Yazanlarda |
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Salât Kelimesinin Lügat Anlamları
1. Sırtın ortası
“الصلا وسط الظهر منا و من كل ذى اربع ”1 Salâ, sırtın ortasıdır. Asâ veznindedir, İnsanın ve her dört ayağı olanın sırtının ortasına salâ denir.2
2. Kuyruk sokumu bölgesi
“ما انحدرمن الوركين او الفرجة بين الجاعرة والذ نب او ما عن يمين الذ نب و شماله و هما صلوان”3 Her dört ayağı olanın uyluklarının bitiştikleri yere denir ki yancak tabir olunur yahut dübür ile kuyruğu aralığına denir yahut kuyruğun sağ ve sol taraflarının her birine denilir, iki tarafına salevân (صلوان) denir ki tesniye’dir (ikili), cem’i salevât (صلوات) ve fetha ile aslâu (ا صلاء) gelir.4
3. Duâ
“الدعاء : Kelimenin mânâlarının aslı budur. Cevherî (v.400/1009) bunu özellikle belirtmiştir.5 “و صل عليهم ”6 âyeti bu mânâda olup; ‘onlara duâ et’ anlamındadır. Birisine duâ edilince “صلى على فلان ” denilir. A’şâ’nın7 beytinde de: “صلى على د نها وارتسم” yani, “küpüne ekşimesin, bozulmasın diye duâ etti”8 şeklinde kullanılmıştır. Hadis-i şerîf’te de “و ان كان صائما فليصل ”9 şeklinde buyurulur; “hayır ve bereketi için duâ etmek” mânâsındadır. Her duâ eden “musallî” dir.”10 “هو الذي يصلي عليكم”11 âyetinde olduğu gibi, salât’ın, Allah (c.c.)’tan olunca “rahmet” mânâsına geldiği12, Kullardan olunca, “duâ” anlamında olduğu, Allah (c.c.)’tan olursa, “mağfiret”, meleklerden olursa “istiğfâr” anlamında kullanıldığı söylenmiştir.13 Âyetteki Allah (cc.c.)’ın kullarına salât’ı hakkında, müfessirler beş görüş öne sürmektedirler: 1.Rahmeti [رحمته],14 2.Mağfireti [مغفرته], 3.Senâsı [ثناؤه], 4.Kerâmeti/İkrâmı [كرامته], 5.Bereketi olduğudur [بركته]. Meleklerin salâtı hakkında ise, iki görüş nakledilmektedir: 1.Duâları [دعاؤهم], 2.İstiğfârları olduğudur [استغفارهم].15 “Salât Allah azze ve celle’nin Rasûl’ü (s.a.v.) üzerine “hüsn-ü senâsı” dır denilmiştir. “اؤلائك عليهم صلوات من ربهم و رحمة ”16 ayetinde bu anlamdadır.”17 Salât, duâ anlamına geldiği gibi Kur’ân-ı kerîm’de “dua etme” fiilinin salât anlamına kullanıldığı da söylenmiştir. Örneğin, “ الذين يدعون ربهم بالغداة والعشي” âyetinin18 tefsîrinde Mücâhid (d.21-v.103), “قال يعني صلاة المكتوبة ”der.19 Yine “ولا تطرد الذين يدعون ربهم بالغداة والعشي ” âyet-i celîlesi20 ile ilgili olarak “ يعني المصلين ” der.21 En’âm sûresinde yer alan bu âyeti celîle ile ilgili olarak Kurtubî (v.671/1272), yine Mücâhid’e atfen “burada duâ’dan maksad, farz namazları cemaatle kılmaya özen göstermektir” demektedir.22
4. Lüzum/Bağlanma
“Saliye’r-raculu -رضي gibi- “لزم ”23 mânâsınadır. Zeccâc (v.311/923)’ın dediğine göre, “salât’ta asıl olan mânâ budur.”24 Namaz bu şekilde (salât diye) isimlendirilmiştir, çünkü namazda, Allah’ın farz kıldığına bağlanma vardır. Aynı zamanda namaz, kendisine bağlanılması emredilen farzların en büyüklerindendir.”25
5. Yarışta ikinci gelen
