Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
RÛH
Rûh ilâhî bir nefestir ve Allâh'ın emridir. Hakk'ın tecellisidir. Zâhirî ve bâtıni olmak üzere iki hali vardır; Zâhirî olan hali gözlerimizin gördüğü canlı ve kesif mevcûdattır. Bâtınisi ise bu zuhûr âlemine gelmezden önceki hal ile, sonra fenâ âleminden bekâ âlemine rücû eden latif halidir. Rûhun her iki hali de Allâh'ın "Kün" emrine mazhar olmuşlardır. İnsânın bir iç ve bir dış âlemi vardır. Dışı kesif yani rûha kafeslik yapan vücûdu, içi de latiftir. Kâinatta ne mevcûtsa, insânda da vardır. İnsân bahsımızın baş tarafında arzettiğimiz echile All3ah'ın yarattığı en değerli ve en güzel br yaratıktır. Cenab-ı Hak insânı bütün kendi sıfat ve isimleriyle müzeyyen kılmıştır ve eşrefi-mahlûkat olarak bütün yaratıkların en üstünü olarak emânetlerini ona tevdi etmiştir. Meselâ, Allâh'ın seçkin kullarından öyleleri bulunur ki bunlar Tanrı katında varlıklarını atıp onda yok olurlar ve âlem onların avucu içinde bir hardal tanesi gibi kalır. Bunlara Kutup, Gavs veya Sâhib-i Zaman derler. Onların bütün hareketleri Allâh ile olur ve onlar Cenab-ı Hakk'ın bütün nimetlerine mazhar olurlar. Bunlar kıyâmet gününde yani mahşerde Cenab-ı Hakk'ın katındaki yüksek makamlarından dolayı kendilerine Enbiyâ ve Şehitler gıpta ile bakarlar. Bunlar orada nûrdan bir minber üzerinde bulunurlar. Cenab-ı Fahr-ı Kâinat bu gibi zevâtı Kur'ân-ı Kerîm'in şu âyetiyle ihbar vermiştir. Yûnus sûresi âyet 62. Sad sûresi âyet 72: "ELÂ İNNE EVLİYÂ ALLÂHI LÂ HAVFÜN ALEYHİM VE LÂHÜM YAHZENÛN." İyi biliniz ki onlar hakikaten Allâh'ın velîleri olup korkuları yoktur, hem de onlar hiç bir şeyden mahzun da olmazlar."
Bir de insânların kendilerini tekemmül ettirmeyip dünyanın geçici zevklerine mağlup olanları vardır ki varlıklarını yok edememişler, kibir, hased, riyâ vesâir fena hasletlerin içinde boğulup kalmışlardır. Dünyanın geçici arzularına tamamen kendilerini kaptıranların değerli vakitlerini bir faydası olmayan şeylerle geçirmeleri cidden acınacak bir haldir. İnsânın bedeni şehâdet âleminde rûhun sureti ve kemâlinin de mazharıdır. Rûh bedebden başka olmayıp, kemâlini göstermek için bedene muhtaçtır ve bedenin bütün hücrelerindedir. Yalnız birleşme suretiyle değildir. Bu bulunuş mutlak vücûdun bütün vücûdlarda bulunası gibidir. Görüldüğü gibi rûh ile cismimiz arasında bir ayrılık yoktur. Nasıl ki Cenab-ı Hak bir cihetten eşyânın aynı, bir cihetten de gayrı ise, rûh da bir cihetten bedenimizin aynı, bir cihetten de gayrıdır. Rûh kendi zâtıyla kâimdir, dâim kalması için bedene muhtaç değildir, yalnız yukarıda da arzettiğimiz vechile kemâlini izhâr için bir bedene muhtaç olur.
