey Tanrı
´dan sudur etmiştir (oluşmuştur). Ruhun tek amacı, oluştuğu Tanrı ´ya
dönmektir. Bunun da yolu tek evrensel yasa olan evrim/tekamül den
geçmektir.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Katılma Tarihi: 05 ocak 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 611
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Yok adam gözünü kararttı gidiyo.asım kardeş bak sen doktormuşsun.istersen bu konuya ara verip "ağız diş sağlığı" üzerine bişeyler yazsan diyorum..hem daha fazla zenbini (gunahını)da arttırmamış olursun..(Bu şimdi şekılsel namazı kabul etmıyo diye Haktansapmaz hocayı dinlemez.Araya Muhliskul Kadirle Baybora Rıdavan'ı koysak belki bi çözüm olur)
__________________ Nahl.6:Bir güzellik de vardır onlarda sizin için: Sabah saldığınız sırada, akşam topladığınız sırada. Ve lekum fîhâ cemâlun hîne turîhûne ve hîne tesrehûn
Japonya'da
ortaya çıkan ?beyaz-giysili? (Pana Wave Laboratory) tarikat, bilinmeyen
10´uncu gezegenin Dünya?ya yaklaşmakta olduğunu ve 15 Mayıs 2003 de
insanlığın büyük bir kısmının yok olacağını öne süren Tarikata üyeleri,
Dünya?nın manyetik kutuplarının değişmesi üzerine büyük sel ve tsunami
felaketleri yaşanacağına inanmaktadırlar. Tarikat 1970´lerde Yuko Chino
adlı bir kadın tarafından kuruldu.
Solcuların yaydığına inandıkları elektromanyetik dalgaları kırmak
için beyaz giyinen ??Panawave?? (Pana Wave Laboratory) tarikatı üyeleri
69 yaşındaki bayan Yuko Chino´nun peygamber olduğuna inanıyor. Tarikat
üyeleri, Güneş sisteminde var olduğuna inandıkları 10´uncu gezegenin
yaklaşması sonucu bu yaz (2003) dünyada büyük değişimler yaşanacağına
inanıyorlar
Geçtiğimiz günlere kadar ??Pana Dalgası Laboratuarı?? diye anılan bu
grup pek tanınmıyordu. ??Chino´nun Gerçek Adaleti?? isimli tarikat
üyeleri, sonun yaklaşmakta olduğuna inanıyor. Bu nedenle bir süredir
karavanlarla Japonya´da gezip elektro manyetik alanlardan temiz bir yer
arıyorlar
Tarikat üyeleri komünistlerin elektro manyetik dalga yayarak hasta
olan tarikat liderlerini öldürmek istediğini öne sürüyor. Bu nedenle
elektro manyetik alanları kırdığına inandıkları beyaz renkte önlük
giyiyor, beyaz renkli araç kullanıyor, etraflarını beyaz örtülerle
sarıyor, ağaçları bile beyaz bezlerle kaplayarak dalgaları durdurmaya
çalışıyorlar.
Tarikatı lideri Yuko Chino, Mart 2003 de Fuji TV kanalından muhabir
Tomoya Morish*ta ile karavanında görüşmeyi kabul etti. Aracın içinin
beyaz kaplı olduğu ve üzerinde tuhaf girdap işaretleri bulunduğunu
belirten Morish*ta, müritlerinin aksine, kadının açık mavi bir süveter
ve lacivert bir pantolon giymiş olduğunu belirtti. Sözde peygamberin
kanser olduğunu ve yakında öleceğini söylediğini belirten Morish*ta,
??Öyle ağır hasta birine benzemiyordu. Tipik bir büyükanne işte?? dedi.
Kadının ??Cennetten enerji aldığım sürece yaşayacağım?? dediğini
aktardı.
Üzerindeki metal objeleri çıkarıp mikrofon ve kamerayı beyaz örtüyle
sardıktan sonra beyaz önlükle yaşlı kadının yanına girmesine izin
verilen muhabir, 25 dakikalık görüşmenin yüzde 90´nın geçen yıl yolunu
şaşırıp sanayi bölgesindeki bir nehire giren ??Tama-chan?? isimli fok
balığının kurtarılması olduğunu söyledi. Tarikat üyeleri fok balığını
kurtarmaya çalışmışlar, ancak başarılı olamamışlardı.
