Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Son zamanlarda kimi psikiyatristler ve psikologlar, insanın "akıllı" düşünmesinin çok zor olduğunu ileri sürmeye başladılar.
Bu
iddia ne kadar gerçek? Aslında aklı anlamanın daha başlangıç aşamasında
olmamıza rağmen, tam resmi vermeseler bile, aklın nasıl çalıştığına
ilişkin birkaç sağlam kuram (teori) var.
Akıl yürütmekte en fazla kullanılan yönteminin "bağlı muhakeme"
olduğu ileri sürülüyor. Bu yönteme göre, insan akıl yürütürken o sırada
bilinen veya eldeki verilerden hareket eder. Sınırlı bilgi, insan
aklının sınırlı kapasitesi ve karar süresinin sınırlılığı, varılan
hükmün niteliğini belirler. Başkaca dendiğinde, "bağlı muhakeme"
teorisine göre, karar vericiler, optimal (en uygun) hükme varabilmek
için yeterli kabiliyet ve kaynaklara sahip olmadıkları için ellerindeki
seçenekler arasında seçim yaparlar. Dolayısıyla karar verici, en uygun
hükme varmak yerine işe yarayan sonucu seçer.
Doğada
çabuk karar veremeyen, tereddüt eden bir hayvan daha hızlı düşünen
hayvanlar karşısında kaybetmeye mahkûmdur. Yırtıcı bir hayvanla
karşılaştığında hareketsiz kalan bir geyiğin uzun süre yaşamda kalma
şansı yoktur. Birkaç veri ile hüküm veren ve kesin bir eylem planı
geliştiren türler doğada her zaman daha şanslıdır. İnsan böyle bir canlı
türüdür.
Bağlı
akıl yürütme yanında insanın bir akıl kuramına sahip olduğu ileri
sürülür. Buna göre, insan başkalarının kendisininkinden farklı dünya
görüşleri olduğunu düşünür. Hatta bunların bazılarının kendisininkine
göre 'yanlış' olduğuna inanır. Başkalarının, doğru karar vermelerini
sağlayacak yeterli verilere sahip olmadığını, yanlış düşünebileceklerini
veya aldanabileceklerini düşünen sosyal hayvanlar her zaman daha
avantajlıdır. Çünkü bu düşünceden hareket eden birey, diğerlerini
aldatabilir ve onları kendi yararına (ama onların zararına)
yönlendirebilir.
Bu
yaklaşım, akıl kuramı açısından bir sadeleştirme gibi algılansa da son
zamanlarda bazı araştırmacılar, aklın doğruyu, hatta gerçeği anlamak
için değil rekabeti kazanmak (üstünlük sağlamak) için geliştiğini ileri
sürüyorlar. Sahiden insan aklı, muhakeme kabiliyeti, kazanma içgüdüsüne
göre mi çalışıyor?
Eğer
öyleyse, önyargı, akıldışı iddialar, diğerlerini alt emek üzere
geliştirdiğimiz adaptif (zamana ve mekâna uygun) araçlardan ibarettir.
Bu görüşe göre insan muhakemesinde ve davranışında kesinlik, hakikatten daha önemlidir.
Bu kuram (teori), uzun süre bilim hayatında geçerli olan, insan düşüncesi ve davranışını açıklamakta kullanılan "bilişsel uyumsuzluk"
(congitive dissonance) kuramıyla ilintili. Bilişsel uyumsuzluk,
aleyhine pek çok delil olsa da insanların kendi seçimlerinin doğru
olduğuna inanmalarından kaynaklanan ön yargıdan kaynaklanıyor.
Özetlersek: "Bağlı muhakeme"
(sınırlı bilgi ile süratle karar verme); akıl teorisi yani diğerlerinin
yeterli verilere sahip olmadıkları için yanılacakları veya istenildiği
gibi yönlendirileceği inancı; "bilişsel uyumsuzluk"
(yanılabileceğimize dair yığınla delil varken, doğru düşündüğümüze
inanmak) sonucunda gerçeklere rağmen dünya ve yaşam hakkında yanlış
kanılara varmanın tek nedeni var. Pek çok yararlı, hatta kritik bilgiyi
süzgeçten geçirip (dışarıda bırakarak) önemsediğimiz pozisyonlarımızı
korumak ve diğerlerini kendi doğrultumuzda yönlendirmek! Bu, ne yazık ki
bizi genellikle "kaybet-kaybet" sonucuna götürüyor.
Bunu
hisseden insanoğlu ya vahyin güvenli limanlarına sığınıyor ya da
önyargı, duygusallık ve sübjektiflikten arındığına inandığı, ispata
dayanan bilime yöneliyor. Bu makas açık kaldıkça madde ve mana arasındaki bağın kurulması zorlaşıyor. İnsan, kâmil olmaktan çok egemen olmakta ısrar ediyor. Ne dersiniz, düşünmeye değmez mi?
Bugün (Doğu Ergil)
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
|