CİSİM (BEDEN) RÛH
Cismimiz bir yandan Halk âleminden, rûhumuz ise Emir âlemindendir. Diğer yandan cismimiz Mülk âleminden, rûhumuz da Meleküt (Meleklerde olduğu gibi) âlemindendir. Mülk ile Meleküt ikisi birbiriyle uyuşum halindedir. Cisim ve rûh da, kezâ kemâllerine erişinceye kadar birlikte yükselip alçalırlar. Kemâllerine eriştikten sonra Tanrı'nın himmeti ile birlikte anlaşmış bir halde yaşamlarını sürdürürler. Rûh nûrdur ve âlem bu nûr ile dopdoludur. Âleme canlılık, dirilik verir ve âlemin hâkimi mülküdür. Bu hal bitkiler mertebesinde tabiatiyle, hayvanlar mertebesinde kendi isteği üzere, İnsân mertebesinde ise bilfiildir. Bu sebepten nûrlara bir mertebede Tabiat, bir mertebede Rûh ve bir mertebede Akıl denir. Rûh hakkında Kur'ân-ı Kerîmdeki zikredilen önemli üç âet;
1 - FE İZA SEVVEYTUHÛ VE NEFAHTÜ FİHİ MİN RÛH-İ. "Biz anın (yani insânın) hey'et ve sûretini düzeltip ana Rûhumuzdan nefhettiğimizde. El-Hicr sûresi âyet 29"
2 - YEVME YEKÛMUR- RÛHU VEL-MELÂİKETÜ SAFFÂ. "Ol günde rûh ve Melekler saf olup dururlar. En-Neba sûresi âyet 38."
3 - VE YES'ELÛNEKE AN-İRRÛH-İ KUL-İRRÛH-U MİN EMRİ RABBÎ. (El-Esra sûresi âyet 85) "Ve sana rûhdan sorarlar, Ey Muhammed rûh benim Rabbimin emrindendir" de buyurulmuştur. Buna ait Peygamber Efendimizin Hadislerine gelince. Türkçe anlamları itibariyle:
1 - Rûhlar cesetlerden iki bin yıl önce yaratıldı.
2 - Rûhlar toplanmış askerlerdir, bunlardan birbirleriyle bilişenler anlaştılar ve bilişmeyenler de uyuşamadılar, yani rûhlar cesetlerden önce yekdiğerinin karşısında toplanmış askerler gibi said ve şâki olmak üzere iki kısım üzere yaratıldılar. Bunlar dünyada birbirleriyle buluştuklarında, yaradılışlarına göre ya anlaşır, veya uyuşamaz veyahut birbirleriyle muhâsama ederler buyurulmuştur.
Hadisi Şerifin ikincisi Eshâbın ileri gelenlerinden Ebû Hureyre tarafından nakledilmiştir. Tenevvür etmek maksadiyle yukarıda dercettiğimiz âyet ve hadislerden anlaşıldığı vechile rûh taş misâli cisimlerin hepsinde, bitki, hayvan, insân melek ve cin de vardır. Lâkin kemâl zûhuru insânda, İnsân-ı Kâmldedir. R3uhun iki vechi vardır. Bunlardan biri kendi aslı olan Allâh'a ve diğeri de halka mütevecccihtir. Esas itibariyle "RÛH" istirahat anlamındadır. Bir de merhamet, acıma, hafif rüzgar, yani esinti, sevinç anlamına gelir. Birinci âyette buyurulan "Ona ruhumuzdan nefhettiğimizde" kelâmında görüldüğü gibi bunu bize Allâh bahşetmiştir. İnsân nefesini içeri alır, sonra, o nefes dışarı verilmekte böylece hayat sağlanır. Nefes dışarı verilmezse, derhal insân ölür. Anın için insân vefat ederken nefesini içeri aldığında o nefes içeride hapis kalır, dışarıya veremez, ölür.
Rûh dört kısımdır:
1 - Rûh-u Cemadi (Katı olan bütün cisimlerde bulunur.)
2 - Rûh-u Nebati. Bu rûh bitkilerde olduğu gibi katı olan cisimlerde de vardır. Bu rûh bitkileri büyüktür, o bitkiyi kesmiş olsanız onun rûh-u nebatisi gider, gelişmesi durur. Ancak rûhu Cemadisi kalır, yani kururmuş bir şekilde artık o ne güzel bir koku verebilir, ne de eski güzelliği kalmıştır. Şu hal de bitkilerde iki rûh vardır.
a) Rûh-u Cemadisi.
b) Rûh-u Nebatisi.