Tarikat günümüzde küçük bir grup olarak varlığını devam ettirmekte
ve tarikat üyeleri 20 Mart 1995´te Tokyo Metrosu´na ´Sarin´ saldırısı
düzenleyen İlahi Gerçek (Aum Supreme Truth) Tarikatı gibi, terör
eylemlerine girişmelerinin beklenmesinden korkan Japon Polisinin sıkı
takibi altında yaşamaktadırlar.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Tanrı ile evreni bir, aynı ve özdeş kabul eden görüştür. Panteizm, anlam olarak tümtanrıcılık - kamutanrıcılık- demektir.
Panteizme göre Tanrı´nın evrenden ayrı ve bağımsız bir varlığı
yoktur. Tanrı doğada, nesnelerde, insan dünyasında vardır. Her şey
Tanrı´dır.
Bu algılamada Tanrı ´nın, evrenin kendisi olduğunu savunulur.
Panteistler evrende varolan her şeyin (atom, hareket, insan, doğa,
fizik kanunları, yıldızlar... ) aslında bir bütün olarak Tanrı ´yı
oluşturduğunu söylerler. Bu bakımdan evrende vuku bulan her olay, her
hareket aslında doğrudan Tanrı ´nın hareketidir. Bu görüşün ilginç ve
çarpıcı bir sonucu, insanın da Tanrı ´nın bir parçası olduğudur.
Panteizme göre; Tanrı her şeydir ve her şey Tanrıdır. Tanrı Evren -
İnsan ayırımı yoktur. Böyle bir ayrım aklın yanılsamasıdır. Aşkın bir
Tanrı var olmadığı gibi, her hangi bir yaratmadan da söz edilemez.
Evreni algılayış biçimi olarak Panteizm, Hindu, Buda dinlerinde
hayal gücü geleneğine uygun bir anlayıştır. Felsefî bir tasarım olarak
Panteizm ise, eski Yunan felsefesinde Plotinos (205-270), Rönesans´tan
sonra Giordano Bruno (1548-1600) ve Spinoza (1632-1677) tarafından
temsil edilmiştir. Düşünsel kökü Antik Çağ Yunan Stoacılığına dayanan
Panteizmin ileri sürdüğü Evrenin Ruhu Anlayışı , Hegelciliği ve
Spinozacılığı doğurmuştur.
Tek Tanrı ´lı Dinlerdeki Tanrı-Alem ayrılığı, Yaratan-Yaratılan diye
bir ikilem, Panteizmde yoktur. Doğayla Tanrı bir ve aynı şeydir. Tanrı
yaradan değil, varolandır ve evrenin tümüdür. Evrende görülen şeylerden
gayri bir Tanrı yoktur. Tanrı, evrendeki bütün varlıkların toplamıdır.
Evrenin başlangıcı ve sonu yoktur. Evrendeki mevcut canlı cansız her
şeyin bütünlüğü Tanrı ´dır. Önsüz ve sonsuz olan Tanrı, hem makro
kozmosta (evrende), hem de mikro kozmosta (insanda) bulunur.
Antikçağ Grek Stoacıları, Yeni Platoncular ve Doğunun Vahdet-i vücut
anlayışı, Yahudilerin Kabalası gibi çeşitli felsefî biçimlere bürünen
bu inanç, çağımıza kadar süregelmiştir. Panteist olarak adlandırılan
bazı Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman düşünürler vardır. Ancak, Panteizmi
üç semavi din genelde reddetmektedir.
Panteizm, Arapça ´da karşılığı Vücudiyye sözcüğüdür. Tanrı anlayışı
olarak her şeyi Tanrı tanımak, varlığı, ancak ona vermek olarak
özetlenebilir. Bunu, sonsuzluk, sonsuz olan varlık; Tanrı, tabiat
olarak tarif edenler de olmuştur. Bu, Vahdet-i Vücut, yani varlığın
değil, Vahdet-i Mevcut, yani fiziki evrenin, tabiatın birliği inancına
varır ve tabiatın Tanrı oluşuna, tabiattan başka bir varlık, bir Tanrı,
bir gerçek bulunmayışına inanmaktır. Özetle, Vahdet-i Mevcut, son
tahlilde Ateizmden, Tanrı tanımamaktan başka bir şey değildir. Vahdet-i
Vücut yaklaşımında, Tanrı yaratılmışların hiçbirine benzemez ve bu
inanç eşyanın hakikatini Tanrı ´da görür oysa, Panteizmde fiziki
evrenin kendisi Tanrı ´dır.