“Hz. Ali (r.a.)’ye nisbet edilen bir sözde26 şöyle geçmektedir; “سبق رسول الله و صلي ابو بكر و ثلث عمر و حبطنا الفتنة فما شاء الله” Yani, “Rasûlullah (s.a.v.) birinci oldu, Ebû Bekir birincinin ardından ikinci oldu, Ömer üçüncü oldu. Fitneler bizi oyaladı, bu da Allah’ın bir dilemesi...’”27 “Bu ifâdenin aslı, at yarışından alınmadır; “اذا تلا السا بق صلي الفرس تصلية ”28 Koşu atlarının birincisinin hemen ardından gelen at, bu şekilde ifâde edilir. Birinci atın hemen ardından gelen ata “ مصلي/“musallî” denir, zira onun başı birincinin “salâ / صلا ” 29 kısmının hizâsındadır.” 30
6. Nebiye tabi olma
Râğıb el-İsfehânî (v.425/1034), “ لم نك من المصلين”31 âyeti için, “ أي: من اتباع النبيين” yani, “Nebî’lere tâbi olanlardan değildik” mânâsındadır, der.32
7. Yardım
Ebu’l-Bekâ (v.1094/1683), İbn-i Abbâs (v.68/687)’ın33 talebelerinden olan Tabiîn müfessirlerinden, Mücâhid’den şu nakli verir: “قال مجاهد: الصلاة من الله التوفيق والعصمة ومن الملائكة العون والنصرة ومن الأمة الإتباع ” Salât, “Allah’tan tevfîk ve ismet, Melekler’den inâyet ve yardım, ümmet’ten ise ittibâ’dır.”34
8. İn’itaf/Eğilmek
Ebu’l-Bekâ, Külliyât’ında şöyle der: “Hakikatte salât kelimesinin mânâsı konusunda şüphe edilse de tamamen bir asla rücû eder, müşterek lafız olduğunu da zannetmiyoruz. İstiâre de değildir. Salât’ın mânâsı ma’kûlen ve mahsûsen “ عطف / atf”tır.35 Gerçekten de salât, aslında cismânî olarak in’itâf’tır, çünkü onda salaveyn’in hareketi söz konusudur. Daha sonraları rahmet ve duâ için kullanılmaya başlanmıştır ki ikisinde atf-ı manevi vardır.”36
9. Salât Mekanı
“Salevât Yahûdîlerin Havra’larıdır.37 Bunun İbn-i Abbas’ın açıklaması olduğunu İbn-i Cinnî (v.392/1002) bildirmiştir. İbâdetlerinin mekânı olduğu için böyle isimlendirilmiştir. Salevât Kur’ân-ı Kerîm’de şu âyette geçer, “...yokolur giderdi savâmi’, biye’, salevât, mesâcid”38 “İbrânice aslının ‘salûta’/ صلوتا olduğu söylenmiştir. Bu kelime çeşitli şekillerde okunmuştur.39 Bu kıraatlerin en kuvvetlisi, çoğunluğun okuduğu şekil olup o da Salevâttır, sonra onu, sılevat, sulevat, suluvat40 şeklinde okuyuşlar takip eder. Diğer okuyuşlar tahriftir. Süryâni ve Yahûdi lügatine bağlama vardır.41 Kelbî’nin dediğine göre, salevât Yahûdîlerin mescidleridir, Cahderî’ye42 göre ‘salus’ (صلوث ) Hristiyanların mescidleridir, Kutrub’a43 göre ‘salus’ (صلوث ) bazı Hristiyan beytleridir.”44
10. İbâdet-i Mahsûsa
Râğıb el-İsfehânî şöyle der: “Salât rüku’lu secde’li bir ibâdettir.45 Şeriatlerdeki uygulanış şekli değişse de Şeriat’in kendisinden vazgeçmediği bir ibâdettir; bundan dolayı Cenâb-ı Allah “ ان “الصلاة كانت علي المؤمنين كتابا موقوتا. buyurmuştur.”46 Zebîdî, hocasının salât kelimesine dâir Râğıb’ın bu yorumu için yaptığı açıklamayı verir. Bu açıklama, kelimenin Arap dilinde kullanılışı ile Şeriatin terbiyesinden geçmiş bir zihnin kelimeye yüklediği anlam arasındaki farkı vurgulaması açısından önemlidir; “Şeyhimiz dedi ki; “Bu şer’i bir hakikat’tir, Arabın kelâmında buna delâlet yoktur, ancak duâyı kapsadığından dolayı böyle denmiştir