3 - Rûh-u Hayvânî. Bu rûh-u hayvânî de üçe ayrılır:
a) Rûh-u Cemadi. Bu rûh onun cismidir. (Kemikleri gibi.)
b) Rûh-u Nebati. Bitki büyür, gelişir.
c) Rûh-u Hayvânîdir.
4 - Rûh-u İnsânî. Bu rûh da dörde bölünür:
a) Rûh-u Cemadi.
b) Rûh-u Nebati.
c) Rûh-u Hayvânî.
d) Rûh-u İnsânîdir. İşte bu rûh insânın kuvvei zihniyesidir..
Yukarıda bildirilen rûhların hepsi Hakk'ındır. Malumdur ki bir insânın Rûh-u İnsânîsi, Hayvânîsi ve Nebatîsi çıktıktan sonra Rûh-u Cemadisi kalır ki o da insânın kalıbı, yani cesedidir. Bu anda o cesedin bir taştan farkı yoktur ve kalmamıştır. İşte Rûh-u İnsânînin meskeni olduğundan ve ona şu kadar yıl kafeslik yapma hasebiyle son vazifei insânîye yapılır, techiz ve tekfin edip namazını kılıp en son onu toprağa verirler. Görülüyor ki rûh bir cisme bürünerek mevcût olur. Esasen rûh ile beden arasındaki ayrılık hakikî değil, itibaridir. Zirâ hakikatta rûh ve beden birbirinin aynıdır. İnsânda can dediğimiz de zaten rûhtur. Rûh mutlaktır. İnsâna nisbet olunduğu halde o zaman ona "Rûh-u İzâfî" tabir olunur. Çünkü asıl rûh mutlaktır. Meselâ; Güneş doğunca her yere ışığı vurur. Şimdi güneşin mukayyed olması lâzım gelmez, güneş yine mutlaktır. Aynı vaziyette de Allâh'ın rûhu da mutlaktır, yani güneş yalnız meselâ sizin pencerenize vurmuştur diye bir şey düşünemiyeceğimiz gibi. Netice olarak bu görünen mevcûdat ve âlemler var olan Allâh ile şenlendi ve hayat buldu. İşlediklerinizden sizdeki asıl siz memnun ise, duyulan sevinç ve memnuniyet artık yüzünüze vurur. Yüzünüz dâima güler, alnınız dâima parıldamaktadır. İşte İnsân-ı Kâmilin bir nişanı da budur. Nûranî ve güler yüzlü bir insân çok defa dikkatinizi çekmiştir ve ondan da size bir hatıra kalmıştır.
1920 yılında idi. Birgün pederim ile arkadaşı Fâtih Türbedârı Amiş Efendiyi ziyârete gitmiştik. Türbe kapısından içeri girdiğimizde esas türbenin dışındaki avludaki bir sedirde oturmuş nûrânî ve güler yüzlü, süt gibi beyaz sakallı tertemiz kıyafetli bir zât ile pederim birbirlerine koşup sarıldılar.Ayrıldıklarında her ikisi de birbirlerine kavuşmalarının kendilerine verdiği sevinçten dolayı sessiz sessiz ağlıyorlardı. Nihayet gözlerini silen Amiş Efendinin elini öptüm ve pederimin yanına oturup onun nûr gibi parıldayan yüzüne hayran hayran bakarak aralarında cereyan eden tasavvufi sohbeti dinlemeğe koyuldum. 115 yaşlarında olmasına rağmen mübârek zâtın çehresi öyle parlak ve temizdi ki, derileri gergin ve gözlerinden adetâ nûr fışkırıyordu. Koku sürünmediği halde mis gibi kokuyordu. Yanında kaldığımız üç saate yakın bir süre zarfında hiç sıkılmadım. İnsân-ı Kâmilin bir nişânı da buydu zâten, içinizde hiç bir sıkıntının kalmamasıdır. Şimdi anlıyorum ki koca Fâtih'e yaraşmış aziz ve mehterem Türbedârdı o. Ve sonradan avdette pederimin anlattığı gibi bir İnsân-ı Kâmildi.