Panteizme göre evrenin toplamı Tanrı ´dır ve evrenin dışında
gizemcilerin savundukları gibi bir Tanrı yoktur. Açıkçası her zerre
onun kendisidir. Gizemciliğe göre de, her zerreİlahi güzelliği yansıtan
bir ayna ve araçtır. Evrenin yaratılış nedeni, Tanrı ´nın güzelliğini
yansıtmak ve göstermek içindir.
Panteizm´in Türleri
1. Tabiatçı Panteizm : Tek realite tabiattır. Tanrı da tabiatın içinde var olandır. (Dideron, Boron d ´Holbach)
2. İdealist Panteizm : Tek realite ruhtur. Tanrı da ruhun özünde var olandır. (Hegel, Fichte, Brunschvicg)
3. Teolojik Panteizm : Felsefî anlamda asıl Panteizm budur. Evrende
tek realite Tanrı ´dır. Diğer bütün varlıklar, evren, dünya, tabiat,
insan, ruhlar vs. her şey Tanrı ´nın varlığında oluşmuştur. Hiçbir şey
onun dışında değildir, her şey odur.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
DÜNYADAKİ BÜTÜN HAYATI BAŞKA GEZEGENDEN GELEN İNSAN BİLİM ADAMLARI TARAFINDAN VE DNA´YI KULLANARAK YARATTILAR.
Bu şahaser yaratılış destanın izi, bütün dini yazı ve gelenklerinde
bulunmaktadır. Hz Musa, İsa, Buda ve Muhammed bunlardan bahsediyordu.
Onları dünyamıza hoşbuyurma zamanı geldi.
NE OLDU?
13 Aralık 1973?de başka gezegenden gelen ziyaretçi, Fransız
gazetecisi Rael ile temasa geçip dünyaya tekrar gelebilmeleri için bir
eşçilik kurmasını istediler..
Rael ile buluşan uzaylı insan, dört ayak yüksekliğinden biraz daha
büyük, koyu-renk uzun saçlı, badem gözlü, derisi zeytin renkli,
görünüşü ahenk, mizah ve neşe saçıyordu. Hz. Rael, geçenlerde verdiği
açıklamada buluştuğu Elohim?in görünüşüne bunları ekledi: ?O
Japonya´nın sokaklarında yürüyecek olsa, onu hiçkimse farkedemez? Diğer
bir deyimle, onlar bize, biz de onlara çok benziyoruz. Ve hakikatte
bizler, Tevrat´ta yazıldığı gibi "onların benzerinde" yaratılmıştık.
O Rael´e söyledi ki´:
"Dünyadaki bütün hayatı bizler dizayn etdik"
"Bizleri sizler, Tanrı diye yanlışa aldınız"
"Bütün ana dinlerinizin başlangıcındayız"
"Şimdi ki sizler bunu anlamak için yeterli derecede
olgunluğa eriştiniz, elçilik sayesiyle resmen
bağlantı kurmak istiyoruz"
MESAJ
Rael?e dikte edilen Mesaj açıklıyor ki, dünyadaki hayat, ne rastgele
evrim ne de doğaüstü ?Tanrı?tarafından ama tamamıyle kasten (bile
bile), bilimsel alanda oldukça ilerlemiş uzaylı bilim adamları
tarfından ve DNA?yı kullanarak yaratmışlardı. Bu uzaylı insanlar ?kendi
benzerlerinde? dünya insanlarını, nasıl deriz ki--?Bilimsel
yaratıcılık? yöntemiyle yaratmışlardı. Bu bilim adamlarından ve
yaptıkları işlerden ve de sonsuz sembollerinden referanslar, birçok
kültürlerin eski yazılarda/dini kitaplarda bulunmaktadır. Örnek olarak,
İncil kitabının başlangıç bölümünde bahsedilen yaratılışta ?Elohim?
kelimesi ?Tanrı? olarak yanlış tercüme edildi. Çünkü hakikatte bu çoğul
bir kelime olup ?uzaydan gelenler? anlamına gelmektedir ve bu kelimenin
tekili ?Eloha?dır (ve ?Allah? olarak da bilinmektedir). Dünyanın her
tarafındaki yerli kültürler, uzaydan gelen bu ?Tanrıları?
hatırlamaktadırlar. Bunlar arasında Amerika, Asya, Avustralya, Avrupa
ve Afrika (Dogon ve Twa) kültürlerini örnek olarak verebiliriz.