ki, asıl mânâsı budur.” Zebîdi, bu ibâdetin neden salât olarak isimlendirildiğine dâir nakilleri verir ve şu bilgileri aktarır: “İbnu’l Esir, “bazı cüzlerinden dolayı böyle isimlendirilmiştir ki onun kapsadığı cüzlerden birisi de duâ’dır” demiştir.47 Misbâh’ta, “duâ’yı iştimâlinden dolayıdır” şeklinde geçer.48 Râğıb, “bu ibâdet, kapsadıklarıyla isimlendirilen şeyler gibi isimlendirilmiştir” demiştir.49 Denildiğine göre salât, lügatte duâ, ta’zim, rahmet ve bereket için kullanılan müşterek bir kelimedir.”50
11. Ateşle İlgili Anlamları
a. Ateşte Doğrultma, Ateş ile Doğrultma “ صلي عصاه علي النار تصلية و تصليها لوح.”51 “Baston ve benzeri şeyleri ateşe tutma, ateşte fırınlama/eskitme bu şekilde ifade edilir. Sıhâh’ta belirtildiğine göre “leyyenehâ ve gavvemehâ” denir, yani “yumuşatma ve kıvama getirmek için ateşe tutma” bu şekilde ifâde edilir. Kays b. Zuheyr52 şöyle demiştir: فلا تعجل بامرك وا ستدمه فما صلي عصاك كمستديم 53 “İşinde acele etme ve devam et... bir işe devam eden gibi asanı doğrultan olmaz.” b. Ateşe atma “صلاه: القاه في النار للاحراق كاصلاه و صلاه / تصلية / ادخله اياها واثواه فيها .”54 Salâ, “yakmak için ateşe atmak demektir, ateşe sokma ve oraya yerleştirme demektir.” c. Kebab yapma, Kızartma, Güneşte Pişirme “صلي اللحم و غيره با لنا ر ” Et ve benzeri şeyleri ateşte pişirme, eti kebab yapma anlamına gelir. Güneşte pişirilmiş et için ‘ مصلية /maslıyye’ dendiğine dair Zemahşeri’nin (v.538/1143)55 bildirdiği bir söz vardır.” 56 d. Ateş Tutuşturma, Ateş Yakma, Ateşle Isınma “الصلاء ”, ‘وقود .’ Yani ‘yakacak’ demektir. Kendisiyle ateş yakılan şeylere denir. اصطلي : إ ستدفأmânâsındadır. İstedfee: ‘ateşle ısındı’ demektir, yine aynı şekilde,اصطلي با لنار , ateşle ısındı demektir. “ لعلكم تصطلون” âyetinde57 bu şekildedir.”58 e. Ateşten Kurtulma Râğıb el-İsfehânî şöyle der: “Sallâ’r-racülü ifâdesinin anlamı kişinin kendisini bu ibâdet ile tutuşturulmuş ateşten koruması demektir. Bu fiilin binâsı ‘ مرض’ fiilinin binâsı59 gibidir. “Merraza” fiili hastalığın izâlesi anlamına geldiği gibi ‘sallâ’da böyledir.”60
f. Ateşin Hararetine Tahammül, İşin Şiddetini İfade Etme صلي باالنار : “ قاسا حرها ” şeklinde anlamlandırılmıştır. “Ateşin hararetine katlanmak, tahammül etmek” demektir. “Bir işin şiddetine ve zahmetine katlanmayı, tahammül etmeyi ifâde etmek için “ صلي بالامر” denir.”61
12. Yüz
“Salâye صلاية /veya hemze ile salâe صلائة / , lügatte cephe/öntaraf mânâsındadır.62 “نظرت الي مصطلاه ” ifâdesi “yüzüne baktım” anlamındadır. Buradaki “mustalâhu” kelimesi “ وجهه و اطرافه ” yani, “yüzü ve etrâfı mânâsınadır”, bu bilgiyi Zemâhşerî63 nakletmiştir.”64
13. Vurmak, Hile, Tuzak
“Mecâzî olarak birisine dalavere yapmak, aldatmak, kandırmak, tuzak kurmak mânâsındadır.65 صليت أوصليت لفلان denir, sülâsi ve rübâi olarak kullanılır. Sıhâh’ta ve Tehzîb’de “birisine zarar vermek, birisini helak etmeye çalışmak” mânâsına geldiği söylenmiştir.”66 الصلو / es-Salvu, Sâd’ın fetha ile okunuşuyla bir kişinin yada dört ayağı olanların “صلا / salâ” denilen yerlerine vurmak demektir.67 “Mıslât مصلا ة / , mim’in kesra ile okunmasıyla “ شرك ينصب للصيد” av için kurulan tuzak demektir. Tehzîb’de “kuşlar için”68 hazırlanan tuzak şeklinde geçer. Cemisi ( مصالي)’dir.”69