Bu gibi muhterem kimseler insânlığa rahmettir. Nerede şimdi o gibi Amîş Efendiler veya diğerleri? Bunlar insânlığa nasıl tarlaya düşen yağmurlar bereket verirse, bunlar da canlılık verirler. Şimdi böyle İnsân-ı Kâmiller parmakla gösterilecek kadar azdır, kimya gibidir, belki bulunması kimyadan da güçtür. Bugün temiz düşünceli, iyi kalbli ve iç aydınlığa sâhip hakikatları anlamış ve zevk etmiş çelebî kimselere toplumumuzun şiddetle ihtiyacı vardır. Temiz ve asîl bir rûha sâhip bir insân daima merguptur, bu gibiler kendi çaplarında birer kâmil insânlardır. Bu zamanda temiz kalmak geçmişe nazaran pek daha fazîletlidir. Dün belki o kadar çeşitte engeller bizleri bir çok hususlarda bu tarz insân olma yolundan bu güne kadar alıkoymazdı. Fakat yaşadığımız dünyada ona esir olmadan azimle karşı koyarak şerefli kalmak mühim bir meseledir ve Allâh indinde de pek makbul bir haldir. Dâima r3uhumuzu huzur içinde bulundurmak en kestirme bir yoldur. Kendi kendinizi murâkabe ediniz, bir kelime ile rûhen yükselmeğe bakınız. İlk fırsatta kötü huylarımızı fırlatıp atalım, birbirimize iyi gözle bakalım ve birbirimize değer verelim. Yekdiğerimize Efendi muâmelesi yapalım, hiç bir şekilde kalb kırmayalım.
Günlük hayatımızda dükkâncı müşteriye, müşteri dükkâncıya, memur eshâbı mesâlihe, onlar da memurlara, öğrenci öğretmenine, öğretmen öğrencisine velhasıl herkes birbirine nezâketle, hilmiyetle, tatlı sözlerle bir kelime ile efendice muâmele etmelidir. Hepimiz gelip geçiciyiz. Bu âlem fanîdir, bekâ âlemi ebedidir. Hani eski tanıdıklarımızdan kimler kalmıştır, hani sevgili anneniz, babanız, kardeşiniz, eşiniz, kocanız, hocalarınız, büyükleriniz ve cihângirler neredeler? Hepsi müddetini tamamlamış bekâ âlemine çağrılmıştır. Şüphesiz her nefis ölümü tadacak ve diğerlerine katılacaktır, zirâ ölüm Allâh'ın kesin hükmüdür. Ancak meşiyyet-i ilâhiyyesi taalluk ederse değişir. Dünya yaşamından Berzah yaşamına veya Berzah yaşamından Dünya yaşamına ilâveler, yahut da eksilmeler yapılır. Bu ancak Allâh'ın bileceği bir iştir. Bu hususta hiç kimsenin etkisi olmaz, olamaz. Bugünün İnsân-ı Kâmili, dünün İnsân-ı Kâmiline belki şeklen benzemez görünürse de, hepsi aynı kaynaktan fışkırdıkları için esasında birdirler. Fakat kendilerini gizlemişlerdir, zirâ bunlar mütevâzi kimselerdir, dünyaya, gösterişe meyilleri olmadığından onlar kendi âlemlerinde neş'eyâb olmaktadırlar. Hüner bu neş'eye kendnizin sâhip olmanızdır.
Kaynak: http://www.fakirullahmelami.com/?&Bid=648675
__________________ Ben FEHMİ'yim âr etmem Kuş gibi karâr etmem
Bu kafesten uçarım Hiç beni gören olmaz
www.fakirullahmelami.com
|