Kendi başına gelişmesi için insanlardan ayrılıp kendi dünyalarına
gitmelerine rağmen, Elohim peygamberler sayesiyle (Hz. Buda, Musa, İsa
ve Muhammed gibi..) bizlerle bağlantı muhafaza ettiler. Bu
peygamberler, onlar tarafından özellikle seçilip eğitilmişlerdi.
Peygamberlerin görevi, her çağa ve kültüre uygun mesajlarla insanlığı
derece derece ve anlayış seviyelerine göre eğitmekti. Bilim açısından
yeterli derecede ilerleyip onları, Yaratıcılarımız ve çağdaş insanlar
olarak tanımamızı sağlamak için Peygamberler, Elohim?in izlerini
bıraktılar. Babası bir Eloha olan Hz. İsa, yaşamaya imtiyaz olduğumuz
bu İfşa/açıklama çağına hazırlama olarak ona verilen bu mesajları bütün
dünyaya yayma görevi verilmişti.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Araplar
tarafından ?Sâbiî? (Subbi ya da Subbâ) biçiminde adlandırılan bu
topluluk, kendilerine ?Mandenler? (bilgili olanlar, arifler anlamında;
İngilizcede Mandaeans) adını verir. Kendileri için kullandıkları bir
diğer ad ?Nasuralar?dır (kutsal öğretileri koruyanlar anlamında;
İngilizcede Nasoraeans). Manden adı tüm topluluk üyeleri için
kullanılırken, Nasura adı yalnızca din adamları, topluluğun ileri
gelenleri ve ataları için kullanılır. Mandenler, ayrı bir dil olan
Mandence konuşurlar. Sâbiî sözcüğü ise Mandence?de ?vaftiz olmak? ya da
?suya daldırmak? anlamına gelen ?sab? fiilinden türetilmiştir ve
Araplar tarafından, Mandenlerin en dikkat çeken ve sık uyguladıkları
ibadetlerinden biri olan vaftiz uygulaması nedeniyle, bu topluluğa bir
ad olarak verilmiştir.
Sâbiîler?in, Kur?an?da üç ayrı yerde (Bakara: 62, Maide:69 ve
Hac:17) bahsi geçmektedir. Bu üç yerde de onlardan ?Allah?a iman
edenler? olarak söz edilmesi, erken dönemden başlayarak Mandenler?in
kim oldukları ve nerede yaşadıkları konusunda İslam araştırmacıların
ilgisini çekmiştir. X. Yüz yıla kadar araştırmacılar, Sâbiîler?in güney
Irak?ta yaşadıklarını ve kendine özgü bir dinleri bulunduğunu
belirtmişlerdir.
Bu ilk değerlendirmeler, yüzeysel olmalarına karşın, genellikle
doğruydu. Ne var ki, Halife Me?mun döneminde ölüm tehditlerinden
kurtulmak isteyen ?Harraniler? (Harranlı putperestler) kendilerini
Sâbiîler olarak gösterdiler ve bugüne dek gelen bir yanlışın ortaya
çıkmasına neden oldular. Oysa, Asur-Babil politeizmini sürdüren ve
putperest olan Harraniler?in Sâbiîler ile hiç bir ilgileri yoktu. Sâbiî
adını almalarından sonra bir çok Harrani, Bağdat gibi önemli
merkezlerde Sâbiî adını kullanarak ünlü oldu ve Sâbiîlik adı altında
kendi inançlarını yayma fırsatı buldu. Gerçek Sâbiîler ise, ezoterik
ilkelerinin bir gereği olarak inançlarını açıklamamaları nedeniyle
unutuldular.