14. Eşeğin Dişisini Yola Sokması
“ صلي الحمارأ تنه تصلية طردها و قحمها الطريق ”70 Erkek eşeğin dişilerini yola sokması bu şekilde ifade edilmektedir. “صلي الحمار أ تنه ”, “Erkek eşek dişilerini yola soktu” demektir.71
15. Bir tür bitki
“ صليان, “Devenin ekmeği” diye isimlendirilen bir tür bitkidir. مصلاة , mîm’in fethiyle, “sıllıyân / الصليا ن denilen bitkinin çok olduğu yere” denir.”72
16. Bir Tür Taş
صلاية, attarların kullandıkları ve koku ezdikleri, somaki dedikleri bir taştır.73 “Salâye: ‘ مدق الطيب’, yani, ‘kokunun ezildiği bir tür taş veya havandır.’ Sıhâh’ta74 fihr75 olarak açıklanmıştır. İmru’l-Kays şöyle der: مداك عروس او صلاية حنظل ”76 İmru’l-Kays bu beytinde atının sırtını salâye’ye benzetmiştir. Salâye ise; “Ebû Cehil karpuzlarının kurudukları zaman çekirdeklerinin ezildiği düz ve geniş taşa denir.” “Salâye, شريحة خشنة غليظة من القف .”77 Salâye; “kuruluktan dolayı sert ve sağlam olan ince uzun deri şeritlere denmektedir.”
kaynak kuranda salat kavramı adlı yüksek lisans tezinden bir bölümdür...
tezin sahibi yaşar doğru...
her cümlenin kaynakları tezde belirtilmiştir...
o kaynakları eklemedim...
bu bölümü de tez sahibinin izni olmaksızın buraya ekledim...
umarım affeder...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
UlulElbab Yasaklı
Katılma Tarihi: 15 kasim 2009 Yer: Micronesia Gönderilenler: 488
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Teşekkürler sevgili asım kardeş.
Emeği geçenlerden Allah razı olsun.
Bazıları teknik olarak S-L-V Kök anlamından türememiş
sadece sesdeş...Ancak yine de Salat HERŞEY dir.
Söylemimize uymuş.
sevgi ile...
metehan
__________________ Demek ki,gerçekten zorlukla beraber kolaylık da vardır,ŞERH-5
|
Yukarı dön |
|
|
UlulElbab Yasaklı
Katılma Tarihi: 15 kasim 2009 Yer: Micronesia Gönderilenler: 488
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Bir kelimenin, söz üslubunda, siyakında ve sibakında kazandığı tali anlamlar, ilk anlamı kadar önemlidir. Daha doğrusu
her kelime gerçek anlamını ve tesir kuvvetini deyimlerde ve sözdeki yerinde bulur. Özellikle kadim doğu dillerinde
sözcüğün anlamı ancak sözdeki yerinde tamdır. Ne var ki modern mantık; ince farkları aynılaştırmaya, sözü küçümsemeye,
üslubu hafifsemeye, siyak ve sibakı bölmeye düşkündür.
Dinde ihlâsı arayanlar, bu tür keyfilik ve kolaycılıktan kaçınmalıdır.
S-L-V kök harflerinin izlemek anlamına geldiğine, bu nedenle Kur’ân üslubunda kimi zaman vahye de izlenmesi gereken
cihetiyle salât dendiğine, zayiinden söz edilen salâtın da izlenmeyen vahye işaret olabileceğine temas etmiştik. Peki,
muhafaza edilmesi gereken salât nedir? Nasıl muhafaza edilir?
Evet, izlenmesi cihetiyle vahyin adı salât, hatırlatması nispetiyle de zikirdir. Zikri Allah indirmiş ve onu korumayı da
kendisi üstlenmiştir. (Hicr 15/9) Ama bu korumanın sebebi, zikrin kullar tarafından yaşanacak olmasıdır. Bu nedenle
Allah’ın hıfzı, kullarının elinde gerçekleşmelidir.
Kullar vahyi yazar, hıfzeder, okur ve tebliğ ederler. Böylece vahyin metni ve telaffuzu korunmuş olur. Buna bir de
uygulamanın eklenmesi gerekir. Böylece anlam da korunacaktır. Nitekim Kur’ân, bazı peygamberlerin Tevrat’la hükmettiğini,
ulemanın da onunla hükmederek korumakla yükümlü olduklarını söylemiştir. (Mâide 5/44)
Salâtı korumayı konu edinen ayetlerdeki koruma, acaba bazılarının dediği gibi vakitli salâtları kaçırmamak için acele
etmek veya onlara devam etmek midir? Yoksa Kur’ân dilindeki salat sözcüğü kapsamında ne varsa onu hıfz ve himaye etmek
midir?
Salâtın korunmasını konu edinen ayetler, nüzul zamanlarıyla, siyak ve sibaklarıyla dikkatle okunursa, korunması istenen
şey vakitli salat anlamına alınsa bile bunun, Kur’ân’ın tebliğinin daha bidayetinde, Mekke ve çevresinde bilinen şekilde
ve sayıdaki salât olduğu anlaşılacaktır. Şu ayetteki gibi:
“Bu, sana indirdiğimiz, kendinden öncekileri onaylayan mübarek bir kitaptır. Ana-kent ile çevresinde yaşayanları uyarasın
diye. Ahirete inananlar buna da inanırlar, onlar salâtlarını muhafaza ederler. (En’âm 6/92, Ayrıca bkz. Mü’minûn 23/7-11,
Me’âric 70/34)
Bu ayetlerde salâtın beraberinde zekât yerine, emanet, ahit ve kitaptan bahsedilmiş, hıfzetme yerine de muhafaza fiili
getirilmiştir. Muhafaza fiilinde ise, iman, emanet ve ahitte olması gereken karşılıklılık vardır. Salâtın
karşılıklılığına, ayrıca Kitap ve zikirle olan yakınlığına da işaret etmiştik. Bu durumda salâtın muhafazasının,
izlenmesi gereken vahyin muhafazasıyla ilişkisi anlaşılmış olur.
Hicretten sonra nazil olan ve hukuki meselelerin tam ortasında yer alan şu ayetteki gibi:
“Salavâtı muhafaza edin.” (Bakara 2/238)
Muhafazası istenen salatın burada da vahiy olduğu açık değilse de, vakitli salât olduğu da sarih değildir. İstenen şey,
delaleti tayin edilmemiş mutlak "salâtlar"ın muhafazasıdır. Ayet şöyle devam eder:
"Salavâtı muhafaza edin ve vustâ salâtı.”
Salavât kelimesinin anlamı daraltılarak sırf bazı vakitlerde salât ikame etmeye indirgenirse, “vustâ salât”ın hangi vakit
olduğu belirlenemez. Ayrıca aynı mantığın modern takipçileri, bu sayfadaki vakitli salata, hukuki meselelerin arasından
daha uygun bir yer aramaya koyulurlar.
Oysa burada; önce tayin edilmemiş anlamıyla salavatın muhafazası istenmekte, ardından “vüstâ” salât tembih edilmekte,
daha sonra da yeni bir “ve” ile vakitli salâta işaret edilmektedir:
“Salâtları muhafaza edin ve vusta salâtı ve Allah için kanit olarak durun.”
Demek ki muhafaza ancak "kanit" bir "kıyam"la mümkündür. Salavâtın muhafazası, izlenmesi gereken ayetlerin ve bu
ayetlerde zikredilen can alıcı aile hukukunun, vakitli salavâtta kıraatiyle muhafazasıdır. Nitekim sonraki ayette şöyle
denir:
“Eğer korku halinde iseniz yaya veya süvari giderken de (durun). Güvene erdiğinizde ise bilmediğiniz şeyleri size
öğrettiği gibi Allah’ı zikredin.”
İmdi sen eğer samimi isen, kimi zaman muhaliflerini ölümle cezalandırmış olan siyasi mezheplerin ilk nesline bakıver.
Düşman kardeşler bile vakitli salâtta ve onun her şartta kalıcı ve değişmez tek öğesinin kıraat olduğunda ittifak
ettiler.
Bunu biliyorken, nasıl olur da vahyi ve bu sayfada temas edilen ilkeleri salât kavramının dışında tutabilirsin?
Ya da Fıkhi olsun, Kelami olsun, siyasi olsun, hiçbir anlayışta kıraatsiz vakitli salât yokken, vakitli salâtı vahiyden
ve bu ilkelerden nasıl ayırabilirsin?
Şimdi de diyeceksin ki; peki, güvene erilince nasıl zikredileceğini Allah müminlere ne zaman öğretti?
fikri takipten alıntıdır.
__________________ Demek ki,gerçekten zorlukla beraber kolaylık da vardır,ŞERH-5
|
Yukarı dön |
|
|
UlulElbab Yasaklı
Katılma Tarihi: 15 kasim 2009 Yer: Micronesia Gönderilenler: 488
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İlk müfessirlerden kimileri, vahiy bağlamında zikredilen bazı “salât”ların Kur’ân
demek olduğunu açıkça beyan etmişlerdir. (İsrâ 17/107-110, Ankebût 29/45, Bkz. Taberî)
Bu ayetlerde Kur’ân yerine salât denmiş olmasının sebebi ise, izlenmesi gereken özelliğini
öne çıkarmaktır. Aslında bu, tıpkı kuşların kevni vahyi izlemelerine salât denmiş olması
gibi, nebevi vahyi izlemeye de salât demekten ibarettir.
Meselenin daha iyi anlaşılması için vahyin, Kitab, zikir ve Kur’ân” yakınlaştıran, bunlara
bir de salâtı ekleyen ve hatta birini diğerinin yerine kullanan genel üslubunu hatırlamak
yeterlidir.
Çünkü dinde izlenmesi gereken elçiler olsa da, onların da izlediği vardır ve bu sadece
vahiydir. Zikir, kitap, ilim, hüda, sebil, din ve millet de bu cümledendir. (En’âm 6/50,
Mü’minûn 23/71, Kasas 28/49, Bakara 2/38,120, Ra’d 13/37, Gâfir 40/7, Âl-i İmrân 3/73, Nisâ
4/125)
Vahiy, belirlemeler yapmasıyla kitap, lakin bilgilerimizi hatırlatmasıyla zikirdir. Tebliğ
edilen cihetiyle vahye Kur’ân dense de bilinçlendirmesi yönüyle ilim denir. Sorumluluklar
yüklemesiyle din, fakat yol edinilmesiyle sebîl olur. Doğruya götürmesiyle hüdâ fakat
izlenmesi gereken özelliği ile de salât olmaktadır.
Tıpkı heva ve hevesini izleyen toplumun Şuayp peygambere itirazlarındaki salât gibi:
“Salâtın mı, atalarımızın taptıklarını terk etmemizi veya mallarımızda dilediğimizi
yapmamamızı emrediyor sana?” (Hûd 11/87)
Atalarımızın taptıklarını terk etmemizi veya mallarımızda dilediğimizi yapmamamızı, ardına
düştüğün kitabın mı emrediyor sana? Müfessirler kelimenin bununla birlikte din anlamına gelme
ihtimaline de işaret ederler. Bu durumda salâtı izlemeyenler heva ve heveslerine uymak
zorunda kalacaklar demektir:
“Onların ardından bir güruh halef oldu, salâtı zayi ettiler ve şehvetlerini izlediler.”
(Meryem 19/59)
Bu ayetteki salât üzerine de –geleneğe rağmen- düşünmemizi gerektiren birkaç nokta vardır.
Bunlardan birisi, ayetin öncesinde vahye, sonrasında da tövbeye yapılan vurgudur. Bu vurgu,
zayi etmenin inkar etmek anlamına geldiğine, zayi edilen şeyin de vahiyle ilgilisi olduğuna,
ayrıca zayi etmenin ancak iman ve amelle telafi edilebileceğine işaret etmektedir.
Tekfir için kullanılabileceğinden, buradaki salâtı daraltan bir anlam toplumsal sıkıntıları
da beraberinde getirecektir. Maalesef böyle de olmuştur.
Ayet üzerinde düşünmemizi gerektiren bir başka husus, genelde olduğu gibi salâta mukabil
“zekat verme”nin değil, karşı olarak “şehvet izleme”nin getirilmiş olmasıdır. Bu üslup, salât
için, daraltılan bir anlamdan farklı bir arayışı gerektirmektedir.
Bunlara mutlaka eklenmesi gereken bir husus daha vardır. Bu ayetin üslubunun tekrarlandığı
başka bir pasajda “Onların ardından halef olan” bu güruhun “kitab”a varis olduklarının
açıklanmıştır. (Bkz. A’râf 7/169).
Bütün bu hususlar, “zayi edilen salât”ın, Tevrat olduğunu göstermektedir. Nitekim
İsrailoğulları’nın Tevrat’ı zayi ettikleri tarihte meşhur bir vakıadır, rivayetlere tam da
ayetteki kelimeyle “ezau’t-Tevrâte” şeklinde girmiştir.
Salât yani izlenmesi gereken kitap ve din. “Şehvet izlemek” deyimi de bu anlamı teyit
etmektedir. Yani ayette zayi edilen şey, izlenmesi gereken özelliği ile hatırlatılmaktadır.
Bu durumda ayetin siyak ve sibakı ile tam tevili şu olur: Kitap ehli! Siz Kitabı zayi
ettiniz. Heveslerinize uyup küfre düştünüz. Eğer Kur’ân’a meyleder ve hayatınızı ona göre
tanzim ederseniz kurtulursunuz.
Peki “zayi” edilmemesi gereken salât eğer kitap ise, “muhafaza” edilmesi gereken “salâtlar”
ile kast edilenler neler olabilir?
__________________ Demek ki,gerçekten zorlukla beraber kolaylık da vardır,ŞERH-5
|
Yukarı dön |
|
|
sasha Uzman Uye
Katılma Tarihi: 27 kasim 2009 Gönderilenler: 368
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam,
Yorumumun ne kadar katkisi olur bilemem ama ekleyeyim istedim.
Ilk mesajda, "kuyruk sokumu" bolgesi islenmis bir kisimda..
Kuyruk sokumu, omurgada digerlerinden farkli bir yapida olup, acilip kapanan(esneyen) kucuk omurlara sahip bir bolge..
Oyle ki eger yaratilistan boyle olmasaydi, ne bir anne cocugunu dogurabilirdi(dogum vakti geldiginde rahiminde olur kalirdi), ne insan soyu (kadin-erkek)buyuk abdestini yapabilirdi. Bu hayvanlarin cogu icin de boyle..
Simdi Meryem 19/59 'a baktigimizda sonraki neslin, sehvet yuzunden ziyan, zayi ettigini gormekteyiz salat'i..
Halbuki Salat'in ayakta kalabilmesi icin, yeni nesiller (yani insanin uremesi) gerekir temel sart olarak..
Anne bu islevi, Allah tarafindan verilen kuyruk sokumundaki omurlari kullanarak icra eder.
Fakat yeni neslin Salat'i icrasi icin, oncelikle haramdan, zinadan vs. kacinmasi gerekir. (Ayetteki sehveti bu sekilde anliyorum)
Yani hem aleni zina yapip, hem Salat'i icra edemez zira insan...
Ama Salat'i yapabilmek icin herseyden once, dogmus olmasi gerekir insanin..
Ve gerek bir baba, gerekse anne salt bir dogumda dahi Salat eder. Sukreder, tesekkur eder.
Kuyruk sokumu bolgesi, bu yuzden dikkatimi cekti.
Simdilik aklima gelenler.
__________________ sana iyi görünen bir başkasının kötüsüyse ona "gerçek" değil “düşün” denir. gerçekler değişmez ama düşün değişkendir.
|
Yukarı dön |
|
|
hizmetkar Newbie
Katılma Tarihi: 28 agustos 2009 Yer: Turkiye Gönderilenler: 36
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
MAİDE SURESİ 6 NCI AYETTE. EY İMAN EDENLER (İZE KUMTUM İLE SALATİ ) SALAT ETMEYE KALKTIĞINIZ ZAMAN ŞU ŞEKİLDE ABDEST ALIN DİYOR. BURAYA Bİ AÇIKLAMA GETİRECEK OLAN VARSA LÜTFEN YAZSIN. YADA SALATI ORTADAN KALDIRMAK İÇİN UĞRAŞMASIN.
__________________ haydarı kerrar
|
Yukarı dön |
|
|
Yorumcu Uzman Uye
Katılma Tarihi: 08 mart 2010 Gönderilenler: 171
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Ey inananlar,uykudan uyanıp,güne başlayacağınız zaman,ellerinizi,yüzünüzü yıkayın,traşınızı olun,dişlerinizi fırçalayın,saçlarınızı tarayın,ayakkabılarınızı silin veya boyayın.Gece cinsel ilişkiye girdiyseniz veya terlediyseniz duş alın...5/6
İsterseniz,ayetin devamını da yazarım.Yani size teyennüm"ün ne olduğunu da anlatırım.Ve bize anlatılan teyennüm"ün ne komik bir şey olduğunu görürsünüz.
Ey din adamları,ilahiyatcılar,Kur"an okurları,Kur"an"ın verdiği mesajları,fiii tarihine giderek alamaz,anlayamazsınız.Çünkü Kur"an,geçmişe değil,içinde bulunulan an"a,yani içinde bulunduğunuz güne,topluma veya zamana hitap eden bir kitaptır.
Yukarda verdiğim ayetin,verdiği mesaji Allah"ın izniyle,mota mot aldım ve size de açıkladım.Anlayana sivri sinek saz,anlamayana davul zurna az.Yani ayet güne başlayacak veya işe gidecek veya toplum içine çıkacak müslümanların şık ve temiz olmalarını emrediyor.
Selam ile.
|
Yukarı dön |
|
|
Yorumcu Uzman Uye
Katılma Tarihi: 08 mart 2010 Gönderilenler: 171
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
ululElbab"ın yazdığı veya astığı makaleleri yeni okudum ve hayret ettim.Ben hep söylüyorum.Her dönem veya her zaman,Kur"an"ı doğru anlayıp,doğru algılayan Kur"an ehli müslümanlar olmuştur ve olacaktır inşallah.
Ama toplumlara,söz konusu Kur"an ehlinin müslümanlık anlayışı değil,toprak ağası,aşiret lideri ve siyasilerin,bilinçli olarak tahrif ettikleri din anlayışları hakim olmuştur.Ululelbab"ın astığı makaleler,çok mükemmel makaleler.Doğrusu hayran kaldım.Çok teşekkür ederim.
Selam ile.
|
Yukarı dön |
|
|
bisaniye Groupie
Katılma Tarihi: 19 haziran 2007 Yer: Nauru Gönderilenler: 97
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam ile
bismillahirrahmanirrahiym;
uzun zamandır işlerim nedeniyle uğramadığım bu foruma yeniden dönmüş bulunuyorum.
şimdi ise doğru soruyu sorma zamanın geldiğini düşünüyorum
Rabbimiz Olan Hz. Allah CC nun Doğruya ulaştırması için gerekli aracılarını vesile eylemsi duaları ile inşallah
|
Yukarı dön |
|
|
Yorumcu Uzman Uye
Katılma Tarihi: 08 mart 2010 Gönderilenler: 171
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam ile
bismillahirrahmanirrahiym;
uzun zamandır işlerim nedeniyle uğramadığım bu foruma yeniden dönmüş bulunuyorum.
şimdi ise doğru soruyu sorma zamanın geldiğini düşünüyorum
Rabbimiz Olan Hz. Allah CC nun Doğruya ulaştırması için gerekli aracılarını vesile eylemsi duaları ile inşallah
Hoş geldin kardeş.Sormayı düşündüğün doğru soruyu merak ettim.Sorulara cevap yetiştirmeye bayılırım da:) Peşinen söyleyeyim.Benim cevap veremeyeceğim,hiç bir soru yoktur.En sevdiğim cevap"ta,"ben bu konuyu bilmiyorum"dur.
Selam ile.
|
Yukarı dön |
|
|
|
|