Daha sonraları el-Bağdadi ve Biruni gibi araştırmacılar, Sâbiîleri
?Harran Sâbiîleri? ve ?VasıtSâbiîleri? olarak ikiye ayırarak, güney
Irak?takileri gerçek Sâbiîler olarak kabul ettiler. Bu araştırmacılar,
Harranlıların gerçek Sâbiî olmadıklarını ve bu adı sonradan aldıklarını
da açıkladılar.
Batılı araştırmacılar Mandenler ile XVI. yüz yıldan başlayarak
ilişki kurdular. Başta Cizvit misyonerleri ve çeşitli batılı
araştımacılar, önceleri ?Vaftizci Yahya Hıristiyanları? diye
adlandırdıkları Mandenler?in kutsal metinlerini çevirmeye ve bu dinle
ilgili bilgi vermeye başladılar. Son yüz yıl içinde oldukça ciddi
araştırmalar gerçekleştirildi ve Manden literatürünün tümü çeşitli Batı
dillerine çevrildi.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Sâbiîlerin üç vakit farz namazları vardır: İlki, güneş doğarken kılınır
ve sekiz rekâttır. İkincisi, güneşin göğü yarılamasından sonra kılınır
ve beş rekâttır. Her rekâtında üç secde vardır. Üçüncüsü, gecenin
üçüncü saatinde kılınır. Sâbiîlerin namazlarının kıyam, rukû ve
secdesiz olarak, sadece toprak üzerinde oturmaktan ibaret olduğu da
ifade edilir. Dolayısıyla biz, farklı sâbiî gruplarından bazılarının
yalnız oturmak sûretiyle namaz kıldıklarını söyleyebiliriz. Biri
gündüzün ikinci saatinde, biri de gündüzün dokuzuncusu saatinde olmak
üzere iki de nâfile namaz kılarlar. Temizlenerek ve abdest alarak namaz
kılarlar. Temizlenmek için akar suya dalmak şarttır. Burundan gelen kan
ve ecnebî/yabancıya dokunmak abdetsi bozar.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
İlâhî
kaynaklı bir din olması dolayısıyla sâbiîlik başlangıçta tevhid’e
dayanıyordu. Sâbiîler, Hz. Âdem, Nuh, İdris, Şit ve Yahyâ gibi zatları
peygamber kabul etmektedirler. Yine onlar, Hz. Âdem’e indirildiğine
inandıkları bir kitaba sahip olduklarını da iddia etmektedirler. Bu ilk
dönemin sonlarında sâbiîler tabiata tapmağa başladılar. Tapındıkları
şeyler, gök cisimleri, özellikle de gezegenler, burçlar ve yıldızlardı.
Yani, kendi kabullerine göre kâinata hâkim olan kuvvetlere
tapıyorlardı. Onlar yedi gezegene ve özellikle de kutup yıldızına çok
büyük önem veriyorlardı. İbadet ederken kıble olarak kutup yıldızına
doğru dönüyorlardı. [1]
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Uzun
bir dönemin geçmesinden sonra sâbiîler heykeller yapmaya başladılar ve
bu heykellere de yıldızların isimlerini verdiler. Bunların başında yedi
gezegenin adının verildiği heykeller gelmektedir. Sâbiîlerin böyle bir
yol takip etmelerinde bazı bilginlerinin rolü vardır. Çünkü onların
bilginleri kendilerine şöyle diyorlardı: "Yıldızlar Allah’a en yakın
cisimlerdir. Bunlar konuşurlar ve dünyada olup biten her şeyi, Allah’ın
emriyle yerine getirirler.” İşte böyle sapık fikirlerle hareket eden
sâbiîler, işi daha ileriye götürerek, yıldızlardan menfaat gözetip
onlar için kurbanlar kesmişlerdir. Diğer taraftan da onlar, gündüzleri
yıldızlar görünmediklerinden dolayı, gündüzleri onların adına
yaptıkları heykellere, geceleri de bu yıldızların kendilerine
tapındılar. Bu hareketlerinde de görüldüğü gibi sâbiîler, câhiliyye
devrindeki putperest Arapların âdeta örnekleri ve gök cisimlerine
tapmanın mûcidi olmuşlardı. [1]
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma